
PERDE 13
O'NUN ÇOCUKLARI
| Karaca Yıldırım 02 numaralı kodex |
"Keşke senin yerine bir köy sıçanı getirseydik buraya. Daha verimli olurdu."
Gözlerimi aralayınca Aram'ın küçümser bir ifadeyle beni izlediğini gördüm.
"Dediğini duydum!"
"Duyarsın tabii. Hipnoza bir türlü giremedin ki." Bu kez iki gözümü de açıp koltukta dirseklerimin üzerinde yukarı kalktım. "Ya senin başka işin yok mu? Gitsene sen." Doktora döndüm. "O giderse hipnoz olurum bence. Orada karaltı gibi dikiliyor, tedirgin ediyor insanı."
Aram, öfkeyle yüzüme bakınca yeniden koltuğa uzandım.
"Benimle uğraşarak zaman kazandığının farkındayız Kar." Sonra ben sonsuza dek -en azından günün sonuna dek- başıma bela olacağını düşünürken Aram sessizce söverek kapıyı açıp çekip gitti.
"Ohhh be!" Kendimi tutamadım. "Doktor bey zaman kazanmaya çalışmıyorum. Gerçekten o burada iki kömür gözüyle an be an beni izlerken nasıl hipnoz olabilirim ki?" Başımı hafifçe kaldırdığımda doktorla göz göze geldik.
"Daha önce sorun olmamıştı ama. Ne değişti?"
Ne değişti? Pek çok şey.
"Hiçbir şey," dedim başımı yeniden deri kumaşa koyarken. Aram'la aramdaki ilişkide hiçbir şey değişmemişti. Öyle değil mi?
"Tamam. Hadi başka bir şey deneyelim. Yakın bir zamana gidelim. Teyzen diye bildiğin biri varmış. Aram bahsetti. Bana onunla ilgili en eski anını anlat."
Birileri teyzemden bahsedince kalbim acıdı. İçime anlaşılması ve tarif edilmesi zor bir his çöreklenirken dudaklarımı açıp ne diyeceğimi bilemedim.
"Yakın mıydınız?"
Bunu düşündüm.
"Yakındık. Yani ben yalan olduğunu bilmiyordum. Bana gerçek gibi geliyordu. Gerçek yeğenler ve teyzeler nasılsa öyle işte. Beraber televizyon izlerdik, yemek yerdik, evi temizlerdik, alışveriş yapardık. Normal aileler gibi." Derin bir nefes aldım. Sanki odadaki tüm oksijeni bir çekişte emebilecek kadar susamıştım nefese ama ne yaparsam yapayım ciğerlerim istediğim kadar dolamamıştı.
Ağlamakla ağlamamak arasındaki minicik ince çizgide dolanıyordum. Yabancıların yanında ağlamaktan nefret ederdim ama bazen çok sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde... Eh, kendimi toparlamam gerekiyordu.
"En eski ne hatırlıyorsun peki? Mesela... Sen komadaydın diye biliyormuşsun değil mi? Sıfırlandıktan sonra dosyanda yazan buymuş. Teyzenle koma zamanlarına gidebilir misin? Taburcu olduğun zamanlara?"
Altı ay önceydi ama sanki her şey daha dün yaşanmıştı.
"O anılarda ne bulmayı umuyorsun?"
Mikail Beyin gülüşü ufak bir ses çıkarınca gözlerimi açtım.
"Artık neyin doğru olduğunu bildiğine göre olaylara dönüp baktığında beynin farklılıkları daha çabuk görecektir. Eminim milyonlarca küçük şey olmuştur ama beynin bunların önemsiz olduğuna karar vermiştir ve silmiştir. Bütüne uymayan her şey unutulmaya mahkûmdur. Yolda yürürken bir meşe ağacına denk gelsen ve dallarında sana bir hayalet el sallasa, beyin hayaleti gündelik yaşamına uygun olmadığı için görse bile reddeder. Görüntü zihnine ulaşmaz bile, sen sadece meşe ağacının güzel dallarına baktığını düşünürsün."
Ürpererek dirseklerimin üzerinde doğruldum.
"Ne yani? Hayaletler gerçekten var mı?" Bu kez doktor eğlenir gibi gerçek bir kahkaha attı. Tekrar konuştuğunda burnunda kayan gözlük çerçevesini yukarı itiyordu.
"Ben bir psikiyatrım. Hayaletlerin var olduğuna inanan yüzlerce hastam var. Dünyanın geri kalanı da muhtemelen olmadığını iddia ediyor. Peki ben kimim de olduğunu söyleyen ve söylemeyen insanlardan hangisinin haklı olduğuna karar vereceğim? Varlar ya da yoklar. Görüp görmemene bağlı."
Gözlerimi kısıp yüzünü inceledim. Çay içerken ne kadar rahatsa şu an da o kadar rahattı. "Ürkütücü birisiniz doktor ama sorun değil." Nefesimi bıraktım. "Tamam, taburcu olup yeni evime taşındığım zamana dönelim." Yeniden uzanıp gözlerimi kapattım.
Doktor telkinlerine başladıktan sonra çok geçmeden tıpkı onun istediği gibi evimizi hayal ediyordum. Mutfaktaydık. Teyzemle akşam izleyeceğimiz film için mısır patlatıyorduk. Teyzem benimle adeta eğleniyordu çünkü yeni okulumdan bahsetmeye başladığımda hakkında tek konuştuğum kişi Burak olmuştu. O, erkekleri pek sevmezdi. Tabii belki bu da yalandı. Artık neyin doğru neyin yalan olduğunu pek bilmiyordum.
"Mısır patlattık."
Doktor, dinlemeye devam ederken anı duştan akan ılık su gibi akıp geçiyordu üzerimden. Ben ocağın başındayken teyzemin telefonu çalmıştı. Salona gidip telefonunu açtığında mısır tenceresini hareket ettirerek diptekileri yakmamaya çalışıyordum.
"Biriyle konuşuyor. Telefonda. Ben mutfaktayım."
"Hmm," dedi doktor. "Ne konuşuyor? Benim için dinler misin?"
Yeniden o ana döndüm. Mısırların patlarken çıkardığı sesler tek tek mutfağa doluyordu. Tencereden zıplayan bir tanesi tezgâha düştüğünde alıp ağzıma attım. Bir başkası zıplarken yetişememiştim. Yere düşünce almak için eğildiğimde teyzemi duydum.
"Her şey yolunda. Hayır şüphelenmiyor. Merak etme neredeyse bir ay oldu. Evet. Bu gidişle birkaç aya hazır... Hayır, şimdi olmaz. Ben de doktorum, hatırlarsan eğer."
Gözlerimi açtım. Mikail Beye konuşmayı olduğu gibi anlatırken sesim titriyordu.
"Bu şaka falan mı? Burnumun ucundaymış görememişim. Şaka olmalı. Berbat bir şaka olmalı." Mikail hoca sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. Bardağa suyu doldurduktan sonra yanıma geldi. "Al iç. İstersen ara verelim." Titreyen parmaklarımla suya uzandım. İçmek için bardağı kaldırdığımda ise elimde tutmak birden çok zorlaştı. Doktor, erken davranıp bardağı tutmasaydı neredeyse üstüme döküyordum.
"Aram'ı çağırayım mı?"
Eğik olan başımı kaldırdım. "Neden? O benim bakıcım mı?" Doktorla göz göze geldik. "Onun için demedim. Hava al biraz dışarıda. Kafan toparlansın bir."
Olmazdı. Aram'ın yanına gideceksem ona Engin'le ilgili bir şeyler sunmak zorundaydım. "Lütfen doktor tekrar deneyelim. Son bir kez. Sonra dışarı çıkarım söz." Bunun üzerine Mikail hoca istemese de terapiye devam etti.
Yeniden gözlerimi kapattım. Tesisi hayal etmişti bu kez doktor, ben de öyle yaptım. Kocaman bir bina hayal ettim, tıpkı anlattığı gibi o binayı yeşilliklerle gizleyip çevresine tellerden çit ördüm.
Taşlıktaydım.
Yanımda diğerleri vardı. Yüzleri bulanıktı, konuşuyorlardı. Gündüzdü, gökyüzündeki yakıcı güneş ensemi yakıp kavuruyordu. Keşke açıkta kalan her yerime güneş kremi sürseydim diye hayıflanıyordum. Birisi yanıma yaklaşınca ona döndüm. Boyu uzundu, yüzü arkasından vuran ışıkla gölgede kalıyordu. Elimi kaldırıp gözlerimin üzerine siper ederek yüzünü görmeye çalıştım.
"Yine neden söyleniyorsun prenses?" dedi Engin. Ardından uzanıp koluma girdi Engin. "Öğlen vakti idman olduğu için değil mi? Güneş vuruyor, tabii senin gibi vampirler sevmez bunu."
Benimle uğraştığı için beline çimdik atınca Engin çok canı yanmış gibi rol kesti. Yeniden bana döndüğünde kahverengi gözleri güneşten gelen ışıkla erimiş çikolataya dönmüştü sanki. Güzel adamdı, biraz Aram'ı andırıyordu ama Engin iyi biriydi, kardeşi gibi domuz değildi.
"Dün adet oldum. Elimi kaldırıp yumruk yapacağım da, partnerimi indireceğim de... Ohoo, İpek Rana bile yere serer beni." Engin yanıt olarak uzanıp alnımdaki saçları karıştırdı. Böyle bir adamdı, sakindi. Yangına körükle gitmezdi.
İpek Rana, en cılızımızdı. Yani bazılarımız cılız olduğundan değil tabii, hepimiz düzenli olarak dövüşüyorduk ama İpek ne kadar dövüşürse dövüşsün, kaç tane haşlanmış yumurta yerse yesin asla irileşemiyordu. Küçük kalmıştı işte, doktorlar ilk bebeklik dönemlerinde besinsiz kaldığı için böyle olduğunu söylemişlerdi. Kodex olmak bir yana normal sağlıklı bir birey bile olamazdı belki, çocukken bacakları eğriydi. Nilgün, onu yurtdışına göndermiş, en ünlü doktorlara tedavi ettirmişti ama hala bile cılızdı.
Ona neden iki adıyla hitap ettiğimizi bile bilmiyordum. Başka bir İpek olduğundan değil, gerçi oladabilirdi. Diğer Kodexlerle pek görüşmezdim, hayatım benim delilerle zaten yeterince doluydu. Yoklamalarda eğitmenler ve öğretmenler onun iki adını söylerdi, küçüklükten kalma aptal bir alışkanlıktı işte. Ona İpek deyince bir tuhaf oluyorduk.
"Adet oldun diye kimse sana imtiyaz göstermez. Ağrı kesici aldın mı?"
Başımı sağ sola salladım. "Adeti kesiyor," dedim huysuz huysuz. Engin, gözlerini devirdi. "Şu saçma şeye hala inanıyor olamazsın. İki seneye kadar doktor olacağım, senin gibi düşünen insanlara konferansta profesörler kıçıyla gülüyor. Kestiği falan yok." Başımı omzuna yasladım.
"Olsun. Kesiyor. Ben biliyorum. Senelerdir kanıyorum, benden daha iyi kimse bilemez." Engin başımı kibarca omzundan kaldırıp yüzüme baktı. "O profesörlerden biri kadındı Kar." Sırıttım.
Birlikte idman alanına doğru yavaşça ilerlerken önümdeki insanlara bakıyordum. Aram'ların ekibi ile aynı saate idman konmuştu. Genelde çaprazlama yapılırdı. Baştan ve sondan seçilir, kodexler numaralarıyla çağrılır diğer ekiple o şekilde eşleşirdik ama bazen Aram'lar günün en güzel saatini özellikle istiyorlardı. Onlara göre güzel olan güneş de benim canıma okuyordu.
"Eşleşmeyi kim ayarlayacak bilen var mı?"
İlyas başını zorla ikimizin arasına soktu. Üzerinden yayılan lavanta kokusuna bakılacak olursa Raye'nin yanından yeni gelmişti. Elimin tersiyle sarı kâküllerini ittirip kafasını arkamıza attım.
"Görevli hoca kim bilmiyorum," dedi Engin. "Eşleşmeleri çoktan ayarlamıştır. Bir baştan bir sondan gider." İlyas onu başımızdan def etmeme izin vermedi. Diğer koluma girip bizimle yürümeye başladı.
"O zaman ben Alev'e denk gelirim. Sen de..." Kolumu çekiştirdi. İkimiz de geçen ay idmanda kiminle eşleştiğimi biliyorduk.
"Ben Aram'la eşleşirim," dedi Engin.
"Beni korumaya falan mı kalkıyorsun?" dedim gülerken. O da ben de, istesem pek çok kişiyi güzelce benzeteceğimi biliyorduk ama söz konusu Aram olduğunda onunla son karşılaşmalarımız pek hayırlı geçmemişti. Bayağı bayağı kavga etmiştik, zaten o ve benim yıldızlarımız hiçbir zaman uyuşmamıştı. Buz gibi bir karaltıydı Aram, girdiği yeri soğutup karartıyordu. Engin gibi güneşler açtırıp ısıtmıyordu.
Zemini daireyle çizilmiş idman alanına geldiğimizde İlyas bizi bıraktı. Engin'le beraber diğer ekibin karşımızda ısınma hareketleri yapmalarını izliyorduk. Bugün eğitmen Seda'ydı.
Seda ekipten uzak bir yerde Aram'la konuşuyordu. Aslında konuşmaktan daha çok tartışıyor gibi bir halleri vardı. Seda, sert bir kız olabilirdi ama komikti. İnsanlarla kolay kolay polemiğe girmezdi. Aram, onu bile çıldırtmıştı.
Engin, bakışlarımı takip edip izlediğim yere çevirdi gözlerini. Bıkkın, derin bir nefes vermeden önce atacağı nutuk için kendimi hazırlamaya çalışıyordum. "Kar," dedi her zamanki sakin güven verici sesiyle. "Aram benim kardeşim. Sevmeni beklemiyorum ama artık ikiniz arasında kalmaktan yoruldum."
Gözlerim ekibin diğer üyelerine kaydı.
"Benim onunla bir problemim yok. Bunu ona söyle Engin." Engin'in omuzları pes edercesine düştü. Onu üzmekten nefret ediyordum. Melek gibi bir adamdı, böyle bir cadalozu hak edecek ne yapmıştı bilemiyordum. "Tamam," dedim yılgınca. "O sataşmadığı sürece karışmayacağım, söz." Engin'in durgun yüzü aydınlanınca kendimle kısacık bir an gurur duydum. İstesem ben de uyumlu olabiliyordum demek ki.
Seda, Aram'la olan sözlü dalaşını bitirmiş gibi ellerini kaldırdı. Üzerindeki siyah spor kıyafetleri hatlı bedenini sıkı sıkıya sarmışken adeta bir manken gibi iki ekip arasında yürüdü. "Beni çıldırtmayın," dedi neredeyse ciyaklayarak. "Yüz bin kez yaptık. Herkes partnerini biliyor. Alın yerlerinizi, hadi!"
İki ekip yavaş yavaş karşı karşıya dizilmeye başlarken Seda ile göz göze geldik.
"Karsu? Canım davet mi bekliyorsun? Ben Nilgün değilim. Onu bir diyeyim." Gözüyle karşı takımdaki partnerimi işaret etti. "Geç karşısına. İlkokuldaki gibi düdükle mi gezeyim burada? Hadi!" İçimden milyarlara kez söverek partnerimin karşısına geçtim.
Karşı takımla aramızda üç adımdan daha fazlasını koyamazdık. Yakın dövüşün olayı buydu zaten. Bir metre gibi bir mesafe rakibinizden korktuğunuzu gösterirdi. Mesafeyi korumak mühimdi hele de karşınızda bir hayvan varsa.
Aram bedenini hafifçe ikiye büktü. Onunla eşleşmem tamamen numaralarımızla alakalıydı. Maalesef 02 her zaman 01 ile eşleşecekti. İstesem de istemesem de.
Yumruklarını yavaşça sıkıp duruşunu aldı. Bir ayağımı diğerinin önüne koyup bedenimi onunki gibi büktüm. Benden uzundu, istediği kadar eğilirse eğilsin uzundu işte. Uzun insanlarla dalaşmaktan nefret ediyordum.
"Eş değiştirme var mı?" dedi Engin. İki sıra sağımda durmuş henüz pozisyonunu almamıştı. Seda sıraların arasında turlarken ona seslenen Engin'e baktı. "Yok. Kendi partnerini biliyorsun büyük Alevhan. Hadi bağırtmayın beni." Sonra sıranın başına geçti. "Başlayın. Rakibiniz etkisiz hale gelecek ya da biriniz pes edecek. Sonra bitiriyoruz. Bugün aşure günü."
İlyas, her zamanki gibi tüm uyarılara kulağını kapamış bir halde Alev'in üstüne yürüyünce cümbüş başladı. İki ekip tesisin en kanser ekipleriydik. Biz karşıdakilere malin diyorduk çünkü öylelerdi. Özellikle uğraşsanız, bu kadar kendini beğenmiş tipleri bir araya toplayamazdınız. O salak tipleriyle gerine gerine yürümeleri bile çoğu zaman sinirlerimi zıplatmaya yeter de artardı bile.
"Karsu eğer pes edeceksen..." İnanamayarak Aram'a baktım.
"Ciddi misin? Bunu dedin mi gerçekten?"
Aram gülünce yanağındaki gamzeler belirginleşti. "Sana torpil geçmeyeceğim haberin olsun." İçimden sessizce küfrettim.
Geçeni kovalasınlar.
İleri doğru bir adım attım. Aram gerilemedi. Aksine gamzelerini göstere göstere gülmeye devam ederken duruşunu bozmadı. Üzerine atladığım an ensemi tutup beni yere sererdi. Klasik hareketiydi bu, onunla büyümüştüm, her hamlesine aşinaydım.
İtiş kakış sesleri bahçeyi doldururken hızla doğrulup Aram'ın yanına yaklaştım. Şimdi o da ben de hareket ediyorduk. Hemen yanımızdaki kodexlere çarpmamak için daire çizmeye başlamıştık. "Böyle dönüp duracak mıyız?" dedim meydan okuyarak. Öne doğru atıldığımda Aram eğilerek ona uzattığım yumruğu def etti.
Aram, "Yani sen gerçekten saldırmaya karar verene kadar öyle görünüyor Kar," dedi. Şimdi az önceki gibi gülümsemiyordu, ciddiydi. Aram Alevhan tarafından ciddiye alınmak güzeldi. Seneler önce tesisten kaçmaya çalışan küçük kız değildim artık. Karşısında gerçek bir yetişkin vardı.
"Yüzün niye öyle? Adet mi oldun sen?"
Ensem karıncalanır gibi oldu. Ben ettiği saçma lafa bir yanıt verecekken Aram yumruğu yanağımın hemen altına geçirdi. Geri geri uzaklaşırken kafamı sağa sola salladım. Konuşarak dikkatimi dağıtıyorsa ben de konuşmazdım, zaten onun da tek amacı buydu. Benimle sohbet etmeye falan çalışmazdı, yo hayır o beni gömmeye bayılırdı. Adet olduğum konusunda haklıydı ama bunun şaşılacak bir tarafı da yoktu. Aram kim bilir kaç kez adet oluşuma şahit olmuştu. O ve ben aynı toprağa uyumlu olmayan ama ille de çiçek açacağız diye direten iki inatçı bitkiydik.
Bu kez ben onun üzerine yürüdüm.
Yumruğu salladığımda koluyla beni savuşturdu, ben de zaman kaybetmeden diğer elimle vurdum. Darbem sol kulağının yanına çarpınca Aram uzanıp ona vuran kolumu tuttu. Beni beraberinde sürüklemesin diye karnına tekme atınca bir anda beni bıraktı. Ben de tutuşunun etkisiyle savrulup yere düştüm. Kalkmak için hamle yaptığımda ise üzerime çıktı. Kollarımı yakalayıp tutmaya çalışırken dizimi sertçe karnına gömdüm. Yüzü ağrıdan şekilden şekle girerken tutuşundan kurtulup geri geri sürünerek ayağa kalktım.
O da ayaklanmıştı. Nefes nefeseydik. Bazı kodexler çoktan pes edip oturmuş sularını içiyorlardı, bizim gibi geri kalan çoğu da dövüşe devam ediyordu.
Aram koluyla alnında biriken terleri silerken göğsüm kontrolsüzce inip kalkıyordu. Bu uyuza karşı kaybetme şansım yoktu. O suratındaki aptal gülüşü kazımak istiyordum. Bana karşı üstün olduğu her an o yüzündeki gülücük devasa bir hal alır, gamzeleri de keyifle derinleşirdi pisliğin.
Yeniden üzerine doğru yürüdüğümde başına hızlıca yaptığım hamleyi bir kez daha savurdu. Dizimi kaldırdığımda bacağıyla sertçe baldırıma vurdu. Ağrı tırmanarak yukarı çıkmaya çalıştığında da çeneme uzandı. Dirseğimle yumruğunu savurduğumda ise bu kez boşta kalan eliyle uzanıp kâküllerimi çekti.
"Aaah!"
Saç çekmek yoktu!
Saç çekmek yasaktı! Ama onu küçük bir kız çocuğu gibi şikâyet edeceğime ölürdüm daha iyi.
Aram saçımı bıraktığı an var gücümle üzerine asılıp kendini korumak için siper ettiği koluna dişlerimi geçirdim. Başımı etinden uzaklaştırmak için iki eliyle alnıma bastırdığında ise dişlerimi daha derine gömdüm.
"Git be! Çekil!"
Eliyle ensemi kavrayıp başımı geriye bükünce dişlerimi kıymetli kolundan çektim. İkimiz de ötekine nefretle bakarken aramıza birer adım koymuştuk.
"Kar?" dedi bir anda Seda. Öyle gözüm dönmüştü ki ne zaman yanımıza geldiğini anlamamıştım bile. "Evet," dedim nefes nefese. Gözlerim hala karşımda kolunu evirip çevirip kontrol eden Aram'daydı.
"Kar, ısırmak yok. Hayır bunu söylemekten bile utanıyorum artık. Kaç yaşına geldiniz hala..."
Elimle partnerimi işaret ettim. "Seda saçımı çekti." Seda dönüp kocaman iri gözleriyle ters ters Aram'a baktı. "Ee? Sen de tekme atsaydın. Yere serseydin. Gözüne yumruk atsaydın. Isırmak ne? Çocuk musun sen?"
İşte yine olmuştu. Yine onun yaptığı değil de benim yaptığım suç olmuştu.
"Çocuk o. Küçük bir kız çocuğu," dedi Aram yere tükürmeden önce. "Pes ediyorum. Ben gidiyorum Seda." Sonrasında arkasını dönerek suların olduğu kolilere doğru yürümeye başladı. Sinirden gözlerim yanıyordu, bağırıp çağırıp ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Seda yanıma yaklaştığında sinirden yaşla dolan gözlerimi görmesin diye bakışlarımı kaçırdım. "Bak," dedi Seda olabildiğince sakince diğerleri duymasın diye fısıldarken. "Bunu yapma. Seni kışkırtmasına izin verme. Olur da aynı sahaya gönderilirseniz ne olacak? Tehdidi bırakıp Aram'a mı saldıracaksın Karsu?" Cevabı bilemeyişim beni ürkütüyordu. Onu kollamak istemiyordum, onu bizden biri gibi görmüyordum. Onu kendime hiç yakın görememiştim.
"Bir daha," dedi Seda elini omzuma koyarken. "İkinizi eşleştirmeyeceğim. Hadi yürü sana ceza yok. Aşure yiyeceğiz." Elini bedenimden çekerken gülümsedi. Sonrasında da hala birbirinin ağzını yüzünü dağıtan kodexlerin yanına gitti. Paydos zamanını iletirken Engin yanıma geldi.
"Lütfen bir şey söyleme," dedim elimi kaldırırken. "Ben başlatmadım."
Bir tıkırtı duyduğumda Engin'in yüzü bulanıklaştı. Dudaklarını araladığında ne söylediğini anlayamadım. Tıkırtı devam edince idman alanının güneş altındaki bulanıklaşan görüntüsüne birden kara bir gölge düştü. Bir ses daha duyduğumda ise o dünyadan tamamen koparak ana döndüm. Mikail hoca ile cam kaplı odadaydım şimdi.
Sanki saatlerce spor yapmışım gibi tüm kaslarım ağrırken koltukta doğrulup sırtımı yasladım.
"İyi gidiyorduk. Neden durduk?" Mikail hoca gözlüğünü çıkarıp deniz mavisi gözlerini kapatarak eliyle göz çukurlarına bastırdı.
"Çok iyi ilerledik Karaca."
Artık bu ismin adım olduğundan o kadar da emin değildim.
"Tıkırtı duydum. Bak..." dedim susup çevremi dinlerken. "Hala var." Bir metalin başka bir metale düzenli aralıklarla vurması gibi bir sesti bu. Bitmiyordu, devam ediyordu.
"Hmm," dedi doktor masanın üzerine bıraktığı gözlüğünü tekrar takarken.
"Ben bir ses duymuyorum."
Bu imkânsızdı. Ses, durmadan devam ediyordu. "Nasıl duymuyorsunuz?" dedim inanamayarak. Ses çok uzaktan ya da yakından gelmiyordu, kapının hemen dışından geliyordu. Kaynağını görmek için ayağa kalktığımda ise cam kapının ardındaki boş masalar dışında hiçbir şey görememiştim.
"Düzenli kullandığın bir ilaç var mı acaba Karaca?" Sırtımı kapıya döndüm. "Sanırım..." dedim sesli düşünürken. "Kazadan sonra teyzem bana ilaç içirdi evet. Pek çok vitamin hapı aldım ama ilaç da içtim."
"Hmmm,," dedi Mikail hoca defterine bir şeyler yazarken. "Adını hatırlıyor musun? Uyarıcı içeren bir şeyler içmiş olabilirsin. R ya da C olabilirler mi?" O söyleyince ilaç kutusunun dışındaki isim gözümün önüne geldi. "C içiyorum. Şey yoksa baş ağrıları kafa karışıklıkları oluyordu hele de kazayı düşününce." Doktor gülümseyip defteri kapattı. "Onlar sıfırlandığın için oluyor, teyzen sana DEHB tedavisi uyguluyormuş elbette ki hasta olmayan birine verildiğinde bu ilaçlar beyindeki dopamin seviyesini arttırır. İyi yanı odaklanmanı sağlar, kafa karışıklığını azaltır. Kötü yanı ise görsel ve işitsel halüsinasyonlar görülür. Tıpkı az önceki gibi."
Hiçbir şey anlamayarak suratına baktım.
"İlacı bıraktığından itibaren iki hafta içinde dopamin seviyelerin normale döner. Böyle sesler duymaya uzun süre devam etmeyeceksin yani." Tıkırtı sesi daha uzaktan geliyordu şimdi. "Bu ses bir halüsinasyon mu? Çok ürkütücü." Eğer olmayan sesleri duyuyorsam bitmişim demekti. Yeniden normal bir insan olabileceğime duyduğum inanç her geçen saniye azalıyordu.
"Korkma, korkma. Tek senin başına gelmiyor bu. Birkaç güne düzelir. Bu tekrarlandığında panik yapma yeter." Sandalyesini geriye iterek yavaşça masasından kalkarken hala ona bakıyordum. "Tek bir tıkırtıdan bunu nasıl anladınız peki?" Doktor şimdi sırıtmaya başlamıştı, böyle rahat gülünce sanki birkaç sene gençleşmişti.
"Tek o değil. Birden fazla ufak sinyal verdin ama en büyüğü buydu. Daha önce de halüsinasyon görüp kafan karışmış olabilir, birkaç güne düzeleceğini umuyorum."
Bu kez gelen ses bir tıkırtı değildi. Tanımlamak gerekirse kocaman bir şangırtıydı. Sanki kıyamet kopuyordu da birileri kapımıza dayanıp kalan son yiyecekleri vermemiz için arabasıyla merdiveni tırmanıyordu. Doktor da benim gibi seslere kulak kesilince seslerin gerçekten var olduğunu anladım. Az öncekinin aksine bu gerçekti.
"N'oluyor dışarıda?"
Doktor dudağını bilmiyormuş gibi büktü. Yanımdan geçip kapıyı açtığında sesler daha gürültülü gelmeye başladı. Odadan aceleyle çıktığında da peşine takıldım.
Sesleri takip ederek dışarı çıktığımda kalbim neredeyse ağzımda atıyordu. Birileri kavga ediyordu ama tartışmaya öyle çok insan dâhil olmuştu ki sözleri anlayamıyordum.
Merdivenin başına geldiğimizde doktor duruverdi, arkasından dolanıp gelenleri görmek için sağına geçtiğimde ise nefesim kesildi.
Hepsi buradaydı.
Tanıdığım tüm deliler. Ve son gördüğümden bu yana daha da delirmişlerdi.
Öyle saçma bir görüntü vardı ki doktorun az önceki halüsinasyonlarla ilgili dediği geldi aklıma ama bunlar gerçekti. Mikail hoca da far görmüş tavşan gibi bakıyordu benim delilere.
"Sakin ol," diyordu Aram İlyas'a ama sarışın çocuk öfkeli bir civciv gibi sayıp sövüyordu. Hemen yanında da esmer bir çocuk onu zapt etmeye çalışıyordu. "Abi bir dur," dedi çocuk. Sonra başını kaldırıp o karmaşanın içinde beni gördü.
İki araç garaja damdan düşer gibi girmişti. Öndeki Opel sanki bizim Ford'a bilerek değmiş gibi park edilmişti. Birsen ve Erce dışarıdaydı. Yanlarında tanımadığım kahverengi saçlı bir kız vardı. Kollarında birini tutuyorlardı. Doktorla basamakları inerken kollarında tutukları kişinin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hareket halindelerdi, açıları değişince Erce'nin dövmeli kolunun ardından altın sarısı uzun saçları görebilmiştim.
Altın saçlı tanıdığım bir kız vardı ama o kızın burada olması American Horror Story'nin dördüncü sezonundaki ikizlerin yengeç çocukla takılması kadar saçma olurdu.
"Baygın," dedi tanımadığım kız Birsen'e bakarak. "Şok geçirdi galiba." Birsen baygın kızın başını kaldırınca Eliz'in kapalı gözlerini gördüm.
"Eliz?"
Erce, bana döndü. "Kar yardım eder misin?" Slow motion bir filmin kısacık absürt sahnesine sıkışmış halde yavaş yavaş yanlarına yürüdüm.
"Kardeşime n'aptınız?"
Sesi tanıdığımda ise tüm hücrelerim buz kesti. Nasıl döndüm, onu nasıl gördüm anlayamadım bile.
Oydu. Timur iki kolunu da tutuyordu. Opel'in arkasında duruyorlardı. Burak kendini tutan güçlü kollardan sıyrılmaya çalışıyordu ama Timur minicik bir mesafe bile bırakmıyordu.
"Bu piçe gerekiyorsa döve döve söyleteceğim abi," dedi İlyas. Piç diye kimden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Burak'a mı diyordu? Burak'ı neden suçluymuş gibi tutuyorlardı? O ikisi neden buradaydı?
Erce ve Burak aynı anda bana döndü.
Biri, "Karsu hadi," dedi yardım etmemi ister gibi.
Diğeri de şok geçirir gibi söylemişti adımı. "Karaca?"
Benimse tek yapabildiğim dikilmekti.
"Doktor gelir misin?" dedi Aram arkamda bir yerlerden. "Aziz, İlyas'ı tut hep hep beraber içeri girelim, konuşalım." Burak'tan başka yere bakamıyordum. O da bana bakıyordu. Bakışlarıyla bana pek çok anlatmaya çalışıyordu, bıraksalar yanıma gelirdi ama bırakmıyorlardı. Anlamsız bakışmamız sürüp giderken dudaklarını araladı. "Eliz'i bayılttılar Karaca! Kardeşim orada." Gözlerini takip ederek Erce'lere döndüm. Adeta bir rüyada gibi sakin sakin konuştum. "Onun nesi var?"
"Bayıldı," dedi Birsen aceleyle. "İlyas yüzünden. Kıza çok bağırdı."
Eliz'in kafası sanki bir bez bebekmiş gibi yana dönünce Erce'yi itip Eliz'i kucakladım. Erce kenara çekilirken elim tanımadığım kızın eline değdi. Kız başını kaldırıp kocaman olmuş gözlerle yüzüme baktı. "Karsu! Gerçekten sensin." Kimseye kendimi tanıtacak enerjiyi bulamadım kendimde. "Hadi onu içeri taşıyalım," dedim Eliz'in başını göğsüme koyarken.
"Ben yardım ederim," dedi Erce bize doğru uzanan Birsen'i ekarte ederek. "Başını yukarıda tut Kar." Öyle yaptım. Diğerleri peşimiz sıra gelirken Erce'nin yardımıyla Eliz'i taşıyarak basamaklara yöneldim.
"Neler oldu?" diye sordum Erce'ye basamakları zor bela çıkarken. Erce omzunun üzerinden gerideki erkekler cümbüşüne baktı.
"Siz gidince Aziz'i çağırdık. Bu işte beraberiz öyle bizi bırakıp çıkıp gidemezsiniz yani." Yolu yarılamıştık.
"Aram istedi gitmeyi. Sizi bulaştırmamak için. Eliz ve Burak benim arkadaşlarım. Sizinle ne işleri var?" Sahanlığa ulaşınca Erce sırtını esnetti.
"Onları Aziz buldu," dedi diğer kız.
"Sen kimsin?"
Kız yüzüme tuhaf tuhaf baksa da sonrasında toparlandı.
"Hatırlamadığını demişlerdi. İpek ben." İpek... Bir anda onu hatırladım. Bugünkü terapiden. "İpek Rana," dedim yavaşça.
"Hatırlıyor musun? Hafızan yerine mi geldi?" Erce kolumu çekiştirince başımı salladım. "Hayır. Terapi yapıyoruz. Onu ilk kez bugün gördüm zaten." Erce'nin omuzları hayal kırıklığıyla çökerken Birsen kapıyı açtı ve Eliz'i içeri taşıdık.
İpek sandalyeleri yan yana birleştirip önümüze itti. Eliz'i yavaşça onlara yatırdıktan sonra ter içinde doğruldum. "Kotum yakışmış," dedi Birsen gözleri kalçamdayken. "Ya evet Aram çaldı giyecek bir şeyim de yoktu. Kusura bakma." Birsen bu hayatındaki en önemsiz özür için elini salladı.
Dışarıdan bir bağrış kopunca hepimiz tedirgince birbirimize baktık.
"Neden sizinleler?"
Erce ellerini bedenine sarıp kollarını sıvazladı.
"Nereden başlasam bilmiyorum. Dediğim gibi onları Aziz buldu. Siz gittikten sonra tesise gittik. Perihan da oradaydı. Teyzen olan hani." Nefeslenip gözlerime baktı. "Nilgün'le konuşuyorlardı. İlyas Nilgün'ün odasına girdi gizlice. Yani tesisin bir planı olacağını düşündük ama ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Sonra onların resmini buldu." Eliyle baygın yatan Eliz'i işaret etti. "İkisinin resimleri Nilgün'ün çekmecesindeydi."
Kafamdan duman çıkıyordu sanki. Burak ile Eliz'in fotoğraflarının Nilgün'ün çekmecesinde ne işi vardı?
"Adlarına açılmış dosya da vardı."
Onu durdurdum. "Onlar da mı kodex?"
"Hayır," dedi İpek. "Onlar kodex olsa tesiste görürdük." Erce ters ters İpek'e baktı. "Sonra," dedi bana dönerken. "Kızılarslan'ların evine gittik. Burak'ın odasına girdi İlyas. Eşyaları arasında..." Gerisini getiremedi. Beti benzi atmıştı şimdi.
Kapının hemen dışında bir gürleme duyulunca Erce'yi de söyleyeceklerini de zihnim atıverdi. Aram, İlyas'un yanağına yumruğu patlatınca İlyas sertçe koridora düştü. Tanımadığım çocuk Aram'ın önüne geçip eliyle göğsüne vurdu. "Aram yapma. İlyas haklı. Neler olduğunu bilseydin..." Ama adının Aziz olduğunu tahmin ettiğim çocuk neler olduğunu açıklayamadı. İlyas yerden kalkarken elini koyu mavi kotunun arkasına attı. Bir silah çıkardığında kendimi tutamayıp çığlığı bastım.
"Kendi kardeşlerimi vurdurmayın bana," dedi İlyas bağırırken. "Timur o piçi getir." Timur iri kolları arasında deli gibi debelenen Burak'ı getirdiğinde İlyas ayağıyla Burak'a tekme atıp yere düşürdü. Aram, tüm bu olanlar karşısında deliye dönmüş gibi sövdü. Sonrasında da gözleri beni buldu, kabalığı yarıp yanıma gelmeye çalışırken gözlerim yerde iki büküm duran Burak'taydı.
İlyas elindeki silahla Burak'ı zorla yere oturttu.
Burak başını kaldırmak istediğinde ise bağırdı. "Sakın o kıymetli kafanı kaldırma. Sakın." Dizlerim titriyordu. Kendimi olabilecek en aptal durumlarda çoktan gördüğümü düşünürken şimdi saçma sapan bir yerdeydik işte. Birsen, kolumu deli gibi çekiştiriyordu. O da benim gibi şoktaydı. Ağlıyordu ağlıyorduk. Yeryüzünden siktir olup silinip gitmek istiyordum ama dünyanın benimle daha çok işi varmış gibi peşimi bırakmıyordu işte.
Eliz baygındı. Ne kadar süredir baygın olduğunu bilmiyordum. Aziz oğlanları bırakıp gelerek sandalyede yatan kızın başında duruyordu. İpek ise ... Erce'yle ilgileniyordu. Erce tüm bu olanlar onun isteği dışında gerçekleşmiş gibi sarsılmıştı. Erkekler ise... Kafayı yemişlerdi.
İlyas'ın kulağından akan kan silahı tutan bileğinin üzerine düştü. Nasıl olmuştu da gidişatı görememiştik, nasıl her şey böyle boka sarmıştı?
"Karaca! Bu delilerle ne işin var?"
İlyas silahla Burak'ın kafasını sertçe dürttü.
"Sus dedim sana."
Ve Burak sustu. Karman çorman saçları başını öne eğince kendiliğinden hareket etti. Titriyordum, tüm bunlar gerçekten yaşanıyor olabilir miydi?
Sonra arkamdan bir yerden o geldi. Aram. Elini Birsen'in hayatı buna bağlıymış gibi tuttuğu koluma indirdi. Birsen yavaşça geri çekilirken uzanıp elimi tutarak parmaklarımızı iç içe geçirdi. "Her şey yoluna girecek," diye fısıldadı kulağıma doğru.
Yerde dizleri üzerinde durmaya mecbur edilen Burak'la göz göze geldik. Ürkek bakışları aşağıya kayıp Aram'la el ele tutuşan parmaklarımı buldu. Yeniden gözlerini kaldırdığında bu kez yüzünde kelimelerimin anlatamayacağı bir hayal kırıklığı vardı.
Hayır, dedi iç sesim. Hiçbir şey düzelmeyecek.
Aram parmaklarımı daha sıkı sararken içinde bulunduğum ana mana getirmeye çalışıyordum. İlyas'ın gözlerindeki bir şey Burak'ı vuracağını söylüyordu. Mavi gözleri kızararak yaşlarla dolmuştu. Yaşadığı öfke, hüzün ne varsa bedenini sanki görünmez güçler altındaymış gibi yönetiyordu.
"Bu piçin odasında ne buldum biliyor musun?" dedi İlyas, silahın namlusu Burak'ın altın sarışı saçlarını dürterken. Kimse yanıt veremedi. Biri bir şey derse İlyas silahı ateşleyecek gibiydi.
Aram hala elimi tutarken Aziz yanımıza geldi. Aram'ın diğer kulağına fısıldarken söylediklerini ben de net bir şekilde duyabiliyordum.
"Fotoğraflar buldu çekmecesinde," dedi Aziz sessizce. "Baygın kadın fotoğrafları. Hepsi tesisten. Bir tanesi de..." Aram elimi bırakıp Aziz'e döndü.
"Raye mi?"
Aziz başıyla onaylayınca Aram sessizce küfür etti.
Bugünkü terapide eski bir anıda görmüştüm Raye'yi. Adı geçmişti ama o an ona odaklanamadım. Aklım Aziz'in sözlerindeydi.
Baygın kadın fotoğrafları mı? Burak mı?
"Bu piç bedel ödeyecek Timur," dedi İlyas karşısında kendini sakinleştirmek için konuşmaya çalışan Timur'a dönerek. Sonrasında namluyu biraz daha dürttü. Burak artık yerden başka yere bakamıyordu. Ağlıyordu, panik halindeydi. Ölümü bekliyordu. Bizim de beklediğimiz oydu. Artık ayakta duracak gücü kendimde bulamadığımda bir kol belime sarıldı. Aram'ın kokusu hücrelerime dolunca bedenimi ele geçiren çaresizlik dizlerimin bağını tek tek kopardı sanki, kendimi ona yasladım.
İlyas şimdi gülmeye başlamıştı. Yüzündeki gülücük öyle ürkütücüydü ki vücudumdaki tüm tüyler buz kesti.
"Bu ikisi," dedi silahıyla Burak ve Eliz'i üstünkörü işaret ederken. "Kim biliyor musunuz?"
Salondaki ağlama sesleri kesilirken göz ucumla Mikail Bey'in kapıdan geçtiğini gördüm.
"Onun çocukları," dedi İlyas tükürür gibi. "Nilgün'ün çocukları."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.72k Okunma |
241 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |