15. Bölüm

on beş: “Anne ben nasıl ölünür bilmiyorum.”

Rosiee
rose_roar

 

 

Indila - Mini World ile yazılmıştır.

 

 


" Bugün, artık istese , yarasını ailesi ile sarabilir. "

 

 

🌼


Aynanın karşısına geçmiş uykusuzluktan ve çok ağlamaktan moraran göz altlarımı kapatmaya çalışıyordum. Pek de başarılı olamasam da bu konuda yine de şimdi aynadaki görüntü birkaç dakika öncesine nazaran daha iyiydi. Ellerimle saçlarımı taradım ve bol bir şekilde ördüm. Sonra üzerimdeki siyah elbiseyi sanki toz varmışçasına birkaç kez silkeledim.

Siyah, bu günlerde gördüğüm tek renkti. Yas vardı evlerimizde. Ama en çok da onun yüreğindeydi ya ...

Aynaya son kez bakıp derin bir nefes alıp verdim ve vakit kaybetmeden mutfağa koyduğum saklama kabını alıp evden çıktım. Karşıki eve ulaşmam sadece on üç adımıma denkti. Kapı ziline basmam da çok kısa sürmüştü. Zira artık bir şeylerin çok daha iyi farkındaydım. Zamanın çok da bir değerinin olmadığı gibi. Öyle ki bu düşünce aklıma her sirayet ettiğinde işlerimi hızla yapmaya çalışır olmuştum. Aklıma geleni geldiği an yapmak istiyordum, söyleyeceğimi söylemek. Söyleyebileceklerimi...

O da değildi aslında, sadece bir düşünce değildi bana böyle yaptıran ve sanki zorlayan. Korku. Korku idi. Korkuyordum, zamanın hiç kıymeti yoktu. Sen geçmiyor sanıyorken bile aslında çok hızlı ilerliyordu. Zamanın hiç kıymeti yoktu, umduğun çok da olmuyordu. Duygular, yaşanmışlıklar hep aynı yerinde idi. Hani zaman... Her şeyin ilacı idi? Yalan söylemek ve o yalanlara inanmak çok kolaydı. Öyle olmasa gözlerimizin önünde genç bir adam günden güne iyi olmak yerine daha da kötü olur muydu? Olmazdı ama o her gün ama her gün sanki üstüne kürekle toprak atılıyor gibiydi, o gün onun için kazılan mezarına kendi isteği ile uzanmışken.

Aralanan kapının ardından Melda teyze görünmüştü. Yüzü yorgun ve kederli.

Herkes çok üzgündü. Günlerdir kimse doğru düzgün kendinde değildi. Birimizin acısı hepimizin acısı olmuştu. Ama ne bir başkası ne de ben... Hiçbirimiz ondan sonra en çok yüreği ağrıyanın karşımdaki kadın olduğunu inkar edemezdi. Çünkü bir anne günlerce ölüden çok da bir farkı olmayan oğlu ile aynı çatı altında yaşıyordu. Yaşı kaç olursa , yaşanmışlığı ne olursa olsun usanmadan bir umut ışığı için çabalayıp duruyordu evladının acısını kendi içinde hissederken ve her gece ve gündüz onun acısını sırtlanabilmek - onu rahatlatmak için dualar ederken. Bir anne için evladının mutsuzluğu, hüznü en büyük kederdi. Hissediyordum ve görmüştüm. Gerek annemde gerek Melda Teyze'de.

Melda Teyze her güne yeni bir gün diyerek başlıyor bir sürü şeyler hazırlıyordu Rüzgar için. Yemekler, tatlılar... Arkadaşlarını çağırıyordu, sevdiği programları televizyondan açıp sesini duysun diye yükseltiyordu. Kapısına dayanıp diller döküyordu ona iki dakika da olsa odasından çıksın diye - bir şeyler yesin diye , yalvarıyordu. Karşılığı yoktu ama o pes etmeden her saat uğraşıyordu. Yorgundu. Sırtında kabul etmese de çok yükü vardı. Yine de evladı için değerdi.

Annem. Elinden Melda Teyze kadar olmasa da hiçbir şey gelmiyordu lakin o da benim için çabalamaktan vaz geçmiyordu. Geceleri benimle yatıyordu ve benimle birlikte ağlıyordu. Saçlarımı seviyor , öpücükler konduruyordu.

Annem Rüzgar'ı da çok severdi. Oğlu gibi. Onun da acısını hissediyordu fakat oradaki 'gibi' edatı beni onda öncelik yapmaya hiç şüphesiz itiyordu.

Gitmemi istiyordu. Buradan uzaklaşmak, kendime yeni bir hayat kurmak... O , Rüzgar, burada bu halde iken imkansızdı isteği . Bunu o da biliyordu ama işte, anneler evlatları için çabalamaktan vaz geçmezdi. Yorulmazdı. Yine de ben Rüzgar'dan daha sağlıklı düşünebiliyorken daha iyi olduğumu göstermek için uğraş verebiliyordum, en azından gökyüzünde Güneş varken.

"Hoşgeldin kızım."

"Hoşbuldum Melda Teyze. Var mı bir gelişme?"

Her gün buraya geliyordum ve her gün aynı soruyu soruyordum. Cevabı da hep aynıydı. Öyle olacağını biliyordum üstelik.

Şu umut denilen şey... Bazen ne kadar salakça olabiliyordu.

"Ahh... Yok kızım. Hala odasında. Öylece duruyor. Tüm gün ya duvarları izliyor bomboş ya da eline aldığı birkaç fotoğraf ile sessiz sessiz ağlıyor. Yavrum benim... Ne olur ki en azından seslice ağlasa da azıcık rahatlasa... Ah ne olur!"

İçimde bir yerlerde kıpraşan duygu ile düşünmeden Melda Teyze'ye sarılıverdim. O da hiç düşünmeden kollarını bana dolarken biraz öyle kaldım. Saçlarını sıvazladım tek elim ile. Birkaç öpücük kondurdum son günlerde artan beyaz tellere.

"Sabırlı olacağız Melda Teyze. Ne kadar güvenimi azaltsa da gün geçtikçe zamanın her şeyin ilacı olduğuna hala inanıyorum. İnanmak istiyorum. Belki hiçbir şey geçmez ve eskisi gibi olmaz. Ama hafifler. Daha yaşanılacak hale gelir. Daha az hatırlarız. Benim hala umudum var. Var. Senin de olsun. Yıpratmamaya çalış kendini bu kadar. Biliyorum elde değil ..."

"Papatya." deyip o da saçımı öptü. Kollarını benden çekip yaşlı gözlerimin içine yaşlı gözleri ile baktı.

"Sağ ol kızım. Gerçekten sağ ol. Sen iyi bir insansın. İyi bir evlat , dost , aile... Hep yanımızda oldun. İyi günde kötü günde elinden gelsin gelmesin bir dayanak olmaya çalıştın. Sağ ol."

Sol gözümden bir damla akarken hızla bıraktığı izi silip gülümsedim mutlulukla. Bunları duymak güzeldi . Hissetmek apayrı idi.

"Ben, Rüzgar seviyor diye mantı yapmıştım. Yani buzlukta vardı önceden hazırlanmış. Onu pişirdim. Hani belki az da olsa canı çeker de birkaç lokma yer diye. Onu getirdim."

"İyi düşünmüşsün kızım. Rüzgar sizin mantıyı çok daha fazla sever normalden. İnşallah dediğin gibi olur da biraz yer."

Küçücük. Küçücük bir umut gördüm gözlerde. Ve o bile kocaman bir gülümsemeye sebep oldu. Hızlı adımlara, acele ile hareket edişlere. Bir çırpıda tabağa kondu mantı Melda Teyze tarafından. Sonra aynı kişi elinde bir tepsi ile hızlı hızlı merdiveleri adımladı. Arkasından da ben gittim ondan daha yavaş adımlar ile. Melda Teyze kapıyı tıklatırken ve mantıdan bahsederken o kadar ümitliydi ki ben bile buraya gelirken bu kadar ümit dolu değildim. Onun heyecanı bana da geçerken neredeyse o mantının yeneceğini düşünüyordum.

Ama... Öyle olmadı.

Ne o kapı açıldı ne de iyi kötü bir şey dendi.

Dakikalar. Evet dakikalarca uğraştı Melda Teyze o kapı açılsın , bir ses gelsin diye. En son artık ikimiz de onun sağlığından endişe duyarken önümdeki birkaç basamağı da hızla çıkıp kapıya ulaştım. Kapıya avuç içimle vururken ona seslendim. En sonunda içeriden kapıya bir cisim atılırken onun sesini de beraberinde duyunca nasıl rahatladığımızı anlatmaya kelimeler yetmezdi.

"Yaşıyorum!"

Birkaç saniye bir sessizlik oldu. Ben adrenalinden sebep derin derin nefes alıp verirken kapıdan gelen yüksek ses ile sıçrayarak birkaç adım geri gittim. Sonra kapıya bir yumruk daha vuruldu Melda Teyze tarafından ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir yandan da eli ile kapıyı yumruklamaya devam ederken ne yapacağımı bilmiyordum. Öylece bir elim göğüs kafesimin üstünde önümdeki bu görüntüyü izliyordum.

Sonra hıçkırıklar isyana döndü. Gözyaşları daha da çoğalırken farkında değildim ellerimin titremeye, gözlerimin ise çoktan ağlamaya başladığından.

"Hakkın yok!"

Derin nefesler aldı. Avuç içi ile bir kez daha vurdu beyaz kapıya.

"Bana bunu yapmaya hakkın yok! Bana evlat acısı yaşatmaya hakkın yok! Duydun mu... Duydun mu?! Yaşıyorken, sen hala yaşıyorken bana evlat acısı yaşatmazsın! Bir benzerini sen de yaşamışken üstelik..."

Son cümlesi sadece bir fısıltıdan ibaretti ama duymuştum. Karşımda benden onlarca yıl büyük olan bir kadın, üstelik ben onu anne yarım bellemişken, bu halde iken dayanamadım. Birkaç adım daha geriye gidip duvar dibine çöktüm öylece. Dizlerimi kırdım, çektim kendime doğru. Sonra yüzümü kapattım kollarımın arasına. Gözlerimi yumdum sıkıca ama bu bile engel olamadı göz yaşlarıma.

Sonra fısıldanarak söylenen o cümle daha gür söylendi. Ellerim kulaklarıma gitti.

"Sen de evladını kaybetmişken, bu nasıl bir acı bilirken bana bunu yaşatmaya hakkın yok! Benim yüreğim kaldırmıyor artık ağrıdan. Seni böyle görmek... Görememek! Yüreğimi dağlıyor! Öldürüyorsun beni. Beni de seninle birlikte gömüyorsun o mezara!"

Bu an , günlerin birikmişi idi. Susulan, dillenilmeyen cümlelerdi. Haykırışlar. Bu bir isyandı.

Ne kadar o sahne öyle durdu bilmiyorum. Ama ne zaman o kapıdan anahtarın çevrilme sesi duyuldu başımı ağrıtacak kadar büyük hızla kaldırıp oraya baktım. Melda Teyze bir an bile kıpırdamazken kapı aralandı ve ben günler sonra onu gördüm.

Çok... Çok kötüydü. Hayatımın hiçbir evresinde onu böyle görmedim ben. Sanki o , ondan gitmiş yerine başka biri gelmişti. Ama o , hala oydu. Gözlerinin rengi solmuş, bakışları yorulmuş ama hala aynı. Oradan anladım. Bu yorgun, tükenmiş adam Rüzgar'dı.

Rüzgar'ım.

Hayatımda belki de ilk defa onun için kullandığım o ek. İki harf. Sadece iki harf heyecanla beni yerimden doğrulttu. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken kocaman açtığıma emin olduğum gözlerim ile ona bakıyordum. O da ayakları dibinde duran annesine.

Kıpkırmızı olmuş gözlerinden arka arkaya yaşlar düştü birden ve o eğilip annesine sarılıverdi hızla. Sıkıca. Başını gömdü boynuna. Muhtaç gibi. Elleri annesinin saçlarında gezindi kıvrak kıvrak. Yok bir şey, der gibi.

Melda Teyze'nin yüzünü göremedim ama oğluna dolanan kollar güçlü bir o kadar da aceleci idi. Dudakları arasından hıçkırıklar duyulurken oğlunu sarıp sarmaladı. Öptü, kokladı. Sinesine daha çok çekti.

Hasretini dindirmek istedi. Onun iyi olduğuna inanmak istedi. Acılarını almak, ona koynunda bir yuva vermek ... Sonsuza dek orada saklamak istedi.

"Anne..."

"Annem!"

"Anne acıyor. Anne... "

"Geçecek. Geçecek annem."

"Anne! Anne geçmiyor. Anne... Dayanamıyorum. Yemin ederim. Ölemiyorum!"

"Sus! Sus! Sakın! Sakın de-"

"Anne acıyor! Çok acıyor! Ben nasıl baş edilir bilmiyorum. Özür dilerim özür dilerim. Özür dilerim! Özür dilerim!"

Doğrulan bedenim boynunu büküp tekrar kendi köşesine çekilirken duyulan hıçkırıklar artık bana da aitti. Ne onun acısı ne kendi acım ne de şimdi önümdeki bu sahne ... Gücümü benden söküp alıyorlardı. Omurgam kırılıyordu.

Dakikalarca orada ağlarken , Melda Teyze'nin telkinlerini - Rüzgar'ın acısını dinlerken bir duvar dibinden onlara eşlik ettim sessizce. Kendimi sonraya saklayıp dua ettim onun için. Yüreği hafiflesin diye .

"Allah'ım ona yardım et. Acısını dindir. Dinmeyecek gibiyse hafiflet. Ona güç ver, dayanma gücü ver. Sabır ver. Sen büyüksün. Her şeyi bilen ve duyansın. Duy sesimizi. Yardım et."


🌼


"Evet anne. İyiyim ve hasta olmadım. Hava soğuk ama sıkı giyiniyorum. Dikkat ediyorum kendime. Ve eğer izin verirsen biraz ders çalışmak istiyorum." derken elimdeki kahve kupasını masaya bırakıp sandalyeyi de çekip oturdum. Önümdeki notları karıştırırken aslında biliyordum. Annemin diyeceği başka şeyler vardı da o yüzden böyle lafı uzatıyordu. Onun diyeceğini beklerken nitekim de çok uzun sürmedi bu bekleyiş. Derin bir nefes alıp sonunda ağzındaki baklayı çıkardı.

"Dava sonuçlanmış."

Kağıtları karıştıp duran elim duyduğum iki kelime ile öylece dururken ne düşünmem gerektiğini , ne hissettiğimi bilemedim. Sadece susup devam etmesini bekledim cümlelerin. Ama biliyordum. İçimde bir korku vardı. En başından beri. Rüzgar'ın gittiği günden beri. Onun için korkuyordum. Güneşle olan bağlantısı kesilir diye aklım çıkıyordu. Dört yıldır. Dört yıldır her aklıma geldiğinde sanki dört duvarın arasına kapatılırmış gibi oluyordum. Nefes almak zorlaşıyordu. Şimdiki gibi.

Kalkıp pencereyi açıp soluklanmaya çalıştım.

"Adına takipsizlik dediler ama ne olduğunu biliyorsun Papatya. Sorun yok. O hep dışarıda kalacak. Rahatla sen de."

Bir şeyler daha dedi. En sonunda veda ederken bir iki kelime de ben söyleyebildim. Telefon kapandı açtığım pencereyi kapatmadan banyoya adımladım telefonu da önünden geçtiğim koltuğun üstüne atıp.

Banyo kapısını açıp acelem varmış gibi musluğu açıp hızlı hızlı, avuç avuç su çarptım yüzüme. Ellerim lavabonun kenarlarına yaslı, musluktan şırıl şırıl sular akmaya devam ederken aynadan kendimle göz göze geldim.

Gülümsüyordum.

Bu görüntü beni şaşırttı nedendir bilinmez ama devam ettim. Gülümsemeye. Sırıtmaya. Gülmeye. Ve kahkaha atmaya başladım birden. Ama bu ağlamadan önce gelen bir kahkaha değildi. Dolu dolu , gerçek bir mutluluk çığlığıydı.

Mutluydum.

Rahattım. Artık rahattım.

O nerede bilmiyordum ama artık bir engel yoktu. Özgürdü. Resmi olarak özgürdü. Babası sözünü tutmuştu. O artık , istese, ailesinin yanına gidebilir. O artık ülkesine dönebilir.

İşte bu farkındalıktı beni böyle deli gibi güldüren. Dişlerim alt dudağımı dişlerken musluğu kapatıp ellerimi saçlarımdan geçirdim. Ensemde birleşirken iki elim dar alanda volta atmaya başladım. Sanki içim içime sığmıyordu. Uzun süre sonra ilk defa. İlk.

Bugün , artık istese, yarasını ailesi ile birlikte sarabilirdi.

Beni rahatlatan , huzura erdiren de buydu.

 

🌼

Bölüm : 28.01.2025 21:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...