13. Bölüm

on üç: kaç kere seslendim adını

Rosiee
rose_roar

 

John Legend -All of me ile yazılmıştır.

 

 

"Kaç kere adını seslendim?"

 


'Cause all of me loves all of you.'

 

'Give me all of you.'

🌼


Dört yıl sonra.


Apartmanın ağır kapısını neredeyse tüm gücümü kullanarak iterken bir yandan da kulaklığımın düğümlenen kablolarını çözmeye çalışıyordum. Tam o sırada kapı karşıdan uygulanan bir kuvvetle açılınca bir an dengemi kaybeder gibi olsam da ayakta durmayı başarabildim.

"Iyisin ya kızım?"

Başımı kaldırıp karşımdaki orta yaşlı adama baktım, bu apartmanda oturan ev sahiplerinden biriydi. Ona gülümseyerek cevap verdim.

"Iyiyim iyiyim Ahmet Amca. Hala şu kapıyı açmakta zorlanıyorum sadece."

"Ah , kaç kere dedim o Rasim Bey'e. Şu kapıyı bir değiştirelim para toplayıp diye. Kimse memnun değil canım bu durumdan. Biz erkekler yine açıyoruz iyi kötü ama sizler kızım... Bizim hanım da zorlanıyor hep açarken. Ama gel de bunu o cimri apartman görevlisine anlat!"

Karşımdaki adamın hararetli sesi ile bir an bocalasam da konuşma şekli komik geldiğinden kendime engel olamadan kıkırdayıverdim. Adamın gözleri saniyesinde beni bulunca yanaklarımıj kızardığını hissederken mahçup bakışlarımı ondan çektim.

"Şey... Kusura bakma Ahmet Amca. Dediklerinde çok haklısın. Ben saygısızlık yapmak istemedim."

Sesim duyduğum utançtan olsa gerek kısık çıkarken Ahmet Amca'nın birkaç saniye süren sessizliğinden sonra gelen gülme sesi ile rahatlayacak ona geri döndürdüm bakışlarımı. Aslında Ahmet Amca bu apartmandaki en deli dolu ve aynı zamanda en anlayışlı kişiydi , ondan çekinmem ya da beni yanlış anlayacak olmasını düşünmek yersizdi. Zira eşi de öyle idi. Ikisi de birbirini çok güzel tamamlıyordu. Karşımdaki dairede oturuyorlardı , bir de çok sonra sahip oldukları - yıllarca özlemini çektikleri - bir kız çocukları vardı tatlı mı tatlı ve beni çokça evlerine misafir etmişlerdi. Oradan biliyordum en çok onları, iyi insanlardı.

"Aman be kızım. Yine çok konuştum sabah sabah. Sen nereye , okula mı? Tabii okula, bu saatte nereye olacak! Şu havaya bak! Kapkaranlık. Sokak lambaları olmasa adım atılmayacak. Ankara'da kış bu sene geç geldi ama iyi geldi. Hem de ne iyi, lapa lapa kar var dışarıda... Aman diyeyim kızım, dikkat et kendine. Iti vardır , uğursuzu vardır... Gerçi bizim buralarda pek olmaz da , tedbiri elden bırakmamalı. Ben de bizim kız okula gidecek de kahvaltıya ekmek kalmamış, onu almaya çıktıydım dışarı. Al bak , birkaç da simit almıştım. Şimdi sen aceleyle düzgün kahvaltı da yapmamışsındır. En azından karnını pek tutar, derslerini daha güzel dinlersin. Aman kızım, güzel çalış derslerine he mi? Bizlerin sizler gibi yetenekli , en önemlisi de vicdanlı hekimlere ihtiyaçları var. Sakın unutmayasın, olur mu güzel kızım?"

Bu güzel kalpli adam bana hiç fırsat vermeden diyeceklerini sıralarken her cümlesinde dudaklarımdaki gülümseme daha da büyüyordu. Iyi hissettiriyordu, böyle insanlarla komşu olmak - onların yaşlarının aksine sahip oldukları cıvıl cıvıl enerjiyi hissetmek... Yaşadığını hissetmek gibiydi. Zira karşımdaki bu adam da hayatı her türlü zorluğa rağmen yaşıyordu. Seviyordu, sevmeyi biliyordu. Seviliyordu. Bir ailesi vardı , bir de evladı. Mutluydular, istediği her şey buydu ve o hepsine sahipti. Ve hepsinden de önemlisi bunlar dışarıdan bakan birinin söylediği cümleler değildi. Bunlar bizzat kendisinin söylediği cümlelerdi. Işte bu idi her şey. Mutluluğun gerektirdiği her şey...

En sonunda elindeki simiti zorla alıp kızı Elif'e ve eşi Esma Teyze'ye de bol bol selam söyledikten sonra kendimi bembeyaz kar tanecikleri ile kaplı Ankara yollarına atıverdim. Okulum kaldığım apartmana yakın olduğundan genelde yürüyerek gitmeyi tercih ederdim bugün de olduğu gibi. Bir elimdeki simiti yavaş yavaş yerken diğer elimdeki kulaklığı da zor bela düzeltip kulaklarıma geçirdim ve telefondan bir şarkı açıp dinlemeye başladım çok da yüksek olmayan bir sesle.

Ayaklarımın altındaki kar tanelerinin ezilişlerini hissediyordum, ayaklarımdaki çizmelere ve kalın çoraplara rağmen soğukluğu da ... Seslerini duyar gibiydim ezilen karların, yağan lapa lapa tanelerin açık bırakıp kabanın üstüne saldığım saçlarıma çarparkenki şiddetin, sokak lambaları ile aydınlanan sokaktaki tek tük insanın acelesinin - koşuşturmalarının , yavaş yavaş canlanan günün sesini...

Kulağımdaki melodi beni olduğum ortamdan soyutlayıp da başka yerlere götürürken kısa bir an buna izin verecek olsam da vazgeçmem çok kısa sürmüştü. Zira bana iyi gelmezdi, biliyordum. Hatırlamak... Olanları... Hayır hayır, olanları - yaşananları hatırlamak degil... Aslında öyle bir gerçeğin olduğunu hatırlamak bana iyi gelmezdi.

Biliyordum.

Biliyordum, yaptığım tek şey - kendime 'Geçti işte.' derken yaptığım telkinlerin hepsi birer kaçma girişimiydi. Doğru olmadığı biliyordum ama bu daha kolay ve daha acısız olanıydı. Hatta öyle ki yıllar önce babamı kaybettiğimde de aynısını uygulamıştım kendime. Sanki şey gibi... Hayatımda hiç baba faktörü olmamış gibi, ben hiç öyle bir adama ' baba' dememişim - hiç onu tanımamışım , hiç onu anılarımıza dahil etmemişim gibi. Sanki tek ailem annem ve abim olmuş gibi...

Yanlıştı, biliyordum. Sağlıklı değildi hiç , onu da biliyordum. Ama kolay ve çok daha acısız olanıydı bu iyileşmenin. Gerçi... Bu gerçek bir iyileşme miydi, ondan da emin değildim lakin öbür türlüsü de benim dayanabileceğim bir acı değildi .

Bazen dayanılmaz gelen yaralar için kendimize hayali yara bantları sarardık.

Bazen acılarımızı ortadan kaldırmanın tek yolu hiç olmamış gibi varsaymaktı. Doğru veya yanlış... Kime göre doğru kime göre yanlış ki? Bak , sonuç olarak yaşıyordun. Devam ediyordun bir şekilde hayata. Insanların istediği de bu değil miydi zaten? O zaman sorun neredeydi ki...

Kafamda çalkalanıp duran düşüncelere dalmış öylece ilerlemeye devam ederken aniden biri tarafından hızlıca sola doğru çekildim. Ne olduğunu anlamaya fırsat bile bulamadan hemen az önce adımladığım yoldan bir taksi kornaya basarak geçip gitti hızlıca. Kalbimin aniden artan ritmini soluk soluğa takip ederken gözlerim beni yolun kenarına çeken , aslında az önce benim hayatımı kurtaran kişiye kaydı. Gördüğüm kişi bende hafif bir şaşkınlığa sebebiyet verse de yerini minnettarlığa bırakması çok da sürmemişti.

" Iyi misin Papatya? Bir yerine bir şey olmadı ya?"

O endişe dolu , parlak , yeşil gözlerini üstümde gezdirirken aceleyle onda sabit kalan gözlerimi kırpıştırıp sıkıca tuttuğu kollarımdaki ellerinin üstüne ellerimi koydum. Onun elleri çok sıcaktı ve benim ellerim çok soğuktu. Bu tezatlığın getirdiği ani irkilme ikimize de bir adım geri attırmıştı.

Onu tanıyordum. Bizim okulda son sınıf tıp öğrencisiydi. Birçok kere aynı ortamda bulunmuştuk onunla. Üniversitede kendimi düşünmemek için en çok derslere vermiştim. Ilerleyen dönemlerde neler göreceğimi merak edip bazen hocalarımın da izni ile bazı derslere katılırdım. Üst dönemlerin sunumlarını dinlemeye giderdim, onlara verilen konferanslara da katılmaya çalışırdım bir şekilde. Tanışırdım da pek tabii üst dönemlerden birçoğu ile. Benim bu ilgim de onların ilgisini çekerdi. Işte o zamanlarda hep görürdüm Kerem'i. Ama hiç onunla konuşmamıştım ya da böyle böyle bir fırsatım olmamıştı. Sanırım biraz da ondan çekindiğimden idi bu. Neden bilmem ama ondan biraz çekinirdim hep. Aslında gözlemlediğim kadarıyla arkadaşları ile gayet eğlenceli de bir insandı. Ve onun dışında çok çalışkan. Onu en çok hocaların yanında bir şeyler sorarken ya da tartışırken görürdüm . Diğer zamanlar da okulun kütüphanesinde ve arkadaşları ile işte. Belki de ondan bu kadar çekinme sebebim buydu, kendisi okul birincisiydi ve geleceği çok parlak bir doktor adayı. Olmak istediğim kişi...

"Evet, evet iyiyim. Sayende... Çok teşekkür ederim. Sen olmasan belki de..."

"Şşt. Tamam. Iyiysen sorun yok."

Konuşmamı yarıda kesince aramıza birkaç saniye de olsa giren o sessizlikte sanırım ikimiz de ne yapacağımızı bilememiştik. O tekrar konuşmaya başlayana kadar da ben sadece susup gözlerimi ondan kaçırıyordum , o ise sadece bana bakıyordu.

"Aslında... Kaç kere seslendim adını. Ama sen duymadın."

Kelimeler birbirinden farklı bir sürü duygu hissettirebilirdi bir insana. Kullandığımız kelimeler bir insanı üzebilirdi, hayal kırıklığına uğratabilirdi. Yine kullandığımız kelimeler aynı insanı güldürebilir ve ona binlerce umut verebilirdi.

Bazen ise aynı kelimeler hiçbir anlam ifade etmezdi. Ama bazen de aynı kelimeler bambaşka bir anlamı taşırken öylece çıkıp havaya karışırdı iki dudak arasından. Ikisi arasında çok büyük farklar vardı. Ama sadece biz anladığımızda.

Ve bir ses tonu... Aslında dikkatli dinlediğimizde duyacağımız o ufacık tonlama kelimelerin gösterdiğini değil de hissettirdiğini anlamamıza yeterdi.

"Öyle mi? Duymadım seni hiç. Kulaklıklar vardı kulağımda, müzik dinliyordum. Aslında sesi de kısmıştım ama..."

🌼

 

Eveet, yeni karakter kilidi açıld. 🤓

Bölüm : 11.01.2025 23:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...