16. Bölüm

16. Bölüm

YAĞMUR ECRİN AKÖZ
ruhumunilacii123

BÖLÜM 16

(YAZAR’IN ANLATIMIYLA)

Miran’ın gittiği okulun okul çıkışıydı. Bazı günler okuldan çok daha geç çıkmak zorunda kalıyorlardı çünkü meslek dersleri ile alakalı dersleri özel olarak dersler veriyorlardı ve isteyen öğrenciler de bu derslere kalabiliyordu. Miran ve Elif de bu öğrencilerden birilerdi. Hava artık kararmıştı ve Miran ve Elif karanlık bir sokaktaydı. Yağmur yağıyordu. Her yer ıslanmıştı ve sokaktan sadece Elif ve Miran yürüyordu. Birlikte değil.

Ayrı ayrı.

Miran, Elif’i gördü ve elleriyle ıslanmayı engellemeye çalışmasını izledi. Dayanamazdı. O onun her şeyiydi. Hayatını neredeyse ona adamış gibiydi.

“Ya hasta olursa?” Düşüncesi onu yiyip bitiriyordu. Cesaretini topladı ve elindeki şemsiyeyle birlikte Elif’in yanına gitti. Korkmaması için birkaç defa öksürdü ve ardından:

“Elif!” dedi. Buna karşılık Elif, Miran’a döndü. “Çok ıslanmışsın al lütfen benim evim yakın zaten.” Dedi elindeki şemsiyeyi ona uzatarak.

Evi yakın değildi.

Elif karşısındaki çocuğun ona karşı ne hissettiğini biliyordu ve onu kırmak istemezdi. Ancak teklifini kibarca reddetti.

Miran tekrar sordu.

“Lütfen alır mısın?” dedi. Buna karşılık Elif bıkkınlıkla arkasından gelen çocuğa döndü.

“Yeter, Miran. İstemiyorum dedim ya! Anlıyorum hislerini ama lütfen beni rahat bırak!” evet biliyordu belki böyle olacağını ama her seferinde aynı şeyle karşılaşmaktan korkmadan yanına gidiyordu onun. Bu sefer artık o da bıkmıştı.

Miran’ın gözleri doluydu. Sesi çatallandı:

“Bunca yıl… başka bir şey istemedim. Sadece sen Elif, neden anlamıyorsun?”

Elif başını sertçe salladı.

“Çünkü ben seni hiç öyle görmedim Miran!” duraksadı. “Sen… benim için sadece geçmişten bir hatırasın. Ama benim yolum farklı.”

Miran acıyla gülümsedi.

“O zaman yolunu değiştiririm. Yeter ki yanında olayım.”

Elif derin bir nefes aldı, gözlerini kaçırdı.

“Yanımda olursan…” yutkunarak ıslak saçlarını geriye attı. “Neyse, konuşmak istemiyorum.” Miran gitmeye çalışan elifi kolundan tuttu.

“Cümleni devam ettirir misin?”

Elif uzun bir süre bekledi. Daha sonra derin bir nefes aldı ve:

“Benim yanımda olma Miran. Olma. Sen de yanarsın ben de yanarım.” Dedi ve Miran’ın bu sözleri sindirmeme izin vermeden arkasını dönüp koşa koşa karanlık sokaktan çıktı.

Elif yine gitmişti ve Miran yine tek kalmıştı.

Her yağmur damlası sanki Elif’in Miran’da bıraktığı boşluğun bir yankısı gibi düşüyordu yere…

*

(DEREN AKTUNÇ’UN ANLATIMIYLA)

Tüm herkesi şirkete çağırmıştım ve onları beklerken neredeyse gerçekten ağaç olacaktım. Saat çok geçti. Annemler eve dönmemi bekliyorlardı ama benim bu akşam eve dönmeye niyetim yoktu.

İş çoktu. Zamanımız azdı.

Artık deliller için vaktimiz çok daha kısıtlıydı. Yoksa Sinan çok farklı oyunlar yapabilir ve işler daha da karışabilirdi.

Mahkemede görüşeceğiz Sinan Kozanlılar.

Bir gün mahkemede de görüşeceğiz.

İstihbaratın koridorlarındaydım ve üslerimizle dosyayı konuşuyorduk. Herkes başaracağımızı biliyordu. Biz şu ana kadar verilmiş tüm dosyaları kusursuzca altından girip üstünden çıkmış ve sonunda başarmıştık. Bu yüzen devletin nadide teşkilatlarından birisiydik. Gurup içi anlaşmazlığımızın da daha az olması başarı düzeyimizi yükseltiyordu.

Ancak bu dosya hem gurup içi çatışmayı arttırmıştı hem de aldığımız tüm görevlerden çok daha özenle hareket ettirmeyi gerektiriyordu. Bu yüzden kafamızı her birimizin toplamaya ihtiyacı vardı.

Hata yoktu.

En ufak hata dosyanın kapanmasına neden olabilirdi.

Pınar abla üslerimizden birisiydi.

“Dikkatli olun. Halledersiniz. Bazı şüphe uyandırıcı maddelerin resmini çekmişsin zaten, onları ekip arkadaşlarınla da paylaş. Yorumlayın. Hadi size güveniyoruz.” Dedi elini omzuma koyarak. Pınar abla burada yakın hissettiğim insanlardan birisiydi. Onunla birkaç dakika sohbet ettikten sonra teşkilat odasına vardım ve bizimkilerin geldiğini gördüm. Hepsi suratıma merakla bakıyordu.

Meraklarını gidermek için fotokopi odasına gittim ve Sinan Kozanlılar’ın odasında bulup fotoğrafını çektiğim eşyaların fotokopisini çıkarttım. Sonrasında içeri geri gittim ve odadaki tahtaya elimdeki kağıtları bir, bir yapıştırdım.

Gazeteler, bir adet tabanca, yırtık bir fotoğraf ve başlığı “Hedefler” olan bir liste.

Önce gazeteyi gösterdim.

“Bu çekmeceden bulduğum gazete. Kilitli çekmecesinden buldum.” Daha sonra tabancayı gösterdim. Bunun hakkında söze gerek yoktu zaten. Sonra elim listeye kaydı.

“Bu listede şirket isimleri yazıyor ve bu şirketlerin içerisinde bilin bakalım hangi şirket de var?” dediğimde hepsi yüzüme bakmaya devam etti. “Çanak Holding” dediğimde herkesin yüz ifadesi değişti. Can tedirginlikle ayağa kalktı.

“Bittik desene.” Dedi.

“Hayır bitmedik. Ama büyük sıkıntıdayız. Bekleyin anlatmamı bitireyim sonrasında birlikte olayı değerlendiririz.” Dedim ve sözlerimden sonra Can geri yerine oturdu. Bense anlatmaya devam ettim. Bu sefer elim gazeteye gitti.

“TÜM TÜRKİYE’YE KORKU SALAN ‘KOZANLILAR’ ÇETESİNİN ŞİMDİKİ HEDEFİ YENİ AÇILAN ŞİRKETLER!” Bu başlığı gösterdim.

“Hedefler listesinde yazılı olanları birisi görmüş ve bunu paylaşmış.” Cümlemi kurarken arkadan gelen bir sesin beni çok rahatsız ettiğini fark ettim. Televizyon muydu bu? Odamızdaki televizyona döndüm ve “Biriniz şunu kapatabilir misini-” derken haber başlığıyla karşı karşıya kaldım.

“Yeni açılan Holdinglerden birisi daha patlatıldı! Halk korku içerisinde.” Bu başlığı hepimiz okuyacak olmalıyız ki birbirimize aniden döndük ve dehşetle bakışmayı sürdürdük.

“Sinan Kozanlılar…” dedi Haktan.

*

Aradan birkaç saat geçmişti ve gecenin çok geç bir saatiydi. Haberlerden alabildiğimiz kadar her kaydı aldık. Daha sonrasında ekibe bugün yaşadığım diğer bir önemli olayı anlatmaya başladım.

“Bugün şirketten çıkıp giderken bir araba gördüm ve bu arabanın önüne dört adam, bir de kadın vardı. Çok değişik görünüyorlardı. Dikkatlice yanlarına yaklaştım ve konuşmalarını dinledim. Yüzleri görünmeyen adamlardan birisi, bir diğerine ‘Çok kişi bilir ama herkes tanıyamaz’ tarzı bir cümle kurdu. Araba tam gidecekken ise plaka gözüme çarptı. ‘34 İÇ 382’. Bu plaka size de bir şey çağrıştırdı mı? Mafya gibi adamlar, bir kadın ve plakanın harfleri.” Dediğimde herkesin yüzünde aynı ifade belirdi. Şaşkınlık.

“İlyas Çanak, geldi.” Dedi Deniz.

“Ve bu bizim için pek iyi olmayacak gibi. Ya bir şeyler sezdiyse? O yüzden geldiyse?” dedi Eylül. Ardından Kumsal konuştu.

“Peki öylece durup gittiler mi?” başımı salladım.

“Şirkete uzaktan bakıp gittiler.” Dedim. Daha sonra yırtık fotoğrafı işaret ettim ve son cümlelerimi kurdum. “Buradaki arabayı görüyorsunuz. Kadını da görüyorsunuz.” Arabanın önünde bir kadın durmuştu fotoğrafta. “Bu kadın, fizik olarak benim şirketin önünde gördüğüm kadına çok benziyor, saçları da neredeyse aynı. Arabayı siz de görüyorsunuz, plaka aynı. Bence Sinan kozanlılar’ın, bu fotoğraftaki kadınla bir bağlantısı var. Artık söz sizde.” Gidip koltuğuma oturdum. Tek tek herkes yorum yapmaya başladı.

Dakikalar geçti…

“En iyisi sen yarın işe gittiğinde dosya odasına gir ve biraz daha araştır. Çünkü bu böyle olmaz. Tek kanıt bu değildir. İlla ki İlyas Çanak ya da o kadın hakkında bir şeyler vardır.” Diye bir fikir sundu Can. Ama Haktan bu fikri beğenmemiş olacak ki:

“Ya yine yakalanırsak?” dedi. Can ona döndü ve biraz öne doğru eğilerek elini dizlerinin üzerinden birleştirdi.

“Yakalanmayacağız.”

“Şimdi gidip biraz uyuyalım saat yeterince geç. Eve gitmeye gerek yok.” dedi Eylül. Kimse konuşmadı ama herkes onayladı.

Herkes uyudu ve kimse o saatten sonra konuşmadı.

*

Sabahın erken saatleriydi. İrkilerek uyandım. Daha hiç kimse uyamamıştı. Hepimiz masa başındaki koltuklarımızda uyuduğumuz için büyük ihtimalle çoğumuzun her yeri tutulacaktı.

Hemen sırt çantamdan beyaz gömleğimi ve mini kalem eteğimi çıkartıp giyindim. Dağılmış olan saçlarımı sadece taradım ve çantamdan çıkan malzemelerle hafif bir makyaj yaptım.

Ben bunları yaparken Deniz ve Haktan uyanmıştı bile. Deniz bir şeyler karalıyor, Haktan ise Eylül’e bakıyordu.

Nasıl yani?

Haktan, düpedüz uyuyan Eylül’e kilitlenmişti. Gözlerindeki o ifadeyi tanıştığımız günden itibaren hiç görmemiştim. Onu ilk defa bu kadar savunmasız görmüştüm.

Ne kadar belli etmemeye çalışsa da uzun zamandır Eylül’e karşı bir şeyler hissettiğini anlayabiliyordum.

Onu rahatsız etmedim ve Deniz’e döndüm.

“Ben çıkıyorum. Herkesi uyandır da bana haber gönderin. Kulaklıkla kolyeyi taktım.”

Deniz kafasını salladı.

“Tamamdır. Dikkatli ol.”

İstihbarattan çıktım ve şirkete gitmek üzere yola koyuldum. Tam arabaya bindim ki telefonum çaldı. Arayan annemdi. Hemen telefonu açıp arabayı sürmeye başladım.

“Efendim anneciğm?”

“Kızım, canımın içi, durumlar vahim kızım.” Dedi annem. Kaşlarımı çattım ve neler olduğunu anlamaya çalıştım.

“Anne, bir sıkıntı mı var?”

“Kızım, Miran çok kötü. Kaç yıldır ben onu böyle görmemiştim. Biliyorsun çok bir şey de anlatmıyor. İş çıkışı gelsen birazcık onunla konuşsan. Dün akşamdan beri bu halde. Hiç uyumadı, yemek yemedi. Su bile içmedi.” annemin her sözünde içim daha da kötü oluyordu. Miran hala aşıktı, hala aşıktı…

Bazen Elif’le konuşmayı bile düşünmüştüm. Açıkçası onu çok sevmiyordum çünkü kardeşimin yaşama hevesini dahi elinden almıştı. Böyle birisini ben nasıl sevebilirdim.

“Tamam anne merak etme gelirim müsait olduğum bir zamanda. Üzme kendini.” Dedim. Annem biraz daha rahatlamış bir sesle:

“Tamam kızım, teşekkürler. Dikkatli ol, öpüyorum.”

“Bende anneciğim.” Diyerek telefonu kapattım.

Biraz süren bir yolculuğun ardından şirkete vardım. Eylül de şirkete gelecekti ve sözde Beren olarak bir haftalık manken seçilmişti.

Güvenlikten geçerek içeri girdim ve Eray’ın odasına doğru ilerledim. Odasına çıktım ve içeri girip onu beklemeye başladım. Birkaç dakika kadar zaman sonra odanın kapısı açıldı. Gelen tabii ki, Eray Kozanlılar’dı.

“Günaydın Eray Bey.” Dedim sahte bir gülümsemeyle. O ise cevap vermek yerine masasının arkasındaki koltuğa oturdu ve:

“Şimdi işlerim var. Odadan çık, çağırdığımda gelirsin.” Dedi.

BAK SEN ŞUNA?

Sanki İngiliz kralı ya! Hareketlere, laflara bak.

Bende ona cevap vermeyerek odadan çıktım. En azından işimi erkenden halledebilecektim.

Bugünkü görevim dosya odasına girip bulduğum deliller içerisindeki kadın ya da İlyas hakkında kanıt, delil toplamaktı.

Dosya odası zemin katın bir kat aşağısında diye biliyordum. Odadan çıktıktan sonra asansöre bindiğim gibi kat düğmesine bastım. Kapılar kapandığında kulaklığıma basılı tutarak:

“Dosya odasına iniyorum. Kameralara bakın. Gelen olmasın.” Dedim. Ancak Alt katları göremiyorduk çünkü yerleştirdiğimiz kameralar sadece Eray ve Sinan’ın katında vardı. O kısımlar bizim için daha önemliydi. Asansör açıldı ve karşıma çıkar uzun koridorun sonunda tek bir kapı vardı.

“YETKİLİ HARİCİ GİRİLMEZ!” Yazısını umursamadan hızlıca kapının başına gittim ve yavaşça ittirdim. Bu kadar kolay olacağını ben de tahmin edemezdim. Odada bir sürü kitaplık ve dosya vardı. Kağıtlar, dosyalar, kitaplıklar ve defterlerden oluşan bu odada bir şey bulabilmek mümkün değil gibiydi.

Ancak zaman kaybetmeden bakmaya başlamalıydım. Her rafın üstünde dosyaların neyle alakalı olduğu yazıyordu. Bu işimi biraz olsun kolaylaştırıyordu ama çok da kolaylaştırdığı söylenemezdi. Çünkü Sinan bir şeyler saklıyorsa kapıda “YETKİLİ HARİCİ GİRİLMEZ” yazısına güvenip apaçık her şeyi ortaya koymazdı. Tozlanmış ve eskimiş de olsa her dosyayı didik didik aradım.

Dakikaların, saatlerin nasıl geçtiğini fark etmemiştim bile. O kadar çok aramış, o kadar çok yorulmuştum ki neredeyse tüm dosyaları parçalayıp atacak gibiydim.

Ekip şu an beni değil, Eylül’ü izliyorlardı ki zor bir durumda ona yardım edebilsinler. Ben az çok ne yapacağımı anlamıştım ama Eylül’ün mankenlikle ve şirketle uzaktan yakından alakası olmadığı için o daha da dikkatli olmaya çalışıyordu.

Artık pes etmiştim. Burada bir şey bulamayacaktım. Kapıya doğru ve ilerledim açılması için kendime doğru çektim. Ama tam o sırada gözüme bir dosya çarptı. Kitaplığın arkasındaydı ve diğerlerinden çok daha özenli duruyordu. Hemen elimi kitaplığın arkasına attım ve dosyayı karıştırmaya başladım.

İşte bu!

BULMUŞTUM!

Elimdeki dosyayı hızla kapatmaya çalıştım. Parmaklarımdan çıkan titrek kâğıt sesi loş ışıklı odada yankılanıyordu. Tekrar kapıya döndüm ve tam çıkmak üzereyken, arkamdan bir gölge belirdi. Yavaşça arkamı döndüğümde, Eray’ın soğuk bakışları elimdeki dosyadan çok daha ağır gelmişti üzerime.

“Babamın sırlarını mı karıştırıyorsun, asistan hanım?” dedi, sesi iğne gibi.

Kalbim küt küt atıyordu ama yüzümde en ufak korku izi yoktu.

“Ben işimi yapıyorum. Senin anlamayacağın bir iş bu.”

Eray bana doğru bir adım yaklaştı. Bu yaklaşması ardına ben de bir adım geriye gidice, sırtım kapıya dayandı.

“Benim şirketimde, benim anlamayacağım iş ha?” dedi fısıldayarak.

“Senin şirketin değil burası, babanın şirketi.” Dediğimde ise dudağının yanı kıvrıldı göz kırparak kafasını eğdi.

“Yani?”

Çok haklıydı ve ben inanılmaz açıklanamayacak bir durumdaydım. Sessizlik aniden keskinleşti. Birbirimizin nefesini duyacak kadar yakındık artık.

Eray birden elini bileğime attı. Belgeleri çekip almak için. Ama o an ikimizin de gözleri birbirimize kilitlendi. Çekemedim. Ayıramadım gözlerimi.

O an öfkenin yerini beklenmedik bir şey aldı.

Hayır, hayır hayır… bu olmamalı…

Eray’ın bakışlarında ise bir çatışma duygusu okunuyordu.

(YAZAR’IN ANLATIMIYLA)

Eray öyle bir duygu içerisindeydi ki, babasına olan sadakati mi yoksa karşısında duran bu kadına duyduğu tuhaf güven mi ağır basacaktı?

Eray kısık sesle fısıldadı:

“Eğer bana yalan söylüyorsan… seni babama kendi ellerimle teslim ederim.”

Deren cesurca başını kaldırdı.

“Ya da bana güvenirsin… ve hayatın boyunca sana söylenmeyen gerçekleri öğrenirsin.”

Eray’dan gizlenen çok fazla şey vardı.

O an aralarındaki gerilim hem ihanetin hem de doğmakta olan aşkın kıvılcımını taşıyordu.

 

Bölüm : 28.08.2025 12:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...