
BÖLÜM 19
Aşk, bazen bir bakışın içinde saklı olan, bazen de bir ömür insanın kalbini ısıtan en derin duygudur. İki insanın birbirinde kendini bulmasıdır. Varlığıyla hayatı anlamlandıran, yokluğuyla ise daha eksik hissettirendir. Bir gülüşte umut, bir dokunuşta huzura vardırandır.
Tabii bunlar, hissedilen duygu karşılıklıysa geçerlidir.
Peki ya değilse?
O zaman zindan olur aşk. O zindanı kendinize bahar ettirmeye çalışırsınız. En ufak hareketlenmede zindanın kapısını açıyorlar sanırsınız. Yani belki âşık olduğunuz kişinin yanlışlıkla size gözü çarpmıştır duygusuzca bakıp geçmiştir lakin siz o bakışı öyle bir anlamlandırır, kişiyi gözünüzde öyle bir yere koyar, öyle bir yüceltirsiniz ki, emin olun o kişi bile kendinin o kadar farkında değildir.
İşte buna da platonik aşk diyoruz. Kalbin kimseye söyleyemediği, en gizli hikâye…
Dokunmadan, beraber vakit geçirmeden, iletişim kurmadan, karşılıksız sevmek…
Belki onun gittiği mekanlara gitmek, onun geçtiği yollardan geçmek, onun sevdiği yemeklerden yemek, gittiğiniz her yerde onun parfümünün kokusunu soluduğunuzda sürekli etrafınıza bakıp o var mı, yoksa yok mu diye kontrol etmek, adını duyduğunuzda bile kalbinizin ısınmasıdır.
Platonik âşık olduğunu bilenler ise, yüzündeki gülümsemenin ardında kocaman bir yıkım taşıyanlardır. Çünkü onların artık karşısındakinden bir beklentisi yoktur. Sadece severler, çok severler
En korkunç, ama en saf duygu da platonik aşklardadır.
Miran da Elif’e aynen bu şekilde hissediyordu. Ancak artık uzun yıllardır Miran’ın yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği bu duygu, bedenini, ruhunu tüketiyordu. Gençler, olabilir deyip geçemezdik artık. Bu denli kardeşimi mahveden bir kıza ve onun ardından koşmaya devam eden Miran’a sessiz kalamayacaktım.
Evin önüne gelmiş, arabamdan inmiştim. Kapıyı çaldığımda bir süre açılması için bekledim. Kapı açıldığında beni annem karşıladı.
“Hoş geldin, güzel kızım.” Deyip sarıldı. Bu aralar annemle de fazla vakit geçiremiyorduk. İşlerim dolayısıyla onların yanına uğramaya vaktim dahi kalmıyordu. Gün içerisinde zaten uğrayamazdım hatta bazı günler istihbaratta bile kaldığım oluyordu.
“Hoş buldum anneciğim.” Deyip içeri geçtim. Demir amca da evdeydi. Yani namı değer üvey babam da diyebiliriz. “Anneciğim, ben direk Miran’a bakayım. Ben bu konuyu çözeceğim. Sen canını sıkma.” Deyip yanağına ufak bir öpücük kondurdum. Annem yüzündeki samimi tebessümle beni onayladı. Bense Miran’ın odasına yöneldim. Tabii ki yine odasındaydı. Kapısını birkaç defa tıklattım. İçeriden ses gelmedi. Zaten ses geleceğini de düşünmemiştim. Yavaşça kapıyı aralayıp kafamı içeri uzattım. Miran bilgisayar başında, kulaklıklarını takmış oyun oynuyordu. Ben içeri girince dönen sandalyesini bana doğru çevirdi. Kulaklığını çıkartıp masaya bıraktı ve ayağa kalkıp gülümsedi.
“Abla, nasılsın?” dedi. Ona doğru ilerleyip kollarımı iki yana açtım. Miran ise küçük bir çocukmuş gibi bana sarıldı. Bu sarılma faslımızdan sonra yatağa bağdaş kurup oturdum. O da karşıma oturdu.
“Nasılsın ablacığım? Uzun süredir konuşamıyorduk.” Dediğimde yüzü düştü.
“Buraya annem söylediği için geldin değil mi?” dediğinde ise ona yalan söylememeyi tercih ettim.
“Evet, ama zaten seninle yakın zamanda ben de konuşacaktım. Bu halin ne böyle ablacığım? Nereye kadar gidecek böyle?”
Miran bir süre sustu.
“Sonuna kadar abla.” Dedi sadece.
Kardeşim gerçekten sağlıklı düşünemez hale gelmişti ve bu son zamanlarda daha da artmıştı.
“Sonu neresi peki?”
“Nereye kadar gidebilirse işte.”
“Bu şekilde hiçbir yere gittiği yok Miran, kendini kandırma. Bu yaptığın kendini kandırmaktan başka bir şey değil ki. Sen anlamıyor musun?”
“Anlamıyorum.” Deyip lafı kestirip attı.
“Belki de anlamak istemiyorsundur?” dedim soru sorarcasına. Gerçekten de anlamak istemiyordu. Anlarsa canı daha çok yanacaktı çünkü ve o canının yanmasından korkuyordu. “Canının daha çok yanmasından korkmuyorsun. Daha kendine itiraf edemiyorsun Miran. Birinin bunu sana dile getirmesini mi bekliyorsun? Canının yanmasından korkma. Emin ol hiçbir şey şu ankinden daha çok canını yakmayacak.” Bir kez yutkundum ve onun konuşmasına izin vermeden tekrar konuşmaya başladım. “Seninle açık konuşacağım ve bu söyleyeceklerim kalbini kırmasın, sadece artık kendine gelmen gerek. Onun yaptığı hareketler, sana attığı bakışlar, onunla dışarda karşılaşman… hiç birisi sana âşık olduğu için değil kardeşim. Sadece tesadüf.”
Bunları kardeşime söylemek zorundaydım.
“Ama ya değils-”
“Öyle, Miran.” Dedim lafını bitirmesine izin vermeden. “Biliyorum, âşık olmak, birisini çok sevmek, onunla birlikte olabilme ihtimalini düşünmek çok güzel. Ama bir de hayatın gerçekleri var, bunlarla da yüzleşmemiz lazım. Elif’in seni sevmemesi, seninle birlikte olmak istememesi, senin kötü biri olduğun anlamına gelmiyor. Asla böyle bir şey yok ve bunu şu anda aklına kazıyorsun!”
“Neden böyle davranıyor? Ben beni bu denli seven birisine bu şekilde davranamazdım. Yüreğim el vermezdi ki.” dedi Miran.
“Çünkü o daha hiç âşık olmamış ablacığım.”
“Ama sevgilisi vardı.” deyip sustu.
“Peki ya gerçekten aşık mıydı?” dediğimde, odaya sessizlik hâkim oldu.
“Bilmiyorum.” Deyip tekrar sustu.
Elif’i arayacak ve konuşacaktım. Bana başka çare bırakmamıştı.
“Tamam ablacığım. Bak saat epey geç oldu. Hadi yat uyu. Ben bu gece evdeyim zaten. Sabah kahvaltıda görüşürüz. İyi geceler.” Dedim. Miran da;
“İyi geceler.” Deyip yatağına girdi.
Aradan birkaç saat kadar zaman geçmişti. Evdeki herkes uyumuştu ve benim operasyonum daha yeni başlıyordu. Oldukça sessiz olmaya çalışarak, Miran’ın odasının kapısının kolunu tuttum ve yavaşça aşağı indirdim. Miran da herkes gibi uyumuştu. Telefonunu Alacak ve Elif’i arayacaktım. Yatağının yanındaki komidinin üstünde duruyordu telefonu. Sessizce telefon aldım ve yine çok yavaş adımlarla odadan çıktım.
Zaten canım kardeşimin şifresi tabii ki de Elif’ti. Miran’ı yakından tanıyan herkes telefonu rahatlıkla açabilirdi. Arama rehberine girdiğimde, Elif’in numarasını, telefonun hızlı aramalar kısmında gördüm.
OF MİRAN OF!
Evden çıktım ve sokağa indim. Bir süre parmaklarım Elif’in telefon numarası üzerinde gezindi. Açmama ihtimali de vardı. Çünkü hem saat oldukça geçti hem de arayanın Miran olduğunu düşünecekti.
Yine de arama tuşuna bastım.
Telefon bir defa çaldı
Bir defa daha
Ve bir kere daha.
En sonunda telefon açıldı.
“Efendim?” diyen Elifin sesi bıkkın çıkıyordu.
“Elif, ben Miran’ın ablasıyım. İsmim Deren.” Dediğimde, Elif’ten ses gelmedi “Elif?” dedim o bir şey söylemeyince.
“Buyurun Deren abla, bir sıkıntı mı var?”
“Benim için, hatta bizim için var Elifciğim. Konu Miran. Artık durumu çok daha kötü. Belki bu sana saçma gelecek, bilmiyorum ama bizim için bu çok önemli bir durum. Annemiz dahil herkes de biliyor. Hatta sen de biliyorsun. Miran sana ölümüne aşık, Elif. Aylar geçti, yıllar geçti bitmedi. Biz biter sandık ama bitmedi. Sana da kızamam sonuçta sevmediğin biriyle birlikte olma gibi bir zorunluluğun yok. Ama rica ediyorum Miran’a da ümit verme. Yanlışlıkla bile bakma. İsmini anma. Çünkü senden aldığı en küçük elektrikle kalbi yine hareketleniyor ve biz de artık onu durdurabilecek güçte değiliz. Bu akşam konuşacaklarımızı sen istemezsen başka kimse bilmeyecek. Söz veriyorum.” Dedim ve artık Elif’in konuşması için sustum.
“Biliyorum. Bu yüzden ona oldukça ters davranmaya çalışıyorum.” Dedi.
“Bu zamana kadar ona karşı hiçbir şey hissettin mi?”
Konuşmadı. Bekledim.
Yine konuşmadı.
“Deren abla, aslında konuşmamız gereken çok önemli şeyler var.” Sesi titrek ve çekingen çıkıyordu. Gergin olduğu ve bir şeyler sakladığı her halinden belliydi.
“Konuşalım diye aradım seni.” Dediğimde ise hiç beklemeden lafa girdi.
“Ama abla, bu söyleyeceklerimi abimin sana söylediğimi asla bilmemesi lazım.” Dediğinde ne demek istediğini anlayamamıştım. Abisi nereden duyacaktı ki?
“Abini tanımıyorum zaten, duymaz. Merak etme.” Dedim güven verircesine.
“Tanıyorsun.” Dedi ve derin bir nefes aldı. Bu nefesi telefondan bile duyulmuştu. “Benim abim Sertaç Baştaç, Deren abla.” Dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. Sertaç mı? Nasıl olurdu? Elif, benim Kozanlılar dosyasıyla bağlantılı olduğumu ve abisiyle de iletişimde olduğumu biliyor muydu? Peki ya yarın sabah saat 09.00’da abisinin ona verdiğim konuma geleceğini?
İşler git gide karışıyordu ve sırrımızı bu kadar çok kişinin bilmesi bizim hiç işimize gelmezdi. Hiçbirine güvenemezdik. Neden güvenecektik ki? Onlar sıradan, herkes gibi kişilerdi. Onlara karşı yanlış bir hareketimizde tüm sırlarımızı açığa çıkarabilirlerdi.
Sanıyorum ki operasyonumuza çok farklı isimler de dahil olacaktı.
Miran’a nasıl söylerdim? Aileme bile dosya hakkında bilgi vermiyordum. Yasaktı. Çok gizli, çok dikkatli olacaktık. Ama adeta bir sarmaşık gibi etrafı saran bu operasyon, yayılmaya yüz tutmuştu.
İstihbarata dönüp olanları herkese aktarmam gerekliydi. Buna göre bir plan yapacaktık ve kurallara uyulacaktı.
“Dosya hakkında ne biliyorsun? Bunun Miran’la ne alakası var?” dedim telefonda konuşmamı bekleyen Elif’e. O ise beklemediğim bir cümle kurdu.
“Abim ne biliyorsa onu biliyorum. Ben Miran’la olamam Deren abla. Eğer olursam, abim beni mahveder. O sizin peşinizde. Bir şeyler çevirdiğinizi biliyor. Lütfen beni zorlama daha fazla bir şey söylemek istemiyorum.” Dedi. Demek ki abisi, bildiği şeyleri Elif’e de anlatıyordu.
“Elif, yaşça senden büyüğüm ve bu yüzden bu şekilde üstü örtük konuşmak yerine açık bir şekilde bildiklerini söyle lütfen. Bırak herkes işini yapsın.”
“Yaşça büyük olman benim her şeyi sana anlatmam gerektiğini göstermez bence. İlaveten sana üstü örtük şekilde anlattığım bir şey yok. Abim ne biliyorsa onu biliyorum. Ne dediyse de onu söyledim.” Dediğinde sınırlarımı zorladığının farkında değildi.
“Peki abin ne biliyor, Elif?” dememle telefondan bir ses geldi.
Yüzüme kapatmıştı.
Bu kız düşündüğümüzden fazlasını biliyordu ve hafife alamazdık. Çünkü Elif’in bizim hakkımızda bir şeyler bildiğini düşünürsek, Sertaç daha da fazlasını biliyor olabilirdi. Genç bir kızdı ve her an her şeyi yapabilecek kapasiteye sahipti. İşte bu gözümün biraz daha korkmasına neden oluyordu.
Ama biz genç bir kızla başa çıkamayacak kadar da beceriksiz bir ekip değildik.
Hiçbir zaman olmamıştık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |