
“Fotoğraflarını çekmek istedim.”
” Gözlerine bakıyorum, gördüklerim renkler.
Gözlerine bakıyorum, gördüklerim senle ben. “
🌼
Sol elimde börek tepsisi varken sağ elimle de telefonu sağ omzuma koyup başımla orada sabitledim ve boşalan elimle kapıyı çekip kilitlerken bir yandan da telefon numarasını geçen gün aldığım Buse ile konuşmaya devam ediyordum.
"Geldin mi Buse? Neredesin?"
"Sanırım geldim, konumun gösterdiği yerdeyim. Hatta bir tane kafe var burada. Masal Kafe."
"Heh! Doğru yerdesin. Ben de merdivenlerdeyim. İniyorum şimdi."
Adımlarımı biraz hızlandırmaya çalışırken telefonu tekrar elime alıp bir süre eğik durduğu için hafiften ağrıyan boynumu esnettim. Gece yine geç bir vakte kadar ders çalışmıştım. Biraz da ondan sebep boynum ağrıyordu.
"Tamam canım. Bekliyorum. Acele etme sen." diyerek o telefonu kapatırken ben neredeyse bitirmiştim merdivenleri. Sonunda dış kapıya ulaşınca hala düzelmemiş dış kapı beni bir miktar zorlasa da açmayı başarıp kendimi dışarı atabilmiştim. Gözlerim etrafı tararken karşı kaldırımda duran Buse'yi görmem de çok uzun sürmedi. Beni fark etmesi için ona el sallarken neyse ki çok uzun sürmemişti beni fark etmesi de benim yanıma adımlamıştı yola dikkat ederek. Karşı karşıya gelince küçük bir sarılma gerçekleştirip nasıl olduğumuzu sorduk birbirimize kısaca.
"Ben sen biliyorsundur diye hiç ev adreslerini istemedim ama sanırım sen de bilmiyorsun ... " dedim buraya gelmek için bile sabah benden konum istediğini hatırlarken.
"Bu ilk gelişim. O yüzden bilmiyorum ama konum atmışlardı. Hallederiz bence. Olmazsa ararız. Alırlar bizi. "
"Doğru diyorsun. Yakınlar buraya diye biliyorum."
Buse sağ elindeki poşeti sol eline alırken telefonunu cebinden çıkarıp mesajlardan atılan konuma girdi. Onun önderliğinde ilerlerken çok da sürmemişti konumun gösterdiği yere gelmemiz. Benim oturduğum binanın hemen bir sokak gerisinde ve birkaç ev ilerisinde kalıyordu koordinat olarak. Buse yine de emin olmak için abisini ararken önünde beklediğimiz mor renkli apartmanın - bu semtteki her apartman renk renk boyanmıştı - ikinci katından bir ses duyunca oraya döndü ikimizin de bakışları. Buse gülümseyerek telefonu kapatıp el sallarken onun abisi olduğunu anlamam çok sürmedi. Sonra birlikte açılan apartman kapısından geçip ikinci kata çıktık. Bizi kapıda bekleyen iki adama hafifçe gülümsedim .
"Hoş geldiniz." derken onlar biz de "Hoş bulduk." dedik ve ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdik. Buse abisine sarılırken hemen ben de Kerem ile göz göze geldim. Ne yapacağımı bilemezken bana doğru adımlayınca ben de ona doğru ilerledim sanki buna programlanmışım gibi. Aramızda bir iki adımlık mesafe kalana kadar ilerleyip durduk. Kerem bir an gözlerini benden çekip etrafa baksa da çok sürmedi , sol elini hafiften belime doğru uzatıp bana eğildi. Ben de sağ elimle bana uzanan koluna dokunurken yanakları yanaklarıma değdi, hafiften sürtündü. İki yanağımızın arasında sanki bir kıvılcım oluşurmuş gibi hissettiğimizde ikimiz de hafiften gülerek birbirimizden uzaklaştık.
"Tekrar hoş geldin Papatya."
"Hoş buldum."
Gülümseyerek ona bakarken sağ taraftan gelen sesle oraya döndüm. Fatih tebessümle bana bakarken elini uzatıyordu.
"Ben Fatih. Tekrar hoş geldin."
"Papatya. Hoş buldum."
Kısa bir tanışmanın ardından Kerem ve ben mutfağa ilerlerken Buse ve Fatih hemen geleceklerini söyleyip yanımızdan ayrıldılar.
Kahvaltıya gelmiştik ama saat bire geliyordu. Hepimiz yakında başlayacak olan vizelere çalışıyorduk. Bu yüzden geç saatlerde uyuyabiliyorduk anca. Bu sebeple bu saati uygun görmüştük.
Elimdeki börek tepsisini tezgahın üstüne koyarken neye yardım edilecek diye etrafa bakındım. Hemen hemen her şey hazır gibi duruyordu.
