Bakışlarım karşımdaki kızda takılı kaldı. Gülümseyerek Sencer’e bakıyordu. Birbirlerini tanıdıkları aşikârdı. Oldukça güzel bir kızdı. Omuzlarından aşağı süzülen sarı saçları vardı. Beyaz tenini süsleyen yeşil gözleri güzelliğini sergiliyordu. Uzun boyu ve incecik yapısı vardı. Bu soğukta üzerindeki kırmızı elbise bedenini sarmalamıştı ama o üşüyor gibi durmuyordu.
Sencer’e yaklaştı. Heyecanla sarılacakken Sencer bir iki adım geri gitti. DerenSencer’in bu tavrı karşısında biraz bozuldu. Bunu şu anlık göz ardı edip gülüşünü genişletti. Hal ve tavırları heyecanlandığını gösteriyordu. “Neden haber vermedin geldiğini? Işık yanınca gördüm.”
Sencer, “Yeni geldik,” diyerek geçiştirdi Deren’i. Deren’in bütün heyecanı gitmiş gibiydi. Sencer’in böyle davrandığını bilmesi gerekirdi. Deren, Sencer’den alamadığı ilgiyle omuzlarını düşürdü. Akabinde bana bakıp, “Tanıştırmayacak mısın?” dedi. Sencer yanıma yaklaşıp, “Eşim,” dedi. Deren’in gülümseyen yüzü bir anda düştü. Sertçe yutkunduğunu gördüm. Parmakları ile saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Hareketleri tuhaflaştığı gibi bana bakışı da değişti.
“Anladım, şey babam seni bekliyor.” Sesi biraz öncekine nazaran biraz daha hissiz çıktı. Üzülmüştü, en çok da evlendiğini duyunca hayal kırıklığına uğramıştı. Sencer’e karşı ilgisinin olduğunu anlasam da bir şey diyemedim. Zaten aramızda bir muhabbette geçmemişti. Sencer, olumlu şekilde başını sallayıp bana döndü. Gideceğimiz yer gördüğüm o büyük ev olmalıydı. “Sen de gelir misin?”
Sessizce başımı salladım. Askılıktan montlarımızı alıp giydik. Dışarıya çıktığım an soğuğu biraz daha hissettim. Deren’in giyimini görünce şaşırmıyor değildim. İncecik kıyafetle nasıl üşümediğini merak ettim.
Arada bakışlarımı Deren’e çevirdim, hiç de iyi gözükmediği ortadaydı. Bazı zamanlar göz ucuyla Sencer’e bakıyor, bir karşılık alamayınca önüne dönüyordu. Deren, Sencer’den bir söz bekliyordu, hayal kırıklığına uğraması belli ki öfkelendirmişti.
Epey bir dik yukarı çıktıktan sonra evin önüne gelebildik. Bu sefer farklı bir ev karşılamıştı bizi. Diğerleri gibi taş yığını değildi. Gayet sıcacık görüntüsü vardı. Müstakildi, önünde kocaman bir bahçesi vardı. Deren önden biz arkadan girdik. Kapıyı Deren’in annesi diye tahmin ettiğim bir kadın açtı. Gülümseyerek, “Hoş geldiniz,” diyerek bizi içeriye buyur etti. İçeriye girdiğimizde büyük bir salon karşıladı bizi. Yavaşça salona adımladık. Köşedeki koltukta oturan adamın bize gülümseyerek yaklaşması Sencer’le arasının iyi olduğunu gösteriyordu.
“Tüzer Bey,” dedi Sencer bana dönerek. Tüzer Bey bana bakıp, “Hoş geldin kızım,” dedi. Akabinde, “Eşin mi?” diye ekledi Sencer’e bakarak. Sencer, başını olumlu şekilde sallayıp gözlerimin içine bakarak, “Eşim,” dedi. Bu sefer çok farklı bakıyordu. Sanki tek kelimeye dünyaları sığdırdı. O kelimede ben vardım, biz vardık. O kelimede hisli bir senfoni vardı. Bana özeldi, en güzelle eş değerdi.
Koltuğa kurulduktan sonra Tüzer Bey’le Sencer sohbet etmeye başlamış ben de onları dinlemeye koyulmuştum. Olduğum ortamda kendimi tuhaf hissettim. Tanımadığım kişilerin arasındayken rahat hareket edemiyordum.
Deren’e baktığımda öfkeli gözlerinin yüzümde gezindiğini gördüm. Hızla gözlerimi çektim. Sencer’e karşı hisleri rahatsız etmeye yetiyordu. Evin hanımı olan Aybüke Hanım, yanıma gelip, “Kendini rahat hisset artık,” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. Oturduğum yerde iki büklüm olduğumu şu an fark ettim. Belki Aybüke Hanım bunu demese böyle oturmaya devam edecektim. Sırtımı koltuğa yasladım.
Şu an her ne kadar kendimi rahatlatmaya çalışsam da Deren’in bakışları buna engel oluyordu. Aybüke Hanım, Deren’e bakıp, “Kızım misafirimizle ilgilensene,” deyip telkinde bulundu. Deren, hırsla yerinden kalkıp salondan çıktı. Elinde olsa beni boğabilirdi. Neredeyse aynı hisleri besliyorduk birbirimize. Bana karşı aldığı cephede haklı olsa da biraz olsun soğukkanlı davranabilirdi.
Deren’i takmamaya çalışarak, “İyiyim ben, sağ olun,” dedim Aybüke Hanım’a sorun olmadığını belirterek. Aybüke Hanım pek tatmin olmasa da fazla üstelemedi. Birbirimizi tanıyacağımız sohbetler ettikten sonra az evvel odadan çıkan Tüzer Bey elinde bir kılıfla içeriye geri döndü. Kılıfı Sencer’e uzatıp, “Nefesinin şifasını alalım evlat,” diyerek kılıfı almasını sağladı. “Özlettin iyice.” Sencer kılıftan bir ney çıkardı. Aralarındaki muhabbete şahit olurken Sencer neyi dudaklarına götürerek bir melodi üfledi. Elimi çenemin altına koyup üflediği melodiyi hayranlıkla dinledim. Kapanan gözleri kirpiklerinin güzelliğini ortaya serdi. Dudakları neye özenle iştirak etmiş, nefesi verdiği seste yanmıştı.
Ney üflemeyi bitirdiğinde neyi kılıfına koyarak köşeye koydu. Tüzer Bey’deki farklı davranış Sencer’i özel kılıyordu. Sencer’i sevdiği ortadaydı ve bu Sencer’in ne kadar özel biri olduğunu gösteriyordu.
Sevilmek Sencer’e özeldi. Sevmek, özellikle onu sevmek ise bana özeldi. Kimseler benim gibi sevsin istemiyordum, kimseler onun adını ansın istemiyordum. O benim sesimde en güzel nağmeydi. Çünkü o benim hissederek söylediğim eşsiz insandı.
O Sencer Aybars. İsmine, her bir zerresine hayran olduğum adam…
Bakışlarını bana çevirdi.Gözlerini gözlerimden bir süre çekmedi. Sanki kalbimin atışını duymuştu.
“Nefesine kuvvet evlat.” Tüzer Bey’e başını sallayıp, “Teşekkür ederim,” dedi. Yemek için masalara kurulduk. Masa başında onların sohbetleri dönerken bazen ilgimi çekecek konular oluyordu. Bu da Sencer’in hatıralarından ibaretti.
Yemekleri yiyip evden çıktık. Bedenimdeki gerginlik bir nebze olsun dinmişti. Eve geldiğimizde Sencer hızla sobaya odun attı. Sobadaki köz etkisini yitirmediği için odunlar tez tutuştu. Başına geçip üşümüş bedenimi ısıttım. Sencer de yanıma gelip sobanın önüne koyduğum tabureye oturdu.
“Daha bilmediğim ne yeteneklerin çıkacak acaba!” Sencer hafiften gülümseyip, “Bilmem, yaşadıkça göreceğiz,” deyince aynı şekilde gülümsedim.
“Gördükçe her görüşümde aklıma bir sürü acabalar ekleniyor.” Sencer bana doğru dönüp, “Peki ben,” dedi. “Senin hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değilim.” Başımı iki yana sallayıp gülümseyerek, “Senin kadar yeteneğimin olmadığı aşikâr,” dedim. Kolunu dizine dayayıp çenesini de eline yaslayarak bakışlarını bir çocuk gibi bana yönlendirdi. Bu durumda konuşmam zor olsa da bana bu durumu kolaylaştıran Sencer oldu.
“Benim gördüklerimden sonra bu çok hafif kalır bence.” Kaşlarım havalandı. Methediyor muydu yoksa gerçekleri mi konuşuyordu emin değildim.
“Senin yanında biraz hafif kalıyor gibi.” Dediklerime karşın kaşlarını çatıp, “Bu huyunu sevmiyorum,” dedi. “Hep kendini altta görüyorsun. İstersen bir ara yarış yaparız. Ne dersin?”
“Olabilir.” Kendimden emin bir şekilde, “Kaybetmeye hazır mısın?” dedim. Bu onun oldukça hoşuna gidecek ki oturduğu yerden kalkıp, “Çok da heveslenme,” diyerek odadan çıktı. Ardından başımı uzatıp, “Göreceğiz,” diyerek bağırdım. Ben de biraz daha ısınıp oturduğum yerden kalktım. Sencer elinde yataklarla geldi. Hemen köşeye yer yatağı yaptı.
“Diğer odaların penceresinden soğuk sızıyor. Yerde yatmayı seversin değil mi?” Başımı aşağı yukarı sallayıp, “Benim için sorun yok,” dedim. Tekrar odadan çıkıp yine yatakla geldi. Hemen diğer köşeye bir yatak daha serdi. Hareketsizce yaptıklarını izledim.
Onu odada bırakıp evi dolandım. Evi pek bilmiyordum, öğrenmem çok da zor değildi. Lavabo diye tahmin ettiğim yere girdim. Tahminim doğru çıktı. Başımdaki örtüyü çıkarıp saçımdaki tokadan kurtuldum. Saç diplerim uzun zaman kapalı olduğu için ağrımıştı. Parmaklarımla saç dibime masaj yaptım. Elimi yüzümü yıkayıp odaya geri döndüm. Sencer kısa bir müddet bana bakıp akabinde tekrar okuduğu kitaba yöneldi. Üşüyen bedenimi yatağa soktum. Tekrar Sencer’e baktım, kitaptan başını kaldırmamıştı. Daha sonra yattığımı fark edince kitabı bırakıp ışığı söndürdü. Bana doğru dönecek şekilde yattı. Dışarıdan gelen hafif loş ışıkta birbirimizi görebiliyorduk.
“Hayırlı geceler.” Sanki bir şeylerden kaçar gibi arkasını döndü. Bütün gece kendimi avuttuğum o bakışlar arkasını dönmesiyle yok oldu.
Doğan güneşin gözlerime vurması ile gözlerimi ovuşturdum. Sabah namazından sonra uyuyamamıştım. Sencer her sabah koşuya çıkardı, bu sabahda çıkmıştı. Saat epey geç olmuştu ve hâlâ gelmemesi biraz endişelendirmişti. Üzerime montumu geçirip kapıya çıktım. Soğuk hâlâ kendini gösteriyordu. Kollarımı birbirine doladım. Birkaç adım attığımda Sencer, hemen biraz ötede belirdi. Beni gördüğünde adımlarını biraz daha hızlandırıp yanıma geldi. Üzerinde incecik kıyafetler vardı, şaşkınlıkla bedenini inceledim.
“Hayırlı sabahlar.” Gülümseyerek ben de “Hayırlı sabahlar,” dedim. “Üşümedin mi sen?” Ayakkabılarını çıkarıp bir köşeye koydu. Kapıya astığı havluyu alıp başında gezdirerek, “Koştum ya, çok etki etmedi soğuk,” deyip banyoya yöneldi. Ben de mutfağa geçip kahvaltı hazırlığına koyuldum. Pek bir şey yoktu ortalıkta. Ne hazırlayacağımı bilemediğim için omuzlarımı düşürdüm. Etrafta yemek malzemeleri vardı sadece.
Sencer de çok geçmeden yanıma geldi. Saçları ıslaktı ve üzerinde kısa kol bir tişört vardı. Havluyu boynuna asıp, “Kahvaltıya Tüzer Bey çağırdı, senin için bir sorun olur mu?” diyerek havluyla saçlarını kurulamaya başladı. Aslında sorun yoktu gitmemizde ama Deren’in bakışları hoşuma gitmemişti. O öyle baktıkça rahat edemiyordum.
“Sorun olmaz,” diyebildim. Sesim biraz isteksiz çıktı. Bana daha dikkatle bakıp, “Seni rahatsız eden bir şey mi var?” diye sorunca bir an bocaladım. Sadece sesim değil kendimde belli etmişti her şeyi. Kendi kendime kuruntu yaptığımı düşünüyordum bazen o yüzden kimseyi zan altında bırakmak istemiyordum.
“Yok, sanırım biraz yorgunum ondan.”
“İstersen gitmeyelim.” Başımı iki yana sallayıp, “Gidelim, önemli değil,” dediğimde uzatmadı. Onun Tüzer Bey’e verdiği değeri görebiliyordum, araya girmek istemedim bu yüzden. Sencer başını sallayıp sobanın başına geçti. Bir müddet tezgâha yaslı durdum. Hiçbir şey yapasım yoktu.
Birkaç gün daha eve geçemeyecektik, dün gece Alper mesaj atmıştı geçmeyin diye. Babasına karşı bizi koruması aklımı kurcalıyordu. O babası gibi değildi, son zamanlarda daha iyi anlamıştım. Her ne olursa olsun hakkını ödeyemezdim. Mutfaktan çıkıp Sencer’in yanına ulaşarak çektiği tabureye oturdum.
“Düşüncelisin!” Duygularıma tercüman olmuş gibi bir hisle elini elimin üzerine koydu. Teni tenime değdiğinde yakıcı bir his bedenimi ürpertti. Bedenini biraz daha bana çevirdi.
“Bazen, ben de senin gibi kendimi çıkmazda hissediyorum.” Diğer elimi ben de onun elinin üzerine koydum. Her temasımda ruhum yeniden canlanıyordu. Bu asla abartılacak durum değildi, sadece o çok farklıydı.
Ruhum arafta, zinhar yaşamalıyım.
Sormamalıyım, mütemadiyen susmalıyım.
Köhne kalbime hayat veren kalp…
Dinlemeliyim, mütemadiyen seni dinlemeliyim.
Elimi tutup dudaklarına götürdü. Sözcülerin bir kısmını yine fısıldayarak dudaklarını alnıma bastırdı. “Seni dinlemeliyim, çünkü benim konuşacak çok şeyim var.” Biraz önce daralan ruhum dinginleşti. Deren’i düşünmüyordum artık. Ben Sencer’e güvendikten sonra Deren çok da önemli değildi.
“Şu yaşadıklarımızdan sonra bir yere sığamıyorum.”
“Bunu kendime hakaret olarak algılıyorum.” Sahte sitemi ile başını omzuna eğdiğinde gülmeden edemedim. Çenemden tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Beraber halledebileceğimizi düşündüklerimi sen tek başına sırtlanmışsın meğer.”
“Hayır, öyle değil.” Göz kırpıp, “O zaman ne peki?” diye sorması ile cesaretimi toplamak istedim. Aramızdaki bu mesafeyi kapatmamız lazımdı. “Sen bana iyi geldin ama bazen böyle hissediyorum. Seninle alakalı değil.” Tuttuğu çenemi nahifçe severken aslında daha fazla konuşmamı bekliyordu.
“Sorun Deren mi?” Anlamıştı ama benim konuşmamı beklediği için anlamazlığa vurmuştu. Ben konuşmayınca da artık sözü ortaya attı.
“Dün gece beni öldürecekmiş gibi bakıyordu.” Güldü. Olayı ciddiye almıyordu ama mesele onun düşündüğünden daha derindi.
“Ben ona yıllar önce cevabımı vermiştim, şimdi sana öyle baksa da korkulacak bir durum yok.”
“Sen biliyordun yani?” Sitemli çıktı sesim.
“Sen bile hemen anlamışsın Ayza, şimdi bana mı kızacaksın!” Omuz silktim. Konu trip noktasına kadar gelmişti.
“Sen de olacaksın.” Geri çekildiğim için tekrar dibime yaklaştı. Ellerim yine avuçlarındaydı. “Bu benim için daha önemli.” Dediği doğruydu, bu yüzden daha fazla uzatmadım. En azından bu konuşmamız içimi biraz ferahlatmıştı. “Hadi geçelim, bizi bekliyorlardır.” Tabureden kalkıp elini uzattı. Tereddüt etmeden elini tutup peşi sıra eşlik ettim. Başörtümü düzeltip önüme doğru bağladım, montumu giyindikten sonra evden çıktık. Havanın soğuk etkisi kendini sıcağa vermişti.
Evin önüne geldiğimizde Sencer kapıya vurdu. Kapıyı açan Deren oldu. Kocaman gülümseyip Sencer’e bakarak, “Hoş geldin,” dedi. Sencer’le konuşurken gözlerinin içi parlıyordu. Bu duruşu pek hoşuma gitmedi. Daha önce konuşmalarına rağmen umudu var gibiydi. Sencer başını sallayıp, “Hoş bulduk,” dedi. İkimiz adına konuşması beni mutlu etti. Deren, beni görmezden gelerek geçmemiz için yer verdi. Sencer o an bir şeyleri daha da belli etmek ister gibi elimi tuttu. Önde ben, arkada Sencer girdi. Deren bir şeyler duymak istercesine Sencer’in diğer yanında yürüyor, bir şeylerden bahsediyordu. Sencer ise geçiştirir gibi cevaplar veriyordu.
“Akşam arkadaşlara senden bahsettim, buraya gelecekler. Seni görmek istiyorlar. Uzun zaman oldu bir araya gelmeyeli. Senin adına söz verdim ama gelirsin değil mi?” Sencer önce bana bakıp, “Keşke benim adıma söz vermeseydin,” diyerek hafiften sitem etti. Deren hızla Sencer’in önüne geçip, “Zaten buradasın, sorun olmaz diye düşündüm,” dedi. Sencer bu durumdan epey bir rahatsız olmuştu. Buraya sırf Tüzer Bey’in hatırı için geliyordu. Deren’le aynı ortamda bulunmak istemediğini görebiliyordum. Tüzer Bey’in bu durumdan haberi yoktu anlaşılan.
“Gelir miyiz?” Sencer’in ricasına soğuk bakmakla yetindim. Kimseyi tanımıyordum ve benim tanıma konusunda büyük problemim vardı. Bir de Deren söz konusu olunca aynı ortama girmek istemiyordum.
“Siz görüşün, ben gelmesem.” Sencer başını iki yana sallayıp, “O zaman ben de gelmiyorum. Siz görüşün Deren,” dedi. Bu tutumunda biraz suçluluk hissettim. Benim yüzümden kendi planlarını yapamıyordu. Deren omuz silkip, “Ama,” dedi.
“Ciddiyim, benim yüzümden planlarını bozma.” Sencer bana dönerek, “Ben plan yapmadım ve sen olmadan olmaz,” diyerek suçlu hissetmemi engelledi. Deren her ne kadar hoşnut olmasa da benim de orada olmamı istediğini belirtti. Mecbur kabul ettim.
Salona geçtik. Tüzer Bey oturduğu yerden kalkıp gülümseyerek, “Hoş geldiniz,” dedi. Sıcacık karşılaması biraz daha rahatlamamı sağladı. Hep beraber kahvaltı masasına geçtik. Sencer’in yanında yerimi alırken Deren’in Sencer’in karşısına oturup tuhaf bakmasına karşın elimle masa örtüsünü sıktım. Sencer durumu anlamış gibi ayağa kalkıp hemen diğer tarafıma oturdu. Bu düşüncesi gülümsememe neden oldu. Benden önce benim hislerimle davranıyor olması inceliğini bir kez daha ortaya koymuştu. Deren bu durumda bozuldu.
“Eğer bugün işiniz yoksa benim dükkâna geçelim.” Tüzer Bey başını olumlu şekilde sallayıp, “Arslan Bey’in de olması lazım,” dedi. Sencer hoşnut olacak ki, “Elbette,” deyiverdi. Hakkında konuştukları kişiyi tanımıyordum ama Sencer’e göre önemli biri olmalıydı. “Onun kalemini özledik öyle değil mi?” Tüzer Bey’de Sencer gibi gülerek, “O zaman özlem gideririz,” dedi. Anlaştıklarını beyan eder gibi kahvaltıya odaklandılar. Aslında dükkân konusu biraz tehlikeliydi ama kalabalık olacaklarından içim rahattı.
“Sohbeti Görkem Bey’e devrettik bu hafta, Mete Bey şehir dışına çıkmış.”
“Görkem Bey geçen hafta dergâhımıza katılan Afşin Bey’in oğlu mu?”
“Evet, kendi dergâhlarında bazı isyan baş göstermiş. Hepsi dağılınca birkaçı bizim dergâha geldi.” Sencer’in yanıtı Tüzer Bey’in merakına bir yanıttı.
“Hayırlısı olsun bakalım. Görelim Mevla neyler.”
Kahvaltıyı yaptıktan sonra Sencer’le Tüzer Bey dükkâna geçmiş ben de eve geçmiştim. Çok geçmeden kapı çaldı. Odaya fazla ilerlemediğimden kapıyı açmam uzun sürmedi. Karşımda Deren’i görmek pek de şaşırtmadı. İçeriye geçmesi için yer verdim. İçeriye geçip bir müddet beni süzdü. Yüzünde pek hoşnut olmuş bir ifade yoktu.
“Bir şey mi oldu Deren?” Sorum karşısında dudağının kenarı kıvrıldı. Pencere tarafına dönüp, “Sencer’le severek mi evlendiniz?” dedi. Sorduğu sorunun imasında büyük bir öfke yatıyordu. Uzun süre cevap vermemem bana dönmesini sağladı. Ne düşünüyordu bilmiyorum ama içini rahatlatacak bir cevap arayışındaydı. Ona bu fırsatı vermedim. “Evet,” dedim. Diğer türlü söylesem Deren için büyük umut olurdu. Bunu ne ben ne de Sencer isterdi. Aslında o hep umutlu duruyordu. Benim olduğumu bile bile Sencer’e yaklaşıyor olması pek de umutsuzmuş gibi durmuyordu.
“Görünüşte inanılacak gibi durmuyor.” Sesindeki hezeyan kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Zaten haz etmediğim bir durum vardı Deren’de. Sorduklarını cevaplamam büyük bir boşlukta hissettiriyordu beni. O boşluktan düşmekten korkuyordum. Ayağıma çelme atacak ilk kişi de Deren olabilirdi en fazla.
Hissizce bana bakmayı sürdürdü. Ona verecek bir cevabım yoktu artık. Soru sormasını da istemiyordum. Başka bir muhabbet söz konusu olmayacağı için en fazla Sencer ile ilgili konuşabilirdik. O da benim sınırlarımı aşmayacak derecede olabilirdi. Buna meyil veremezdim.
“Değil mi Ayza!” Sertçe nefesimi soluyup, “Bu seni neden bu kadar alakadar ediyor?” dedim, alayvari bir gülümseme sergiledim. Deren pek bozulmadı, aksine iğneleyiciyi bir hareketle alnını kırıştırıp, “Yakında öğrenirsin,” diyerek kapıya yöneldi. Kapıyı açıp arkasına dönmeden, “Sencer’i iyi tanırım,” dedi. Ardında sorular bırakıp kapıdan çıktığı gibi uzaklaştı. Bariz ortaya koymuştu imalarını. Sencer’den hoşlandığı ortadaydı. Beni tehdit olarak görmese de elinden geleni yapacağını biliyordum.
Kapıyı kapatıp pencere kenarında duran koltuğa oturdum. Kolumu koltuğun başlığına dayayıp pencereden dışarıya baktım. Deren’i asla takmıyordum ama Sencer’le aramızda büyük bir çıkmazın olduğunu fark edebiliyordum. O böyle mesafeli olunca da ben kendimi geri çekmek zorunda kalıyordum. Bunu Deren fark etmiş olmalıydı ki giderken imalarını da bırakıp gitmişti.
Sencer, elindeki erzakla mutfağa girdiğinde ben de peşinden gittim. Poşetleri bir kenara bırakıp bana dönerek, “Yiyecek birkaç bir şey aldım,” dedi. Yanıma yaklaşıp, “Bir şey mi oldu?” diyerek elini yüzüme koydu. Başımı iki yana sallayarak gülümsemeye çalışıp, “Olmadı,” dedim. “Peki,” diyerek odadan çıktı. Saate baktığımda akşam namazının çıkmasına yarım saat gibi bir süre kalmıştı. Yatsı namazından sonra Sencer’in arkadaşlarıyla görüşecektik ve bu beni biraz geriyordu. O zamana kadar mutfağa geçip erzakları yerleştirme işini yapabilirdim. Poşetlerden malzemeleri çıkarıp dolaplara yerleştirdim. Mutfak düzeni kurmak en sevdiğim işlerden biriydi.
Mutfak işi bittiğinde odaya döndüm. Sencer pencere kenarında bir şeylerle uğraşıyordu. Yanına yaklaştığımda tamir edilecek yerin onarımını yaptığını fark ettim. Dikkatlice yaptığı işe baktım. Şu anlık fazla bir hasar gözükmüyordu.
“Dün gece bir ara titrediğini gördüm, üşüyordun sanırım.” Dikkatini mi çekmiştim yani? Ben bile üşüdüğümü fark edememişken onun böyle dikkatli olması garipsenecek durum gibi gözükmüyordu.
“Öyle mi? Hiç fark etmedim.” Pencereyi kapatıp elini bir yere sürmeden kalkarak, “Öyle,” dedi. Odadan çıkarken bana dönüp, “Çok deli yattığını itiraf edeyim,” deyip göz kırptı. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken ne zamanları uyuduğunu merak ettim. Elini yıkayıp mutfağa geçti. Kapıdan başını uzatıp, “Kahve?” diye söylendi.
“Olur.” Mutfağa geçtiğinde ben de yarım kalmış kitabıma yönlendim. Akşam istemediğim davete gidene kadar kitap okumamda bir sakınca yoktu. Sencer elinde iki kahve kupasıyla geldi. Kahvenin kokusu Sencer’den önce gelmişti bile. Sencer sol elindeki kahve kupasını uzatınca aldım. O da hemen yanımda yerini alıp aynı şekilde kitabını okumayı sürdürdü.
“Akşam kaçta gideriz?” Kahvesinden bir yudum alıp, “Dokuz gibi,” dedi. “İstiyorsan gitmeyiz.” Omuz silkip, “Sorun yok,” dedim. Tek kaşını kaldırıp, “Pek istemiyor gibisin,” deyince bir şey demedim. Kendimi kötü hissetmeyeyim diye gitmekten vazgeçeceğini biliyordum, onu uzun süre görmediği arkadaşlarından uzak tutamazdım. Kitabını kapatıp yanıma biraz daha yaklaştı. Elimdeki kahveyi ve kitabı alıp bir köşeye bıraktı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığı gibi elleri de ellerimi buldu.
“Kendini mecbur hissetme. Benim sorumluklarım senin zorunluluğun olmasın.”
“Bunu mecburiyetten yapmıyorum, gerçekten.” Biraz olsun kendimi ifade etmek adına, “Sadece Deren’in böyle sana karşı aldığı tavırlar canımı sıkıyor,” dediğimde anladığını belirtircesine baktı yüzüme. Güzel gözlerinde safi bir his vardı. Onu anlayamıyordum çoğu zaman. Bazen buz gibiydi bazen böyle içimi sıcacık eden bir hisle bakıyordu. Bu sözlerimden dolayı sırf içim rahat etsin diyeydi belki de bu bakışlar. Bu yüzden bu bakışlara kapılmama adına başımı başka yöne çevirdim.
“İçin rahat etmeyecek değil mi?”
“Sanırım öyle.” Beni anlamasını umarak, “Sen olsan böyle bir durumda bana karşı farklı bir tavırda olan kişinin olduğu mekânda görmek ister misin?” diye sorsam da akabinde kendi kendime burukça güldüm. O benim gibi hissetmediği için bu onun çok da umursayacağı durum olmazdı belki de. Hisler ve kabullenişler çok farklıydı. İkisi arasındaki ince çizgide sadece ben zorlanıyordum.
“Senin kadar sabırlı olmazdım sanırım.”
“Eşin olabilirim ama bana karşı bir şey hissetmezken bu gerçek bir cevap mı sence?” Hiç çekinmeden kendimi biraz olsun belli etmiştim bu yönden de. Gözlerini kısarak baktı yüzüme. Bu onu biraz bozmuştu sanırım. Ama artık bu bilinmezliğe bir son vermekti istediğim. Cevap vermedi. Hayal kırıklığıyla bütünleşen kalbim incindi. Yanımdan kalkıp giderken ne hissedeceğimi düşünmemişti bile. Bana karşı aldığı sıcak tavırları onunda mecburiyetiydi.
Soğuyan kahvemi de alarak mutfağa geçtim. Biraz önceki hayal kırıklığımı yok etmek istedim. Biraz zor olmuştu ama kendimi yemek yapmaya odaklayabilmiştim. Acıktığımı yavaştan hissediyordum.
Yemek işi hallolduğunda masayı kurdum. Sencer de geldiğinde yemeğimizi yemeye başladık. İkimizde masa başında sessizdik. Düşünceli değildi, kaçıyordu benden. Bende onun gibi davranıp bakışlarımı tabaktan hiç çekmedim.
Yemekten sonra sessizce beraber mutfağı toparladık. Akabinde üzerimizi giyinip evden çıktık. Saatte epey geç olmuştu. Kapıda bizi bekleyen Deren, Sencer’den gözünü ayırmamayı yine başarmıştı. Hep beraber terasa geçtik. Hava biraz üşüttüğü için teras açılmamıştı. Kapalıydı ve oturmak için güzel bir yerdi. Sencer, arkadaşlarına tek tek sarıldı. Ben de kadınlarla tokalaştım. Her beraber koltuklara yerleştik. Arkadaşlarının üçü evliydi, bir kişi bekârdı.
“Habersiz yine evleniyorsun, bir de haber vermiyorsun. Bak bu çok kırıcı oldu kardeşim.” Esmer olan, adının Ahmet olduğunu öğrendiğim arkadaşı şakayla konuşunca Sencer pek umursamamış gibi davranıp, “Sen sanki çok farklıydın,” dedi. Ahmet eliyle Sencer’in dizine hafiften vurup, “Burada olsam zaten haber verirdim,” dedi. Diğerleri sessizce izledi.
“Sen de buralı mısın Ayza?” Ahmet’in eşine dönüp, “Buralıyım,” dedim.
“Nasıl tanıştınız Sencer, anlatmayacak mısın?” Sencer, Ebru’ya dönüp, “Bir iş için gittiğim evde tanıştık, sonrası malum öyle devam etti,” dediğinde aslında pek de gerçeğin dışına çıktığı söylenemezdi. Sadece diğer türlüsünü anlatmadı, bunu anlatmayacağını biliyordum.
“Biz hepimiz aynı okulda okuduğumuz için biraz tuhaf oldu. Seni sıkmıyoruz değil mi Ayza?” Ebru’nun sıcak tutumuna karşı gülümseyerek, “Hayır, Sencer’in arkadaşlarını tanımak mutlu eder hatta beni,” dedim. Deren hariç diğerleri bana karşı iyi davranıyordu. Gecenin en sessizi Deren ve diğer bekâr arkadaşı Arslan’dı. Hepsinin ismini öğrenmiştim. Aslında Arslan’ın Deren’e bakışlarını fark ettim. Sözünü etmeden araya giren Sema oldu.
“Eee sıra sizde gençler. Siz evlenmiyor musunuz?” Lafı aslında Deren’e yönlendirdi. Deren’den girip Arslan’dan çıkan iması hepimizin düşündüğü tek odak noktasıydı. Sanırım ikisinin aralarını yapmaya çalışıyorlardı.
“Şu anlık düşünmüyorum.” Deren’in ani çıkışı şaşırtıcı oldu. Sesi biraz sertti. Bana bakıp, “Hatta bazı kişiler sayesinde biraz zorlaştı,” dedi. Herkes anlamış biçimde bana çevirdi bakışlarını. Hışımla ayağa kalkıp yanımızdan ayrıldı. Peşi sıra kalan tek şey sessizliğimiz oldu. Bana yüklediği suç hiç adilce değildi. Deren’in peşinden Arslan da çıktı.
“Neyse boş ver Deren’i de, yarın atışa gidelim diyorum. Ne dersiniz beyler.” Tuğrul’un sorusu ile herkes onay vermişti. Sencer önce gitmek istemese de benim için bir sorun olmayacağını söylediğimde kabul etti.
“Sencer’i de kaybettik iyi mi, hanım köylü oldu iyice başımıza.” Diğerleri gülerken Sencer Ahmet’in boynuna elini koyup, “İstersen evlendiğin ilk gün neler yaptığını anlatmayayım,” dedi. Ahmet gözlerini kısıp, “Diline düşen asla kurtulamıyor kardeşim,” diyerek başını geri çekti. Sencer gülüp, “Senin kadar olamam,” diyerek Ahmet’i bozmayı başarmıştı. Aralarındaki muhabbete güldüm. Liseden bu yana birbirlerine olan bağlılıkları bitmemişti. Herkes gülüşürken, gece yarısına çoktan ulaşmıştık.
Saat epey geç olduğunda hepsiyle vedalaşıp ayrıldık. Diğerleri evlerine geçerken biz de kendi evimize geçtik.
Bugün diğer dosyaları Turgut Bey’le incelemek için Sencer’le Turgut Bey’lere geldik. Kapıda bizi karşılayan Altan oldu. Nefes nefese kalmış bir vaziyette Sencer’e baktı. Bir hareketlilik vardı ve şimdiden bu hareketliliğe bizi de katacaklardı.
“Sencer, seninle acil çıkmamız lazım.” Sencer anlamsız gözlerle Altan’a bakıp, “Neler oluyor?” dedi. Altan kapıya doğru ilerlerken bir yandan, “Sonra anlatırım,” diyerek konuşmasını sürdürüyordu. Sencer bana dönüp, “Bir şey olursa mutlaka beni ara.” deyip hızlı adımlarla Altan’ın peşinden yürümeye başladı. Ortada kalmanın verdiği boşlukla ben de salona doğru yürüdüm. Fakat salona giremeden telefonum çaldı. Ekranda Gökçe’nin ismi yazıyordu. Hızla telefonu açtım.
“Ayza, buraya gelmen lazım acil.”
“Birkaç dosya buldum, onları sana vermem lazım.”
“Tamam,” deyip telefonu kapattım. İçeridekilere gözükmeden evden çıktım. Ev biraz uzakta kalıyordu ve ben neyle gideceğimi düşünürken gözüme ilişen tavlayla oraya doğru yürüdüm. İçeriye girdiğimde birden fazla at vardı. Aslında alıp almama konusunda kararsızdım, ihtiyacım olmasa almazdım. Bir şey olmayacağını ümit ederek ileride duran siyah atı aldım. Yelesini okşayıp bindim.
Endişeliydim, sesi fazla iyi gelmiyordu. Sencer de apar topar çıkmak zorunda kalmıştı. Ortada bir olay vardı. Düşünmek beni korkutuyordu. Telefonu alıp Sencer’i aradım ama açmadı. Hızlıca mesaj çektim. Diğer türlüsü onu da ikilemde bırakırdı.
Gökçe’nin evine geldiğimde hızlıca attan indim. Atı bir köşeye bağlayıp bahçe kapısından içeriye girdim. Gökçe kapıya ulaşmamı beklemeden dış kapıyı açtı. Beni gördüğünde gülümsedi.
“Hoş geldin.” Sıkıca sarılıp, “Hoş buldum,” dedim. Salona girdik. Üzerimdeki montu çıkarıp köşeye koydum. Gökçe elinde dosyalarla salona girdi. Dosyaları masanın üzerine koydum. Üç adet dosya vardı. İkisi bu olanlarla ilgili, diğeri ise babamla ilgiliydi. Önce babamla ilgili olan dosyayı açtım.
Dosya çok kalın değildi. Ön sayfada bildiğim bilgiler vardı. Arka sayfayı açtığımda gördüklerim gülümsememe neden oldu. Babamın suçsuz yere ceza yediği yazıyordu. Bizzat Selçuk Bey itiraf etmişti. Yüzüm ilk defa böyle mutluluktan gülümsüyordu. Yüreğim ferahlamıştı. Biliyordum babamın suçsuz olduğunu, şimdi elimde bir kanıt olması işimi kolaylaştırmıştı. Bunu önce Sencer’le paylaşmam lazımdı sonra ise gerekli kurula dosyayı emanet edebilirdim.
“Nereden buldun bunları Gökçe?” Gökçe eğildiği masadan doğrulup dudaklarını araladı.
“Babamın özel çalışma odası var alt katta. Dün fazlasıyla inceledim oraları. Oradan buldum.” Duyduklarım ile Gökçe’ye sıkıca sarıldım. Şu an tarifi imkânsız bir mutluluk kaplamıştı yüreğimi. Belki de önümde kocaman bir hayat vardı ve ben o hayata adım atmayı başarıyordum. Bütün korkularıma son verme zamanıydı.
“Bana nasıl bir iyilik yaptın biliyor musun?” Gülümseyerek koluma dokunup, “Sevindim,” dedi. Dosyaları alıp kucakladım. Gökçe’ye veda edip kapıya doğru yürüdüm. Gökçe kapıyı açtığında karşımda gördüğüm adamlarla elimdeki dosyaları daha çok sarmaladım. Gökçe’ye baktığımda beni anlamış gibi geri çekilmemle kapıyı itti. Kapatamadan kapıya dayanan el bizi geri itti. Elimdeki dosyalar etrafa saçılırken öndeki iri cüsseli adam dosyaları alması için adamlara göz işareti yaptı. Akabinde yanıma gelip kolumu kavradı.
“Kimsiniz?” dedim bağırarak. Adam kolumu çekiştirmeye başlayıp, “Gidince görürsün,” dedi. Gökçe adamı engellemeye çalıştığında yüzüne yediği darbeyle yere yığıldı.
“Bırak beni!” Sesimin son tizini kullandım. Beni duymayıp peşi sıra sürükledi. Kolumu tuttuğu yer adeta kopacak kadar sertti. Beni kapının önünde duran arabaya hızla itti. Diğer adamlarda geldiğinde araba hareket etti.
“Kimsiniz siz?” Bana cevap vermediler. Bağırmamın fayda etmeyeceğini anlayınca sustum. Gidince her şeyi öğrenecektim ama beni orada ne bekleyecekti hiç bilmiyordum.
Araba çok geçmeden bir evin yanında durdu. Gördüğüm eve daha önce gelmediğime yemin edebilirdim. Adam tekrar koluma yapıştığında, “Bırak,” diye bağırdım. “Ben giderim.” Beni dinlemedi yine. Kolumu çekmeye çalışsam da fayda sağlamadı. Gücüne güç yetiremiyordum. Büyük çelik kapıdan içeriye girdik. Ortalık fazlasıyla ıssız ve ürperticiydi. Dışarıdan farklı gözükse de içeriye girdiğimde buranın bir ev olmadığını anladım. Girdiğimiz kat daha çok mahzeni anımsatıyordu. Adam birkaç oda büyüklüğünde olan bir nezarethaneyi andıran yere beni soktu. Ardından parmaklığı kapatıp kilitledi. Parmaklıklardan tutunup, “Kimsiniz ya, beni burada bırakma.” dedim. Adam beni takmayıp yanımdan uzaklaştı.
“Duymuyor musunuz? Açın kapıyı.”
Bıkkınca soluyup ileride duran yere oturdum. Neredeydim, kimdi bunlar bilmiyordum. Düştüğüm bu duruma ne korkular yükleyecektim zaman gösterecekti. Telefonuma el koydukları gibi dosyaları da almışlardı. Bütün umudum yerle bir olduğu gibi, bütün mutluluğum yarım kalmıştı. Bacağımı karnıma doğru çektim. Buradan kurtulmalıydım, en önemlisi de o dosyaları onlardan almam gerekiyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
602 Okunma |
143 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |