
Bir yazar yazısında şunu der; beni zaman kuşatmış, mekân kelepçelemiş.
Ben bir zamanın içinden sıyrılmış, mekânın içinde gerçekleri görmüştüm. Bizim mücadelemiz çetindi. Zafer kolaylıkla alınacak bir başarı değildi. Bunun için çabalamış, çabaladıkça da yara almıştık.
Gözlerim yavaşça açıldığında hemen karşımda bana bakan bir çift yeşillerle yattığım yerden hızla kalktım. Sencer, gülerek bana bakıyordu. Telefonun kamerası bütün gece açık mı kalmıştı yani? Saate baktığımda neredeyse sabah ezanı okunacak derken ezan sesini duymamla irkildim.
“Günaydın.” Kaşlarımı çatıp, “İsraftan utanmıyor musun? Neden kapatmadın telefonu?” diyerek çemkirdim. Sencer, kaşlarını şaşkınlıkla kaldırıp, “Ben uyuyakalmışım, kapatması gereken kişi sendin,” deyip beni alaya aldı. Kaşlarımı çatıp telefonu yüzüne kapattım. Yaptığımla gurur duyup yattığım yerden kalkıp üzerimi değiştirmek için dolaptan kıyafet seçtim. İki büklüm yattığım için her yerim ağrımıştı. Parmaklarımla şakağımı sıktım. Sabahları kendini gösteren mide bulantım bu sabah yine kendini göstermişti. Alper’in getirdiği ilaçlar azalmıştı. Bu yüzden biran önce Turgut Bey’le iletişime geçmeliydim. Onlardan hiçbir haber almamıştım. Sanırım ilerleme kat edememiştik.
Üzerimi giyinip abdestimi alarak namazımı kıldım. Salona geçtiğimde annem Kur’an okuyordu. Mutfağa geçip çay suyu koydum. Ekmek olmadığını görünce evden çıktım. Sokağın sağ tarafında kalan fırından bir adet ekmek alıp yolu geri döndüm. Evin önüne geldiğim anda ağzımdan tutulup köşeye çekilmem bir oldu.
“Şist, sessiz.” Ağzımı kapatan kişiyle kapalı olan gözlerimi açtım. Karşımdaki kişi Sencer’di. Yavaşça ağzımdaki elini çekti. Omuzuna hızla vurup dibinden ayrıldım.
“Ne yapıyorsun sen?” Sencer’in gözlerindeki o derin hissiyatla bütün sinirlerim sönüp gitti.
“Senden uzak kalamıyorum.” Bakışlarımı çekip, “Benimle dalga mı geçiyorsun?” dedim.
“Haklısın.” Dediği tek kelime buydu. Durgunlaşmıştı, nedenini çözemediğim bir hüznün gölgesi vardı yüzünde.
“Git Sencer, benden uzak dur.” Oysa gitmesin istiyordum.
“Gidemem.”
“Gitmiştin.”
“Geldim, yolum sendin.”
“Benim yolum sen değilmişsin.”
“Gözlerin seni ele veriyor.” Bir şey diyemeden bana sarıldı. Kolları arasında ufaldım. Gelmişti işte, daha ne istiyordum ki. Sahiplendi yine ona ait olan kalbimi. Git diyen dilimi susturmuştu yüreğim.
“Sen bana gelmedin, sen bensizliği seçtin Sencer.” Kollarından ayrılıp, “Şimdi ait olduğun yere git,” diyerek hızlıca arkamı dönüp ondan uzaklaştım. Arkamda kalan o değildi sadece, onun ne hissettiği zerre umurumda değildi. Ama benim hissettiğim kocaman bir ikilemdi. O ikileme net çizgi koyanda kırgınlığımdı. En ihtiyacım olduğu zamanlarda gelmemişken yanıma şimdi kendini nasıl ifade edebilirdi ki?
“Senin yerin benim yanım ay yüzlüm, başka gidecek yerin yok. Kalbin yine beni bulacak.” Ona dönmeden binadan içeriye girdim. Onu dinlemeyerek onu sinir ediyordum, bu da benim hoşuma gidiyordu. Biraz da o sinirlensindi.
Eve girip ekmekleri hemen tezgâhın üzerine koyup kesme tahtasını çıkardım. Annem kahvaltıyı hazırlamıştı.
“Kaç gün daha kalacak öyle kapının önünde?” Annemin sesi ile irkildim. Arkamı döndüğümde pencereden dışarıya bakıyordu. Önüme dönüp, “Gitmesini söyledim ama gitmiyor,” deyince yanıma gelip bıçağı elimden aldı.
“Git de kahvaltıya çağır.” Annemin bu tutumu şaşırmama neden oldu. Anneme iri gözlerle bakıp, “Gitmeli,” dedim. Güzel gülüşünü tekrar ortaya çıkarıp elini yüzüme koydu. Yine sıcacık kelimelerinde yüreğimi ferahlatmayı başaracak gibi duruyordu. Benim inadım annemin anlayışı kadar değildi. Annem mantıklı düşünen kadındı ama ben, kalbimdekileri dizginleyemeyecek biriydim.
“Güzel kızım, o senin kocan. Başta kızdım evet ama bu onu kapıda bekletecek bir davranış değil. Bazen aranız bozulacak belki de kızacaksın ama bunu birbirinizi terk ederek çözüm sağlamayacaksınız. Şimdi git kahvaltıya çağır sonra evinize dönün.” Elini yüzümden çekip tekrar önüne döndü. İstemeye istemeye kapıya yöneldim. Kırgındım evet ama annemi de üzemezdim. Dışarıya çıktığımda Sencer yine aynı yerde oturuyordu. Beni görünce kamyonetten indi. Ona yaklaştıkça öfkem buhar olup uçuyordu.
“Annem seni kahvaltıya çağırdı, durma öylede gir içeriye.” Sencer’in dudakları dediklerimle kıvrıldı.
“Sen istemedin yani!” Omuz silkip önden yürüdüm.
“İstemedim, annem istiyor diye.” Yukarıya bakıp, “Annen istediyse madem,” diyerek sesindeki imalı tavırla güldü. Burnumu kırıştırıp, “Hiç öyle bakmada geç,” dediğimde gülmesi devam ediyordu. Usulca başını sallayıp peşim sıra yürüdü. Arkama bakmadan içeriye girdim. Sencer de ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Annem yüzündeki ciddiyetle bizi karşılayınca Sencer biraz önceki rahat tavrını bir köşeye atıp çekingen bir eda ile anneme selam verdi. Elini yüzünü yıkayıp geri mutfağa döndüğünde karşımda yerini aldı.
“Kahvaltıdan sonra sizi burada görmeyeceğim. Aranızdaki husumeti tatlı dille çözün. Bir de sen Sencer, seni yeni öğrenmemiz bizi kızdırdı evet ama emanetimize sahip çıktığın için minnettarız. Bundan sonra da ailemizden biri olduğunu unutma. Mutluluğunuzu kendinizde sakladığınız gibi başkalarının sizi ayırmasına müsaade etmeyin. Bu yaptığın hoş bir şey değildi, bu yüzden neyin ne olduğunu anladığını biliyorum, sen de ne yapılması gerektiğini biliyorsundur.” Sencer, annemin bu tavrını beklemiyor olacak ki kastığı bedeni rahatladı. Annemin olumsuz bir konuşma yapacağını düşünürken tam tersi bir tepki almıştı. Annemin anlayışı olmasaydı evin önünde dahi kalamazdı.
“Evet, yaptığım hoş bir şey değildi, Ayza’yı terk etmek istemedim ama mecburdum. Bunu ona en iyi şekilde açıklayacağım zaten. Asıl ben, size teşekkür ederim bizi anladığınız için.”
“Anlamak kalp ve mantığın birleştiği yerde oluyor ve ben iki düzeni de bir teraziye koydum. Şimdi o teraziyi dengesizleştirenlere rağmen bu şansı size verdim.” Sencer gülümseyip, “O terazinin ucuna kimsenin eli değemez,” deyip lafı pek uzatmadı, annemde ısrarcı değildi zaten. Sessizliğin ardından herkes önündeki kahvaltıya odaklandı. Boğazımdan lokma geçmezken kısada olsa Sencer’e baktım. Onunda pek iştahlı yediği söylenemezdi. Ona baktığımı fark edince o da bana baktı. Yüzünde mahcup bir ifade vardı, ondan uzak değildi bu ifade. Önüme dönüp çayımdan bir yudum aldım. Annem gidin demişti de ben nereye gidebilirdim? Sencer’le gidemezdim, gitmek istemiyordum.
Kahvaltıdan sonra mutfağı toparlayıp salona dönecekken içerideki sesler dikkatimi çekti. Bir köşeye geçip içerideki sesleri dinledim. Annem Sencer’i suale çekmişti anlaşılan. Ben de Sencer’in anneme karşı ne cevap vereceğini merak etmiyor değildim aslında. Annem başta Sencer’i sevmişti şimdi ona bu tavrı yüzünden nefret beslemezdi.
“Sevgi basit bir şey değil evladım, Ayza’yı anlamanı temenni ediyorum. Onu savunmam, seni de… Evinizin en büyük mutluluğu eşin sadakatinden geçer bilirsin.” Sıcacıktı konuşması, Sencer’e sert bir üslup kullanmıyordu. Sencer’de bu durumdan hoşnuttu.
“Elbette biliyorum. Ayza’ya sadakatimi burada anlatsam belki günler yetmez. Onu oradayken savunmasız bir halde bırakamazdım, bu yüzden ondan ayrı kalmalıydım. Sevgi büyük bir nimet. Allah bizim kalplerimize bu nimeti verdiğindendir ona sadakatim. Onu seviyorum, bambaşka bir sevgi bu. Annesisiniz diye söylemiyorum bu sözleri, sizin de beni anladığınıza eminim. Şu var hak ile batıl savaşının içerisindeyken aslında beni bu ana getiren tek kişi Ayza oldu.”
“Senin için Ayza’nın sevgisi bu kadar önemli yani?” Annemin yüz ifadesini göremiyordum sırtı bana dönük olduğu için ama Sencer’in köşeden bakınca yüzünü görebiliyordum. Annemin imalı sorusuyla hafiften gülümseyip, “Ayza’nın sevgisi değil,” diyerek cevapladı. Kaşlarım çatıldı bu cevabıyla, ne demek sevgi değildi? “Ayza’nın sevgisini bahşeden Rabbin kula verdiği aşk iradesinde saklı önemi. İrade aşkla terbiye olunca Allah bir kolaylığını veriyor.”
Annem bu cevaptan memnun olacak ki karşı çıkacak bir cevap vermedi. Biraz önceki kızgınlığım eridi. Cevabı yaşadığım zamanda bir soluktu. O solukta nefes alan bizlerdik. Sencer hiç düşünmeden cevap veriyor, kendini ifade edebildiği kadar özenle seçiyordu kelimelerini.
“Sen de bu aşk için Ayza’dan vazgeçmeyi bile göze aldın öyle mi?
“Allah dileseydi ondan vazgeçmemi istemesem de vazgeçerdim ama çok şükür olmadı. Çünkü önümüz çetin. Ben o savaşa Ayza ile girseydim duygularım bizi alt üst edecekti. Vazgeçmedim, biliyordum ki vazgeçirmeyen Allah bize yardım edecekti.”
“Kalbinin sularında boğulduğunda ne yaparsın peki?” Sencer yine gülümseyip, “Ayza’nın yüzünü seyredip Allah’a şükrederim. Veriş onunsa şükrediş ona bilirim.” Sesi Allah katında lütfedilmiş bir mucizeydi sanki. Şu zamanın kıymeti, Sencer’in dudaklarının arasından çıkan kelimelerde saklıydı. Kilitli sandıktan yıllar sonra çıkan tertemiz çıkan kalbini bana saklamış gibi… Efsunkâr güzelliğin içine düşürüyormuşçasına boşluğa bıraktım kendimi.
“Allah için sevda, kul için baş gösterişi ifade edişinde gördüm seni. Ve seni Ayza ile buluşturan Allah’a şükürler olsun evlat.” Sencer hızla yerinden kalkıp annemin elini öpüp, “Şükürler olsun,” dedi.
Bir şükürde benden çıktı. Sencer’in nahif yanında kaybolmamak imkânsızdı. Kalbim karanlıksa o karanlığın en güzel yanında günümü aydınlatandı. Mutfağa geçecektim ama midemin bulantısı bir hayli arttığı için koşarak banyoya geçtim. Yediğim bütün yemeği çıkarmıştım. Baş dönmemle bütünleşen mide bulantım beni halsizleştirdi.
“Ayza, kızım iyi misin?” Annemin seslenmesi ile zorda olsa, “İyiyim anne,” dedim. Elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Annemle Sencer karşımda bana meraklı gözlerle bakıyordu.
“Üşütmüşüm sanırım.” Annem Sencer’e söylemediğimi anlayarak kendisi bir şey demedi. Ona kendim açıklamalıydım. Annem usulca başını sallasa da Sencer bana bakmaya devam ediyordu.
“Akşama kalmayın, mevsim akşam yolcuğu için uygun değil.” Sanırım annem Sencer’in sözlerine ikna olmuştu. Kararlı tutumuna karşın başımı sallayıp odaya geçtim. Valizimi hazırladığımda kapı tıklatıldı. Annem başını kapıdan uzattığında, “Hazırım,” deyip odadan çıktım. Sencer ayakkabılarını giyiyordu. Beni görünce elimdeki valizi alıp annemle veda ettikten sonra merdivenlerden indi. Anneme dönüp, “Hakkını helal et annem,” deyip elinden öptüm. Annem kolumu sıvazlayıp, “Helal olsun kızım,” deyip sıkıca bana sarıldı. Onunda benim gibi sesi titriyordu. “Bu arada Sencer’le hastalığını da konuş. Elinizi çabuk tutun. Gittikçe kötüleşiyorsun.” Başımı salladım. Gözlerim dolu dolu çıktım kapıdan. Dayımlara uğramayacaktım, bu yüzden direkt binadan çıktım. Sencer, kamyonete binmiş beni bekliyordu. Hızla yanında yerimi alınca kamyoneti hareket ettirdi. Başımı camdan dışarıya çevirdim. Annem kapı önünde el sallıyordu. Elime dokunan elle irkildiğimde Sencer, “İyi misin?” diye sordu. Elimi hızla elinden çektim. Ne olursa olsun ona karşı sıcak bir tutumda bulunmayacaktım.
“Beni Gökçe’nin evinin orada indir. Orada kalacağım.”
“Bana öfkelisin biliyorum ama bu öfkeni benden uzak durarak çıkarma Ayza.” Dedikleri kalbimi yumuşatamayacaktı. Yumuşamaya meyilliyken bu kadar kolay olamazdı. En azından bir şeyleri yoluna koymam gerekiyordu.
“Konuşmak istemiyorum, beni daha fazla üzme Sencer.” Dediklerimle direksiyonu olabildiğince fazla sıktı. Onu bu sözlerimle incitiyordum, incinen benken. Bu yolda iki çizgide yürüyorduk, o çizgi yine bizi buluşturana kadar böyle olacaktı.
“Buna izin veremem. Tamam, ben gelmem o eve ama sen de gitme.” Sesindeki buruklukla, “Gelsen de gelmesen de ben zaten yokum Sencer,” dedim. Sencer usulca başını sallayıp, “Peki,” dedi. Onun bende ki hükmüne kapılmak yoktu. O hükmün celladı bizzat kendisi olmuştu. Tahammül sınırımı aşmıştım birkaç gün önce, şimdi o tahammülümün sabrı ben de yoktu.
“Şimdi ne değişti de geldin? O gün neden yaralıydın?”
“O gün buraya geleceklerini haber aldım. Onları engellemekti amacım, engelledim de. Sadece biraz zarar gördüm.”
“Belki de o gün haberin olmasa hiç gelmeyecektin.” Yüzüne çarptığım gerçeklerle bir şey demedi. Haklı olduğumu çok iyi biliyordu.
…
Kamyonet köşede durunca köşeden telefonumu alıp kapıyı açtım. İnemeden Sencer elimi tutup, “Senden sadece birkaç adım ötede olacağım, kabulsüzüm ama sen beni bir gün kabul edeceksin biliyorum,” dediğinde, “Bir günlere sığındık hep ve o bir günler bizi bu hale getirdi Sencer. Evet, seni bir gün affedeceğim ama o bir gün zamansızlığımızın kırgınlığını geçiremeyecek,” deyip indim kamyonetten. Arkadan valizimi alarak ilerledim. Sencer kamyonetten inerek, “Kapım sensin Ayza o kapı kilitli olduğu müddetçe üşüyeceğim. Beni fazla mahrum bırakma sıcaklığından,” diyerek peşim sıra seslendi. O kapı açıktı ama girmesi için zaman gerekiyordu. Bunu ne kadar istemesem de kırgınlığıma söz geçiremiyordum.
Bahçe kapısından girmeden evvel son kez hasretle yandığım adama baktım. O an benim gibi gözünden bir damla yaş aktı. Ağlamazdı, ağlamasına müsaade etmezdi hiçbir zaman ama şimdi yapmıştı bunu.
“Geride bıraktığın sadece ben değilim bunu iyi biliyorsun.” Dedikleri ile dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona dönüp, “Ona iyi bak o zaman,” deyince gözlerini hafiften kapattı.
“Kendi kalbimin parçalanışına şahit olacak kalbine, iyi bakmam için yanımda senin de olman gerekiyor.”
“Ama sen yoktun.” Dediklerime başını olumlu şekilde sallayıp, “Sırf senin kalbin için yoktum,” deyip eliyle kalbine dokundu. Eli kalbinin üzerinde sert bir duruş aldı. O duruş kalbini söküp bana emanet edecek gibiydi.
Daha fazla dayanamayacağımı anlayınca bahçe kapısından içeriye girdim. Kapıyı tıklatmadan açıldı. Gökçe’ye sarılmadan eve girdim. Gökçe yanıma gelip anlayışla bana sarıldı. Tutmadım gözyaşlarımı, hıçkırarak ağladım. Canım çok yanıyordu ve ben, buna engel olamıyordum. Aylarca çektiğim özlem keskin bir bıçağın kalbimi paramparça edişi gibiydi. Can çekişen kalbim değildi sadece, zuhur edilen hayatlarımızda tıpkı kalbimiz gibiydi.
“Geçecek canım, geçecek bu acın.” İkimizde olduğumuz yere oturduk. Yüzümü Gökçe’nin bedenine gömüp, “İçim yanıyor Gökçe, kırgınlığım affedişime engel oluyor,” diyerek daha çok ağladım.
“Tamam, biraz kendini toparla. Daha sonra ne yapacağını düşünürüz.” Başımı olumlu şekilde sallayıp ayaklandım. Arada geldiğimde kaldığım bir oda vardı oraya geçtim. Valizimi kenara koyup yatağa uzandım.
Birbiri ardına gelen bu olaylar beni fazlasıyla yormuştu. Olaylara adım atasım gelmiyordu artık. Yorgunluğum bedenen değildi, dinlenemeyecek kadar kısıtlıydım. Asıl yaşanacaklar bundan sonraydı. Arsen Hisar’ın kana bulaşmış caddelerinde çığlık atan insanlara yeniden bir vatan vaat etmekti. Vatanlarımızdan oluşumuz, yeniden vatanlarımıza dönüşümüzün ön hazırlığıydı sadece. Adalet konuşacak, adalet hüküm verecekti bundan sonra.
Arsen Hisar yaralı bir şehirdi, daha fazlası olacağından emindim. Sesleri çıkmıyorsa Selçuk Bey’le Dağhan Bey’in kesin karıştırdıkları bir durum vardı. Sencer’in yeniden aralarına sızacağını biliyordum. Ona neden o halde olduğunu soramamıştım, şimdi o haldeyken benim içim rahat değildi. Belki onu arkamda bırakıp buraya gelmiştim ama bir yanım onda kalmıştı.
İki gün sonra
Kapıyı aralayıp içeriye girdim. Ev sessizdi, adımlarım yavaş usul odalara kaydığında kimse yoktu. Yavaşça çalışma odasına girdiğimde Sencer’in hemen köşedeki tekli koltukta uyukluyor oluşunu gördüm. Elindeki dosya düşecek gibiydi, tek eli başını tutan tek yer olmuştu. Kusursuz yüzü uykunun kollarında mükemmel bir uyum sağlamıştı.
Yavaşça köşedeki kitaplığa ulaştım, en alttaki dosyayı alıp içerisine koyduğum sertifikayı aldım. Artık başlayacaktım bazı şeylere. Madem beni bu işten uzak tutmak istiyorlardı, ben de kendim bir şeyler yapacaktım. Önceliğim korkup köşeye saklanan Selçuk Bey’in sonunu getirmekti. Bu sefer bir yanlışa sabrım yoktu.
Odadan çıkıp hemen yatak odasından bir pike alıp geri döndüm. Pikeyi Sencer’e örttüm. Parmaklarım yüzüne teğet geçti. Dokunsam yanacaktı elim. Dokunsam dayanılmaz bir hal alacaktı. Ona bakmayı bırakıp odadan çıkıp kapıya ulaştım. Kapıyı açacağım esnada kapı hızla geri örtüldü. Kolumdan tutulup hemen köşeye çekildim. Şu an Sencer’in hemen dibindeydim.
“Geldin ama gitmene izin vermeyeceğim.”
“Sana gelmedim.”
“Olsun, burada oluşun bana gelmeni inkâr edemez.” Omzundan itip hemen dibinden ayrıldım. Elimdeki sertifikayı gördüğünde kaşları çatıldı. Elimden sertifikayı alacaktı ama izin vermedim.
“Bunu yapmayacaksın değil mi?”
“Yapacağım.” Sencer’in yüzü dediklerimle oldukça gerildi. Onun baştan beri o gruba girmemi istemediğini biliyordum ama yapmalıydım. Artık eski çekingenliğim yoktu.
“Ayza, canımın içi. Bu çok tehlikeli, yapma.” Gülüşümdeki ihtiza, sen ciddi misin edasındaydı.
“Tehlike ben uzaktayken daha fazla tehlikeli. Hem verdiğiniz sözü çok çabuk unuttunuz Sencer.” Bir adım atınca elimi kaldırıp, “Sakın,” dedim. Bunu yapacaktım. Sencer, baştan beri bunu istemiyordu, onun korkusuyla adım attığım her saniye yeniliyorduk işte.
“Peki. O zaman şunu bil, bu işte ben de varım.”
“Beni korumayı bırak artık. Sana ihtiyacım yok.” Kaşları çatıldı. “Ben kendime yeterim Sencer.” Susuyordu, bu susuştaki neden öfkesini dizginlemek istercesineydi.
“Bunu bana gerçekten söylüyor musun?”
“Sen beni niye anlamak istemiyorsun?” Birkaç saniye yüzüme çatılı kaşlarla baktı. “Ben eski Ayza değilim Sencer.” O zehir kanımda olduğu müddetçe de olmayacaktım. En azından öleceksem son günlerimde işe yaramalıydım. Elini hırsla kapının camına geçirdi. Dehşetle eline bakarken bir iki adım geriledim. Kendine zarar verebilecek kadar düşüncesiz oluşu beni ürpertti. Ben onun eline o ise bana bakıyordu. Gözbebekleri koyulaştığında onun bu öfkesi bana değil kendisine zarar vermekten öteye geçemiyordu.
Korkuyla gözlerine bakarken gözbebeklerine inen kan ona dair endişeme bir yenisini ekliyordu. Kirpiklerinden süzülen yaş acıdan değildi, acıyı umursayacağını zannetmiyordum bile. Titreyen gözleri içinde biriktirdiği acıyı ele veriyordu.
“Elin,” dedim elini tutup. Oldukça derin olan yarasıyla ben de dayanamayıp gözyaşı döktüm.
“Ne önemi var?” deyince başımı iki yana sallayıp, “Hadi bakalım yarana,” dedim. Sencer elini çekip, “Benim kalbim daha çok acıyor Ayza,” deyince ona diyeceklerimin bir tesiri kalmamıştı. Onu dinlemeyerek odaya çektim. Hemen banyodan sağlık ekipmanlarını alıp yanına geldim. Durgun bir tavırla bana bakıyordu. Eli yüzümü bulacakken başımı çektim. Yaptığı hareketler hoş değildi. Nasıl korktuğumu görmeyecek kadar kör olamazdı. Elini yumruk yapıp geri çekti.
“Sana zarar vermem.”
“Kendine verme yeter.” Beni dinlemeyip gözaltlarımda kurumaya yüz tutmuş gözyaşlarımı başparmağı ile sildi. Gözlerim kapanırken onun dokunuşunda nasıl yandığımı görmeliydi. Odadaki sessizliğimiz ikimizi anlatan tek unsurdu.
“Özür dilerim, birden kendime hâkim olamadım. Bana böyle bakarken nasıl davranacağımı bilemedim.” Başımı kaldırdım. Gözlerine inen kızıl perdeyle ona karşı zafiyetimde yenilgiye uğruyordum.
Elini sarıp çöpleri çöp kutusuna attım. Köşeden çantamı alıp kapıya yönlendim. Arkamda kalan bedeni mırıldandı.
Cevap vermeden kapıyı açtım. Sencer kolumu aniden tutup, “Beni anlamanı isterdim,” dedi. Hayal kırıklığı vardı sesinde. Benim hayal kırıklığıma rağmen kendi hayal kırıklığı hafif kalıyordu.
“Seni anlamadığımı mı zannediyorsun? Konunun sadece beni bırakıp gittiğin için ya da sorunun Deren olduğu için mi kızdığımı mı zannediyorsun Sencer? Asıl sen beni anlamıyorsun.” Kolumu elinden çekip evden çıktım. Sinirden kapıyı yumruklamak istedim.
‘Anlamıyor muşum!’ Sinirden söylenmeye başladım. ‘Deren benden daha çok söz hakkı olsun sonra anlayacakmışım beyefendiyi. Yok ya, başka bir isteğin var mı Sencer Bey?’ Önümdeki taşı ayağımla sertçe fırlattım. Bilemeden büyük taşa vurmamdan dolayı ayağım acıdı. Yüzümü buruşturup, “Öf Sencer,” diye bağırdım. Artık neye sinirleneceğimi bilemiyordum.
“İsteğim sensin.” Arkamdan bağırması ile elimi ağzıma götürdüm. Ben onu sesli mi söylemiştim. Salak Ayza, bir çenene sahip çıkamıyorsun. Artık kendi rezilliğime son verdim. Buraya ne için gelmiştim, neyle uğraşıyordum. “Ve sen de beni istiyorsun. Gözlerin seni ele veriyor Ayza.”
…
Kadimiye yerleşkesindeki villanın önüne geldim. Nefesimi soluyup bahçe kapısından içeriye girdim. Villa oldukça büyüktü, hemen arkada kendini belli eden bir mahzen vardı. Etrafı ağaçlarla çevrili olduğu için yerleşkedeki evler burayı göremiyordu. Zaten görse de korkularından buraya bakacak değillerdi. Korumalardan ve görünüşündeki soğukluktan ürpertici bir hava sezdim.
“Buyurun kime baktınız?” Yanıma gelen koruma beni önce bir inceleyip cevap bekler gibi yüzüme baktı. Olaylardan ötürü güvenlik sıkıydı. Daha doğrusu Koray Bey’in iş konusunda oldukça titiz olduğunu duymuştum. Karşımdaki koruma ise soğukkanlılıkla mesafesini sürdürdü.
“Koray Özer’le görüşmek istiyorum.” Koruma ciddiyetini sürdürüp detayına indi.
“Ön görüşmeniz var mıydı?” Sorduğu soru ile çantamdan sertifikayı çıkardım. Adam sertifikayı görünce geçmem için yol açtı. Sertifikanın şu an işime yaraması oldukça kolaylık sağladı. Koray Özer güvenilir adamdı. Haklı kimse onun yanında olurdu. Şimdi ise olaylardan haberdardı. Olaylardan sonra eğitimleri sıklaştırmıştı. Ben ise ne kadar aralarına girsem de aralarında ara sıra olacaktım. Villadan içeriye girdiğimde çalışan bana yardım ettiğinde hemen bir üst kattaki çalışma odasına geldik. İçeriye girmeden evvel nefesimi düzene sokup kapıyı birkaç kez tıklattım. Sesini duyunca içeriye girdim. Önce bana ‘Kimsin’ dercesine baktı. Koray Bey beni tanımıyordu, kısaca kendimden bahsedince oldukça memnun oldu, sonuçta benim bir mertebem vardı. Bu mertebe hafife alınacak bir mertebe vardı. Babamı söyleyince bu onu daha çok memnun etti. Babam değerli bir adamdı, olayların ön yüzü olması beni bu işte daha fazla ön plana çıkarıyordu. Bu yüzden de olayların içinde daha fazla bulunacak ve bir şeyler için çabalayabilecektim.
“Dergâhınızda yer varsa size katılmak istiyorum Koray Bey.” Konuya direkt girdim. Dergâh savaşçıların toplandığı, eğitimin olduğu yerdi. Burada yetişen öğrenciler savaşa hazırlanırdı her daim. Bir yandan da dini eğitim alınırdı. Şu an savaşın eşiğindeyken eğitim tamamlanmış olabilecek, tehlikede hızla hareket edilebilecekti. Her ne kadar eğitim için bu yetersizlikten üst düzeyde olsam da aralarında bulunmak istiyordum. Zaten eğitimler oldukça ilerlemişti. Ben sadece kendimi burada bulundurmak, gidecekleri olaylara dâhil olmak istiyordum.
“Dergâhımız sana her daim açık Ayza. Babanı yakinen tanırdım, şimdi kızının burada olması bizi mutlu eder. Sen öğrencilerden daha bilgilisin bilirsin bu işleri. Sana ihtiyacımız var. İstersen öğrenci değil de bir öğretici olarak aramızda bulunabilirsin. ” Gülümsedim, anlayışları beni oldukça memnun etti. “Ben sadece olaylara dâhil olmak istiyorum Koray Bey. Eğitmenlik için belki ileride anlaşırız.” Üstelemeden kabul etti. Eğiticiler çok nadir bulunurdu olaylarda. Bunu istemiyordum.
Çekmeceden dosyayı çıkarıp önüme koyduğunda kapı tıklatılıp açıldı. İçeriye biraz önce bana yardım eden çalışan girdi.
“Bir misafiriniz daha var Koray Bey.” Bakışlarım kapıya kayınca giren kişi ile donup kaldım. Ben de varım derken ciddi olabileceğini düşünmemiştim. Ona ters ters baktım lakin o bana bakıp arsızca gülümsedi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 760 Okunma |
182 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |