2. Bölüm

I. TECESSÜS

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Kötülüğün hüküm sürdüğü, adaletin olmadığı, kan dökmeyi seven bir milletin, masum milletin içine sirayet etmesiyle başlanan bu zaman, boylu boyunca uzayıp gidiyordu. Bir yandan silahların masumunu içine aldığı çığlık sesi, bir yandan da etrafı toz dumana katmış bomba silsilesi.

Kaç can yakmıştı içine hapsolduğumuz zaman, kaç masum evlâdı yok etmişti. Boylu boyunca uzanan bu şehir kaç gözyaşına eşlik etmişti, bizzat kendim şahit olmuştum. Yürüdüğüm bu yol ise sanki ayaklarımın altında küçük bir bedeni eziyormuşum gibi geliyordu. Uzak mesafede ise kulağıma ilişen silah ve bomba sesleri yüreğimi kan katrana çeviriyordu.

Atımı bir ağacın dalına bağlayıp yelelerini sevip okşadım. Bembeyaz, güzelliği ile beni cezp eden tek yoldaşım bu attı. Yüzünden öpüp çantamdan okumu çıkardım. En azından kendimi korumam lazımdı ve yanımdan ayırmadığım okum tek silahımdı. Çok küçükken babam tarafından silah kullanımı ve dövüş üzerinden eğitim almıştım. Babam bir zamanlar bu konuda eğitmenlik yaptığı için ben de bu durumdan yararlanmıştım. Bunu en çok babam istemişti.

Yine gideceğim yer mahzendi. Orada halletmem gereken günlük işlerim oluyordu. Sessiz adımlarla ara caddeleri kullandım. Babamın ilgilendiği dosyaları mahzende saklıyordum. Bunlar karşı tarafın eline geçerse hiç iyi olmazdı. Geçmişimin, geleceğimin ve umudumun yok olmaması için bu dosyalara gözüm gibi bakmalıydım. En önemlisi de bunlarla bir sonuca varmalıydım.

Tozlu merdivenlerden inip kilitli kapıyı cebimden çıkardığım anahtarla açtım. Boğazıma kaçan tozla hafiften öksürdüm. Kapıyı açtığım anda kulağıma ilişen ses kapının gıcırdama sesi oldu. İçeriye girip etrafı inceledim. Uzun zamandır buraya gelmemiştim, buranın temizliğe ihtiyacı vardı. Uzun penye çantamı omzumdan çıkarıp masaya koydum. Çürümeye yüz tutmuş ahşap pencereyi hafiften araladım. Karanlık odaya küçük ışık huzmesi girince tozun havaya kalktığını fark edip yüzümü buruşturdum. Buraya sık sık gelemediğim için oldukça bakımsızlaşıyordu. Pencereyi araladığım an birkaç ses duydum. Hızlıca araladığım pencereyi kapattım. Kalabalık adım sesleri köşeye sinmeme neden oldu. Tehlikeliydi bastıkları yerler, tehlikeliydi burada olmaları. Son zamanlarda caddelerde dolaşan askerlere benzemiyorlardı.

Gittiklerine kanaat getirip sindiğim yerden kalktım. Göz ucuyla pencereden baktım. Pencere dardı ama dışarısı rahatlıkla gözüküyordu. Ortalıkta gözükmüyorlardı. Rahatça soluyup tekrar pencereyi açtım. Önce bez alıp etrafta birikmiş tozları sildim. Kitaplıktan aradığım dosyayı alıp sandalyeye oturdum. İçindeki birkaç bilgiyi alıp dosya poşetinin içine yerleştirip çantama koydum. Bu bilgiler üzerinde birkaç gün çalışmam gerekiyordu. Babamın bu dosyalarda ne sakladığını öğrenmeliydim. Eğer bu dosyalar buradaysa hiçbiri boşuna değildi. Babamın bildiği çok şey vardı ve ben bunları öğrenmeliydim. Bazı olaylara benim de el atmam lazımdı. Daha yolun ortalarındaydım. Bundan önce onlarca dosya incelemiş, istediğim hedefe daha ulaşamamıştım. Bu yüzden elimden geldiğince diğer dosyalara da bakacaktım.

Dosyayı tekrar yerine koyup mahzenden çıktım. Etrafı taradım, ortalıkta kimse gözükmüyordu. Yavaş adımlarla ilerledim, ilerledikçe kulağıma ilişen sesle kaşlarımı çattım. Seri adımlarla sesin olduğu yöne yürüdüm. Adımlarım sanki bir insanın feryadına ilerliyordu. Oraya gidersem o feryat beni de içine hapsedecek gibiydi. Epey ilerledikten sonra yerde yatan bir kadınla karşı karşıya kaldım. Etrafı aradım ama kimse yoktu. Kadının yanına yaklaştım, kıpırdamıyordu. Endişeyle kadını inceledim. “Hanımefendi,” dedim ürkek sesle. Ses vermedi, nabzını ölçtüm. Ölmüştü, tenha sokakta yine bir can katledilmişti. Dizimde olan kadının kafasını tozlu zemine koydum. Kaç cansız bedene şahit olmuştum bilmiyordum. Bildiğim tek şey vahşetin günden güne artmasıydı. Yerle göğün şahit olduğu feryada kendim bizzat şahit oluyordum. Ne yazık ki yine bir ölü bedenle karşılaşmıştım. O kadar ölüm görmüştüm ki alışmak istemiyordum. Ben yaşamamın amacına bir sebep koymuştum. Bunlardan biri de alışmamaktı.

Çöktüğüm yerden kalktım. İlerledim, sanki elime bir koz geçse kullanacaktım ama kimin öldürdüğünü görememek bu düşüncemi yerle bir ediyordu. Ok cebemi daha çok kavrayıp ilerledim. Fazla ilerlemeden gördüğüm toplulukla ileride duran ağacın arkasına geçtim. Bunlar Selçuk Alphan’ın adamlarıydı. Hiç şaşırmadım, bilakis tahmin bile etmiştim. Konuştuklarını az buçuk duyabiliyordum.

“Şimdilik bu kadar yeter, halkı karşımıza almayalım. Karşı tarafın suçu olarak biliyorlar.” Kaşlarımı çattım. Yavaşça olduğum yerden çıkıp yanlarına ilerledim. Beni gördüklerinde hiçbir şaşırma emaresi görmedim yüzlerinde. Sonuçta beni de kendilerinden sanıyorlardı. Bu durumu bizzat kendim istemiştim, hatta onları içlerine sızarak vuracaktım.

“Ayza.” İsmimi telaffuz eden Selçuk Alphan’ın en güvendiği adamlarından olan Temur’du. Diğerleri de bana bakmayı ihmal etmediler. Yavaş adımlarla yanlarına daha çok yaklaştım. Bu durum onları biraz şüphelendirse de bir şey bilmediğimi gösterir gibi bir tavra büründüm.

“Ne oluyor burada?” dedim adamın sözlerine istinaden. Temur, elindeki küçük kâğıdı cebine sıkıştırıp, “Birkaç istihbarat aldık, onunla ilgili geldik,” dedi. Kadını Temur öldürmüş olmalıydı, belli etmese de eline baktığımda gördüğüm kan lekesinden anlamıştım. Cebine koyduğu kâğıda takılı kaldım bir süre. Başka bir planlar daha dönüyordu ve bunu kesinlikle öğrenmem gerekiyordu.

“Karşı tarafla mı alakalı?” Sorduğum soruyla başını salladı. Kesinlikle yalandı. Kaşlarımı hafiften çattım. Temur, adamlara söylenip yanımdan ayrılacakken son anda diyeceği bir şey varmış gibi bana döndü.

“Sen ne arıyordun burada?”

“İşlerim vardı.” Anladım dercesine başını sallayıp adamlarla uzaklaştı. Ne planları olduğunu merak etsem de onları takip etmem şüphe uyandıracağından geri döndüm. Bugünlük başka birini öldüreceklerini düşünmüyordum.

“Peki o kadını neden öldürdüler?” Aklıma takılan bu soru şimdiden zihnimi yiyip bitiriyordu. Geri dönüp hızlıca atımın olduğu yere yürüdüm. Havada iyiden iyiye kararmaya başlamıştı. Atım beni gördüğü an kıpraştı, bu hâline gülmeden edemedim. Yanına ulaşıp yelelerini okşadım. Yüzünü öpüp ipini çözdüm.

“Ne huysuzlandın sen Yağız oğlan? Özledin mi bakalım beni?” Beni anlamışçasına yüzünü yüzüme yaklaştırıp hafiften kişnedi. Gülümseyip vücudunu sevdim. Öyle güzeldi ki sevmekle yetinemiyordum. Yavaşça sırtına bindiğimde talimatımı beklemeden ilerlemeye başladı. Biraz önceki olanlar geldi aklıma, idrak edemeyeceğim bir sürü olay birikmişti. Temur’un başka planı var gibiydi. Selçuk Alphan, ona ne söylemişti öğrenecektim.

Epey bir mesafeden sonra eve gelebildim. Atı tavlaya götürüp yerleştirdim. Burada daha bir sürü at vardı ama ben en çok Yağız oğlumu sevmiştim. Sanki o da hisseder gibi beni gördüğünde şımarıyordu. Diğer atları da sevip tavladan çıktım. Taş zemini geçip eve girdim. Bu ev beni boğuyordu. Mecburiyetlerim olmasa burada bir saniye bile kalmazdım ama buna sırf davam için katlanacaktım.

“Ayza.” Efruz’un sesini duymamla duraksadım. Arkama dönüp Efruz’a yapmacık bir gülümseme sergiledim. Efruz, Selçuk Alphan’ın kızıydı. Ona bakınca şımarık bir kız çocuğu görüyordum. Zaten aramız çok da iyi sayılmazdı, pek muhabbetimiz yoktu. Yanıma yaklaşıp, “Neredeydin?” diye sordu.

“İşlerim vardı, bir şey mi oldu?” Yüzündeki ifade canının sıkkın olduğunu gösteriyordu.

“Kahve içelim mi? Biraz sohbet etmiş oluruz.” Şaşkınlıkla kaşlarımı araladım. O da anlayacak ki güldü.

“Şaşırma işte, bugün ev yasağı var.” Başımı iki yana sallayıp aynı şekilde gülümsedim. Normalde olsa bu teklifi asla etmezdi.

“Tamam, önce üzerimi değiştireyim geliyorum.” Başını kabul edercesine salladı. Hızlıca merdivenlerden çıkıp bana ayrılan odaya geçtim. Oda fazla büyüktü ve buraya yerleşeli bir yıldan fazla oluyordu. Bu bir yılda Selçuk Alphan’ın güvenini kazanmış mıydım pek emin değildim ama eskisine nazaran bana biraz daha ılımlı davranıyordu. Ona karşı şüphe uyandıracak hareketlerde bulunmamaya dikkat ediyordum. Ama bir yandan da olacaklar beni endişelendiriyordu. Her ne kadar güvenini kazandığımı düşünsem de onun bencil yanı işleri zorlaştırıyordu. O en yakınını bile gözden çıkarabilecek biriydi. Ben, bu güvenin yanında ufacık bir zerre kalıyordum.

Bıkkınca soludum, üzerimdeki montu çıkardım. Başımdaki örtüyü de çıkarıp çekmecemden rahat edebileceğim başörtü çıkardım. Üzerime rahat kıyafetlerimi giyinip odadan çıkacaktım ama benden önce Efruz davranacak ki kapım tıklatıldı. Çok geçmeden de kapı açıldı ve kapıdan başını tam da tahmin ettiğim gibi Efruz uzattı.

“Bekleyemedim aşağıda. Burada konuşsak olur mu?” Başımı sallamamla içeriye girdi. Elindeki kupalardan birini bana uzattı. Beraber pencere kenarında duran berjerlere oturduk. Elimdeki çay kupasını ortada duran yuvarlak masaya koydum. Efruz’un bir derdi vardı ve bunu benimle paylaşmak istiyor olması ilginçti. Sıkılgan bir tavırla elindeki kupayla oynuyordu.

“Bir şey mi oldu Efruz?” Bardaktaki bakışlarını bana çevirip dudaklarını birbirine bastırdı. Elindeki bardağı masaya koyduktan sonra bana doğru biraz daha yaklaştı.

“Aslında var.” Endişeyle kapıya bakındı. Sanki diyeceklerini bir başkasının duymasını istemiyordu. Rahatlamak istercesine nefesini soludu. “Bu babamın adamlarından biri var Temur, bilirsin. Ona karşı bir şeyler hissediyorum.” Şaşıracağım kadar vardı duyduklarım. Temur, katildi her ne kadar kendi kanaatince haklı olsa da bana göre katildi.

“Peki, Temur?” dedim sözlerine istinaden.

“O da seviyor beni.” dedi gülümseyerek. “İki yıldır konuşuyoruz.” Diyeceklerim kısıtlanmış gibiydi. Ne yönden bakıp söylesem Efruz beni dinlemezdi. Temur’un ne düşündüğünü bilmeden Efruz’u uyaramazdım, ona Temur’un yaptıklarını anlatsam bana inanmazdı.

Soğumuş kahvemden bir yudum aldım. Bakışlarım hâlâ Efruz da geziniyordu. Çoktan kaptırmıştı kendini bu aşka, sanki bu işin içinden bir olaylar çıkacak gibiydi.

“Biraz bekle Efruz, en azından olaylar toparlansın.” Omuz silkti. Selçuk Bey’in tepkilerini tahmin edebiliyordum. Öfkelenecekti, en önemlisi de bu işe engel olacaktı. Annesi zaten otoriter kadındı, asla ikisini kabul etmeyecekti. Temur, onların adamı olsa da işe mertebeyi bağlayacaklardı. Zaten Efruz’u aile dostlarından biriyle evlendirmek istiyorlardı.

“Bekleyemem Ayza, beni o adamla evlendirecekler. Hem babamı da biliyorsun.” Selçuk Alphan’ı tanımamak imkânsızdı, bir görüşte nasıl biri olduğunu çözebilmiştim. Sert ve acımasız adamın biriydi. Temur’un emir aldığı tek kişi Selçuk Alphan’dı. Ölüm emri de ondan çıktığı bariz belliydi. Bunu benden başkası irdelemiyordu ve ben, bunu sonuna kadar irdeleyecektim.

“Ne olacak peki?”

“Aklımda var bir şeyler.” Onlar çoktan karar vermişti bir şeylere. Sorsam söylemezdi.

Kapı tıklatıldığında Efruz’la kapıya baktık. İçeriye Efruz’un annesi Çiğdem Hanım girdi. Önce Efruz’a bakıp sonra bana yöneltti bakışlarını. Gülümseyerek yanımıza yaklaştı. Kızıl bukleli saçları omuzlarına dökülmüştü. Uzun boyuyla göze hitap ediyordu, bedenine sıkıca saran elbisesi ile çok güzel gözüküyordu. Çiğdem Hanım, güzel kadındı ve yaşını göstermeyen bir yapıya sahipti. Efruz, güzelliğini annesinden almıştı. Annesi gibi uzun boyu ve güzel fiziği vardı.

“İki güzel hanım ne yapıyormuş burada?” Her ne kadar bana karşı samimi olmasa da gülümsemesine karşılık verdim. Burada oluşum en çok onu rahatsız ediyordu, eğer Selçuk Bey diretmeseydi beni burada durdurmazdı. Hem yakınları olmamam hem de inançlarım onların hayatlarından uzaktı. Efruz’a baktığımda yüzündeki ifade endişeliydi, anlatmamdan korkuyordu ama anlatma gibi bir niyetim yoktu.

“Efruz’la sohbet ediyorduk.” Efruz, cevabımdan memnun olmuşçasına gözlerini kırpıştırdı. Anlatacağımı düşünmüştü ama yanıltmıştım.

“Güzel,” dedi Çiğdem Hanım. “Akşama hazır ol Efruz, biliyorsun Arslan Bey’ler gelecek.” Efruz, annesinin dediğine kaşlarını çattı. Sertçe soluyup başını salladı. Her ne kadar istemese de annesinin dediğine karşı gelemiyordu. Bunun sebebi korku değildi, neden böyle olduğunu merak etmiyor değildim doğrusu. Beraber odadan çıktıklarında ben de kendimi yatağa attım. Bugün fazlasıyla yorulmuştum.

Telefonumu alıp kurcaladım. Resimlere bakındım. Buraya geldiğimden beridir hiç gitmemiştim büyüdüğüm yere. Buradaki görevim Selçuk Alphan’ın gizlediği dosyalara yardım etmemdi. Bunu o gün, canını kurtardığım zaman hak kazanmıştım. Hatta onun güvenini kazanmak için yanında olmuş, birçok kez istediği görevi yerine getirmiştim. Bunda en büyük etken bir hocadan ders almamdı. Savaş aletlerini biliyor olmam hatta gözüne girecek şekilde dövüş konusunda istediği düzeyde olmam onun gözüne girmemi sağlamıştı. Ona türlü oyunlar oynamış, gidecek bir yerimin olmadığına ikna etmemi sağlamıştı. Verdiği görevlere gitmem içinde yakınında olmam gerektiğine onu ikna etmiştim. Oyununu çoğu zaman bozduğumu bilmediği gibi gittiğim yerlerden işime yarayacak bilgileri topladığımdan da haberi yoktu.

Günlerce aradığım dosya buradaydı. İğneyle kuyu kazar gibi bu odayla kendi odam arasında mekik dokuyordum. Çoğu zaman Selçuk Bey’in evde olmadığı günler bu odaya geliyor, dosyalara tek tek bakıyordum. En sonunda aradığım dosyayı bulmuştum. Elimdeki dosyada gördüğüm bilgilerle bakışmayı kestim. Zamanım azdı ve buradaki bilgileri kopyalamam gerekiyordu. Bu yüzden telefonu çıkarıp bilgilerin resmini tek tek çektim. Bunlar benim için önemliydi ama en önemlisi de babam için atılmış önemli bir adımdı. Babamın ölüm nedenine biraz daha yaklaşmıştım. Dosyayı yerine koydum. Yakalanmamanın verdiği rahatlama ile nefesimi soludum. Kapıyı yürüdüm ama benden önce kapı açıldı. İçeriye Selçuk Alphan girdi. Beni gördüğünde kaşları çatıldı. Kapıyı kapatıp bana doğru yaklaşınca, ne tepki vereceğimi bilemedim. Bir şeyler söylemeliydim ki burada neden olduğumu anlamamalıydı.

“Ayza?” dedi sorgularcasına. Bakışları yüzümde dolaşıyordu ve bu beni rahatsız ediyordu. Cevap vermekten kurtaran ses kapı sesi oldu. İçeriye Selçuk Bey’in oğlu Alper girdi. Önce bana bakıp sonra babasına çevirdi bakışlarını. Duruşundan bir şeyler sezmeye başladım.

“Turgut Özmen, adamlarını yollayacakmış.” Duyduğum isimle Alper’e bakmayı sürdürdüm. Beni cevap vermekten kurtardığına sevinsem de dedikleri ile bu sevincim meraka döndü. Turgut Bey’i tanırdım, babamın arkadaşlarından biri sayılırdı ama çok yüz yüze geldiğimiz söylenemezdi. Selçuk Bey, Alper’in dedikleri ile gerildi. Beni şu an göz ardı etmişti. Parmaklarını tıraş olmuş yüzünde gezdirirken diğer eliyle masada ritim tuttu. Her ne düşünüyorsa onun için iyi sayılmazdı. Yine de onların buraya geldiklerinden nasıl haberleri olmuştu bilmiyordum. Aralarındaki düşmanlığın en büyük sebeplerinden biri olduğumu bilse, beni burada barındırmaz anında öldürürdü. Selçuk Bey, kısa bir müddet bana bakıp anında bakışlarını Alper’e çevirdi.

“Evin etrafındaki adamları sıkılaştır Alper. O adamların bizimle ilgili bilgilere ulaşacağı ortada. Merak etme, onları sessiz bir anda yakalayacağız.” Alper, başını olumlu şekilde sallayıp, “Ben gerekli önlemleri alırım,” deyip odadan çıktı. Selçuk Bey’in aklı o kadar doluydu ki benim burada oluşumu sorgulayacak gibi durmuyordu. Onun dalgınlığını fırsat bilip Alper’in peşinden gittim. O daha merdivenlerden inmeden seslendim. Aniden durup bana baktı. Beni görünce gülümseyişi arttı. Gergindi. Onunla çok kez sohbet etmiştik. Bana çoğu kez dertlerini anlatmıştı ama iş konusunda pek ağzını yoklayamıyordum. Şimdide anlatacağa benzemiyordu. Kolay kolay bilgilere ulaşabilirsem Alper sayesinde olabilirdi ama o da bu konuda bana hiçbir sır vermezdi emindim.

“Bir şey mi oldu Ayza?”

“O adamların buraya geleceğini nasıl öğrendin?”

“Bir şekilde öğrendim işte. Neden merak ettin?”

“Hiç. Sadece aranızda ne var merak ettim.” Bilmemiş gibi davranmam şüpheyi ortadan kaldırırdı. Alper, sanki buna inanmamış gibi bir süre yüzüme baktı.

“Bunu ben çok bilmiyorum, babam ne derse onu yapıyorum.”

“Çok inandırıcı değilsin Alper.” Güldü. “Hadi ama Alper, beni bari kandırma.”

“Bunun cevabını veremem Ayza. Babamla konuşman daha iyi olur.”

“İyi, ben de sana bir şey olduğundan anlatmayacağım bir daha.”

“Şimdi acelem var, sonra konuşuruz olur mu.” Beni arkasında bırakıp gitti. Gerçekten de anlatmayacaktı. Sanırım Selçuk Bey bu konuda da herkesin ketum olmasını istiyordu. Bu gibi meselelerde maalesef ki kimseden bilgi alamıyordum. Selçuk Bey bile bazı görev dışında bana hiçbir şey anlatmazdı; güvenini kazanmış olsam bile. Ben de hızlıca odaya geçtim. Üzerime uzun cilbabımı giyinip odadan çıktım. Ne kadar şüphe toplardım bilmiyordum ama bunu yapma gereği duymuştum. Merdivenlerden hızlıca inip büyük koridora ulaştım. Alper, ortalıkta yoktu. Koridoru hızla yürüdüğüm anda Alper’i gördüm. Beni görmeden araladığı kapının arkasına girdim. Yavaşça başımı dışarıya uzattım. Arkası dönüktü bana. Kapıdaki adamlarla bir şeyler konuşuyordu ama duyamıyordum. Biraz daha ilerlediğimde sesleri az buçuk duyuluyordu. Daha fazla odaklanıp diyeceklerine kulak kesildim.

“Yarın akşam diğerlerini de toplayıp evin önünde ve yanında güvenliği sağlayacaksınız.” Adam, Alper’in dediği ile başını salladı. Ardından Alper elindeki bir dosyayı başını sallayan adama verip, “Bunlar gelenler,” deyip yanlarından uzaklaştığı anda hızlıca merdivenlere koştum. Beni fark etmemesi rahatlamama sebep oldu. Yakalansam hiç iyi şeyler olmazdı. Hızlıca odama geçip elimdeki telefonun not bölümüne aklımı karıştıran bilgiyi ekledim. Çok fazla bilmediğim olaylar vardı, hepsi beni çıkmaza sokuyordu.

Çantama koyduğum dosya poşetindeki bilgileri alıp yatağa oturdum. Birkaç sayfadan oluşan dosyanın içinde hiç ummadığım kadar bilgi vardı. Telefonumu açıp Selçuk Bey’in odasında çektiğim bilgileri de yanına koydum. Önce sayfaları inceledim, eksiklik var gibiydi ve bu eksiklik, çektiğim bilgilerle örtüşüyordu. Bu durum şaşkınlık oluşturdu.

“20 Aralık 2005. Ahmet Turhan’ı öldüren Cengiz Giray, 25 Aralık 2005 yılında idam edilmiştir.”

Sertçe yutkundum. Babamın bir katil damgası ile idam edilmesi canımı yaktı. Oysa annem o tarihte babamın burada bile olmadığını söylemişti. Her şey bir düzmeceden ibaretti ve babamın suçsuz olmasını açığa çıkarmaktan başka bir düşüncem yoktu. Selçuk Alphan’ın dosyasından çektiğim bu bilgi düpedüz oyundu.

Sertçe nefesimi soludum. Bu durumun gün yüzüne çıkması yaramı tazeledi. Tek çabam bu yarama kabuk bağlatmamdı. Kâğıtları dosya poşetin içine koyup oturduğum yerden kalktım. Dolabı açıp dosyayı elbiselerimin en altına koydum. Ayak altında bırakmam büyük riskti. Şimdilik bu riski alamazdım, hele ki bu olaya bu kadar yaklaşmışken. Dolabın kapağını kapatıp odadan çıktım. Ev sessizdi, merdivenlerden indiğimde gıcırdayan ahşap sesinden başka ses yoktu. Evden çıkıp bahçeye geçtim. Soğuk hava artık kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Buranın kış mevsimi çetin geçtiği için şimdiden beni endişelendiriyordu. Kış mevsimi benim için yavaşlama olurdu. Bunu istemiyordum. Bu düşünce canımı sıktığı gibi göğsümü acıtan nefesin sertçe kendini belli etmesine neden oldu.

“Kahve teklifim hâlâ geçerli, biliyorsun.” Ardımda duyduğum ses yanı başıma ulaşınca Alper’in güler yüzü ile karşılaştım. Ellerini cebine sokup önüne döndü. Esmer, uzun ve kemikli yüzü düşünceli gibiydi.

“Sen de kabul etmeyeceğimi biliyorsun.” Sesimin müstehzi tınına gülüp, “Gizemlerini bir türlü çözemeyeceğim,” dedi. Dediklerim onu memnun etmemiş gibi sertçe soludu. Onun gibi karşıya baktım. Dağlar bütün ihtişamı ile karşımızdaydı ve uzaklığı görmemizi engellemiyordu. Tepelerin kar manzarası ise izlenmeye değerdi. Alper’le arada böyle sessizce karşı dağları izlemeyi sürdürürdük.

“Pek gizemli olduğum söylenemez aslında, sadece yapmam gerekenler bu.” Dediklerim ile dudağının kenarı kıvrıldı. Bedenini bana çevirip gözlerini yüzüme sabitledi. Diyeceği çok şey varmış gibiydi ama diyemiyordu. Aslında gizemli olan oydu, bana yakın davranması kafamı karıştırıyordu. Bunu bildiğim içinde son zamanlarda ondan uzak duruyordum.

Bakışlarımı hızla çekip, “Ben gideyim artık,” dedim. Bir şey demedi. Yanından hızla ayrıldım, son anda görüş alanıma giren tavlayla oraya doğru yürüdüm. İçeriye girmemle gülümsemem arttı. Atlar benim için huzurdu. Onları görmek, onlarla ilgilenmek rahatlatıyordu.

“Yağız, oğlum. Özledin mi beni?” Yelesini okşayıp öptüm. Burada en sevdiğim şey atımdı. Birkaç ayda birbirimize çok fazla alışmıştık. Kenarda duran yemi alıp elimle yedirmeye başladım. Huysuzlanmadan elimdekileri yemeye başladı, bir yandan da onu sevmemi istercesine başını bana uzatıyordu. İlgisine karşılık verip yelelerini okşamaya devam ettim. “Şimdi gidiyorum, yarın benim en iyi yol arkadaşım olacaksın,” deyip son kez öptükten sonra tavladan çıktım. Eve doğru geçecekken Alper’in hâlâ bıraktığım yerde durduğunu gördüm, fazla umursamadan eve geçtim. Saat gece yarısına gelmekteydi. Odama geçip üzerime pijamalarımı giyindim. Raftan kitap alıp berjere oturdum.

Kitap okumaya başladığım esnada aklıma uğrayan düşünceyle dalıp gittim. Şu ana kadar içimi kemiren düşünceye temayül etmemeye çalışıyordum ama yapamıyordum. Yalnız kaldığım zaman daha çok uğrar olmuştu bu düşünceler. Parmaklarımla alnımı ovuşturdum. Zihnim darmadumandı. Yıkılmış enkazın altında kalan göçük gibiydi. Aheste aheste sonunu getirir gibiydi. İdrak edemediği onlarca şey varken yenisini ekliyordu bir köşesine. Zihnim benden uzak gibiydi ama en çok da bana bağlıydı.

Kapım usulca çaldı. Daha sonra Efruz kapıdan başını uzattı. “Müsait miydin?” Kapı eşiğinden söylediği söze başımı sallayıp, “Müsaidim,” dedim. Gülümseyerek yanıma geldi. Her zamanki gibi karşımdaki berjere oturdu. Samimiyetini bilmesem benimle dertleştiğini zannederdim ama şu anda kendini anlatabileceği kimse yoktu.

“Bir şey mi oldu Efruz?” Efruz, dudağını büzüp bıkkınca omuzlarını düşürdü. Bu tavrı karşısında elimdeki kitabı kapatıp sehpaya koydum. Geçen misafirler belli nedenlerden dolayı gelememiş görüşme işini yarına ertelemişlerdi. Bu durum Efruz’u olur olmadık sessizliğe bürüyordu.

“Sadece annemleri nasıl ikna edeceğimi bilmiyorum.” Sesi olağanca cılız çıktı. Yanına yaklaşıp, “Benim yapabileceğim bir şey var mı?” desem de başını iki yana sallamakla iktifa etti. Nemli gözlerle bana baktı.

“Ben ikna edemezken sen ne yapacaksın ki? Dinlemiyorlar bile beni.” Elini tutup, “Çocukla sen konuşsan, belki anlayış gösterir,” dedim. Birden gözleri parladı.

“Olabilir aslında, bunu deneyeceğim.” Çehresinde oluşan ifade değişti. Onun için bir şey yapamazdım, yapmak da istemiyordum.

“Merak etme, anlayış gösterir.” Hızla başını salladı. Heyecanla odadan çıktığında başımı iki yana sallayıp güldüm. Oturduğum yerden kalkıp yatağa giriştim. Anlaşılan yarın akşam epey bir hararetli bir görüşme olacaktı. Sonuçta biricik kızları gözde aileye gelin gidecekti. Bu, en çok Selçuk Bey’in işine yarayacaktı, işini büyütecek, birçok kişinin dosyasını rafında bulunduracaktı. Zulüm artacak ve şehir kendini kana boyayacaktı. Arslan Bey’i çok bilmiyordum ama Selçuk Bey’le iş birliği yaptığından emindim. Arslan Bey bu işte kendini hep gizli tutardı, bu yüzden de diğerleri gibi ismi çok duyulmazdı. Babamın benim için bıraktığı defterde şöyle yazıyordu:

Kiminle ve neyle savaştığına dikkat et, sonunu sen yazma kızım.

Babamın çok fazla sözü birikmişti zihnimde. Ben daha on üç yaşında onu kaybetmişken, en büyük servetim bana bıraktığı emanetleriydi. Sözleri ve bana savaşmayı öğreten teknikleri en büyük hediyesiydi. On yaşındaydım bana öğrettiği tekniklerini alalı. Babama şimdi minnettardım. O olmasa kendimi savunabileceğim bir alt yapım olmazdı.

“Hadi Efruz, sen üzülünce ben ne yapacağımı şaşırıyorum.” Efruz, bana bakıp bıkkınca soludu. Yatağın ucuna oturup elindeki elbiseyi sıkıca kavradı. İçeriye Alper girdi. Efruz’a baktığında kaşları çatıldı. Alper Efruz’a düşkündü. Aralarındaki bu yakınlığa çok kez şahit olmuştum. Ailenin soğukluğunun yanında aralarındaki bu düşkünlük tek güzel yanıydı. Alper kanına önünde çok durmayarak içeriye daha fazla girdi.

“Efruz, neyin var güzelim.” Efruz önüne diz çöken abisine sıkıca sarıldı. Onun yanında çocuk gibi olurdu çoğunlukla. Daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladı. Alper, Efruz’a endişeyle bakıp, “Anlatacak mısın?” dedi. Efruz başını sallayıp olanları bir bir anlattı. Evlenmeyi istemediğini söyleyip elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Alper’in bu durum karşısında yüzü gerildi. Sanırım onun bu durumdan haberi yoktu. Zaten bilse bu akşama kadar olanları durdururdu. Öfkeyle odadan çıktığında olanlar şimdiden kendini gösterdi. Holde büyük bir ses yankısı oluştu ve Alper, öfkeyle bağırmaya devam etti. Efruz’la birbirimize baktık, “Söylemeseydim keşke,” dedi. Odadan çıkıp aşağıya indim. Karşımdaki manzara hiç iç açıcı değildi. Ortamdaki gerilime ben karışmadım, sadece uzaktan izlemekle iktifa ettim. Alper, annesine ve babasına bakıp, “Siz delirdiniz mi?” diye söylendi.

Selçuk Bey, birkaç adım öne doğru adım atıp, “Biz varken sana söz mü düşüyor Alper?” dedi. Bağırması irkilmeme neden oldu. Alper, her ne kadar öfkelense de Selçuk Bey için bu asla sineye çekeceği bir durum değildi. Kendi kararları dışında bir karar kabul etmiyordu. Söz konusu hayatıysa çocukları bile onun düşmanı olurdu.

Alper, öfkeyle elini sıktı. Babasının sözü üzere, “Kardeşimin hayatıyla oynuyorsunuz baba,” deyince Selçuk Bey, Alper’in bu sözüne pek aldırış etmedi. “Onu zorla evlendiremezsiniz.”

“Karışma Alper, böyle olması gerekiyor.” Selçuk Bey, Alper’in konuşmasına fırsat vermeden hızla salondan ayrıldı. Annesi de aynı şekilde Selçuk Bey’in peşinden gitti. Alper, öfkeden sedire oturup başını ellerinin arasına aldı. Sanırım o da bu duruma engel olamayacağını anlamıştı. Çaresizliğini görebiliyordum. Yanına gidip, “İyi misin?” dedim.

Ellerinin arasından başını çekip, “Görüyorsun işte,” dedi. Sesindeki tını çaresizliğini gösteriyordu. Kardeşine düşkünlüğünü, üzerine nasıl titrediğini biliyordum.

“Tamam, sıkma canını. Bir çaresi bulunur belki.” Sıkkınca soluyup geriye yaslandı. Başını duvara yasladı öylece. Bir şeyler düşünüyordu ama o düşüncede umutsuzluk vardı.

“Bu zamana kadar ihmal ettim kardeşimi. Geç kaldım sanırım.”

“Haberin yoktu ki.” Başını ağır ağır salladı. Ailevi meseleleri çok karışıktı, bazen onları anlamaya çalışsam da anlayamıyordum. Alper’in tutumunu bile bazen anlayamıyordum. Odaya geçip hazırlanmaya başladım. Aslında aşağıya inmek hiç istemiyordum ama Efruz’un ısrarlarına bir şey diyemedim. O kadar arkadaşı varken neden bana ihtiyaç duyuyordu ki?

Telefonumu cebime koyup odadan çıktım. Merdivenlerden indiğim anda duyduğum sesle duraksadım. Ortalıkta kimse gözükmüyordu ve Efruz sessizce biriyle telefonda konuşuyordu. Biraz daha yaklaştığımda beni fark edip sustu. Telefonun ardındaki sese veda edip telefonu kapattı. Hareketlerinde endişe vardı, bu durum beni şüphelendirdi ama soru sormam onun aleyhine olurdu. Saate baktım, misafirlerin gelmesine yarım saat gibi bir süre vardı. Herkes hazırlanıyordu büyük ihtimalle. Mutfağa geçip Aysel ablaya selam verdim. Aysel abla evin çalışanıydı.

“Her şey müthiş gözüküyor Aysel abla.” Masadaki yiyecekler iştahımı kabarttı. Köşedeki tabaktan bir dilim börek alıp sandalyeye oturdum.

“Afiyet olsun Ayza Hanım.” Kaşlarımı çatıp, “Hani hanım kelimesini kaldırmıştık!” deyip sahte bir kızgınlıkla konuştum. Aysel abla ile ara ara muhabbetimiz olurdu. Kendisi bu eve geleli neredeyse on yıl olmuştu. Bana kendilerini anlatırken öğrenmiştim. Hafiften gülüp, “Dil alışkanlığı kızım,” dedi. Yanına gidip tombik yanaklarını sıktım.

“Bundan sonra hanımlı konuşma, lütfen.” Kabul edip, “Peki,” dedi. Ben de Aysel ablaya geri kalan işte yardım etmeye başladım. Sabahtan beridir mutfaktaydı ve yorulmuşa benziyordu.

“Sen geç kızım, ben yaparım.” Elindeki tabağı alıp masaya koydum.

“Yapıyoruz işte, hem sen de yoruldun.” Kırışmış yanakları gülünce daha çok kırıştı. Ufak ve nasırlaşmış elleri ellerimi buldu.

“Bu eve sen gelince bir renk geldi sanki.” Böyle demesi onunda bu evdeki durumdan mustarip olduğunu gösteriyordu. Gözlemlediğim kadarıyla burada çalışan herkesin zorunluluğunu görüyordum.

Hazırlıklar tamamdı, masayı Aysel abla, “Ben kurarım” deyince salona geçtim. Ev ahalisi misafirleri bekliyordu. Ben de köşedeki berjere oturdum. Alper, öfkeyle babasına bakıyordu. Çiğdem Hanım’la Selçuk Bey de telefonda bir şey inceliyordu. Evde korkunç bir sessizlik vardı. Bu gece burada olmamalıydım diye düşündüm. Efruz’la göz göze geldim. Kızarmış gözlerle bana baktı. Hiçbir tepki vermeden tekrar önüne baktı. Kapı zilinin çalması herkesi ayaklandırdı. Çalışanlardan biri kapıyı açtığında önden Arslan Bey’le eşi Sevil Hanım girdi. Arkada ise oğulları Demir vardı. Sanki uzun yılların samimiyetleri varmış gibi birbirlerine sarıldılar. Onları tanımasam birbirlerini sevdiklerini düşünürdüm.

Demir’in gözü Efruz’daydı. Büyükler kendi aralarında sohbete daldığında Selçuk Bey masaya geçip sohbeti orada devam edebileceklerini söyledi. Herkes ayaklanıp masaya geçti. Arkalarından ben de geçip masaya oturdum. Sessizce olanları dinliyordum. Kendimi tuhaf hissettim. Şu an Efruz’un ne hissettiğini az buçuk tahmin edebiliyordum.

Yemekler yendi, Efruz’la Demir konuşmak için bahçeye geçti. Efruz’un ne diyeceğini fazlasıyla merak ediyordum. Demir’in bakışları beni korkutmuştu. Vazgeçecek miydi? Alper de oturduğu yerden kalkıp bahçeye geçecekken bana bakması ile ben de ayağa kalktım. Beraber bahçeye geçtik. Aşağı tarafta Efruz’la Demir vardı. Aralarında hararetli bir sohbet geçiyordu, demek ki konuyu açmıştı Efruz. Demir’le Efruz’u inceledim bir süre. Demir, Efruz’un koluna yapıştı aniden. Aralarındaki kavgaya Alper şahit oldu. Hızla merdivenlerden inip bahçenin aşağı tarafına geçti. Ben de peşinden gittim. Olanları engelleyecekken Alper hızla Demir’in elini Efruz’un kolundan çekti.

“Ne oluyor burada?”

“Asıl sana ne oluyor? Sözlümle konuşuyoruz burada.”

“Demir, o elin bir daha kardeşime dokunursa kırarım.”

“Alper, sen karışma.” Alper öfkeyle Demir’e yumruk çaktı. Gözlerim aniden çıkan bu kavga ile kocaman açıldı. Olay büyümeden durmalılardı.

“Alper, dur.” Bağırmamı duymadı, Efruz da bir yandan Alper’i geri çekmeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu. “Alper!” diye bağırdım. Beni yeni fark edecek ki geri çekildi. Ellerini ensesine götürüp sertçe ufaladı. Aradaki engeller umurunda değil gibiydi.

“Bana bak, bu evlilik olmayacak anladın mı?”

“Kararı sözlüm verecek, sen değil.” Alper, sabır dilenir gibi nefesini soluyup Demir’in boğazına daha çok yapıştı. Aralarındaki anlaşmazlık gittikçe büyüyordu.

“Sözlün mözlün değil Efruz, şimdide içeriye gidip aileni alarak bu evi terk edeceksin.” Demir, imayla gülüp, “Bunu bir de babana soralım istersen,” deyip Alper’in elinden kurtuldu. Bu evliliği Efruz’un isteksizliğine rağmen istiyordu. Bizi arkasında bırakıp eve doğru yürüdü. Efruz, bir köşede ağlayıp duruyordu. Onun daha güçlü olması gerekiyordu, böyle ağlamakla iş daha çok çıkmaza giriyordu.

“Hadi geçelim.” Eve geçtiğimizde çıkan kargaşa bir de salonda devam etti. Alper, çoktan olay çıkarmıştı bile. Selçuk Bey, dayanamayarak Alper’e öfkeyle tokat attı. Kaşlarım şaşkınlıkla aralandı. Demir’in anne babasına baktım, olanları sakin bir şekilde izliyordu. Alper, bu karşılığı almayı beklemiyordu. Hele ki evde misafirler varken… Selçuk Bey’in yaptığı saçmalıktı hatta Alper’e göre inciticiydi. Bu tokadı kabullenemedi. Evden çıkıp gittiğinde ondan kalan tek ses kapının sertçe örtülme sesiydi.

Selçuk Bey bozulmadı, bir kere bile Alper’e yaptıklarını düşünmedi. Bu onun ne kadar gaddar ve umursamaz biri olduğunu gösteriyordu.

“O zaman yüzükleri takalım.” Arslan Bey’in olanlar karşısında yüzsüzce söylenmesi üzere Efruz’la Demir, karşı karşıya geldi. Yüzükler takılmış, kurdele kesilmişti. Efruz, bu durum karşısında hızla odasına çıktı. Kendimi ortalıkta dolanan fazlalık gibi hissettim. Efruz’un peşinden gittiğimde kapısı kilitliydi. İçeriden ağlama sesi geliyordu. Onu yalnız bırakmamın doğru olduğunu düşünüp ben de kendi odama geçtim. Selçuk Bey’in acımasız olduğunu bilirdim ama çocuklarına karşı bu kadar acımasız olduğunu bilmiyordum.

Pencereden dışarıya baktım. Selçuk Bey ve Çiğdem Hanım misafirleri yolcu ediyordu. Misafirler gittiğinde Selçuk Bey hızla eve girdi. Şu an büyük olay çıkacaktı. Odadan çıktığımda Selçuk Bey Efruz’un kapısını yumrukluyordu.

“Efruz aç kapıyı.” Odadan ses gelmiyordu ve kapı hâlâ kilitliydi. Selçuk Bey kapıya karşı şiddetini daha çok arttırdı. Açılmayacağını anlayınca çok sağlam olmayan kapıyı kırdı. Korkuyla izliyordum olanları.

“Efruz nerede Çiğdem?” Çiğdem Hanımda korkuyla içeriye girdi. Holde olanlara bakıp başımı kapıdan içeriye soktum. Efruz yoktu, dolabı boştu. Kaçmış mıydı yani? Bu kadar kısa vakitte nasıl kaçabilmişti. Eğer tahminlerim doğruysa eşyalarını çok önceden toplamıştı.

“Sen gördün mü Efruz’u, Ayza?”

“Görmedim.” dedim çekingen sesle. Öfkeyle masanın üzerindekileri eliyle savurup, “Kahretsin.” diye bağırdı. “Kaçmış bu, Çiğdem.” Odadan çıkıp kendi odalarına geçtiler. Etrafı şaşkınlıkla taradım. Temur’la kaçmış olabilirdi. Açık olan pencereye takıldı gözüm. Pencerenin yanına gidip baktım, buradan nasıl inmiş olabilirdi ki?

Odadan çıkıp salona indim. Çok geçmeden elinde telefonla Selçuk Bey ve Çiğdem Hanım, girdi. Çiğdem Hanım ağlıyor, Selçuk Bey ise ateş püskürüyordu.

“Öldüreceğim o kızı.” Çiğdem Hanım, Selçuk Bey’in söylenmeleri üzere karşısına geçip elini tuttu. Korkmuşa benziyordu. Hatta Selçuk Bey’in bu öfkesi beni de korkutuyordu. O dediğini yapardı, Efruz’u öldürürdü. “Sakin ol Selçuk.” Selçuk Bey, Çiğdem Hanım’ı dinlemeyip oradan oraya yürüyordu. Kapıda Alper belirdi. Demek ki Alper’e de gitmişti olay.

“Ne oluyor burada baba?” Selçuk Bey, hızla Alper’e dönüp “Ne olacak, kardeşin kaçmış,” dedi. Alper, önce şaşırdı sonra sakin olmaya çalıştı.

“Bul onu Alper, ellerimle geberteceğim.” Alper, babasına yaklaşıp, “Ne demek geberteceğim baba, iyi misin sen?” dedi. Selçuk Bey, dediğinde ciddiydi. Şu an Efruz’un bulunmaması gerekiyordu, hatta hiç bulunmamalıydı.

Selçuk Bey dayanamayarak elindeki telefonu hızla çarptı. Gururuna yediremiyordu. “Gayet iyiyim,” dedi. Alper ne yapacağını bilemez gibi evden çıktı, Efruz’u bulmaya gitmişti ama bulmamalıydı. Selçuk Bey öldürmekten bahsediyordu, bulunursa Efruz’un sonu olabilirdi.

Alayla kıvrıldı dudağım. Karşımdaki adam acınacak haldeydi. Şu hâlde bile kendi vasfını düşünüyordu eminim. Eğer duyulursa bu olay rezil olacağını düşünüyordu. Midemi bulandırıyordu bu hâlleri. Onu kendi ellerimle adalete teslim edecektim. Bunu her geçen gün biraz daha istiyordum ve her geçen gün onu daha fazla tanıyordum.

Gece geç saatte uyumuş sabah erken kalkmıştım. Selçuk Bey ve Çiğdem Hanım Alper’den haber almak için bütün gece uyumamışa benziyorlardı. Selçuk Bey, birkaç adam ayarlamıştı ama hiçbirinden ses çıkmamıştı. Ne mümkündür ki Temur da ortalıkta yoktu. Selçuk Bey, bir ara Temur’dan da şüphelenmişti ama araya giren bazı olaylar o konuyu es geçirmişti. Kolay kolay da peşini bırakacağını sanmıyordum.

Sabah ezanı okunalı on dakika olmuştu. Yavaşça aralarından ayrılıp odaya geçtim. Abdestimi alıp namazımı eda ettikten sonra dakikalarca Efruz için dua ettim. Şu an ne yapıyordu bilmiyordum, sadece onun iyi olmasını istiyordum. Belki çok birbirimize yakın değildik ama onun acı çekmesine hatta ölmesine razı olamazdım. Babasına olan öfkemi ona yükleyemezdim.

Telefonumu alıp Alper’i aradım, çalmıştı ama açmadı. Ardından mesaj attı. Okuduğum mesaja biraz olsun sevindim, bulamamışlardı ve hâlâ arıyorlardı. Şehir dışına çıkma olasılığı vardı. Hatta Alper onları bulmamak için ağır davrandığını söylemişti.

Telefonu avucumun içine vurup odanın içinde gezindim. Selçuk Bey’in öfkeli sesi odaya kadar geliyordu. Akşam telefonla konuştuğu kişi Temur muydu? Beni gördüğünde paniklemişti, demek ki önceden karar vermişlerdi kaçmaya.

Gözlerime binen ağırlıkla yatağa giriştim. Bu olayın uzun süreceğini sanmıyordum, bu yüzden ben çok fazla olaya dâhil olmak istemedim. Onları kendi hâllerine bırakmam en doğrusu olacaktı.

İki gün olmuştu Efruz’un evden gitmesinin üzerinden geçen zaman. Evdeki gerginlik hâlâ devam ediyordu. Selçuk Bey’le Alper, günlerini Efruz’u aramakla geçiriyordu. Alper olayı ne kadar ağırdan alsa da Selçuk Bey bu konuda kararlılığını adamlarını çoğaltarak göstermişti. Hatta bir ara Alper aramaktan vazgeçmiş, Selçuk Bey’in gazabına uğrayınca yeniden aramaya koyulmuştu.

Salona geçtiğimde Çiğdem Hanım koltukta oturmuş kızarmış gözlerle önüne bakıyordu. Yanına gidip oturdum. Beni görmüştü fakat konuşmadı. Onun anne olma dışında beni ilgilendiren yanı yoktu, sırf anne olduğu için ona anlayışla yaklaşabilirdim.

“İyi misiniz?” Sesim çekingen çıktı. Nemli gözlerini bana çevirdi, iyi olmadığını biliyordum ama yine de sormak istemiştim. Başını iki yana sallayıp, “Değilim,” dedi. “Selçuk, Efruz’u bulursa öldürür Ayza.” Dudaklarından çıkan dehşet kelimeler beni bile ürküttü. Çiğdem Hanım’ı ilk defa böyle çaresiz görmüştüm. Daha önce hislerini pek belli eden bir kadın değildi.

“Efruz’u bulmaması lâzım Ayza, bulmamalı.” Sıkkınca soluyup kalktım. Olanlar bir bir aklıma geliyordu. İlk Efruz sonra ise ne olduğunu bilmediğimiz tedbirler. Nasıl bir tehlikenin içindeydim? Benim bile evden çıkmam yasaklanmıştı. Çiğdem Hanım, oturduğu yerden kalkıp merdivenlerden çıkmaya başladı. Kahvaltı masasını toplayan Aysel ablayı izledim, kimse tabaklara dokunmamıştı bile. Kapı aniden açıldı, içeriye Selçuk Bey girdi, yanında ise Efruz vardı. Dehşetle araladım gözlerimi. Bulmuştu onu. Selçuk Bey, Efruz’un kolundan tutup çekiştirdiği gibi salonun zeminine itti zayıf bedenini. Efruz, ağlayarak babasına baktı. Sesi duyan Çiğdem Hanım, salona geri geldi. Alper ise babasının arkasında duruyordu.

“Kızım,” dedi Çiğdem Hanım feryat figan ederek. Efruz’a yaklaşacakken “Dur,” diyen Selçuk Bey’le durmak zorunda kaldı. “Neredeymiş biliyor musun kızın?” Çiğdem Hanım endişeyle Selçuk Bey’e baktı. “Temur denen şerefsizle kaçmış.” Sesi o kadar korkunç geliyordu ki ben bile korktum.

Selçuk Bey hırsını alamamış gibi ğilip Efruz’un saçından tuttuğu gibi kaldırdı. Öfkesini alamamış gibi tokat attı. Alper bu duruma engel olmak istemişti ama Selçuk Bey buna izin vermedi.

“Ölümü göze alacak kadar mı gözün döndü Efruz?” Efruz ağlamasını sürdürdü. “Nerelerden topluyorum ben seni?

“Biz birbirimizi seviyorduk baba. Ama sen onu öldürdün.” Bu sefer dayanamadı Efruz, bağırdı. Sanırım bu durum onun canını çok yakmıştı.

“Merak etme, seni de yanına göndereceğim.” Hiçbir şeyi gözü görmüyordu Selçuk Bey’in. Eğilip efruz’un kolundan tuttuğu gibi çekiştirdi. Sanırım dediğini yapacaktı.

“Nereye Selçuk?” Çiğdem Hanım araya girdi ama engel olamadı.

“Temur’un yanına göndermeye.” Alper

“Baba yapma ne olur. Tamam, bir hata etti ama bu kadarını hak etmedi.” Selçuk Bey hızla Alper’i itekleyip Efruz’u evin altındaki mahzene doğru sürükledi. Yankılanan tek ses Efruz ve Çiğdem Hanım’ın yalvarma sesiydi. Temur ölmüştü, ya Efruz! Bu nasıl vahşetti? Efruz’u öldürmekten bahsediyorlardı. Peşlerinden indim. Selçuk Bey, Efruz’u parmaklıkların arkasına kilitledi. Ne Alper’in ne de Çiğdem Hanım’ın yalvarmalarını dinliyordu. Gözü dönmüştü, sırf kendi gururu için kızını öldürecekti.

“Yarın sabah bu yaptığının cezasını çekecek. Şimdi herkes çıksın yukarıya.” Bu sefer Alper, bağırdı.

“Hayır baba, onu öldürürsen ben de bu evden giderim.”

“Ne duruyorsun, çek git. Sonucuna da katlanırsın.” Alper, hızla elini duvara vurup, “Sen ne biçim babasın?” dedi. “Bu kadar mı gaddarlaştın?” Selçuk Bey umursamadı bile. Çiğdem Hanım’ı çekiştirerek yukarıya çıktı. Tek önemsediği kendisi ve gururuydu. Bu zamana kadar da hep öyle olmuştu. İnsanlıktan çıkmış vicdanı yüzünden daha kaç canı yok edecekti.

Gözlerimi kapatıp soludum. Şu an varlığına katlanamıyordum. Bir an önce cezasını çeksin, eskisinden daha da beter hâle düşsün istiyordum.

Efruz’a baktım, ağlıyordu. Gözlerim doldu, bir genç kız yine bir vahşete kurban gidecekti. Hüküm böyleydi, üstten gelen emirle karar veriliyordu. Bu, evlat dahi olsa… Kösem’den daha üstünü vardı ve bu üstünlük tapılacak duruma kadar geliyordu. Sözde Müslümanlardı ama yine Müslümanları katleden kendileriydi. Oysa ben onların Müslüman olduğunu bile düşünmüyordum. İkili oynuyorlardı.

“Efruz,” dedim fısıltı hâlinde. Kızarmış gözlerle bana bakıp “Beni buradan kurtar Ayza,” dedi. “Babam Temur’u öldürdü.”

“Merak etme, elimden geleni yapacağım.” Yanından ayrılıp yukarıya çıktım. Selçuk Bey, telefonda konuşuyordu. Beni görünce yukarı çıkmamı işaret etti. Yukarıya çıktım, Çiğdem Hanım’ın hıçkırık sesleri kulağıma ilişti. Alper ise ortalıkta gözükmüyordu. Çiğdem Hanım eşinden korkardı, pek söz hakkı olmazdı ve bu kadere boyun mu eğecekti merak içindeydim. Bu vahşete birinin dur demesi lazımdı. Bunu benden başkası yapacak gibi durmuyordu.

Tekrar aşağıya indim. Selçuk Bey balkonda sigarasını içiyordu. Yanına gidip bir müddet yanında durdum. Sigarasını kül tablasına bastırıp tekrar dudaklarına götürdü. Sigara tutuşu stresliydi, eli titriyor ve bunu göstermek istemezcesine sigarasını sert tutuyordu.

“Selçuk Bey, Efruz’u bu vahşete nasıl sürüklersiniz?” Dediklerime kaşlarını çattı. Bitmiş sigarasını tekrar tablaya koydu.

“Bu zamana kadar böyle durumlarda ne yapılması gerektiğini bilmiyormuş gibi konuşma Ayza.” Balkonun korkuluğuna yaslandım. Ne olacaklarını biliyordum ama yine de onu vazgeçirmek zorunda hissediyordum.

“Elbette biliyorum ama yine de o sizin kızınız. Bu akıl alır gibi değil.” Cebinden ikinci sigarasını çıkarıp tekrar dudaklarına götürdü. Tablaya baktım, neredeyse beş sigarayı üst üste yakmıştı. Cevap vermedi, onunda içinin sızladığı belliydi. Diğer konuyu sormak beni aştığı için o konuya hiç girmedim. Sigarayı hoyratça fırlatıp, “Ben çok mu mutluyum bu konuda Ayza? Üzerime gelmeyin,” deyip balkondan çıktı. Bıkkınca sandalyeye çöktüm. Efruz canımı fena hâlde sıkmaya başladı, onu bu vahşete göndermeyecektim. Belki tehlikeye girecektim ama buna izin vermeyecektim. Buna ne vicdanım ne de inandıklarım müsaade ederdi.

‘Rabbim yardım et.’

“Ayza kızım, masayı kurayım mı?” Balkon kapısından seslenen Aysel ablaya bakıp, “Kur abla,” dedim. “İnerler az sonra yemeğe.” Kabul edip akşam yemeği için masayı kurmaya gitti. Ben de Çiğdem Hanım’ı yemek yemesi için çağırmaya gittim. Beş dakika içinde geleceğini söyledi, Alper’in kapısını tıklattım. Kendisi açtı kapıyı. Ağlamıştı, kızaran gözlerinin verdiği hisse üzüldüm.

“Yemeğe geçelim hadi.” Başını sallayıp odasından çıktı. Yan yana indiğimiz merdivenleri sessizce tamamladık. Herkes masada yerini aldı. Sessizce önlerindeki tabağa bakıyorlardı. Alper, tabağındaki yemekle oynuyor, Selçuk Bey ise bir şey olmamış gibi yemeğini yiyordu. Önüme dönüp tabağımdaki yemeği yiyip masadan kalktım. Kimse bir şey demeden hızla merdivenlerden çıkıp Selçuk Bey’in odasına girdim. Mahzenin anahtarını bulmam lazımdı. Çekmeceleri aradım ama bulamadım. Asılı olan montuna baktım, işte buradaydı. Gülümseyerek anahtarı cebime koyup odadan çıktım. Herkes odasına geçince inmek daha iyi olurdu. Odaya geçip olan abdestimle yatsı namazımı eda ettim. Yemek geç yendiği için az sonra herkes odasına çekilirdi. Ben de o ara inip Efruz’un kaçmasına yardımcı olabilirdim. Bir saatin ardından herkes odasına geçti. Odadan çıkıp ayakuçlarımla merdivenden inmeye başladım. Mahzen bir tek Selçuk Bey’den sorumlu olduğu için adam koymaması işimi kolaylaştırmıştı.

Mahzene vardığım anda uyuklayan Efruz’a kaydı bakışlarım. Yorgundu. Üşüdüğü kıvrılan bedeninden belliydi.

“Efruz,” dedim fısıltılı sesle. Beni duyacak ki gözlerini araladı. Oturduğu yerden kalkıp yanıma yaklaştı. Elleri parmaklıklara dolaştı.

“Seni çıkartacağım buradan.” Kocaman gülümseyip, “Teşekkür ederim,” dedi. Anahtarı takıp kilidi açacakken, “Ayza,” diyen kişi ile kilit elimden kayıp gitti. Alper, hızla yanıma gelip, “Ne yapıyorsun burada?” dedi.

“Efruz’u burada bırakamam.” Kilidi kendi alıp açtı, şaşkınlıkla Alper’e baktım. Sanırım onunda düşüncesi bu yöndeydi. Belki de kendisi bir yerlere saklardı kardeşini.

Bu sefer yanımıza Selçuk Bey geldi. Öfkeyle bir Alper’e bir bana baktı. Sertçe yutkundum. Beni de Efruz’un yanına atabilirdi.

“Kimin aklından çıktı bu?” Konuşacakken Alper araya girdi.

“Benim aklımdan baba.” Kaşlarımı şaşkınlıkla araladım. Alper de ise korku emaresi yoktu. Hızla Alper’in elinden kilidi alıp tekrar yerine taktı. Bu durum Alper’i öfkelendirdi.

“Bana bakın bu kilit açılırsa bir daha, sizi de Efruz’un yanına atarım.” Yanımızdan öfkeyle geçip gitti. Alper’e dönüp, “Neden kendini ele verdin?” dedim. Bir şey demeden o da yanımdan ayrıldı. Efruz, hayal kırıklığı ile tekrar yerine oturdu. Sabaha çok vakit kalmamıştı ve bu vaktin sonu kıyametti. Kıyamet ise bir kişiyi yutacaktı.

“Özür dilerim, kurtaramadım seni.” Canilik bu kadar kolay olamazdı, gücü yeten ölümü tercih etmemeliydi. Vicdansız bir toplumu vicdansız bir kalp yönetirdi ancak. Ne bu evdekiler ne de onun etrafını çevrelemiş destekçiler vicdanın zerresinden anlamıyorlardı. Bu yeni olan bir şey değildi. Babamda bu vicdanın kurbanı olmuştu.

“Senin suçun yok, baksana babam bile beni kolayca silebilecek kadar vahşileşmiş.” Doğru diyordu. Mahzenden çıkıp bahçeye geçtim. Zihnimle ruhum yorgundu. Akıl almaz durumun içindeydim.

Üşüdüğümü anlayınca eve girdim. Epey geç olmuştu zaten. Herkesin yattığı belliydi. Merdivenleri yavaşça çıkıp odama girdiğim anda bedenim duvara çarptı. Ağzımı tutan ellerle kalbimin atışı hızlandı. Korkudan gözlerimi zoraki şekilde açtığımda karşımda öfkeli bakışlarla yabancı bir sima duruyordu. Ve o yabancı sima sessizce fısıldadı.

“Sesin çıkarsa felaketin olur.”

Bölüm : 25.11.2024 14:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...