
Teya Dora - Moje More ile yazılmıştır.
Ölmek istiyorum Tanrı’m, yapacak cesaretim yok.
🌼
Rüzgar
Ölüyor muydu? Yoksa zaten ölmüş müydü?
Vücudundaki acıyı hissetti, hala yaşıyordu. O zaman... O zaman ölecek miydi?
Henüz ölmemişse... Ama henüz ölmemişse neden nefes alamıyordu? Neden hareket edemiyordu? Neden konuşamıyordu?
Neden yaşadığına dair bir belirti göstermiyordu?
Vücudundaki acı kendini hatırlattı o an , bak yaşıyorsun der gibi.
Gözlerinden bir damla aktı, yanaklarından süzülüp gitti. Gecenin karanlığında kimsenin onu göremediği gibi o tek damla da sessizce kaybolup gitti.
Nefes almaya çalıştı. Kaburgalarının derisine delmek pahasına battığını hissetti. Tekrar denedi, tekrar. Acı geçmeyince razı geldi, o acı ile birlikte soludu birkaç yudum.
Ciğerlerine nefes girdi, hissetmedi. Zira hâlâ nefes alamıyordu.
Eli boynuna gitti. İlk defa... İlk defa eline bir şey gelmedi. Orası , bomboştu. Boynu bomboş…
Kolyesi yoktu. Ona güç veren kolyesi yoktu. Tıpkı ailesinin de olmadığı gibi yanında.
Mutluluğa eremediği ailesinden kalan son hatırası da artık yoktu ellerinde.
Almışlardı. Onu, ondan almıştı bu ıssız caddede gezen birkaç hırsız. Aldıklarını düşündükleri tek şeyin basit bir kolye olduğunu sanarlarken onun canını yakanlar o, kendinden oluyordu şimdi.
Kendinden oluyordu. Yok oluyordu. Tükeniyordu.
Bağırmak istedi, ağlamak. Doyana kadar , acısı dinene kadar ağlamak istedi. Hıçkırmaya çalıştı, yapamadı. Dili tutulmuş, bedeni hissizleşmiş gibiydi. Ama acıyı hissediyordu. En içinde o acıyı hissediyordu. Zaten o , hiç dinmiyordu ki…
Onu bitiriyordu o acı. Dayanamıyordu.
" Hayır. " diye fısıldadı. Sesini kendisi bile duymadı ama zayıflayan bedeninde kendilerini saydıran kemikleri battı tenine. Acıttı. Ama daha zaten beterini hissetmişti.
Bir damla daha kayboldu karanlıkta gözlerinden. Intihar etti sanki, o da istedi. Ölmek. Uzun bir süredir istediği de en büyük şeydi. Ama yapamazdı, biliyordu.
Kendini öldürmüyordu çünkü yapmaması gerektiğini biliyordu. Ailesi üzülürdü.
Kendine iyi bakması gerekiyordu ama yapamıyordu. Ailesi üzülüyordu.
" Üzülmesinler. "
Dudakları sadece kıpırdandı birkaç harf için. Konuştuğunu sandı o halbuki. Uzun zamandır da yaşadığını sanıyordu zaten. Çok üstelemedi. Elini yandaki duvara yasladı, doğrulmaya çalıştı. O hırsızlara engel olmaya çalışırken kaç darbe aldığını bilmediği bedeni yapamadı, doğrulamadı.
Tekrar denedi. Olmadı.
Bir kez daha... Olmadı.
Tekrar tekrar denedi. En son birazcık da olsa doğrulmuşken bu defa ayakları taşıyamadı onu, düştü çok da uzaklaşamadığı yere.
Dudaklarından bir isyan döküldü hıçkırırken: " Ulan... Ulan ne istediniz? Tek bir kolye. Onu değerli yapan içindeki fotoğraflar olmasa beş para etmez. "
Sustu. Gözlerinden ardı ardına yaşlar dökülürken ağlamaya başladı.
" Etmez ulan! Beş para etmez o! Ben vermek istemedim diye mi değerli sandınız... Dedim size ya, dedim. Para etmez o , dedim. "
Arkasındaki duvara başını vurdu birkaç kez. Yapamamıştı işte. Ne ailesini koruyabilmişti ne de onlardan kalan son hatıralarını. Belki de haklılardı, ondan gitmekte haklıladı. Daha kendisine bile bakamıyordu ki onlara baksın, korusun onları.
Bedenine baktı. Yırtılmış ve kan , kir olmuş pantolonuna. Havanın soğukluğuna rağmen giyecek başka hiçbir şeyi olmadığı için giydiği ince bir kazağa baktı sonra da .
Rezil haldeydi. Sefil durumda idi. Salağın, güçsüz bir acizin tekiydi.
Aptaldı. Hiçbir haltı beceremiyordu. Canı çok yanıyordu ve sonra sadece ağlıyordu. Bir de içiyordu. Parası yoktu, karnı açtı ama o eline geçen üç kuruşla sürekli içiyordu. Sonra da sızıp kalıyor ya da böylelerinin saldırısına uğruyordu. Tek yaptığı buydu. Evet, buydu.
Kendini buna inandırdı. Bir anda acısı yerini kendine duyduğu öfkeye bıraktı. Gözlerinden akan yaşların teninde bıraktığı ıslaklığın soğukluğunu duyumsadı ve kendine bir tokat attı aniden dudağının kenarındaki yaranın kanamaya başladığından haberi olmazken.
Bir tane daha ve bir tane daha. Tam üç tokat. Melisa için ve bebekleri için.
Eli tekrar yanağına giderken durdu, bu ne içindi? Kim için? Kendisi için mi? Hayır, kendisi için değildi. Kendisi için olsa bir tane ile yetinmezdi.
Gözlerinin önüne bir sima düştü sonra. Çok iyi tanıdığı bir sima. Gözleri kapandı. Göz kapaklarında asılı kalan birkaç damla aşağı düşerken dudakları arasından soluğunu bıraktı.
Papatya.
Neden herkese ve kendine acı veriyordu? Neden kimse onunla mutlu olamıyordu? Niyeydi bu kadar mutsuzluk ve acı, niye... Kötü biri miydi? Kendi de acı çekiyordu ama. Çok acı çekiyordu hem de. Yoksa bu da cezası mıydı onun...
🌼
Ne kadar zaman geçmişti ki bu şehre geleli? Ya bu şehrin adı neydi? Neredeydi? Nasıl geldiği de meçhuldu ya zaten.
Cevapları yoktu onda. Ama daha iyiydi. Toparlanmaya çalışıyordu yaşayabilecek kadar en azından. Çok bir beklentisi de yoktu zira.
Ilerlemeye devam etti. Ara bir caddede , pek tekin insanların olmadığı bir yerde olduğu belliydi. Karşısına çıkan market denemeyecek kadar küçük bir dükkanı görünce elleri ceplerine gitti. Fazla parası yoktu, biliyordu. Aslında onun para kazanabilecek bir işi de yoktu. Pek tabii normal insanlar gibi bir işte çalışabilecek gücü henüz kendinde bulamıyordu ki öyle bir izni de yoktu zaten. Önüne bazen küçük işler çıkıyordu, onları yapıyordu. Bazen bir dükkana gelen kolileri taşıyordu, bazen alışverişten dönen yaşlı insanlara yardım ediyordu para karşılığı, bazen de... Işte ne çıkarsa karşısına onu yapıyordu. Ya karın tokluğuna ya da çok cüzi miktarlara.
Aslında insanlar onun dış görünüşüne bakıp onunla doğru düzgün konuşmuyordular bile. Yine de bazı insanlar vardı ki ya iyiydiler ya da kendilerine köle arıyorlardı. Işine geliyordu işte onlar da. Ne diyebilirdi ki...
Eskimiş ama öncekine göre daha sağlam olan pantolonunun - bunu da atık giysi kutusundan almıştı - ceplerini de kurcalarken eline birkaç bozuk para geçti. Yetip yetmeyeceğini bilmiyordu ama hava karmak üzereydi. Birazdan karanlık çökecek ve o yine düşünceleri ile , kendisi ile yalnız kalacaktı. Zihnini susturmaya ihtiyacı vardı.
Dükkandan içeri girip ihtiyacı olan şeyleri bulmak adına etrafa bakarken kasadaki adamın da ona baktığını hissediyordu. Çoğu zaman olduğu gibi üstündeki giysilerden dolayı dilenci ya da hırsız olduğunu düşündüklerini sandı. Yine de çok aldırış etmedi. Aradığını bulunca fiyatına baktı hemen. Bir de elindeki paraya, yetiyordu. Hemen kasaya gidip parasını ödedi ve oradan hızla ayrılırken istediklerine zıt olarak yalnız kalabileceği bir yer aramaya başladı.
Tüm gece beyni susana kadar içip bir köşede sızacaktı. Neredeyse bir yıla kadar yakın süre boyunca çoğunlukla yaptığı gibi.
🌼
Tarihten haberi yoktu. Ama çok zaman geçtiğini biliyordu. Ya da hâlâ dinmemek için ısrar eden acıları ona öyle hissettiriyordu. Emin değildi.
En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu. Ama açtı, canı güzel bir şeyler yemek istiyordu ve bu uzun zaman sonra hissettiği tek güzel şeydi.
Acıkmak ve canının güzel bir şeyler yemek istemesi onun için çok güzel bir şeydi. Yaşadığını hissetti.
" Yaşıyorum. Normal insanlar gibi canım bir şeyler istiyor. "
Saçmaydı çoğu insan için sevindiği sebep, şimdi şu yoldan geçen birini durdursa ve sorsa ' Acıktım ve canım güzel bir şeyler yemek istedi. Bu sevindirici bir haber değil mi ? ' diye muhtemelen önce garip garip yüzüne bakar ve sonra hızla yanından uzaklaşırdı. Biliyordu. Umursamadı. Azıcık da olsa mutlu olmaya devam etti.
Ne istiyordu ki canı, ne yiyebilirdi şimdi bulup da ? Ceplerini yokladı. Dünden kazandığı para duruyordu aslında, bir restorana girse güzelce bir şeyler yese... Ama sonra bakışları kıyafetlerine kaydı. Kimse almazdı ki onu bu halde. Halbuki atık giysi kutusundan daha iyi giysiler seçmeye çalışıyordu.
Düşünerek ilerlerken burnuna algıları açık olduğundan mı bilinmez kokular geldi. Yemek kokuları, hamburger.
En son ne zaman yemişti ki bir hamburgeri... Aslında öyle çok da sevmezdi sağlıksız şeyleri. Ama nefis ya bu, o kadar sevdiği şey varken gidip onu istedi kokusunu aldı diye.
Düşünmedi, girdi içeri. Sıraya girerken o da diğer sipariş vermek isteyenler gibi yine hissediyordu. Insanların yine ona rahatsız olmuş gibi baktıklarını hissediyordu ki o sırf bu bakışlar yok olsun en azından azalsın diye asla kalabalık ve merkezi yerlere girmiyordu. Hep kıyılarda, köşelerde geçiriyordu günlerini.
Üstündeki bakışlara daha fazla dayanamayıp etrafa şöyle bir göz gezdirince ona bakan birkaç kişinin gözlerini kaçırdıklarını gördü.
Bir kişi hariç. Masalardan birinde oturmuş ona bakan genç bir kız onunla göz göze gelmesine rağmen kaçırmadı bakışlarını hiç. O an buna çok şaşırdı Rüzgar. Bu , neredeyse onun için bir ilkti. Genelde insanlar ona bakar ve iğrenerek bakışlarını çekerlerdi hemen, göz göze gelmek istemezlerdi.
İlk defa gözlerini kaçıran Rüzgar oldu. Sırası ona gelince siparişini verdi ve beklemek için masalardan birine oturmak istedi. Ama ya doluydular tamamen ya da oturan tek tük kişiler de ona sanki 'gelme' der gibi bakıyorlardı. Ayakta beklemeye karar verdi böylece ne kadar bu şekilde daha çok dikkat çektiğini düşünse de.
Yırtılmış ayakkabılarına dikti bakışlarını, beklemeye başladı.
Bir süre sonra az önce ona bakan kızın kendisine doğru geldiğini sanıp gerilse de hayır, kız hazır olan siparişini almak için ayağa kalkmıştı. Kız paketlerini aldı, parasını ödedi ve dışarı çıkıp gözden kayboldu. O ana kadar onu takip ettiğinin bile farkında değildi. Kimsenin de fark etmemiş olmasını diledi , yanlış anlaşılmak isteyeceği son şeydi.
Tekrar önüne dönüp ayakkabılarını izlemeye devam etti. Belki de bir işe girip çalışmanın zamanı gelmişti de geçiyordu. Nereye kadar böyle devam edebilirdi ki... Eninde sonunda kaçtığı o hayatta kendine de bir yer bulmak zorunda kalacaktı. Resmi olarak bir işi olamazdı belki şimdi ama bir yerden de başlaması gerekiyordu artık. Biliyordu. Ve hem... Ağrına gidiyordu bu durumda olmak. Dayanamıyordu küçük de olsa bir topluluğa girince ona dönen bakışlara, alışık değildi.
Siparişi hazır olunca parasını ödeyip paketi eline aldı. Burada yemek istemiyordu, elbet dışarıda ona uygun sessiz bir yer bulurdu.
Kapıdan çıkıp biraz ilerledi, sol köşeyi dönmüştü ki arkasından seslenen birini duydu ama kimsenin ona seslenmeyeceğini düşünüp yoluna devam etti. Ta ki koşarak karşısına gelip dikilen kıza kadar. Az önce, içeride iken ondan gözlerini çekmeden ona bakan kızdı bu. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken ne olduğunu anlamaya çalıştı, acaba arkasından baktığını fark edip de uyaracak mıydı...
" Merhaba. " dedi kız İngilizce. İnce bir ses tonu vardı. Zaten ufak tefek de biriydi. Şaşırmamak gerekirdi.
Konuşmasına izin vermeden kız devam etti.
" Ne iş yapabilirsin? Boyalarla aran nasıldır mesela? Temizlik falan? "
Anlayamadı neden sorduğunu ve nereye varacağını kızın. Bir adım gerileyip ona daha dikkatli bakarken konuşmak için yeltenmişti ki kız tekrar girdi araya.
Ne tez canlıydı o öyle...
" Yoksa çalışmak istemiyor musun? Ama çalışmalısın. Her insan çalışmalı bu hayatta. Yoksa bir şeyler elde edemezsin. Hem..."
Bu defa o araya girdi yoksa bu kızın susacağı yok gibiydi.
" Neden soruyorsun? "
" Sana iş vermek istiyorum. Istemez misin? Kendi paranı kendin kazan, bir evin olsun. Güzel giysilerin... Az önce insanların sana nasıl baktığını ve senin de onlara nasıl baktığını gördüm. Rahatsızdınız. Hepiniz. Belki onlar bunu değiştiremez ama sen yapabilirsin. "
Bir süre kızın kahverengi gözlerine bakıp dediklerini dinledi. Iyi birine benziyordu ama o ne olursa olsun kimsenin ona acımasını istemiyordu. Gözlerini yumup derin bir nefes aldı ve bir şey söylemeden yoluna devam etti. En azından çalıştı. O kız tekrar gelip onu e geçince adımlarını durdurmak zorunda kaldı.
" Neden gidiyorsun öyle? Hem bir şey de demedin? "
Keskin bakışlarını ona çevirip " Kimsenin bana acımasına ihtiyacım yok. " derken kızın da geriye doğru adımladığını ama yine de yüz ifadesini korumaya çalıştığını gördü. Bu görüntü ile kendinden utandı. Bir genç kızı korkutacak kadar kötüydü işte hâli.
" Sana acımıyorum ki. Sadece yardım etmek istiyorum. Ve kabul etmelisin. Yardıma ihtiyacın var. "
Kızı dinlemeyip tekrar yoluna devam etmek istedi. Bu defa da koluna dolanan parmaklar ona engel olurken bakışları koluna düştü. Eskimiş kazağının üstünde beyaz , küçük bir el vardı şimdi. Bakımlı ve narin olduğu belliydi.
Bu defa sakin olmaya çalışarak ona döndü ve diyeceklerini tamamlamasını bekledi.
" Bak ben gerçekten sana acımıyorum. Hem ben kimim ki sana acıyayım, bir insana acıyayım... Ben de sadece bir insanım. Bugün iyi bir durumda olabilirim ama yarınım meçhul. Bak... Benim babamla birlikte yürüttüğümüz bir sanat evi var, resimler çiziyoruz genelde. Çok büyük değil ama güzel insanlarla çalışıyoruz. Güzel insanlar geliyor ve bizi idare ettirecek kadar belki biraz da fazla kazanıyoruz. Oraya bir yardımcı arıyorduk biz. Temizlik , düzenleme işleri için falan. Bugün seni görünce de aklıma bu geldi. Ikimiz de kârlı oluruz bence bu işten. Ne dersin ? Gelir babamla da konuşursun, onunla da tanışıraın. Olur mu? Lütfen hayır deme bak hemen. "
Kız konuşmaya devam ederken düşündü, haklıydı aslında. Hem daha hemen birkaç dakika önce o dememiş miydi bir yerden başlanmalı diye... Işte fırsat ayağına gelmişti, ne duruyordu ki o zaman.
" Tamam." dedi kızın konuşması arasında susmasını beklemeden.
Tamam, yeni bir hayata.
Tamam, yeni bir başlangıca.
‘Başlayalım bakalım bir yerden.’
Tamam, yeni bir aileye.
🌼
Yoruldum. Yoruluyorum. Sabretmeye çalışıyorum ama çok zor. Ne yapacağım bilmiyorum. Daha da önemlisi ne istiyorum , emin değilim ki emin olsam bile yapabilir miyim, o cesaretim var mı bilmiyorum. Çokça da korkuyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |