
İyi okumalar...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
🕯
BTS, Louder Than Bombs
🕯
Bana yaşadığımı söylüyorlar. Yaşamak nefes alıp vermekten mi ibaret? Her nefes alan yaşıyor mu? İstemediği yerde istemediği şekilde yaşayan insan yaşıyor mu oluyor? Bence yaşamak bundan ibaret değil bundan çok daha fazlası ve ben yaşadığımı düşünmüyorum… nasıl ne şekilde yaşanır bilmiyorum yıllarca yaşamadığım düşüncesine kapıldıktan sonra yaşamak nasıl bir şey öğrenememiş hissediyorum.
Yaşamayı öğrenmek istiyor muyum onu da bilmiyorum, öğrenmeli miyim? Bunu öğrenmek isteyecek kadar kendime değer veriyor muyum? Bunu öğrenmemi sağlayacak bir kalp var mı? Tek düşündüğüm bunlar. ‘Yaşamak’ neyden ibaret?
Çok mu kafam da kuruyorum? Bu kadar çok iç dünyama dalmak yerine her şeyi o şifresi olmayan kasanın en derinliklerine kapatıp kilitlemeliydim belki de. Her şeyi, bütün olumsuz etkenleri o kasaya kapatırsam o zaman kendi güvenli alanım da mutlu olabilecek miydim?
Omzuma konan elle odaklandığım tuvalimden uzaklaşıp kulaklığımı boynuma indirip elini omuzum da tutmaya devam eden babama döndüm.
“Ödevin için en son abinde mi karar kıldın kara kuzum.” Elimdeki kalemi yerine bırakırken konuştum. “Evet en uygun o olurdu diye düşündüm. Sen neden gelmiştin?” Elini omzumdan çekip çalışma masamın önündeki dönen tekerlekli sandalyeye oturdu.
“Akşam yemeğine misafirimiz var. On beş dakikaya burada olurlar.” Akşam yemeğine misafirimiz mi var?.. Hem de bizim eve. Bu devasa saray gibi eve, aile fertleri ve birkaç çalışan dışında kimse girmez, giremez daha doğrusu abimin arkadaşları bile. Kendimi bildim bileli babamın böyle bir kuralı var nedenini asla anlayamadığım bir kural ve bugün akşam yemeğine misafirimiz mi var?
“Kim peki?” Şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak sordum. “Şirkete gelmiştin ya bir kere o zaman tanışmıştınız Bora amcanın ailesi gelecek.” Başımı onaylar şekilde salladım. “Anladım. Şey bu ödevi yarına yetiştirmem gerek, yemeğe katılmasam olur mu?” Oturduğu sandalyeden kalkıp yanımda diz çöktü.
“Ama ailesi seninle tanışmak istiyormuş bir süre oturup kalkarsın olur mu?” Bıkkın bir nefes verip onayladım babamda alnıma minik öpücük kondurup çıktı odadan.
Boynumda duran kulaklığı geri takıp ödevime döndüm. Modelim olarak Jeonghan'ı seçtim çünkü ödevin konusuna en uygun yüz hatları ona ait. Son teslim tarihi yarın ve ben daha yeni taslağı bitirdim. Haftalarca kimi çizeceğime bir türlü karar veremediğim için son güne kalmıştı bütün iş şimdi bir de misafir işi başıma konduğu için bütün gece boyunca uyanık kalmak zorundayım.
Bir yandan düşüncelerimle boğuşurken diğer yandan çizimime devam ediyordum ki arkamda hissettiğim hareketlilikle duraksadım. Kulaklığımı çıkarıp kafamı çevirdim. Gördüğüm kişi ile kısa süreli şok yaşadıktan sonra ayaklandım. Revirde olan olayın üstünden bir buçuk ay geçti ve o bir buçuk ayda beni hiç rahat bırakmamıştı her teneffüs, öğlen yemeği veya boş vakitlerimde, resim atölyesine gittiğimde. Heykel atölyesiyle resim atölyesi yan yana olduğu için özellikle koridoru gören kısımı seçtiğine eminim, orada heykeliyle ilgilenirken gözünü koridordan hiç ayırmıyordu. Ben onu ne kadar tersleyip kendimden uzaklaştırmaya çalışsam da gurursuz gibi beş dakika sonra tekrar dibimde bitiyordu. Şu an da olduğu gibi…
“Ne işin var senin burada?” Derken duvarda kendi yüzünün olduğu çizimi inceleyen onun yanına gidip çizimi duvardan çıkarıp sanki o hiç görmemiş gibi arkama sakladım. “Güzel çizim, beğendim.” Bunu derken yüzündeki muzip gülümsemesini de eksik etmiyordu. “Pijamanı daha çok beğendim.” Diye ekledi, üstümdeki Garfield'lı pijamama bir bakış atıp tekrar ona çevirdim bakışlarımı. “Evde abiyemi giymemi bekliyordun?” Çattığım kaşlarımla sordum.
“Hayır kedi, beğendim dedim. Pençelerini çıkarma hemen.” Güldü. Bıkkın bir nefes verip tekrar konuştum. “Burada ne işin olduğunu sordum dimi? Hem sen içeri nasıl girdin?” Kollarımı göğsümün altında birbirine sardım.
“Misafirliğe geldim.” Derken rahat bir şekilde hiç çekinmeden çalışma masamın oradaki sandalyeme oturdu. Bende ayakta dikilmeyi kesip az önce oturduğum çizim köşemdeki sandalyeme oturdum. Odamın kapısının tam karşısında minik çizim atölyem onun yanında çalışma masam, bir metre ilerde en köşede de camın yanında yatağım, yatağımın karşısında da kocaman bir kitaplık ve okuma köşem için minik bir koltuk takımı var. Çalışma masamın yanın da da terasa açılan bir kapı vardı.
“Ne demek misafirliğe geldim?” Derken sandalyeyle ona doğru dönüp bacağımı diğer bacağımın üstüne attım kollarımı da birbirine geçirip sorgular bakışlar atmaya başladım.
“Yani şu demek ben senin Bora amcacığının oğluyum.” Derken yerinde dikleşip bana yaklaşacak şekilde öne doğru kayıp dirseklerini dizlerine yasladı. Bu dediğine şaşırmıştım.
Bora amcanın bir oğlu olduğunu biliyordum ama asla onun Burkay olacağı aklımın ucundan geçmezdi çünkü zerre benzemiyorlar Bora amca esmer kara kaşlı kara gözlü bir adam Burkay onun tam tersi sarışın mavi gözlü. Tabii annesine de benziyor olabilir.
“Lan! Niye ilk tanıştığımız zaman söylemedin. Gizemli olmak hoşuna mı gidiyor?” Dedim. “Evet.” Sırıtarak söylediği şeyden sonra tiksinir bakışlar atıp konuştum. “Tamam defol git şimdi odamdan.” Derken elimle kapıyı işaret ettim. Başını olumsuz anlamda salladı.
“Birlikte gideceğiz. Yemek vakti.” Ayağa kalkarken cevap vermeme izin vermeden elimden tutup beni de arkasından çekiştirmeye başladı.
“Çek be patilerini!” Elimi elinden kurtarıp pislenmiş gibi onun üstüne sürdüm. Bu yaptığıma güldü. “Pati mi? Köpeğe benzer bir halim mi var?” Göz devirdim. “Evet Golden Retriever gibi bir halin var.” Derken kapının dışına doğru sırtından itekledim. “Şimdi dışarı defoluyorsun bende üstümü değiştiriyorum tamam mı?” onu taklit eder gibi sesimi kalınlaştırıp kendi sorumu onun yerine cevapladım. “Tamam.” dedim. “Anlaştığımıza göre hadi kışkış.” cevap vermesine izin vermeden kapıyı yüzüne kapattım.
Ne giyeceğime karar verecek zamanım olmadığı için dolabımın kapaklarını açıp bakınmaya başladım. 1.57 boyunda 55 kilo bir kızsanız özel günlerde tabii ki giyecek bir şey bulamazsınız benim gibi. Oversıze gri kazağım ile siyah kumaş pantolonumu giydim. Bütün aile üyelerim çok uzun adeta bir moda dergisinden fırlamış gibiler ama konu bana gelince fiziki genlerim biraz değişmek istemiş herhalde. 1.75 anneme ya da 1.90 babama çekmek yerine daha önce hiç tanışmadığım 1.60 halama çekme kararı aldıkları için vücuduma doğrulttuğum ucu zehirli okların yönünü hiçbir zaman değiştiremeyeceğimi anlamıştım.
Saçımı da kıskaç toka ile alttan toplayıp kakülüme de şekil verdikten sonra, siyah kare dinlendirici gözlüğümü de takıp odadan çıkmak için kapıyı açmam ile içeri doğru sendeleyen beden ile bıkkın bir nefes verdim. “Sapık mısın sen?” Omuz silkip konuştu.
“Beraber inelim.” Salaklığına ses çıkarmayıp merdivenleri inmeye başladım. Evin en sevmediğim yanı her şeyin gereksiz büyük olması özellikle aşırı şaşaalı salon kapısı onu açmak için benden on tane lazım. O yüzden o kapı hep açık dururdu ama şimdi önünde durduğum kapının sonuna kadar kapalı olması beni bir tık şaşırtmıştı. Bugüne özel çağrılan hizmetlilerde mutfak da olduğuna göre içeride yemeğe başlanmış olmalı. Hizmetlileri kapıyı açmaları için çağırmak için arkamı dönmüştüm ki içerden gelen babamın sesiyle geri dönüp kulağımı kapıya yasladım,
“Asla olmaz! Bu dediğini kabul etmemi bekleyemezsin! O daha çocuk.” Ney olmaz? İçeriden gelen sesler kısılmaya başlayınca daha iyi duyabilmek için kapıya yaslı olmayan kulağımı elimle tıkadım. Bana seslenen Burkay'a aldırmadım “Jane ne yapıyorsun?” susması için işaret parmağımı dudağıma götürüp işaret verdim. “İçeri girsene.” Anlayana.
Sesler kesildiği için sinirle arkamı döndüm. “Beş dakika kesemedin sesini dimi?” Sinirle söylenip kapıyı açmaları için mutfak da ki hizmetlilerin yanına adımlamaya başlamışken yanımdan koşarak minik bir şey geçti. “Abi! Beni çıkardılar odadan.” Diye mızmızlanarak Burkay'ın bacağına sarıldı üstündeki şık elbise beni şaşırtmıştı çünkü böyle giyinmek için biraz küçük değil miydi? Üstündeki blazer ceket ve kumaş pantolonla minik bir iş kadınına benziyor.
“Öyle mi?” Derken dudak büzdü. “Şimdi birlikte içeri girelim o zaman gel bakalım.” Minik bedeni kucağına aldı. Kız beni yeni fark ediyormuş gibi Burkay'ın kucağında bana bakakaldı ve benim duymayacağımı düşünerek abisinin kulağına fısıldadı “Abi bu kim? kediye benziyor.” Fısıldadığı kulaktan uzaklaştıktan sonra bir şey daha eklemesi gerekiyormuş gibi tekrar eğildi “Onu sevebilir miyiz.”
Burkay kardeşinin bu dediğine hafifçe kıkırdayıp aynı ses tonuyla cevapladı kardeşini. “Bunu ona sorman lazım.” Kız Burkay'ın bu dediğinden sonra gözlerini büyültüp kafasını iki yana salladı ve fısıldadı. “Hayır soramam.” Ege onu teşvik etmek ister gibi kafa salladı. “Yaparsın hadi!” Dedi ve kucağından indirdi kızı. Ellerini önünde saygılı şekilde bağlamış olan kız yavaşça bana yaklaştı.
“Merhaba sizi sevebilir miyim?” Dedi. Sergilediği saygılı hareketlerden dolayı mantıklı bir şey söylemesini beklediğim için bu dediği beni hazırlıksız yakaladı şaşkınlıkla gözlerim büyültüp Ege'ye baktım. Gülerek başını çevirdi, boğazımı temizleyip başımı kıza çevirdim tekrar. “Yani sevebilirsin ama bundan önce tanışalım istersen?” Dedim. Heyecanlı şekilde kafa salladı.
“Evet, evet çok isterim.” Daha rahat konuşabilmek için eğildim boyumuz bu şekilde eşitlenebilmişti. “Tamam o zaman. Adın ne?” saygısını hiç bozmadan. “Benim adım Günay Ece Dalkıran. Günay'ı tercih ediyorum, peki senin adın ne?” Dedi. “Benim adımda Ulya Jane Mendere. Bende Ulya'yı tercih ediyorum.” Çok tatlıydı boyuna göre takındığı saygılı hareketleri tatlılığına tatlılık katıyor. Sarı saçları ve mavi gözleri ile Ege'nin kız versiyonu gibi. “Peki. Kaç yaşındasın Günay.”
Önünde bağladığı ellerini açıp beş parmağını gösterdi. “Aralık da beş olacağım. Sen kaç yaşındasın?” Yaşını belirtmek adına kaldırdığı minik elini avucum arasına alıp cevapladım onu. “Bend-” Önünde oturduğum kapının açılmasıyla cümlem bölünmek zorunda kaldı, “Kara kuzum niye yerde oturuyorsun? Hadi yemekler hazır gelin.” Ayağa kalkıp, “Kapı neden kapalıydı?” Diye sordum.
“Efendim?” ilk kez bir şeyi sorgulamama şaşırdığı için ne diyeceğini bilemez gibi baktı bir süre, sonra. “Bilmiyorum. Hizmetliler yanlışlıkla kapattı herhalde.” kafa sallayıp devasa salona girdim. Oturma grubunun olduğu yeri geçip yemek masasına yaklaşmıştım ki bana doğru hızlı adımlarla gelen sarı saçlı mavi gözlü Rusları andıran kadınla duraksadım. “Ulya'cım ne kadar da güzelleşmişsin!” Güzelleşmek? Hafif aksanıyla tatlı bir şekilde konuşup bana sıkı sıkı sarıldı.
Nezaketen gülümsemem gerektiğini biliyordum ama gülümsemek? Bana çok uzak bir tabirdi. “Teşekkür ederim.” dedim. Sarılmayı kesip ellerimden tuttu. “Çok büyümüşsün.” Ne büyümesi hanım efendi? ilk kez görüyorum sizi. Dudaklarımı birbirine bastırıp gergince yüzüne baktım ellerimden çekiştirerek beni bir tane sandalyeye oturttu daha sonra da hızlı adımlarla gidip Ege'nin elinden tutup yanımdaki boş yere oturttu kendi de masanın bir ucunda olan eşinin yanına oturdu yanına da günay'ı oturttu. Masanın diğer ucunda babam çaprazında annem diğer çaprazında da abim abimin yanında da ben.
“Ulya'cım beni hatırlıyorsun değil mi?” diyen Bora amca ile ona çevirdim yüzümü, yüzüne takındığı tebessümü ile cevap bekler şekilde bana bakıyordu Burkay sarışınlığını annesinden almış ama onun dışında babasının genç versiyonu gibi. “Tabii ki hatırlıyorum. Tanışmıştık sizinle” Dedim.
🕯️
Yemekten sonra ödevimi tamamlamak için odama geçtim. Yemekteyken beni şaşırtan bir sürü şey vardı mesela Han'la Ege'nin nasıl bu kadar yakın oldukları ya da babasının beni köşeye sıkıştırır gibi sorduğu anlamsız sorular, babamın telaşlı halleri, ailem ile samimi bir aile olduklarını ya da olacaklarını düşünmüştüm düşünceme zıt gerici bir ortamla karşılaştım.
Odamın kapısını kapatıp saçımdaki tokayı ve burnumu nötrlemek için taktığım gözlüğümü çıkardıktan sonra yarım bıraktığım ödevimi tamamlamak için minik resim atölyeme geçtim.
Saat çoktan gece üçü geçmişti ve ben hala yemekten sonra gelip oturduğum yerdeyim. Eğilmekten ağrıyan boynumu ovuşturup kollarımı da esnettim, sabaha anca biticeğini düşündüğüm ödevimin sadece son dokunuşları kaldı. Misafirlerin gidip gitmediğinden bir haberim ama saat çok geç olduğu için gittiklerini düşünerek kendime kahve yapmak için odamdan çıkıp aşağı katta ki mutfağa ilerlemeye başladım. Mutfağın kapısındayken duyduğum takırtı sesiyle duraksadım. Yarım olan mutfak kapısından içeriye bir göz attım, karanlıkda su içen abimi görünce kapıyı ittirip içeri adımladım.
“Han niye karabasan gibi geziyorsun ışık açma adetin yok mu?” Masanın etrafından dolaşıp tezgâhın orada ki Han'ın omzuna bir tane geçirip aspiratörün loş ışığını açtım. Han'ı görmeyi beklerken gördüğüm yüzle ufak çaplı bir şok geçirip çığlık atmamak için kendimi zor tuttum.
“Sonunda odandan çıkabildin Jane.” Dedi elindeki bardağı bırakıp tezgaha yaslanmış olan benim üstüme doğru yürümeye başladı.
“Sen niye hâlâ buradasın?” İyice dibime giren bedeniyle gidicek yerim kalmadığı için iki elim ile tezgâhdan güç alıp kendimi yukarı çektim ve bunu yaptığıma anında pişman oldum eşitlenen boylarımızla yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve kısık sesle,
“Jane beni hatırlamıyor musun gerçekten?” Dedi.
🕯
Bölüm sonu...
Yazım hataları ya da mantık hataları varsa yorumlarda belirtmekten çekinmeyin.
Amo vuestras almas tocando mi alma.
N.Ç
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
