
Çünkü en ölü cümleler bile sevdiğinin dudakları arasında can bulurdu.
🌼
Garipti. Şimdi onu bir telefon ekranından görürken bunca zaman sonra ilk defa, garip geliyordu bu bana. Nedendi bunu hissetmem , bilmiyorum. Belki de kendimi onun yokluğuna alıştırmıştım, kendimi onun geri dönmeyeceğine inandırmıştım. Belki de... Öyleydi. Olabilirdi. Onu görmeden, sesini duymadan ve hatta ondan hiç haber almadan o kadar uzun zaman geçirmiştim ki bu pek tabii olabilirdi.
Yüzüne baktım biraz detaylı. Yaşlanmış gibi duruyordu. Dört yıldan çok daha fazla yaş almış gibiydi yüzü. Göz altları morarmış ve göz çevresi kırışmıştı. Yanakları içeri çökmüş, elmacık kemikleri daha da belirginleşmişti. Alnı kırışmış biraz ve saçlarında yer yer beyazlar vardı buradan bakınca. Ve onları uzatmıştı da sanırım. Arkadan bağlı gibi duruyorlardı bu açıdan.
Tanıdığım Rüzgar'a ait değildi yüzü. Sanki sırtında dünyanın yükünü taşımış da yeni bırakmış sırtından aşağı gibiydi. Yeni yeni kendine gelen, gelmek için uğraşan biri gibiydi.
Telefonun ekranındaki adam bu hayatın yorgunluğuna sahipti ama onda en çok belli olan şey mavi gözlerindeki sönmüş ışıktı. Eskiden orada her daim olan o aydınlık yerini hüzünlü bir gölgeye bırakmıştı sanki. Sönmüş ama hala dumanı tüten bir ışıltı…
Ne kadar da uğraşmış demek ki sönmesin diye. Belki de tekrar deniyordu yanmasını. Daha yeni çakmıştı belki de bir kibrit tanesini ve onun dumanıydı görünen.
Dua ettim içimden. Pes etmemiş, yeniden inanmış ve hâlâ deniyor olsun diye. Çünkü her şeyden önce ben bu ekrandaki adama üzülüyordum. Onun acısını düşünmek beni deli edebilecek güçteydi. Ve ben... Kendimi onun yerine koymayı düşünemeyecek kadar hüzün dolu hissediyordum. Onu düşündüğüm her an.
Allah'ın ona yardım etmesini istedim, hep istediğim gibi.
" Döndün. "
Ikimizin sürdürdüğü bu bakışmayı ben sonlandırırken hafiften gülümseyip gözlerini kırptı ve başını salladı aşağı yukarı.
" Döndüm. "
Birkaç saniye kadar biz sustuk ama hâlâ heyecanını yaşamaya devam eden Melda Teyze bir sessizliğe izin vermeden konuşmaya devam etti.
" Evet! Rüzgar'ım döndü Papatya. Oğlum döndü. Evine, ailesine , ait olduğu yere döndü sonunda. Allah'ım şükürler olsun. "
Gözleri bir anda dolmaya başlayan kadın elleri ile göz kenarlarını silerken onun bu hâli beni de duygulandırmıştı. O da neler yaşamıştı öyle bir anne olarak... Kolay değildi bir anne için evladının acısına şahit olmak sonra da onu bir anda ellerinin arasından kaybetmek. Çok zordu. Çok... Belki onu tam olarak anlayabilecek yetkinliğe sahip değildim ama gördüklerim bile hissetmeme yetiyordu. O bir anneydi evladının acısı dinsin diye kendini feda etmeye dünden razı.
" Şükürler olsun. " dedim ben de hafif boğuk çıkan sesimle.
" Şükürler olsun. " dedi annemle Rüzgar da aynı anda. Rüzgar bir yandan da annesinin bir elini elleri arasına almış avuç içine öpücükler konduruyordu ve yanında olduğuna dair , her şeyin bittiğine dair bir şeyler söylüyordu. Onları buruk bir tebessümle izlemeye devam ederken annem telefonu eline alıp kadrajımdan onların çıkmasına sebep oldu.
" Papatya, Meldalar Rüzgar geri döndü diye bir yemek daveti vermek istiyorlar haftaya cumartesi. Çok kişi olmayacak. Kendi aramızda. Senin de vizelerin bitti ya kızım, hani gelmek istersen..."
" Gelmek isterse falan diye bir şey yok! Papatya gelecek, öyle değil mi güzel kızım? Bunu hep birlikte kutlayacağız? "
Aniden annemin elinden alınan ve ekrana birden yansıyan Melda Teyze ile kendi içimde irkilirken onun cümlelerine gülüp başımı salladım hemen aşağı yukarı onu tatmin etmek için.
" Elbette! Elbette kutlayacağız Melda Teyze."
Melda Teyze'nin dediği birkaç şeyi daha dinledikten sonra annem telefonu tekrar elime alıp bana pek de istemez gibi bakarken nedenini biliyordum o bakışların. Hâlâ aynı yerde saydığımı ve bu buluşmanın beni üzeceğini düşünüyordu, inanıyordu.
Bilmiyordu. Yeniden bu hayata tutunduğumu ve bu defa hiç olmadığım kadar , hiç hissetmediğim kadar güçlü olduğumu. Kendime verdiğim sözleri artık tutmaya başladığımdan haberi yoktu. Ve o... O hayatıma giren insanları da bilmiyordu.
Hayır. O , hayatımıza girecek olan insanları henüz tanımıyordu.
Kafamı sol tarafıma çevirip ona bir bakış attım. Hala elindeki odun parçası ile toprağı eşeliyordu. Küçük bir çukur oluşturmuştu bile. Dinlemiyor gibiydi ama bence dinliyordu da bizi. Ve merak ediyordu ki bu kadar hızlı hareket ediyordu eli.
" Anne. "
" Annem. "
Bana tek bir saniye bile tanımadan karşılık veren annemle kocama gülümseyip ona bir öpücük attım. O da bana karşılık verirken devam ettim cümleme.
" Sorun yok. Her şey yolunda, İnan bana. Gelebilirim. "
Biraz yüzüme baktı kararsızlıkla ama ona olan emin bakışlarıma ikna olmuş olacak ki üstelemeden " Tamam o zaman anneciğim. Görüşürüz haftaya. Dikkat et kendine. " deyip kapattı telefonu. Onun çağrıyı sonlandırması ile ben de telefonu bu defa sessize alıp - daha fazla biri ile konuşmak ayıp olurdu ve aslında ben de şu zamanın tadını çıkarmak istiyordum - çantama koydum.
" Kusura bakma Kerem. Annem arayınca açmadan edemiyorum. Endişelenebiliyor bazen. "
" Sorun yok Papatya. Anlayabiliyorum seni. Benimki de kaç yaşıma geldim ama hâlâ aynı. Bir kere açmasam telefonu meşgul falan demeden aramaya devam ediyor ben açana kadar. "
Son cümlelerini sitemli söyleyen hâline kıkırdarken hafif soğuyan kahvemi alıp bir yudum aldım.
" Haftaya. Haftaya gidiyor musun yani şimdi? Yani ben kulak misafiri oldum istemeden de..."
Kendini açıklamaya çalışır halini görünce cümlesine devam etmesine izin vermeden araya girdim.
" Sorun yok Kerem. Yanı başında konuştum, duymayıo ne yapacaktın... Ve evet, gidiyorum gibi görünüyor şu anlık. Bir aksilik çıkmazsa şayet. "
" Yaaa ... Cumartesi bir de. " diye mırıldanırken o farkına vardığım şey ile bir an hiç gitmek içimden gelmedi. Vaz geçmek , bir sebep bulmak istedim gitmemek için.
Yemek cumartesi günü idi ve ben en geç cuma günü gitmeliydim. Ve Kerem'in de tek boş günü cumartesileriydi. Tabii şu anlık o güne ayarladığımız bir plan falan yoktu. Yine de gitmek istemedim. Sanki o gün, cumartesileri, ne olursa olsun burada olmalıynışım gibi geldi o an.
Sebepsiz bir hüzün içime çökerken ona döndürdüm bakışlarımı ama o parkta oynayan çocuklara bakıyordu düşünür vaziyette. O da farkında idi değil mi... Ve belki de o da aynı şeyi hissediyordu.
" Olsun ya... Hiç olmayacak değil ya. Bir kere hem. " diye mırıldandığını işittim. Çok , çok kısık söylemişti bunları ama o an ona dikkatle odaklandığım için olsa gerek ne dediğini anlayabilmiştim.
Kendini ikna etmeye çalışıyordu sanki yokluğuma. Hayır , sanki değildi. Sanki, o cümlede fazlalıktı. Kendini gerçekten de yokluğuma , bir kereliğine , ikna etmeye çalışıyordu. Çünkü şu vaziyette bana 'Gitme.' diyemezdi, sebebi yoktu. Biliyordu.
Çatılan kaşları ile öylece oynayan çocuklara bakarken o kadar düşünceli görünmüştü ki o an gözüme gülmeden edemedim. Gülüş sesimi duyan o da sanki bir rüyadan uyanır gibi irkilirken bana baktı birkaç saniye kadar ne olduğu anlamaya calışır gibi. Sonrasında farkına varması ile gülümsedi o da benim artık gülümsemeye dönen gülüşüme. Sol eli ensesine gitti ve yine oradaki saçları ile oynadı biraz boynunu da eğip yüzünü saklarken.
Çok tatlısın.
" Çok tatlısın. "
Dudaklarım arasından nasıl çıktığına inanamadığım iki kelime ile gözlerim büyümüş ona bakakalırken aniden başını bana çevirdi ve o da inanamaz gibi bana bakmaya başladı.
Inanamadı benim gibi. Dudakları aralandı bir ara. Sonra kapandı, derince yutkundu.
Ben ondan bakışlarımı çekerken onun da başını eğdiğini gördüm önüne. Kısacık bir an öyle kalsak da dayanamayıp ona geri döndürdüm bakışlarımı. Hâlâ aynı pozisyonda duruyordu , önündeki uzun saçları yüzüne doğru dökülüyordu ama yine de az çok seçebiliyordum yüzünü. Ve bu açıdan görebildiğim kadarıyla da sırıtıyordu.
Utandığımı hissettim. Yanaklarımdaki artan sıcaklığı da hissedebildiğim gibi.
Nasıl birden içimden geçirdiğim cümleyi dışarı aktarmıştım bilmiyorum. Bu ilk defa başıma geliyordu ve normal olup olmamasından ziyade ne yapacağımı da bilemiyordum.
Utanmak dışında. Utanılacak bir şey değildi elbette birine güzel bir şey demek o an hissedebildiğim ve yapabildiğim tek şey bu gibiydi.
" Ne dedin sen? Ne dedin ?"
Aniden karar vermiş gibi bana döndürdüğü bakışları sorunca öylece kaldım ona bakarken. Bu sefer ben yutkunurken bir cesaret açtım dudaklarımı.
Sonuçta kötü bir şey dememiştim ya ben...
" Ben... Çok tatlısın, dedim. "
Gözlerindeki heyecanı görmemek için kör olmak yetmezdi. Tıpkı sesindeki o titreşimleri duymamak için sağır olmanızın yetmeyeceği gibi.
Ve şimdi bana öyle bir bakıyordu ki sanki ona hayatının en güzel cümlesini söylemişim gibiydi. Belki de bu halinin sebebi sevdiği birinden duymasıydı bu iki kelimeyi.
Çünkü en ölü cümleler bile sevdiğinin dudakları arasında can bulurdu.
Başı sağ omzuna doğru düştü, kocaman gülümsedi. Elleri yavaşça boştaki elime ilerlerken o anın yavaş çekimde gerçekleştiğine emindim, dünyanın dönüşü yavaşlamış ama kalp atışlarımız da ona inat hızlanmış gibiydi.
Bu ilk teması olmayacaktı ellerimizin ama bu ilk tutuşuşu olacaktı onların.
Sağ elinin parmakları sol elimin parmaklarına dokundu ilk. Ikimiz de sadece ellerimize bakarken kendi elimin onunkilerin yanında ne kadar da küçük kaldığını fark ettim. Gerçi o zaten yapı olarak da benden büyüktü bir hayli. Zayıftı ama yapılıylı da.
Parmakları parmaklarım boyunca ilerledi, avuçlarıma ulaştı. Orada biraz durdu ve sonra yavaşça eli elime dolandı. Ellerimiz tutuştu birbirine.
Sahi ne güzel bir kelimeydi şu 'tutuşmak'. Ellerin birbirine dolanıyordu ama sen tutuştuklarını söylüyordun. Sanki içeride bir yerlerde beslenen hisler alev olup yakacakmışçasına bizi ellerimizden…
Sonra diğer eli de dolandı elime. Avuçladılar elimi. Biraz okşadılar, sevdiler. Sonra gözlerime baktı gözleri. Bir şey der gibiydi, ne dedi anlamadım ama gözlerim kendiliğinden yumulup açıldı. Sanki gözlerim benden habersiz onun gözleri ile iletişime geçti ve ona onay verdi.
Elim havalandı kucağımdan, ona doğru yükseldi. Dudaklarına…
Tam ortasına avucumun nefesi vururken tenim bir öpücük kondurdu. Biraz durdu öyle, soluklandı ben nefesimi tutup öylece ona bakarken. Tekrar öptü.
" Sen daha tatlısın. Güzelim benim... "
Hafif bir meltem esti o an. Ürperirdim belki soğukluğuna normalde. Ama olmadı. Çünkü karşımdaki bu adam hissettiriyordu ki tek bir bakışı ile kalbimi, içimi sıcacık yapabilirdi.
Ve bu , bana ilk ' güzelim benim ' deyişiydi.
Güzelim benim.
Onun, onun güzeli…
🌼
Hava kararmaya yakın anneler parka gelip de çocuklarını evlerine götürene kadar biz de orada oturup sohbet ettik. Daha da emin olduğum bir şey vardı ki o da onunla sohbet etmek çok eğlenceliydi. Dinlemeyi biliyordu konuşmayı da bildiği gibi. Arada beni utandıracak şeyler söylüyordu ama bunlar küçük ve tatlı şeylerdi. Yerine göre komik şeyler de söylüyordu.
Ve bir ara konu telefon konuşmama da gelmişti. Rüzgar'ın kim olduğunu da sormuştu. Ona her şeyi anlatmak istedim olduğu gibi. Ne idiğini ne olduğunu... Ama sonra bunu şu anda yapmamın onu daha da üzebileceğini ve bugün bana bakarken biraz daha cesaretlendiğini gördüğüm bakışlarındaki ümidin kırılabileceğini fark ettim. Bu yüzden kısaca kim olduğundan bahsedip geçtim. Ama eğer olur da onunla bir yola girersek ilk işlerimden birinin bunu anlatmak olacağına dair kendime söz verdim. Çünkü Rüzgar ve ailesi bizim için öyle sıradan insanlar değildi. Hayatımız boyunca sürekli bir yerlerde denk gelecektik ve böyle bir durumda ondan bunu saklamak ona haksızlık olurdu.
Velhasıl şimdi ikimiz de yavaş adımlarla parktan çıkmış evlerimize doğru ilerliyorduk. O evine daha kısa bir yoldan gidebilecek olsa da beni yalnız bırakamayacağını söyleyip benimle geliyordu.
" Çok güzel bir gündü Papatya. Teşekkür ederim. Her şey için. "
Sessizliğimizi bozan sesindeki tını öyle bir ' her şey ' diyordu ki daha önce bu kelimeye hiç bu kadar inandığımı hissetmemiştim.
Ona döndüm, gülümsedim.
" Evet. Çok güzel bir gündü benim için de. Seninle sohbet etmek çok güzelmiş... Ben de teşekkür ederim. "
Artık evimin olduğu bina görünürken bana dönüp sol elime uzandı. Yumuşakça dokunup narince avuç içimi okşarken gözlerime bakarak söyledi cümlelerini.
" Sen , seninle sohbet etmenin nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun tabii... "
Hani demiştim ya önce bazen bana öyle şeyler söylüyordu ki ne yapacağımı bilemiyorum ve öylece kalıyorum karşısında diye... Yine o anların birindeydim işte. Yine yanaklarım yanarken utançla yüzümde oluşmak için beni zorlayan bir gülümseme vardı. Dursun olduğu yerde diye uğraştım ama beceremeyince başımı çevirip ondan kaçırdım bakışlarımı.
Solur gibi gülmesini işitirken elim hâlâ eli arasında duruyordu ama ben bakışlarımı ondan çekmiş caddeye bakıyordum sanki ilgimi çeken şeyler varmış gibi.
Sonra elin hissettim örülü saçlarımda. Uçlarını okşadı biraz, ona dönüp de engel olamadım buna.
Eli hâlâ elimdeydi .
" Tokaların ne güzelmiş. Sanki Papatya'ya uğur böcekleri konmuş. "
Kerem... Öyle bir insandı ki sanki istese her şeyi kendi lehine çevirebilirdi. En ufak şeyden bile kendine pay biçebilir veya bunu oldurabilirdi. Hayran olmamak elde değildi. Gerek sözlerine gerek ona...
Ona dönerken tekrar eli saçlarımdan koptu. Bu defa benim elim saçlarıma aslında uçlarındaki tokaya giderken onu ayırdım olduğu yerden. Avucumun içine hapsettim tokayı.
Uğur böcekli tokayı.
Hâlâ daha birbine tutuşan ellerimizle onun avucunu açmasını sağlayacak şekilde çevirdim elini. Avucumdaki tokayı, uğur böcekli tokayı, avucu içine bıraktım.
" Senin olsun o zaman. Tıpkı bilekliğindeki Papatya tanesi gibi. "
🌼
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.84k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |