
BÖLÜM 18
Deren duygularını yıllar önce disiplinle susturmuş bir kadındı. Kalbini sessiz, soğuk bir dosya gibi kilitlemeyi öğrenmişti. Sevmenin, güvenmenin, bağ kurmanın bu dünyada zayıflık olduğunu çok iyi biliyordu. Ama son zamanlarda içini kemiren bir şey vardı.
Adı konulmamış, kontrol dışı bir sızı. Onu her gördüğünde kalbinde beliren o rahatsız titreşim.
Sinir bozucuydu.
Tehlikeliydi.
Aşk değildi, olmamalıydı. Devletine, dosyaya, arkadaşlarına ihanet edemezdi. Deren bu hissi bastırmak için daha da keskinleşmeye karar verdi. İçindeki kıvılcımı rüzgâra kaptırıp küçük kıvılcımın tüm bedenine ateş olarak yayılıp onu kül etmesine izin vermeyecekti. Çünkü Deren, bu kıvılcımı hissetmeye başlarsa en baş hedef olurdu.
Ve o hedef olacak kadınlardan değildi.
*
Tüm mankenler, makyaj artistleri ve stilistler tarafından özenle hazırlanıyordu. Bahar, Anastasia ve Eylül, -Beren de diyebiliriz- ayna önündeki koltuklar oturmuş, makyajlarının bitmesini bekliyorlardı.
Eray’ın elli kiloluk bedenimle bana taşıttırdığı altmış kiloluk tüm kostümler gerçekten kusursuz görünüyorlardı. Beş adet kombin vardı. iki tanesi bir aksilik olursa yedek kombin olarak planlanmıştı.
Şirketin uygulamasını pazarlamak ve kıyafetlerin kalitesini kullanıcılara sunabilmek için olacaktı bu çekim. Bir hafta boyunca her gün bir plan dahilinde yapılacaktı. Daha öncelerde zaten her saat neler yapılacağını hazırlanan tablodan görmüştüm.
Açıkçası ben bu çekimin, tam anlamıyla Sinan Kozanlılar’ın kendini insanlara karşı kanıtlamaya çalıştığı için olduğunu düşünüyorum. Yoksa zaten Sinan istese o uygulamayı yüzbinlerce, milyonlarca kullanıcıya eriştirir ve rahatlıkla insanların telefonuna girip bu sayesinde kendi uygulamasını telefona yükleyip binlerce para yatırabilirdi.
Hatta belki de yapıyordu.
Ancak kendini kanıtlamaya çalıştığı bir devlet ve halk vardı. Ellerine delil veremezdi. Bu denli detaylı düşündüğünü, “Kozanlılar” dosyasını ilk incelediğimde anlamıştım.
Artık benim de işimin başına dönmem lazımdı ancak Eray’ın beni iki dakika dahi yanından ayırmaması yoluma taş koyuyordu.
“Eray Bey, benim Aygun Bey’den almam gerekenler var. Müsaadenizle-” derken Eray bana dönerek sözümü kesti.
“Sen benim asistanımsın Derenciğim. Kimseden bir şey almana gerek yok.” dedi sadece kısaca. Ben ise onun bu dedikleri aksine ısrarcı bir tavırla tekrar söze atladım.
“Tabii öyle Eray Bey. Ama beni babanız görevlendirdi. Burasının da babanızın şirketi olduğunu sanıyordum. Yine de siz bilirsiniz.” Dedim. Eray, ona laf sokmaya çalıştığımı anlamıştı ama çaktırmıyordu. Büyük ihtimalle tek başımıza olsak bana bir ton şey söylerdi.
“Gelirken Americano’mu da getirmeyi unutma.” Deyip, bana arkasını döndü. Neyse, bir kahve almak kimseye zarar vermezdi. Buna da katlanacaktık.
Odadan çıktığım gibi kadınlar tuvaletine doğru, hızlı adımlarla ama dikkat çekmemeye çalışarak yürüdüm. Ekiptekilerle haberleşmem lazımdı. Olanları kolyemden izlememişlerdi çünkü Eylül çok daha özenli davranması ve kendini fark ettirmemesi gerekiyordu. Bu sebeple onu izlemişlerdi. Şimdi onlarla haberleşmek iyi olacaktı.
Tuvalete geldiğim gibi kapıyı ardımdan kapattım ve içeride birisinin olup olmadığını kontrol ettim. Daha sonra telefonumu çıkardım ve Can’ı aradım.
“Can, istihbaratta mısınız?” dedim.
“Evet hepimiz buradayız. Dosyayı bulabildin mi? Lütfen bulduğunu söyle.” Dediğinde, yüzümde istemsizce bir gülümseme belirdi. Bulmuştum ve güvenli ellerdeydi.
“Buldum.” Dedim. Telefon hoparlörde olacaktı ki, Kumsal ve Deniz’in sevinç çığlıklarını işittim. Eminim ki şu an hepsi mutluluktan delirmişti. Çünkü bu dosyaya erişebilmek, hatta elimizde olması “Kozanlılar” dosyası için çok önemli bir aşamaydı. Ancak bu şekilde Sinan’ın planlarına ulaşabilirdik ve İlyas Çanak hakkında daha fazla bilgiye erişip ortaya çıkmasını bir şekilde engellemeye çalışabilirdik.
Bu dosyada sadece İlyas hakkında da bilgi yoktu. Bir sürü farklı şirket ismine gözüm çarpmıştı. Bana kalırsa Sinan, bu dosyayı bilerek diğerlerine benzer yapmıştı ve bir gün birisi bu dosyayı eline geçirirse, büyük ihtimalle mantıklı açıklama olarak;
“Gördüğünüz üzere diğer şirketler hakkında bazı bilgiler var sadece. İş birliği, reklam gibi işlerimizde, birbirimizi daha yakından tanıyarak çalışmak ve samimiyeti kurabilmek için belgelediğimiz bir dosya.” Cevabını verecektir. Ancak yine de şirket sahiplerinin ailelerini, kişisel hayatlarını araştırıp bir dosya haline getirmesi, etik değildi. Bu yaptığı hakkında birisi Sinan’ı şikâyet ederse, özel hayatın gizliliğini ihlal ve kişisel verilerin kaydedilmesi suçundan dolayı en az bir yıl ya da daha fazla hapis cezası alırdı. Fakat bize daha fazlası lazımdı. Sinan’ın tüm yaptıkları, tüm suçları ortaya çıkacaktı ki, ömrü boyunca içeriden çıkamayacaktı.
“Harikasın Deren! Bu arada, dosya kimin elinde? Nasıl getireceksin? Bunun için şirkete geleyim mi?” dedi.
Şimdi bana biraz kızabilirlerdi. Çünkü dosyanın kimin elinde olduğunu duyduklarında, büyük ihtimalle beni bir daha istihbarata almayacaklardı.
“Dosya...” dedim ve biraz bekledim. Telefondakilerden hiç ses gelmedi. “Sertaç’ta.”
Yapmayıp pişman olmaktansa yapıp pişman olmayı tercih edenlerdendim. Çünkü yapamadıklarımız, her daim içimizde ukde kalanlardır. Yaptıklarımız ise hayattan çıkardığımız iyi veya kötü sonuçlanabilen, içimizde ukde bırakmayan davranışlardır. Pamuk ipliğine bağlı olan bu fani dünyada, her çıkmaz sokaktan farklı bir çıkış bulabilirdik. Çünkü adına “çıkmaz” denen bu sokakların her birinin sonunda, çok farklı yerlere açılan uçsuz bucaksız sokaklar vardı aslında. Tek bir son yoktu. Tek bir başlangıçtan uzanan milyarlarca son vardı. bu sonlardan birini seçmek, istediğiniz yerden dönmek ve ona göre yaşamak bizim elimizdeydi. Ben ise bu yaptığım şeyle, kendi sonum için bir sokağı daha dönmüştüm.
Dediğim gibi, hangi sokaktan dönmek istersek dönebiliriz.
Ama sonunu düşünmeyi unutmadan.
Can birkaç saniye duraksamanın ardından:
“Sertaç’ta mı?” dedi. Bense onu tekrardan onayladım.
“Sertaç’ta.”
“Deren, ne demek Sertaç’ta? Nasıl ona verdin bu dosyayı sen? Ne dedin o adama?”
“Fazla vaktimiz yok. Hızlıca anlatacağım beni dikkatli dinleyin.”
(Birkaç saat önce)
Dosyayı alıp Atakan ve Canan’ın konuşmalarına şahit olduktan sonra, Eray’la birlikte dosya odasından çıkmıştık. Tabii Eray beni beklemeden gitmişti ancak ben arkasından ona yetişmiştim. Eray asansöre binip odasının katına çıktığında, ben ise asansörün tekrar aşağı gelmesini bekledim. Bu sırada da elimdeki dosyayı inceledim. İlyas Çanak ve Ailesi dışında bir sürü şirket ve adam isimleri vardı. Sayfaları teker teker çevirip, hızlıca dosyaya üstünden bakarken, gözüm bir isme takıldı.
Sertaç Baştaç.
Sertaç, Sinan’ın yardımcılarındandı. Atakan ve Sertaç’ı kaçırdığımızda, onların da Sinan hakkında bir şey bilmediklerini anlamıştık.
Ancak sanırım Sinan’ın, Sertaç üzerinde bazı planları vardı.
Belki de onu bilerek yardımcısı olarak seçmişti ki ona daha yakın olsun diye. Sinan’dan her şeyi beklerdim. Asansörün önünde ne yapacağımı bilemez bir şekilde beklemeye devam ettim. En sonunda asansör geldiğinde, Eray’ın yanına çıkmak yerine, zemin kat düğmesine bastım.
Sertaç’la konuşacaktım.
Zemin kata geldiğimde, elimdeki dosyayla, çalışanların olduğu kısma gittim. Benim masam da bu kısımdaydı ancak ben genellikle tüm gün ayakta olmak zorunda kaldığım için burada çalışmaya vakit bulamıyordum. Zaten Sinan Kozanlılar’ın şirketinin gelişmesi için burada oturup çabalayacak değildim. Sertaç’ın da burada olduğunu düşünüyordum. Umarım yanında Atakan veya farklı birisi yoktur.
Etrafı hızlıca gözlerimle süzdüğümde, en son masanın yanında, ayakta durarak telefonuna bakan adam gözüme çarptı. Uzun boylu bir adamdı. İşte oradaydı! Hemen hızlı adımlarla, elimdeki dosyayla birlikte Sertaç’ın yanına yürüdüm. Hemen yanı başında durduğumda, göz ucuyla bana baktı ve karşısında beni gördüğü için şaşırmış olacak ki, anında telefonunu yandaki kapatma düğmesine tıklayarak kapattı.
“Konuşmamız lazım.” Dedim ve elimdeki, üstünde bir adres yazılı olan kağıdı Sertaç’a uzattım. “Yarın sabah saat 09.00’da bu adreste ol.”
Sertaç elimdeki kağıdı avuçlarının içine alarak bir süre inceledi. Daha sonra bu sefer de elimdeki dosayı ona uzattım. “İçini dikkatle okumanı tavsiye ederim. Yarın verdiğim adrese dosyayla birlikte seni bekliyor olacağım. Sana söylenmeyenleri öğrenmek istersen gelirsin.” Arkamı dönüp gitmeye yeltendim ve son bir cümle daha kurdum. “Tabii istersen…” hızla bulunduğum yerden ayrıldım.
(Şimdiki Zaman)
Ekiptekilere tüm olanları bu şekilde didik didik anlattıktan sonra, bu konuyu istihbaratta daha detaylı şekilde konuşma kararı aldık. Artık saat geç olmuştu. Ancak mankenler uzun saatler burada kalacaklardı. Çekimleri genellikle akşam üstüne denk getirmişlerdi çünkü şirketteki diğer işlerle birlikte bunu da yapmaya çalışırsak, işin altından kalkamayabilirdik. Normal çalışanların çıkma zamanı gelmişti. Bazıları ise özellikle çekim için görevlendirilmiş ve onlara ek mesai eklenmişti. Çok şükür ki bunlardan birisi de ben değildim. Lakin Eylül manken olarak seçildiği için, o burada kalacaktı.
Benim aynı zamanda birazdan eve gitmem ve Miran’la konuşmam gerekliydi. Çünkü yıllardır kurtulamadığı bataklıkta, daha da batmaya yüz tutmuş gibiydi kardeşim. İşim önemliydi tabii, ama Miran da benim hayattaki kırmızı çizgilerimden birisiydi. Çünkü babamızı kaybettiğimizde ve annem Demir Soylu’yla evlendiği zaman hayat ikimizi de oldukça sarsmıştı. Yine de beraber olmuştuk. Aynı zamanda annemi de suçlayamazdık. Bu onun hayatıydı ve karışamazdık. Tabii istemezdik evlenmesini, fakat Miran’ın da ilerde kendi hayatı olacaktı ve annemin tek kalmasını da istemezdik. Bu yüzden sesimizi çıkarmamış ve annemin kararlarını kabullenmiştik.
Şimdi ise şirketten çıkıp, eve gidecektim.
Çok şükür bu günü de atlatmıştık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |