
BÖLÜM 12
Hata.
Sil. Tekrar yaz.
Hata.
Yine sil.
Artık kabullenmeliydim. Çok büyük bir hata yapmıştım…
Bu yaptığım aptallığın da tahtında ben vardım.
İnsan, doğumundan ölümüne kadar, yapmaması gereken onlarca şey yapardı. Bunun gelişmişlikle, profesyonellikle veya başka bir şeyle alakası yoktu. İstersen kraliçe ol, istersen mafya ol, istersen da ajan ol. Yine hata yapılırdı. Çünkü bu “hata” kavramı, insanın doğasında vardı. Bunu hiçbir şey engelleyemezdi.
Bazen düzeltilebilecek bir şey olurdu bu yaptıklarımız.
Bazen ise tüm hayatımızı mahvedecek kadar kötü şeyler.
Şu an yaptığım tam olarak neydi bilmiyordum. Karşımda Atakan Acarsoy’u görmemle birlikte olduğum yerde kalakalmıştım. Ama tedirginliğimi yine belli etmiyordum. Atakan dikkatle bana bakıyordu. Bende aynı şekilde ona. Simsiyah olan saçlarını düzelttikten sonra, benden cevap beklercesine bana bakmayı sürdürdü. Birkaç adım yanıma yaklaştı.
“En azından bir şey yapacaksanız, benden de gizli yapın. Çünkü gözlerimin önünde şirketin ve işimin yıkılmasına izin vermem Deren Aktunç.” Dedi. Ne? Deren Aktunç mu? Allah kahretsin! İsmimi biliyordu. Hangardayken onlara ismimizi söylememiştik. Bu adam özellikle bizi araştırmıştı ve belli ki benim hakkımda da şeyler bulmuştu.
“Anlamadım?” dedim aptalı oynayarak. Bazen bunu yapmak en iyisiydi.
“Bence demek istediğimi gayet iyi anladın. Siz bu şirketi yok ederseniz, ben de işimden olurum. Bu yüzden demem şu ki, ne yapacaksanız benden de gizli yapacaksınız. İşimi ellerinizle yıkmanıza izin vermem. Buna engel olurum. Ve açığınızı yakalarsam, o zaman Sinan Kozanlılara gitmekten çekinmem.” Dedikten sonra, benim cevap vermemi bile beklemeden yanımdan yürüyüp gitti.
Ben yakalanma korkusuyla koridorun önüne ve arkasına baktığımda, hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladım.
Atakan kendince haklıydı. Ancak bu haklılığı bizim pek işimize gelmiyordu. Kulağıma Deniz’in sesi geldi.
“Deren, şu an Atakan’ı sakın düşünme. Çok daha önemli bir sorunumuz var.” Demişti. Ve bu cümlesi beni daha şimdiden tekrar strese sokmaya yetmişti. Deniz konuşmaya devam etti. “Eray odasından çıktı. Sanırım seni arıyor. Biz şirkte Eylül’ü gönderdik. Gelmek üzere. O Eray’ı oyalayacak. Ama sen o zamana kadar Eray’ın seni bulmasını engellemelisin. Sinan’ın odasına da gidecektir. O yüzden sakın şu an oraya gitme. Saklan Deren. Eylül geldiğinde haber verecek.” Dedi. Son sözleri bunlardı. Yürürken tek elimi saç diplerime koydum ve başımı ovmaya başladım. Ortam iyice geriliyordu. Bu sefer de bu işin altından kalkmamız gerekiyordu.
Yahu Eylül nasıl oyalayacak Eray’ı!
Eylül’ün şirketten içeri girmesi için onu benim kapıdan karşılamam gerekiyordu yoksa güvenlik ondan kimlik isteyecekti ve ne için geldiğini falan soracaktı. Hemen Eray’a görünmeden asansöre bindim. Beni görürse çok kötü şeyler olabilirdi.
Aşağıya indiğimde büyük adımlarla şirketin kapısına ilerledim. Bu sırada kulaklığıma bir ses geldi.
“Deren, ben geldim beni içeri al.” Demişti Eylül. Bunu duyduğumda direk dışarıya çıktım ve Eylül’ü aramaya başladım. En sonunda karşıdan gülümseyerek gelen Eylül’ü gördüm. Bende ona gülümsedim ve gelmesini işaret ettim. Tabii bu gülümsemelerimiz dikkat çekmemek içindi.
“Selam. Haydi göreyim seni.” Dedim. O ise gülümseyip göz kırptı.
“Rahat ol. Halledeceğiz.” Dedi.
Şirketin giriş kapısına geldiğimizde güvenliğe bakmadan içeri girdim. Kendim girerken yanımdaki Eylül’ü de soktum. Hiçbir şey dememişti. Zaten dememesi gerekiyordu. Aygun Bey ona bu emri vermişti.
İçeri girdiğimizde, kafasına kahverengi peruk takmış ve çiçekli bir elbise giymiş olan Eylül’e döndüm.
“Nasıl oyalayacaksın?”
“Sen orasını bana bırak. Şirketin önünde olacağız biz. Rahat rahat gir Sinan’ın odasına. Sana haber verdiğim gibi de hiç beklemeden çık. Tamam mı?” dedi. Kafamı onaylar şekilde salladım.
“Tamam. Dikkatli ol.”
“Sende.”
Bu konuşmalarımızın üzerine ikimiz de faklı yerlere ayrıldık. Can hala Sinan’laydı. Eylül ise Eray’ın yanına gidiyordu. Nasıl bahçeye çıkaracaktı ki?
*
Aradan on dakika kadar bir zaman geçmişti. Artık yukarı çıkmıştım. Eylül ise gerçekten Eray’ı şirketin önüne çıkarmıştı. Kimsenin olmadığından bu sefer emin olmalıydım. Etrafa iyice bakındıktan sonra Sinan Kozanlılar’ın odasının kapısına kadar ilerledim. Yavaşça kapıyı araladım ve eğilerek içeriye baktım. Kimse yoktu. Hemen odaya girdim ve kapıyı tam kapamadan aralık bıraktım. Daha sonra ne kadar hızlı olabilirsem o şekilde çekmeceleri dağıtmadan karıştırmaya başladım.
(Kim Olduğu Bilinmeyen Kişinin Anlatımıyla)
Ben kim miyim?
Ben kimseyim.
Kimsenin tanımadığı, tanımak istemeyeceği birisi.
Peki siz benim kim olduğumu bilecek miydiniz? Tabii ki hayır.
Önemli olan kim olduğum değil, ne yaptığımdı. Öyle değil mi? Benim ne yaptığımı şimdi öğreneceksiniz.
Deren Aktunç. Evet, Deren. Seni tanıyorum. Hem de hiç kimsenin tanımadığı kadar çok. Belki sen beni tanımıyorsun, ama bu kim olduğunu bilmeyeceğin kişi seni her zaman tanıyordu.
Ajanlık oyununun bu kadar basit olacağını düşünmüyorum.
Bu hayatta bir kuş tüyü gibi yaşıyorsun güzelim. Buna izin vermeyeceğim. Asla.
Sinan Kozanlılar’ın odasına giren Deren’in fotoğrafları şu anda elimdeydi. Kimsenin olmadığını sanırken asıl herkese yakalanmıştı. Ben herkestim. Belki çok yakın birisi, belki de çok uzak birisi.
Çok uzaktan.
Çok.
Deren’in aralık bıraktığı kapıya yaklaşıp, kameramın açısını ayarladım. Çekmeceleri karıştıran Deren’in fotoğrafını çektim. Daha öncelerden topladığım bu tüm fotoğraflar yetmezdi. Yapacaklarım için çok daha fazlası gerekliydi.
Haydi bakalım Deren Aktunç.
Hesaplaşmanın vakti geldi.
*
(Yazar’ın Anlatımıyla)
-İstihbarat-
BİRKAÇ SAAT ÖNCE
“Anlatsana artık Can!” dedi Haktan, Can’ın elindeki kameraya bakarken. Can kafasını olumlu anlamda salladı ve anlatmaya başladı.
“Bu gördüğünüz kameralar, çift erişimli. Ayrıca istediğin saniyede hemen etkisiz hale getirebiliyorsun. Ayrıca görünüm olarak Sinan Kozanlılar’ın şirketindeki kameralarla aynı. Zaten markalar da aynı. Bir de bunların küçük modelleri var. Tırnak kadar bir şeyler.” Dediğinde Kumsal, Haktan ve Deniz, Can’ın ne demek istediğini yavaş yavaş anlamaya başlamışlardı. Deniz söze girdi.
“Yani kamera olmayan yerlere bu küçük kameraları takacağız ve olan kameraları da bu daha büyük, çift erişimli olan kameralarla değiştireceğiz.” Herkes gülümsedi.
“Aynen öyle!” dedi Can.
(Eylül’ün Anlatımıyla)
Şu anda şirkete, uygulama için gelmiş manken rolünü oynuyordum. Geliştirdikleri kıyafet satış uygulaması için, modellere ihtiyaçları vardı ve bugün şirkete bir sürü model gelmişti. Ben ise hemen aralarına karışıp kendimi onlardan birisi gibi gösteriyordum.
Birazdan yapmam gereken ise Eray’ın kafasını karıştırıp, onu şirketin dışına çıkarmaktı. Sanırım Deren’i, model seçimi için gireceği toplantıda yanında olması amacıyla arıyordu.
Şu an şirketin, bir toplantı odasına doğru ilerliyorduk. Benim tek yaptığım önümdekileri takip etmekti. Umarım onlardan birkaç santimetre kısa olmam göze çok çarpmıyordur.
Biz oturmuş Eray’ın gelmesini bekliyorduk, Eray ise gelmek bilmiyordu. En sonunda biraz daha beklememizin ardından odaya Eray Kozanlılar girdi. Yanımızdan geçip en baştaki sandalyeye oturdu. Masada herkesin önünde, bir soda ve su bulunuyordu.
Suyu açıp bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı.
“Hoş geldiniz. Bugün aranızdan üç manken seçilecek ve o kişi, bir hafta boyunca sıkı bir şekilde bizimle çalışacak. Zaten bu maddeleri okuyup gelmişsinizdir.” dedi. Eyvah ki ne eyvah! Bu adam herkesin öz geçmişini bilgisayarda görebiliyordur kesin. Ben yokum ki!
Neyse, zaten ben burada kısa süre kalacağım.
“Neyse, lafı uzatmadan aranızdan üç kişiyi seçelim. Daha sonra çalışanlarımızdan bazıları size şirketi gezdirecek.” Bu sözünden sonra ayağa kalktı. “Özgeçmişiniz beni şu anda ilgilendirmiyor. Önemli olan dış görünüş olarak istediğimiz kriterlere sahip olmanız. Bu yüzden geçmişinize bakmayacağım.” Eray sarışın bir kıza uzun süre baktı. Kız dudak uçuklatacak kadar güzeldi. Rus falan olabilir miydi?
Kıza göz hareketleriyle yanına çağırdı. Uzun boylu, siyah mini bir elbise giymiş olan kız Eray’ın yanına gitti. Daha sonra Eray benim yanımdaki, hafif çilleri olan ve turuncu saçları kıvır kıvır olan kıza dikti gözlerini. “Sen, gel.” Dedi. Yanımdaki kız da Eray’ın yanına gittikten sonra son kişiyi seçmek için kızlara göz gezdirdi. Ve son kişiyi de seçti.
Ney?
Seçti de…
BANA NEDEN BAKIYORDU?
Allah kahretmesin. Gözlerini üzerimden çek mafya kurusu! Ben manken falan olmam!
Eray beni yanına çağırınca içimden ona o kadar çok şeyler söylemek istiyordum ki…
Büyük ihtimalle şu an istihbarattan beni izliyorlardı ve onlar da -özellikle de Kumsal- kriz geçiriyorlardı.
Ben olduğum yerde pozisyonumu hiç bozmadan beni çağırdığını görmemezlikten geldim. Pis mafya bu sefer de sesli dile getirdi beni çağırdığını.
“Sen.” Dedi. Mecburen ona doğru baktım.
“Ben mi?” dedim. Eray mimik oynatmadan tek bir kelime söyledi.
“Sen.”
Neye uğradığımı şaşırdığımı belli etmeyerek ayağa kalktım.
Yahu benim boyum bunlardan daha kısa! Bir de ben bir hafta boyunca Allah’ın her günü bu peruğu mu takacağım? Bir de kuaförler bu peruğa sanki benim saçımmış gibi model mi yapacaktı?
Delirmek üzereyim!
Eray ve yanında durak kızlara doğru ilerledim. Pis mafya masadan bir defter ve kalem alıp bize döndü.
“İsmin?” dedi sarışın kıza.
“Adım Anastasia.” Dedi sarışın kız bozuk bir Türkçe’yle. Kız gerçekten Rus çıktı. Eray bu sefer turuncu saçlı kıza döndü. Kız Eray’ın ne soracağını anlamıştı. Bu yüzden direk ismini söylemeyi tercih etti.
“Bahar.” Dedi.
Ben ne diyecektim? Eylül diyemezdim. Gerçek kimliğimi bilmemeleri gerekiyordu. Ben bunu düşünürken kulaklığıma bir ses geldi.
“Beren” dedi Kumsal. Eray bana döndüğünde tereddüt etmeden:
“Beren” dedim. Eray hepimizin isimlerini not aldıktan sonra diğer kızları dışarı çıkardı. Bize döndü ve bu hafta içinde yapacaklarımızı anlattı.
Ben nereye düştüm?
Çekim yarın başlayacakmış. Neden ben?
NİYE?
Acaba Deren ne yapmıştı. Eray’ı bir şekilde dışarı çıkarmam gerekiyordu. Yoksa Deren’i aramaya devam edecekti ve bizim plan suya düşecekti. Tam ne yapacağıma karar veremezken, toplantı odasının camından, Sinan ve Can’ı gördüm. Konuşa konuşa dışarı çıkıyorlardı. Tek bir planım vardı. O da işe yaramazsa tam anlamıyla ayvayı yerdik. Eray’a dönüp gülümsedim.
“Eray Bey, acaba Sinan Kozanılar’la da tanışma şansımız olacak mı? Birlikte çalışacağımız için onu da tanımayı çok isteriz.” Dedim çoğul konuşarak. Çok şükür ki kızlar da başlarını onaylarcasına salladılar.
Eray biraz düşündükten sonra kafasını hafifçe salladı.
“Evet. Görebilirsiniz.” Deyip cep telefonunu çıkardı. Sanırım Sinan’ı arayacaktı. Çaktırmadan telefonuna bakıp numarayı görmeye çalıştım ama becerememiştim.
“Neredesin. Mankenleri getiriyorum.” Dedi. “Alo” bile dememişti.
Sanırım Deren sinirlenmekte ve bu adama sinir olmakta çok haklıydı.
Saha sonra telefonu kapattı ve bize onu takip etmemizi söyleyen bir işaret yaptı. Üçümüz de arkasından gitmeye başladık. Anastasia’ya ve Bahar’a ayak uydurmaya çalışıyordum. Sonuçta mankenlerdi. Yürüme tarzı ve duruş olarak, yaptıkları meslek, on kilometre uzaktan belli oluyordu.
Bir sürü logolar yapıştırılmış olan koridorun sonunda, “Kozanlılar” adlı uygulamaları, en üstte duruyordu.
Uygulamalarının amacı, giyim ve takı koleksiyonları arasında farklılıklar yaratmakmış. Tasarımcıların kendi elleriyle tasarlamış oldukları takı ve kıyafetleri kombinleyip, bunları satışa sunuyorlarmış.
Tabii bunlar için de mankene ihtiyaç duyuyorlardı.
En sonunda şirket dışına çıktığımızda, çaktırmadan boynumdaki kolyenin düğmesine basıp hafifçe öksürdüm. Bu yaptığım, Deren’e, çıktığımızı haber verme şeklimdi.
Sinan Kozanlılar’ın yanına vardığımızı bile fark etmemiştim ki, Eray konuşana dek.
“Bu hafta, bu mankenlerle çalışacağız.” Dedi bizi göstererek. Ben ise tam Sinan’a bakmıştım ki, Can’a benzer birisi konuşmaya başladı.
“Umarım başarılı bir çekim olur.”
CAN!
Can da buradaydı! Sanki birbirimizi hiç tanımıyor gibi açık vermiyorduk. İstihbarata döndüğümüzde benimle kaç saat dalga geçeceğini hesaplayamıyordum.
Neden ben manken seçildiysem sanki?
Herkes teker teker Sinan Bey’le el sıkıştılar. Ben de dahil. Biraz muhabbet ettikten sonra Sinan Kozanlılar:
“Benim biraz işlerim var. Yarın görüşürüz.” Dedi ve bilmesek mafya olacağına ihtimal vermeyeceğimiz, tatlı bir gülümsemeyle aramızdan ayrıldı.
Bu gidişi önce bize normal gelmişti.
Ancak, sadece birkaç saniye için…
Tabii ki odasına gidiyordu ve Deren de onun odasındaydı! Haber veremiyorduk çünkü yanımızda benim dışımda iki manken ve Eray Kozanlılar vardı!
Ne olur Deren. Ne olur o odadan acilen çık. Çıkmalısın!
Yoksa sonumuz pek iyi olmayacak. Ben zaten bir yere gidemezdim. Çünkü “sözde” şirketi bilmiyordum.
Can da gitse gitse nereye gidecekti? Sonuçta şirkette bir odası ya da masası yoktu ki. Ziyarete gelmiş gibi görünüyordu.
Benim kafamda bu düşünceler dönerken, aynı şeylerin Can’ın da kafasının içinde döndüğünü biliyordum.
Sanırım Deren’e haber veremeyecektik. Tek ihtimal Deren’in oradan çıkmış olmasıydı. Ancak hiç sanmıyorum.
Eray bir şeyler anlatırken üçümüz de onu dinliyorduk. Ya da ben sadece dinliyor gibi görünüyordum. Tam Eray sözünü bitirmişti ki, şirketten çıkan Aygun Bey’i gördüm. Onu ilk defa görmüyordum ama çok fazla da görmemiştim. Yanımıza doğru geldi. Eray’a gülümsedikten sonra bize baktı.
“Hoş geldiniz.” Dedi. Herkes teker teker:
“Hoş bulduk.” Dedi. En son ben söylemiştim.
“İnşallah güzel bir hafta geçer. Sıkı çalışacağız, uykunuzu iyi alıp gelin.” Dedi.
Bu adamın mafyalıkla, silah kaçakçılığıyla bir alakası olduğunu düşünmüyordum. Deren bugün Sinan’ın odasından güzel bilgiler bulup getirirse, belki daha kapsamlı yargılarda bulunabilirdik. Tabii yakalanmazsa.
Bir dakika ya?
Aklıma gelen bir fikirle hızlıca harekete geçtim.
“Eray Bey, lavabo ne tarafta acaba?”
*
Eray’dan yolu öğrendiğim gibi tuvalete gelmiştim ve bir saniye bile vakit kaybetmeden Deren’e haber vermeliydim. Sinan, odasına ulaşmak üzere olmalıdır.
Hemen bir tuvalete girdim ve kolyeme bastım.
“Deren, hemen o odadan çık hemen! Sinan geliyor! Kaç oradan. KAÇ!” Dedim ve tam Deren bana cevap vermeye başlamıştı ki, farklı birinin sesini daha duydum.
“Deren?” diyen Sinan Kozanlılar’ın sesi kulaklarımı doldurmuştu.
Deren yakalanmıştı.
Yakalanmıştık...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |