13. Bölüm

Bölüm 12- İspiyoncuları Kimse Sevmez

R. Gaye Önel
rgayeonel

 

PERDE 12

 

İSPİYONCULARI KİMSE SEVMEZ

| Aram Alevhan 01 numaralı kodex |

Onu ilk gördüğümde ağzı yüzü kan içindeydi.

Ben, getirilenin kız olduğunu duyduğumda daha temiz, sevimli bir şey beklemiştim ama öyle olmamıştı. Oysa Nilgün söz vermişti, arkadaş olarak getireceği kız tertemiz ve güzel olacaktı.

"Sıkıldığını biliyorum. Artık yalnız olmayacaksın," demişti. Ona inanıp getirilecek çocuğu heyecanla beklemiştim. Gele gele o gelmişti. Kir pas içinde dövülmüş bir kız çocuğu. Yani onu rezil halde gördüğümde ben dövüldüğünü düşünmüştüm.

Getirildiğinde, öğleden sonraydı. Sabah eğitimim henüz bitmişti. İngilizce ve almanca derslerini aynı anda öğreniyordum. Eğer derslerde başarılı olursam bana bir hediyesi olacağını söylemişti Nilgün.

Hediyemin soyunma odasında olduğunu duymuştum paramedik abilerden. Bu yüzden merdivenleri uçarak indiğimi hatırlıyorum. Nasıl paketlenmişti, bisiklet mi almışlardı? Yoksa daha da iyisi hastaneden abimi mi getirmişlerdi? Binbir hayalle erkek soyunma odasına girip hiçbir şeyi bulamadım.

Sonra sesini duydum. Soyunma odasından çıkıp koridorda yankılanan sesi takip ettim. Kadın soyunma odasından geliyordu. Sanki biri ağlıyormuş gibiydi. Kapıyı itip içeri girdiğimde ise onu gördüm.

Oturakların yanına çökmüştü. Dizlerini bükmüş kollarını da dizlerine sarmış ağlıyordu. Beni görünce yüzünü kaldırdı. Sümüğünü kolunun tersiyle silip öfkeyle bana baktı.

"Neye bakıyorsun sen?"

"Sana," dedim dürüstçe. "Pislik içindesin. N'oldu sana?"

Kız yüzündeki saçları beceriksizce ayırırken burnunu çekti. "Küçük pencereden atladım. Ceza olsun diye burada bıraktılar beni." Eliyle tepedeki havalandırma penceresini gösterdi.

"Neden atladın ki?"

Kız doğrulup elleriyle yara bere içindeki dirseklerini yokladı. "Kaçmaya çalışıyordum," dedi kendi kendine mi bana mı söylemişti bilememiştim.

Arkamdaki kapı açılınca kız anında kapıya çevirdi gözlerini. Nilgün içeri girerken bir iki adım geriledi. "Demek hediyenle tanıştın Aram," dedi kadın eliyle saçlarımı karıştırırken.

Bu kez kız adımıyla yere sertçe vurup bize bağırdı.

"Ben kimsenin hediyesi değilim."

Başımı kaldırıp Nilgün'e baktım.

"Sevdin mi hediyeni?"

Tekrar kıza döndüm. Pisti, yara bere içindeydi biraz da vahşiydi ama sanki biraz güzeldi. Kız yanımızdan ağlaya ağlaya koşup giderken gülümsedim.

"Sevdim."

Derin bir nefes alıp koltukta uyuyan Karaca'ya baktım.

İlk gördüğümdeki gibiydi. Saçları pisti, üstünde ona bol gelen ceketim vardı. Kafası karışıktı, ara sıra hırçınlaşıyordu. Nilgün belki o zamanlar bilmiyordu ama bana hediye yerine hayatımın baş belasını vermişti.

Karaca, yattığı yerde hafifçe dönünce kalp atışlarım hızlandı. Uyanıp da beni görürse onu uykusunda izleyen bir sapık gibi damgalanacaktım. Karaca'nın huzurlu ufak horultusu kaldığı yerden devam edince rahatlayarak sandalyede geriye yaslandım.

Onunla binlerce kez aynı odada uyumuştum. Ergenlik bunalımlarında, adet sancıları çektiğinde, uykusunda ağladığında... Hemen her haline şahit olmuştum ama bu kez farklıydı. O geçmişten azadeydi. Ben, onun için yeni biriydim. Uykusunda horlayan kız benim için tanıdıktı ama uyandığında göreceği bu yüz onu dehşete düşürürdü. Benden korkuyordu, bunu anlamak için 01 olmama da gerek yoktu. Beyni olan anlardı zaten.

Başımı ellerimin arasına gömdüm.

Her şeyi bok etmiştim. Abimi bulacağım derken işleri içinden çıkılamaz bir hale getirmiştim. Karaca'ya öyle demiştim ama onu devamlı olarak ziyaret etmemin tek sebebi abim miydi emin değildim. Belki benden ilk nefret eden o olmuştu ama ben de zamanla ondan nefret etmiştim. Bu kadar sert olduğu için, her şeyi ilk mahveden o olduğu için onu asla affetmeyecektim.

Her şeyin daha farklı olmasını diler miydim onu da bilmiyordum. Zamanda geri dönebilseydim onu ispiyonlar mıydım... Hiçbir fikrim yoktu. İnsan on üç yaşında bir tesise kapatılmış halde yapayalnız yaşarken mantıklı düşünemiyordu. Kaçıp gitmesinden o kadar korkmuştum ki gidip birilerine haber vermiştim. Ve sonucu berbat olmuştu. Çok ama çok korkunçtu.

Ellerimi çekip ufak ufak nefes alan kıza baktım.

Huzurlu görünüyordu. Hatırlarsa ne olacaktı? Nasıl bir ipucu bekliyordum? Onu aklını kaçırmaktan kurtaracak, abimi girdiği delikten çıkaracak mıydım? Bu muydu planım? Planıma tüküreyim eğer öyleyse.

"Şu halini gören biri seni çok uysal sanır," dedim fısıldayarak. Beni duyamayacak kadar yorgundu. O kapalı gözlerinin ardında hangi rüyalarda geziniyordu acaba? Sonunda Engin'i görebiliş miydi? Gözünü açtığında anlardık.

Engin'i gördüğünde de her şey değişecekti.

Karaca neredeyse ben onu bildim bileli abimden hoşlanıyordu. Gerçi bir de dangalak Burak vardı. Onu sıfırladıklarında beynindeki zeki hücreleri de mi kazımışlardı? Yeryüzündeki son kız olsam Burak itine dönüp bakmazdım. Dangalağın oğlu dangalak. Gerçi Burhan'ın çocuğuydu, babasının kıymetli genlerini taşıyordu. Acaba Karaca, erkek arkadaşıyla yediği paranın nereden geldiğini bilse yine o mutlu salak hayatına dönmek ister miydi?

"Beni bırakın," dedi ağır ağır kız. Dikkat kesilip doğru duyup duymadığıma baktım. Işıklar sönmüştü, odada minik bir ufo vardı. Onu da kendime çevirmiştim. Karaca ise üzerine serdiğim örtünün altında uyuyordu. Ceketim hala ondaydı.

Ufak bir inilti çıkarınca yerimden kalktım. "Lütfen bırakın," dedi bir kez daha. Yavaşça yanına ilerleyip alnında beliren ter damlacıklarına baktım. Kâbus görüyordu. Ne yapacağımı bilemez halde karanlıkta öylece dikildim.

Onu uyandırmalı mıydım? Bilemiyordum.

"Hayır!"

Gözlerini açtı. Birkaç kez kırptı, sonrasında ise beni gördü.

"Kâbus gördün."

Anlamayarak yüzüme baktı. Göğsü inip kalkarken hareket etmeye çalışıp örtüyü beline kadar itti. "Yaa," dedi şaşkın şaşkın.

"Ne gördün?"

"Emin değilim," dedi ağır ağır. Sonrasında ise koltukta doğrulup oturdu. Dağılan saçlarını düzeltemeye çalışırkenki beceriksiz haline baktım.

"Sen hep burada mıydın?"

Başımla onayladım. Eski Karaca'nın -yani birkaç gün öncekinin- kaçmak gibi kötü bir alışkanlığı vardı, yeni Karaca'nın hareketlerinin ise ön görülemez bir yanı vardı. Her an her şeyi yapabilirdi.

Ufonun önündeki sıcacık sandalyeme dönecekken bileğimi tuttu. Adımım havadayken şaşkınca ona döndüm.

"Gitmesen olur mu? Hemen yanımda dursan."

Odanın karanlığında endişe ile sıkılmış yüzündeki gölgelere baktım. "Olur," dedim birden. Sonra Kar, kolumu bırakıp koltukta oturabilmem için bana yer açtı.

Hayatımda daha tedirgin hissettiğim bir yer var mıydı diye düşünürken kendimi koltuğa oturur halde buldum.

"Ben uyuduğumda bir süre gitme. Sonra git olur mu?"

"Peki."

Neden bu kadar uyumluydum, hiçbir fikrim yoktu. Normal şartlar altında hayır deyip gitmem gerekiyordu ama o böylesine üzgün ve yalnızken aptal bir oyuncak gibi tüm emirlerini uyguluyordum.

Dakikalar sancılı bir şekilde geçerken Karaca başını koltuğun sırtına yasladı. O ve ben birbirimizle çok uğraşmıştık. İlk hata yapan kimdi bilmiyordum.

Küçüktüm.

Aptaldım.

Bana bir hediye verilmişti ama hediye çok sinir bozucuydu. Oyun oynamıyordu, zeki olmasına rağmen derslerden kaçıyordu. Aklı fikri dışarıdaydı. Ona tesisin iyi bir yer olduğunu, abime hastanede iyi baktıklarını söylemiştim ama beni dinlemiyordu. Kafası çok karışıktı. Bazen daha dün getirildiğini söylüyor bazense geçen sene de burada olduğunu söylüyordu.

"Ben hastaydım. Uyuttular beni. Sonra gözümü açtığımda buradaydım. Eve dönmem gerekiyor," diyordu. Bir evi olduğunu sanmıyordum. Tesis, sadece yetim çocuklarla ilgileniyordu hem ailesi olsaydı onunla ilgilenirlerdi ama Karsu bunu hiç kabul etmedi. Hep dışarıda güzel bir hayatının olduğunu söyledi.

Onunla iyi anlaştığımız nadir anlarda bile dışarıdaki hayali hayatını özlerdi. Öyle inatçıydı ki bir gün gerçekten başarıp tesisden kaçabilmesinden korkuyordum. O giderse tek kalacaktım. Tek gerçek arkadaşım da yok olacaktı, böylece yetişkinlerle dolu aptal bir binada robot gibi durmadan eğitim görecektim. Gitmesini hiç istemedim, o aptalca hayaller kurduğunda hep önünü kestim.

O güne kadar bunun hiçbir zararı olmamıştı.

O gün Kar ve benim için her şey sonsuza dek değişmişti. Arkadaşsız kalmamak için kaçmasını önlemeye çalışmıştım ama artık o yanımdayken de yalnız kalacaktım, sadece bunu o an bilememiştim.

İlk yardım dersinden henüz çıkmıştık. Kalp masajı yapmayı öğretirken bir paramedik beceriksizliğim yüzünden neredeyse beni dışarı atacaktı oysa Kar her zamanki gibi mükemmeldi. Buradan nefret etmesine rağmen her şeyde öyle başarılıydı ki onu biraz kıskanıyordum.

Koridorda ilerliyorduk. Tesis ona pembe bir sırt çantası almıştı, o da o renkten nefret ettiğini söyleyip sırt çantasının üzerine siyah mürekkep dökmüştü. Önümde alacalı pembe çantasıyla yürürken ona yetişmeye çalışıyordum ama çok hızlıydı. Merdiveni çıkarken ona seslendiğimde bile beni duymamıştı, odaklanmıştı.

Yatakhaneye çıktığında peşinden gitmiştim. Sırt çantasını açıp başucundaki komodindeki çekmecelerde ne varsa doldurmaya başlamıştı.

"Ne yapıyorsun?"

"Ne yaptığımı biliyorsun Aram." Bana dönmeden çantasına bulabildiği her şeyi tıkıştırdı. Koyacak yeri kalmadığında ise üzgün üzgün yatağının altındaki ayakkabılarını çıkardı.

"Gitmene izin vermezler Kar." Yatağına oturup babetlerini spor ayakkabılarıyla değiştirirken başını kaldırıp bana baktı. Onu uzun süredir ilk defa gülümserken görmüştüm.

"Bilmeyecekler ki. Zafer var ya şu uzun doktor. Onun arabasıyla gideceğim. Bagaja gireceğim. Nasıl çıkacağımı da buldum." Ayakkabılarını giydikten sonra ayağa kalktı. Bana doğru yürürken kendinden çok ama çok emindi. "Asansörlerin yanında yangın alarmı var. Zemin katınkini çalıştıracağım."

Saçındaki siyah lastik tokayı çözüp sıkı bir atkuyruğu yaptı.

"Gerçekten yangın olmadığını bilirler," dedim ama içim içimi yemişti. Ya anlamazlarsa? Ya Kar bir yolunu bulup kaçarsa?

Kar, beyaz ceketinin cebine eline atıp bir kutu kibrit çıkardı. Bana baktığındaki gözleri şeytanice parlıyordu. "Gerçekten yangın çıkarırım ben de. Ufak bir şey merak etme. Sana bir şey olmaz." Elini bana güven verircesine omzuma koydu.

Öfke içimde yavaş yavaş filizlenmişti. Terk edilme korkusu ve öfke iç içe girmişti sanki.

"Sen gidersen ben ne olacağım?" Omzumu silkeleyip bana dokunan elinden kurtuldum.

"Sen de gel Aram. Gider abini de alırız. Buradan çıkıp gidelim hadi."

Gidecekti. Beni bırakıp gidecekti. Burada yapayalnız kalacaktım. Bir başıma.

"Geliyor musun?"

Sabırsızlanıyordu. Parmaklarını iç içe geçirip ileri geri hareket ediyordu. Eğer hemen bir şey söylemezsem kaçacaktı.

"Geliyorum," dedim ben de. "Önce çantamı alayım ama." Kar başını aceleyle salladı. "Çabuk ol ama çok vaktimiz yok," dedi kapıya giderken. Ben üstünkörü sırt çantamı hazırlarken o beni bekliyordu.

O zaman bile tesisi bırakıp gitmeyi bir an bile düşünmedim. Neden bırakacaktım ki? Tesis abime bakıyordu, onu iyileştireceklerdi. Bana da mükemmel bir hayat vereceklerdi. Büyüyecek, bir gün kendi ayaklarının üstünde durabilen kendinden emin güçlü bir adam olacaktım. O gün geldiğinde Kar da beni bırakıp gitmek istemeyecekti, benimle olan hayatın dışarıdakinden çok daha güzel olduğunu anlayacaktı.

"Hazır mısın?"

Çantamın içine öylesine atmakta olduğum kirli çoraplarıma baktım. "Defterimi sınıfta unutmuşum. Gidip almam gerek. O olmadan bir yere gidemem." Kar ofladı. Hırçın zamanlarında, boğuşurken beni ısırırdı. Bana öyle bir baktı ki uçup gelerek beni ısıracak sandım.

"Git al hadi Aram. İlk yardım sınıfı değil mi?"

Başımla onayladım.

"Tamam, iki dakikaya burada ol. Zaten sen uzunsun bagaja seni nasıl sokacağız bilmiyorum." Kâküllerini elinin tersiyle itti. "Dizlerini falan bükersin artık."

Ensem terlemeye başlamıştı. Siyah sırt çantama kollarımı geçirip taktım. "Hemen gelirim," dedim yanından geçip giderken. Kar, neden aniden onunla gelmek istediğimi sorgulamamıştı bile. Öyle temiz düşünmüştü ki... Kalbim acır gibi oldu ama yapamazdım, tek arkadaşımın gitmesine göz yumamazdım. O giderse burada yalnız kalırdım. Yalnızlık, şu hayatta en çok korktuğum şeydi. Buna izin veremezdim.

Asansörün çevresinden dolandım ama aşağı inmedim. Hızlı davranıp üst kata çıktım. Nilgün'ün odasına giderken avuçlarım terliyordu. Midemde yanlış bir şey yapıyormuşum hissi her geçen saniye artıyordu ama başka şansım yoktu. Gidecekti, bir şey yapmazsam gidecekti.

Nilgün'ün kapısını çalmadan iterek açışım hala aklımdadır. Hala o gün odasına daldığımda bana bağrışını unutmam. Öyle kolay sinirlenen bir kadın değildir Nilgün ama sinirlendiğinde de oralarda olmak istemezsiniz, küçükseniz ve onlara bağımlıysanız istemezsiniz işte.

"Ne oldu?"

Hemen yanında doktor Zafer vardı. O zamanlar ikisi de gençlerdi. Nedense hep sevgili olduklarını düşünmüştüm ama gerçeği sonra öğrenecektim.

"Kar gidecek," dedim nefes nefese. "Zafer Beyin arabasına binip gidecek. Kaçacakmış. Lütfen onu durdur." Elim hala kapıdaydı. Benim gibi acele etmelerini hemen koşup onu yakalamalarını istemiştim ama o ikisi sadece gülmüştü.

"O küçük cadı bunu defalarca denedi. Yine kaçamaz. Hadi git Aram. Bizim tartışmamız gereken mesel..."

"Yanılıyorsun. Bu kez yapacak." Durup yutkundum. "Yangın alarmını çalıştıracak. Kibriti var, bir yeri yakıp kaçacak. Sonra da bagaja saklanacak." Elimle Zafer'i işaret ettim. "Senin arabanla."

Şimdi ciddiye alınmıştım işte.

Nilgün yerinden ağır ağır kalkıp düşünceli bir ifadeyle adımlayıp geçti odayı, yanıma geldiğinde de eliyle saçlarımı okşadı. "Aferin sana Aram. Hep böyle sadık ol tamam mı? Bizler iyiyiz, Kar iyi ile kötüyü bilemiyor belli ki. Merak etme biz ona öğretiriz." Yanımdan geçip giderken arkasından krem rengi etekli takım elbisesine bakıyordum.

Merdivenlere doğru indiğini gördüğümde telefonunu çıkarıp birilerini aramıştı. Peşinden onu takip ettim. Aşağıda bir bağırış duyunca korktuğumu hatırlıyorum. Kar, bağırmıştı.

İki güvenlik görevlisi onu kollarından tutup neredeyse havaya kaldırmıştı. Nilgün ise daha yanlarına yeni varmıştı.

"Demek kaçacaktın Kar. Sana yaptığımız bunca iyilikten sonra hem de... Yazık." Nilgün'ün sesi buz gibiydi. Ben yanına yaklaşınca beni kolumdan yakalayıp sardı. "Aram olmasaydı n'apardık bilmiyorum," dedi üzgün üzgün.

Kar bana öyle bir baktı ki o bakışı unutabilmem mümkün değil.

Bakışlarındaki hayal kırıklığını bir ömür taşıyacaktım ama o an bunu bilmiyordum. Doğru olanı yaptım sanıyordum. Doğruların, insandan insana değişebildiğini bilmiyordum.

"Çok problem çıkarıyorsun ama zekisin. Her konudaki kabiliyetini görmemek için aptal olmak gerek. Tek eksiğimiz... Ehlileştirilmen gerekiyor." Elini kaldırıp Kar'ı tutan adamlardan birine işaret verdi. "Boş odaya kapatın. Yatağa bağlayın, ben birazdan geliyorum."

Karsu çığlık attı.

"Bırakın beni! Aram! Sen yaptın! İspiyoncu!" Adamlar, Kar'ı bırakmadılar. Yanımdan götürülürken spor ayakkabıları beyaz zemini çizip sesler çıkardı. O ses sanki bir tek beni rahatsız etti.

"Ona ne yapacaksınız?" Başımı kaldırıp eli başımın üzerinde git gide ağırlaşan Nilgün'e baktım. Kar koridorda götürülen arkasından dalıp gitmişti. "Merak etme. Sen yapman gerekeni yaptın. Hadi git yemeğini ye." Uzun parmakları saçlarımdan kayıp gitti. Topuğunun koridorda bıraktığı sesler azalırken Nilgün, Kar'ı tuttukları odaya girdi.

Yemeğe inmemiştim.

Bir damla su bile içecek durumda değildim.

Zaman bir türlü ilerlemiyordu sanki. Orada betonda ne kadar zaman oturdum hiç bilmiyorum. Her katta merdivenlerin başladığı kolondaki büyük beyaz saatlere bakmayı akıl edemeyecek kadar üzgündüm.

Nilgün ve görevliler odadan çıktıklarında gözümü kırpmayalı saniyeler geçmişti. Gözlerim sulanmaya başlamıştı ama elimde değildi. Bir saniyeyi bile kaçırma lüksüm yoktu.

"Hala burada mısın?" dedi Nilgün beni gördüğünde. Topukları koridor boyunca takırdarken yanıma geldi. "Bir yere gitmeyecek. Merak etme." Sonrasında eğildiği yerden kalkıp doğrularak merdivenlere yöneldi.

Kalkıp Kar'ı tuttukları odaya gittim. Nefesimi tutup kapıyı ittim.

Oradaydı. Köşedeydi, ağlıyordu. Yerlerde siyah şeyler vardı. Dikkatli bakınca onların saç tutamları olduğunu gördüm. Ufak kırmızı damlalar da vardı, damlalar başta seyrekti sonra çoğaldıklarında Kar'a ulaştıklarını gördüm.

"Kar?"

Kar, benden tarafa bakmadı. Ceketi, ayakkabıları odanın etrafına dağılmıştı. Beyaz çiçekli elbisesi üzerinden düşen saçlarla kirlenmişti. Kollarıyla başını tutuyordu.

"Kar iyi misin?"

Ve Kar kollarını indirdi.

Saçlarını kesmişlerdi. Neredeyse kökünden kesmişlerdi. Yolunmuş bir tavuğun tüyleri gibi duruyordu şimdi kafası. Bana baktığındaki yüzünü unutturabilecek bir sıfırlama olduğunu sanmıyordum. O yaralı kızı düşündüğümde hala içim ürperir.

"Hoşuna gitti mi?"

Gitmemişti.

Kar tırnaklarını başına geçirip bağırdı. Sonrasında ise bana ayaklarının altını gösterdi. İnce ince kesikler vardı. Ayak tabanlarına vurmuşlardı, kanıyordu Kar.

"Özür..."

"Senden nefret ediyorum! Sonsuza dek senden nefret edeceğim!"

Kar belki bazı sözlerini tutamamıştı ama bu sözünü hiç unutmamıştı. Benden sadece nefret etmemişti, onu o gün kaybetmiştim. Tüm hayatım boyunca yayımdaydı ama kaybetmiştim işte. Zaten çok geçmeden ben de ondan nefret edecektim.

Birbirimizden iğrenerek yaşamayı öğrenmiştik.

Karaca'nın başı omzuma düşünce anıların arasından sıyrılıverdim.

Uyuyordu, başı az önce koltuğa dayanmıştı ama şimdi bana yaslanıyordu. Onu, ilk gördüğümdeki gibi uzundu saçları. Nilgün, saçlarını kısacık kestiğinden bu yana Karsu saçlarını hiç uzatmamıştı. Ta ki bugüne kadar. Eh, o artık yeni biriydi. Karaca'ydı.

"Umarım salyanı akıtmazsın," diye fısıldadım gecenin karanlığında hapsolmuş minicik cam odaya. Kar beni duymadı. Omzumdaki başını hareket ettirip daha rahat bir pozisyon aldı. Anıları hatırlamanın verdiği ağırlıktan mı yoksa yanı başımda horuldayan kızdan mı oldu bilmiyorum ama yorulmuştum. Gözlerimi kapatıp başımı serbestçe koltuğa bıraktım. Karaca'nın saçlarının kokusu burnuma dolarken uykunun karanlık ama sıcak kollarına bıraktım kendimi.

***

Ağzıma bir şey giriyordu.

Elimle havayı dövüyordum ama ağzıma giren şey ısrarla orada durmaya devam ediyordu.

Uzaklarda bir yerde zihnim, birilerinin çalı sapıyla beni gıdıkladığı bir görüntü uydurmuştu ama bu saçma olurdu.

Dudaklarım kaşınmaya başladığında dayanamayıp gözlerimi açtım. Ağzıma giren şeyi gördüğümde ise irkilmemek için adeta kendimle savaş verdim. O şey, Karaca'nın koyu kahve uzun saçlarıydı. Onu uyandırmamak için başını hafifçe tuttuğumda ise kıpırdamaya başladı. Sonrasında da kahverengi uykulu gözlerini araladı.

Az önce yaşadığım şoku iki küçük göz bebeğinde görebiliyordum şimdi.

"Ne yapıyorsun," diye sordu. Benden uzaklaşmaya çalışırken saçlarından bir tutam yakamdaki düğmeye takıldı. "Aah!" Elleriyle beni iterken saçı düğmenin etrafında dolaştı.

"Bekle. Bir sakin ol." Saçına uzandığımda beni tekrar itti. "Beni elleme," diye bağırıyordu şimdi de. Dışarıda bir hareketlilik görünce göz ucumla camın ardına baktım. Yerleri süpüren şişman kadın işini bırakmış soran gözlerle bizi izliyordu. Yanı başımda cebelleşen kızı işaret edip yüksek bir sesle, "Bir şey yapmıyorum. Sadece saçı takıldı," dedim. Kadın onaylamaz bakışları eşliğinde başını sağa sola sallayıp eğilerek işine döndü.

Karaca nihayet saçını benden kurtarıp ayağa kalktı. Şimdi aslan yelesi gibi kabarmış başına bakıyordum. "Sakin olsaydın... Bu hale gelmezdin." Neredeyse küfredecekmiş gibiydi. Saçlarını düzene sokmaya çalışırken bir yandan da söyleniyordu.

"Üstümde uyuyan sendin bu arada," dedim siyah gömleğimin buruşmuş yakasını düzeltirken. "Hatta bana sarılmıştın."

Karaca sinirle güldü. "Hah! Sen de faydalanayım dedin o zaman."

Gözlerim ayrıldı. "Ne alakası var. Az önce uyandım ben de." Nihayet saçları nispeten normal insanlar gibi görünmeye başladığında derin bir nefes aldı.

"Neyse ne. Beni elleme hem dediğinize göre benim sevgilim var. Ben belirteyim de."

Ona inanamıyordum. Kendini beğenmiş küçük bir tasmanya canavarı gibiydi. Yerimden kalkıp tam karşısına dikildiğimde kahverengi gözleri çakmak çakmak olmuş yüzümde geziniyordu.

"Benim sevgilim yok mu yani? Hem olmasa bile neden sana bakayım?" Alayla gülerken kollarımı göğsümde birleştirdim. "Seninle sevgili olabileceğim bir ömür vardı. İstesem olurduk." Ben sinirden deliye dönmesini beklerken o ufacık güldü. Artık iyiden iyiye sıyırdığını düşünmeye başladığımda ise ceketimi üzerinden soydu.

"Ben abini seçmişim çünkü," dedi ceketi gecenin erken saatlerinde oturduğum sandalyeye bırakırken. Hırkanın içine giren saçlarını omuzlarının arkasına itip bilmiş bilmiş bana gülümsedi.

Beni o hareketi yapmaya iten neydi bilmiyordum ama... Yaptım işte.

Bir adımda yanına geldim.

Aramızda bir nefeslik yer bile kalmadığında yüzüne eğildim. "Emin misin?" dedim ağır ağır. Dudaklarıma nefesi değmeye başladığında bu ürkmüş haline gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Tekrar uzaklaştığımda ise allak bullak görünüyordu.

"Bu yaptığın şeyi bir daha yapma," dedi hırkasının önünü kapatırken.

"Neyi?"

Kapıya uzanıp açtı.

"Taciz gibi bir şey bu. Bir daha bu kadar yaklaşma." Ardından kapıyı açıp çıktı. Timur gibi duygularını kontrol edemeyen bir hayvan olsaydım şu an saçımı başımı yolardım ama bunun yerine ben sakin olmak için art arda düzenli nefesler aldım.

"Günaydın," dedi Mikail hoca. Elinde üzerinden dumanlar çıkan koca bir hasır sepet vardı. "Ekmekler sıcak. Zihin açan cinsten." Kar'a uzattığında kız teşekkür ederek ekmekleri reddetti. O, tuvalete giden koridorda huysuz huysuz ilerlerken doktorla masamıza geçtik.

"Diğer ekipten bir tek İlyas'ı tanırım. Liderlerinin çok zeki olduğunu söyleyip dururdu o geveze çocuk." Önüme boş çay bardağını itti. "Ama bu kız... Zeki mi bilmiyorum."

"Zeki," diye belirttim uzanıp en tepedeki ekmeği bölerken. "Sadece hatırlamıyor." Kasada gördüğüm çocuk elinde çaydanlıkla masaya yaklaşıp üç bardağı doldurdu.

"İlyas nasıl?"

Tek kaşımı kaldırarak doktora baktım.

"Sanki umurunda da." Mikail hoca çay bardağını dudaklarına yaklaştırdı.

"Kızım bir zamanlar o çocuğu severdi. Raye için önemli olan benim için de öyledir. En azından çoğu zaman."

Raye, bir kodex olmamasına rağmen tesisin uzun süre iyileştirmek için uğraştığı hastalardan biriydi. Mikail hoca ellerindeki en iyi terapistlerden biriydi, bu yüzden tesis onun çocuğunu kabul etmişti. Ailesi olan kimse kolay kolay tesiste tedavi edilmezdi, Raye bir istisnaydı. Eh sonu da herkes için tam bir kaosla sonuçlanmıştı. En çok da İlyas için.

"Sen diğerlerinden daha iyi bir adamsın," dedim sıcak ekmeğe vişne reçelini sürerken.

Doktor gülmeye başladı.

"Ya evet. Nilgün de böyle düşünseydi şu an hala orada olurdum. Raye de benimle olurdu."

İkimizin de iştahı kaçtı. Bir lokma alınmış reçelli ekmeği tabağa bırakıp parmaklarımı peçeteye sildim. Sandalyelerimizde geriye yaslanırken Karaca söylenerek masamıza yaklaştı. Sandalyesini çekip otururken benden tarafa bakmıyordu.

Mikail Kamran, tesisin görüp görebileceği en iyi psikoterapistlerden biriydi. Çok yetenekli olmasının yanı sıra tam bir görev adamıydı. O göreve başladıktan birkaç sene sonra kızı tesise getirilmişti. Raye, bizden birkaç yaş küçük kıvır kıvır turuncu saçları olan tatlı bir kızdı. On beş yaşına kadar hiçbir sağlık sorunu yaşamamıştı ama on beşinden sonra bir anda fenalaşmıştı. Doktorlar üzerinde tahliller, testler yapmışlardı ama sıkıntı beyindeydi. Raye'nin ruhsal problemleri vardı. Mikail hoca da kızının ruhsal anlamda tedavi edilebileceği tek merkeze yatırılması için seferber olmuştu.

Başlarda, tesisin tedavisi işlerine yaramıştı. Sadece onda da değil, tesis koma konumundaki hastalarda da mucizevî sonuçlar elde ediyordu. Tüm ülkenin en iyi doktorları, son tarihli ultra lüks cihazlar buradaydı. Ödenekler okyanusun kanala boşaldığı gibi adeta tesise akıyordu. Bütçenin çoğu kodexlerin eğitimine gidiyordu elbette ama geri kalan da Raye gibi hastalara yetiyordu.

Tabii her şey başta böyleydi. Mikail hoca kodex deneyinin ahlaki etik kurallarına uymadığı gerekçesiyle sonlandırılmasını istemeden önceydi tüm bunlar. Deneyi sonlandırmanın tek yolu da var olan kodexleri temizlemekti. Mikail hoca kötü bir adam değildi sadece kırk küsür insanın öldürülmesini istemişti o kadar.

"Bir şey diyebilir miyim?"

Daldığım düşüncelerden gözlerimi birkaç kez kırparak uyandım.

"Ben yıkanabilir miyim artık? Ya da birileri bana kıyafet getirebilir mi?" Kahverengi öfkeli bakışları benimle doktor arasında gidip geldi. "Artık kendimden iğrenmeye başladım. Yıkanmam gerekiyor." Önündeki boş tabağı itti.

"Ben sana kıyafet alırım," dedim gözleri benimkilere değdiğinde. "Önceliğimiz bu olmadığı için hazırlıksızız kusura bakma. Birsen'in çantasında bir şeyler var mı?"

Kar'ın omuzları hayal kırıklığıyla çöküverdi. "Ben beni de süpermarkete falan götürürsün sanmıştım," dedi yavaşça. "Başka almam gerekenler de var."

Mikail Hoca çayını yudumlarken Kar'a döndü. "Ne lazımsa söyle. Mutfaktakiler merkeze indiğinde getirir." Sonra da bana döndü. "Sana da bir şeyler lazımsa söyle getirsinler." Kıyafet bana da gerekiyordu ama o ana kadar bunu hiç düşünmemiştim. Karaca güzel kokuyordu, kendinden neden iğrenmeye başladığını anlayamadım.

"Sağ ol doktor. Tamam iletiriz." Kar bana baktı. Sanki bir şey diyecekmiş de çekiniyormuş gibiydi.

"Ped istiyorsun sanırım," dedim ağır ağır. "Yani benden çekinmene gerek yok," çatalla Mikail Hocayı işaret ettim. "O da zaten doktor." Karaca'nın yanakları pembeleşir gibi olunca şaşkınlıktan neredeyse çatalımı düşürüyordum. Benim tanıdığım Kar böylesi bir şeyden çekinmezdi çünkü.

"Sen var ya. Mağara adamısın."

Söyleyiş tarzı sinirlerimi bozunca gülümsememi durduramadım. Mikail hoca boğazını temizler gibi yapınca ifademi korumaya çalıştım.

"İstersen git yıkan Kar. Tişört, eşofman altı gibi şeyler olması lazım personelden iste. Yoksa da sen çıkana kadar gönderdiğim eleman getirir zaten. Banyo, personel odasında. Mutfağa git sana gösterirler." Karaca rahatlayarak kocaman bir nefes aldı. "Çok teşekkür ederim," dedi minnetle. Ardından masadan kalkıp mutfağa yollandı.

O gittikten sonra kahvaltımı yapmaya devam ediyordum. Bir süre doktordan ses gelmeyince lokmamı ağzıma atıp ona döndüm. Bana, ben koca kafalı ufak yeşil adamlardanmışım gibi bakmıştı. "Ne var?" dedim ağzımdaki lokmayı hızla yutarken.

Mikail Hoca gülümseyip biten bardağına çayı koydu. "Hiç. Sizi izlerken aklıma İlyas'la Raye geliyor," dedi yavaşça. Sonrasında ise üzerinden dumanlar tüten çayını yudumladı. "O ikisini atışırken izlerken sinirlenirdim. İlyas kızımı üzüyor diye. Ne safmışım." Yüzündeki gülümseme solar gibi olunca endişelendim. Çevremdeki herkesin devamlı olarak üzgün olmasından nefret etmeye başlamıştım. Etrafımda yüzü asık insanlardan oluşan bir bitmek bilmeyen bir güruh vardı adeta.

Mikail Hoca belki tek üzülenin o olduğunu sanıyordu ama yanılıyordu, İlyas da bir daha asla eskisi gibi olamamıştı. Geçen hafta kendine acıyıp aşırı doz morfin alması da bunu açıkça gösteriyordu zaten.

Kahvaltı bitip masa toplandı. Çalışan çocuk kahveleri önümüze koyup kaybolduğunda gözlerim Karaca'nın neredeyse bir saat önce kaybolduğu mutfak kapısındaydı. Kasadaki çocuk bize kahvelerimizi getirmeden önce merkeze uğrayıp istediklerimizi almıştı. Kızın neden hala piyasaya çıkmadığını merak ediyordum.

"Bu psikoterapide ısrarcı mısın Aram? Tesis ona bilgileri yüklemediyse belki de mantıklı bir gerekçeleri vardır. Ya her şey düşündüğün gibi değilse?"

Şiddetle reddederdim bunu işte. Kahvemi elime alıp bardağı çevirirken porselenin çevresindeki ters şehir silüetine bakıyordum.

"Abim şak diye ortadan kaybolamaz doktor. Sen de iyi bilirsin, insanlar öyle ortadan kolayca kaybolmaz. Bu kız bir şeyler biliyor olmak zorunda hem zaten eninde ya da sonunda her şey kötüleşmeden önce her şeyi hatırlayacak." Kahvemden bir yudum alırken aklım önceden sıfırlanan kodexlere gitti. Delilik ciddi bir şeydi. Beyin birkaç gün uyumadığında bilinçaltının derinliğindeki saklı şeyler bile gün yüzüne çıkıyordu. Karaca istese de istemese de sıfırlanmanın yan etkilerini göstermeye başladığı an zaten hatırlayacaktı.

"Eğer biz yanında olursak süreci kontrol edebiliriz. Bu sadece abim için değil, onun için de önemli. Göz göre göre gencecik bir kızın delirmesine izin mi verelim?"

Mikail Hoca kahvenin buğulandırdığı gözlük camlarının ardından bana baktı. Mavi gözlerinde hınzır bir ifade mi vardı, emin olamamıştım. "Gencecik bir kız," dedi beni tekrar ederken. "Gencecik kız için endişeleniyorsun." Omzumu silkip bardağı masaya bıraktım. Kimse için endişelendiğim yoktu, elbette abim dışında. O da benim kanımdan biriydi zaten. Hem Engin için endişelenmeyecek miydim? Kansız mıydım ben? Daha neler!

Mutfağın otomatik kapısı açılınca gözlerim az önce güzelce kirlettiğim bembeyaz masa örtüsünden gelene kaydı. Karaca'ydı. Saçları ıslaktı. Kâkülleri hafifçe kıvrılıp kaşlarının çevresine düşmüştü. Teni sanki parlıyordu. Banyo yapmak bu kadar mı fark ettirirdi? Ben de yıkanınca göze güzel görünür müydüm acaba?

Ki... O göze güzel falan görünmüyordu bu arada.

Her neyse.

Karaca masaya yaklaşırken üzerine giydiği siyah sweate bakıyordum. Altında da koyu renk bir kot vardı. O kotun Birsen'e ait olabileceğini düşünmüştüm çünkü Karaca'ya biraz dardı. Kalçalarını ve bacaklarını biraz fazla sarmıştı sanki. Başka kot mu yoktu yani? Birsen o aptal çantaya daha geniş bir şeyler koyamamış mıydı? Bir ara ona gidip daha rahat edebileceği bol bir şeyi almayı aklıma not ettim.

Masaya oturduktan sonra bana döndü. "Sen de yıkan Aram," dedi ters ters.

"Neden kokuyor muyum?"

Karaca gülümser gibi oldu. "Kokarca gibisin," derken masanın diğer ucundan bir bardağa uzanıyordu. Sonrasında bardağı suyla doldurup dudaklarına götürdü. Gözlerimi kısarak temizlenmiş yüzüne baktım.

"Gece sarıldığında böyle düşünmüyordun ama."

Kar suyu neredeyse püskürtecekti. Bardağı indirip yeni sweatinin koluyla dudaklarını sildi.

Hemen yanımda Mikail hocanın gülmemek için tiyatroculara taş çıkartan bir performans sergilediğinden emindim. "Tamam yıkanma ne yaparsan yap," dedi Kar. Sonrasında ellerini masada birleştirip öne eğildi.

"Terapiye hemen başlayabilir miyiz? Dünden sonra... Eğer o kadının o gece söyledikleri doğruysa... Bir kardeşim varmış," dedi gözlerini ardına kadar açarak.

"Bir kardeşin olsa dosyanda yazardı Karaca. O gece yanlış duymuş olmalısın." Kız bana düşmanca baksa da umurumda değildi. Kalan zamanımız aptalca bir yanlış anlamanın peşinden gidemeyeceğimiz kadar değerliydi.

"Ya doğruysa Aram? Ya gerçekten bir kardeşim varsa?"

Yanıt vermek için ağzımı açtığımda doktor benden önce davrandı.

"Öyle bile olsan o travma tetikleyici bir anıydı. Şimdi tekrar dönersek süreci kontrol edemeyebiliriz."

Karaca adeta küçüklüğündeki gibi ofladı. Üzerinden huysuzluk akıyordu ama çaresi de yoktu, burada sözü geçen insanlar bizdik o değil.

Yeniden başını kaldırdığında gözleri parlıyordu. "O zaman başka bir anıya gitsek?"

Mikail hoca kahve bardağını bıraktı. "Olur. Hangi ana döneceğiz bu sefer?"

Karaca konuşmadan önce kısacık bir an bana baktı. Gözlerinde tuhaf şeytani bir parıltı oynaşırken şöyle dedi. "Tesisteki herhangi bir anı olur. Tek bir kriter önemli sadece." Yerinden yeniden kalkarken gözleri hala bendeydi ama doktorla konuşuyordu.

Onu takip edip biz de ayaklanırken doktor sordu. "Hangi kriter?"

"Engin," dedi Karaca gözleri benim üzerimdeyken. "Engin'i hatırlamak istiyorum. Onun olduğu herhangi bir anı olur. Eğer onu hatırlarsam ne olduğunu bulabiliriz. Hem böylece Aram da belki kayıp abisine kavuşur."

Bölüm : 05.01.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...