"Ben de börek yapmıştım. Sabah pişirdim. Sıcak sıcak güzel olur diye. Bu arada yardım edilecek bir şey var mı? Her şey hazır gibi görünüyor ama..."
Hafiften kısık çıkan sesimle Kerem'e yönelik konuşurken yanıma adımladı ve belimden hafifçe ittirerek beni dikdörtgen şeklindeki masaya doğru ilerletti. Benim için bir sandalye çekerken oturmamı sağladı.
"Yardım edilecek hiçbir şey yok. Ayrıca sen misafirimsin. Lütfen otur ve keyfine bak Papatya. Ayrıca teşekkür ederim börek için. Niye zahmet ettin..."
İki elimi de kucağıma indirmiş bana eğilirken elinin birini oturduğum sandalyeye diğerini de masaya yaslamış adama alttan bakıyordum. Bu bir miktar beni utandırsa da yüzündeki güzel gülümseme sanki bulaşıcıydı. Ben de ona gülümsedim.
"Ne zahmeti... Elim boş gelmek istemedim."
Ona doğru bakarken dikkatimi üzerine çeken bir şey vardı. Gözleri. Yeşil ama aslında yeşilin içindeki asıl renkleri örten bir kalkan , bir cümbüş. Orman gibi. Sık ağaçların onlara sığınan renkleri sakladığı gibi. Mavi seçtim bir tutam oralarda. Birazı açık birazı koyu. Kahve de vardı sanki... Evet, vardı koyu mavilerinin hemen yamacında. Bu görüntüyle de şimdi bir sahili andırıyordu. Belki de o, ağaçlarla çevrelediği bir göle sahipti gözlerinde.
Nasıl tanımlamak gerekirdi gözlerindeki renkleri o an emin olamadım ama gözlerinin hayran olunası olduğundan emindim. Ve ben de dahildim o listeye sanırım. Şu an. İnsanı içine çeken bir ritmi vardı. Ritim... Evet, evet ritim. Renklerin ritmi. Şimdi bu tanım onun için en uygun olanı gibiydi.
Buse ve Fatih konuşarak içeriye girerken bu benim Kerem'deki gözlerimin ondan kopmasına sebep oldu hemen. O an , işte o an utandım. Yanaklarımın hafiften de olsa yandığını hissettim. Bilemedim çünkü. Ben oturduğum sandalyede, ona alttan bakarak gözlerini inceler ve tabiri caizse gözlerine tanımlar bulmaya çalışırken bunun ne kadar sürdüğünü bilemedim. Ne kadar süre ben ona , o bana baktı o üstüme eğilmiş bir vaziyette iken bilemedim. Ve içeriye giren abi kardeş... Bizi gördüler mi emin değilken yanlış bir anlaşılmaya sebebiyet vermek istemedim.
Nihayetinde Kerem eğildiği yerden doğrulurken ben de ister istemez oturduğum sandalyede kıpırdamadan duramadım. Gözlerimin ucu ile iki kardeşe baksam da yüzlerindeki ifadeden bir şey anlayamadım görüp görmediklerine dair. Yine de bu içimi rahatlatmadı desem yalan olurdu. Görmemiş olma ihtimalleri yüksekti sanki.
"Papatya börek yaptığını söylemişti. Ben de sütlü bir tatlı aldım geldim. Kahvaltıdan sonra çayla yeriz diye düşündüm."
"Eline sağlık Buse. Çok güzel düşünmüşsün. Hadi sen de otur masaya abiciğim de biz de abinle servisleri açalım."
Buse de yanıma gelip otururken masaya bir göz gezdirdim. Bir öğrenci evine göre fazla çeşit vardı aslında. Bugüne özel olduğunu düşündüm bunun. Çünkü ben de öğrenci evimde yaşıyordum ve çoğu zaman tek bir çeşit peynir ve beraberinde doğradığım bir domates ve salatalık ile kahvaltı yapıyordum. Bazenleri ise de bunlar tüm gün yediğim tek şey oluyordu. Hem okumak gerçekten masraflıydı - özellikle de tıp okumak - , bu yüzden hem de kolaya kaçmanın bize zaman verdiğinden.
Ortada klasik şeyler vardı. Bir iki çeşit peynir, domates, salatalık, zeytin, birkaç çeşit de reçel. Bunlar bile fazlasıyla yeterdi aslında. Daha ne olacak ki diye düşünürken Kerem elinde bir tava ile geldi.
"Umarım menemen seviyorsundur Papatya. Kendim yaptım diye demiyorum ama mükemmel yaparım. Buse bile pek yumurta sevmemesine rağmen afiyetle yer."
"Evet Papatya! Gerçekten güzel yapıyor. Sevmesen de en azından bir kere denemelisin. Pişman olmazsın. Güven bana."
Gülerek konuşan Buse'den bakışlarımı çekip bana merakla bakan Kerem'e döndüm. Kaşlarını hafiften çatması ile benden olumlu bir cevap beklediği belliydi. Bu beni güldürürken ona istediğini verdim.
"Evet severim ben de. Zaten kokusu da çok güzel geliyor. Eminim ki dediğin kadar vardır."
Bu cevabı beklediğini daha da belli ederken yüzünde güller açmış gibi oldu birden. Kocaman bir gülümseme yüzüne yerleşti ve hemen tabağıma birkaç kaşık menemen koydu bile.
"Lütfen hemen bir dene. Merak ettim tepkini."
"Önce herkes masaya otursun da öyle deneyeyim. " dememe kalmadan itiraz etti ve kenardaki ekmek sepetini uzattı bana. Başım sağ omzuma doğru düşerken bu heyecanı beni daha da çok güldürüyordü. Ve bu onu da mutlu ediyor gibiydi. En azından mimikleri bunu diyordu bana.
Bir dilim ekmek alıp ucundan kopardım. İki çift gözün bakışları üzerimde iken biraz çekinsem de biraz menemen ile dudaklarımdan içeri gönderdim. Hafifçe çiğnerken bana gözlerini hiç kırpmadan bakmaları hem komik hem de biraz gerici idi. Yine de hızla çiğnemeye çalıştım ki kabul etmeliydim. Dedikleri kadar vardı tadı. Bir an gözlerim kapandı lezzetinden. Mırıldanır gibi sesler çıkarıp kafamı sallarken beğendiğim açıktı zaten ama yine de dillendirdim.
"Gerçekten... Gerçekten çok güzel. Kıvamı ,tadı... Çok sevdim. Övünmekte sonuna kadar haklısın. Ellerine sağlık. "
Sonrasında hep beraber kahvaltıya başlamıştık. Biraz sohbet biraz gündem derken güzel saatlerdi açıkçası. Ve gerçekten de saatler sürmüştü kahvaltımız biz fark edemeden. Bunu en son masayı toplamak için kalkarken o saate kadar aklıma hiç gelmeyen telefonuma bakınca anlamıştım. Saat üç buçuktu. Doğruydu ama , insanlar mutlu olunca- güzel vakit geçirince zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyordu.
Buradaki en uzun tanışıklığım Kerem'e aitti. Yine de onu bile tam tanımıyorken bir masaya konuk olmuştum ve kendimi kapattığım o birkaç kişiden ibaret olan çevremden biraz daha soyutlanmıştım bugün. Hem de iki güzel insan daha tanımıştım.
Bugün, kendime verdiğim sözün bir adımı değildi aslında. Benim attığım bir adım değildi. Ama öyle olmuştu. Kerem beni sadece bir kahvaltıya davet etmişti onlara göre. Ama bu küçücük hareket bile beni kendi hayatım için inançlı olmaya yetmişti. Inanıyordum. Mutlu olacaktım , daha mutlu ve umutlu.
Ve bugün güzel bir başlangıçtı.
Lavabodan çıkıp salona doğru ilerlerken duyduğum isim ile adımlarım durdu. Sesler mutfaktan geliyordu.
"Abi Papatya biliyor mu?"
"Yok. Kerem henüz söylemedi."
"Yaa..."
Konuşanlar Fatih ve Buse idi. Ve Buse'nin sesi konuşurken şaşkın gibi çıkıyordu. Anlayamadım o an. Neyi bilmiyordum, Kerem bana neyi söylemedi henüz?
"Ama şey. Hani girdik ya biz mutfağa sabah. O zaman çok yakın görünüyorlardı. Papatya oturduğu sandalyeden ona bakıyordu, Kerem abi ona eğilmişti - bir eli masada diğeri Papatya'nın sandalyesinde... Vaow! Çok güzeldi abi. Bir an telefonumu çıkarıp fotoğraflarını çekmek istedim."
"Şşt! Tamam kızım. Sessiz ol. Duyabilir kız. Hadi al tepsiyi. Ben de çaydanlığı alayım."
Neden bahsettiklerini düşünmeye bile fırsatım olmamışken hızlı hızlı salona ilerledim ve yüzümdeki ifadeyi korumaya çalışırken yerime oturdum. Kapıdan girişimden itibaren beni takip eden Kerem'e dikkat çekmemek için hafif tebessüm ederken kafam karmakarışık idi aslında. Bizi gördükleri gerçeğini mi düşüneyim yoksa Kerem'in bana söylemediği şeyin ne olduğunu mu...
"Evet! Çaylar da geldi. Tatlıları da dilimledim."
Düşüncelerim bu kez de Buse'nin sesi ile bölünürken şimdilik düşünmeyi ertledim. Elbet ne olduğu ortaya çıkardı zaten, değil mi...
🌼
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
🌼
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |