7. Bölüm

Bölüm 7- Karlar İçindeki Kızıl Kuş

R. Gaye Önel
rgayeonel

BÖLÜM 7

KARLAR İÇİNDEKİ KIZIL KUŞ

Hatırladığım en eski şey neydi?

Hiçbir fikrim yoktu.

Erce, ben onun sorusuna yanıt veremeden ağlamaya başladı. Yemyeşil gözleri yaşlardan neredeyse görünmez haldeyken ağlamasını durduramıyor gibi dudaklarını ısırıyordu. Onu öyle kendini paralar halde izlerken ne yapacağımı bilemedim.

"Özür dilerim," dedi ellerinin tersiyle gözlerini silerken. "Son zamanlarda çok fazla yoruldum."

"Önemli değil. Eğer ağlamak iyi geliyorsa ağla. Ben de çok yoruldum ve bunun bir benzeri duygu boşalmasını da dün yaşadım. İçim çıkana dek ağladım." Erce, omuzlarını masaya dayayıp yanaklarını da ellerinin üstüne yerleştirdi. Buruk bir şekilde gülümserken, "İşe yaradı mı?" diye sordu.

"Hiçbir fikrim yok." Bunun üzerine az önceki sorusunu düşündüm. "İlk anımı sordun ama kulağa ne kadar berbat gelse de... Hatırlamıyorum. Kimse küçüklüğünü net bir şekilde hatırlamaz zaten." Erce gözlerini kaçırınca yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi tarttım.

"Ben hatırlıyorum," dedi kız ellerini çekip arkasına yaslanırken. Bahar yağmuru tembelce çevremize düşmeye başladığında ağlamaktan kızaran yüzünü ağaçlara çevirdi. "Sokaktaydım. Umumi bir tuvaletin dolabında uyuyordum." Dudaklarından dökülen sözler can yakmazmış gibi zararsızca aramıza akıp havaya karışıyordu sanki. O, bahsettiği uzak geçmişi umurunda değilmiş gibi tek düze anlatırken ben ani bir empatinin verdiği yoğun hüzünle baş etmeye çalıştım.

"Dolabı hatırlıyorum," dedi yeniden başını bana çevirdiğinde. "Bir rafı kırıktı. Böylece başım sığıyordu. Oturarak uyuyabiliyordum." Sonrasında derin bir nefes alıp üzgün bakışlarını masaya indirdi.

"Aram neden seninle uğraşıyor?" Tek kaşını kaldırarak suratıma baktı.

"Onu bir haftadır tanıdığını söyledin. Nasıl sinir bozucu bir herif olduğunu şimdiden biliyorsundur. O herkesle uğraşır."

"Yine de," dedim konunun altını kazımaya çalışırken. "Birbirinizi bayağı tanıyor gibisiniz." Erce, nefesini oflayamaya yakın bir bıkkınlıkla bırakınca ondan daha fazla bilgi alamayacağımı düşündüm ama sonra, "Çok eskiden beri birbirimizi tanıyoruz," dedi yorgun bir sesle. "Yani o kadar uzun süredir hayatımda ki insana hep hayatında olacakmış gibi geliyor. Birbirimizi yesek de." Huysuz bir kardeş başına musallat olmuş gibi söylemişti bunları. Birilerine musallat olmayı biliyordum, belli ki ben de istemediği halde teyzemin başına kalmıştım. Zafer denen adama aramızda duygusal bir bağ olmadığını söylemişti.

"Neden kaşlarını çattın?"

Erce'nin sorusuyla şaşkınca gözlerimi kırptım. Düşündüklerimin yüzüme etki etmesini beklemiyordum. "Yakın zamanda ailem dediğim tek kişi için aslında bir zorunluluktan daha fazlası olmadığımı öğrendim de." Aklım yatağın altında büzüşmüş bir halde teyzemin sözlerine ağlayan halime kaydı.

"Ailenin sana ihanet etmesi nasıldır çok iyi bilirim," dedi Erce. Şimdi kızarıklığı geçmiş parlayan gözlerle bana bakıyordu. "Bana da ailem dediğim biri ihanet etti. Öyle kan bağı falan yoktu ama ailemdi işte. Ta ki bir gün çekip gidene kadar." Son kelime dudaklarının öfkeyle büzülmesine sebep olmuştu.

"Seni aramadı mı?" diye sorduğumda kaşlarını çattı. Şimdi gözlerini kısmış bir kaplandan farkı yoktu.

"Aramadı. Sadece çekip gitti. Ben sap gibi geride kaldım. Sonra öğrendim ki hayatına devam etmiş." Gözlerini kırpmadan bana bakışı tüylerimi ürpertti.

"Boş ver," dedim acınası bir şekilde konuyu dağıtmaya çalışırken. "Kendi kaybı." Erce yeniden gülerken bakışlarını indirdi.

"O bunun farkında bile değil. Adını değiştirmiş. Gerçi bunun için onu suçlayamıyorum çünkü beni bırak kendini bile hatırlamıyor gibi," dedi mırıldanarak. Daha fazla üstelemenin kimseye hayrı olmayacağı o anlardan birini yaşıyorduk. Ne o ne de ben bu tatsız sohbeti sürdürmek istemiyorduk ama kimse de kalkmayı teklif edememişti. O kızdaki bir şey içimdeki merakı körüklemişti. Bunun sebebinin ağlayan hali mi yoksa bahsettiği ilk anısı mı olduğundan emin değildim ama... Bir şey, içimin en derinlerindeki minicik bir yeri rahatsız etmişti.

"Bir insan kendini nasıl unutabilir ki?"

Kız uzunca bir süre yanıt vermeyince pes ederek, "Artık gitmem gerek," dedim birden. Erce de bana katılırken ayağa kalkıp üzerimi silkelemeye başladım. Konuşmanın uzayıp gitmesi rahatsız etmeye başlamıştı. Biri adına nedenini bilmeden üzülmek yorucuydu.

"Kendine dikkat et Karaca." Başımla onaylayıp sen de tarzı bir şeyler mırıldanırken aklıma geldi.

"Erce?"

Erce, henüz iki adım atmıştı ki bana döndü. "O gün sen ringe binerken bana Karsu dedin," dedim gülerek. "Aklımda kaldı. Güzel isimmiş." Erce'nin güzel üçgen suratından bir gölge geçer gibi oldu.

"İsimler benziyordu. Ağzımdan öyle çıkmış," dedi sadece. Sonrasında arkasını dönüp az önce Aram'la neredeyse birbirimizi yediğimiz girişe doğru gözden kayboldu.

***

| Kodex Tesisi, geçmiş |

Tesiste doğum gününüzü kutlayamazdınız.

Tesiste özel hayata dair herhangi bir şeyi yapamazdınız zaten. Tesis bina demekti. Bina ve içindeki neredeyse ölü bir şekilde gezinen beyaz önlüklüler ordusu. Bir de bizler vardık tabii. Bu saçma işleyişte tam olarak nereye ait olduğunu bilemeyen zavallılar. Gerçi konumum gereği pek zavallı gibi de hissetmiyordum. On üç yaşında tesise giren biri ne kadar yükselebilirse o kadar yükselmiştim şimdi. Yine de doğum günü tarzı şeyleri o ruhsuz binada kutlamama benim bile izin verilmezdi.

Zaten onlar izin verse de biz böyle salakça bir şey yapmazdık. İlyas yapabilirdi gerçi.

"İçinden bana saydırıyorsun gibi hissettim," dedi İlyas masada, hemen karşımda sırıtarak bira şişesini sallıyordu. "Hisli insanım bilirsin." Gözlerimi devirirken kendi şişemden bir yudum aldım. En büyükleri ben değildim ama en kıdemlilerinden biri bendim, bu yüzden herhangi içkili bir mekânda götü dağıtma gibi özgürce bir eylemden muaf olan da bendim. Götüm o kadar kıymetliydi ki dağıtamazdım.

"Rahat ol biraz Kar. Sadece birkaç saat oturacağız sonrasında herkes dağılacak."

Engin'in sakin sesini duyduğumda az da olsa rahatladım. Timur'un doğum gününü kutlamak için gelmiştik ama Timur ortalarda yoktu, işin kötüsü Erce de ortalarda yoktu.

"O ikisini aynı göreve vermemelilerdi. Bunu konuşacağım."

Engin, elimdeki şişeyi kibarca alıp masaya bıraktı. Konuştuğunda İlyas'ın gözleri de benimkiler de ondaydı. "Herkes için endişelenmeyi bırakmalısın. Herkesi kollayamazsın Karsu. Erce, tesise getirdiğin o zarif gariban kız değil artık." Gözleri barın kapısına kayarken gülümseyerek ekledi. "Ona bir bak. Kocaman bir genç kız oldu."

Omzumun üzerinden kapıdan geçen bahsettiği kocaman genç kıza baktım. Timur'la sarmaş dolaş içeri giriyorlardı. Kaşlarımı çatarken tekrar Engin'e döndüm. "O intihar etmeye çalıştı. İnsanlarla bağ kurması o kadar da güvenli değil."

"Karsu, geliyorlar."

İlyas koluma parmağının tersiyle vurunca çenemi kapattım. İkisi masaya yanaştıklarında ise düşmanca bakışlarımı gizlemek için yoğun bir çaba sarf ediyordum. Timur, İlyas'ın yanına oturduğunda ona kızgın olmamaya çalıştım. Bugün onun doğum günüydü. O da diğerleri kadar berbat bir yaşamın istenmeyen çocuğu olmuştu, açık konuşmak gerekirse Erce'ye de iyi geliyordu. Yine de... Güvenli değildi ve güvenli olmayan şeyleri sevmezdim. Yenilik bela demekti. Ve bizde bundan bolca vardı zaten.

"Kar benimle tuvalete gelir misin?" Erce koluma girip beni çekiştirmeye başlayınca, "Tabureden düşürmezsen gelirim," dedim gülerek. Birlikte kalkıp tuvalete giderken Engin ve diğerleri çoktan bol kahkahalı bir muhabbetin içinde kaybolmuşlardı.

Barın loş ışıklı koridorunda kadınlar tuvaletine giderken Erce koluma girdi. "Sana bir şey göstereceğim," derken heyecan dilinden damlıyordu sanki. "İnşallah hayırlı bir şeydir Erce. Dur bir dakika." Kolumu çekip tuvalet kapısının önünde tam karşısına geçtim. "Bu bakışı biliyorum," dedim kaşlarımı çatmama mani olamadan. "Dövme yaptırdın yine değil mi?" Erce öyle bir kahkaha attı ki içeriden çıkmakta olan kadın korkup sıçradı. Biz özürle ilgili bir şeyler mırıldanırken kadın kül sarısı saçlarını savurup ters ters bize bakarak koridora çıktı.

Kapıyı açıp Erce'yi de çekiştirerek içeri aldım.

"Her seferinde ne haltlar karıştırdığımı nereden biliyorsun?" dedi deri ceketini çıkarırken. Kollarımı göğsümde birleştirmiş memnuniyetsiz bir ifadeyle onu izliyordum.

"Çünkü çok belli. Suratında her şey yazıyor gibi."

Ceketini çıkarıp kolunun altına alırken diğer tarafa dönüp streçe sarılı omzunu işaret etti. Dövme parlak plastiğin altındaydı. "Tesis dövmelerden hoşlanmıyor Erce." Yine de uzanıp omzuna baktım.

"Bu bir Karaca. O hayvanı sevdiğini biliyorum. Görünce bana seni hatırlattı, o yüzden yaptırdım."

İçim buruk bir sevinçle dolarken parmağımı strecin üzerinde gezdirdim. Karaca tüm asilliğiyle bir kar tanesinin altında gökyüzüne bakıyordu. Tırnaklarım minik kar tanesine değdiğinde gözlerim dolar gibi oldu. Bakışlarımı kaldırıp Erce'nin yeşil gözlerine baktığımda sulu gözlerle beni izlediğini gördüm.

"Beğeneceğini biliyordum."

***

Erce'nin yanından ayrılıp eve geleli saatler olmuştu.

Bir süre uyuklamaya çalışmış ama asla başarılı olamamıştım. Başımın altından yastığımı çekip suratıma bastım. Bir hafta önce mutlu bir kızdım oysa şimdi ardı ardına sıralanan saçmalıklar dünyasında oradan oraya savruluyordum. Sanki girdaplı derin bir okyanusun içindeydim ve girdaptaki deniz yaratıkları her an onlardan birinin ağzına düşmemi bekliyorlardı. Ne için mi? Elbette kıçımı tek lokmada yutmak için.

Burak, sayısız kez aptalca mesajlar atmıştı. En son attığı mesajda istersem evlenebileceğimizi de eklemişti. Temiz kız ayakları lafını unutturmak için evlenmeyi teklif edecek kadar sınırlarda geziyordu. Kafayı yemişti, hem katildi hem de deliydi. Çıldırmıştı. Gerçi düşününce… O katil olduğunu bilmiyordu. O gün teyzem ve kimliği belirsiz tipler evimize dalıp arkadaşlarıma her şeyi unutturmuşlardı.

Bense… Hatırlıyordum. Aram'ın sayesinde.

Yastığın içine doğru bağırırken bir ses duydum. Yastığı çekip duvardaki saate baktığımda teyzemin gelmesine daha çok vakit olduğunu gördüm. Gözlerim hareket eden yelkovanın aheste hareketlerindeyken kapının tıklatılma sesini net bir şekilde işittim.

Dün evimizin yarım düzine kadar yabancı insanlar tarafından arşınlandığı gerçeğini bir kenara bırakırsak bizim kapımız kolay kolay çalmazdı. Ayağa kalkıp dış kapıya ilerlerken gri renkli uzun hırkamın yakasını elimle birleştirip saçlarımı düzelttim.

Kapının deliğinden baktığımda Aram'ı gördüm. Kafamda binbir soru işareti iç içe geçerken kapıyı açtım. "Aram?"

Öfkeyle gözlerime baktı.

"Gelenin ben olduğumu görünce kapıyı açmazsın diye düşündüm."

Ben meraklı bir ördektim. Ucunda bela olan şeylere de belli ki bitmek bilmeyen bir merak duyuyordum bu yüzden elbette kapıyı açacaktım.

"Ne oldu? Senin buraya gece vakti gelmen güvenli mi?"

Aram'ın gözlerime bakışı beni tedirgin etti. Yine işlemediğim bir suçtan ötürü cezalandırılıyor gibiydim.

"Ne olacak, yine her şeyi mahvettin," dedi sinirle. Sağ elinin başparmağını geriye büküp kaldırıma yanaşan dörtlüleri açık siyah Chevrolet'ini işaret etti.

"Erce içeride. Zapt edebilmem için sakinleştirici vermem gerekti."

Gözlerim kocaman ayrılırken hırkamın yakalarını tutan elimi ağzıma götürdüm. Aram'ın gözleri açılan hırkamın içindeki beyaz atletime kaydığında yeniden hırkamı kapattım. Kaçırdığı gözlerine şaşkınca bakınca Aram başını diğer tarafa çevirdi.

"Erce ile ne konuştuysan bugün kafayı yedi. Sen mahvettin sen toparlayacaksın gel hadi." Arkasını dönüp bsamaklardan inerken kapıda durdum. "Bu halde mi?" dedim kendimi göstererek. Üzerimde gri hırka ve gri eşofman altından başka hiçbir şey yoktu. Dışarısı buz gibiydi, giyinmem gerekiyordu.

"Ne var halinde? Gel hadi."

Başımı inanmazlıkla sağa sola sallarken beyaz yürüyüş ayakkabılarımı alıp kapıyı kilitledim. Anahtarı eşofmanımın ön cebine attıktan sonra hızla ayakkabılarımı giydim.

Peşi sıra basamaklardan inerken Aram sinirli sinirli söyleniyordu. Erce ile ilgili neyi mahvetmiş olabileceğimi anlayamıyordum. Erce ile o kadar hukukumuz yoktu. Onu tanıyalı en fazla iki gün olmuştu.

Aracın yanına geldiğimde Aram arka kapıyı açıp içeride durgun bir şekilde ön koltuğun başlığını inceleyen Erce'yi gösterdi.

"Sakinleştirici verdim. Buraya gelmeyecekti. Seninle konuştuktan sonra beni aradı." Elini ceketine atıp cebinden kırmızıya boyanmış bir bez çıkardı. "Omzunun arkasındaki dövmeyi kesip kazımaya çalışmış." Kanlar içindeki bezi bana gösterdikten sonra aracı dolanıp bagajı açarak bezi oraya koydu. Tekrar kapatıp yanıma geldiğinde ürpertimin dışarıdaki soğuktan mı yoksa Erce'nin siyah kolsuz tişörtünden görünen kızıl lekeli bandajlardan mı kaynaklandığını bilmiyordum.

"Neden yaptı bunu? Benimle bir alakası olduğunu sana düşündüren ne?"

Aram'ın sinirli gülümseyişi gecenin karanlığındaki yüzünü aydınlatırken hırkamı daha sıkı çekiştirdim.

"Her şeyin seninle alakası var Karaca. O koca fakültede neden başkasıyla değil de Erce ile arkadaşlık kurdun? Şimdi öyle boktan bir halde ki düzelmesinin tek yolu sıfırlanması."

Aynı kelimeyi ondan ikinci kez duyuşumdu bu. Sıfırlanmak. Kelime, Erce'yi daha önce rahatsız ettiği gibi telaşlandırmıştı yine. Başını ağır ağır çevirip açık kapının ardındaki bize baktı. "Hayır. İstemiyorum," dedi yavaşça. Konuşmak sanki bedeninde kalan azıcık enerjisini de tüketiyormuş gibi yavaşça gözlerini kırpıp önüne döndü.

"Buna izin veremem. Her şeyi bu denli kontrolde tutmaya çalışırken senin çıkıp her şeyi mahvetmene göz yumamam."

Aram, eliyle alnına düşen gece karası saçlarını karıştırdı. "Hatırlamak istediğinde seni dinlememeliydim. Basit bir istek nelere sebep oldu bak şimdi. Erce'yi de kaybedemeyiz."

Gözlerim Erce'nin omzundaki kızıllığı gittikçe artan bandaja kaydı.

"Kan kaybediyor. Onu hemen hastaneye götürmelisin."

Aram, kolumu aniden tutunca dengemi kaybeder gibi olup kapıya tutundum. "Fiziksel yaralar ne ki? Ruhu kan kaybediyor onun. Senin sayende. Onunla konuş. Ona iyi gelecek bir şeyler yap yoksa sıfırlanmaktan başka çaresi kalmayacak." Parmakları dirseğimin hemen üzerini öyle sıkı kavramıştı ki canım yanıyordu ama Aram bunun farkında bile değildi. Kızla konuşmamı istiyordu ama onu tanımıyordum bile, ne diyebilirdim ki?

"Tüm bunlarla bir ilgim yok Aram."

Ben kolumu çekmeye çalışınca üzerime yürüdü. Nefesi yüzüme çarparken başımı olabildiğince geri çektim.

"Sana saygı duydum. Hak ettiğin güzel sıradan bir yaşantın olsun istedim ama onları es geçemem." İleri geri salladığı parmağını dudaklarımızın arasına kaldırdı. "Erce'yi de bu saçma sapan işe kurban etmeyeceğim. Şimdi yanına git ve onu iyi et."

Nefesinin dudaklarıma çarpışı son bulurken Aram benden uzaklaştı. Birkaç saniye şaşkınca karanlık gökyüzüne bakarken buldum kendimi. Dudaklarımı yalayıp nefesimi düzene soktuktan sonra doğrulup arabanın içine geçtim. Ben Erce'nin yanına oturduğumda Aram arka kapıyı kapattı.

"Erce? Ben Karaca. İyi misin?"

Ben, Eliz gibi boş boş yüzüme bakacağını düşünürken kız yanıtladı. "İyiyim." Sonrasında dalgın dalgın bana döndü.

"Kendimi kana buladığım için Aram çok sinirlendi değil mi?"

Kucağında gelişigüzel duran avucu açık ellerine uzanıp tuttum.

"Onun sinirlenip sinirlenmemesi kimsenin umurunda değil. Önemli olan sensin. Bunu neden yaptın?" Bakışlarını ellerimden yüzüme taşıdı.

"Aslında onun ekibinde bile değilim ama yine de göz kulak oluyor işte." Bahsettiği kişi Aram'dı. Erce'nin yorgun bakışları ondan konuşurken kapalı kapıya çevrilmişti. "Bir anlık taşkınlık sonucu yaraladım kendimi. Timur'un bile haberi yok daha. Beni Aram buldu. Bir daha olmayacak, sıfırlanmama gerek yok."

Parmağımı şaklatıp dikkatini kendime çevirmeye çalıştım. Erce'nin gece karanlığında koyulaşan üzgün yeşil gözleri önce parmaklarıma sonra da yüzüme kaydı.

"Sıfırlanma ne Erce?"

Erce'nin ruhu gitmiş gözbebekleri hızla büyürken avuçlarımdaki elini çekti.

"Kelimeyi söylediğinde aklına ne geliyorsa o," dedi fısıldarken. "Aram benim sıfırlanmamın daha iyi olacağını düşünüyor ama her şeyi unutmayı göze alamam. Hatırlamam gerek." Eliyle boynundaki dövmeyi gösterdi. Okulda anlamının, hatırla demek olduğunu söylediği dövmeydi bu.

"Bu insanlar neden bunu yapıyor peki? Yakın zamanda birileri arkadaşlarımın ve benim zihnimizden anı çekip yerine sahtelerini yerleştirdi. Aram'ın bahsettiği sıfırlanmayı yapacak olanlar da aynı kişiler mi?"

Erce başıyla onaylarken yutkundum. Öyle boktan bir şeyin içine düşmüştüm ki bela sandığımdan daha fena sarmalamıştı her yerimi. Bunlar her kimse her yerdeydiler. Önce Eliz'lerde şimdi de Erce'de karşıma çıkmışlardı.

Arabadan çıkıp bagaj kapısına yaklaşarak sigara içen Aram'ın yanına geldim. Aram sokak lambasının loş ışığının vurduğu gözlerini saçlarıyla gölgeleyip sigarasından derin bir nefes çekti. Konuşmaya başladığında üflediği duman esintisiz buz gibi gecede aramızdaki havada asılı kaldı.

"Onunla konuştun mu?"

Kollarımla kendimi sarıp üşüdüğümü belli etmemeye çalıştım.

"Evet. Hala benimle alakalı olmadığını düşünüyorum. Birlikte çalıştığın o tipler…" Elimi hayali bir sineği kovalar gibi havada salladım. "O doktorlar ve diğerleri, her ne için çalışıyorsanız lütfen benden uzakta yapın bunu. Kendi gözlerinle gördün. Hayatım yeterince karmaşık." Gülmeye başladığında dişlerinin arasından sızan dumanı uzaklaştırmak için başka yöne üfledi.

"Karmaşığın ne olduğunu keşke bilsen Karaca."

Başını kaldırıp zift karası gözlerle bana anlayamadığım bir hisle baktı. Öyle bir histi ki bana akan, tanımlayamadım bile. Tanıdık ama hüzünlü bir anının sonradan hatırlandığında insanı gülümsetmesi gibi bir şeydi.

"Aram bana yardım ettiğin için teşekkür ederim gerçekten, sayende bir şeyler biliyorum. Bunun için sonsuza dek sana borçlu kalacağım ama sana Erce konusunda yardım edemem. Kim olduğunu dahi bilmiyorum, beni anlamaya çalış. Birazdan teyzem gelecek ve ben hala ona rol yapıyorum." Sözlerime yanıt vermeyince sırtımı araca yasladım. "Diğerleri desen katil olduklarından bile habersizler. Hayatım bir anda tiyatro sahnesine dönüştü sanki."

"Hatırlamak isteyen sendin," dedi ters ters. Beni izleyen ifadesiz yüzünü cırmalamak istedim. "Biliyorum ve teşekkür ederim. Sadece herkes delirdi galiba." Ellerimle yüzümü kapattım. Konuştuğumda sesim avuç içlerimin arasında yankılanıp boğuk bir şekilde kulağıma vuruyordu. "O aracı süren çocuğu biliyorsun. Bacağına iğne sapladığın." Parmaklarımı ayırıp aralıktan ona baktım. "Bugün bana evlenme teklifi etti." Aram aniden öksürmeye başlayınca ellerimi indirdim. İki büklüm olup bagaj kapağını tutarken öksürmekten neredeyse kusacaktı.

Yarısı içilmiş sigarası spor ayakkabılarımın tam önüne düştüğünde Aram öksürüğünü durdurmaya çalışıp yüzüme baktı.

"Bu ne alakaydı şimdi?"

Omuzlarımı silkerken şaşkınlıktan aydınlanan yüzüne bakıyordum.

"Hiçbir fikrim yok. Dünyam bir anda deliler koğuşuna döndü."

"Ben burada ne yapıyorum ya?"

Doğrulurken aracın tekerine hafif bir tekme attı.

"Sen evcilik hayalleri kurarken ben burada tam olarak ne yapıyorum acaba?"

Annesini sevgilisiyle başmış gibi sinirlenerek başını sağa sola sallıyordu. Tekrar yanıma geldiğinde bagaj kapısını tekmelemeyecek kadar arabasını sevdiğine inanmak istedim. "İçeride," dedi eliyle arka camı işaret ederken. "Seninle konuştuğu için boşluğa düşen bir 04 var. 03 desen hala tedavi görüyor. Geri kalanlar... Eh hayatlarına devam ettiler. Ben neden buradayım Kar?"

Bir anda hiç beklemediğim bir şey yaparak bana uzandı. İçi sertleşmiş elleriyle yanaklarımı tuttuğunda bağırmaktan beni neyin alıkoyduğunu bilmiyordum.

İçinde siyah mürekkep balıklarının oynaştığı kapkaranlık gözlerle bana baktı Aram. "Karaca," dedi yavaşça. Sesi onu tanıdığım andan beri hiç böyle kibar çıkmamıştı sanki. Nefesi kirpiklerimi titreştirirken derin bir nefes aldı.

"Bunu yapmaya ne kadar hakkım var bilmiyorum. Birileri sana bir şey anlatacaksa bu ben mi yoksa Engin mi olmalı onu da bilmiyorum. Tek bildiğim..." Sustuğunda nefesi dudaklarıma değdi. Hırka yavaşça kolumdan aşağı kayarken beni ürpertenin havanın soğukluğu olmadığını biliyordum. "Tek bildiğim senin bir şeylere çoktan dâhil olduğun ve sana anlatmazsam aklını koruyamayacak olduğum." Dudakları aralıkken derin nefesler alıyordu Aram. Endişeli gözleri benimkilerden ayrılmazken içim sıcak-soğuk binlerce küçük baloncukla doluyordu.

O güvenilmezdi.

Hareketleri ürkütücü biçimde ön görülemezdi. Bir an elinde şırıngayla gezip insanları bayıltabiliyor başka bir an ne olduğunu bilmediğim bir örgütle çalışıp insanların hafızalarıyla oynuyordu. Üstelik ne zaman sinirlenip ne zaman sakinleşeceği de belli olmuyordu. Dengesizdi. Ve bu dengesiz adam şimdi benimle fazla yakından konuşuyordu. Daha önce sevgilim olmayan hiçbir erkek bedenime bu denli yaklaşmamıştı.

Gözlerimi kırpıp başımı öne eğdiğimde kâküllerim Aram'ın yüzünü okşadı. "Biraz uzak dur lütfen," derken kahrolası sesim titrer gibi çıkmıştı. Aram benden uzaklaşırken sesimdeki titreyişin sebebini soğuk sanmıştı belki ama öyle değildi, doğrusu ne olduğu hakkında bir fikrim de yoktu.

Bedenlerimiz arasına güvenli bir mesafe girdiğinde Aram kollarını göğsünde birleştirip tartar gibi bana dikti gözlerini.

"Son zamanlarda anlayamadığın tuhaf rüyalar görüyor musun?"

Ürkütücü rüyalarım zihnime doluşunca gözlerimi kaçırdım.

"Rüyanın tanımı bu zaten. Rüyalar tuhaf olmalı." Aram gülünce şaşırarak ona baktım. "Akıl sağlığım hakkında endişelenen biri için fazla aşağılayıcısın. Evet! Tuhaf rüyalar görüyorum, geri kalan beş milyar insan gibi." Çenemi dikleştirip az önceki temasıyla kayan hırkamı yeniden omzuma geçirdim.

"Peki ya gündüz rüyaları? Normalden daha sık olmaya başladı mı? Bir şeyleri hatırlamaya çalışırkenki baş ağrısı?"

Nefesim kesildi.

Ona bakışımdan yanıtımı zaten anlamıştı.

"Beynin mantıklı bir açıklama bulabilmek için zorluyor kendini. Her seferinde de tahmin ettiğim gibi başın ağrıyor."

"Ben kaza geçirdim. TSSB var bende. Bu tip hastalarda böyle şeyler olur."

"Hayır," dedi Aram sertçe. "Başta rüyaların sıklaşacak. Sonra gündüzleri de rüya görmeye başlayacaksın. Sonra bir şeyi hatırlamak istediğinde beynin yerinden çıkıyormuş gibi ağrıyacak. Bir zaman gelecek bayılacaksın. Tüm bunları nereden bildiğimi merak ediyor musun?"

Yüzündeki soğuk, aşağılayıcı bakış dudaklarımı birbirine kenetlememe sebep oldu.

"Çünkü sen ilk değilsin Karaca. Ben bunu daha önce de gördüm." Bunu derken birleştirdiği ellerini çözüp beni işaret etmişti. "Sonra ne oluyor merak ediyor musun? Sizin gibilere sonra ne oluyor?"

Gözlerim yanmaya başladı.

"Sus lütfen."

Ellerimle kulaklarımı kapattım. Aram bir adım geri çekildiğimde sırtım arabaya yaslandı. Bana doğru yürümeye başladığında önüme dönerek arabadan uzaklaştım.

"Gitme Karaca."

Çekip gitmek, buraya bu ana bir daha asla dönmemek istiyordum. Kapana kısılmıştım. Sanki herkes hayatım hakkında daha fazla şey biliyordu bense sadece bir piyondum. Aram ve diğerleri benimle basit cansız bir satranç taşıymışım gibi oynuyorlardı. Onlar istediğinde bir kare ileri gidiyordum. İstemezlerse ise... Eh diğerlerinden biri karşıma çıkıp canıma okuyordu.

"Buraya gel lütfen."

Yolun karşısına geçip sokak lambasının altında yere çöktüm. Aram hızlı adımlarla yolu arşınlarken gözlerimi ondan ayaklarımın ucundaki gri kaldırımlara çevirdim.

"Beni rahat bırak."

"Olmaz," dedi eğilip omuzlarımı kavrarken. Beni ayağa kaldırmaya çalışınca ona direndim. "Erce'yi de al git. Çık hayatımdan. Ben başımın çaresine bakarım." Ama Aram bırakmıyordu. Tutuşunu bir an olsun gevşetmeden beni doğrultmaya çalışıyordu. "Bırak beni!"

"Öyle mi? Bırakayım mı?" Hala çekiştiriyordu.

"Evet. Bırak!"

Ve Aram bıraktı. Lambanın direğine çarpıp yere düştüm.

"Aah!"

Sırtımı yoklamaya çalışırken ellerimle kaldırıma tutunup ayağa kalktım. Düşerken omurgamı direğe çarpmıştım.

"Geri zekâlı!"

"Sen istedin Karaca," dedi Aram uyuz uyuz. "Buradan da anlıyoruz ki sen kendin için iyi olanı seçmeyi bilmiyorsun." Ona söyleyebileceğim onlarca hakaret ağzımın içinde patlarken yeniden bana uzandı. Ben kolumu tutacak diye düşünüp geri çekilirken kemikli iri parmakları hırkamın yüzeyinde gezinerek sırtıma kaydı.

"Kemiklere zarar gelecek kadar büyük bir darbe almadın." Sonrasında elini çekti. "Senin gibiler en sonunda ölür." Dudaklarının ardında sakladığı gerçek gecenin uğursuz karanlığında ikimizin arasına düştü.

Korku, içimde köklerin toprağa sızışı gibi ağır ağır dolanırken gölgeli gözlerine bakıyordum.

"Öldüler. Tesis, insanları daha önce de sıfırladı. Sadece acil durumlarda izlenen bir prosedür bu ama senin durumunda... Kişinin aklına çok fazla müdahalede bulunulunca... Ölüyorlar. Önce bayılmalar başlıyor. Ardından insomnia kişiye dadanıyor. En sonunda uykusuz geçen geceler artıyor ve beyin uyanık kalmaya kendini zorladığı için... Kapatıyor. Bitkisel hayata giriyorsun. Eğer şanslıysan seni e.c.m.o. adında bir cihaza bağlıyorlar. Kalbini, akciğerini, böbreklerini dışarıdan çalıştırıyorlar. Damar yoluyla seni besliyorlar ama sen bunların hiçbirini bilmiyorsun çünkü beyninde tek bir sinaps bile uyarılmıyor. Sadece... Ölüyorsun işte. İstediğin bu mu?"

Gözlerim yeniden yanmaya başladı.

"Kim ölmek ister ki? Ne saçma bir soru bu?"

Önü yaşlarla dolan gözlerimle arabadaki kıza baktım. "O ve sen, beni bu bahsettiğin insanlar gibi öldürmeye mi çalışıyorsunuz? Benden ne istiyorsunuz? Zengin değilim, benim param yok. Ailem öldü kimse yok. Size hiçbir şey veremem çünkü sahip değilim."

Hıçkırık, diyaframımı tırmanıp boğazımdan yukarı çıkarken kendimi durduramadım. Ölmek istemiyordum. Bunlar neden benim başıma geliyordu bilmiyordum. Ailem öldüğünden beri kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.

Aram, beni sararken onu durduramadım.

Hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hayatımın neden mahvolduğuyla ilgili çaresizce sayıklıyordum. Onun yanında ya da herhangi birinin yanında güçlü görünmek gibi bir gaye taşımıyordum. Hırslarım yoktu. Güçlü görünmek siktirip gidebilirdi, umurumda bile değildi. Yan yana dizilip sidik yarışı yapsak herkes benden daha uzağa işerdi, artık hiçbir şeyle ilgilenmiyordum.

Aram, başımı göğsüne yaslayıp kollarıyla bedenimi sararak beni tekrar yolun karşısına geçirdi. Aracın yanına gelip bedenimi yaslarken bir an bile konuşmamıştı. Deri ceketinin soğuk kaygan yüzeyini gözyaşı ve sümük bulamacına çevirmiştim ama umurumda bile değildi. Elimden gelseydi o karanlık tip imajını perçinlediği ceketine kusardım bile.

"Ben kötü biri değilim Aram. Kötü şeyler benim başıma gelemez."

Aram gözlerime giren saçlarımı kenarlara iterek, "Hiçbirimiz kötü değiliz," dedi yavaşça. "Arka koltukta oturan kız -elbette göreceli olarak- ömrü boyunca kimseye kötülük etmemiştir ama işte buradayız."

Ağlıyordum. Benim öleceğimi söylemişti, hafızamla oynanmıştı. Sebebini bilmiyordum, düşününce beynim patlayacak gibi oluyordu. Düşünemiyordum bile. Sadece uyumak istiyordum. Uyuyup bugünü bitirmek istiyordum.

"Eve gitmek istiyorum."

Aram'ın saçlarımı düzelten kibar dokunuşlarının son bulacağını düşünmüştüm ama öyle olmadı. "Karaca eve gitmek istediğini biliyorum ama bir kez daha beynine müdahale edilirse bunu kaldıramayabilirsin. O durumda Erce bile senin yanında akli dengesi çok yerinde bir insan olur sadece. Bitip gidersin. Bana güven." Gözyaşlarımla ıslatıp birbirine yapıştırdığım saçlarımı parmaklarıyla ayırarak omzumun gerisine bıraktı.

"O evde veya o salak arkadaşlarınla geçirdiğin her vakit seni bir terapiye daha çok yaklaştırıyor. Bir silinme ve yüklemeyi daha kaldıramayabilirsin."

Çenemin kıyısında gezinen elini tutup yaşlı gözlerle ona baktım. Konuştuğumda ciğerlerim nefes almakta zorlanıyormuşum gibi oksijeni idareli kullanmıştı sanki. Sesim kulaklarıma bir yabancınınki gibi geldi.

"Evde kalmamın ne zararı var? Tamam arkadaşlarım bazen bir şeyler hatırlıyor ve doğru bu beni etkiliyor ama belki zamanla onlar da hatırlamayacak. Teyzemi duyduğunu biliyorum, bana bayılmıyormuş." Durup derin bir nefes aldım. "Ama yine de bana bakar. O benim tek ailem, ayrıca doktor. Ve... Başıma kötü bir şeyin gelmesine asla izin vermez."

Aram'ın vereceği yanıttan korkar halde bekledim. O konuşmayınca devam ettim. "Öleceğimden eminsin ama birinin zihnimle oynaması için hiçbir sebep yok. Mesele kaza değil mi? Kazadan haberim olduğunu tek bilen sensin. O yüzden lütfen arabaya bin ve git Aram."

"Ah Karaca."

Ellerini benden çekerken gecenin soğuğunda aniden tek kaldım. Şimdi soğuk hava girebileceği her yerden bedenime dokunuyordu. Boynum, parmaklarım hatta göğsüm bile üşüyordu. Islak yüzüm serinlikle buz keserken Aram'ın pes edişle sürücü koltuğunun kapısını açışını izliyordum.

Aram kapıyı açtığı an ikimizin de yüzüne bir farın sarı keskin ışıkları yansıdı. Arkamı hızla dönüp arabayı neredeyse yolda durdurarak ışıklarını söndürmeden kapısını açan teyzeme baktım. Teyzem bana doğru gelirken adımları tereddütlü bir şekilde istikrarsızdı.

"Kar. Benimle gel. Lütfen."

Aram bir yandan konuşup bir yandan aracın kapısını açık bırakıp yanıma geldi. Kolumu tutup beni kendine bakmaya zorlarken gözlerim hala bize yaklaşan teyzemdeydi. Beynim donmuş gibiydi, mantıklı düşünecek tek bir zerrem bile kalmamıştı sanki.

"Karaca? Orada ne yapıyorsun?"

Teyzemin bana yaklaşan vücudu, arkasından vuran farın ışığıyla gölgelenmişti. Yüzündeki ifadeyi göremiyordum.

"Teyze ben arkadaşımla konuşuyordum," dedim neredeyse kekeleyerek. Aram'ın parmakları bileğimden dirseğime yükselirken başı yavaşça omzuma yaklaştı.

"Kar, ona güvenme. O, onlardan biri."

Aram'ın nefesi ensemdeki tüm tüyleri dikleştirirken söylediği şeye bir anlam kazandırmaya çalıştım. Ağzımı açıp konuştuğumda sesim normalden fazla çıkmıştı. "O teyzem. Ona güvenebilirim." Ve ben teyzeme neden güvenmem gerektiğini maddeler halinde açıklayamadan teyzem yanıma geldi.

"Bu çocuk seni rahatsız mı ediyor Karaca?"

Teyzemin gözleri Aram'ın tuttuğu kolumdaydı. "Of Perihan boş ver. Karaca kazayı biliyor. O gün sen herkesin zihnini sildirirken evdeydi. Seni duydu."

Buz gibi bir sessizlik üçümüzün üstüne karanlık bir perde gibi çökerken gözlerimi teyzemin yüzünden ayırmadım. Şimdi konuşacak ve Aram'a haddini bildirecekti.

Teyzem sinirle güldüğünde içimde bir şeyler kopup yer değiştirdi sanki.

"Bu yaptığın hata yüzünden kızın zihnini bir kez daha silmemiz gerekecek Aram. Kendinle gurur duy. En büyük rakibini delirtip zirveyi yeniden ele aldın."

Zihnimi mi silmek? Ben bir kâbusta mıyım?

"Teyze ne diyorsun? Zihnimi neden sildireceksin? Ben senin ailenim. Eliz'ler gibi dış kapının dış mandalı değilim. Ne diyorsun teyze?"

Eğer Aram hala kolumu tutuyor olmasaydı hissettiğim şokla teyzemin üstüne gider soluk mavi scrubsının açık yakalarını elimle tutup yüzüne bağırırdım.

"Neler oluyor teyze? Anlat n'olur anlat!"

Teyzem bana doğru bir hamle yaptığında Aram bir anda aramıza girdi. Beni arkasına tutup bedenini siper ettiğinde titremeye başladım.

"Canım benim anlatacağım. Sadece bana güven. Gel evimize geçelim sana her şeyi anlatacağım. Aram sana ne anlattı bilmiyorum ama sandığın gibi değil." Bana doğru uzattığı elleri Aram sayesinde havayla dolmuştu şimdi.

Çenem kontrolsüzce titrerken dişlerim durmadan birbirlerine çarpmaya başladı. İçim üşüyordu ve yemin ederim bunun soğukla bir alakası yoktu. Ruhuma bir delik açmışlar da içine hayatıma dair bildiğim ne varsa atıyorlarmış gibi hissediyordum. Acı içindeydim ve acıyan yerlerim elimle dokunabileceğim yerler değildi.

"Uzak dur Perihan. Karaca benimle geliyor."

Teyzemin bana dönük elleri Aram'a yönelince birlikte iki adım geriledik.

"Seni tesise bildireceğim. Bu yaptığın için çok büyük bir ceza alacaksın Aram Alevhan. Umarım sıfırlandığında buna değmiş olur."

"Uzak dur."

Teyzem Aram'ın sözünü dinlemeyince Aram beni tutan bükülü kolunu bıraktı. Bir an sonra ise teyzemi itti. Teyzem kaldırıma düşerken yavaşlatılmış bir korku filmine hapsolmuş gibiydim. "Teyze," diye bağırıp ona doğru gitmeye çalıştığımda Aram beni yakaladı.

"O teyzen değil Kar. Beni dinle o teyzen değil."

Bağırıyordum.

"Bırak beni şerefsiz. Teyze? İyi misin? Teyze?"

Aram beni öyle bir zapt ediyordu ki teyzeme ulaşmak şöyle dursun bir adım bile onun bedeninden ayrılamıyordum. Bağırtılarım bir fayda vermeyince ağzımı açıp göğsünü ısırdım. Aram'ın beni saran ellerinden biri sırtımdaki saçı çekince başımı acı içinde geriye bıraktım.

"Teyzee!"

"O senin teyzen değil Karaca! O tesisten biri. Seni bu hale getirenlerden biri de o."

Gözlerim yavaş yavaş kalkan teyzemin ağır hareketlerindeyken bağırmaya devam ettim. "Seni salak! O benim teyzem! Ailem öldüğünde bana bakan teyzem."

Büyük bir hata yapmıştım. Teyzem dururken nasıl bir yabancıya güvenmeyi seçmiştim? Karşımdaki yere düşürülen kadın; her sabah bana kahvaltı hazırlayan, beraber korku filmi izlerken çekirdek yediğimiz, çamaşırımdaki kirlileri beyazlar ve renkliler diye ayıran kadından başkası değildi.

"Sorun değil canım. Ben iyiyim," dedi teyzem ayağa kalkıp gözlüklerini düzelttiğinde. Gözlerimden yaşlar akar halde, "Özür dilerim," diye ağladım.

"Aram n'olur bırak beni."

Aram bir anda bedenimi öyle bir sarstı ki başım döndü.

"Senin ailen onun sana anlattığı şekilde ölmedi Kar. Ölemezler çünkü senin bir ailen yok! O da teyzen değil. Aklına anılar yerleştirdi. Şimdi diğerleri gelmeden gitmemiz gerekiyor." Tek eliyle arka kapıyı açıp beni içeri sürüklemeye çalıştığında teyzem arkadan onu sardı.

"Karaca eve git ve kapıyı asla açma!"

Dirseğinin içini Aram'ın boğazına bastırırken bir an için karşımdaki anlamsız görüntüye bakakaldım. "Erce! Yardım et!" diye bağırdı Aram.

Yan koltuktan üzerime bir ağırlık çöktü. Erce beni neredeyse ezerek dışarı çıktı. Minicik bir an üçünün boğuştuğunu gördüm sonrasında ise büyük bir ses duydum. Erce ve Aram'ın arasından teyzemin yeniden yerde olduğunu gördüğümde bağırdım.

"Teyze!"

Kapıyı açtığım an tekrar kapandı. Erce camın arkasından eğilip bana baktı.

"Kar o senin teyzen değil. Yemin ederim değil. Tesistekiler buraya gelirse bu hepimizin sonu olur. Sakin ol ve bize güven." Kapıyı yavaşça açıp beni iterek içeri girdi. Aram sürücü koltuğuna geçtiğinde hipnoz olmuş gibi dışarı bakıyordum.

Teyzem hala yerdeyken telefonunu çıkarıp birilerini aradı. Ben ne konuştuğunu anlayamadan aracımız çalıştı. Ellerimi cama yasladığımda bana bakmıyordu.

"Siz kafayı yemişsiniz! Yalvarırım beni bırakın gideyim." Aram gaza öyle bir bastı ki Erce ile aynı anda arka koltuğa yapıştık.

"Kar. Seni bırakırsak zihninle oynayacaklar. Buna değmez. İzin ver, zamanında bana yardım ettiğin gibi sana yardım edeyim." Erce, ellerini koluma koyduğu an ondan uzaklaşıp sırtımı cama dayadım.

"Benden uzak dur. Siz delisiniz." Aram önden seslendi.

"Bu kırıcı oldu biraz." Ona inanamadım. Araç öyle hızlıydı ki doğrulup arka camdan geride bıraktıklarımıza bakamıyordum.

"Kar o teyzen değil. Zihninle oynandı. Sen ciddi bir şekilde sıfırlandın. Sana ait ne varsa altı ay önce silindi. O gördüğün tesisteki bir doktordan başkası değil." Erce'nin manasız sözleri beyin duvarlarımda eko yapıyordu sanki. "Yeter!" Ellerimi yüzüme gömüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Yaşadığım saçmalıkların hangi birine inanacaktım? Ne beni bu denli saçma bir olaydan zarar almadan çekip çıkarabilirdi? Yalan söyleyen kimdi?

Bunlar neden oluyordu? Neden bana oluyordu?

Beynimin çatlayacağından emin olduğumda başımı kaldırıp sorabileceğim en saçma şeyi sordum. "Teyzem," dedim gözyaşlarım istemsizce akıp yanaklarımı ıslatırken.

"Neden sana en büyük rakibin dedi?"

Aram'ın sokaktaki lambaların yansımalarının bir bir vurduğu siyah gözleri dikiz aynasından benimkileri buldu.

"Çünkü sen 02, benim tesisteki en büyük rakibim sendin."

Bölüm : 28.11.2024 15:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...