
PERDE 8
ESKİ DÜŞMAN YENİ DOST
| Kodex Programı görev sırasında, Milletvekilinin evi, geçmiş |
Yanağım neredeyse parkeye yapışıyor.
Sırtıma tüm ağırlıyla çöken adam kaburgalarımı kıracakmış gibi hissediyorum. Sanki üzerimde güç denemesi yapıyor gibi bir an olsun kalkmıyor. Sonra beklemediğim bir anda tüm bedenimde bir serinlik hissediyorum, boşlukta gibiyim.
Yerden bir anda çekiliyorum. Arkamdan tutup kaldırılırken ayaklarım kanla ıslanan kaygan zeminde kayıyor. Düşecek gibi oluyorum ama beni hemen sabitliyorlar. Şimdi ben doğrulmuş bir haldeyken sanki bir kişi yetmezmiş gibi iki yanıma iki adam geliyor. Kiloları neredeyse benim iki katım. Öyle iriler ki bir yaban domuzuyla güreşebilirler. Bir yaban domuzuyla güreşen güvenlikçilerin komik görüntüsü gözüme doluşunca kahkaha atıyorum.
"Şuna bak gülüyor bir de. İnşallah seni aldıklarında da gülersin. Fahişe seni."
Sağ koluma giren adam başını çevirip yüzüme tükürüyor ama ben gülmemi durduramıyorum. Nasıl yapabilirim? Her şey öyle komik ki.
"Çok mu komik sence bu?"
Beni zapt eden adam şimdi de yerde kanlar içinde yatan ölü adamın bacağını itiyor ayakkabısıyla. Ölü adamın kolu bir bez bebeğinki gibi ileri geri hareket edince gülmemek için yanağımın içini ısırıyorum.
"Ferit sen al şu kızı. Geberteceğim yoksa."
Adam kolumu koparırcasına sıktıktan sonra bırakıyor. Az önce Ferit dediği sol yanımdaki adama itiyor beni. Ferit ben üniformasını kana bulamayayım diye kollarımı tutup aramıza mesafe koyuyor. O an kel olduğunu fark ediyorum. "Aaa," diyorum şaşırarak. "Sen kelsin."
"Ya sabır," diyor adam sadece. Benimse tek istediğim o güzel parlayan başına kanla bir şeyler çizmek. Orası bomboş bakir bir tuval gibi. Kırmızı kim bilir ne kadar yakışır Ferit'in kafasına.
"Boş ver," diyor diğer adam çoktan basamağı çıkıp salonun görkemli kolonlarına yaslanmış halde. "Şu askerler onu öldürmezse bile karakolda ölür bu. Bir yerde kesin ölür. Sen git milletvekiliyle karısını doğra sonra da elini kolunu sallayarak çık. Yok öyle. O içerideki ukala kadın gelmeseydi çoktan mermi manyağı yapmışlardı bunu."
Ukala, diyor. Sanırım Nilgün'e diyor. Bir kahkaha boğazımı yırtıp çıkınca dalağım ağrımaya başlıyor, bıraksalar sabaha kadar gülerim.
"Sen gül daha gül. Koyduğumun salağı seni. Dokunulmazlığı olan bir kişiyle karısını doğradın. Güldürecekler seni."
Birden aklıma geliyor.
"Küçük kız? O nerede?"
Adam tiksintiyle yüzüme bakıyor.
"Ne kızı be manyak?"
Gözlerim deli gibi çevremi tarıyor. "Milletvekilin kızı," diyorum anlayabilsin diye tek tek. Belli ki adam anlamıyor, mal mal suratıma bakıp lama gibi tükürüyor.
"Ha anladım. Deli rolüne yatacaksın. Olur."
Ondan yanıt alamayınca Ferit denen adama dönüyorum. Ona baktığımda gözlerim parlayan kafasına kayıyor, yeni bir gülme krizi bedenimi ele geçirecekken kendimi toparlamaya çalışıyorum. Şu an daha önemli bir konu var Karsu diyorum kendime.
"Kızları nerede?" Adam boş boş suratıma bakıyor.
"Milletvekilinin iki tane oğlu var. Kır eşek yaşındalar. Kız çocukları yok."
Nilgün odadan içeri yanında askerlerle girerken kolona yaslanan adam pişkin pişkin gülüyor. Ama ben onları hiç umursamıyorum. Tek düşündüğüm küçük kız.
O nerede?
***
"Kar asla uyumaman gerek."
Erce'nin sesi çok kirli gri bir perdenin ardından bana ulaşıyordu sanki.
Gözlerimi açmak ve gerçeğin tam kucağına düşmek istemiyordum. Aram'ın az önceki söylediklerinden sonra gerçek nedense daha korkunç ve saçma gelecekmiş gibiydi. Artık daha fazla şey duymak istemiyordum. Her şeyden tiksiniyor gibiydim.
"İyi misin?"
Erce'nin bileğime dokunduğunu hissedince gözlerimi açmadan elimi çektim. Bir kişi daha bana isteğim dışında dokunursa siktiğimin Chevrolet'inin kapısını açacak ve kendimi yola atacaktım.
"İyi galiba," dedi Erce. Sonrasında yanımda bir hareketlilik hissedince gözlerimi azıcık açıp baktım. Koltukların arasından öne doğru emekleyip Aram'ın yanına oturdu. Bandajının berbat halde olduğunu gördüğümde ise ne düşünmem gerektiğini bilemedim. İnsan bu kadar kan kaybedince ne olurdu? Bilmiyordum. Teyzem olsa bilirdi.
Ah teyze... Bana bunu nasıl yaptın? Beni kandırdın ve sebebini bile bilmiyorum.
"Karaca. Uyumadığını biliyorum şimdi benimle konuşman gerek. Şu an Perihan tesise çoktan haber vermiştir. Sahadaki tek görevli kodexler biz değiliz." Ne dediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Erce al benimkiyle beraber telefonunun simlerini çıkar." Aralıktan Aram'ın Erce'ye uzanan kolunu gördüm. Doğrulup ne yaptığına baktım. "Çıkardım. Akıllı saatin yok değil mi?"
"Yok," dedi Aram. Sonra hızını düşürmeden omzunun üzerinden bana döndü.
"Tesis gidebileceğimiz her yeri analiz ediyordur şimdi. Onlar, mekânları tek tek kontrol ederken bizim şaşırtmaca yapmamız gerek. Güvendiğin, bu hayata dâhil olmayan biri var mı?" Sonrasında tekrar önüne döndü. Cevabımı beklerken gözleri bir atmaca gibi dikiz aynasından benimkilere kilitlenmişti.
"Hayatıma dâhil olmayan ne demek?" Erce koltukta yan döndü.
"Perihan ve diğerleri demek. Perihan tesisin doktorlarından biri. Onun seninle tanıştırdığı herhangi biri de muhtemelen tesis için çalışıyordur."
Artık düşünüp çıkarım yapma yetimi aracın sallanarak geçtiği son tümsekte bırakmıştım sanki. Hayatta kalabilmek için sadece sorulan soruları yanıtlayıp sonra yol beni nereye götürüyorsa oraya gidecektim. Yalnız kaldığımda da her şeyi detaylıca düşünecektim.
"Eliz," dedim düşüncelerime ara verip Aram'ın sorusunu yanıtlamak için. "Eliz ya da Selin ama daha çok Eliz."
Aram alay eder gibi gülünce Erce ona baktı. "Hangi Eliz bu?"
"Kızılarslan olan," dedi Aram tükürür gibi. "Burhan'ın biricik kızını diyor." Erce koltuğuna yaslandı. "Oldu olacak direkt tesise gidelim. Hiç milleti yormamış oluruz."
"Ne diyorsunuz?"
Ben konuşunca sanki ikisi de o an orada olduğumu hatırlamış gibi koltuklarında rahatsızca kıpırdandılar. "O olmaz. Başka biri yok mu?"
Çok düşünmeme gerek kalmadı. "Birsen," dedim aceleyle. "Onunla fakültede tanıştım. Teyzemle hiç alakası yok. Aynı bölüme bile gitmiyoruz o heykeltıraş ama çizim derslerimiz ortak. Öyle tanıştık zaten."
Aram düşünürken mırıldanmayla homurdanma arası bir ses çıkardı. Birkaç saniye sonra ise "Olur. Evi nerede?" diye sordu.
"Birsen'e mi gideceğiz?"
Hayretler içindeydim, az önce evden kaçmıştım, teyzem olmayan teyzem peşimdeydi, tanımadığım bir herifin arabasındaydım ve yine daha yeni tanıdığım kanlar içindeki bir kızla beraberdim. Birsen'e ne diyecektim? El ele tutuşup kaldırımdan hepimiz aynı anda düştük mü? Üstüm başım salya sümüktü. İncecik bir hırkayla atlet dışında hiçbir şeyim yoktu. Gri pijama altım inceydi. Kaloriferli bir İstanbul baharı için alınmıştı, dışarıda deli gibi koşturulan buz gibi bir gece için değil.
"Ona güveniyor musun Karsu?"
Erce'nin yemyeşil gözleri merakla parlıyordu.
"Adım Karaca ve evet ona güveniyorum."
Kendimi koltukta geri yasladım. Bir daha bana başka bir isimle hitap ederse ne kadar kan kaybederse kaybetsin onunla tartışacaktım. Hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı, tek istediğim uzun güzel bir uykuydu. Uyuyacaktım ve kimse beni uyandıramayacaktı işte.
"Evini tarif eder misin?" diye sordu Aram. Git gide kararan gecenin karanlığında yol alırken ona evin yerini söyledim.
İlk ışıklardan sağa döndük. Sonra bir daha. En sonunda diğerlerine nazaran daha sakin bir yolda ilerlerken camdan dışarıyı izliyordum. Sorulacak milyonlarca sorum varsa duymak istemediğim de milyarlarca yanıt vardı. Bir şeyleri bilmenin faydası yoktu. Daha fazla şey öğrendikçe boktan bir bataklıkta daha derinlere gidiyordum sanki.
Sahte teyzem, bu yabancılar ve bahsettikleri tesis yetmezmiş gibi şimdi bir de rakipler ve kodexler çıkmıştı.
Aklıma henüz birkaç saat önce, güneş hala her şeyden habersiz tepedeyken ve yağmur her yanıma ufak ufak çiselerken Burak'ın bana evlenme teklifi ettiği geldi. Bir kahkaha ben onu durduramadan dudaklarımdan kaçıverdi. Erce, koltuğunda dönünce göz göze geldik. Tedirgin bakışları yüzünü terk edemeden tekrar önüne döndüğünde hala gülümsüyordum.
Evet, manyak bir kız kaçırdınız sizi salaklar. Kolay gelsin hepinize.
"Bu sokaktı değil mi? Tabela yok, doğru yerde miyiz?"
Pencereden dışarı bakıp iç geçirdim. "Evet. Sağdan beşinci bina."
Aram yavaşlayarak kaldırıma yaklaştı. Dördüncü binanın önünde boş bir park yeri bulunca aracı durdurdu.
Bir süre kimse konuşmadı.
Burnum akıyordu, içim üşüyordu. Bir köşede sessizce uyumak istiyordum ama öndeki iki ruh hastası buna izin vermezdi. Belki de beni uyurken öldürüp yerlerdi, zombiler bile gerçek olabilirdi. Artık hayattan her şeyi bekliyordum.
Aram, sesli bir şekilde nefesini bırakınca dikkatim zombili ölüm fantezilerinden öndeki çocuğa kaydı. "Hadi inelim." Korku filmine hapsolmuş sitcom oyuncusu gibi yavaşça kapıyı açıp iliklerimi daha da donduracak soğuğa bıraktım kendimi. Kollarımla bedenimi sarıp sanki hiç üşümemişim gibi dik bir şekilde binaya çıkan basamaklara yürüdüm. Aşağıdaki zili çaldığımda Birsen megafona çıktı.
"Birsen benim. Karaca."
"Karaca? Bir sorun yok değil mi?"
Kapının açılma sesi duyulurken göz ucumla yanımdaki iki kaçığa baktım. "Anlatırım," diye mırıldanarak içeri girdim. Üçümüz de dış kapıdan geçtiğimizde zemin kattaki demir kapının ciyaklayarak açılışının sesi kulaklarımıza doldu. Asansörün hemen yanındaki dairenin kapı önü sensörlü ışığı yanınca aralık kalan kapıdan Birsen'le göz göze geldik. Ela gözleri ilk beni sonraysa yanımdaki kaçıkları gördüğünde kocaman oldu sanki.
"Selam," dedim paspasın üzerinde durduğumda. "Müsait miydin?" Birsen, başıyla onaylarken gözlerini diğerlerinden alamıyordu.
"Onlar... Arkadaşlarım. Gelebilirler mi?"
Birsen kapıyı ardına kadar açarken tabii, tarzı bir şeyler mırıldandı.
İçeri geçtiğimizde kapıyı arkamızdan kapatıp bana yaklaştı.
"Karaca neler oluyor? Bunlar kim?" İçimden sessizce yanıtladım. Keşke kim olduklarını ben de bilseydim Birsen.
"Anlatacağım. Salon müsait mi?" Birsen kolumu yavaşça bıraktı.
"Evet. Lütfen salona buyurun. İstediğiniz bir şey var mı?"
"Yok," dedi iki insan azmanı. Erce kendini koltuğa bırakırken Aram salonu iki adımda geçip pencerenin yanına tünedi. Sonra da perdeyi eliyle aralayıp dışarıyı izlemeye başladı. "Birsen ben bir bardak su içeceğim galiba," dedim kurumuş dudaklarımı yalarken. İkimiz birlikte mutfağa geçerken Birsen'in gözlerinin Erce'nin bandajlarına gereğinden fazla takılı kaldığını fark etmiştim.
Mutfağa girince arkadaşım buzlu camlı kapıyı arkamızdan kapattı. O bana sürahiden bir bardak su koyarken sandalyeyi çekip oturdum. Su dolu bardağı önüme koyduğunda ise ağlamaya başladım.
"Neler oluyor?" dedi yanımdaki sandalyeyi çekerken. "Onlar kim Kar?"
Ağlamamı durduramıyordum. Hissettiğim tüm hüzün, istenmemişlik, kandırılmışlık bir bir göz pınarlarımdan dökülüyordu sanki. Gözlerimden yaşlar dökülüyor olabilirdi ama ruhum da kanıyordu. Kalbimin tam üzerine bıçak batırıyorlarmış gibi hissediyordum.
Midem bulanınca ağlamamı ister istemez kestim. "Kusacağım," dedim ağzımı tutarken. Kalkıp lavaboya koşarken Birsen de arkamdan geldi. Öğürdüm, öğürdüm ama tek çıkarabildiğim tükürük olmuştu. Doğrulup hırkamın koluyla gözümdeki yaşları silerken Birsen'e baktım. "Sana her şeyi anlatacağım ama deli olduğumu düşüneceksin."
Böylece olabildiğince her şeyi ona anlattım. Birsen yer yer tekrar tekrar sormuştu, anlayamadığı bin tane şey vardı. Konuşmanın sonuna doğru ise soru sormayı bırakmıştı çünkü artık bende de cevaplar olmadığını anlamıştı.
Dakikalar sonra ikimiz de boş bir şekilde beyaz mutfak masasının üzerindeki pembe çiçekli örtüye bakıyorduk. Ne o bir şey soruyordu ne de ben ağlayarak bir şey anlatıyordum. Olanları sesli bir şekilde cümleye dökmek, kulaklardan işitmek ise her şeyi tuhaf bir şekilde gerçekçi kılmıştı.
"O içerideki kızın kanaması var," dedi Birsen gözleri kapalı olan mutfak kapısına kayarken. "Yardımcı olmamız gerekmez mi?"
"Bilmem. Gerekir mi? Hiçbir fikrim yok."
Başımı buz gibi olan masaya dayadım. Alnımı örtüye olabildiğince bastırırken içimden beynimdeki ağrıya küfürler ediyordum. Şimdi bir ağrıyla uğraşabilmek için en son zamandı herhalde.
"Onların içeride yalnız olmaları pek hoşuma gitmiyor. Anlattıklarından sonra onlara güvenmiyorum." Ayağa kalkıp omzuma dokundu. "Hadi sen yanlarına git. Hemen arkandan geliyorum. Kahve içmek isteyen olur diye su ısıtacağım." Yerimden kalkarken umutsuz küçük bir çocuk gibi ona baktım.
"Birsen beni onlarla yalnız bırakmasan mı? Suyu kaynatırken yanında beklesem." Birsen sırıtırken kızıl saçlarındaki incecik siyah tokayı çıkarıp atkuyruğunu daha sıkı yaptı.
"İçeride tek başına olmalarından iyidir. Gerçi bu evde para edecek bir şey yok ama emektar laptobumla rapido kalemlerimi onlara kaptırmak istemem." Atkuyruğunu siyah kazağının arkasına bıraktı. "Üstelik o Erce denen kız taş tozlarımı uyuşturucu sanıp çekebilir. Hiç güvenmiyorum. Bağımlı tiplere benziyor." Kapıyı açıp beni dışarı kışkışlarken gözlerine hala bir yavru köpek gibi bakıyordum.
Salona girdiğimde ilk gördüğüm koltukta uyuklayan Erce olmuştu. Ben içeri girince hemencecik gözlerini açıp doğruldu. Hiç ses çıkarmadığımdan neredeyse emindim, kızda hayvanlara özgü keskin duyular vardı.
Erce, "Nihayet geldin," dedi gözlerini birkaç kez kırpıp koltukta kıpırdanırken. "Aram tuvalet penceresinden falan kaçtığını düşünmeye başlamıştı." Aram perdelerden dışarı bakarken homurdanıyor gibi bir ses çıkardı. "Arkadaşına ne kadarını anlattın?" diye sordu bana döndüğünde. Pencerenin önüne perdeler düşerken gelip tekli koltuğa oturdu.
"Erce nöbeti sen devralır mısın? Biri gelirse görelim."
Erce koltuktan kalkıp Aram'ın az önce tünediği yere gitti. Minicik denizliğe oturduğunda omzundaki kan lekesi güneşliğe değdi.
"Karaca?"
Dalgın halimden sıyrılıp Aram'a döndüm.
"Anlatabileceğim ne varsa anlattım işte. Ne kadarını ben anlayabildim onu da bilmiyorum ama. Anlayabildiğim kadarıyla işte." O bana böyle dikkatli baktığı her an arkama bakmadan kaçmak istiyordum. Gözlerindeki bir şey beni ölesiye ürkütüyordu. Daha önce onun tek başına Burak'ı sürükleyerek içeri taşıdığını görmüştüm. Aram, güçlüydü. Tehlikeli şekilde güçlü.
"Seni böyle oradan oraya hiçbir şey söylemeden sürüklediğim için gerçekten üzgünüm ama şu an sana aktarılacak daha fazla bilgiyi kaldıramamandan çekiniyorum."
Ben yanıt veremeden Erce pencereyi azat edip yanımıza geldi.
"Hem zaten her şeyi senin anlatmana gerek yok Aram. Ona ben de anlatabilirim." Ters bakışları Aram'dan bana kayarken yumuşadı. "Sana olan biteni anlatmaktan daha fazla istediğim hiçbir şey yoktur herhalde ama ya aşırı yüklenirsen? Henüz kırk dakika bile olmadı. Belki sana her saat başı bir şeyler anlatırız. Gittiği yere kadar. Baktık fenalaşıyorsun, başın ağrıyor vs o zaman anlatmayı bırakıp iyi olduğun bir zamana erteleriz." Aram başıyla onayladı.
"Başın ağrımıyor değil mi Karaca?"
Gözlerimi kaçırdım. "Ağrımıyor," diye yalanladım. Eğer onlara doğruyu söylersem bana geri kalanları anlatmayacaklardı. Her şeyi bilmem gerekiyordu, öyle ya da böyle aklımı kaçıracaksam en azından aklımı ne uğruna kaçırdığımı bilmeliydim.
Erce, ayakta durup gözlerini salondaki eşyalarda gezdirmeye başladı.
"Bu kızın evinde neden hiç çerçeve yok? Hiç resim yok. Bir tane bile." Kısılı bakışları Aram'da durdu. "Çok sıkıcı biri. Tesis böyle tiplerle çalışmaz. Sıradan insan gibi görünüyor ama yine de bir şey beni rahatsız ediyor."
Aram çenesiyle pencereyi işaret etti. "Seni rahatsız eden şey omzunda açtığın yara Erce. Ayrıca dışarıyı gözlememeye devam edersen içerideki kızıl için endişelenmene gerek kalmaz. Ensemize binerler merak etme." Erce gözlerini devirse de tekrar gözcülük işine döndü.
Birsen, aralık kalan kapıyı itip elinde tepsiyle içeri girerken ona yardım etmek için hamle yaptım. "Gerek yok, taşıdım. Nescafe yaptım herkese." Eğilip tepsiyi orta sehpaya bıraktı. Ardından gidip kapıyı kapattı. Şimdi o da benim gibi ayakta durup diğer ikisine bakıyordu.
"Biraz sert görünüyor ama," dedi kulağıma fısıldadığında çenesiyle Aram'ı işaret ederek, "Hiç fena değilmiş." Gözlerim yuvalarından çıkarken öksürmeye başladım. Elimle kolunu çimdiklerken göz ucuyla Aram'ın bize baktığını gördüm.
Birsen kolundaki sıktığım yeri ovalarken Aram'a döndü.
"Yanlış anlamayın sadece meraktan soruyorum. Ne kadar kalmayı planlıyorsunuz?"
Aram masadaki kahverengi kupaya uzanıp eline aldı. Burnuna yaklaştırıp kokladığında yüz ifadesi tuhaf görünüyordu.
"Birkaç saat. Telefonu kullanacağım sonra yarım saat içinde buradan gitmemiz gerekir, bir sonraki durağı düşünmeden gitmek istemiyorum." Bardağı yeniden tepsiye koyduktan sonra Birsen'e döndü. "Araban var mı?"
Birsen sorar gibi bana baktı. "Yok. Neden ki?"
Aram yüzünü ekşitti. "Bu kötü oldu işte. Telefonu kullandıktan sonra aynı araca binemeyiz. Araç değiştirmek gerekiyor."
"Siz suçlu falan mısınız?"
Birsen kendini tutamadan patlatmıştı soruyu. Şimdi başları hızla bize dönen Erce'de de Aram'da da aynı bakış vardı. Ne münasebet dercesine bir bakış. "Suçun tanımına bağlı," dedi Aram sadece. Sonraysa sustu.
Ben önümüzdeki birkaç saatin böyle sakince geçeceğini düşünüp koltuğa oturmaya hazırlanırken bir an hayatın benim için her zaman enteresan planlar kurmaktan çekinmeyeceği gerçeğini unutmuştum. Sadece küçücük bir an her şey normal gibi gelmişti. Birsen'deydim. Kahve vardı. Ev sıcaktı. Sağlıklıydım. Salondaki avizeden yayılan ışık hepimizin üstündeydi, esrarlı bir karanlık yoktu. Her şey yolundaydı işte.
Ama bu sonsuza dek böyle sürmeyecekti.
"Kar benle gelsene bisküvi getirelim," dedi Birsen. Popomu tam yumuşacık kırlente koyacaktım ki tekrar doğruldum. Salonun kapısını açıp koridora çıktığımızda ise Birsen mutfağa doğru hızla yürümeye başladı. Ona yetişeyim derken hızlanmıştım ki birisi beni arkamdan yakaladı.
"Şşhh Karaca. Benim," dedi teyzem kulağıma fısıldarken. Sonrasında benimle beraber mutfağa girdi. Şimdi üçümüz beraberdik.
"Teyze? Sen içeri nasıl girdin?"
Teyzem yanıt vermeden önce kısacık bir an mutfağın ucundaki Birsen'e baktı.
"Hala aklı başında arkadaşlarının olması güzel."
Gerçek başımdan aşağı kaynar su gibi dökülürken geri geri yürüyüp sırtımı buzdolabına dayadım. "Birsen nasıl bana sormadan... " Sonrasında Birsen çatal bıçak çekmecesini açıp küçük bir çanta çıkardı. Çantanın fermuarı açılıp şırınga paketi gözler önüne serildiğinde nefesim kesildi. Birsen bana yardım etsin diye teyzemi çağırmamıştı, o zaten o kadının teyzem olmadığını çok iyi biliyordu.
Hain arkadaşım şırınga paketini sıyırıp lavaboya atarken kapıya doğru gitmeye hazırlandım.
"Karaca güven bana. Onlar iyi insanlar değil. Sana anlattıkları her şey yalan. Sen bilime inanırsın böyle peri masallarına değil." Teyzem konuşuyordu ama benim dikkatim tam karşımdaki kızdaydı. Birsen, küçük bir tüpün kapağını şırıngayı ters çevirip iğnesiyle deldi.
"Sen de mi onunla berabersin? Hem de bunca zamandır!" Birsen gözlerini kaçırıp bana bakmayı reddediyordu.
"Perihan Hanım işinde iyidir. Bunca zaman sana zararı dokunacak tek bir şey bile yapmadı." Hislerim öyle donmuştu ki ağlayamıyordum bile.
Arkadaşım ilacı hazırlayıp Perihan'a verirken nihayet başını kaldırıp bana bakabildi. "Sana zarar veriyoruz gibi geliyor ama yemin ederim senin iyiliğin için Karaca." Madem öyleydi neden biri ölmüş gibi duruyordu? Yüzü neden asılmıştı? Omzunu düşüren suçluluk hissi değil miydi?
Kapıya uzanmak için bir hamle yapınca teyzem üzerime atıldı. Bir eliyle saçımı tutarken diğeriyle şırıngayı kaldırdı. Elinden kaçmak için çalıştığımda ise mutfağın kapısı açıldı. Aram bir an için önündeki görüntüye baktı. Sonrasında teyzemin eline vurdu. Şırınga yere düştüğünde teyzem beni buzdolabına itip yerdeki şırıngayı Aram'ın koluna sapladı. İçindeki, tüm ilacı enjekte edemeden Aram şırıngayı çıkarıp attı. Ama olan olmuştu. Ayakta duramıyordu. Bayılmamıştı ama iyi de sayılmazdı. Bense çığlık atıyordum. Belki biri duyup da yardıma gelir diye.
Aram kalkmak için sandalyeye tutunduğunda tekrar düştü.
"Perihan yapma. Onu bize bırak. Bir kez daha hipnoz edilmeyi kaldıramayacak." Ama teyzem onu dinlemedi.
"Birsen bir tane daha hazırla çabuk."
Birsen, titreyen elleriyle başka bir şırınga paketini soyarken teyzem kollarımı zapt ederek ayağıyla mutfak kapısını kapattı. Elinden kurtulmak için debelendiğimde daha sıkı sardı. Asla onun bu kadar kuvvetli biri olduğunu bilmiyordum. Öyle bir bastırıyordu ki göğsümde birleştirdiği bileklerim kaburgalarımı kırmak üzereydi.
Gözyaşlarım içime akıyordu sanki. Tek bir damla bile akamamıştı dışarı.
Birsen yeni şırıngayı hazırlarken gözlerim üç şey üzerinde hızla gelip gidiyordu. Yerde yatıp doğrulmaya çalışan Aram, gözleri dolu dolu şırıngaya ilaç çeken Birsen ve teyzemin karnımın üzerindeki uzun zayıf parmakları.
Sahte teyze, "Karaca kısacık uyuyacaksın. Sonra evimize gideceğiz. Tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi olacak söz veriyorum," dedi nefesi saçlarıma doğru üflerken. "Zamanından önce asla bilmemeliydin. Bu sadece yolunda gitmeyen bir şeyleri düzene sokmak için. İlacın içinde sedatif bir madde var. Sana bilerek asla zarar vermem." Pes etmek üzereydim. Birsen elinde şırıngayla ağır ağır bize yaklaşırken pes etmenin sınırlarında dolanıyordum. Birazdan her şey boşa gidecekti. Uyuyacaktım ve uyandığımda... Her şey silinip gidecekti.
Kalbim deli gibi atıyordu. Nefesim hırıltılı bir hayvanınki gibi odayı dolduruyordu sanki. Aram'ın küfürleri, içeriden acı içinde seslenen Erce'nin ince sesi... Her şey önemini yitiriverdi. Birsen yanımıza geldi. Birazdan elindeki şırıngayı bana saplayacaktı ve dünyam yeniden karanlığa dönecekti.
"Birsen lütfen. Bunu yapmak zorunda değilsin. Ben bir insanım, neyi unutup unutmayacağıma bırak ben karar vereyim." Perihan beni sarsınca sustum. "Karaca sen hastasın ve biz seni iyileştireceğiz," dedi aceleyle. Sesi o her zamanki güven verici tınısından öyle yoksundu ki. Bir kez daha içim titredi.
"Özür dilerim," dedi Birsen bakışlarını yerden kaldırmadan. Sonra şırıngayı kaldırdı, gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Beklediğim iğne sızısı gelmeyince kapalı gözlerimi araladım.
Birsen hala iğneyi yapmamıştı. Bana bakıyordu, ela gözlerinde endişeli bir ifade oynaşıyordu. Sonra derin bir nefes aldı ve şırınga beni çepeçevre saran teyzemin koluna saplandı. Birsen şırınganın tamamını teyzemin koluna boşaltırken teyzem çığlığı bastı. Beni bıraktığı an Aram'ın yanına geldim.
Teyzem kolundaki boş şırıngayı çekerken dengesini kaybedip tezgâha tutundu. "Neden?" dedi Birsen'e yere düşmeden hemen önce. Ardından tezgâhın üzerindeki baharat kavanozlarının ikisini de beraberinde götürerek yere devrildi.
Aram'ı doğrultmaya çalışıp bedenime yasladım. "Az önce doğru gördüm değil mi?" dedi bakışlarını zar zor Birsen'e çevirirken. Birsen ise hala yerdeki teyzeme bakıyordu. "Doğru olanı yapmak istedim," dedi neredeyse kendi kendine konuşur gibi sessizce.
"Karaca." Başımı kaldırıp ona baktım.
"Onlar doğru söylüyor. Bir hipnozu daha kaldıramayabilirsin. Perihan belki istemeden de olsa... Ölümüne sebep olacaktı." Sonrasında yere eğilip teyzemin yüz üstü düşen bedenini yana çevirip ağzını açtı. "Kusarsa boğulmasın diye," dedi bana bildirirken. "Aram iyi misin?"
"Sayende çok iyiyim," dedi Aram ters ters. Sesi sarhoşmuş gibi geliyordu. "Yarım tüp yedim. Yani on dakikaya düzelirim." Birsen yerden kalkarken, "Belki on beş," dedi aceleyle. Sonrasında ekledi. "Yarım tüpten biraz fazlaydı." Mutfağın kapısını açıp içeri gittiğinde Aram'ı kaldırıp sandalyeye oturmasına yardım ettim. "Bir şişe tekilayı yuvarlamışım gibi," dedi Aram yüzüme bakarken. Tekila hiç içmemiştim ama içtiğimde böyle olacaksam ağzıma bile koymayacaktım.
"Erce bayılmış. Ona ağrı kesici yapacağım, bir de o kirli bandajların çıkarılması gerek." Birsen buzdolabının üzerindeki dolaba uzanıp kapağını kaldırdı. Beyaz kare bir çanta çıkarırken Aram'la ben onu izliyorduk.
"Ne kadar zamandır tesis için çalışıyorsun? Seni daha önce görmedim." Birsen buzdolabını açıp şeffaf bir şişe çıkardı.
"Bir senedir. Ben hemşireyim." Sonrasında dolabın kapısını itekleyip içeri doğru giderken gözden kayboldu.
"Buraya geleceğimize keşke o salaklara gitseydik," dedi Aram gülerken. "Hiç değilse Burhan Kızılarslan iğne yapmayı bilmiyor." Kaşlarımı çattım.
"Elizle Burak'ın babasının bu işle ne alakası var?" Oğlu ve kızının madde etkisindeyken adam öldürdüklerini gizleyebilmişti evet ama tesisle bir alakası olduğunu sanmıyordum.
"Senin yeni bilgi kaldırmak için süren doldu mu?"
Saat hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Arabada anlatırım. Teyzenin üstünden arabanın anahtarı çıkacak mı bir bak."
İrkildim. "Teyzemin arabasını mı çalacağız?" Aram başıyla yavaşça onayladı.
"Perihan sağ olsun araba çalmama gerek kalmadı. Benimkiyle gidemeyiz. Ensemizde biterler." Sandalyeden kalkıp teyzemin yanına yaklaştım. Baygındı, ölü gibi duruyordu. Ona dokunca içimdeki ağlama isteğini bastıramadım.
"Eğer istiyorsan ağla ama anahtarı da al," dedi Aram duygusuzca. Başımı kaldırıp ona baktığımda gözlerimdeki nefreti görüp görmediğini merak ettim. Duygusuz aptal.
Teyzemin krem rengi trençkotunun ceplerini karıştırdım. Sonrasında kotunun ön cebine uzandım. Anahtarı bulduğumda titreyerek tekrar ayağa kalktım. Aram az öncekinden daha iyi görünüyordu şimdi. "İlacın etkisi geçiyor," dedim tek tek oynattığı parmaklarına bakarken. Açma kapama hareketi yapıp başını sağa sola çeviriyordu.
"O ne zaman ayılacak?"
"Perihan'ın ayılması biraz uzun sürecek ama merak etme gözlerini açtığı an beraberinde yirmi tane askerle peşimize düşecek."
"Askerler mi?"
Aram başını salladı. "Devlet bu kadar ödenek sağladığı bir şeyi kaybetmek ister mi sence?"
Anlamıyordum. "Ben o kadar önemli biri değilim Aram. Peşime bir ordu takmalarına gerek yok." Aram bu dediğime gülümsedi.
"Bir kodex için belki vazgeçilebilir ama üç kodex için... Her şeylerini ortaya koyacaklardır. Erce ve ben de bu işin içindeyiz artık. Tesise karşı gelen bir hemşiremiz da var üstelik." Bahsettiği hemşire mutfağa girip elindeki kullanılmış pamuklarla sargıları çöpe attı. Derin bir nefes alıp elleri tezgâhtayken bize döndü. "Kız iyi. Kendine geldi. Ağrıdan bayılmış. Şimdi ne yapıyoruz?"
Aram hafifçe gülünce Birsen bozulur gibi oldu.
"Biz çıkıp gideceğiz. Seni bilmiyorum," dedi Aram hala gülerken. "Okuldan kaydını alıp gerçek bir hemşire gibi davranmaya başlayabilirsin." Birsen masaya gelip tam karşımıza oturdu.
"Tesise döndüğümde neler olacak bir düşünelim," dedi alaylı bir şekilde. "Ellerindeki az sayıdaki özel psikiyatristlerden birini bayılttığım için sanırım onur madalyası takarlar." Aram sözünü kesti.
"Tesis kimseyi hapse yollamaz."
Birsen sinirli bir kahkaha attı.
"Ben bir kodex değilim. Hemşireyim. Beni gönderirler ve yerime hemen yeni birini bulurlar. Hatta o psikopatlar isterse yerime buldukları kişi ela gözlü kızıl saçlı bile olabilir." Cümlenin sonuna doğru sesi titremişti Birsen'in. Başını ellerinin arasına yerleştirirken derin nefesler alıyordu.
"Gidecek bir yerim yok. Yani var ama tesis ben oraya varmadan çoktan adamlarını göndermiş olur." Başını hafifçe kaldırıp kısık gözlerle yerde yatan kadına baktı. "Onu bayıltıp size yardım ederek onlara ihanet etmiş oldum. Elimi kolumu sallayarak gezemem artık."
Sinir bozucu uğursuz bir sessizlik Birsen'in stüdyo dairesinin minik mutfağına çöktü. Teyzem yerdeydi, ayılması Aram'ın söylediğine göre zaman alacaktı. Erce de Birsen'in dediğine göre iyiydi. Aram birkaç dakika içinde full paket kendine gelecekti, ben ise kafayı yememek için anı yaşamaya çalışıyordum.
"Telefonunu kullanmam gerek," dedi Aram sandalyesinden dikkatli bir şekilde kalkarken. "Birini arayacağım sonrasında Perihan'ın arabasına binip gideceğiz." Birsen hırkasının cebinden telefonunu çıkarıp Aram'a uzattı. Aram tuşları ekrana girerken sessizliğimi daha fazla koruyamadım.
"Nereye gideceğiz?" Telefonu kulağına koydu.
"Birazdan belli olacak," dedi sadece. Sonrasında telefonla beraber mutfaktan çıktı.
Birsen'le yalnız kalmıştık. Yüzüne ondan nefret etmeden bakamıyordum. Bana yalan söylemişti hem de altı aydır. Bırakın yüz kızarmasını gözünü bile kırpmamıştı. Ona sırlarımı anlatmıştım, omzunda ağlamıştım. Ona ailemi yitirdiğimi sandığım kazayı anlatmıştım, korkularımı, yalnızlığımı biliyordu.
"Demek heykeltıraş olacaksın çünkü ölüm döşeğindeki babaannene söz verdin," dedim sinirle gülerken. "Bu kadar güzel senaryoları kendin mi uydurdun yoksa tesis mi söyletti? Eğer kendin uydurduysan yazar olmalıymışsın." Şimdi öfkeyle yüzüne bakıyordum. Teyzem dediğim kadınla beni altı ay boyunca ayakta uyutmuşlardı.
"Herhalde beni eve bırakıp kendi evine giderken alay edip gülüyorsundur. Ben olmayan bir kaza için ağlarken içinden salak diyorsundur." Farkında olmadan yumruklarımı sıktım. Sanki birine yumruk atabilirmişim gibi, peh.
"Anlamıyorsun Karaca. Eğer Aram'ın dedikleri doğruysa sana bunu açıkça anlatamam ama zamanla belki bana hak verirsin."
Hızla yerimden kalktım. "Hak mı vereceğim? Sana beni kandırdığın için teşekkür de edecek miyim? Sana güvendim ben!"
Birsen de yerinden kalktı. "Ya evet tabii. Güvendin. O yüzden mi geçenki kazayı, olanları anlatmadın? Birini öldürdünüz siz ve bunu bana söylemedin bile." Şimdi ikimiz de birbirimize bakıyorduk. Kelimelerin kan taşıma yetileri olsaydı eğer boğazımıza kadar kana batmıştık ama onun kızmaya hakkı yoktu.
"Bugün söyledim işte. Sen ne zaman söyleyecektin? Gerçi sorduğum soruya bak. Söylemeyecektin."
Elimle yerde yatan kadını gösterdim.
"Şırıngayı kime saplayacağını bile son anda karar verdin. Onu buraya çağırıp beni ihbar eden sendin." Titreyen ellerimi görmemesi için kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Bana gelirken sordular, güvendiğin kim var diye. Salak gibi senin adını verdim." Sinirden gülüyordum şimdi. Teyzem ve Birsen, korku filmlerinde sizin yaşıyor sandığınız aslında uzun zaman önce o evde ölen ve ruhu oraya musallat olan hayaletler gibiydi. Ben onları insan sanmıştım ama onlar değildi.
"Tesis sahip olduğum tek şey. Senin için ondan vazgeçtim. Biraz daha yapıcı ol Karaca."
Sonrasında bir şey diyecekmiş gibi ağzını açtı, kapattı ve söylenerek mutfağı terk etti. O gidince sahte teyzemin yerdeki baygın bedeniyle yalnız kaldım. Birileri boğazımı sıkıyor gibi hissedince ikisinin ardından ben de çıktım.
Erce toparlanmıştı. Aram, elindeki telefonun sim kartını çıkarıp kırmaya çalışıyordu. Birsen ise yanlarında değildi. Koridoru geçip odasının kapısında durdum. Sırt çantasının içine eşya koyuyordu. Onu orda bırakıp tekrar diğerlerinin yanına gittim.
"Nereye gideceğiz?"
Erce başını kaldırıp bana baktı.
"Timur'la konuştuk. Bir arkadaşının evine gideceğiz. Tesisin bilmediği biri."
"Timur kim?"
"Sevgilisi," dedi Aram, Erce'yi işaret ederek. "Bahsettiği kişi de arkadaş değil, önceki görevdeyken yardım ettiğimiz bir amca."
Erce, ayağa kalktığında yüzünü ağrıdan buruşturuyormuş gibi yaptı.
"İyi misin?" Başıyla onaylarken koluma tutundu.
"Koluna girebilir miyim Kar?"
Yanıtımı beklemeden çoktan girmişti. Birlikte kapıya ilerlerken Birsen koyu yeşil sırt çantasıyla odasından çıktı. Ayağına botlarını giydikten sonra kapıyı kapattı ama kilitlemedi. "Perihan Hanım için gelecekler, kilide gerek yok," dedi sessizce. Buruk bir şekilde basamaklardan inip dış kapıyı açarken onu takip ediyorduk.
Sahte teyzemin beyaz Opel'inin yanına geldiğimizde Birsen anahtarı elimden çekip aldı. "Ben kullanayım," dedi arabanın kilidini açarken.
"Tabii tabii. Arkaya bin kızıl."
Aram, anahtarı almak için uzanınca Birsen geri çekildi.
"İlacın etkisi geçti mi? Araç kullanacak halde misin?"
Aram son derece kaba bir şekilde Birsen'den anahtarı kaptı.
"Helikopter bile kullanabilirim şu an." Sürücü koltuğuna otururken ekledi. "Umarım buna gerek kalmaz."
Erce'yle Birsen arka koltuğa geçince mecburen ön koltuğa oturdum. Aram arabayı çalıştırırken emniyet kemerimi takıyordum. Sonra bir an durdum.
"Aram?"
"Hmm?"
Kontağı çevirip aracı çalıştırdı. Yola çıkarken sol tarafını kontrol ediyordu.
"Bana bizim evin önünde bir şey söyledin. Bir isim." Şimdi yeniden yola çıkmıştık. Vitesi değiştirirken benden tarafa bakmadan, "Söylemişimdir. Ee?" dedi sabırsızca. Gözlerim yoldayken soracağım soruyu düşündüm. O ismi içimden söylemek yeterince tuhaf gelirken şimdi dile getirecektim.
"Engin kim?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.72k Okunma |
241 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |