
02.12.2000
Günlerden Çarşamba. Hamran Dağındayım ve üzerimdeki kıyafetler ısıtmayacak kadar inceydi. Ayağımda eski bir bot ben karların içinde dik yukarı çıkıyordum. Kaçmıyordum, beni bekleyen bir tuzağın üzerine tuzak hazırlıyordum. Hamran köyünün askerleri ile iş birliğiyapmıştım, şu an o işbirliğininen ön planında Selçuk Alphan vardı. Bana tuzağın en büyüğünü o yapmıştı. Ona güvenmiştim.
Tepede gördüğüm askere elimi kaldırıp selam verdim. Kısa bir mesafeyi aştığımda nefes nefese kalmıştım. Askerin yanından geçip komutanlarının olduğu yere geçtim. Beni gördüklerinde gülümsediler. Şimdi onlarda ayaklanınca gideceğimiz yere ilerledik. Önce Zeyd komutan, yanında ise ben. Arkamızı ve önümüzü kollayan birkaç askerden başka kimse yoktu.
Elimdeki evrakı Zeyd komutana uzattım. O dosyayı incelerken bir müddet ona baktım. Oldukça genç olmasına rağmen babayiğitti. Tahmini yirmi beş yaşlarındaydı.
“Biz bu evrakı ilçedeki emniyete teslim edeceğiz. İlçedeki mekânına biz bakamayız ama köydeki evine baskın yapabiliriz. Sen sadece bize adresleri ver sonra seni Hasan evine bıraksın.” Dediğini onaylayıp uzattığı kâğıda adresleri ve başlarındaki adamları yazdı. Köy ilçeye on beş dakikalık bir yol kadar uzaktı. Onlar diğer istikamete ilerlerken ben de Hasan’la ilçeye doğru yol aldım. Hasan’a dönüp, “Nerelisin asker?” dedim. Asker samimiyet dolu sözle, “Alabey’liyim,” dedi. Omzuna elimi koyup, “Uzakmış,” dedim. Buraya 500 km. kadar uzaklıktaydı.
Yolda düz devam ederken birden bir ses kulağımızı delip geçti. O an asker beni var gücüyle itti. Zemine düşen bedenim bir kuş gibi çırpınıyordu. Kendime gelmem zor oldu. Ağrıyan şakağımı okşayıp düştüğüm yerden güç bela kalktım. Arkama döndüğüm esnada kollarımdan tutulmam bir oldu. İki iri cüsseli adam koluma mengene gibi yapışmış bedenimi sürüklüyordu. Gözlerim arkada yatan askere kaydı. Bombanın ortasında kalan bedeninin birkaç uzvu parçalanmış, bedeni oracıkta can vermişti.
Yaşadığım şok kendimi korumamı zorlaştırıyordu. Kollarımdaki adamlardan kurtulmaya çalıştım ama yapamadım. Beni ileride duran büyük bir jeepe bindirdiler. Şoför koltuğunda başka bir adam otururken diğerleri hemen jeepte yerini aldı.
Tozlu yolların etrafı beyaz bir dumana bürümesine tanık oldum. Oldukça seri giden jeep çok geçmeden ilçeye varmıştı. Büyük bir mahzenin önüne geldiğimizde hızla arabadan indirildim. Kolumdan tutulup içeriye çekiştirildim. Ellerinden kurtulmaya çalıştım lakin başarılı olacağımı sanmıyordum.
Beni bir hücreye kapattılar. Zifir karanlık nasıl bir yerde olduğumu görmemi engelliyordu. Çok geçmeden kapının gıcırtısı ile bir ışık huzmesi gözlerimi delip geçti. Kapı sonuna kadar açıldı ve içeriye Selçuk Alphan girdi. Yanında bir iki adam vardı. Elindeki sandalyeyi hücrenin ortasına koyup bedenimi oturttular. Selçuk Alphan karşıma geçip bana dik dik bakmaya başladı. Kaşlarımı çattım, şu an onu gebertmemek için kendimi zor zapt ediyordum. Elindeki dosyayı bana gösterdiğinde sabah komutana verdiğim dosyaydı. Aklıma gelenle iliklerime kadar sızlandım.
“Yapmış olamazsın,” dedim.
“Beni küçümsüyorsun Cengiz Giray,” diyerek sözünün altında yatan ironiyle oturduğum yerde kıpraştım. Diğer adamı elimin tersiyle itip Selçuk Alphan’ın boğazına yapıştım. Sırtını duvara yaslayıp boğazını olabildiğince sıktım. Şehit etmişti olanca askeri ve buna katlanmam imkânsızdı. Arkamdaki adam beni engellemeye çalıştığında ayağımda karın boşluğuna vurup uzaklaştırdım. Çok geçmeden birkaç adam gelip beni geri çekti. Selçuk Alphan kısa bir öksürüğün ardından adamlara dönüp “gerekeni yapın,” diyerek sızlandı. Hücreden çıktığı anda diğer adamlar üzerime gelip onlara has işkencelere maruz bıraktılar bedenimi. Öldürmediler, ölmem onlar için zarardı ve ben, zararın en büyük mirasçısıydım. Ben belki ölecektim ama geride kalanlar beni yaşatacaktı biliyordum ve bu bildiklerim şahit olsun ki satırlarım onların yüzlerine tokat gibi insin.
Bitti. Satırlar yüzüme tokat gibi indi. Babamın geçmişte birçok işkenceye maruz kalışına tekrar ortak oldum. Babam… Hakkı savunan adam… Kalbim sancıyordu. Geçmişle yanan canıma su serpen hiçbir olay olmamıştı. Kötülük hâlâ sirayet ediyordu aramızda.
Defteri kapatıp göğsümün üzerine koydum. Ah babam… Çektiği acının ortağı olmuştum artık. Annemin acısını daha iyi anlıyordum ve onun yanında olamadığım için acı çekiyordum. En çok da şu son zamanda olanlar beni biraz daha kahrediyordu.
Saçlarımda hissettiğim ağırlıkla hızla gözyaşlarımı sildim. Başucumda duran Sencer’e baktığımda yüzünde hüznümü ona vermişim gibi bir hüzün vardı. Defteri elimden alıp çekmeceye koydu. Dibime diz kırıp ellerimi ellerinin arasına aldı. Yüzündeki hüzün dalgalarından öpmek istedim.
Önce bir müddet bana bakıp akabinde konuştu. Beni bu acımdan söküp çekmek istiyordu.
“Sana söz veriyorum, ne senin babanın ne de benim babamın kanı yerde kalmayacak. Onlar adaletin en büyük düşmanlarıyken adalete teslim olan kişiler olacak.”
Gülümsemeye çalışarak, “Biliyorum,” dedim. “Sana güvenim sonsuz, bilirsin.” Ellerimi dudaklarına götürüp avuç içlerimden öptü. Babamın ölümünden sonra tek mutlu olduğum an Sencer’in hayatıma girdiği andı. O an benim cennetim, diğerlerinin ise cehennemiydi.
Oturduğum yerden kalktım. Bugün annemin yanına gidecektim. O yüzden çantama bir iki eşya koyacaktım. Gitmişken anneme Sencer’den de bahsedecektim. Onunla onu güvenli bir yere yerleştirip öyle dönmeliydim. Dolabı açtığım esnada telefonum çaldı. Sencer’den ayrılıp yatağımın ucunda duran komodine ilerledim. Telefona baktığımda dayımın kızı Bilge’nin numarası olduğunu gördüm. Kalbime yayılan acı bir hisle bakakaldım. Bilge ile aram iyiydi ama babası ile pek sayılmazdı. Dayım babamı zamanında hiç sevmediği gibi bu sevgisizliği bana yüklemişti. Hakkında atılan iftiralara inanmıştı ve ben, bunun peşine düştüğüm içinde için de inanılmaz bir kin büyütmüştü. Sencer’le evlendiğimizi akrabalardan sadece Gökçe biliyordu bu yüzden onlara bu durumumu hiç bahsetmemiştim. Bunu duysa elinden geleni ardına koymayacağı kesindi.
Çok geçmeden telefonu açtım. Bilge hızla konuşmaya başladı.
“Neredesin Ayza?” Ters bir durumun olduğunu sezip, “Bir şey mi oldu?” dedim. Bilge önce sustu akabinde titreyen sesi ile “Halam,” dedi. Konuşamadım, şu an nefes alamadığımı hissediyordum.
“Ne oldu anneme?” diyerek endişemi dile getirdim. Korktuğum olmamalıydı, deli gibi duyacaklarımı duymamak istiyordum. Geç kalmamalıydım.
“Bu sabah bilmediğimiz adamlar evinize gelip basmış, halam ağır yaralı, buraya gelmen lazım.” Duyduklarım idrak edemediğim bir hisle karşı karşıya bırakmıştı beni. Dizlerimde derman kalmamıştı, yavaşça yatağa oturarak, “Geliyorum,” dedim. Telefonu kapattığımda bir süre duvarla bakıştım. Sencer bana bakıp, “Ne oldu?” dedi. Dolu gözlerle duvardan bakışımı çekip, “Annem,” dedim. “Korktuğumuz oldu Sencer. Evi basmışlar.” Sencer’in kaşları öfkeyle çatıldı. Oturduğum yerden kalkarak hızlı şekilde hazırlanmaya başladım. Gitmeliydim, ona bir şey olursa azıcıkta olsa kalan mutluluğum, anılarım beni bir enkaza çevirebilirdi.
Hazırlandıktan sonra hızla evden çıkıp kamyonete bindik. Bir yandan sıkıntıyla nefesimi soluyor bir yandan duaları ardı sıra sıralıyordum. Öfkem biraz daha artmıştı. Hesap sorulma vaktiydi. Zaman ise sessizliğimize hapsolmamalıydı.
“Annen iyi olacak, merak etme.” Direksiyonu tutmayan diğer eli kirpiklerimde yer edinmiş gözyaşıma ulaştı, parmakları ile nahif şekilde ıslaklığı sildi. Umudum o kadar zayıftı ki düşüncelerime eklediğim her bir umut yerle bir olacak diye korkuyordum.
Yüzümü dışarıya çevirdim. Sıkıntıyla yolu izledim. Telefonumu alıp Bilge’yi aradım. Durumunun iyi olmadığını söyledikçe daha kötü hissediyordum. Delicesine korkuyordum. Bu yaşadıklarımı babamın ölümünde de hissetmiştim. Annemi de kaybedersem kaldıramazdım. Ben, zaten o kadar güçlü biri sayılmazdım ki.
Düşüncelerimle kalbim birbiriyle inat edercesine kavga ediyordu. Kalbim iyi olacağını her şeyin yoluna gireceğini düşünürken düşüncelerim tam tersiyle bana cevap veriyordu.
“Annem iyi olmazsa artık eski ben olmam.” Sencer, birden bana bakıp kaşlarını hayretle çattı. Eskisi gibi olmam imkânsızdı zaten. Kalbim intikamını yanına azık olarak almıştı artık. İntikamla beslenecek, nefretle yoğrulacaktı. Bunu ben değil onlar istemişti. Gerekirse ölümün adresi intikamımın olduğu yer olacaktı.
“Sakin düşün Ayza.” Sencer’in elinden elimi hızla çekip, “Olamıyorum,” dedim. Pencereyi açıp yüzüme rüzgârı temas ettirdim. Yüzüm ateş gibi yanıyordu. “Duyduklarım, öğrendiklerim ve yaşadıklarım sakin olmama izin vermiyor. Babam yokken annemde giderse kimim kalır başka?”
“Annene bir şey olmayacak Ayza. Hem ben varım, bunu hissettiremiyor muyum sana?” Sencer’in buruk sesine karşın dolan gözlerim ardı sıra aktı. İçimde tutamadım acımı, hıçkırarak ağladım. Korkuyordum, o kadar birikmişti ki her şey kaybetme korkusu beni güçsüz düşürüyordu.
…
Hastanenin önüne geldiğimizde Sencer kamyonetini bir köşeye park edip içinde beklemeye başladı. İçeriye girerse iyi şeyler olmazdı. Dayım sorunlu bir insandı. Sevmezdim kendisini, o da beni sevmezdi zaten. Şimdi beni gördüğünde de pek sevimli karşılayacağını düşünmüyordum.
İçeriye girip hasta kayıttan bilgileri aldıktan sonra merdivenlerden çıkarak ikinci kata ulaştım. İki üç oda ilerisinde görüş alanıma Bilge ve dayım girdi. Yanlarına yaklaştığımda dayımın sert çehresi ile yüz yüze geldim. Çekingen adımlarla diplerinde durdum. Dayım öfkeyle elini kaldırıp yüzüme tokat attı. Ne olduğumu anlamadan bedenim yerle buluştu. Beni gördüğü anda böyle bir karşılama yapması yüreğimi incitti. Bilge dayımı engellemeye çalıştı ama başarılı olamadı. Bileğimden tutup bedenimi kaldırdığında kolumu sıkmaya başladı.
“Ne yüzle geliyorsun sen buraya? İçeride yatan kadın senin yüzünden bu hâldeyken sen ne yüzle buraya gelirsin?” Ağlamamak, bağırmamak için zor tuttum kendimi. Gözlerinin içine korkusuzca bakmaya çalıştım ama beni hırpalaması ile gözlerimden bu sefer yaş dökülmeye başladı.
“Selman,” dedi arkadan bir gür ses. Bakışlarımı arkaya çevirdiğimde bu sefer bu dayımdan büyük olan Suavi dayımı gördüm. Suavi dayım kolumu Selman dayımın elinden çekip beni arkasına aldı. Parmağını kaldırıp tehditkâr bir şekilde salladı.
“Sana bu kıza dokunmayacaksın demedim mi?” Selman dayımın çehresi öfkeyle gerildi. Suavi dayımı sayardı en azından.
“Bu kız dediğin kardeşimin içeride yatmasına neden oldu.” Göz devirdim. Sanki annem umurundaydı. O çok bencil bir insandı, bunu derken bile sırf kendini düşünüyor, itibarının zedelenmesinden korkuyordu.
“Kes. Ayza’nın hiçbir suçu yok. Aklındaki kuruntuları al ve git.” Dayım bir şey demeden hızlı adımlarla yanımızdan ayrıldı. Suavi dayım beni önüne çekip sarıldı. Ben de kollarımı beline doladım. Suavi dayım ailenin en büyük üyesiydi. Selman dayımdan beş yaş büyüktü. Üç kardeşlerdi ve annem aralarındaki en küçük olanıydı. Suavi dayım beni severdi, Selman dayım gibi gaddar biri değildi. Babamdan sonra bana babalık yapan tek kişiydi. Anneannem ve dedem babamın vefatından iki yıl sonra vefat etmişlerdi. Şimdi ise küçük bir semtte, bir aile binasında yaşıyorlardı. Selman dayımın eşi de Selman dayım gibi acımasızdı ama Suavi dayımın eşi melek gibi kadındı.
“Annem nasıl dayı?” Dayım gülümseyerek, “Daha iyi olacak,” dedi. Yüzümü okşayıp, “Asıl sen nasılsın kızım, gittin ama senden hiç haber alamadık,” diyerek şefkatli sesiyle endişesini dile getirdi. Bir yandan peçete ile dudağımdaki kanı siliyordu. Onlara Sencer konusunda yalan konuşmak istemiyordum ve bu beni hiç iyi hissettirmiyordu.
“Daha iyi olacağım,” dedim odanın kapısına bakarken. Gözbebeklerim öfkeyle büyüdü. Kapının ardındaki kişi benim hayatımdı, canımdı, kolum kanadımdı.
“İçeriye girebilir miyim?” dedim cılız bir sesle. Dayım, henüz girilmeyeceğini söyleyince omuzlarımı hayal kırıklığı ile düşürdüm. Dayım yanımdan ayrılınca köşeye oturdum. Bilge yanıma gelip sakinleşmem için sırtımı sıvazladı.
“Nasıl oldu bu Bilge?” Bilge üzgün bir ifade ile “Evinizden sesler geldi. İndiğimizde çoktan gitmişti adamlar. Halam kanlar içinde yerde yatıyordu. Daha fazlasını görmedik,” deyince kalbime yer edinen acının tarifi imkânsızdı.
Bilge ile Selman dayım evlerine giderken Suavi dayımla ben hastanede kaldık. Suavi dayım her ne kadar evlerine gitmem konusunda ısrar etse de kabul etmedim. Hekimle konuşmaya gidince ben de hastaneden çıkarak Sencer’e bakmaya başladım. Biraz da hava almak istemiştim. İçeride boğuluyordum ve öyle haber almadan oturmak canımı sıkıyordu. Sencer beni görünce hemen yan tarafta duran banklara ilerledi. Yanıma geldiğinde endişeyle, “Annen nasıl?” dedi. İç çektim.
“Aynı,” diyebildim. Parmakları yüzümü buldu. Kaşlarını çatıp, “Yüzün?” dedi. Yüzümün kızardığını sanmıyordum, demek ki kızarmıştı. Geri çekildim. Ağzımdan laf almaya çalışıyordu, ona dayımın yaptığından bahsetmek istemiyordum.
“İçeride ne oldu Ayza?” Başımı eğdim ama izin vermedi. Dayımla aramın nasıl olduğunu bana tokat attığını söyledim. Bakmak istemesem de çevirdim bakışlarımı yüzüne.
“İçeriye girmemi de istemiyorsun. Böyle olacağını bilseydim…” Konuşamadı. Ben onu anlıyordum ama. Sesi setti. Bu sefer o kaçırdı bakışlarını.
“Seni böyle bekletiyorum ama…”Sözümü tamamlatmadan, “Beklerim ben,” dedi. “Asıl seni orada nasıl yalnız bırakacağımı düşünüyorum.” Dayımı kastediyordu. Elini tutup, “Suavi dayım var merak etme, o beni korur,” dedim. Bu cevabım onu rahatlatmadı. Yanağından öpüp oturduğum yerden kalktım. Ani hareketim onu bir süre şaşırttı. Hızla hastaneye geri girdim. Suavi dayım köşedeki oturaklardan birine oturmuştu. Yanına gidip oturdum.
“İstersen girebilirmişsin. Durumu daha iyiye gidiyormuş.” Heyecanla başımı sallayıp odaya doğru adımladım. Yavaşça kapıyı açıp içeriye girdim. Annem boylu boyunca yatıyordu. Makinelerden çıkmıştı artık. Sandalyeye çekip oturdum. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini tutup, “Annem,” diye fısıldadım. Karşımda hareketsiz yatışı yüreğimi paramparça ediyordu. Yüzü solmuştu, en son gördüğüme göre biraz da zayırlamıştı. Ben yokken ne yaşamıştı, nasıl bu duruma gelmişti aklım almıyordu.
Elini dudaklarıma götürüp koklarcasına öptüm. Hasret kaldığım ne varsa yine hasrettim. Artık bir şeylerin düzene girmesini istiyordum.
Annemin gözleri yavaşça açıldı. Bu ana heyecanla şahit olurken yüzümde kocaman gülümseme oluştu. Işığı hazmetmek istercesine gözlerini kırpıştırdı. Bir süre sonra “Ayza,” diye söylendi. Sesi şaşkındı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. En son ne yaşamıştı bilmediğim için yorum yapamıyordum.
“Benim annem, bak buradayım.” Hissizce bana bakıyordu. Mutlu olduğunu anlayabiliyordum ama yorgunluktan hiçbir mimiği oynamıyordu. Gayriihtiyari bir nefes alıp, “Buraya gelmen tehlikeliydi,” dedi. Evde yaşadıklarının sonucunda bunu söylüyordu ama asıl tehlikenin ortasına kendisini attığımı hiç düşünmüyordu. Saçlarını okşayıp, “Şu an iyiyim bak,” dedim. “Hem sen iyi olmana bak.” Gözlerini kapatıp açtı. Odadan çıktığımda bu sefer dayım girdi. Çantamdan telefonu çıkarıp Sencer’e mesaj attım.
Ayza: Annem uyandı.
Sencer: Geçmiş olsun. Çok sevindim.
Ayza: Çok teşekkür ederim Sencer her şey için. Hep yanımda olduğun için.
Sencer: Hep de yanında olacağım.
Telefonu alıp göğsümün üzerine bastırdım. Yüzümde gülümseme oluştu. Ardından tekrar bildirim geldi.
Sencer: Hep böyle gülümse. Gülmek sana çok yakışıyor.
Şaşkınlıkla karşı tarafa baktım. Sencer, hemen ileride köşede oturuyordu. Ona baktığımı görünce göz kırptı. Yanına gidemezdim, dayım birazdan çıkardı. Hemen mesaj attım.
Ayza: Seni burada görmesinler.
Sencer: Anlamazlar, merak etme. Sadece seni uzaktan da olsa görmek istiyorum.
Telefonu cebime geri koyup bir müddet Sencer’e baktım. Uzaktan da olsa beni böyle gülümsetmeyi başarıyordu. Ve yine başarmıştı. Dayım odadan çıktığında durumumu toparladım. Yanıma gelip hemen köşeye oturdu.
“Sen bize geç kızım, yengenle Ezra seni bekliyor. Kadir gelmek üzeredir. O seni alacak.” Gitmek istemiyordum, dayım her ne kadar bana karşı çıkmak istemese de burada durmamın bir anlamı olmadığını söyleyip gitmem konusunda ısrar etti. Vedalaşıp yanından ayrıldım. Arkadan Sencer de geliyordu. Biraz gerimde kaldığı için şimdilik bir sorun çıkmazdı.
Hastanenin kapısından çıktığımda Kadir hemen kapıda beni bekliyordu. Kısa bir müddet arkama bakıp hızla önüme döndüm. Sencer’le konuşma fırsatım pek olmadı. Hemen kısa bir mesaj attım.
Ayza: Ben dayımlara geçiyorum. Dayımın oğlu ile geçeceğim. Gidince sana konum atarım.
Sencer: Tamam. Kendine dikkat et.
Ayza: Ederim. Sen de dikkat et.
Tekrar arkama döndüm. Gülümsedi. Akabinde dayımın oğluna baktı. Önüme dönüp Kadir’e baktım.
“Selamun aleyküm.” Kadir ile güzel bir çocukluk yaşamıştık. Benimle aynı yaştı. Aynı okullarda okumuş, sokaklarda beraber oyunlar oynamıştık. Kardeş gibiydik ve kendisi de nişanlıydı.
“Aleykümselam, hoş geldin Ayza,” dedi sıcacık bir tebessümle. Başımı sallayıp, “Hoş buldum,” dedim beraber arabaya geçerken. Kadir, arabayı çalıştırırken gözlerim hâlâ Sencer’deydi. Aynı yerde duruyor, o da bana bakmayı ihmal etmiyordu. Şu an birbirimize uzak durmak zorundaydık. Annem bir an önce toparlanınca bu konuyu da açacaktım.
Çok geçmeden eve gelebildik. Dayımlar ikinci katta oturuyordu. Birinci katta annem, en son katta ise Selman dayımlar oturuyordu. İçeriye girdiğimizde Akça yengem elinde mutfak havlusuyla çıkıp yanıma yaklaştı.
“Hoş geldin güzel kızım.” Birbirimize sıkıca sarıldık. Akça yengem, yine bütün şirinliğini kullanarak yanaklarımı sıktı. Bu hâline kıkırdarken bir yandan da içeriye geçtik. Her şey aynıydı. Yerde minderler şark köşesi oluşturmuşken hemen köşede kocaman bir kitaplık vardı. Dayımın el emeği hat sanatları duvarları süslemişken yerde el emeği olan ipek dokuma bir halı vardı. Yengem halı dokur, dayım ise ilerideki camide hizmet verirdi. Kadir ise öğretmendi, aynı zamanda ücretsiz sohbetler verirdi. Daha çok Allah yolunda hizmet ederlerdi. Yengemde tıpkı onlar gibi yakın evlerde hatim işleri ile uğraşır, aynı zamanda Kur’an öğretirdi. Ezra, üniversiteyi bitirdikten sonra bir kursta hafızlığa başlamış bir buçuk senenin sonunda hafızlığını bitirmişti. Kursta kalmayı sürdürerek belli ücret karşılığında hafızlık hocası yapmaya başlamıştı. Dayımların durumu orta hâlli olsa da aldığı ücreti yetimhaneye verirdi.
Hepsi öyle güzel insanlardı ki onlara imrenmemek elde değildi. İmrenilecek insanlardı çünkü. Allah yolunda kendilerini hizmete verenlerin yolunda olmak fazlasıyla güzel değil miydi? Güzeldi.
Tekrar evi inceledim. Değişen tek şey yengemin çiçekleri daha çok çoğaltmasıydı. Yengem tam bir çiçek aşığıydı. Her türlü çiçeği özenle evinde büyütür, onları bir çocuk gibi severdi.
“Gönül daha iyi, değil mi?” Yengemin sorusuna başımı sallayarak cevap verdim.
Ezra ile odaya geçtik. Yanıma aldığım birkaç parça eşyayı çıkarıp yatağın üzerine koydum. Üzerimdeki rahatsız edici kıyafetlerden kurtulup penye elbisemi giyindim. Banyoda abdestimi alarak odaya geri döndüm. Bonemi bağlayıp hemen üzerine tülbendimi taktım. Dolaptan seccade çıkararak secdeye özenle serdim.
Namaza başlamadan önce bir huzur kapladı kalbimi. Düşünmekten korkuyordum. Rabbimin bir inşirahı kalbime zuhur etmesiydi belki de. İnşirahla doğmuş gibi inşirahla ölecekmişim gibi. Huzurlu ama bir yandan korku verici…
Namazımı eda ettiğimde ellerimi açıp uzunca dua ettim. Rabbime uzandı ellerim. Tutmasını ve bir daha ellerimi bırakmasını istemedim. Ben bırakılan elde ölürdüm. Ölümümü böyle istemiyordum. Ölümüm tutulan elin uğrunda olsun istiyordum çünkü ben, o tutulan elde vardım, o tutulan elde yok olacaktım.
Bittim dediğimde yettim kulum diyen Rabbe nasıl uzak kalınırdı, kalınmazdı. Çünkü onu görmeden sevmeyi, görmeden inanmayı öğrenmiştik. Onun kudreti kalbimizi titreten, şah damarımızdan daha yakınımızdayken heyecandan titrememek elde değildi.
Babam hep şöyle derdi:
Onu andığın zaman titremiyorsa sesin, titreyene kadar an…
Daha dokuz yaşındayken bana bunu bahsetmesi benim en büyük başlangıcım olmuştu. O zamandan sonra her gece Allah’ın ismini dilimden düşürmez, geceleri hep huzurlu bir uykuyu tadardım. Babam hep onun adıyla başlardı işine. Bana bunu en güzel biçimde aşılarken asla zorlaştırıp bıktırmazdı.
Geçmişe gitmem gözlerimin dolmasına sebep olurken kendime gelip ayaklandım. Seccademi katlayıp dolaba geri koydum. Aniden telefonum titredi. Yatağın üzerinden telefonu alıp baktığımda Sencer’in ismini görmem gülümsememe neden oldu.
Konumu ona atarak telefonu cebime geri koydum. Ortalıkta bırakmam doğru olmazdı. Aslında Sencer’den bahsetsem bir sorun olmazdı ama bunu birden söylemem büyük bir olayı yanı başında getirebilirdi. Doğru bir zamana bırakmam en iyisiydi. Hem bunu dayımla konuşamazdım, utanırdım.
“Annem yemeğe çağırıyor Ayza. Birazdan iftar olur.” Kapıdan bana bakan Ezra’ya bakıp, “Geliyorum,” dedim. İkindiyi biraz geç kıldığım için iftarın bu kadar yaklaştığından haberim yoktu. Ezra, sessiz bir kızdı. Konuşkan yapısı olmadığı gibi içine kapanıktı da…
İçeriye geçtiğimde Ezra, yer masasının üzerindeki tabaklara yemekleri koyuyordu. Yardıma gittim. Ekmekleri doğrayıp masaya koydum. Masa hazır olduğunda herkes yerine oturdu. Önümdeki çorbayı iştahla içtiğimde yengem bir yandan bana bakıp bir yandan çorbasını içiyordu. Birazdan sorgu yağmuruna tutulacağım belliydi.
“Neler yaptın Arsen Hisar’da?” Sorduğu soru ile elimdeki kaşığı masaya koyup, “Yapılması gerekenleri yenge. Sen de biliyorsun.” dedim. Böyle sorulardan pek hoşlanmazdım. Kendimde cevap verme zorunluluğu hissetmek beni biraz zorluyordu. Orada yaşadıklarım çok zordu, bunu kimseye anlatmak istemiyordum bu yüzden.
“Başka bir şey yok yani?” Sormak istediği ortadaydı ama buna cevap verme imkânım asla yoktu. “Yok,” diyerek geçiştirdim. Yüzümün aldığı hâl beni yalancı çıkarmakta ustaydı. Bu hâlimi bozan Kadir oldu.
“Anne ben çıkıyorum, Semercioğlu yurdunda sohbet varmış oraya gitmem lazım. Eğer tatlılar hazırsa götüreyim.” Yengem hızla oturduğu yerden kalkıp mutfağa yöneldi. Çok geçmeden elinde üç paket tatlı poşeti ile geldi.
“Yarında yemek götürürsün oğlum. Çocuklar iftarda aç kalmasın.” Kadir annesine içten bir gülümseme yollayıp başından öperek, “Götürürüm annem,” dedi. Bu hâllerine hayran kaldım. Kadir’in annesini sevme biçimi öyle güzeldi ki yengeme bir kere bile yüksek sesle konuştuğunu duymamıştım.
Kadir giderken yengem arkasından hayran hayran bakıyordu. Tekrar önüne dönüp yemeğine devam etti. Sessizce yemekleri yedikten sonra masayı toparladık. Ezra bize kahve yaptığında mutfak masasına geçip oturduk.
…
Birkaç günün ardından annemi eve getirebilmiştik. Akça yengemin hazırladığı yatağa annemi yatırıp hemen dibine oturdum. Annem biraz daha toparlamış, bu durum beni fazlasıyla rahatlatmıştı. Yere oturup bacaklarımı yana kıvırdım. Yatak alçakta olduğu için başımı annemin bacaklarına koydum. Annem ellerini yüzümde gezdirdi.
“Öyle korktum ki buraya nasıl geldim bilmiyorum.” Annem yüzümü okşamaya devam edip sessizce beni dinlemeyi tercih etti. İç çekip, “Korkuyorum anne,” dedim.
“Ben de,” dedi sözüme karşılık. “Sen o tehlikedeyken korkuyorum Ayza. Gitme artık.” Başımı kucağından kaldırıp ayaklanarak yatağının ucuna oturdum. Yüzünü avuçlarımın içine alıp, “Az kaldı annem, çok az kaldı,” diyebildim. Annemin gözleri doldu. Gülümsemeye çalışıp onu rahatlatmaya çalıştım. Neler yaptığımı nasıl bir ortama girdiğimi hiç bilmiyordu. Sadece güvende olduğumu, Gökçe ile kaldığımı biliyordu. Ona ne Selçuk Alphan’dan ne de Sencer’den bahsetmiştim. Onları yakalatmak için gerekli işlerle uğraştığımı söylemiştim.
Annem dinleneceğini söylediğinde yanından ayrıldım. Yan taraftaki odaya geçip telefonu cebimden çıkardığımda Sencer’e ait mesajlar vardı.
Sencer: Seni göremedim bugün hiç. (10:51)
Sencer: İyisin değil mi? (11:00)
Sencer: Müsait değilsindir diye aramadım ama sesini duymam lazım. (11:40)
Sencer: Endişeleniyorum Ayza. (15:41)
Gülümseyerek okudum mesajları. Hemen yanıtlama yerine dokundum.
Ayza: İyiyim. Annemi eve getirdiler, pek bakamadım telefona kusura bakma. (22:30)
Sencer: Çok şükür, bir şey oldu sandım. Müsaitsen evin arkasındaki parkta seni bekliyor olacağım. Müsait değilsen yarın görüşürüz. (22:31)
Ayza: Müsaidim. Gelmeye çalışacağım. (22:31)
Telefonu cebime koyup odadan çıktım. Herkes yatmıştı. Sahurdan sonra kimse yatmadığı için erken yatılırdı. Anahtarı alıp kapıdan yavaşça çıktım. Sessizliğin verdiği ayak seslerimden dolayı adımlarımı yavaş attım.
Binadan çıktığımda hızla arka taraftaki parka doğru ilerledim. Sencer’i hemen köşedeki ağacın dibinde görünce yüreğimi heyecan sardı. Yanına ulaştığımda birbirimize sıkıca sarıldık. Öyle hasret kalmıştım ki sarılmak ruhumu okşadı. Bana belli etmiyordu ama hep buralarda olduğunu biliyordum.
“Senide buralarda yordum. Geri gitseydin ya.” Dediğim şeyle kaşlarını çattı.
“Beraber döneceğiz.” Aslında tek derdi o adamların yine buraya gelmesine karşı aldığı tedbirdi. Bunu az da olsa ima etmişti dün. Başımı usulca salladım. Hemen ileride duran banklardan birine oturduk. Sencer’le yan yana, göz gözeydik. Güzel bakışları altında dinlendim.
“Ben böyle uzaklıktan hoşlanmadım.” Bu tavrına kıkırdadım. Çocuk gibi mızmızlanması ayrı hoşuma gitmişti. Bu sefer dibine daha çok yaklaşıp, “Başka,” dedim. Tek kaşını tavrım karşısında kaldırıp dudağının kenarını hafiften kıvırdı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp burnunu yüzüme sürttü. Yakınlaşması ile nefesimi tuttum. Hâlâ o hareketi yapıyor, hareketlerimi kısıtlıyordu. Biraz önceki cesaretimden eser kalmamıştı.
“Başkasını söylersem yüzün daha çok kızaracak. Kalbine kıyamam.” Yandan yüzüne baktım. Öyle yakındı ki bu yakınlıkta şimdi ölebilirdim. Hafiften kıpraştım. Beni utandırmayı seviyordu ve bunu bir koz olarak ben de kullanıyordu.
“Hoşuna gidiyor değil mi?”
“Gitmiyor desem yalan konuşmuş olurum.” Omzuna vurup ayaklandım. Etrafa göz gezdirip, “Ben gideyim artık,” dedim. En azından ortalıkta kimsenin olmaması bizi rahatlatıyordu. O da ayağa kalkıp elimden tutarak kendine çekti. Bedenim iri bedenine çarptığında sağ elini belime koyup baskı uyguladı. Çenesini omzuna koyduğunda olduğumuz yerde hafiften kıpırdanıyorduk. Gözlerim kapandı.
“Yasla başını göğsüme, kalp atışım şahit olsun sevgime. Bak yine hızlandı. Seni görünce böyle hoyratça atması güzelliğinden mi?” Dudakları kulağıma yaklaştığında usulca tekrar konuşmasını sürdürdü.
“Kalbimi dinle sevgilim. Kalbim beni sana ulaştırır.” Usulca başımı omzundan çekip gözlerine baktım. Ellerimi yüzüne getirdim, o da dudaklarını avuç içime bastırdı. Tasvir edebileceğim bir sürü anın içindeydim ama tasvir edemediğim bir sürü olay yaşıyordum.
Sencer benim hayatımdaki en doğru kararlardan biriydi. Kararlarımda şer denen şeyde hayır olabileceğini şimdi anlayabiliyordum. Ne şanslıydım ki böyle adamla bir ömür yaşayabilecektim.
“Sen benim başıma gelmiş en güzel şeysin Sencer.” Gözlerini hiç kırpıştırmadan bakmaya devam ederken neler düşündüğünü bilebiliyordum.
“Sen başıma gelmiş en güzel şeysin Ayza.”
Elleri usulca ellerimden kaydığında bir iki adım geriledim. Artık gitmem gerekiyordu, ondan ayrılması zordu ama gitmeliydim. Arka arkaya yürürken son kez yüzünü ezberlercesine seyre daldım.
“Özlendiğim yere en kısa zamanda ulaşacağım.”
“Özlediğim yer sana hasret, ne kadar beklerse beklesin hep özlemle bekleyecek.”
…
Bir haftanın sonunda artık evime dönecektim. Ailemle vedalaştıktan sonra Kadir beni bırakmak istedi ama bunu kabul etmeyerek bir arkadaşı çağırdığımı söyledim. Buradan veda ederek epeyce yürüdükten sonra kimsenin olmadığına kanaat getirerek Sencer’in beni beklediği yere ilerledim. Beni görmüş olmalı ki görüş alanımda belirdi. Birbirimize sarıldıktan sonra kamyonete geçtim. Sencer motoru çalıştırıp hareket etti. İlk defa ailemden uzak bir yere özlem duyduğumu fark ettim. Orası benim yuvamdı. Sencer’le bizim hayatımızdı.
“Artık bu kadar uzağımda olmana izin vermiyorum.” Şakaya karışık sözü gülmeme neden oldu. Sahte kızgınlık gülünç bir durum almıştı.
“Ne yani beni tehdit mi ediyorsun?” Yandan bakış atıp, “Çok ayıp,” dedi. “Hiç tanıyamamışsın kocanı.”
Kocanı! Duyduğum bu kelime beni şaşırttı. Sencer’le aramızda hiç böyle konuşma tarzı olmamıştı ve son zamanlarda bana davranışları güzelleşmişti.
“O zaman?” dedim anlamamazlığa verdiğim soru ile. Elimi tutup, “Ailene benden bahsetmeni istiyorum,” dedi. Başımı usulca sallayıp, “Çok yakında bahsedeceğim,” dedim. Sencer anlamışçasına başını sallayıp önüne döndü. Sanırım bazı şeyleri hayatımızda bir düzene sokmalıydık. Bu en başta Sencer’le olan ilişkimizdi. Böyle gizli olmazdı.
Aklıma takılan bir konu vardı. Ayın yirmisinde patlama olacağından bahsetmişti Sencer ve ben bu konuyu biraz es geçmiştim.
“Ayın yirmisinde patlama olacak demiştin, o iş ne oldu?” Sencer bir müddet duraksayıp, “Şimdilik üzerinde çalışıyorum,” dedi. Kısa ve netti cevabı. Konuyu dürtüklemek istiyordum fakat sıkboğazda yapmak istemiyordum. Bu konu Sencer’in hassas konusuydu.
20 Mayıs 2020… Büyük gündü. Babama atılan iftiranın tekrar gün yüzüne çıkacağı ve ayriyeten büyük bir savaşın eşiğine gelinen gündü. O gün ya sağ çıkacaktık ya da herkes ölecekti. Kazanan kötüler olacaksa, kaybeden biz olmayacaktık.
…
Hiçbir zaman şikâyetçi olmamıştım, bundan sonrada asla olmazdım. Benim şikâyetim ancak insanları Allah’a anlatmak, Allah’a arz etmekti. Allah’ın verdiği şerre şikâyet yakışmazdı, biliyordum ki her şer bir hayra çıkarırdı yolumuzu.
Sencer sabahtan beridir odaya kapanmıştı, ara sıra kafa dağıtmak için hava aldığı oluyordu. Fazlasıyla diken üstündeydik. Ayın yirmisine birkaç gün kalmıştı ve büyük vebali sırtımızda taşıyorduk. Ben de boş durmayarak çıkardığım dosyalardaki mekân yerlerini ve isimleri temiz bir kâğıda çıkarmaya devam ettim.
İsimlerin başında Selçuk Alphan ondan sonra Hamit Güneysu geliyordu. Diğer isimleri tanımıyordum. Listenin sonuna geldiğimde son isim dikkatimi çekti. Mahmut Arvadi…
Babamın arkadaşıydı Mahmut Arvadi. Bir kere görmüştüm ve şimdi bu ismin burada olması zihnimde şimşeklerin çakmasına neden oldu. Duraksadım, isme uzun uzadıya baktım. Babama ihanet edemezdi değil mi? Ya da başından beri babama ihanet ediyordu.
Öyle bir kıstırılmıştım ki daha kaç kişi çıkacaktı ihanet eden? Daha fazla düşünmeyerek dosyayı incelemeye devam ettim. Arsen Hisar büyük bir yerdi, bu yüzden her yerleşke tehlikeliydi. Sessizliğin içinde büyük bir gürültü çıkabilirdi.
İlk mekân Seyranlı yerleşkesiydi. Seyranlı, Arsen Hisar’ın en büyük yerleşkelerinden biriydi. Diğerleri ise pek bilmediğim yerdi. En sonda ise Yatağan kırsalıydı. Yatağan’ı biliyordum. Küçük bir yerdi ve Alper’in evi oradaydı. Alper geldi aklıma. Onun bu işlerle işinin olmadığını biliyordum artık. O ne yapacaktı bu konuyu haberim yoktu.
Saate baktığımda zamanın epey ilerlediğini fark edip ayaklandım. İftara yarım saat gibi bir süre kalmıştı. Dünden kalan yemek olduğu için yanına meze türü hazırlayacaktım.
Mezeyi hazırlayıp masayı kurdum. Mutfaktan ayrılıp Sencer’in yanına gittim. İçeriye girdiğimde hâlâ çalıştığını fark ettim. Yanına yaklaşıp masanın ucuna oturdum. Beni fark edince gözündeki kemik gözlüğü çıkarıp bana baktı.
“Biraz dinlen istersen.” Başını usulca sallayıp önündeki dosyayı kapattı. Sırtını geri yaslayıp gerindi. Bu tavrına gülümsedim. Bileğimden tutup kendine çekti. Dizine oturttuğunda alışık olmadığım bu durumu garipsedim. Elimle oynamaya başladı. Bakışlarındaki hüzün dalgası aslında neyi anlatıyordu biliyordum. Şu an onun dibinde olmam bile bu hüznünü silemiyordu. Sadece iyi hissetsin istiyordum, tıpkı iyi hissetmesi için beni dibine çekmesi gibi…
“İşin içinden çıkmak umduğumdan da zormuş Ayza.” Önündeki dosyaya ben de göz gezdirdim. Birkaç sayfa bakıp, “Beraber halledeceğiz,” dedim. Sencer, emin bir tavrı ile onaylayıp, “Senin olduğun yer hiç başarısız olur mu,” dedi. Elmacık kemiğinden öpüp, “Bence açken başarılı olamayız,” dedim. Güldüğünde ayaklandık. Beraber mutfağa geçtik. Ben çorbaları koyarken Sencer de ekmekleri doğrayıp masaya koydu.
Ezanda çok geçmeden okunmaya başladı. Sencer önündeki çorbadan içerken bir müddet onu izledim. Onu izlediğimi görünce tek gözünü kırpıp, “Ne oldu?” dedi. Omuz silktim.
“Bir şey olmadı. Sadece dalmışım.” Üzerime varmadı, yorgunluğunu görebiliyordum. Yemekleri yedikten sonra Sencer’le, Sencer’in ilgilendiği çiftliğe gidecektik. Daha önce bunu bana söylememişti. Aslında çiftlik babasından kalmaydı ama pek oralara uğradığı söylenemezdi. Öyle büyük bir yer değildi zaten.
Orayla ilgilenen kişi babasının tanıdığı biriydi. Ben gidince görecektim oraları ve şimdiden heyecan basmıştı. Hayvanlarla ilgilenmeyi severdim.
Mutfağı toparladıktan sonra evden çıktık. Kamyonete binip ilerlemeye başladık. Sencer’e dönüp, “Keşke biraz dinlenseydin, yarın giderdik,” deyip dikkatini bana vermesini sağladım. Yorgun olmasına rağmen diretiyordu.
“Erken döneriz, halletmem gereken birkaç konu var.”
Çok uzun sürmedi yolculuğumuz. Sencer, kamyoneti bahçe kapısının önünde bıraktı. Beraber bahçe kapısından girdiğimizde bahçeye ilgilenen bir amcaya denk geldik. Ellili yaşlarda, kısa boylu tombul bir amcaydı. Bizi görünce elindeki birkaç parça odunu kenara koydu.
“Ooo, hoş geldiniz hoş geldiniz.” Gülümseyerek kollarını açtı. Sencer, önce adamın elini öpüp akabinde adama sarıldı. Ben başımla selam verdim.
“Bahsettiğin kutuyu almaya geldim Salih amca.” Salih amca elini Sencer’in omzuna koyup, “Biraz oturun, çay içelim getiririm içeriden oğlum,” dedi. Sencer kabul ettiğinde bahçedeki çardağa geçip oturduk. Çok geçmeden evden Salih amca yaşlarında bir teyze çıktı. Kocaman gülümseyip yanımıza yaklaştı.
“Hoş geldin oğul,” deyip Sencer’e baktı.
“Hoş bulduk Güzide teyze,” diyerek aynı şekilde gülümsedi Sencer. Bana bakıp, “Sen de hoş geldin kızım,” deyip sarıldı. Sıcacık karşılamasına karşılık verdim. Güzide teyze ile mutfaktan çayı ve tepsiyi taşıyıp tekrar çardağa oturduk. Ben çayları doldururken Sencer’le Salih amca sohbete dalmıştı. Arada şu anki gündemi konuşurlarken arada geçmişe dönüyorlardı.
Salih amca, Sencer’i dinliyordu ama bir yandan de yüzünde düşünceli bir hâl vardı. Olaylara ne kadar hâkimdi bilmiyordum, onun düşünceleri benim düşünmediklerim olabilirdi.
“Selçuk’un yavaştan sonu geliyor, fark edebiliyorum. Bunun için neler yapabileceğini söylememe gerek yok evlat.” Sencer, Salih amcanın sözü ile düşünceli tavrını bir kenara atıp, “Bundan hiç şüphen olmasın Salih amca,” dedi.
“O zaman daha çok çabala ve sana dediğim bilgileri asla göz ardı etme oğlum.” Sencer başını usulca sallayıp oturduğu yerden kalktı. Eve girdiğinde ben de etrafı gezindim. İleride gördüğüm tavlaya girdim. Birkaç at vardı burada. Yanlarına yaklaşıp yelelerini okşadım. Huzur vericiydi görüntüleri. Atları çok seviyordum. Bana sevmenin ne olduğunu en iyi bu canlılar gösteriyordu. At bana göre aşktı, güzelliği aşka giden bir nedendi.
“Ayza.” Sencer’in sesi ile arkamı döndüm. Sencer de yanıma gelerek atın yelelerini okşadı.
“Bazen kıskanıyorum onları.”
“Senden önce onlar vardı.” Kaşları hayretle kalktı. Onu biraz kızdırsam sorun olmazdı sanırım. Bazen bu halleri hoşuma gidiyordu.
“Bana yeni kurallar aldırtacaksın sanırım.” Gülmemek için dudaklarımı dişledim. O da beni tavladan zorda olsa çıkardı. Sencer’in de onları sevdiğini biliyordum. Yine de bunun kıskançlığını yapacağını tahmin etmezdim.
“Şaka yapıyorsun değil mi?”
“Yo, ciddiyim.” Kaşlarım hayretle kalktı.
“Yarın benimle mezarlığa gider misin?” Olayı bir anda değiştirdi. Sanırım bu konuda şakayı kaldırmıyordu. “Giderim,” dedim. Salih amcalara veda ettikten sonra evimize geldik. Pijamalarımızı giyindikten sonra Sencer işlerini halledip yanıma geldi. Yatağın başlığına sırtını yaslayıp bana baktığında zoraki bir şekilde arkamı dönüp bardaktaki suyu içip saçlarımı toparladım. Gece pek sevmezdim dağınık saç yatmayı. İşlerimi hallettikten sonra Sencer’e döndüğümde yüzünün yüzüme yakınlaşmasını fark ettim. Ne ara bana bu kadar yakınlaşmıştı ki?
Yakınlıktan dolayı kalbim köşe bucak kaçar oldu. O da bu kadar yakın olacağımızı anlayamamıştı. Utandığımı anlayınca geri çekildi ama izin vermedim. Ben demeden bana yaklaşmayacağını biliyordum, bunu kendisi demişti.
“Seni beklediğimi görmüyor musun?” Fısıltı ile çıktı sesim. Yüzüme bakarak bazı şeylerden emin olmak istiyordu. O bana gelmeden ben ona çekildim. Belki de bu bizim artık birbirimize olan bağı daha da güçlendirecekti ve ben Sencer’e ait yanın başucunda olacaktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 760 Okunma |
182 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |