
BÖLÜM 6
EN ESKİ ANI
|Kodex Tesisi, geçmiş |
Yabancı bantları çözmeme yardım edip sedyemden uzaklaşıyor.
Karanlık odanın içinde ses çıkarmamaya özen göstererek gölgesinin hareket edişini izliyorum. Yavaşça çekmeceleri açıp kapatıyor, sanki bir şey arıyor ama bulamıyor.
Bakışlarım ondan uzaklaşıp sedyede yatan bedenime düşüyor. Ameliyat önlüğünün altında uzanan çıplak bacaklarıma bakıyorum, yara bere içindeyim. Tenimde irili ufaklı morluklar var. Onlara bakmak içimi ürpertiyor, kalbim neredeyse dudaklarımın ardında atarken sedyeden inmek için dönüyorum.
Topuklarım yere değince yabancı, eğildiği komodinden bana dönüyor. "Şşhh," diyor yine. Sonra eğilip en alttaki çekmeceyi açıyor. Çarşafı sıkarak ayağa kalkıyorum, dengemi sağlamak için birkaç saniye gerekiyor. Sanki uzun zamandır ayağa kalkmamışım gibi hissediyorum.
Koridordan sesler gelince donup kalıyoruz ikimiz de. Adam gölgelerin içinde yüzerek kapıya gidip cam bölmeden dışarı bakıyor. Arkasını dönmeden bana gelmem için işaret ediyor. Adımlarımın yavaşlığı karşısında canım sıkılsa da sözünü dinleyip yanına gidiyorum.
Sesler git gide daha yakından gelmeye başlıyor.
Adam kapıyı hafifçe açıp başını dışarı çıkarıyor ardından tekrar bana dönüyor.
"Hadi, çabuk."
Gölgelerdeki yüzü ve fısıldayan sesi çok tanıdık geliyor ama kim olduğunu anlayamıyorum.
"Ben gelemem."
"Hadi," diyor tekrar. Ben hareket etmeyince kapıyı aralık bir şekilde bırakıp koluma uzanıyor. "Hadi geliyorlar çabuk!" Fısıltısı odanın içine dağılırken kendimi parmaklarından kurtarıp geri geri yürümeye başlıyorum. "Gelemem."
"Ardımda birini bıraktım. Birinin bana ihtiyacı var."
Adamın başı yenilgiyle öne düşüyor. "Biri var," diyorum tıpkı onun gibi fısıldarken. "Benim için önemli biri. Onu almak zorundayım." Gözlerimin önüne küçük bir kız çocuğunun flu görüntüsü düşüveriyor. Kim olduğunu bilmiyorum ama onu korumak zorundaymışım gibi hissediyorum.
Sonra yabancı bana yaklaşıyor. Dokunmaması için kendimi geri çekerken aceleyle konuşuyor. "Zamanımız yok. Onu almak için geri döneriz."
Ardından bileğimi tutuyor. Zihnimdeki kız çocuğunun görüntüsü benden giderek uzaklaşırken gözlerimde yaşlar birikiyor.
Onu almadan gidemem...
***
| Günümüz |
Aram'ın Burak'ın yakalarını tutan eline vurdum.
"Git buradan!"
Ama o gitmedi. Bu kez paspasımız dizlerimi zımparalarken yerde bilinçsizce yatan başını hareket ettirmeye çalıştım. "Burak. Burak lütfen uyan." Burak'ın hareketsiz yüzü avuç içlerimde oradan oraya salınırken başımı kaldırıp Aram'a baktım. "Ona ne verdin? Neden bunu yapıyorsun?"
Burak'ın alnındaki saçlarını geriye çekip elimle yüzünü tokatladım. Gözlerimden yaşlar akıyordu, olayların anlamsızlığı karşısında yapabildiğim tek şey çaresizce ağlamaktı. Benim aksime Aram oldukça hareketliydi. Ben başında ağlayıp Burak'a tutunurken o hala onun bedenini içeri sürüklemeye çalışıyordu.
"Öldürdün mü onu?"
"Hayır," dedi Aram nefes nefese. "Karaca lütfen yardım et taşıyalım." Görüntü, gözlerimin önünü kaplayan yaşta bulanıp giderken anlayamayarak ona baktım. "Bir de sana yardım mı edeceğim?" Dizlerimin üzerinde doğrulup Aram'ın Burak'ın üzerine eğilmiş yüzüne tükürdüm.
"Çık git hayatımızdan sapık!"
Aram, yüzünü silmeye bile tenezzül etmedi.
"Sadece... Yardım etme ama ses de çıkarma lütfen. Birileri görmeden onu içeri taşımamız lazım."
O an bir şeyi fark ederek aniden Burak'ın bedeninden ayrılıp ayağa kalktım.
"İmdat! Lütfen yardım edin!"
Basamaklardan çoraplı bir şekilde inerken deli gibi bağırmaya devam ettim.
"Lütfen birileri yardım etsin!" Yola çıktığımda aceleyle çevreme bakındım. Kimseyi görememenin verdiği tedirginlik kalbime bıçak gibi saplanırken korku dolu gözlerle arkama döndüm.
"Kes şunu Karaca. Saçmalıyorsun."
Aram, Burak'ı bir un çuvalıymış gibi orada öylece bırakıp koşarak yanıma geldi. "Birazdan arkadaşlarımın ailesi gelecek ve sen mahvolacaksın. Sapık. Bana dokunma! " Ama o beni dinlemiyordu, elleriyle bileklerimi tutup kendinden kaçmamam için beni zapt ediyordu.
"Ben sapık değilim. Yardım etmeye geldim."
"İmdaaat!"
Aram, tek eliyle iki bileğimi tutup boşta kalan elini ağzıma kapattı. "Sus Kar yeter!" Gözlerime zift karası gözleriyle öyle bir baktı ki avuç içine değen açık ağzımı kapatıverdim. Nefesim deli gibi sıklaşırken korkuyla yüzüne bakıyordum.
"Sana her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum. Sadece içeri gel. Burak iyi, sadece bayıldı. Hepsi iyi olacaklar zaten." Hepsi derken gözlerinden öyle bilgece bir ifade geçti ki bir an neyden bahsettiğini çok iyi bildiğini düşündüm.
"Şimdi elimi çekeceğim ama lütfen bağırma, tamam mı?"
Elini yavaşça çekince kurumuş dudaklarımı yaladım. Bir an sonra ise bileklerimi bıraktı. "İçeri geçelim her şeyi anlatacağım sadece bana biraz güven. Lütfen."
Sana güvenmek mi?
"Burak'a ne yaptın?"
Omzunun üzerinden ayakları eşiğin dışında gelişigüzel serilen Burak'a baktı. "Sadece bayıldı. O da diğerleri gibi kafayı yemeden önce yapılması gereken buydu. Hepsi berbat halde değil mi?" İçeride kafayı yemiş, sapkın bir ayini uygular gibi hareketler yapan arkadaşlarımı düşündüm. Omuzlarım düşerken haklı olduğunu itiraf etmemek için gözlerimi kaçırdım.
"Hadi gel."
Dirseğime uzanınca kendimi geri çektim.
"Bana dokunma. Kendim gelirim."
Kollarımla bedenimi sarıp basamaklardan çıkan Aram'ın peşine takıldım. Eşiğe gelince yerde yatan Burak'ın görüntüsü dizlerimdeki tüm gücü alıp götürdü. Ölü gibi görünüyordu.
"O iyileşecek mi?"
Aram tekrar yerde yatan çocuğun üzerine eğilerek omuzlarını kavradı. Hareketsiz bedenini tamamen içeri çektiğinde başını kaldırıp gözleriyle kapıyı işaret etti. "Kısmen iyi olacak." Titreyen elimle kapı koluna dokunup arkamdan kapattım.
Sırtımı dış kapıya yaslamış halde ona bakıyordum şimdi. İçeriden gelen seslere dönüp bakmadan beni izliyordu. Yerden kalkıp yavaşça doğrulurken de simsiyah gözleri bir atmaca gibi bana kilitlenmişti. Kirpiklerini bile kırpmadı Aram. Dünyamız uğultularla ve ağıtlarla çevrelendiğinde bile doğrudan bana baktı. Sanki sadece ikimiz vardık. Evren tüm renkli ve şatafatlı parıltısıyla bizi sarmışken biz siyah beyaz bir anının iki kazazedesi gibiydik.
"İçerdekileri de uyutmam gerekiyor. Bu halleriyle maruz kaldıkları travma uzuyor. Onları uyutmak gerek, yoksa kayıp anılar akıllarını kaçırmalarına sebep olacak."
Zihnimde dudaklarından dökülen sözcükler birbirine girerken sadece başımı salladım. Şu an her ne oluyorsa hemen olsun bitsin istiyordum, sonrasında ise bana söz verdiği o açıklamayı yapacaktı. Tabii arkadaşlarımı tek tek zehirlemiyorsa.
Aram ceketinden diğer şırıngaları çıkarıp Burak'ın üzerinden atlayarak salona doğru gözden kayboldu. Sırtım kapıya dayalı halde yere kaydım. Dizlerimi göğsümde birleştirip yarım metre ötemde baygın yatan Burak'ı izledim. Göğsü inip kalkıyordu, kotundaki şırıngayı Aram gitmeden önce çıkarıp atmıştı. Kan falan yoktu. Kalçasındaki cep telefonu deli gibi çalıp duruyordu ama ses bana bir perdenin ardından geliyor gibiydi. Ne Eliz'in çığlıklarını ne de telefonun zil sesini net bir şekilde duyabiliyordum.
Dakikalar sonra Aram yeniden karşımda belirdiğinde telefon ötmeyi bırakmıştı, salonumuz ise ölüm sessizliğine gömülmüştü.
"Hepsini uyuttum. Yerdeki zaten bayılmıştı." Bahsettiği Selin'di.
"Sen tıp okuyorsun değil mi? Nabzını..."
"Okuyordum artık mezun sayılırım. Ben intern doktorum. Kontrol ettim yaşıyor, onun aklı direkt kendini korumaya alarak şalteri kapatmış." Eğilip Burak'ın çenesini tuttu. Eliyle sabitleyip sağa sola sallarken gözlerimi ondan ayıramadım. Burak'ın bir saat önce dediği gibi Aram, tekinsiz bir tipti. Tekinsiz tipler bir cemiyet oluştursa liderleri Aram olurdu. Korkunç bir adamdı. İnsanlara gelişigüzel iğne saplayabiliyordu. Doktor olduğunu söylemişti ama... Onun hakkında ne düşünmem gerektiğinden emin olamıyordum.
"Ailesi mi gelecek?"
Eliyle Burak'ın alnına düşen saçları çekiştirdi. "Yoldalar mı?" Başımla onayladım.
"Eh fazla zaman yok o halde. Ne kadarını anlatabilirim bilmiyorum ama sana söz verdim. Bu yüzden." Derin bir nefes alıp tam karşıma oturdu. Tıpkı sırtını benim gibi duvara yaslarken bir dizini büktü.
"Geçen hafta arkadaşlarınla bir kaza yaptınız. Evin aşağısındaki çevreyolunda. Dün Eliz'le seni bulduğum yerde." Ben ona karşı çıkmak üzere hareketlenince elini kaldırıp beni susturdu. "Ben anlatayım, sorularını en son sor." Söyleyemediğim cümleleri yutarak onu beklemeye devam ettim.
Aram elinin tersiyle büktüğü dizinin üstünü silkelerken gözlerini benden çevirmişti. "Birine çarptınız. Sonra da... Şu yarım akıllı ve içerideki salak o adamı uçurumdan aşağı attı."
Kendimi tutamadım. "Uyduruyorsun," dedim sinirle gülerken. "Ne o? Kameran mı vardı? Nereden bilebilirsin?"
Aram'ın karanlık yüzünde neredeyse gözleri kadar karanlık bir gülüş peyda olurken yutkundum. "Siz anlattınız. Bizzat siz. Şu," dedi ayağıyla Burak'ın omzunu dürterken. "Ağlayarak anlattı."
"Arkadaşlarıma ayağınla dokunma."
Aram, uzattığı ayağını geri çekerken teslim olmuş gibi ellerini kaldırdı. "Senin ona düşkün olduğun kadar o da sana düşkün olsaydı keşke. Kendi kıçını kurtarmak için hiç düşünmeden satar seni. Bu tipler böyledir."
"Onu tanımıyorsun. Kötü biri olabilir ama katil değil. Diğerleri de değil." Aram sadece gülümsedi. Sonraysa büktüğü bacağını da diğerinin yanına uzattı. "Adam öldü anlayacağın." Nefeslenmek için durdu. Gözleri gözlerimdeyken tekrar konuştu. "Bir şey demeyecek misin?"
"Sana inanmıyorum ki."
"Peki. Madem böylesi daha kolayına geliyor o halde öyle düşün. Sonraysa... Eh sonrası biraz karışık. Psikoterapi hakkında ne biliyorsun?"
Konunun değişme hızı başımı döndürmüştü. Yanıtımı beklediğini, cümlesini birkaç kez kafamda evirip çevirdikten sonra anlayabildim. "Hiçbir şey."
"Psikoterapi, genelin söylediği şekilde bir çeşit hipnozdur. Travma hastalarına uygulanır. Pek az psikiyatr bunu yapabiliyor tabii ki, bilmeyen birinin elinde bir tedavi olmak şöyle dursun saçma sapan işlere dönüşebilir. Bu yüzden çok yaygın değildir."
Yine sessizlik.
Bana her şeyi anlatacağını söylemişti ama tek yaptığı kafamı daha da karıştırmak olmuştu.
"O gece içinizden biri. Sanırım yerde yatan baygın kız." Eliyle içeriyi işaret etti. "Teyzeni aradı. O da şu salağın babasını. Babası nüfuzlu bir adamdır Karaca. Böyle adamlar hapse girmez, aklını yitirmez, para bile kaybetmez. Böyle adamlar tehlikelidir, derindir. Bir psikoterapist çağrıldı ve hipnozla her şeyi unutturdular size. Ama bu işlem yapılırken hepiniz uyuşturucu almışsınız. Sanırım en az sen aldın bu yüzden hipnoz en çok sende başarılı oldu. Diğerlerini ise tekrar terapi etmek gerekecek."
Kapının ardında bir arabanın yanaştığını duydum. Başımı yan çevirip kulağımı ahşaba dayadığımda ise birden fazla aracın kapısının kapanma sesleri geldi. Gözlerimi kocaman açıp Aram'a baktım. Tedirgin bir şekilde yerden kalktı.
"Geldiler mi?"
Başımı sallarken bir başka aracın daha kaldırıma yanaştığını duyar gibi oldum.
"Ne yapacağım?"
Aram, sessizce söverken eliyle ensesindeki saçları karıştırdı. "Çok erken geldiler," dedi fısıldarken. "Of!" Sonrasındaysa iki adımda yanıma geldi.
"Sana bir şey soracağım ama hemen yanıt vereceksin tamam mı?"
Ellerim titremeye başladı, içimde yükselen endişe boğazımı yakıyordu ama Aram yüzüme öyle ciddiyetle bakıyordu ki dediği şeyi anlamak zorundaydım.
"Bu olanları, bugünü hatırlamak istiyor musun? İstemiyor musun? İyi düşün."
Düşünmedim.
"Hatırlamak istiyorum."
Aram iki eliyle yüzümü tuttu.
"Emin misin Karaca? Bazen gerçekler sandığın kadar iyi değildir." Avuç içleri yanaklarıma değerken başımı salladım. "Hatırlamak istiyorum."
"Peki o halde." Gözlerime bakıp derin bir nefes aldığında nefesi burnuma çarptı.
"Yatağın altına gir ve onlar gidene kadar sakın çıkma. Cep telefonunu da kapat. Hepsi gittikten bir saat sonra buraya gel, mama kabını da al. Teyzen sorduğunda kedilere çıkmıştım dersin." Yüzümü bırakıp portmantodaki ceketle mama kabını kucakladı. Ayakkabılığı açıp eski iki spor ayakkabıyı kucağıma tutuştururken, "Telefonun?" dedi sorar gibi. Elimle kotumun cebinden çıkarıp ona uzattım. Kapatıp tekrar bana verdi.
Sesler daha yakından gelmeye başladığında Aram, "Çabuk," dedi aceleyle. Sonra sırtımı tutup iterek odama gitmemi işaret etti. Odama gidip kapıyı aralık bırakırken kucağımdakileri yatağın altına attım. Halıya yatıp sürünerek yatağın altına girmeye çalışırken dış kapının anahtarı çevrildi. Bir an donakaldım sonra ise toparlanıp tüm bedenimi yatağın altına çektim.
Şimdi neredeyse ses çıkarmamak için nefes bile almıyordum. Her şey bittiğinde pencereden dışarı çıkacaktım çıkmasına ama ya teyzem evde kalırsa? Ya beni duyarsa? Ya şu an deli gibi atan kalbimi biri işitirse?
"Aram?"
Bir adamın sesini duyduğumda sürüne sürüne duvara yapışmıştım bile.
"Oğlanı sen mi bu hale getirdin?"
"Evet," dedi Aram. Sesindeki tedirginliği anlamak için süper zeki olmama gerek yoktu. Bir an bana ihanet edip onlara saklandığım yeri söyleyeceğini düşündüm ama sonra konuşma devam etti.
"Kızılarslan duysa çıldırır. Şu çocuğun haline bak. Kotun üzerinden enjekte mi ettin? Daha neler göreceğiz." Sesi salona doğru giderken boğuldu gitti sanki. Daha fazla adım sesi daha fazla saçma konuşma beynimin içinde dönerken tanıdık bir ses duydum.
"Kız nerede?"
Kalbim atmayı bırakıverdi.
"O burada değildi," dedi Aram.
"Onları içeri kim aldı o zaman? İyice baktın mı? Evde değil mi?"
Teyzemin sesi öyle donuktu ki... Kafayı yiyordum. Yatağın altından çıkıp teyze buradayım demek istedim ama... Hatırlamayı ben seçmiştim. Hatırlayacaktım. O yüzden nefesimi düzene sokmaya çalışıp bir cenin pozisyonunu alarak saklanmaya devam ettim.
"Karaca burada yoktu. Onu hiç görmedim. Sen teyzesisin daha iyi bilirsin, nerede olduğunu sen söyle." Teyzemin vereceği yanıtı beklerken nefesimi tuttum.
"Evet Perihan Hanım, sen söyle. Yoksa kızı sen mi sakladın? Beraber yaşayınca duygusal bir bağ falan mı geliştirdin?"
Az önceki adamın uğursuz sesi kulağıma çarpınca titremeye başladım. Bunlar neler diyordu böyle? Ben rüyada mıydım? Herkes çıldırmıştı. Dünyam bir anda nasıl böyle bir hale gelmişti? Benim bu siktiğimin yatağının altında ne işim vardı?
"Elbette hayır Zafer. Hadi içeri geçelim. Bu çocuklar beni çıldırtmaya başladı." Durup birilerine seslendi. "Paramedikler nerede kaldı? Bu çocukların her birinin eve götürülmesi gerek. Aram, sen ailelerini ara. Sorun çıksın istemiyorum." Sonra üçünün sesi de uzaktan gelmeye başladı.
Dakikalar art arda devrilirken hiçbir şey düşünmemeye çalıştım.
Düşünmeyecektim çünkü düşünürsem kafayı yerdim.
Aram'ın sorusuna yanlış yanıt vermiştim, hatırlamak istememeliydim. Böylesi bir kargaşayı hatırlamak istememeliydim. Teyzem benden bir yabancıymışım gibi bahsetmişti. Yoksa benden bıkmış mıydı? Ailemi kazada kaybetmeyi ben seçmemiştim ki, hem beni bir yurda da yerleştirebilirdi. Onunla kalmak isteyen ben değildim.
Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken onları silmedim. Düşünmemeye çalışma çabam acınası bir şekilde trençkotuma damlayan damlalarla son buluyordu işte. İçeride arkadaşlarıma ne yapıyorlardı bilmiyordum. Ailem dediğim tek kişi bir korku filmindeki kötü kalpli kâhya gibi duygusuzca konuşmuştu. Bana bir şeyleri açıklayan tek kişi ise elinde şırıngayla gezen, gözleri gece karası yabancı bir çocuktu.
Sesler tekrar duyulmaya başladığında paramediklerin sedyelerle arkadaşlarımı götürdüklerini anladım. Aram birilerini aramış telefonla konuşuyordu, adeta rapor veriyordu.
Gürültüler azaldığında tekrar teyzemin sesini duydum. "Kıza ulaşamıyorum. Tesise dönmem gerek. Aram evin etrafında kalır mısın, o geldiğinde bana haber ver." Aram onaylamak için mırıldandı. Sonrasında ise dış kapının kapatıldığını duydum.
Araçlar hareket ettiler mi, herkes gitti mi bilmiyordum.
Yerimde kalmaya devam ettim.
Ve nihayet dişe dokunur bir zaman geçtiğinde yatağın altından sürünerek çıktım. Koşarak salona gittiğimde herkesin gitmiş olduğunu gördüm. Sanki kimse bugün buraya gelmemiş gibi her şey temizlenmişti. Tek bir iz yoktu şimdi.
Az önce Selin'in baygın yattığı halıya çöküp ağlamaya başladım.
Neler oluyordu?
***
İçim çıkana dek ağladım.
Dakikalar birbiri ardına devrilirken ruhum çürümüş halde halıda öylece yattım. Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp halının tüylerini tenime yapıştırıyordu. Yüzüm kaşınıyordu ama parmağımı kaldırıp yaşları silecek halim yoktu. Tek yapabildiğim olanları anlayamamanın verdiği aptal ruh halinde yatmaya devam etmekti.
Ta ki dış kapıdan bir tıkırtı duyana kadar. Başta o tıklatma sesini kendimin uydurduğumu sandım ama ses tekrar edince birileri enseme elektrik vermiş gibi doğruldum. Gözlerim yaşlarla dolu halde neredeyse nefes almayı unutarak kapıya baktım.
"Benim," dedi Aram'ın fısıldayan sesi kapının ardından. Yalpalayarak kalktım. Adımlarım beni dış kapıya taşırken göğsüm sıkıştı. Kapı koluna uzanıp kendime doğru çektiğimde Aram'ın eşiğe yaslanmış dirseğini gördüm. Aram, kapı aralanırken eliyle itip açarak içeri girdi.
"Herkes gittikten sonra dışarı çıkacağını sanıyordum," dedi antreyi geçip salona ilerlerken. Peşine takıldığımda elimin tersiyle alnıma yapışan saçları itiyordum. "Kendime acıyordum."
Aram kendini berjerin üzerine bırakıp bacak bacak üstüne attığında gözlerim ayaklarına kaydı.
"Ayakkabılarını neden çıkarmadın?"
Aram'ın kaşları şaşkınlıkla kalkarken gözleri ayakkabılarına kaydı. "Az önce eve ondan fazla insan girdi. Sence herhangi biri ayakkabılarını çıkardı mı?" Umutsuzluk omuzlarıma çökerken tam karşısındaki koltuğa geçtim.
"İstersen halıya işe o zaman artık hiçbir şey umurumda değil."
Başımı geriye atarak gözlerimi tavana diktim. Bir rüya görüyor olamazdım, rüyalar böyle uzun sürmezdi. Bu saçma sapan bir anıya hapsolmak gibiydi. Oyunlardaki zor bölümdeydim ve level atlayabilmek için adeta ıkınıyordum sanki.
"Teyzenin sözlerini duydun değil mi?"
"Evet," dedim koltukta oturuşumu düzeltirken. "Şimdi anlatmaya başla. Burada neler oluyor?" Aram'ın sessizliğini, verdiği sözün üstüne yatmak olarak yorumlayacakken o gerinip konuşmaya başladı.
"Aşağı yukarı sana anlattığım şeyler. Hafızaları silinip evlerine gönderildiler. Hiçbiri bugün burada yaşadıkları aydınlanmayı hatırlamayacak."
"Biz mezunlar partisine hiç gitmedik öyleyse?"
Gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Hayır."
İrkildiğimi belli etmemeye çalışırken gözlerimi kaçırdım.
"Ama o partiyi hatırlıyorum. Hatta şarkıları ve... Neredeyse konuşmaları." Aram'ın dudakları hafifçe yukarı kalkınca söyleyeceğim şeyi unutuverdim. Şimdi bilmiş bir şekilde gülümsüyordu sanki.
"Buradaki anahtar sözcük senin de dediğin gibi, neredeyse olacak. İnsan beyni, sıralamaları takip eder. Sen oradan bir şeyi çekip alırsan beyin boşlukları doldurmaya çalışacaktır. Psikoterapistler TSSB' da anı silebilirler ve yine pek azı yerine olmayan ufak anıları yerleştirebilir. Beyin onları hemen kabul eder. Çünkü inanacak bir şey olması, boşluktan daha yeğdir." Dediklerini anlayıp anlamadığımı ölçercesine tartarak beni izledi.
"Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar kimse bir suçu böyle örtbas edemez. Suç işlersen ceza alırsın, bu kadar basit. Biri öldüyse, birilerinin canı yanacak demektir."
Aram yine az önceki gibi gülümseyince sinirlerim bozuldu.
"Bu sana komik mi geliyor? Birilerinin benim beynimle oynaması seni eğlendiriyor mu?" Durup titrek bir nefes aldıktan sonra devam ettim. "Kimse senin beyninle oynamadı. Nasıl bir çıkmazda olduğumu bilmiyorsun."
"Ne dediğin hakkında hiçbir fikrin yok Karaca." Yüzünden nihayet o gıcık aldığım bilmiş gülüşü silinmişti.
"Ceza almadan yırtamayız, imkân yok."
Aram bacaklarını indirip eliyle dizleri üzerindeki hayali tozları silkeledi. "Burhan Kızılarslan önemli biri. Bunu bilsen yeter. Oğlunu hapse göndermek demek birileri için bindiği dalı kesmekten farksız olacaktır. Ona ihtiyaçları var."
"Onlar diye bahsettiğin kim? Kim insanların zihniyle böyle oyuncak gibi oynuyor? Bu yasal bile değil. Bir kere kişisel haklara tecavüz bu."
Aram gözlerini kaçırdı. Konuşmadan önce zihninde her şeyi tartıyor gibiydi. Sanki bir kitaptaki maddeleri okuyormuş gibi tekdüze bir şekilde cümleleri sıralayıp duruyordu ama o koyu kırmızı dudaklarından neredeyse bir tane bile mantıklı şey işitememiştim.
"Sen hatırlamak istedin ben de yardım ettim. Daha fazlasını anlatacağımı söylememiştim hem güven bana, daha fazlasını bilmek sana iyi gelmeyecek."
"Teyzem peki? Onun onlarla ne işi var?" Aram'ın kararsız bakışları odada gelişigüzel gezinip en son yüzümde karar kıldı. "O bir doktor," dedi sadece.
"O bir yoğun bakım uzmanı. Bir psikiyatr değil. İnsanların zihinleriyle oynayan birileri varsa, teyzemin onlarla ne işi olabilir?" Aram hiç beklemediğim bir şey yaparak ofladığında şaşkınlıktan ağzım açıldı. Aniden ayağa kalktığında ise dehşete kapılarak ayaklandım.
"Artık kazayı biliyorsun. Hatırladın. Şimdi bu bilgilerle eski hayatına dön. Her şey yolunda değil mi? Teyzen, kedin, okulun, arkadaşların hatta sikimsonik beyinli Burak bile var. Sadece dün nasılsan öyle devam et Karaca. Kurcalama artık. Olur mu?" Ben peşinden bir tavşan gibi zıplarken beni görmezden gelip kapıya yöneldi.
Dış kapıyı açtığında gidip beni soru işaretleriyle bir başıma bırakacak diye ödüm kopuyordu.
"Bu kadar mı? Başka bir şey yok mu?"
Aram kapıdan çıkarken omzunun üzerinden bana baktı.
"Senin için bu kadar. Güven bana."
Sonrasında gölgesi evin önündeki paspasa vururken basamaklardan inmeye başladı. Aralık kalan kapıdan git gide silinip giden gölgesini izlerken derin bir nefes aldım.
***
| Ertesi Gün |
Beni okula teyzem dediğim kadın bırakmıştı.
Önceki gece eve her zamankinden daha geç geldiğinde uyuyor numarası yapmıştım. Sabah ise dün nerede olduğumla ilgili ağzımı aramıştı, kedilere gittiğimi söylemiştim. Sonra ise son derece sessiz bir araba yolculuğunun ardından okuldaydık. Teyzem, ben binaya girene kadar gitmemişti. İçeri girip giriş katın dev pencerelerinden ona baktığımda aracı çalıştırıp yavaş yavaş gidişini seyretmiştim.
Dün Aram gittiğinden beri düşünüyordum. Kimse teyzemin kafasına silah dayayıp bana bakması için diretmemişti. Beni yanına alan oydu. Yabancı insanlara benden bir zorunluluk gibi bahsedeceğini bilseydim yanına asla taşınmazdım. Kalbim öyle çok kırılmıştı ki geceden beri hiçbir şey yiyememiştim. Tek bir derse bile girecek kadar enerjim yoktu.
Bazukamı çıkarıp pencerenin denizliğine oturduğumda kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmediğimi fark ettim. Ailem dediğim tek insan beni istemiyordu belki de. Bana güvenmemişti, ıssız yerdeki kazayı anlatmak yerine bana da diğerleri gibi her şeyi unutturmayı seçmişti. Onun gözünde diğer çocuklardan hiçbir farkım yoktu demek ki.
"Kuşlara mı bakıyorsun?"
Sesi duyduğumda daldığım düşüncelerden sıyrılıp koridora döndüm. Erce sırtında bazukasıyla eğilip baktığım yöne çevirdi gözlerini. "Hiç kuş yok gerçi," dedi askısını tutup doğrulurken. "Öyle. Göç ettiler." Gücümü sanki vakumlu bir aletle çekip almışlardı ve bana sadece hüzün bırakmışlardı. Kendimi koca dünyada çırılçıplak hissediyordum.
"Konuşkan arkadaşın nerede?"
Yeniden ona döndüm. "Birsen mi?" Erce başıyla onayladı. "Hmm. Bilmem. Bugün onu görmedim," dedim kaşlarımı çatıp düşünürken. Gerçi çevreme de bakmamıştım. Belki de bana selam vermişti ama beynim algılamamıştı, bilmiyordum.
"Ders başlıyor. Gelmiyor musun?"
"Hayır," dedim başımı tekrar fakültenin bahçesine çevirirken. Yoğunluğu hızla azalan kalabalığın içindeki öğrencilere bakıyordum.
"Ben de seninle dersi asabilir miyim?"
Beklemediğim soru karşısında neredeyse denizlikten düşecektim. Oturuşumu düzeltip bana beklentiyle bakan yüzüne döndüğümde bir an ne diyeceğimi bilemedim.
"Aslında bugün berbat hissediyorum. Yalnız kalsam daha iyi."
Erce yanıma yaklaşıp bazukasını benim yerde bıraktığımın yanına koydu. Siyah, dizleri yırtık kotuyla sıska kıçını denizliğin on santimlik çıkıntısına yerleştirirken başını dışarı çevirdi.
"Birlikte yalnız kalalım o halde."
İyi de yalnızlığın tanımı bu değildi ki?
"İyi de... Neyse boş ver," dedim pes ederek. Birileri muşmula yüzümü izlemek istiyorsa izleyebilirdi. Hatta Eliz ve diğerleri de artık yeni muşmula Karaca'yı çekeceklerdi. Bir adam öldürüp her şeyi unutarak hayatı koy gitsin tarzı yaşamanın bedeli yanlarında bir depresyon bulutu gibi gezen beni taşımak olacaktı. Benim vicdanım hepsine yetecekti. Başka yolu yok.
"Koridorda eğer tanıdığımız birine denk gelirsek canımız sıkılır. Bence dışarı çıkalım."
Aldığım kocaman nefesi bıkkınlıkla bıraktım.
"Sessiz takılan birine göre fazla seslisin Erce." Ardından ona dönüp hafifçe gülümsedim. "Hadi gel çıkalım." Denizlikten kalkıp pantolonumun arkasını temizleyerek yere eğilip çizim çantamla bazukamı aldım. Erce de minicik siyah deri sırt çantası ile bazukasını koluna takıp peşimden geldi.
Birlikte bahçeye çıkıp binanın etrafından dolanarak kameriyelerin olduğu yere geldik. Üstü kapalı bir yer seçip eşyalarımı koyarak bir taraf seçip oturduktan sonra bacaklarımı uzatıp başımı kaldırarak içime temiz havayı çektim. Erce tam karşıma geçerken bir an için duruverdi. Ardından elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Ekrana bakan yeşil gözleri büyürken meraklanarak onu izledim.
Erce avucunda titreyen telefona bir süre baktıktan sonra tuşa basıp yanıtladı.
"Efendim," derkenki sesi absürt şekilde tedirgindi. Sonrasında ise, "Fakültedeyim, Sağ tarafında. Hayır vaktim yok," dedi aynı tedirgin sesle. Hattın diğer ucunda kim vardı bilmiyordum ama zaten açık olan ten rengi neredeyse kâğıt beyazına dönmüştü. Arkasını döndüğünde dik dik bakmamak için oturuşumu düzeltip başımı çevirmem gerekmişti.
"Ben ne yapmam gerektiğini biliyorum. Gelme lütfen." Ardından telefonunu kapatıp ceketinin cebine koydu. İki elini masanın üzerine yerleştirip gürültülü derin bir nefes aldığında ondan tarafa bakmamaya çalışıyordum.
Bir hareketlilik olunca göz ucumla kendimi yeniden ona bakarken buldum. Telefonu bir kez daha titreyince açıp kulağına götürdü. "Tamam geliyorum," dedi sadece. Sonrasında başını kaldırıp kendini bir baykuş gibi izleyen bana baktı.
"Bir arkadaşımı görmem gerekiyor. Fakültenin kapısının hemen yanında. Üç dakika filan sürer. Hemen geliyorum."
Başımla onayladığımda yüzünün iki yanını bombeli bir şekilde saran küt saçlarını kulaklarının ardına iterek arkasını döndü.
Birkaç dakika tenime çarpan tazecik serin havayla yalnızlığın tadını çıkardım. Gözlerimi kapatıp başımı kameriyenin tavanına çevirdim. Beynimdeki karamsar düşünceler ruhumu ele geçiremesin diye dikkatimi gökyüzüne verdim.
Keşke rüzgâr, hissettiğim bu kırılmışlığı alıp götürebilseydi. Keşke o lanet sınavın olduğu gün partilemeye gitmeseydim.
Bir ses duyunca düşüncelerim girdikleri yoldan aynı hızla dönüverdi.
Başımı çevirip binaya baktım. Rüzgârın sesi ve bize en yakın kameriyedeki sevgililerin gülüşmeleri dışında hiçbir ses duyamayınca tekrar önüme dondum.
Sesi tekrar duydum. Bir kızın çıkardığı öfkeli anlamsız bir ses gibi gelmişti.
Yerimden kalkıp hızla binaya yürüdüm. Az önce Erce'nin döndüğü duvara yaklaştığımda ise onları gördüm.
Aram ve Erce tartışıyorlardı.
Görüntü öyle saçmaydı ki bir an doğru görüp görmediğimden emin olamadım. Ardından Aram uzanıp Erce'nin bileğini sertçe tuttu. "Ona yaklaşmayacaktın," dedi öfkeyle. Bu gerçekti. Bu, oluyordu işte. İkisi birbirini tanıyordu ve Aram bana gösterdiği yüzünün aksine kıza zorbalık yapıyordu.
Ayaklarımı o an neyin durduğundan emin olamadım. Neden yanlarına gidip durdurmamıştım? Merak? Belki.
"Siktir git be sana hesap vermiyorum ben."
Erce bileğini çekip kurtararak düşmanca gözlerle Aram'a baktı. Aram sinirle öyle bir güldü ki tepeden tırnağa bir ürperti tüm bedenimi sardı.
"Kime veriyorsun hesabını? Nilgün'e mi? Nilgün burada olduğunu öğrense gözünün yaşına bakmazlar, sıfırlanırsın."
Aram'ın söylediği bir şey kızı öyle ürküttü ki Erce bir anda kükreyen bir kaplandan küçük bir kız çocuğuna dönüşüverdi. Duvarın dibine pusarken gözlerindeki korku adımlarımı harekete geçirdi. Gölgelerden çıkıp kendimi görünür kıldım.
"Kızı rahat bırak."
Aram, beni fark ettiğinde şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez halde öylece durdu. Beni karşısında görmeyi beklemiyordu, dün olanlardan sonra ben de onu karşımda görmeyi beklemiyordum zaten.
Hızlı adımlarla Erce'nin yanına gidip kolunu tutarak, "Gel hadi," dedim. Bir rüyada gibi donakalan kızı sürüklerken öfkeli gözlerimi Aram'ın üzerinden çekmiyordum.
Aramıza güvenli bir mesafe koyduğumuzda Aram'ın yüzünün yeniden alışılagelmiş ifadesiz haline bürünüşünü izledim.
"Tek istediği o geceyi hatırlamak olan biri için fazla meraklısın. Bu olayların dışında dur Karaca." Çekip gitmeden önce bakışlarını yerden kaldırmadan ekledi. "Kendi iyiliğin için." Sonra biz duvarı dönüp bahçeye çıkamadan hemen önce hızlı adımlarla orayı terk etti.
"Sen iyi misin?"
Erce kolumun altındaydı. Onu ne zaman sarmalamıştım, hiçbir fikrim yoktu. Başını kaldırıp gözlerime baktığında gördüğüm şey karşısında yutkundum. Erce'nin su yeşili gözleri öfkeyle parlıyordu. Keskin bir öfke. Dokunursam sanki tenimi kesecekmiş gibi.
"İyiyim. Gelmene gerek yoktu." Hızlı bir hareketle kolumun altından çıkıp saçlarını düzeltti. "İyi olduğunu biliyorum sadece Aram'ı biraz tanıyorum. Sert olabiliyor." Aram'ın adı geçtiğinde üstünü düzelten incecik parmakları durdu.
Erce, "Harika," dedi sinirle gülerken. "Onunla görüşüyorsunuz öyle mi?"
Suratına bakakaldım.
"Yani görüşüyor sayılmayız." Ne diyeceğimi bilemedim. Neden bu kadar sinirlenmişti anlayamadım. Erce, yeniden konuşmadan önce gülmeye devam etti. Siyah deri botları yerdeki zavallı çimleri eşelerken filmlerdeki deliler gibi hareket ediyordu.
"Eğer hatırlamasaydın Aram'la görüşmezdin," dedi yeniden başını kaldırıp bana baktığında. "Sözde bir şey hatırlamıyorsun ama Aram? Onu hatırlıyorsun? Onu bile hatırlıyorsun."
O bilindik, ruh karartıcı baş ağrısı başıma çöreklenirken elimle şakaklarıma bastırdım.
"Erce ne dediğin hakkında hiçbir fikrim yok. Ne düşünüyorsan öyle değil. Onu sadece... Bir haftadır tanıyorum." Ben durduğu yerde tepinip tatsızlığına devam etmesini beklerken Erce sustu. Şimdi ikimiz de konuşmuyorduk. Baş ağrısı beynime saplanıp, girdiği her yeri darmaduman ederken ağzımı açıp ne söylemem gerektiğini de bilemedim. Her saat bir öncekinden daha saçma bir şeyle uğraşırken buluyordum kendimi.
"Oturalım mı?"
Erce'nin az önceki ruh haline kıyasla fazla kibar olan teklifini ikiletmedim. Popomu kameriyenin tahta oturağına bıraktığım an içim rahatlayarak derin bir nefes aldım. O da karşıma geçmişti. Parmaklarını yine suç işlemiş bir çocuk gibi iç içe geçirmiş halde masanın üzerindeki bazukaların dibinde tutuyordu.
"Yani haklılar. Gerçekten hatırlamıyorsun?"
Yeni yeni kendime gelmeye başlamışken ağrı tekrar saplandı.
"Erce ne diyorsun? Neyi hatırlıyorum? Bilmece gibi konuşup durma. Başım ağrıyor. Lütfen."
Erce bir an için dudaklarını araladı. Sanki konuşursa tüm dünya bir anda netleşecek gibiydi ama o konuşmadı. İncecik dudakları tekrar kapanınca bıkkınlıkla nefesimi bıraktım.
Neden sonra beklemediğim bir şekilde yeniden öne eğildi. Konuştuğunda gözlerinde büyük bir gizem ve hissedebilir türden bir korku iç içe geçmişti.
"Hatırladığın en eski şey ne Karaca? İlk anın ne?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.72k Okunma |
241 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |