
“Bir zamanlar ben de böyle idim.”
🌼
"Teşekkür ederim. Kolay gelsin."
Günlerden çarşamba idi, komiteler pazartesi başlamıştı bile ve ben on buçuktaki sınavıma son bir kez daha çalışabilmek için saat tam sekizde buradaydım. Şimdi ise binanın giriş katında yer alan küçük kantinden bir kahve almış topuklu ayakkabımdan yankılanan tak tak sesleri ile seri adımlarla asansöre doğru ilerliyordum. Çıkacağım kat üçtü aslında ve normalde asansör kullanmazdım. Sadece yarım saat kalmışken sınava vakit kaybetmek istemiyordum.
Elimdeki kahve bardağına dikkat etmeye çalışırken bir yandan da birilerinin bindiğini ve kapılarının kapanmak üzere olduğunu fark ettiğim asansör ile refleks olarak yüksek sesle seslendim.
"Asansörü tutar mısınız?"
Hemen sonrasında kendimi frenlesem de içeridekinin sesimi duyması ve kapı kanatlarının arasına elini uzatması aynı saniyelere denk geldi. Böylelikle ben de yavaşlayan adımlarımı tekrar hızlandırdım. Nihayetinde asansöre ulaşınca içerideki kişiye teşekkür etmek için gülümseyerek konuşmaya başlamıştım ki gördüğüm kişi ile yüzümdeki ifade şaşkınlığa evrildi. Ister istemez.
Kapıyı tutan kişi Kerem'di.
"Papatya... Günaydın." diye seslendiğini duydum. Sesi biraz kısık çıkmıştı. Yüzündeki ifade de biraz çekimserdi zaten.
Içine düştüğüm şaşkınlıktan hızla kurtulurken ona gülümsemeye çalıştım. Dışarıdan başarılı olduğuma inanıyordum.
"Günaydın. Ve şey, teşekkür ederim kapı için."
"Rica ederim, ne demek..."
Birkaç saniye sustu. O sırada ben de yönümü kapıdan tarafa çevirip gideceğim kata bastım. Kapılar kapanmak için ses verirken sesini tekrar duydum. Yine ses tonu çekimser duruyordu. Aslında şimdi ikimizin de bu şekilde davranması için bir sebep yoktu. Güzel bir gün geçirip kahvaltı yaptıktan sonraki ilk karşılaşmamızda çekingen durmamızı ve konuşurken düşünmemizi gerektirecek bir şey olmamıştı. O günü güzel bir şekilde tamamlamıştık. Bunu biliyordum tıpkı onun da bildiğini bildiğim gibi. Lakin kendimce bir sebebim varken yine de onun geri durması garip geliyordu. Ya da belki hiç garip değildi. O günün üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmişti. Ve bu zaman diliminde onunla bir iletişimim olmamıştı. Neler olduğunu ya da neler düşündüğünü bilemezdim.
"Nasılsın?"
"Iyiyim. Sen nasılsın?" diye cevapladım onu ondan tarafa dönerek. Hafif de gülümsedim ona. En azından öyle umdum. Aksi için bir sebep yoktu ama yine de şu an az da olsa gergin hissediyordum ve bu hareketlerine yansıyabiliyordu kontrolsüzce. Bu da bir etken olabilirdi aslında Kerem'in de bu şekilde davranmasında.
"Ben de iyiyim. Sınavlar nasıl gidiyor?"
"Güzel gidiyor. Senin?"
"Sevindim senin için. Benim biraz zor. Bir yandan staj bir yandan sınavlar derken... Zor oluyor işte. Öyle."
Konuşurken bir an sesi normal seviyelere çıkmıştı. Sonra ise birden aklına bir şey gelmiş de azalmış gibiydi. Nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Yine de ona dönüp " Halledersin sen." derken asansör durdu ve kapılar açılmak üzere ses çıkardı. Ona tekrar dönüp görüşürüz demek istedim ama aynı zamanda istemedim de.
Saf değildim. O gün o mutfakta duyduğum konuşmanın ne anlama geldiğini anlayabiliyordum. Bu gerçekten yaklaşık bir hafta da kaçıyordum ama. Sanki hiç öyle bir şey duymamışım gibi devam ediyor, aklıma getirmemeye çalışıyordum. Ama şimdi... Onu tekrar görünce... Ne hissettiğimi anlayamadım. Bir şeyler vardı bende lakin. Tuhaf bir şeyler. Şimdi. Onu görünce hissettiğim ona dair bir şeyler. İyi mi kötü mü onu bile hissedemedim. Fakat , fakat bir an kahvaltı yaptığımız günkü gibi olmak istedim. Onunla böyle çekingence konuşmak, konuşurken tereddüte düşmek hoşuma gitmedi. Yine de engel olamadım kendime şu birkaç cümlede dahi gerilmemekte. Böyle bir gerçeği biliyorken de tepkisiz kalabilmek zordu zaten. En azından benim açımdan öyle idi.
Eşikten bir adım atmışken ileri doğru hafifçe geriye döndürdüm başımı. O an hafif kaşlarını çatmış sanki benden gerçekten de bir ' görüşürüz' kelimesini bekliyor gibi duran surat ifadesi ile karşı karşıya kaldım. Ve dudaklarım saniyesinde aralanıp ona istediğini verdi.
" Görüşürüz. "
Tanıdıktı. Tek bir kelime ile yüzünün ışıldaması bana çok tanıdıktı. Çünkü bendim bu. Bir zamanlar ben de böyle idim. Tek bir kelime ya da sadece tek bir bakış ile bile mutluluktan yerimde duramadığım günlerin olduğunu hala hatırlarım. Ve şimdi emindim işte. Biliyordum, düşünüyordum ama duyduklarım fark ettim ki şu anda emin olmama yetemezken onun sadece gülen gözleri buna yetebiliyordu.
Emindim. O... O benim için duygulara sahipti. Ve bu duygular benim sadece 'duygu' diyebileceğim kadar basit değildi. Bunu bana yeşil gözlerindeki mutluluk ile bakan o ve bir zamanlar aynada gördüğüm mavi gözler söylüyordu. İkisi de aynı hislere sahipti. aynı ışıltılara ve aynı umuda... Belki de umuttan çok yetinebilme hissi.
Orada kendi gözlerimi görmek ellerimi titretirken ayakkabımın topuğu girişteki çıkıntıya takıldı ve ben sendelerken o kolumdan tuttu hemen.
"Papatya! İyi misin? Eline de kahve döküldü."
Endişesi sesinden o kadar belli idi ki elime hafifçe dökülen kahveyi bile o demese fark edemezdim. Cebinden bir mendil çıkardı ve elimi tuttu bir eli ile aceleci bir hareketle. Diğeri ile de kahvenin izlerini sildi hemen çok bastırmamaya dikkat ederek. O sırada asansörden sesler gelirken aceleyle elimi ondan çekip geri adımladım.
"Teşekkür ederim. İyiyim."
Elleri havada kalırken bir saniye kadar kendini toparlayıp bana döndürdü bakışlarını ve tebessüm etti sadece. Mendil olmayan eli ensesine doğru giderken aslında bunu ne kadar çok sık yaptığını düşündüm. Acaba bunu gerildiği için mi yoksa utandığı için mi yapıyordu... Ya da başka bir sebeple... O an bunu bilmek istedim.
Kendi içimde bir tık saçmaladığımı fark edince tekrar görüşürüz deyip ilerlemeye başladım ki zaten asansörün kapıları da nihayet kapanıyordu. Fakat ben arkamı döndüğüm an tekrar sesini duydum.
" Papatya! "
Geri ona doğru döndüm. Kahve bardağının olmadığı elimle giydiğim salaş - uzun eteğin kumaşını avuçlarım arasında kıstırırken soran gözlerle baktım ona. Ellerini kapının iki yanına yaslamış bir şekilde kapının kapanmasına engel oluyordu.
"Sınavdan sonra kahve içmek ister misin?"
Bunu sordu hızlıca. Meraklı ve ümitli bakışlarla yaptı bunu. Sonra yine bir zamanlarki ben gibi davrandı. O sorarkenki heyecanı kayboldu. Yüzü düştü ve dudağının ucuyla bir cümle daha iliştirdi ortaya. Az önceki kadar canlı değilken sesleri iki yana yasladığı elleri oradan ayrıldı.
"Kahven döküldü ya... O yüzden demiştim."
O yüzden değildi sadece. Biliyordum. Anlayabiliyordum. Çünkü bazen birilerini daha çok görebilmek için sırf en ufak bir şeyi bile koca bir sebep yapabiliyordunuz.
"Aslında yarınki sınava bakacaktım ama..."
Sözümü tamamlamama izin vermeden zaten düşen yüzü ile kendince cevabını aldığını saydı ve konuştu.
"Haklısın, düşünemedim."
Dudaklarım aralandı hızla yanlış anladığını söylemek için. Ama o benim cevabımı alamadan kapılar çoktan kapanmıştı.
🌼
Sınavın bitmesi ile eşyalarımı toplayıp sınıftan ayrılmak üzere oturduğum yerden kalktım. Sınav sonrası değerlendirmesi yapan birkaç kişi o sırada bir şeyler sorunca onlara cevap versem de pek uzun kalma taraftarı değildim. Bu yüzden hızlıca oradan ayrılıp kendimi koridora attım ki orası da çok farklı değildi aslında. İnsanlar sınavdan sonra sınav hakkında konuşmayı derste bir konu üzerine konuşmaktan daha çok seviyordu ve ben bunu asla anlayamıyordum.
Bir yandan kabloları birbirine girmiş olan kulaklığımı düzeltmeye çalışırken bir yandan önüme gelip duran saçlarımı geriye iterken aklım aslında Kerem'de idi. Üzülmüştü. Bu o anki ifadelerinden çok net belli oluyordu. Halbuki cümlemin devamını duysa idi üzülmesine gerek kalmayacaktı. Ama o kendi içinde zaten bir noktaya oturtmuştu cevabını. Onu anlayabiliyordum ama. Ümitsiz bir sevginin ne demek olduğunu bilirdim. Lakin yine de... Onun bu kadar ümitsiz durması, nasıl desem ki... Bilmiyordum ama kendi durumumla karşılaştırınca çok da ümitsiz gelmiyordu. Tabii o ne düşünüyor ve hissediyor bilemezdim. Tıpkı kendimin de ne hissettiğini ve şu durumda ne yapacağını bilmediğim gibi. Kaçıyordum, olduğu yere kadar.
Önümdeki insanlara dikkat ederek ilerlemeye çalışırken içecek bir şeyler almanın iyi olacağını düşündüm. Bu defa binanın yan tarafındaki küçük bir kafe tarzı olan yere doğru adımlamaya başladım sınavda iken yağan yağmurdan dolayı ayakkabılarımın altından şıp şıp sesler gelirken. Oranın sütlü içecekleri daha çok çeşitli ve güzeldi.
Kafeden içeriye girerken yüzüme vuran sıcak hava aslında az da olsa üşüdüğümü söylüyordu. Ellerimi yüzüme doğru sürtüp ısıtmaya çalışırken kasa kısmında birkaç kişinin beklediğini gördüm. Ben de hemen onların arkasında sıraya girerken ne içeceğimi de düşünüyordum bir taraftan. Duvardaki afişlere bakmaya karar verip cüzdanımı çıkarmak için eğdiğim başımı kaldırırken onu gördüm. Yağmurun izlerini hala taşıyan camların tarafındaki bir masada tek başına oturuyordu. Düşünceli görünüyordu, başı biraz eğilmişti ve saçlarının uzun olan uç kısımları alnına doğru dökülmüştü. Masanın üstündeki kalem kutusu ile oynuyordu aynı zamanda da.
Bu görüntü canımı acıttı o an. Kendimi gördüm tekrar onda.
Anlatacak ve onu anlayacak kimsesi olmadığı için odasının penceresinden gece boyunca ayın ışığını izleyip kalbindeki kişiyi düşünen Papatya'yı gördüm. Onun yalnızlığı ve onun yangını...
Ona mı üzüldüm yoksa geçmişteki kendime mi, emin değilim aslında. Ama üzülmesin istedim. O da benim gibi olmasın istedim. Bir kişinin daha kalbi bir aşk yüzünden sancımasın, yalnız kalmasın istedim. Bu yüzden de iki sütlü kahve alıp onun yanına ilerledim. O henüz başını eğdiği yerden kaldırmamışken elimdeki kahveleri masaya bıraktım. Çantamı astım sandalyeye ve ben otururken o anca kaldırıp başını bana baktı.
Yüzündeki ifadenin şaşkınlığa evrilene kadarki geçen süresinde onun ne kadar üzgün olduğu bir kez daha yüzüme çarparken elimden tek gelen masadaki kahvelerden birini ona doğru ittirmek oldu.
Önce bana baktı inanamaz gibi sonra ona doğru ittirdiğim kahve bardağına. Bir an algılayamadı sanırsam ne odluğunu. Birkaç saniye kadar çatık kaşlarla bardağa baktı. Hatta öyle ki bu beni yaptığım şey için sorgulatmaya itecekken neredeyse bakışları tekrar bana döndü ve işte o bakışta, o bakışta mutluluk ama en çok da heyecan vardı. Oturduğu sandalyede doğruldu, ellerini masanın üstünden kahveye doğru uzattı ama sonra sanki bu yanlış bir şeymiş de o hata yapıyormuş gibi hemen geri çekti. Ellerini masanın üzerinde birbirine kavuşturup yukarı kaldırdığı kaşları ile bana alttan alttan baktı. Evet, o uzun boyuna rağmen bana alttan alttan bakabildi.
O , bir şeyleri saklamak istiyor muydu ve bunun için uğraşıyor muydu bilmiyorum ama o konuşmayı duyduktan sonra yaptığı her hareket bana tam aksini söylüyor gibiydi. Belli ediyordu. Çokça. Önceleri de mi böyleydi bilemiyordum. Gerçi onunla geçirdiğimiz çok uzun zamanlar yoktu. Henüz o benim için hayatıma yeni dahil olmuş biri gibiydi. Bu yüzden anlayamamış olma ihtimalim yüksekti.
Ve kabul etmeliydim ki bu halleri çok tatlıydı. Çok güzeldi. Beni tıpkı şimdi olduğu gibi gülümsemeye zorluyordu. Ben de izin veriyordum işte buna.
"Cevabımı beklemeden gittin sabah ve ben de şimdi izinsiz oturdum ama... Umarım bir kahveye hayır demezsin."
O masaya otururken tek düşündüğüm daha fazla üzülmesindi. Bunun nasıl olacağı ya da benim üzerimdeki etkileri neler olur düşünmeden yaptım bunu. Ve bir haftadır kaçtığım o an, bu andı. Şimdi hemen bu anı kafamda tartmaya çalışırken aslında biliyordum. Şans veriyordum. Ona, belki de bize bir şans veriyordum. Ona karşı bir şey hissetmediğimden emindim. Ama onun beni mutlu ettiğini de hissediyordum. Hoşuma gidiyordu... O. Belki de hareketleri. Doğrusunu bilmek için erkendi. Lakin itiraf etmeliydim ki bu masaya oturduğum için pişman değildim. Değerdi. Sanırım değerdi yüzündeki gülümsemeyi görmeye. Evet, değerdi.
Sadece içimden gelerek , önünü arkasını düşünmediğim bu eylemin beni - bizi nerelere götüreceğini bilmiyordum. O an bilmek de istemedim zaten. Sadece o anın tadını çıkarmak istedim.
Bana gülümsedi.
Ona gülümsedim.
Belki de her şey bu kadardı işte. İki çift gözün birbirine denk geldiği an aynı anda içlerinin aydınlanması her şeyi bir kenara itmeye bir sebepti.
🌼
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |