27. Bölüm

IX - ZAFER

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Kollarının arasına yığılan Ayza ile dizlerinin üstüne çöktü Sencer. Gözleri dehşetle açılırken, hareketlerindeki tutukluluk nasıl davranacağı konusunda yetersiz bırakıyordu kendini. Bakışları kolları arasındaki karısının yüzünde gezindi. Parmakları dudağının kenarında yer edinmiş kana iliştiğinde dudaklarından fısıltılı bir şekilde dökülen “Ayza,” kelimesi titreyen sesini ele geçirmişti. Anlam veremiyordu bu olanlara. Ayza’ya ne olmuştu bilmiyordu.

Hızla kucağına aldı Ayza’yı. Adımları ileride duran araca ilerlerken peşinden gelen Altan’a, “Aç kapıyı,” dedi. Altan, Sencer’in dediğini yaparken geriden gelen asker şoför koltuğunda yerini aldı. Askeri araç hareket ettiğinde Sencer sanki bir hissiyattan sıyrılır gibi titredi.

“Ayza, aç gözlerini sevgilim. Neler oluyor ya rabbim?” Kendisine bakan Altan’a dönüp, “Bildiğin bir şey var mı?” dedi. Altan sessizce önüne döndü. Sencer’e bu haberi kendisi vermeyecekti. Ayza’nın söylediğini zannederken, hiçbir şeyden haberi olmadığını görmek, olanları demesi konusunda tereddüde düşürüyordu.

Sencer Altan’ın bu tutumu karşısında tedirgin oldu. Elini sıkışan kalbinin üzerine koydu. Birinin keskin bir bıçağına maruz kalmıştı sanki. Elini ensesine götürüp sıkıntıyla ufaladı. Dizlerinde yatan Ayza’nın son zamanlardaki durumu bu duruma bir endişe kattı.

Düşüncelerinin ardındaki boşlukta sendeledi. Dizlerinin üzerinde duran solgun yüze bakmaya cesaret edemiyordu. Baksa sanki ölecekti. Anlam veremiyordu şu an karşılaştığı duruma. Neden bu durumda olduğunu bilmiyordu, bilse sanki bir şeyler kopacaktı yüreğinde biriktirdiği acıda.

“Hadi kardeşim, inelim.” Başını yavaşça kaldırdı, ne zaman geldiklerini anlayamadan oturduğu yerden ağırca hareket etti. Ayza’yı kucağına alarak diplerine gelen sedyeye yatırdı. Gidemedi Ayza’nın peşinden. Dikelip kaldığı yer kendisini mıh gibi çivilemişti.

“İyi misin?” Yanı başında duran Altan’a bakıp bir şey demeden hastaneye ilerledi. Gideceği yön onun kendiyle çetin mücadelesiydi. O mücadelede mağlup olmak istemiyordu. Karşısındaki kapı ile bakıştı bir müddet. Köşede duran oturaklardan birine oturdu. “Çok yorgunum Altan.” Dedikleri ile başını duvara yasladı. “Artık olanlarla başa çıkamayacak kadar yorgunum.” Altan sessizce dinledi Sencer’i. Biliyordu Sencer’in başa çıktıklarının ağırlığını. Bu zamana kadar sabrına hayran kaldığı adamın yorgunluğuna şahit olması Altan’ı üzüyordu.

“Geçecek kardeşim, bak mücadelemizin zaferine doğru yürüyoruz.”

Sessizleşti Sencer. Altan’ın söylediklerinden daha çoğu vardı üzerinde. Ayağa kalkıp hastane holünde gezindi. Odadan çıkan hekimin hızla yanına ulaştı.

“Sizinle biraz konuşabilir miyiz?” Sencer başını olumlu şekilde sallayıp kendine gösterilen odaya yürüdü. Masanın üzerinde yazan isme bakıp, “Durumu ne Serkan Bey? Neyi var, neden bu halde?” dedi. “Neler oluyor?” Serkan Bey elindeki dosyayı köşeye koyup, “Durumunu siz bilmiyor muydunuz?” deyince Sencer kaşlarını çatıp, “Hayır.” dedi. Korkuyla Serkan Bey’e bakmayı sürdürdü. Bilmediği ne olabilirdi diye düşünürken, durumun vahameti durmaya meyilli kalbinde daha kaç yara açacaktı?

“Eşinizin kanında zehir var. Bu zehrin ne olduğunu bilirsiniz diye tahmin ediyorum.” Şu an ne duyuyorsa bunun bir yalandan ibaret olmasını istiyordu. Duyduklarını idrak etmesi güç oldu. Gözbebeklerine inen sisli perde ile Serkan Bey’e baktı.

“Panzehir?” Titreyen sesi bir matemin sessiz haykırışıydı. Dudaklarından dökülen kelime olumlu cevap bekliyordu. Biliyordu, panzehir yoktu. Yine de bir umut istedi yok olmaya yakın yüreği, o umutta kaybı yeniden yaşamak istemiyordu. Kendini yarım yamalak hissediyordu, eli kolu bağlanmış sessizce mahkûmiyetine boyun eğiyordu.

“Hâlâ elimize ulaşmadı.” Yavaşça kalktı oturduğu yerden. Önce sendelese de bedeni, masadan tutunması kendini toparlamasına yardımcı oldu. Serkan Bey’e bakmadı, bakamadı. Hiçbir şey konuşmadan yavaşça odadan çıktı. Kapıda kalan kolu büyük bir acıyla iki yana düştü. Dermanı kalmayan dizi yere oturmasında büyük bir aracıydı. Zeminle buluşan bedeni çok geçmeden iki büklüm oldu. Kolunu kırdığı dizine koyup öylece boşluğa bakındı. Zehrin nasıl bir zulüm olduğunu biliyordu. Panzehri bulmalıydı.

Yaşadığı ana ne çok şey sığdırmıştı. Nefesi düzensizleşti. Karşıya bakarak öylece bekledi.

“Hadi Sencer, Ayza seni bekliyor.” Önünde diz çöken Altan’a bakıp oturduğu zeminden kalktı. O odaya girecek cesareti yoktu. Kendini suçlu hissedişi, geç kalmışlığın pişmanlığı vardı üzerinde. Eli kapının kulpunda kaldı. Dokunduğu yer yakıcı bir ateşi hissettiriyordu teninde. Ölüm gibiydi yaşadıkları, zulme davet çıkarıştı. Zaten yaşadıkları onu bu ölümün pençesine iteklemişken şimdiki yaşadıklarının bir fragmanı gibiydi.

İçeriye girdi bütün korkusu ile. Yatağa doğru yöneldi, bakışlarının hedefindeki zayıf bedene elini uzattı. Bir milim yakınındayken, dokunmaya kıyamayacağı bir hale bürünmüştü bakışlarının arasındaki sevdiği kadın. Dolan gözlerindeki sisli perdeyi parmaklarıyla yok etti.

Yorgun bedeni kenarda duran sandalye ile buluştu. Çok geçmeden Ayza’nın uyanması ile kuruyan dudakları sevinçle kıvrıldı. Dudakları yatağın kenarında duran elle birleşti. Öpüşü narindi. Nefesini soluyup boğuk bir sesle, “Çok şükür,” dedi. Dudaklarını Ayza’nın elinden çekip alnına götürdü. “Çok şükür ya rabbim.” Sesi titremiş sesi bir yorgunluğun emaresi olmuştu.

Ayza elini kaldırıp Sencer’in yüzüne götürdü. Parmakları sevdiği adamın yüzünde dolanırken, “Gözlerindeki yorgunluğun müsebbibi ben miyim?” diye sordu. Başını iki yana salladı Sencer. Bu hareketi hızlıydı, sanki sevdiği kadının üzülmesini istemiyor gibi.

“Değil Ayza’m, değil sevgilim. Hem seninle gelen yorgunluğu ben yorgunluktan saymam ki.” İkisi de gülümsedi, ikisi de yorgundu. Son zamanda yaşananları atlatmak içindi bu yorgunlukları çekmeleri.

“Çok canını yakmışlar, çok hırpalanmışsın. İncitmişler öptüğüm yerleri. İncitmişler narin bedenini. Ben bunun sorumlusuyken gelmiş sana…” Ayza hızla parmağını Sencer’in dudaklarına götürüp konuşmasını engelledi. Sencer’in böyle konuşmasını istemeyecek kadar kendini uzak tutmak istiyordu. Artık kelimelere bir acı sığdırma niyetinde değildi.

“Şimdi değil Sencer, bana eskilerin değil bu anın ne yaşatacaklarını söyle. Geçmişe dönülmeyecek bir zamansızlığın içerisinde geleceğin hangi tarafında olacağını söyle.”

Sencer Ayza’nın bu tutumundaki kırgınlığın kırıntılarını hissediyordu. Alnını yatakta duran Ayza’nın eline koyup sessizce bir gözyaşını serbest bıraktı.. Bir bulut inmiş, gözlerinde sert bir şimşeğin etkisini yaşatmıştı. Artık gözlerindeki o biriken damlalar kendini orada tutamıyordu.

“İşte şimdi yenildim güçsüzlüğümde. Şimdi bana niye diye sorma, böyle bir güçsüzlükte utanıyorum.”

Ayza Sencer’in saçlarını okşayıp, “Peygamber efendimiz, ‘göz ağlar, kalp üzülür; biz yüce Rabbimizin razı olacağı sözden başkasını söylemeyiz’ diye buyururken senin güçsüzlüğün Allah’ın bahşettiği bir sınav Sencer. Sabır sadece sabır,” dedi usulca. Bir zamanlar güçlü durmaya zorlarken kendini artık zorlayamıyordu.

Kamyonetten inerek karakola doğru ilerledi. Adımlarının sıklığı, ayaklarının altında ezilen zemini parçalarcasınaydı. Öfkesinin ağır bastığı şu zaman dilimi biraz sonra olacaklara zemin hazırlıyordu. Hızla girdi karakolun kapısından içeriye. Birkaç adımdan sonra Asım komutanın odasının kapısının önünde buldu kendini. Kapıyı birkaç kez tıklatıp içeriye girdi. Asım komutan Sencer’i bekler gibi ayağa kalktı. İkisi de birbiri ile selamlaştıktan sonra Hamit Güneysu’yu tuttukları yere doğru gittiler. İçeriye giren Sencer, Hamit Güneysu’nun karşısına geçti.

“Neden geldiğimi biliyorsun.” Hamit başını kaldırıp Sencer’e baktı. Pişmanlıktan ziyade umursamazlık vardı yüzündeki ifadede. Bu da onu biraz daha küçük düşürüyordu.

“Boşuna gelmişsin Aybars.” Öfkeden gözlerini kapatıp soludu, Sencer. Şu an karşısında pişkince duran adamı öldürmemek için kendini zor tutuyordu. Karşısındaki sandalyeye oturup, “Ne istiyorsun?” dedi.

“Beni buradan çıkaracaksın.” Sencer’in yüzündeki alaycı gülümseme Hamit’i daha da yerin dibine sokuyordu. Yerin dibi olsa Hamit’i ister miydi o da muammaydı.

“Tamam.” Hamit duydukları ile şaşırdı. Bunu beklemiyor olacak ki, “Benimle oynama,” diyerek tepki verdi. Tepkisindeki o sezi Sencer’in mimiklerini durgunlaştırdı.

“Seninle oynamıyorum, hatta şimdi beraber çıkacağız buradan.” Hamit Sencer’in ne yapmak istediğini anlamak ister gibi yüzüne bakakaldı. Sencer, ayağa kalkınca kendisi de kalktı. Sencer’i bu kadar sakin beklemiyordu. Hatta kendisine iyi bir dayak atar diye düşünürken bu sakinlik iyice kendisini işkillendirdi.

“Çıkmak istemiyor muydun, buyur geç.” Hamit, tedirginlikle öne geçip yürümeye başladı. Arkasındaki adamın planlarını merak etse de umursamadı. Yapacakları kendisini koruyacağını düşündü. Aklındakiler bir set çekecekti kendisine. Korunmak için yaşayacak, olanların acısını bir bir çıkaracaktı. Şimdi planlar Hamit için korkutucu gelmese de Sencer için yeni başlıyordu. Bu plandan sadece Asım komutanın ve Turgut Bey’in haberi vardı. Şimdilik kimseye söylemek istemiyordu. Yerin kulağı Sencer’in hızından daha hızlıydı, onu biliyordu.

Kucağında taşıdığı Ayza’yı yerde duran döşeğe oturtup köşedeki battaniyeyi omuzlarına örttü. Karşısındaki döşekte yerini alırken bir yandan çantada duran termos ve bardakları çıkardı. Bardaklara boşalttığı kahvenin birini Ayza’ya uzatıp diğerini avuçlarının arasına aldı.

“Daha iyi misin?” Sencer’in sorusuyla battaniyeye daha çok girişti. “Şu an buradayım, kötü olmamın imkânı yok,” deyip kahvesinden bir yudum aldı. Bir yandan bakışlarını kaçırıyordu.

Sessizce Ayza’ya baktı, yüzündeki morlukların günden güne çoğalması Sencer’i Ayza’nın kendini iyi gösterme çabasından uzaklaştırıyordu. Biliyordu Ayza’nın iyi olmadığını. Hafiften ayaklanıp döşeğini alarak Ayza’nın yanına daha çok yaklaştı. Elindeki kahve kupasını kenara koyup Ayza’nın bedenini kolları arasına aldı. Ayza’nın başı göğsünde yer edinirken titreyen elleri yüzünde gezindi. Dokunmaktan korkar gibi bir hali vardı.

“Benden kaçacaksın hep değil mi?” Ayza Sencer’in bu sorusu karşısında, “Kaçmam neyi değiştirir ki?” dedi. “Güneş yeniden doğuyor çok şükür, ben batmışım neyi değiştirecek Sencer?”

“Güneş yeniden doğuyor.” Burukça gülümsedi, “Senin ışığına da ihtiyacım var biliyorsun.”

“Benim ışığım öncelikli değil.” Sencer kaşlarını çatıp, “Sen bu karanlığın doğasında olamayacak kadar aydınlıksın. Sen beyazsın ben simsiyah bir leke. Sen aysın ben ise senin ışığına sığınmış karanlık bir gökyüzü,” deyip dudaklarını birbirine bastırdı. “Bu yüzden beni aydınlatacak kişi sensin günışığı.” Ayza duydukları ile gülümsedi. Elini Sencer’in kalbine götürüp, “O günışığını aydınlatacak sensin Sencer, sensiz hiçbir işe yaramaz,” diyerek dudaklarına buruk bir tebessüm bıraktı. İkisi de derin bir iç çekti. Bu sefer bakışlarını kaçıran Sencer oldu. Dolan gözlerini yok etmek ister gibi gözlerinin iç kenarına parmak uçlarıyla baskı uyguladı.

“Üşüdün sanırım, istersen kalkalım.” Ayza, başını Sencer’in göğsünden kaldırıp, “Olur,” dedi. Sencer eşyaları toparladığında Ayza da yavaşça oturduğu yerden kalktı. Beraber eve geçtiklerinde Sencer Ayza’yı koltuğa yatırdı. Akabinde çalan kapı zili ile kapıya yöneldi. Kapıyı açınca karşısında Altan’ı görmesi ile kenara çekildi. Altan içeriye girip Sencer’e çatık kaşlarla baktı. Altan’ın sinirini umursamayan Sencer’di.

“Hamit Güneysu’yu serbest bıraktırmışsın, neyin peşindesin Sencer?” Sencer mutfağa yöneldi. Altan peşi sıra yürüyüp Sencer’den cevap bekler gibi bakmayı sürdürdü. Sencer bir şey demeden ısıtıcıya su koyup dolaptan yemeklik malzemeleri çıkardı. “Şu huyundan vazgeç Sencer. Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum ki!” Altan ne kadar fevri davransa da Sencer bir o kadar sakindi. Bir yandan kahve yapıyor bir yandan Altan’ı geçiştirmeye çalışıyordu. Birilerinin sorularına cevap vermek istemiyordu.

“Bana güveniyor musun Altan?” Göz temasına girdi bu sefer. Altan’ı anlasa da Altan’ın da kendisini anlamayı umut ediyordu.

“Güvenmesem neden geleyim buraya?” Sencer, bu durumdan hoşnut olmadı, Altan’daki şüphe bu durumu düzeltemiyordu. Sadece istediği kendisine soru sorulmadan işini halletmesiydi.

“O zaman sadece bekle.” Altan daha fazla soru sormadı. Anlamıştı Sencer’in bir plan dairesinde çalıştığını.

Okuduğu dosyadan başını kaldırıp geriye yaslandı. Bitmek bilmeyen bir mücadelenin sonuna yaklaşmanın yorgunluğu ile başını ufaladı. Selçuk Bey ölmüş, Dağhan Bey adalete teslim edilmişti lakin ortada Aziz Başer sırrı vardı. Onun adalete teslim edilmesi her şeyi yeniden başlatacaktı. Başlangıçta kurtuluş vardı. Telefonunun melodisi kulağına iliştiğinde elleri arasındaki başını kaldırıp telefonu aldı. Tanımadığı numarayı açıp bir müddet bekledi. İstediği ses kulağına ilişti.

“Yakında Arsen Hisar’ın yerle bir olmasını istemiyorsan üç gün mühletin var Sencer Aybars.” Sesi tanıyordu. Kendinden emin bir gülümseme ile aracı olan adama söylendi. Sesi gür ve sertti. Vahşileşmiş vicdanlara aynı karşılığı vermek ister gibi tısladı.

“Söyle ona! Davamızın gür sesiyle, hak batılı yenecektir. Biz kula secde etmeyiz.”

Karşısındaki ses sadece sustu. Sencer, başını iki yana sallayıp telefonu kapattı. Keskin bakışları bir müddet telefonda kaldı. Saatlerce oturduğu yerden kalkıp odadan çıktı. Evdeki sessizlikle salona gitti. Ayza’nın uyuyor oluşundan ötürü hareketleri oldukça yavaş ve sessizdi. Koltuğun ucuna oturup ellerini karşısında duran güzel karısının saçlarına götürdü. Parmakları yavaş yavaş elmacık kemiğine ulaştığında yüreği ince bir sızıyla hemhal oldu. Bakışları sevdiğinin yüzünü ezberlemek istercesine takılı kaldı. Kendi sussa da içindeki fırtına susmayacaktı, bunu biliyordu.

“Evim sen, yurdum sen... Önceden ölümü isteyen ben şimdi seninle yaşamayı isterken benden önce sen olamazsın Ayza. Dayanamam, yıkılırım.” Sözleri bir bıçak gibi saplandı. Usulca öptü Ayza’nın saçlarının dibinden. Öperken kokladı, kokusunu ezberlemek istercesine. Kokusunu doyasıya çekti içine ezberine yenisini katarak.

“Sebebim senken, beni sebepsiz bırakma. Beni evsiz, beni ışıksız bırakma. Gökyüzümdeki yıldızlarda sönerse karanlıkta kalırım.” Gözleri kapandı, yanağından süzülen gözyaşı Ayza’nın yanağına damladı. Geniş olan koltuğa kendisi de uzandı. Eli Ayza’nın yanağına gitti. Kızın uyumadığını fark etmesi parmağına ilişen gözyaşında fark edebildi. Kızın gözyaşını tutup avuçlarının arasında sıktı. Tırnakları avucuna battığı her saniyede kanadı.

“Ağlama ay kız, ağlarsan kalbimdeki susturduğum adamı geri getiririm.” Kız bir müddet sessiz kalıp gözlerini karşısındaki gözlere sabitledi. Adam karşısındaki kızarmış gözlerin hükmüne cellat olacak kadar zalimleşti. Kalbi sızladı, sanki her an yok olacakmış gibi hissetti.

“O adam bana söz verdi, susmaya devam edecek.” Sencer başını iki yana salladı. Yüzünü kızın yüzüne yaklaştırıp, parmaklarını elmacık kemiğinde dolaştırıp usulca fısıldadı; “Bu adam senin gözyaşının bedeline boyun eğmez. Bu adam senin gözyaşında herkesi boğar, Bu adam senin için kendini yakar ama seni asla bu ateşte tek başına bırakmaz. Bu adam bedeli her ne olursa olsun senin için kendinden vazgeçer.” Ayza bu sözler karşısında kollarını sevdiği adamın boynuna doladı. İkisi de bu anı bekler gibi birbirilerine sımsıkı sarılmaktan başka bir şey yapmadı. Zaman onlar için durdu, saniyeler zamana yenilmedi.

“Eşref saati yakın. Aferin sana evlat.” Omzuna koyulan elle başını usulca salladı. Elini omuzundaki elin üzerine koyup, “Tek başıma başa çıkamazdım, sizin sayenizde,” diyerek yavaşça elini çekti. Turgut Bey Sencer’in bu tutumuna bir baba şefkati ile karşılık verdi. Bir baba gibiydi ona karşı, sevgisinin en derinini hissediyordu Sencer’e karşı.

“Biz aileyiz bunu unutma.” Sencer hafiften gülümseyerek karşısındaki adama baktı. Çocukluğu, içe kapanıklığından kurtuluşunu seyreder gibiydi. Geçmişiydi karşısındaki adam.

“Hep de öyle olacak.” Sencer son anda ayakta durduklarını fark edip kenara çekilip, “İçeriye girin, çay içerek devam edelim geri kalan meseleye,” dediğinde Turgut Bey teklifi reddetmeyerek içeriye girdi. Önceden çok sık geldiği bu ev şimdi koskoca bir boşlukta hissettirmişti kendini. Güntekin ile hatıraları vardı, onun yokluğu Sencer kadar üzüyordu kendisini. Ona hiç belli etmemişken şimdi bu süreçte onu üzemezdi.

Salona geçtiklerinde Ayza oturduğu yerden hızla kalkıp Turgut Bey’i karşıladı. Turgut Bey Ayza’ya kısa bir müddet baktı, son gördüğü günden bu yana daha çok yıprandığını görebiliyordu. Burukça tebessüm etti.

“Hoş geldiniz.”

“Hoş buldum kızım,” diyerek karşıdaki koltuğa oturdu. “Nasılsın?” Ayza Turgut Bey’e bakarak, “Biraz daha iyiyim,” dedi. Yerinden kalkarak Sencer’in yanına gitti. Turgut Bey onları göz ucuyla incelerken yüzünden hafiften bir tebessüm oluştu. Birbirlerine bakışlarındaki hissiyatı hissediyor oluşu aralarındaki muhabbetin böyle pür pak olmasındandı. Sencer’i bu zamana kadar iyi tanımıştı. Ayza hayatına girdiğinden beridir yüzündeki karanlık ifade yok olmuştu. Ayza ile hayat bulmuş Ayza ile iyi olmuştu. Bu onu oldukça mutlu ederken onlara karşı bir baba şefkatini esirgemeyeceğini hep gösteriyordu.

Beraber çay tepsisini hazırlayıp içeriye geçtiler. Sencer Ayza’yı kendi odalarına götürdü. Usulca yatması için yardım edip eğilerek saçlarını öptü.

“Çok yoruyorsun kendini canım, biraz uzan ben içerideyim.” Ayza yanından kalkan Sencer’in elini tutup, “Çabuk gel,” dedi. Sencer bu tutum karşısında bir müddet duraksadı. Ayza’nın yüzünden hiç tanıyamadığı bir ifade vardı. Yanına tekrar oturup, “Hastalığın mı nüksetti tekrar?” dedi. Ayza başını iki yana sallayıp Sencer’in yüzünü sağ avucunun içine aldı.

“O değil de tek kalmak istemiyorum.”

“Hemen geleceğim.” Alnından öpüp salona geri döndü. Turgut Bey sehpaya koyduğu evraklarla ilgileniyordu. Sencer de kendine bir bardak çay koyup hemen yanındaki koltukta yerini aldı. Göz ucuyla evraka baktı. Bildiklerinden ötürü bilmediklerine bir yenisini kattı.

“Hamit Güneysu ile Aziz Başer iletişime geçmiş.”

“Zevrenda da olmadığını düşünüyorum.”

“Doğru düşünüyormuşsun. Şu an için nerede buluştuklarını öğrenemedik, bu ilk işimiz olmalı.”

“Pedra Kırsalı.” Aniden söylediği yerle ayağa kalktı Sencer. “Ayza’nın babasından kalan mahzende buluşacaklar, oradaki yedek diskleri alacaklar. Oraya gitmemiz lazım.” Turgut Bey vakur bir eda ile ayağa kalkıp, “Orası güvende evlat, diskleri aldırttım ben,” dedi. Sencer duydukları ile rahatlamıştı. Tek bir disk, tek bir evrak ellerine geçsin istemiyordu.

“Onları oradan aldırtma zamanı geldi.”

“Şimdi değil. Biraz daha zamanı var.” Turgut Bey Sencer’in dediğini reddetme olasılığı yoktu. Disklerin güvende oluşu Hamit’e biraz daha yaklaştırdı kendini. Panzehir olayınca çoktan aracı koymuştu ama önemli olan buluştuklarındaki beraberlikte ikisini yakmalıydı.

“Dağhan’ı konuşturabilmişler mi?” Turgut Bey başını iki yana sallayıp, “Adam yine kendi işlerinin derdinde,” diyerek rahatsız bir ifade koydu oturuşuna. Öne doğru eğilip, “Bu yüzden Aziz’i ele geçirmemiz lazım,” dedi. Sencer onaylarcasına bakıp, “Az kaldı,” dedi. O kutunun içindekiler onun sonu oldu da haberi yok,” deyip dudağını kıvırdı.

Çayından bir yudum alıp, “O zaman senden haber bekliyorum,” deyip ayaklandı. Sencer Turgut Bey’in peşi sıra yürüyüp, “Her an işler değişebilir o zaman,” dedi. İma dolu sözü Turgut Bey’i güldürdü. Sencer’in arada böyle atak yapması Turgut Bey’in hoşuna gidiyordu. Birbirleri ile vedalaştıktan sonra telefonun melodisi ile salona yöneldi. Ekranda Serkan Bey’in ismini görünce heyecanla telefonu açtı. Bugün haber bekliyordu, o haberin şimdi gelişinden ötürü sesi titredi.

“Panzehir elimize ulaştı. Ayza Hanım’ı acil getirmelisiniz.” Duyduklarından ötürü eli ayağı birbirine dolandı. Hızla telefonu kapatıp odaya yöneldi. Kapıyı açmayla bir bedene çarpması bir oldu. Şaşkın bir ifade ile yerde yatan Ayza’ya baktı. Ansızın yaşadığı şok elini ayağını birbirine doladı. Ne yapacağını bilemeden aralık olan kapıdan içeriye girip Ayza’nın ensesinden tutarak başını dizine yatırdı. Elini bulaşan kan Sencer’i dehşete düşürdü. Acı bir yangın düştü göğsünün tam ortasına. O ateşte yanmak değildi isteği.

“Ulaştığım hedefte geç kalmadığımı bana göster Ayza. Kapalı tutma gözlerini.” Ayza, yavaşça açtı gözlerini. Öksürdü, dudaklarından sızan kırmızı sıvı genzini yakıyordu. Sanki bir acının eşiğinde kıvrım kıvrım kıvranıyordu. Başucunda duran Sencer’in yüzüne götürdü elini. Şefkatle dokundu, yüreğinde onu bir daha görememe endişesi kalbini sızlattı.

“İyi olacaksın tamam mı? Bırakıp gitmeyeceksin beni.” Sesi güçsüzdü, elinde olsa haykırıp inletecekti olduğu yeri. Parmaklarını karısının dudağında birikmiş kana götürdü. “Bu kan bizi ayıramayacak tamam mı Ayza?” Başını iki yana salladı. Kapanmaya meyilli gözleri gördükçe, “Ayza’m, yüzü güzelim, ne olur?” dedi panik halinde.

“Güçsüzüm Sencer, özür dilerim.” Sencer, daha fazla dayanamayarak Ayza’nın başını göğsüne çekti. Hızla toparlanıp kolları arasındaki cılız bedeni kucaklayıp evden koşar adım çıktı. Panzehiri bulmuşken sevdiği kadını kaybedemezdi.

“Uyuma, uyursan kızarım.” Sesindeki güçsüzlük takatini kesiyordu. Uyudu kadın, yana düşen kolu Sencer’i duraksattı. Bedeni taşıyamıyordu artık bu acıyı, direndi. Hızla Ayza’yı arka koltuğa yatırıp şoför koltuğuna geçti. Yüzünü elleri arasına alıp, “Allah’ım, ne olur bu acıyla imtihan etme beni,” diye yalvardı. Bir kaybı daha kaldıramazdı. Arabayı çalıştırıp hastaneye doğru sürmeye başladı. Bir yandan Ayza’ya bakmayı ihmal etmezken bir yandan yaptığı her hamle onları tehlikeye düşürüyordu.

Yarım saatin ardından hastaneye ulaştılar. Arabadan inip Ayza’yı arkadan alarak hastaneye koşar adım ilerledi. Gelen sedyeye Ayza’yı yatırıp peşi sıra gitti. Koridorda beliren Serkan Bey, Ayza’nın götürüldüğü odaya girdi. Sencer, hiçbir tepkide bulunmuyor, bakışları Ayza’nın üzerinden çekilmiyordu. Kendisine seslenen kişileri duymazken koluna dokunan elle irkildi. Bir an zaman durmuş gibiydi.

“Odadan çıkmalısınız?” Hemşireye bakıp, “Çıkamam,” dedi. Sanki kıyametler kopuyordu gözlerinde. Sanki bir cellat belirmişti gözbebeklerinde.

“Getirilen panzehri buraya getirin Ayşe Hanım.” Ayşe Hanım, Sencer’in yanından ayrılarak odadan çıktı.

“Nabzı çok zayıf, hemen müdahale etmeliyiz.” Sesler kulaklarında uğulduyordu artık. Zorla çıkarılan bedeni güçsüzlükten ötürü çekiştirilen ele itaat ediyordu. Geri geri çekiştirilirken bile bakışları sadece sevdiği kadındaydı.

Koridorda bir sağa bir sola doğru yürüyordu. Kalbi sıkışıyordu. Ayakları zemine bir deprem etkisi verirken etraftaki insanların bakışları üzerindeydi. Elini yumruk yapıp duvara vurdu. Başını yumruğunun üzerine koyup başını hafiften yumruğunun üzerine vurdu. Fısıltı halinde, “Ya rabbi göğsümü ve gönlümü genişlet,” dedi. Gözlerinde ısrarcı olan gözyaşları yanaklarından usulca aktı. Sabırsızlaşan yüreği, direnen bedenine söz geçiriyor onu bu durumda çıkmaza itiyordu.

“Sencer.” Omzuna dokunan elle alnını yumruğunun üzerinden çekti. Kızarmış gözlerle Altan’a bakması, Altan’ın kalbini sızlattı. Karşısında hep dağ gibi duran adam bugün paramparça olmuştu. Güçsüz bedenini kendine çekip sarıldı. Ona ne dese o iyi olmayacaktı biliyordu. Sadece sarılmak istedi savunmasız bedenine. Sırtını dostane sıcaklıkla sıvazlayıp, “Geçecek,” dedi. “İyi olacaksınız, iyi olacak.” Diyeceği tek bir söz buydu.

Bakışları oda kapısında kaldı. Saatlerin geçmek bilmediği sabırsızlığı vardı. İçeriye girmek yerine korkuyla burada beklemesinden ötürü kendine kızıyordu.

Odadan çıkan Serkan Bey’le hızla ayağa kalktı. Bakışlarının ardındaki hüznü Serkan Bey’in sözlerinde son buldurmak istercesine baktı. İyi şeyler duymaya ihtiyacı vardı. İyi şeyler olmazsa kötü düşünceler onu hazırlıksız harekete geçirecekti.

“Buraya geldiğinde nabzı yavaştı. Bir saat öncesinde kalbi durmuştu. Ne kadar çabalasak da kalbini tekrar attıramadık. Umudumuz tükendiği anda birden kalbi atınca panzehri vurduk. Gelişmeleri zamanla göreceğiz. Şimdilik sadece bekleyeceğiz.”

Sencer, sessizce Serkan Bey’in yanından geçip odaya girdi. Kapıdan girdiği anda durdu, adım atacak cesareti kendinde bulamadı. Eliyle duvardan destek alarak yürüdü, geldiği yer yüreğini yangın eden yerdi. Alevlerin arasından bakar gibi baktı Ayza’ya. Elini uzattı Ayza’nın yüzüne.

“İşte bu kadar,” dedi fısıltılı bir sözle. “Bu kadar yanabilirim.” Elinin üzerine bir damla yaş düştü. Başını Ayza’nın elinin üstüne koyup, “Bak Ayza’m, bak bana! O gözlerin gölgelesin yine beni ama gölgenden mahrum bırakmasın. Şimdi hangi cehennemdeyim bilmiyorum, sadece bu cehennemden seninle kurtulabilirim,” diyerek dudaklarını birbirine bastırdı. İşe yaramamıştı bu, ağlaması daha fazla sürdü. Çekinmedi ağlamaktan. Bunca zamandır çekindiği halin eşiğine düşmüştü.

“Hadi Ayza’m, ay yüzlü güzelim. Gönlümde çiçek açtıran sevdam, soldurma çiçekleri, solmaya mahkûm bırakma.”

Elindeki eli dudaklarına götürüp minik bir buse kondurdu. Oturduğu yerden kalkıp odadan çıktı. Altan’ın yanına gelişiyle durdu. Beklemeyecekti artık, bunca zamandır beklenen anı öne çekecekti. Bunu onlar istemişti, gerekirse öldürecek, gerekirse inletecekti.

“Benim işim var, sen burada bekler misin? Birkaç saate gelirim.” Altan usulca başını sallayıp, “Sen işlerini hallet kardeşim, ben buradayım,” diyerek Sencer’in kolunu sıvazladı. Sencer, hastaneden çıkarak önce düşündüğü yere gitti. Adımları sert ve kendinden emindi. Cebinden telefonu çıkarıp Özmen Bey’i aradı. Çoktandır aklında olan görüşme düşüncesi şimdi daha mantıklı gelmeye başladı. Özmen Bey’le görüştükten sonra Pedra Kırsalındaki mahzene sürdü kamyonetini. Yarım saat sürmüştü yol, kamyonetini bir köşeye park edip indi. Özmen Bey’i mahzenin önünde görünce yanına ilerledi. Özmen Bey, gülümseyerek Sencer’in kendisine yaklaşmasını bekledi.

“Demek gün geldi artık.” Sencer, ciddiyetine öfkesini yerleştirip, “Geldi,” dedi. Sesindeki hırs bir an önce olayların başlangıcına taht oldu. “Gün gelecek, üzerimizdeki kara bulutlar kalkacak demiştik. Şimdi kara bulutların kalkma günü.”

“Öyle evlat öyle. Hadi içeriye girelim.”

Beraber içeriye girdiler. Hamit Güneysu’nun planlarının yıkılacağı anı sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bugünü onun için planlamıştı oysaki. Bir an düşünmedi geri adım atmak için.

Saat 15:30. Mahzendeki işler bitirilmiş, planlanan mekânda yerlerini almışlardı. Arkalarından gelen Asım Komutan ve iki asker yanlarında yerini aldı. Onlardan bakışını çekip gözünü silahın dürbününe yerleştirdi.

“Emin misin Hamit’le Aziz Başer’in burada buluşacağına?” Sencer, silahın dürbününden gözünü çekip, “Bu işte en ehil olan kişi Hamit, Asım Bey. Bunu tutsak edildiğimiz gün anladım,” dediğinde Asım komutan ilerideki binaya baktı. Sessizlik başlangıca bir pusu kurmuş gibiydi ve o pusuya yakalanmamaları için dikkatli olmaları gerekiyordu.

“Zevrenda’dan dışarıya çıkmaz diye düşünüyordum.”

“Zevrenda onun için bir bahaneydi. Asıl maksadı burası. Asıl maksadı Hamit’le yaptıkları anlaşma.”

“Anlaşma?” Sencer, Asım komutanın baktığı yere bakıp, “Elindeki diskleri bizim disklerle karıştırması gibi,” deyince Asım komutan şaşkınlıkla Sencer’e baktı. Çünkü her saniye Sencer’in şaşırtıcı bilgilerine yetişemiyordu. Düşünemeyeceği kadar derindi olaylar. Bu kadar derine inmemişti oysaki. Şimdi duydukları zihnindeki sakinliği işkillendirmeye başladı.

“Bunları nasıl bilebiliyorsun Sencer?” Sencer Asım Bey’e bakıp düşüncelerini derine çekti.

“Geçmişimiz diyelim Asım Bey, bütün kördüğümü çözen sadece geçmişimiz. Geçmişimiz tarihimiz, tarihimizi bilmeseydik şimdi burada olabilir miydik?”

Asım komutan Sencer’in her bir anına şaşkınlıkla şahit oluyordu. Geçmişinin yaraladığı genç adamın zekâsı onu hayran bıraktı. Yavaşça oturdu yanına. Sencer ayağa kalkıp, “Ben binaya yaklaşıyorum Asım Bey, bana bir asker verir misiniz?” deyince Asım komutan şüphesiz kabul edip köşede duran Hasan’a Sencer’le gitmesini söyledi. Hasan, Asım komutanın dediğini kabul edip silahını beline sıkıştırdı.

“İşaret verdiğim an ateş açarsınız? Gerek kalacağını sanmıyorum ama yine de söylemiş olayım. Sağlar bizden, ölenler Allah’a emanet…” İma ile gülerek Asım Komutana baktı. Asım Komutan bu gülüşe karşılık verip, “Senden kaçamayana geçmiş olsun,” deyip başı ile onay verdi. Sencer, kollarını iki yana açıp, “Her türlü,” dedi. Aklındakilerden kendisi bile korkuyordu, sadece teraziyi ayarlamanın bilincine varmıştı. Gözü kararmıştı artık, bu yüzden adımları sağlamdı.

Sencer’le Hasan binaya yaklaştılar. Sencer Hasan’a bakıp, “İçeriye girdiğimiz anda küçük bir oda göreceğiz, amacımız orası,” dedi. İçeriye girmeden evvel kapıda duran şifreyi girdi. Kapının klik sesi duyulunca içeriye daldılar. Dar koridorda sessizce ilerlediler. İstedikleri odaya geldiklerinde Sencer tekrar şifreyi girdi. İçeriye girmeleri Sencer’i oldukça keyiflendirdi. Etrafı gözetleyip çantasından bir disk çıkarıp kasayı açtı. Getirdiği diski hemen üst bölmeden aldığı diskle değiştirdi. Disk iki tane olduğu için Sencer yedekle beraber getirmişti kendi diskini.

“Anlamazlar mı?” Hasan’ın sorusu Sencer’i gülümsetti. Diski tekrar eline alıp eskisiyle yan yana koyup, “Sence anlarlar mı?” dedi. Hasan da Sencer gibi keyiflendiğinde iki genç adam birbirlerine bakıp güldüler. Keyiflenmeyecek durum yoktu ortada. Bu işin bitmesini kendisi de istiyordu.

“Şimdi senden bir ricam var Hasan. Çok önceden seni Dağhan Bey’in ayarladığını söyleyip buraya gireceksin. Hamit, Dağhan Erkuran’dan haber bekliyor zaten. Diskin verilme zamanının geldiğini söyleyeceksin. Seni aralarına sokmayı halledeceğim ben. Yapabilir misin?” Ricası Hasan’ı korkutmadı bilakis Sencer’in güveni onu da Sencer gibi cesaretli kıldı.

“Yaparım evelallah.” Sencer elini Hasan’ın sırtına koyup, “Aslansın,” dedi. “Hadi çıkalım.”

Gözlerini hiç kıprıştırmadan bakmaya devam etti karşıdaki binaya. Günlerce bir yerde plan yapılmıştı. Sabah vakitlerinde geldikleri bu yer saatlerce plana daha fazla bilgi sundu. Hastaneye gidememişti. Altan’dan bilgileri aldıkça rahatlıyordu. Ayza’nın durumunun iyiye gittiğini öğrenmesi işine daha fazla sarılmasını sağladı. Parmaklarını uzamış sakallarına götürüp stresle sıvazladı. Saniyenin hesabını yapmazsa o kapıdan çıkanlar bütün planı bozabilirdi bu yüzden gözlerindeki keskinlik gözkapaklarına arsızca oturdu.

“Askerler tamam Sencer, bekliyorlar köşede.” Sencer, Asım komutana bakıp, “Aziz Başer’e güven olmaz. Kaç kişi gelmişler bilemiyoruz, dikkatli olsunlar,” deyince Asım komutan cebinden telsizi alıp Sencer’in yanından ayrıldı.

Düşündüğü gibiyse birçok şey ele geçirilecekti. Bunun tehlike arz etmesi endişe veriyordu Sencer’e. İçeride neler oluyordu bilmiyordu. Çok geçmeden Hasan kapıda belirdi. Şimdi başlıyorlardı işte. Dudağının kenarı kıvrıldı. İstediklerinin olması Sencer’i oldukça memnun etti.

Çok geçmeden Hasan içeriden çıkıp ileride duran arabaya bindi. Ardından binadan çıkan kişiler ayrı bir arabaya geçerek oldukları yerden uzaklaştılar. İçeride sadece Hamit ve Aziz Başer’in olduklarını tahmin ediyorlardı. Tahminleri yanıltmazsa her şey istenilenin sonucuna varacaktı.

“Ben içeriye giriyorum Özmen Bey, Hamit’ten alacaklarım var.” Ayağa kalkıp çakısını bacağındaki kılıfa, silahı da beline takarak elindeki edevatlarla işini garantiye aldı. Siyah kıyafetleri günlerin verdiği yoğunlukta toza karışmıştı.

“Sencer biraz daha beklese miydik?” Sencer olumsuz şekilde başını salladı. Artık gözü dönmüştü, bekleyecek sabrı kalmamıştı.

“Beklemek işi daha çok zorlaştıracak.” Net ve keskin sesi Özmen Bey’in kabul edişinin avantajıydı. Güven duyarak baktı Sencer’e, bu da onun nezdinde kabul ediyorum demekti.

“Ben geleyim seninle.” Bu sefer konuşan Asım komutan oldu. Sencer bunu reddetmedi, aksine, “Askerlerinden birkaçını alalım,” diyerek dudağına istihzalı bir kıvrılışı misafir etti. Başını olumlu şekilde sallayıp ayağa kalktı Asım komutan. Tozlanmış üzerini silkeleyip silahını beline koydu. Asım komutanla ilerledikleri yolu binanın önünde son buldurdular. Sencer, içeriye girmeden önce bir müddet bekledi. Hamit ve Aziz’le yüzleşmek onun için oldukça çetrefilli bir hal almıştı. Asım komutanın koluna dokunması ile ürperdi. Asım komutan Sencer’in içinde bulunduğu bu sıkıntıya anlayış gösteriyordu. Biliyordu onun geçmişini, şimdi ona nedenlerinin hesabını soramazdı. Sormamalıydı da…

“Hadi girelim içeriye.” Son kez sıkıntı ile nefesini soludu. Her zaman ettiği dua dudaklarının arasından bir fısıltı ile çıktı: “Rabbim kolaylaştır. Zorlaştırma. Rabbim hayırla sonuçlandır.”

İçeriye girdikleri anda duydukları ses onları sesin geldiği yöne çekti. Kapı açıktı, içeride Hamit ve Aziz vardı. Kavga ediyorlardı. Aralarındaki kavga Sencer’i hoşnut etti. Ekranda izledikleri video Sencer’in kasaya koyduğu diskti. İstediğini almıştı Sencer. Hem diski izletmenin keyfiyeti hem de Hamit’in Aziz’i kolay kolay önlerine sunması... İş yokuş aşağı ayağına kadar gelmişti. Birbirlerine düşürdüğü gibi düşmanı bu yöne çekebilecekti.

“Aziz Başer ve Hamit Güneysu… İkinizi bir arada görmek ne şaşırtıcı.” Hamit’le Aziz bakışlarını Sencer’e çevirdiler. İkisi de korkuyla irkilirken Sencer birkaç adım atıp yanlarında yerini aldı. Öfkeyle onlara bakarken Hamit’in ve Aziz’in ürkmemesi imkânsızdı. Hamit’in karanlık gözleri Sencer’de dolandı.

“O diski size niye izlettim biliyor musunuz?” Hamit kaşlarını çatıp, “Bu diski sen koydun buraya. Kahretsin yedeğini o adama vermeyecektik,” deyince Sencer Hamit’in etrafında bir tur döndü. Hasan’ı boşuna yollamamıştı buraya. Şimdi başardıkları hedefte, mağlup etme zamanlarıydı.

“Bu diskte sizin ne kadar pislikleriniz varsa bir görün diye.” Sesindeki tını yüzlerine çarpan gerçeklerin emaresiydi. Daha fazla yüzlerine çarpmak istedi gerçekleri ama onlar dudaklarından çıkacak kelimelerin hiçbirine layık değildi. İğrenerek baktı ikisine de. Yüzlerce insan, yüzlerce çocuk öldürürken ne hissettiklerini anlamaya çalışmadı. Onların bu histe hiçbir vicdan azabı çekmediklerini biliyordu. Çünkü onlar kalpleri kararmış, insanlıkları ölmüş kişilerdi. Kalbe kara leke değince o kalp artık tamir olmazdı.

“Neden böyle bir şey yaptın, neden o gün beni çıkarmak yerine orada bırakmadın? Aynı hesap değil mi?” Sencer gözlerini kısıp Hamit’e öylece baktı. Zehir saçan bakışları Hamit’i zehirleyecek kadar nefret doluydu. “Cık,” dedi alaya alır gibi. Ortamdaki gerginlik kendini koruyordu. Hamit’in bakışlarına sızan korku sözlerine yansıdı.

“Seni oradan çıkarmasaydım Aziz Başer’e nasıl ulaşacaktık? Ah! Bilmiyor musun nasıl bir hayranlık söz konusu.” Hamit Sencer’in üzerine yürüdüğü anda oradan iki asker gelip Hamit’in kolunu kavradı. Hamit’in çırpınışları Sencer’in öfkesinde azdı.

“Sana demiştik o kızı öldürelim diye.” Hamit’in Aziz’e söylediği sözlerle Sencer öfkelendi. Hızla Hamit’in çenesini kavrayıp, “Pis ağzında silahın patlamasına çok meraklısın sanırım,” diyerek elindeki silahı Hamit’in ağzına soktu. Hamit Sencer’in elindeki silaha bakıp titredi. Gözleri kocaman açılırken Asım komutan tarafından engellenmeye çalışsa da öfkesi kontrolünü sağlayamıyordu. Boğuk sesle yalvardı Hamit ama Sencer bu boğuk sesin bile celladı olabilecek kadar öfke doluydu. Hızla silahını çekip ittirdi. “Korkundan geberiyorsun da sözlerinin neyi yaşatacağını o geri kafana sokamıyorsun şerefsiz.” Parmağını Hamit’in kafasına koyup, “Ah pardon, sen de kafa yok ki soksan,” diyerek yüzüne iğrenerek tükürdü. İstediği canını almaktı fakat bunu yapamazdı. “Bütün insanların ahı üzerinde olacak. Şerefsiz köpek.” Askerler tekrar Hamit’i kollarından kavradı. Sencer iğrenerek üzerini silkeledi.

Diğer iki askerde Aziz’in kollarını kavrayıp sürükleyerek binadan çıkardılar. Peşlerinden keyifle yürüyen Sencer’e son kez baktı Hamit. Boş tehditleri yine hiç eksik olmuyordu.

“Bir gün gelecek, o gün beni öldür diye yalvaracaksın Aybars.” Sencer güldü, Hamit delirdi.

“O gün geldi Hamit, o gün bugün.”

Disk izlenmiş hüküm verilmişti. Disk çok eskiydi, Cengiz Giray’ın emekleri ile hazırlanmış videoda başta Dağhan Bey olmak üzere bütün karşıt tarafın bilgileri mevcuttu. Hamit’in imzalarının yerini öğrenmenin en büyük yardımcısı olmuştu. Eğer Hamit’i oradan çıkarmasaydı onların tarafında olan diskler Hamit’i suçsuz gösterecekti, bu diski yalanlayan video Aziz Başer’deydi. Aziz Başer’i ele geçirmenin amacı da Hamit’le ikisini buluşturmaktı. Sencer kasaya koyduğu diskte sadece belli bir kısmını bulabilmişti. Bir kısmını ise Selçuk Bey’in evinden almıştı.

“Neden lider olman gerektiğini şimdi daha iyi anlıyorum Aybars. Tebrik ederim seni.” Sencer Asım komutanın omuzundaki ele elini koyup, “Estağfurullah,” dedi. “Ben sadece çabaladım. Sizler sağ olun beni yalnız bırakmadınız.”

“Çabanı kutluyorum. Çok çalışmışsın, bu gözden kaçacak bir durum değil.” Sencer mahcup bir ifade ile gülümsedi. Asım komutan ise onun efendiliğine gülümsedi. Mahcup halleri onu kendine has kılıyordu. Bitmişti, her şeyin bahar açtığı zamanlara erişmişlerdi. Büyük tehlike bitmiş, küçük tehlike ise imha edilmişti. Belki ufakta olsa parçaları duruyordu ama bi’iznillah o da zamanla yok olacaktı. Çünkü hiçbir şey mutlu sonla bitmezdi. Yorgun oluşu bile umurunda değildi. Düşüncelerindeki o matem yüklü ifadeyle uzaklara daldı. Daldığı düşünceler onu gülümsetti.

Derin bir nefes aldı, gülümseyişinin ardına kocaman bir özlem sığdırdı. Adımlarını kalbinin ait olduğu yere yönlendirdi. Allah’a şükürlerini sıralarken içi içine sığmıyordu. Nasıl sığsındı ki? Güzel günlerin içindeki bahara matemi sığdıramazdı.

“Bitti Ayza’m, bitti yüreğime çiçek açtıran sevgilim.”

Bölüm : 05.05.2025 14:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...