23. Bölüm

V - ÖZLEM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Özlem ne diye sorsalar şu an karşımda duran adamın tarifi derdim. Özlem ne diye sorsalar o beş harfte tasvirlerimin sonsuz bucağı derdim. Yaşamakla ölmek arasında ince çizgide düşe kalka yürümekmiş derdim. Sözlerim bitmezdi, Allah’tan bir his tekabül ederken yüreğime o histe bir çiğ tanesi gibi düşmem derdim.

Özlemim bir dağ gibi yüksek, bir çığ gibi yerlerdeydi. Bir el uzandı ve ben, bu özlemimin enkazında yıkılmadım. Yaşadığım bunca acıya bir yara bandı bulabilmiştim.

Baktım karşımdaki adama, böyle mi karşılaşacaktım sahi? Onun bu hali canıma yara oldu, o yara büyüdü büyüdü dayanılmaz derinlikte kan katran oldu. Dilim sussa da yüreğim susmuyordu. Yüreğim feryat figandı, yüreğim canımın canında ölümden beterdi. Benim Sencer’imdi, o yatakta yatanın onun oluşu hangi nidaları dilime kavuşturacaktı. Kalbim bir visale hasretti oysaki.

Özlem kaldığım yüzü yara içindeydi. Bilinci kapalı gibi duruyordu. Gidip ona sarılmak, ellerinden tutmak istedim ama yapamadım. Uzaktan seyrettim onu, bir yabancı gibi, sessizce. Yaralarına dokunmak istedim, şifamı avuçlarımda sakladım.

“Kızım duymuyor musun?” Annemin sesi ile irkildim. Tuttuğum gözyaşlarımı gerisin geri yolladım. Annemi duymasam akıtırdım gözyaşlarımı. Anneme baktım.

“Aziz abini çağır da gel. Bu halde onu götüremeyiz.” Donakalmış bedenimi toparlayıp evden çıktım. Adımlarım seriydi. Bir an önce Aziz abiyi bulmalı eve getirmem için ikna etmeliydim. Bir yandan tuttuğum gözyaşlarımı akıttım durdum. Canım çok yanıyordu. Yüreğim dağlanıyor, öfkem acıma mağlup oluyordu.

Hastaneye varabildim sonunda. Hemen bir bir üst katta Aziz abinin odasının önüne ulaştım. Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğimde sadece Aziz abinin olması işimi kolaylamıştı.

“Aziz abi acil bize gelmelisin.” Aziz abi ne olduğunu sorgulamadan, “Ne olur,” diye yalvardım. Bu halimi görünce üzülüp saatine baktı.

“Mesainin bitmesine on dakika var. Ondan sonra geçeriz.”

“On dakika erken çıkamaz mısın?” Acelem olduğunu anladı. Düşünür gibi yapıp, “Peki,” dedi. Kapıdan hemşireye çağırıp durumu anlattıktan sonra beraber hastaneden çıkıp arabasına bindik. Çok geçmeden bizim eve ulaşabildik.

İçeriye girdiğimiz anda Aziz abi Sencer’e bakmaya başladı. Endişeyle seyrediyordum olanları. Bir yandan dualar fısıldıyor bir yandan gözyaşımı akıtmamak için direniyordum. Annemin ara sıra bakışlarına denk geldiğimde odadan çıkıp kendi odama girdim. Kapıyı kapatıp yatağa oturdum. Hiçbir şey yapamıyordum, elim kolum kilitlenmiş gibiydi.

Neler olmuştu ona böyle? Annem nerede bulmuştu da getirmişti? Neler oluyordu? Akıl almaz olayların ortasındaydım, ben bu olanları Sencer’den başka kimseden öğrenemezdim.

Karşılaşmamız böyle olmamalıydı. Onu böyle görmemeliydim. Canının çok yandığı belliydi. Ona dokunan ellere lanet ettim. İşte şimdi solabilirdi sardunyalarım tamamen.

“Ayza, buraya gel kızım.” Annemin seslenmesi ile hızla gözlerimdeki yaşı silip odadan çıktım. Annem Aziz abiyi yolcu edip bana döndü.

“Dayınla almam gereken erzaklar var, sen içerideki garibana ara sıra bak olur mu?”

“Sen hallet işlerini, ben bakarım.” Annem pardösüsünü giyip evden çıkacakken, “Nasıl karşılaştınız siz, yani onu nereden buldun?” diye sorup cevap bekledim.

“Evin biraz ilerisinde bir kamyonetten inerken düştü. Ben gördüm.” Cevabıyla başka bir şey sormadım, annemde evden çıkmıştı zaten. Bakışlarım misafir odasına kaydı, ayaklarım zeminden kayıyordu adeta. Elimi kalbimin üzerine koyup nefesimi düzene sokarak kapıyı yavaşça araladım. Koltukta boylu boyunca yatan Sencer’le gözlerim kapandı. Kapı yüzüme kapanıp çarpsa kendime gelemeyecek kadar bedbahtlaştım. Yavaşça adımlayıp yanına ulaştım. Baştan aşağı süzdüm yaralı bedenini. Gözlerim bir saniye bile kırpışmadı. Elini tutmak istedim, yapamadım. Saniyeleri dakikalara katarak yaralarında gezdirdim gözlerimi.

Kaşı patlamış, yanağı simsiyah olmuştu. Ona bakmayı seven gözlerim şimdi bir yabancıya bakıyor gibiydi. Nefesim daralıyor, yüreğim sıkışıyordu. Sisli bir perde oturdu gözbebeklerime ardından birkaç yaş süzüldü çehreme. Korkmadan tuttum elini. Sargılı olan elini öptüm, dudaklarımın yaktığı yerdi öptüğüm yer. Öpmek şifaysa ardı ardına öptüm tenini. Önce elini sonra yaralı yerlerini. Titreyen dudağımın üstünde biriken yaşlarda değdi tenine.

“Böyle mi karşılaşacaktık seninle Sencer? Bana böyle mi gelecektin?” Bir an dudaklarından mırıltılar döküldü, anlayamadığımdan ona yaklaştım fakat sustu. Sayıklıyordu. Sesi öyle yorgun geliyordu ki mırıltısı duyulmayacak kadar sessizdi.

“Seni öyle özledim ki ama sana yakın olmak canımı çok yakıyor.” Duymuyordu belki beni ama ben konuşmayı ona olan hislerimi dile dökmeyi istiyordum. Yapacak başka bir şeyim yoktu. Onca özlemimin ortasında kalakalmıştım işte, ne gidebiliyordum ne de kalabiliyordum.

Yavaştan parmağıma dolanan elle dudağımı dişledim. Allah’ım ne büyük mücadeleydi bu. İnsan hissederdi derdi annem, hissetmişti işte. Parmakları parmaklarımda daha fazla kalamadı. Gücü yoktu tutmaya. Ellerini okşadım, parmaklarına parmaklarımı doladım. Hissediyordu beni, ben ise onun acıları hissedercesine…

Ayağa kalkıp kapıyı açacakken adımı duymamla olduğum yerde durdum. Arkamı dönmeye cesaret edemiyordum. Zor olan başka ne vardı ki? Zor olan oydu, zor olan ona olan öfkemdi. Yapamadım, arkama dönemeden odadan çıktım. Kapanan kapı arkasında hayatım vardı. Canımın canı vardı… Ama yapamadım, yanan canımı daha fazla yakmak istemedim. Dillendi yüreğim, sitem etti bana. Susma dedi ama ben sustum. İkrar eden yüreğim miydi ben miydim bilmiyordum, yine de susuyordum. Bir susuş bin serzenişi yanı başında getiriyordu oysa…

Dünden beridir odadan çıkmıyordum. Annem ara sıra Sencer’e bakıyor oradan bana bakıyordu. Onu görmekten korkuyordum, daha geçen güne kadar onu görmek isteyen ben ondan kaçıyordum. Bir müddet kaçsam da en sonunda yine birbirimizi bulacaktık. Ben kaçsam hissettiklerim ondan kaçamazdı.

Çekmeceden ağrı kesicisini aldım. Boşalan bardağıma su doldurmak istedim ama sürahide biten suyla odadan çıktım. Ortalığın karanlık olduğunu görünce salonun ışığını yaktım. Annem uyumuş olmalıydı.

Suyumu doldurup odaya geri dönecekken misafir odasından gelen sesi fark ettim. Aralık kapıdan baktım fakat uyuyordu. Uykusunda sayıklıyordu. Sürahiyi bir köşeye koyup yanına gittim. Terlemişti, mırıldandığı her ne ise yine o hastalığı sirayet etmiş olmalıydı.

“Sencer, iyi misin?” Beni duymuyordu. Acı içinde kıvrandığını görebiliyordum. Ateşine baktım, alnına dokunmamla çekmem bir oldu, yanıyordu. Hızla yerimden kalkıp mutfağa geçtim. Bir kaba su doldurup çekmeceden hastalandığımız zaman kullandığımız bezlerden birini aldım. Odaya geri döndüm. Islattığım bezi alnına koyup üzerindeki kalın örtüyü aldım. Şu an için bunları yapabilirdim. En azından üzerindeki kıyafetler inceydi. Her defasında değiştirdim bezi. Önce alnına sonra boynuna... Sert uzuvları biraz daha yumuşamıştı ama titriyordu. Hala sayıklıyor oluşundan ötürü ne dediğini anlayabiliyordum artık. Bir müddet anne deyip bir müddet yanıyoruz dedi yine. Bu öyle acı bir durumdu ki her seferinde geçmişini dile getirmesi kadar ona ulaşamamaktı.

Biraz zaman geçtikten sonra ateşi yavaş yavaş düşmeye başladı. Bezi plastik kabın içine koydum. Yavaş yavaş gözleri açıldı. Bakışları beni bulunca zorda olsa gülümseyip o güzel sesiyle, “Ayza’m,” dedi. Ayağa kalktım, onunla böyle dip dibe durmak istemiyordum. Gidecekken elimden tutup, “Lütfen dur,” dedi. Üstten ona bakış atıp elimi elinden çekip odadan çıktım. Ona karşı yenilen ben yine yeniliyordum. Onu anlamakta güçleniyordum fakat bunun etkisinde kalmayacak kadarda güçlenmiştim.

Elimi kapı kulpundan çektim. Geriye bakmamalıydım, o odada kalan bütün anılarımı silmeliydim. O benim yurdumdu ben ise bu hanede misafir gibiydim. Yurdum yerle bir olmuşken nereye sığınabilirdim? Burası bile dar gelirken ruhuma, kaç haneyi daha kendime yurt edinmeliydim?

Bir söz vardı; ‘gönlün nereye aitse vatanında orasıdır’ diye… Günlerdir kalbimin sığındığı vatan bir başka yabancıydı şu an. O geldi kalbim yurdunu buldu. Tek eksikliğim ise o vatanda artık ben bir dirinin ölümle savaşındaydım.

Odama geçecekken kapı açıldı, annem anlamaz gözlerle bana bakıp, “Bir şey mi oldu kızım?” dediğinde gözleri misafir odasında gel git yaptı.

“Misafirimizin ateşi yükselmiş, ona baktım,” dediğimde önce şüpheyle beni süzüp ardından başını usulca sallayıp banyoya geçti. O an ezan sesi ilişti kulağıma. Uzun süredir burada oluşuma bir anlam veremeyip ben de annem çıkınca banyoya geçip abdestimi aldım. Odaya geri döndüğümde ağzıma kapanan elle sırtım duvara yaslandı. Sencer, eliyle sus işareti yaparak yavaşça elini indirdi. Zorla ayakta durduğunu duvardan tutunmasından anlayabiliyordum. Yüzü kireç gibiydi.

“Çık odamdan.” Sencer, hafiften gülümseyip, “Çıkamam,” dedi. Birkaç adım geriledim, ona bu kadar yakın olmam sözcük dağarcığımı zayıflatıyordu. Kalbim bu aidiyet hissinden ötürü ona kızmamı engelliyordu.

“Neden, sen zaten benden kaçmıyor muydun?” Bakışları dondu kaldı. Tutunduğu duvardan ayrılıp aksayan bacağı ile yanıma biraz daha yaklaştı. Gözleri değdiğinde gözlerime karşısında el pençe oldu gözbebeklerim. Vuslatı mıydı bakışlarımın hapsolduğu gözlerimdeki gözler, yoksa kocaman bir çığ gibi tepe takla olmak mı? Susmadı yüreğimin fısıltıları, onu kalben dinledim, yüreğimde hasretle ağırladım.

“Kaçmak istemedim, istesem de yine seni buldu yüreğim.”

“Seni istemeyen yüreğime mi? Bulmasın beni yüreğin artık.”

“Dudaklarının arasından çıkan kelimelerle gözlerin birbirinden çok ayrı...”

“Evet, ayrı ama dudaklarımın arasından çıkanlar gerçek.”

“Gerçek olamayacak kadar yalan.”

“Yalan olan sensin.” Elini kaldırdı, yüzüme dokunacakken geri çekildim. Yakınlığı iflah olmayacak kadar zordu. Her bir sözüne inanırdı kalbim bilirdim. Sözlerimin giriftliği ile arkamı döndüm. Onu gördükçe kendimi üste çıkaracak bir haklılığımı kabullenemiyordum.

“Özür dilerim. Seni düşünmekten, sana zarar gelmemesini istemekten başka bir şey yapamadım. Uzaklığımın en büyük acısını senin gözlerinde gördüğüm o histe yaşıyorum.”

“Düşünme artık beni, git ve kaldığın yerden devam et.” İki kolumdan da tutup bedenimi kendine çevirdi. Yaşadığımız zamana hangi anı sığdırabilirdim bilmiyorum. Onca zamandan sonra yurduma çiseleyen yağmurda güneşi bulamıyordum.

“Ben senden başka ne düşünebilirim ay yüzlü güzelim.” Sağ eli yüzüme oradan gözaltıma dokundu. Kaşları bir şiirin endamı gibi kıvrıldı. Mor olan gözaltımdan öpüp, “Seni korumak bu kadar zor işte,” dedi. Morlukları gördükçe titredi sesi. Onu geri itip, “Korumak istiyorsan, git,” dememle kapıyı açmam bir oldu. Sencer halsizliğinin verdiği hastalıkla daha fazla uzatmamak için odadan çıktı. Son kez kapıdan çıkışı beni bir yenilginin eşiğine getirmekten başka bir şey yapmıyordu. Arkasından bakakaldım. Gitti kalbimle beraber. Gitti, kal diyemeden. Kal demek cesaretsizliğimdeki korkumdu ve ben korkularımın en büyük günahıydım.

Sencer biraz daha toparlamıştı. Annemle iyi anlaşmışlar ara sıra sıcak sohbetlerine şahit olmuştum. Annemin sesini duymamla mutfağa geçtim. Hazır olan kahvaltı masasında yerimi alırken annem hüzünlü bir sesle, “Üzüldüm oğlum,” demesiyle ne konuştuklarını merak ettim. “Şu an nerede kalıyorsun peki? Nasıl düştü yolun buraya?” Demek ki annem Sencer’in hayatıyla ilgili bazı şeyleri öğrenmişti.

Bir Sencer’e bir anneme bakıp durdum. Sencer’in bakışları beni bulduğunda olduğum yerden kalktım. Rahatsız edici bir şekilde onunla göz göze gelmek istemiyordum.

“Şu ekmekleri bir kesiver de kahvaltımızı yapalım kızım. Misafirimiz bugün gidecekmiş.” İçtiğim su genzime kaçınca öksürmeye başladım. Annem hızla yanıma gelip sırtımı sıvazladı. Bugün gidecekti, yine beni arkasında bırakıp hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı. Git dediğimde kendime bile inandıramadığım bu yalanda o beni dinleyip gidecekti.

“Tamam anne, iyiyim.” Annem ne olduğumu sorgularcasına baktı, ona bu durumu belli etmemek için ekmekleri kesmeye başladım. Sorunsuz bir gün geçirmek istiyordum. Ekmekleri masaya koyup Sencer’in tam karşısında yerimi aldım. Ara ara ona bakarken buluyordum kendimi.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra annemle mutfağı toparladık. Sencer geride kalan eşyalarını toplarken zil çaldı. Kapıyı açtığımda dayımları görmemle kapıyı daha fazla araladım. Anlaşılan Sencer’i görmeye gelmişlerdi.

“Hoş geldiniz abi.” Annemin sesi ile yanından geçtim, dayım beni kolları arasına alıp, “Hoş bulduk bacım, misafiri bir bakalım dedik,” deyince kapıda Sencer belirdi. Birbirlerine baş selamı verip salona geçtiler.

“Geçmiş olsun evlat.” Konuşan Suavi dayımdı. Şefkati beni gülümsetti.

“Sağ olun efendim.” Sencer’in bu tavrı Suavi dayımın hoşuna gidecek ki, “Nasılsın?” demeyi bir endam bildi. Dayım Sencer’e bakarken bir yandan süzmeyi ihmal etmiyordu.

“Şimdi daha iyiyim. Bu akşam çıkacaktım ben de.” Suavi dayım elini Sencer’in bacağına koyup, “Bu halde gitmen uygun olmaz. Hem akşam için yemeğe davetlisin,” diyerek samimi bir şekilde yaklaştı Sencer’e. Sencer kısa bir müddet bana baktı.

“Rahatsızlık vermek istemem. Zaten kaç gündür Gönül teyzeyi ve Ayza’yı yordum.”

“Olur mu öyle şey oğlum, bu akşamda kal. Biraz daha toparlamış olursun kendini hem.”

“Tamam o zaman.” Annemin Sencer’e hayranlıkla baktığını fark edebiliyordum. Bu bakış bir evlada nasıl bakılıyorsa öyle bir bakıştı. Yerimden kalkıp mutfağa geçtim. Çay suyunu ısıtıcıya koyup belimi tezgâha yasladım. Şu yaşadığımız zamanın tevafukuna anlam yükleyecek kadar bile iyi değildim. Sencer gelmişti, bilerek buraya gelmiş olmalıydı. Sadece nasıl yaralandığını bilmiyordum. O kadar olayların içinde kafam çalışmıyordu artık. Düşüncelerimin içindeki zehir zaten başlı başına iyi hissettirmiyordu. Bir yandan gitmesin isterken bir yandan gitsin, gönlümden de gözümden de uzaklaşsın istiyordum. Bilmem nedendir bu düşüncede ikilemdeydim.

Çay suyu kaynayınca çayı demleyip dolaptan yaptığım tatlıyı çıkardım. Mutfağa giren Bilge yanıma gelip koluma dokunarak içeriyi gösterdi. Gözlerimi kısıp imalı yüzüne baktım.

“O ne kızım ya, televizyondan mı fırlayıp geldi?” Ona ters bir bakış atıp, “Adamı mı süzüyorsun?” dedim. Arsız bir gülüş sergileyip, “Kızım ne yapayım, feci yakışıklı ama,” deyip içeriye göz ucuyla baktı. Ona hayatımda birinin olduğundan bahsetmemiştim, şimdi de Sencer’den bahsedememem Bilgeye içten içe kızmamı sağlıyordu. Elimdeki tepsiyi eline tutuşturup, “Çek o gözlerini, nasıl bu kadar kolay zinaya yaklaşabiliyorsun?” dedim. Omuz silkip içeriye geçti. Seslice nefesimi soluyup peşinden gittim. Gözleri Sencer’deydi. Ayağına basıp önüne dönmesini ikaz ettim. Bilge’nin bakışları beni oldukça rahatsız ediyordu.

Çaylar içilirken bir yandan Suavi dayımın sohbetini dinliyorduk. Geçmişten girip şu andan çıkması bizi güldürüyordu. İlk defa tanıştığı kişilere askerlik anılarından bahsetmesi oldukça hoşuna gidecek ki heyecandan neredeyse evin içinde bomba patlatacaktı. Herkese anlattığı bu anılara alışkın olsak da hareketlerindeki o enerji bizi güldürmeye yetiyordu.

“Eee amca, adamın elindeki bomba ne oldu?” Bilge’nin sorusu ile dayım, “Ne olacak evladım, pimini çekmediğimizi sonradan fark etti. O an nasıl zıplıyor olduğu yerde görmen lazım,” dedi. Gülüştük, uzun zamandır ilk defa Suavi dayımı böyle şen şakrak gördüm. Kısa bir an Sencer’e baktığımda onun dayıma bakmadığını bakışlarının hep üzerimde olduğunu fark edebiliyordum. Hafiften dudağının kenarı kıvrıldı. Başka zaman olsa bu gülüşünde erirdim. Başka zaman olsa ona gülmemesini söylerdim. Şimdi susmaktan öteye geçemiyordum.

“Sen nerede yaptın evlat askerliğini?” Sencer, elindeki çaydan bir yudum alıp, “Anzera da,” diyerek tekrar çayından bir yudum aldı. Bu bilgiyi yeni öğrenmiştim. Daha önceden hiç konuşmadığımızı varsayarak önüme döndüm.

“Anzera da bir sene çalıştım, güzel yer.” Sencer sessizce dayımı onayladı. Bakışlarım ayakuçlarından başlayıp gözlerinde son bulduğunda derince bakışının altında kirpiklerinin ucunda kendime rastladım. Resmettiğim suretine yeni bir tasvirini daha sığdırdım yeşilin en güzel tonun sahip gözlerine baktıkça. O bana baktıkça cennete mi düştüm diye geçiyordu yüreğimin en kıytı köşesindeki düşüncelerim. Gürleşmiş sakalında saklanan yaralar tazecikti. Ne çok acılar saklanmıştı o yaraların ardına, ne çok anıları yanı başında getirmişti… Yaraları anlatıyordu bizzat neler çektiğini.

Ey benim sol yanıma bir ah bırakan gonca gül, şimdi hangi dikeninde kanatıyorsun sana meftun olan canımı!

“Ayza buraya gelmemizin bir sebebi de sensin kızım.” Suavi dayımın bir anda bana söylenmesi düşüncelerimden beni çekip aldı. Suavi dayım Selman dayıma baktığında ben de aynı şekilde Selman dayıma baktım. Yüzünde geldiğinden beridir duran öfke silsilesi hiç gitmemişti. Suavi dayım, kendisi almıştı kararı demek ki Selman dayımın öfkeli durduğuna bakılırsa. Bu durum hiç hoşuma gitmemişti ama Suavi dayımı yine de dinlemek istedim.

“Buyur dayı, seni dinliyorum.” Dayım bir müddet sessiz kalıp ardından, “Sen de istersen yarın akşam seni bir hayırlı iş için rahatsız edeceğiz,” demesi aniden donup kalmama neden oldu. Dayım benim sessizliğimden yararlanıp, “Mesut’la seni düşündük,” dedi. Kaşlarım çatıldı, dayımın beni kuzenim Mesut’la evlendirme düşüncesine ters tepki verip, “Mesut abi benim abim, nasıl olurda düşünürsün bunu dayı?” dedim. Dayım sakince elimi tutup, “Böyle olmasının daha doğru olduğunu düşündük Ayza,” dedi. Elimi hızla elinden çekip, “O kadarda değil dayı, istemiyorum,” dedim. O an aklımdan uçup giden endişe ile Sencer’e bakmayı son anda aklıma getirdim. O buradaydı ve ne tepki vereceğini düşünüyordum. Kaşları çatık bir şekilde önüne bakarken bir anda hareketlendi. Oturduğu yerden kalkıp odadan çıktı. Çıkarken sessizce söylenmeyi unutmadı. Kimse gidişini umursamazken ben ne düşündüğünü anlayabiliyordum. Konuyu kapattım lakin Suavi dayımın ısrar edeceğini biliyordum bu yüzden şimdilik bunu askıya aldım.

Çaydan sonra herkes evlerine çıktıklarında annemde beni Ezra ile üst kata çıkmamı tembih edip evden çıktılar. Benimde Sencer’le tek kalma düşüncem yoktu. Hem nasıl kalırdım onunla baş başa. Hesap soracaktı biliyordum. Telefonumu ve gerekli edevatları yanıma alarak odadan çıktığımda Sencer’e çarpmamak için son anda kendimi vitesledim. Kokusu buram buram burnuma dolarken bedeninde olan bakışlarım yüzüne tırmandı.

“Konuşacağız.” Elimden telefonu ve çantayı alıp kenara koydu. Beni salona doğru çekiştirip, “Gidiyoruz,” dedi. Sesindeki hiddet beni bile korkuttu. Gözlerinde öyle bir öfke vardı ki beni burada bırakmayacağını gösteriyordu.

“Hiçbir yere gitmiyorum, özellikle seninle asla.” Sencer elini ensesine koyup sıkkınca şakaklarını ufaladı. Kızaran yüzü öfkesinin en büyük emaresiydi.

“O adam… Şu an ağzımdan çıkacaklara hâkim olamayabilirim Ayza.”

“Sen Deren’leyken de ben kendime hâkim olamadım. Şimdi gelip hiçbir şey olmamış gibi bana gidiyoruz diyemezsin.” Bir an afallayıp bana baktı. Ensesinde olan eli elimi bulacakken elimi kaldırıp durmasını söyledim. Kolumu tutup kendine çekti. Vücuduma yayılan sızı ile inledim. Sencer, eli ateşe dokunmuş gibi hızla çekti elini kolumdan. Gözleri koluma gittiğinde, “Tutuşum sert değildi,” dedi. Hala sızlanıyordum. Aklıma gelen yaramla bir şey diyemedim. Kolumdaki maşanın acısı hâlâ dokundukça etkisini gösteriyordu. Bu tepkim normal bir tepki değildi çünkü. Vurulan yerimin üstündeki maşanın etkisinin geçmeyeceğini biliyordum.

Konuşmadım, ondan çekinircesine birkaç adım geri gittim. Sencer’in şüpheli bakışları üzerimde dolanırken, “Koluna ne oldu?” dedi. Bakışları kolumdan hiç ayrılmadı. Ayrılmaması normaldi, dokunuşundan fazla tepki vermiştim.

“Sana ne!” Kaşlarını çatıp kolumu tuttu. Üzerimdeki penyenin kolunu sıvazladığında kaşları öfkenin en çetin haliyle kıvrıldı. Sertçe yutkundum. Kolumu hızla çektiğimde ne olduğunu anlar gibi nefesini düzensizce soludu. Bana bakmaktan çekinmeyen gözlerini ilk defa kaçırdı.

“Bu kadar işte…” Sözlerimle gözleri doldu. Âdemelması boğazında bir müddet takılı kaldı. Bu kadardı gerçekten de. Her birimizin yaraları vardı, bu yaralara kabuk bağlayamazken yeniden yaramızın kanamasıydı her şeyi mahveden. Unutulmayan yaraların üstüne ket vuruyordu her bir gün.

“Her şeyin bir nedeni var Ayza.” Titreyen sesi açıklamasının bir acı haliydi. O kadar nedenler vardı ki hayatımda Sencer’in bir nedeninin oluşu beni şaşırtmıyordu. O nedenlerle dolu bir adamdı ama ben, o nedenlerin dışında kalan aptal Ayza olmaktan öteye geçemiyordum.

“O gün yanıma gelmediğinde de mi vardı? Ben sana öfkelenemiyorum artık. Biz karı kocayız ama sen ilk beni görmek isteyecekken benden kaçtın. Ne hallere düştüğümü bile bile. Beni hep hayatından soyutluyorsun. Acını benimle paylaşmıyorsun. Bunu bana hep yapıyorsun Sencer. Kendimi sana yükmüşüm gibi hissetmekten öteye gidemiyorum.” Sesim titriyor, bu durumdan sadece kendine pay çıkarıyordu. Bunu kabul etmiyordu asla.

“Ayza.” Annemin sesi ile diyeceklerim dilimde takılıp kaldı. Korkuyla anneme döndüm. Bakışlarındaki öfke aramızda gel git yapıyordu. Anneme doğru yürüyecekken, “Dur orada!” demesi olduğum yerde kalmamı sağladı. Öfkesi sessizliğinde bir fırtına etkisini yaşatıyordu. İlk defa böyle bakarken gördüm annemi. Haklıydı da, sakladığım bu gerçeği bu durumdayken duymuştu. Yakınmadım öğrendi diye, elbette öğrenecekti. Sadece bazı gerçekler biraz öne çekilmişti.

“Biriniz açıklama yapacak mı?” Sencer’i baştan aşağı süzerken bir yandan onun hayatımızdaki duruşuna bir cevap istiyordu. Cevap vermekten çekinmedim. Zaten annemde buna izin vermezdi.

“Duydukların doğru anne, biz evliyiz.” Hiç ağzımda gevelemedim. Annem yanıma gelip, “Ne zaman söyleyecektin bana bunu?” dediğinde dolu gözlerle, “Dayımların…” dedim fakat sözlerim yarım kaldı.

“Başkası umurumda değil Ayza, neden bana açıklamadın, neden gizli iş yaptın kızım?” diyerek ardından Sencer’e döndü. Ona daha sert bakıyordu. Haklıydı, tanımadığı biriyle evlenmiştim, anlayışla karşılık veremezdi ya.

“Sen de bu yüzden buraya geldin. Şimdi eşyalarını topla çık evden.”

“Açıklamamıza izin verin.” Annem sakin olmaya çalışıyordu ama başardığı söylenemezdi. Sencer’e bakıp, “Açıklayın o zaman, ne evliliğinden bahsediyorsunuz siz?” dedi. Ben, Sencer’i yaka paça bu evden kovar diye düşünürken böyle davranması beni daha fazla şaşırtıyordu. Güvenini sarsmıştım ama güven dolu sözleri hiç benden ayrılmadı.

“Ne oluyor burada, ne evliliği Gönül?” Hah işte dayımlarda gelmişti. İyice köşeye sıkıştık. Dayımların annem kadar sakin kalacağını sanmıyordum. Özellikle Selman dayım beni oldukça korkutuyordu. Baştan beri öfkelenecek bir neden arıyordu zaten.

“Biz Ayza ile evlendik, bu işte mecburiydik önce. Onun babası da benim ailemde aynı kişi tarafından öldürüldü ve aynı amaç için bir araya geldik.” Sencer, hiç beklemeden tek tek cevap verdi. Hiçbir yalan, hiçbir sır yoktu sözlerinde. Sadece paldır küldür olaya girmesi gözlerimin irileşmesine neden oldu. “Ama inanın bana ben kızınızı sevdim.”

“Bu ne rezillik Ayza?” Konuşan Selman dayım oldu. Yanıma yaklaşıp, “Habersiz nasıl böyle bir şey yaparsın?” dediğinde konuşması iğneleyiciydi. Eline bir koz geçmişti artık. Gelip gidip kötüleyeceği bir neden olmuştu. Ona bu kozu vermek berbat histi.

“Anlatacaktım.”

“Ne zaman, söylesene Ayza sen de baban gibi...” O iğrenç sözlerini söylemeden, “Babamın ardından bir daha atıp tutmana izin vermeyeceğim dayı,” deyince dayım öfkeden kıpkırmızı oldu. Elini kaldırıp tokat atacakken Sencer hızla dayımın elini tutup, “Sakın!” dedi. Sencer normalde böyle fevri çıkışmazdı ama Selman dayımı az buçuk tanımıştı. Dayım burnundan soluyordu. Sencer’in bu davranışını kendine yediremeyince elini hızla çekip Sencer’e sertçe yumruk çaktı. Elimle ağzımı kapatıp Sencer’in yana düşmüş yüzüne baktım. Sencer, karşılık vermediğinde dayım Sencer’in kolundan tutup evden dışarıya attı. Sertçe kapıyı örterken geri bana bakıp, “Bana bak Ayza, ayağını denk al. Bizden daha neler sakladığını bilmiyorum ama sen de o adam gibi kendini dışarıda bulursun,” deyip kendisi de evden çıktı. Kimseye bir şey diyemedim. Dayımın fevri çıkışıyla gözümden birkaç damla yaş süzüldü. Ne annem bir şey diyebildi ne de Suavi dayım. İkisi de yanımdan ayrılırken annemin peşinden gidip, “Ben sana söyleyecektim anne,” dedim. Annem bana bakmadan elindeki poşeti boşaltmaya başladı. Yüzündeki öfkeyi görmek canımı yakıyordu. Sadece zamanı doğru kullanamamıştım. “Özür dilerim anne. Senden saklamak istemedim gerçekten.”

“Sen biri var evlenmek istiyorum dedin de ben sana karşı mı çıktım Ayza? Asıl kızdığım bu zamana kadar saklaman.” Başımı önüme eğdim. Başka ne diyebilirdim ki? Haklıydı. Sessizce odama geçtim. Aklıma gelenle pencereden dışarıya baktım. Sencer, kapı önünde benim pencereye doğru bakıyordu. Beni görünce telefonu aldı. Birkaç saniye sonra mesaj attı.

“İyisin değil mi? Dayınlar canını yaktı mı? Özür dilerim, böyle olsun istemezdim.” Cevap yazmadan perdeyi kenara çekip yatağa uzandım. Gözlerimi hafiften kapatarak olanları düşündüm. Biriktirdiğim hesaba bunları katmamıştım. Akrep ve yelkovan ters yöne dönse ben yine geçmişe dönsem… Değişmeyen olayların hangi yönüne gidecektim ki? O yöndeki en büyük kayıp ben değil miydim?

Bugün gözyaşlarım hiç uslu durmuyordu. Telefonu komodinin üstüne koyup köşeden defteri alarak odadan çıktım. Annem odasındaydı. Yanına gittim, beni gördüğünde ıslanan yanaklarını sildi. Hemen yanına oturdum. Beni dinlese belki bana kızmazdı. Öğrendiklerinde geçmişe dair birçok mesele varken kızgınlığının gideceğini biliyordum.

“Turgut Bey’i tanıyor musun?” Sorduğum soruyla bana sen nerden tanıyorsun gibisinden baktı. Kendisinin de tanıdığını biliyordum.

“Onunla tanıştıktan kısa bir süre sonra bize evlenmemizin karşı taraf açısından bir tehdit olacağını söyledi. Önce kabul etmek istemedim. Sonra ise bu durumu düşündükçe yapmamın daha doğru olduğunu anladım. Sana söyleyecektim, hatta o gün hastanedeyken yanına geldiğimde yapamadım, o an seni düşünmekten kendim aklıma gelmiyordu.”

“Söylemeliydin kızım.”

“Affet ne olur, yapamadım işte. Hem babamda böyle istemiş.”

“Baban nereden bilsin kızım çocuğu?”

“Güntekin Bey’le az da olsa tanışıyorlarmış. O zamanlar babası kösemmiş ve lider olmaya yakınmış. Bunlar bir tuzakla onları öldürürken babamın her şeyi bilmesi Dağhan Bey’in işini zorlaştırmış, kendisi lider olacakken bu durum onu zora sokabilirmiş. O zamanlar babamda bir mühür varmış o mührü zamanında doğru imzalarda kullanınca da kösem olarak babamı düşünmüşler. Babamı kaçırdıkları zamanı bilirsin, işte o zaman babam çok direnmiş vermemiş dosyaları. Pedra kırsalındaki mahzenimizde yıllarca çalışıp çabaladığı dosyalardan haberdarlarmış ama yerini ve anahtarı kimse bilmiyormuş. O anahtar Özmen amcadaymış, zamanında bana verdiğinde her şeyi bir bir anlattı bana. Bunu tek başıma yapamazdım anne, mecburdum.”

Defteri uzattığımda annem titreyen eli ile defteri aldı. Defteri vermek istememiştim ama benim düşüncelerim planı ters köşeye çekmişti. Evlilik meselesinin olduğu yeri okudu, okudukça gözyaşı döktü. Parmakları babamın el yazısının üzerinde dolaştı. Sessizce onu defterle baş başa bırakıp odadan çıktım.

Annemin içindeki yangını fark edebiliyordum. Babamla aralarındaki sevdayı anlattığı anılardan, babamın anneme bıraktığı emanetlerden görebiliyordum. Bu güzel sevda yarım kalmıştı, annem ise geriye kalan bir yıkıntıdan ibaretti. O sadece sessiz kalıyordu. O kadar nahifti ki, incinmiş yüreğinden çıkan feryadı asla dile getirmiyordu. O kadar yaralıydı ki, yarasına kabuk bağlamayı biliyordu.

Mutfağa geçip akşam için yemekleri ısıttım. Hava kararmaya başlamıştı neredeyse. Aklım Sencer’deydi. Gitmiş miydi acaba? Gitmiştir, bekleyeceğini sanmıyorum.

Yemekler ısınana kadar salatayı yapıp masaya koydum. Isınan yemekleri masaya koyduğumda annemde çok geçmeden mutfağa geldi. Ona utana sıkıla baktım, gelip bana sarılınca ben de aynı şekilde sarılıp tekrar, “Özür dilerim,” dedim. Annem saçlarımı okşayıp, “Seni anlamalıydım,” dedi. Bütün üzüntülerim tüy olup uçtu. Annemin bunu demesi yüreğimi ferahlattı. Annem elindeki kutuyu bana uzatınca ne olduğunu anlamaya çalıştım.

“Baban bana almıştı zamanında. Şimdi senin daha çok ihtiyacın var buna. Senin olsun istedim.” Kutuyu açtığımda içinden bir kolye çıktı. İşlemeli olan kolye ucunda çok emek vardı görebiliyordum. Kolyenin kapağını kaldırdığımda pusulanın oluşu şaşırmama neden oldu. Hemen kapağın içinde, “Yönünü kaybettiysen pusula yönünü sana gösterir. Asıl yönümüzde birbirimizi kaybetmeyelim Gönül şenliğim,” yazıyordu.

“Ama bu çok güzel anne, nasıl kabul ederim bunu?” Annem gülümseyip, “Emin ellerde olacağını biliyorum, bu yüzden kabul etmelisin,” dedi. Hayranlıkla kolyeyi boynuma taktım. Hediye gözlerimin dolmasına neden olurken babamın böyle ince düşünüşüne hayran kaldım. Diğer kolye aklıma gelince bütün neşem kayboldu. Babamın görüntülerini asla göstermeyecektim anneme. O flaşı bir an önce ait olduğu yere göndermeliydim. İkinci bir tuzağın içine düşmemeliydim.

“Peki sen?” Annemin sorgulayıcı sesiyle bakışlarımı kolyeden çektim. Annemin neyi ima ettiğini çok iyi biliyordum. “O çocukla evlenirken sadece anlaşmadan ibaret olmadığını anlıyorum.” Gülümsememek için kendimi zor tuttum. Annem gelip elimi tuttu.

“O, sahte nikahın uygun olmayacağını söyleyince hem anlaşma gereği evlenmiş olduk hem de gerçek bir evliliği kabul ettik.” Annem bu cevabım karşısında memnun oldu.

“Sanırım kalbin de bunu kabul etmiş.” Başımı öne eğdim. Anneme karşı açık biri olsam da bu konuda utanıyordum. Onunla ilk defa bu konuları konuşuyorduk. O da zaten utandığımı bildiği için üzerime gelmedi ama cevabını çok iyi anlamıştı.

Yemeği yedikten sonra odama geri çekildim. Akşam vaktinin geçmesine kırk dakika vardı. Hızlıca abdestimi alıp namazımı sakince eda ettim. El açtığımda dilime düşen ilk kişi babam oldu, ardından Sencer…

Seccademi katladıktan sonra pencereden gökyüzüne baktım. Ekim ayında olmamıza rağmen hava çok güzeldi. Birkaç yıldız parlıyordu gökyüzünde, öyle güzel öyle eşsizdi. Tebessümle izledim gökyüzünü, başımı gökyüzünden çektiğimde hemen köşede duran kamyonet dikkatimi çekti. O kamyonetti işte, cam yavaştan açıldı, Sencer’in hayran kaldığım silueti belirdi. Karanlıktan dolayı yüzünü fazla seçemesem de gülümsediğini görebiliyordum. Öyle özlemle dolmuştum ki şimdi yanına koşup sarılabilirdim. Yapamadım, ayağımdaki prangalar yüreğime batıyordu. Pencereyi kapatacakken hemen köşede duran sardunyayı gördüm. Evdeki sardunyaydı bu, sardunyayı aldığımda üzerinde bir not vardı.

Sardunyaları soldurmayacağını biliyordum. Evimizde o sardunyalar sensiz olmuyordu.

Buruk bir tebessüm yayıldı yüzüme. Telefonum titrediğinde hızlıca telefonu komodinden aldım. Sencer’di arayan. Açamadım, kapattığım gibi tekrar aradı tekrar açmadım.

Israrla araması üzerine telefonu açtım. Sessiz bir bekleyişin sonunda titreyen bir ses kulağımda misafir oldu. Gözlerim usulca kapandı, sızlayan kalbimin üzerine koydum elimi.

“Sana uzağım fakat kalbim tam yanı başında.” Usulca kapattığım gözlerimi açtım, pencerenin kenarından ona baktım. Başını koltuğa yaslamış pencereme doğru bakıyordu. Uzaklığın bir adı vardı artık; kırgınlık, özlem ve daha birçok his… “Özledim seni Ayza.” Bir şarkının en güzel nakaratıydı sanki mırıldanışı. Gözlerim tekrar kapandı.

Yatağa geçip uzandım. Gözyaşlarım çoktan benden bağımsız hareket etmeye başladı. Ben de özledim diyemedim, dersem burada daha fazla duramazdım. Özlem çok ağır bir sınavdı ve ben o sınavdan ötürü sınıfta kalıyordum.

“Konuş benimle Ayza, ne olur. Sesini duyayım.” Telefon kapandı ardından görüntülü aradı. Kamerayı parmağımla kapatıp açtım telefonu. Yüzü karşımda belirdiğinde olduğum yere sığamıyordum sanki. Kızarmış gözlerine dokundum. Her şey şu andan eksik, yanı başında tam olsaydı. Onsuzluk ciğerimde yekpare… Eski bir kayıp, dilsiz bir serzeniş… Ben onsuz yarım, o bensiz yarım… Mısralarımda bir gözyaşı…

“Seni hissedebileceğimden öte hissedemeyeceğim uzaklık. Kamerayı açmasan da uzaklık mühim değil, ben yine beklerim. Gelsen de gelmesen de sana aidim.”

Yine o nahifliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Kızgınlığım bir tüy gibi uçup gitmişken kırgınlığım bir mıh gibi saplanıp kalmıştı. Affedeceğim güne kadar uzak durmam lazımken, bu hasrette nasıl kalabilirdim bilmiyorum.

Kısa bir müddet sonra yine o şarkıyı mırıldandı. Trendeki hatıram geldi aklıma ve ben, o hatıranın bir köşesinde yine ağladım. Gözleri kapandı, uyku girdi aramıza. Telefonu arabadaki tutacağa koymuş olmalıydı ki yan tarafına düşen kolundan dolayı telefon sabit kalmıştı. Yarasından dolayı fazla dinç duramıyordu, bu bile bana olan özlemindendi.

Gülümsedim, dokunuşlarım bir ekrandaydı ama onu hissedebiliyordum. Parmağımı kameradan çekip telefonu yanlamasına çevirdiğim yastığa dayadım. Ben de hemen yanı başına uzanıp yüzünü seyrededurdum. İki parmağımı birleştirip ekrandaki yüzüne dokunup dudaklarıma götürdüm. Ona kızgındım ama özlemimi hissettikçe arsız bir hisse bürünüyordum. Tebessümüm genişledi. Güzel yüzünü seyrederken biraz olsun huzurlu hissediyordum. En azından o uyurken kendimi savunmak zorunda bırakmıyordum.

Yorgun düşen bedenim gözlerimin kapanmasına neden oldu. Parmağımı öpüp ekrandaki Sencer’in yüzüne götürdüm. “İyi geceler sevgilim.”

Bölüm : 15.04.2025 15:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş