
Başucumdaki sardunyayla yattığım yataktan zorda olsa kalktım. Sardunyayı alıp yaprağını okşadım. Odada kimse yoktu. Şaşırdığım ise bu solan sardunyanın kendisiydi. Bakımı yapılmış, yapraklarına can gelmişti. Gülümsedim. Sencer’in elinin değdiğini biliyordum. Can bulduran Allah onun ellerine şifa vermişti, bana dokunduğu şifası çiçeğe de ulaşmıştı.
Etrafa göz gezdirdim fakat odanın sessizliği beni ürküttü. Sencer, neredeydi bilmiyordum. Ayağa kalkmak istesem de başarılı olamadım. Güçsüzlüğüm bacaklarımı ele geçirmişti adeta. İki haftadır uyuduğumu biliyordum sadece. Berbat bir hastalığın neticesiydi bu, buna bile şükredecek bir nedeni bulabilirdim. Nedenler olmasa sonuçlar katlanılmaz bir hal alırdı.
Kapı açıldı. İçeriye giren Sencer’le endişem uçup gitti. Gülümseyerek yanıma yaklaşması ve bana sarılması bir oldu. Kollarındaki bedenim ufaldı, kollarım belindeki yerini aldı. Sarılması özlem doluydu. Yanıma oturup kızarmış gözlerle bana baktı, nasıl korkmuştu kim bilir. Göz altlarını okşayıp, öptüm.
“Sardunya yeniden can bulmuş.” Elimdeki sardunyaya bakıp, “Benim yeniden can bulmam gibi,” diyerek ellerini yüzüme koyup alnımdan öptü. Öyle içten öptü ki ağrım sızım kalmadı. “Şimdi yaşadığımı daha iyi anlıyorum.”
“Şimdi ne olacak? Tamamen geçti mi ilacın etkisi?”
“Zamanla toparlanacaksın. Sonra planlarımızı gerçekleştireceğiz.” Yüzüne merak dolu bir bakış attım.
“Bunun için toparlanman gerekiyor. Yaptıkça göreceksin.”
“Hım, anlatmam yaşatırım diyorsun yani.” Başını usulca salladı. Başımı göğsüne yasladım. “Sen beni böyle başka dünyalara çekerken seni sevmek uçsuz bucaksız geliyor.” Beni sıktıkça sıktı. Severek öldürmek öldürmeye kıyamamak gibiydi. Parmaklarım sakalında gezinirken gülüşüm arttı. Parmaklarımın ucundan öptü. Beni incitmemeye gayret ederek kucağına aldı. Bacağına oturdum. Kolları belimi sardı ben ise kollarımı onun omuzlarına attım. Bu yaptığımızın şaşkınlığı oturdu üzerime. Utandım.
“Hastanedeyiz.” Endişeyle kapıya baktım. Bana öylece bakıyor, cevap vermiyordu. Sadece uzun uzun gülümsüyordu. Gözleri derinden bir bakıştı. “Biri girer Sencer.” Sertçe yutkunup, “Bu yaptığımız…” deyip devam edecekken öpüp beni susturdu. Gözlerim kocaman açıldı. Göğüs kafesim sıkıştığında Sencer’in dudağının kenarı kıvrıldı. Yine de bu hali hoşuma gidiyordu. Tatlı küçük çocuk gibiydi.
“Biraz daha konuşsana ay kız.” Sesi sarhoş ediciydi. “Konuştuğun her saniye böyle güzelken şimdi bu kızaran halin güzelliğinin ayrı bir parçası. Nasıl parlıyorsun görmelisin.” Başımı yere eğip ondan utanırcasına ifademi sakladım. Başını yandan eğip yüzümü görecek şekilde bana baktı. “Allah’ım nasıl güzellik bu, sanki canıma kastı var.” Ellerimle yüzümü kapatıp, “Beni daha fazla utandırma ya,” deyince ellerimi yüzümden çekip, “Biraz daha utanırsan öpebilirim.” dedi.
Koluna vurup, “Gıcık,” dedim. O sadece gülüyor beni izlemekten vazgeçmiyordu. Yine de karşımdaki bu güzelliğin tefekkürünü etmekten vazgeçmiyordum. Sessizleşti. Bu sefer ben fırsat kollar gibi, “Sen kendi güzelliğine hiç bakmıyorsun,” dedim. Kaşları havalandı. Parmaklarım kirpiklerini buldu. “Gözlerin kirpiklerinin arasındaki hazine gibi... Gel de tekrar âşık olma.” Gülümseyerek beni dinliyordu. Bu sefer ben cesaret edip dudağının kenarından öperek elmacık kemiğine çıktım. Oradan gözlerini öpüp, “Gelmişsin bana senin güzelliğin varken benden bahsediyorsun,” deyip tekrar öptüm. Belimdeki eli tenimi sıkıştırdı. Onunla oynuyordum, tıpkı onun yaptığı gibi. Yapmasam eksik kalırdım.
“Nasılsın şimdi?” O andan sıyrılıp endişesini ortaya çıkararak eliyle yanağımı okşadı. Sesindeki heyecanının yerini hüzün aldı. Son zamanlarda fazla yaşamıştık bu duyguyu, şimdi bu endişeden onu uzaklaştırmalıydım.
“Şu an kendimi hiç olmadığım kadar iyi hissediyorum.” Bakışlarımı yüzümde gezindirip, “Sadece şu anı kastetmedim. Ağrın var mı?” diyerek sahte bir kızgınlıkla karşılık verdi. Omuz silkmekle iktifa ettim.
“Ağrım az ama halsizliğim var.”
“O da geçecek inşallah. Ben Serkan Bey’i çağırayım, son kontrollerini yapacağını söyledi.” Beni yavaşça yatağa oturtup odadan çıktı. Çok geçmeden Serkan Bey’le beraber geldi. Serkan Bey, önce kontrolleri yapıp akabinde bana dönüp, “Kanınızdaki zehir tamamen yok olsa da kalıntıları hâlâ var. O da ilaçlarla tamamen temizlenecek. Zaman zaman kalıntıların etkisini yaşayacaksınız ama o da geçecek. Şimdi kendinize iyi bakma zamanı. Vitamin ve bazı ilaçlar yazdım. Bunları düzenli kullandığınız zaman eski direncinize kavuşacaksınız,” deyip elindeki dosyayla ilgilendi. Bunlar beni mutlu eden diğer nedendi. Kaç aydır dirençsizliğin verdiği o his çok kötüydü. Şimdi ise hafif ağrıları göz ardı etmem gerekiyordu.
“İstediğiniz zaman çıkış işlemlerini yapabilirsiniz.” Sencer’le beraber odadan çıktılar. Artık evime gidebilecektim. Hastanenin bu havası beni iyi etmezdi zaten. Yorulmuştum da, gidip dinlenmek yuvamda Sencer’in kollarında iyi olmak istiyordum.
Sencer fazla beklemeden yanıma geldi. Üzerimi giyinmem için yardım ederken bir yandan bana bakıp, “İyi hissetmiyorsan biraz daha kalabiliriz,” dedi. Sanırım iyi olduğuma emin olmak istiyordu.
“Eve gidersem daha iyi olurum Sencer. Yuvamıza dönelim. Hem korkma artık, bak ben iyiyim.”
“Ama kötü olursan geri getiririm bak.” Kıkırdadım. Tatlı tehditlerini duymazlıktan gelip üzerimi giyindim.
…
Kapıdan içeriye girdiğim anda yüreğimi kaplayan bu hisle adımlarımı salona doğru çevirdim. Daralan ruhum bu evdeyken iyi oluyordu. Sanki burada doğmuş, burada büyümüş burada ben olmuş gibiydim. Başlangıcımın adımlarına merhaba derken elimde hissettiğim eli sıkıca kavradığımda huzuru işledim.
“Sürpriz.” Birden odaya giren Gökçe, Bilge ve Ezra ile şaşkınlığım arttı. Yanıma gelip sarıldılar. Daha ne olduğunu anlamış değildim. Sencer’e baktığımda bilgisinin olduğu ortadaydı. Hastane odasına kimseyi almadıklarını biliyordum, demek ki beni burada beklemişlerdi.
“Ne zaman geldiniz?” Heyecanlı çıkan sesimle Bilge göz devirip, “Odana daha önce soksalardı orada sürpriz yapacaktık,” dedi. Tavrı beni gülümsetti. Sencer kolumdan tutup, “Şimdi yatman lazım,” deyip beni koltuğa yavaşça yöneltti. Hazırda duran yatağa uzandım. Sencer, üzerime battaniye örtüp odadan çıktı. O kadar çok titriyordu ki üzerime, bu istemsizce gözlerimi dolduruyordu. Bilge tam dibime, Ezra ayakucuma, Gökçe’de tam karşımdaki koltuğa oturdu. Hepsinin gözü benim üzerimdeyken Ezra’ya bakıp, “Annemin haberi var mı?” diye sordum. Düşündüğüm tek konu annemdi. Haberi olsun da üzülsün istemiyordum. Zaten yeterince yara almıştı, bir de ben yarasını kanatamazdım.
“Annenin haberi var mı sence?” Ayağımla bacağına vurup, “Dalga geçme,” dedim. Hepsi bir ağızdan bana gülüyorlar bir yandan benimle alay ediyorlardı. Onlara bu hakkı ben vermiştim tabii.
“Demek şu dedikodusunu yaptığımız şahıs eniştemiz ha!” Bilge’nin imasına karşılık başımı salladım. Bilge uslanmazdı. Gözlerimi kısıp ona baktığımda elini iki yana kaldırıp güldü.
“O gün öyle konuştum diye kızdın. Haberim olsa der miydim öyle.” Samimiyetini anlıyordum ama onun bu tavırlarına bir yandan kızıyordum.
“Geçti gitti boş ver.” Omuz silkti. Benim tutumumdan çekiniyordu.
“Hadi hadi, kızgınsın demi. Yakışıklı ama ne yapalım. Söylesene yok mu bir kardeşi falan.”
“Bilgeee.” Bilge kıkırdayıp, “Şaka yapıyorum be,” dedi. Şakasındaki gerçekliği göremiyordum sanki. Kızmıyordum elbette, zaten öyle düşünecek bir kız değildi.
“Dayımlarda son durum ne? Bana öfkeliler değil mi?” Ezra Bilge’ye bakaraktan, “Halam her şeyi anlattı. Babam anlayışla karşıladı ama amcam çok fena kızgın,” dedi. Artık Selman dayımı önemsemiyordum. Süavi dayımdı önemli olan. Onun kırgın olmasını istemezdim. Onun değerini hiçbir kimsede ölçemezdim. Süavi dayım benim olmayan babam gibiydi, bende emeği çoktu. Onun anlayışla karşılayacağını biliyordum, öylede olmuştu.
“Aman, babam işte. Umursamayın pek.” Bilge babasından taraf olmasa da, onunda babasından kalan bir yanı vardı. Arada bunu seziyor, Bilge’ye her konuyu açamıyordum. Söylemeyeceğini bilsem de dayıma güvenemiyordum. Bilge’yi sıkıştırırdı. Bilge’yi baştan beri baskın yetiştirdikleri için konuşabilecek kadar babasından çekinirdi.
“Gökçe.” Seslenmem ile Gökçe’nin dalgın bakışları dağıldı. Bana derin bir bakış attığında içerisinde bulunduğu yalnızlığı duruşuyla anlatabiliyordu. Bana üzülmüştü, en çok da derdini anlatabileceği bir ben olduğumdan yalnızlığını bir yerde kabullenemiyordu. Ona kendisini yalnız hissettirmek istemesem de bu onda pek faydalı olmayacak gibiydi. Ama bugün başka bir düşüncesi vardı, görebiliyordum.
“Konuşsana sen de.” Gökçe yine kendi duygularını bir köşeye atıp gülümsedi. Omuz silkip, “Sanırım biraz yorgunum,” dedi. Öyle olmadığını ikimizde biliyorduk. Burada konuyu açacak değildi, bu yüzden üzerine fazla gitmedim. Ona böyle baktıkça üzülüyordum, o mutluluğu sonuna kadar hak ediyordu. Kimsesizliğinden ötürü bu duruma hissiz bir karşılık veriyordu.
…
Gözlerime değen kızıllığın yoğunlaşması ile gözlerimi araladım. Manzarama düşen güzellikle gülümsedim. Perdenin arasından sızan kızıllık Sencer’in yüzüne yansımıştı. Yüzündeki her bir hat kızıllıkla uyum içerisinde kalmıştı. Gür kirpikleri gözaltlarına düşerken yüzü bu kirpiklerin endamına meyil vermişti. Uzayan sakallarına değdi parmak uçlarım. Sakallarında çıkan tek tük beyazlık onun güzelliğini çalamamış bilakis ona sığdıramayacağı bir güzelliği bahşetmişti. O uyurken bile güzeldi, nasıl sığsındı kalbime bu aşk? Alnına düşmüş bir tutan saçın serseri görüntüsünü nasıl görmezden gelebilirdim. O benim Sencer’imdi; kelimelerin ardına sakladığım tasvirlerimin vücut bulmuş haliydi. Dudaklarıma yerleşen belli belirsiz tebessüme neden olan bu adam sadece bana özeldi. O bendim, ben ise o. Biz bir bütündük.
Elimin tutulması ile irkilsem de tez toparladım. Sencer avucumun içinden öpüp, “Avuçlarının arasında ne var bilmiyorum, öptükçe sen oluyorum,” demesi kalbimde dizginleyemediğim bir heyecanı dudaklarımın arasına yerleştirip gülümsetti. Birbirimize böyle bakarken bakışlarımı başka yöne çevirdim.
“Neden öyle bakıyorsun?”
“Bırak da güneşim doğsun gözbebeklerime.” Uzaklaştırdığım bakışımı geri Sencer’e çevirdim. Elimi sağ yanağımın altına yerleştirip diğer elimle onun yüzüne dokundum. Parmak uçlarım önce kirpiklerine ardından yanağına ulaştı. Sevebileceğim her uzvunu parmak uçlarım ezberledi. Sevdim dudağının kenarını, o ise sevdi dudaklarıyla parmak uçlarımı.
“Şımarmalı mıyım?” Sesimdeki küçük çocuk edasıyla ona şımardım sadece.
“Bir çocuk gibi…” Kollarını açtığında yastıkta olan başımı kaldırıp göğsüne yerleştirdim. Kokusunu çektim yarım kalmış yanımı tamamlamak istercesine.
“Sencer.”
“Yüzü ay güzelim.” Pijamasının yakası ile oynayıp, “Sahiden bitti mi her şey?” dediğimde Sencer parmaklarını saçlarımda dolandırıp yorgun bir ses tonu ile, “Zaman ne gösterir bilemeyiz ama Allah’ın izni ile bitti,” dedi. Umut dolu sözleriyle gülümsemem çoğaldı. Umudu bile tamamlanmamış vadede hissettirdi.
“Ne olacak bundan sonra?”
“Güzel şeyler olacak bi’iznillah. Sadece güzellikler.” Güzel şeyler olacaktı, o yanımdayken zaten her şey güzeldi, sadece huzuru istiyorduk, olmuştu da… “Tıpkı senin yanımda oluşun gibi.” Gözlerimi kapatıp burnumu boyun girintisine sokarak, “Tıpkı sendeki ben gibi,” deyip boynunu öptüm.
İki ay sonra
“Nereye gidiyoruz Sencer?” Sencer elimi tutup dışarıya doğru çekiştirdi. Bana bakmadan, “Çok soru soruyorsun ama, biraz sabret,” dediğinde çoktan kamyonetin kapısını açmıştı. Bana yer verirken ben de sorgusuz sualsiz yerime oturdum. Sencer şoför koltuğunda yerini alırken bu kadar ısrarcı olmasının altındaki sürprizi merak etmiyor değildim. Aklında planlar olduğunu biliyordum fakat bu planlardan hiç bahsetmemişti.
“İpucu da mı vermeyeceksin?” Sesim küçük çocuk gibi çıktı.
“Az kaldı az.” Kollarımı göğsümde bağlayıp geriye yaslandım. Yollar babamın mahzenine doğru gidiyordu. Merakım daha da artarken Sencer’in kararlı tavrı ile soru sormaktan vazgeçtim. Biraz zaman sonra mahzenin önüne geldik. Kamyonetten indiğimde karşımdaki mahzende değişiklik yapıldığını fark ettim. Yavaş adımlarla ilerlediğimde tabelada, ‘Şehit Cengiz Giray Külliyesi’ yazıyordu. Dolan gözlerimle tabelaya dokundum. Elime dokunan elle irkilsem de Sencer’in sıcaklığı beni kendime getirdi. Bu çok özeldi. Sanki bir an gelmiş, geçmişi bugünüme misafir etmişti.
“Sen ne yaptın böyle?” Sesim titredi, ağlamamak için kendimi tuttum. Sencer’e döndüğümde gülümseyen yüzünün kalbime verdiği tesirde gözyaşlarım çoktan akmaya başlamıştı. Bunu hiç beklemiyordum. Mahzenin bu kadar değer görmesi Sencer’le olmuştu. O benim kırılgan yanımı biliyor, orayı tamir etmekten hiç geri durmuyordu. İnce düşünceli yanına sığındım yine.
“Babanın adını sen yaşat istiyorum.” Dayanamayıp sarıldım. Şu an öyle hissiyatlar içerisindeydim ki oturup hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. Yapmadım, bu anı gözyaşlarımla bozmak istemiyordum. Sadece bu anı veren adama doyasıya sarılmak istiyordum. Onu o kadar çok seviyordum ki, sevgimin her gün çoğalmasına sebebiyet veriyordu.
İçeriye girdik. Mahzen çok fazla değişmişti. Sanki eski düzenden arındırılmış yeni bir düzene kucak açtırılmıştı. Yangında bozulan yerler yeniden inşa ettirilmişti.
“Üst kat kütüphane olsun istedim hem de faydalı ilimlerin ağırlığında birçok faydalı işlere yol açabiliriz dedim.” Pür dikkat dediklerini dinledim. Kocaman bir kütüphaneydi. Raflarda hem normal kitaplar hem de İslami kitaplar vardı. Köşede kocaman bir masa, etrafında ise tekli ve ikili birkaç masalar vardı. Aşağıya inen merdivenlere doğru yürüdük. Merdivenlerden aşağıya inerken aydınlatmanın koyulması o boğucu havasından uzaklaştırılmıştı. Alt kat oldukça büyüktü. İki kapıya açılıyordu. Sağ taraftaki kapıdan içeriye girdik. Her adımımda merakım daha da artıyordu.
“Burası senin bölümün, öğrenci toplanacak, birçok savaş teknikleri ve ok-kılıç kullanımına yer verilecek. Bunu senin yapabileceğini düşündüm.” Parmağıyla burnuma hafif bir fiske atıp, “Benden iyi ok-kılıç kullandığını itiraf edebilirim artık,” deyince kıkırdadım. Ben de tam tersi düşünüyordum. Bu halimde bile beni güldürüyordu. Uslanmadı, uslansın da istemiyordum zaten. Böyle güzeldi onun bendeki yeri.
Odanın içinde gezindik. Birçok savaş aletleri kenarda ve dolapta yerlerini alırken, diğer malzemeler ise yerli yerindeydi. Buradan çıkarak diğer kapıdan içeriye girdik. Burası ilim alınacak yer olmalıydı.
“Burada Dilruba Hanım ilim verecek. Biliyorsun büyük İslami öğreticilerden birisi. Ben tanıyorum, seninle de gelince tanıştıracağım. Yatılı kalacak öğrencilerle beraber, hafızlık eğitimi de verilecek. Kütüphane karışık olacak ama bu iki yer sadece hanımlara ait olacak. Kütüphane ise belirli günlere ayrılacak. İki gün erkeklerin üç gün hanımların olacak, onlara siz karar verin istedim.” Mahremiyetin sunulduğu ortam o kadar dikkat edilmişti ki, bu olağanüstü düşünceydi. Sencer zaten hep farklı bir düşünceyle gelirdi. İnce ayrıntısına kadar dikkat ederdi, ki bu durum onu gösteriyordu.
Peş peşe anlattığı konularla neler olacağını anlamıştım. Bu kadar şeyi hangi ara yapmıştı onu da bilmiyordum ya. Raflar, içerisindeki kitaplar bana babamla olan manevi zamanlarımızı hatırlatmıştı. Şimdi onun yürüdüğü yolu onun adıyla burada devam ettirecektim. Bu inanılmaz mutlu ediciydi. Hepsi Sencer sayesinde olmuştu. Babamın hissettirdiklerini Sencer devam ettirmişti hayatımda.
“Seni kalbime sığdıramıyorum artık. Doldun taştın Sencer. Kalbim bir aşkın patlaması eşiğinde.” Elimi tutup kalbine götürdü. Atan kalbini parmaklarımla sevdim.
“Kalbimde tek bir zerre yer kalsa yine oraya sen yakışırsın. Kalbim kocaman ve her zerresi sana ait. Patlayıp saçılmasına izin vermem. Saçılan her zerresini kıskanırım.” Yakıştırdığı her söz, her duygu onun kalbindeki adama yeni bir ruh yeni bir beden veriyordu sanki. O her gün yeni bir Sencer oluyordu, o benim Sencer’imdi, kocaman gönlünde evimin dört duvarı… Ben de o duvarı süsleyen oluyordum onun gözünde. Bu zamana kadar gelmiştik, bundan sonrası ikimizi de yeniden benliğimize kavuşturacaktı.
Beraber çıktığımız külliye arkamızda kalırken son kez dönüp külliyeye baktım. O isim çarptı gözüme, yine doldu gözlerim. Gözlerimi kapatıp, “Ruhun sızlamasın artık. Ruhun özgür bir kuş oldu babam,” deyip dudaklarımı birbirine bastırdım. Sanki babam oradan bana bakıp gülümsüyormuşçasına gülümsedim.
“Tıpkı senin gibi Anka-ı Aşk.” Sencer’e dönüp, “Senin bana verdiğin bu güzellikte,” dedim. Böyleydi, böyle olması için çabalamıştı. Ben ise ona yetersiz kalıyordum sanki. O bu kadar düşünceli hareketler içindeyken onun bu düşüncesinde ufacık kalıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 760 Okunma |
182 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |