14. Bölüm

XIII- GECENİN NEZDİNDE

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

“Ayza.” Kulağımın dibinde hissettiğim sesle gözlerimi araladım. Bir arabanın içindeydim ve başım acayip derecede ağrıyordu. Usulca başucumda duran kişiye kaydı gözüm. Alper, bana bakmaya devam ederken ben, daha neyin ne olduğunu idrak edememiştim. Arka koltukta bu vaziyette yatmam hızla kendime gelmemi sağladı. Şu an burada olmamalıydım.

“Ne arıyorum burada?” Alper, kendini geri çekip, “Sencer, seni bayılttı,” dedi. Çekimser bir tavırla Alper’e baktım. Şu an Sencer’e ne kadar öfkelendiğimi hesap bile edemiyordum. “Merak etme, Sencer taşıdı seni arabaya. Uyanmadan seni içeriye taşımamam gerektiğini belirtti.” Meseleyi ne tarafa çekeceğimi bilemez hâle geldim. Alper’in itaatkâr tavrı ise beni oldukça memnun etmişti. Yine de bu durumun elle tutulur yanı yoktu.

“Beni eve götür Alper.” Alper, dediklerimi reddetti. Sanırım o da Sencer gibi düşünüyordu. Hızla arabadan indim. Alper de hemen arkamdan indi. Arabanın anahtarını istediğimde tekrar reddetti. Öfkeyle ensemi ufaladım. Karanlıkta bir o sağa bir sola yürüyüp, “Böyle bir şeyi nasıl yapar ya!” dedim. Gözlerim öfkeden yanmaya başladı. Beni olanlardan uzak tutarak çözüm bulamazdı. Özellikle beni bu duruma sokması hiç hoş değildi. Alper’e güvenmiyorum diyen kendisiyken beni buraya onunla gönderen de kendisiydi.

“Lütfen Alper, anahtarı bana ver.” Alper yanıma gelip evin anahtarını uzattı.

“Ben yanlarına gideceğim şimdi. Onlara yardım edeceğim merak etme. Sen içeriye geç. İçeride Efruz var.” Anahtarı sertçe alıp, “Sencer’e söyle, çok öfkeliyim,” dedim. Alper dediklerimde durağanlaştı. Bir şey demeden arabaya geçip bindi. İçeriden son kez bana baktı. İçeriye girmemi bekliyordu. Fazla oyalanmadan içeriye girdim. Kapıyı kapattığım anda arabanın gaz sesini duydum. Son bakışı fazla sitemliydi. Ona Sencer’den bahsettikçe ters bir tepki veriyordu.

“Ayza.” Tanıdık sese döndüm. Efruz kapı dibinde bana bakıyordu. Uzun zamandır onu görmemenin verdiği bocalama ile “Efruz,” dedim. Sesimi duyabilmiş miydi ondan da şüpheliydim. Yanıma gelip sıkıca sarıldı.

“İyi misin?” Kollarından ayrılıp, “Eh işte,” dedim. İyi değildim, kötüyüm de diyemiyordum. Efruz anlayışla kolumu sıvazlayıp, “Hadi salona geçelim,” dedi. Beraber salona geçtik. Bıkkınca oturduğum kotluğa sığamıyordum resmen. Aklım oradaydı. Öfkeliydim ama endişem öfkeme daha ağır geliyordu.

“Eşini tanımıyorum ama, merak etme sağ salim dönecekler.” Efruz’un tatlı tebessümüne karşılık veremedim. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi.

“Odaya sana yatak serdim. Biraz uyu istersen.”

“Tamam, namazımı kılmadım. Kılayım yatarım.” Efruz, sakince başını sallayıp eliyle koridorun sonunu gösterdi.

“Banyo hemen ileride, odada şurası. Evin gibi davran olur mu?” Gülümseyip, “Teşekkür ederim,” dedim. Efruz, gözden kaybolurken ben de gösterdiği odaya geçip üzerimdeki rahatsız edici feraceyi çıkardım. Feraceyi bana giydirmiş olması sinirlerimi biraz daha bozuyordu. Hırsla feraceyi koltuğa fırlatıp banyoya geçtim. Soğuk suyla abdestimi alıp odaya geri döndüm. Koltuktaki pijama takımı dikkatimi çekti.

Namazımı kılıp pijamayı giyindim. Olanları unutmak için yatağa girip yorganı kafama kadar çektim. Uyuyamıyordum. Gözlerimi hırsla kapatıyor çok geçmeden geri açıyordum. Sağa sola dönmekten yorulunca yataktan kalktım. Hava ışımaya başlamıştı. Telefonum yanımda değildi ve ben haber alamamanın verdiği endişeye zihnimi yoruyordum.

Köşedeki tekli berjere oturup perdeyi biraz araladım. Dışarıdaki sessizliğin içinde kayboldum. Yüreğimde ince bir sızı vardı. O sızının dibi beni kendine çekiyordu. Benim bu dibe çöküşüm bir kurtarılma çabasından değildi.

Parmaklarım pencereye düşmüş çiğ tanesinin yansımasında gezindi. Pencereden aşağı süzülen çiğ tanesini izledim parmağımla. Sencer’in bu davranışı sinirlendirmişti, kabul. Onu anlamaya çalışıyordum. O, beni korumak istiyordu, bunu bana sarf ettiği sözlerden anlayabiliyordum. Onu umursuyordum, onu yalnız bırakmak istemiyordum. Bunca zaman kendimi buna hazırlamıştım çünkü.

“Allah’ım sen yardım et!” Şu an sadece dua edebiliyordum. Gözlerimi usulca kapattım. İlk baştan bu yana yaşadıklarımı hatırıma getirdim. Acı içinde yaşadığım hayatıma girişini düşündüm. Girdiği anda değişmişti yaşadıklarım. Bu zamana kadar hep kendi isteklerimle hareket etmiştim ama şimdi hayatımdaki adamın da istekleri ile hareket ediyordum.

Oturduğum yerden kalktım. Saat neredeyse dokuz olmuştu. Burada epey bir müddet oturuşum bütün uzuvlarımı ağrıtmıştı. Kollarımı açıp gerindim. Zaten uykum yoktu, en azından üzerimi giyinip odadan çıktım. Üzerimi giyinip bozulmamış yatağı toparladım. Odadan çıktığımda ortam sessizdi. Efruz uyanmamıştı büyük ihtimal. O an kapı açıldı. Sessizliğin verdiği sıçrama ile kapıya doğru yürüdüm. Önde Alper onun ardında Altan vardı. Çok geçmeden de Sencer girdi içeriye. Diğerleri bana bakarken benim gözüm Sencer’deydi, tıpkı onun da gözleri bendeyken. Alper’le Altan, Sencer’in geçmesi için yer verirken Sencer, yorgunluktan olsa gerek yavaşça yanıma geldi. Ona kızgındım, bunu bana bakarken anlıyor olmalıydı.

“Hadi, salona geçin yorgun gözüküyorsunuz.” Kimse itiraz etmedi. Alper ve Altan önden salona geçerken Sencer yanımda kaldı. Sert bakışlarım altında kendi affetmek ister gibi baktı çehreme.

“Kızgın mısın?”

“Ha, kızgın olduğumu biliyorsun yani!”

“İyi ki de yapmışım. Tehlikenin boyutunu bilmiyorsun.” Yüzüne ters ters bakıp bir şey demeden salona geçtim. Bir özür bile dilememesi daha fazla kızdırmıştı beni.

“Ne yaptınız?” dedim endişe dolu sesle. Sencer yerde olan başını kaldırıp, “Özmen Bey’in verdiği dosyalar için gelmişler,” dedi. Sitemle söylediği sözlere bir yenisini ekleyip, “Hak ettiklerini alıp gittiler,” dedi. Anladığım kadarıyla epey hırpalamışlardı adamları. Önce Altan’a baktım. Olduğu yerde düşünceliydi.

“İsterseniz biraz uyuyun.” Altan, oturduğu yerden kalkıp, “Ben eve geçeyim,” dedi. Alper, Altan’ın dediğine itiraz edip “İftara kal,” dedi. Alper’in ağzından çıkan iftar kelimesi beni şaşırttı. Bildiğim kadarıyla ailede hiç kimse oruç tutmuyordu. “Hem şu an yollar adamlarla dolu, gitmemen daha iyi olacak.” Altan Sencer’e baktı akabinde. Sencer’den onay alınca gitmekten vazgeçti.

Onları salında bırakıp bana ayrılan odaya geçtim. Sencer’in de peşimden geldiğini biliyordum ama ona kızgın olduğum için bakmıyordum. Dinlenmesi için ona yatağı tekrar açtım. Sessizdim. Sencer koltuğun koluna oturmuş beni seyrediyordu. Yanıma gelip bileğimden tutarak kendine çevirdi.

“Hadi ama, yapma böyle.”

“Bir şey yapmıyorum ben.” Tavrım onun beklediği durumdu.

“Kızgınsın bana.”

“Bir özür bile dilemiyorsun.”

“Sana zarar verdiğim için özür dilerim.”

“Ha, sadece zarar verdiğin için yani.” Dudakları kıvrıldı. Belimden tuttuğu gibi bedenimi kendine çekti.

“Diğer türlüsü için pişman değilim.” Göz devirdim. Kendini savunacak bir bahanesi hep oluyordu. Omzuna vurup geri çekildim. Başını iki yana sallayarak sırt üstü yatağa attı kendini. Yorgundu, direnecek hali yoktu.

“Gelsene.” Tepeden ona baktım. Böyle yaparak öfkemi soğutabileceğini zannediyordu ama bu sefer kendimi ağırdan alan bendim. Gülmemek için dudaklarını dişlediğini görmem daha da öfkelendirdi. Bu halimi göz ardı ederek bileğimden tuttuğu gibi beni kendine çekti. Yatağa düşen bedenimi ters çevirip arkadan sıkıca sarıldı. Böyle yapmamalıydı.

“Kocanın lafını dinlesen azıcık.”

“Bırak beni.”

“Bırakmam, böyle uyuyacağız. Seninde bütün gece uyumadığını biliyorum.” Enseme sıkıca bir öpücük bıraktı. Kollarını bedenime böyle kenetledikçe asla kıpırdayamıyordum.

“Benbir şeylerden kaçmak istemiyorum Sencer.” Sencer

“Kaçmak mı?” Sesi bu sefer ciddiydi. “Öyle bir durum yok.” Yattığım yerden bu sefer daha kolay bir şekilde kalkıp, “Var,” dedim. “Beni engelleme.” Cevap vermesine tahammül edemiyordum. Odadan çıkıp salona geçtim. Sencer de peşimden gelip bileğimden tutarak kendine çevirdi. Yeşilin en güzel tonlarına sahip gözlerini bana odaklayıp, “Pekâlâ,” dedi. “Seni engellemeyeceğim bundan sonra.”

“Hah, şöyle ol işte.” Kaşlarını havalandırıp baktı yüzüme. Ona ikna etmek zordu ama sözümü geçirebiliyordum en azından.

“Vazgeçmem an meselesi.”

“Sence bu tehditleri dinler miyim?” Yanına yaklaştım. Baş başa oluşumuzu fırsat bilip kollarımı boynuna doladım. Hep o beni susturacak değildi biraz da ben onu susturmalıydım. Ona karşı böyle ani hareketler yapmama alışık olmadığı içinde böyle olmasına şaşırmıyordum. “Değil mi kocam?”

“Sana arsızsın diyen oldu mu hiç?” Omuz silktim. Geri çekildiğim esnada dış kapının serçe kapandığını işittim. İrkilerek arkaya baktım. Sencer benden önce davranıp kapıya baktı ama kimse yoktu. Sencer, tedirgin bir tavırla kapıyı açtı. Alper öfkeyle arabasına binip uzaklaştı. Taşlı yolda arabanın tekerlek sesinin feryadı kaldı. Sencer, bana bakıp kapıyı örttü. Onunda yüzünde öfke belirtileri vardı.

“Hazırlan, gidelim.” Sesi birden soğuk ve ürpertici çıktı.

“Ama iftar.” Sencer, hızla odaya girip, “Bir bahane buluruz,” dedi. “Alper’in yanımızda olmasına katlanamıyorum Ayza.” Elindeki oku alıp, “Şimdi dönemeyiz Sencer,” dedim. Yollarda bizi yakalamaları için bekleyen adamların olduğunu bilebiliyordum. Sencer omuzlarını düşürüp, “Mesele ciddi olmasa şurasa bir saniye kalmam da, işte,” dedi. “Akıl bırakmıyorlar ki.” Kıkırdadım Sencer’in bu durumuna. Saçlarına elimi geçirip dağıttım. Elimi tutup hızla kendine çekti.

“Bana bak, sakın o da varken böyle gülme.” Kahkaham daha çok artarken, “Kıskanç mısın acaba sen!” dedim. Sencer parmağını kürek kemiğime koyup, “Gösterebilirim,” diye ikazda bulundu. Sözlerindeki sahici olmayan tehditkâr sözler şaşırmama neden oluyordu.

“İşte, anla halimi.” Deren’i kastettiğimi çok iyi biliyordu. Bunu çok iyi bildiği için dudaklarına sahte bir fermuar işareti yaptı.

Aşk ne tuhaf bir duyguydu. İradene sığmayan, kalbini senden alıkoyan zamansız bir hismiş. Sevmek kalbi ardı sıra bırakmak, bir kalbe hem mağlubiyeti hem de galibiyeti birden yaşatan hismiş.

İftardaki sessizliği bozan sadece çatal kaşık sesleri oldu. Sencer’le Alper arasındaki gergin bakışları hissedebiliyordum. Sencer’in elini tutup sakinleşmesini sağladım. Önüme dönüp yemeğimi yemeye devam ettim.

“Abi boş tabağını alayım.” Efruz, Alper’in önünden tabağını alıp ana yemeği koydu. Ben de biten tabağımı uzattım, Efruz hızlı hareketlerle tabakları doldurdu.

“Ben iftardan sonra eve geçeceğim Sencer, bir şey olursa beni mutlaka ara.” Sencer, Altan’ın sözüne karşılık, “Biz de seninle geçeriz size,” dedi. Altan başını usulca salladı.

“Bu tehlikeli değil mi?”

“Değil, şimdiden her şey için sağ ol ama daha fazla kalamayız burada.” Alper ürkek bakışlarla bakışlarını Sencer’den çekip bana odakladı. Gözlerinde bin bir türlü anlam ifade vardı. Gitmemi istemiyordu.

“Hadi hazırlanalım da çıkalım.” Sencer hızla masadan kalkıp kolumu tutarak beni de kaldırdı. Odaya geçtiğimizde gerekli eşyalarımızı alıp odadan çıktık.

“Ani oldu böyle de.” Efruz’a dönüp, “Her şey için sağ olun ama gidelim artık,” diyerek sarıldım. Tek tek veda edip evden çıktık. Kamyonete bindiğimizde Sencer’in homurdana sesini fark ettim. Baktığı yere baktım. Alper olduğu yerde duruyor, bize bakıyordu. Hızla bakışlarımı çektim. Ne kadar düşünsem içinden çıkamazdım. Sencer’e bir şey diyemezdim, haklıydı.

Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp açılan kapıya baktım. Serra çekingen bir edayla kapıdan süzülüp yanıma geldi. Karşımdaki berjere oturduğunda yüzündeki ifade bir şey diyeceğinin kanıtıydı.

“Bir şey mi oldu canım?” Sorduğum soruyla yüzü düştü. Başını iki yana sallayıp, “Hayır, öylesine uğrayayım yanına dedim,” deyince gözlerimi kısıp anlatmasını istercesine bekledim. Bakışlarını benden kaçırıp, “Vallahi ya, inanmıyor musun bana?” dedi.

“Cık, yüz ifaden gerçekçi değil.” Omuzlarını düşürdü. Konunun Alper olduğunu biliyordum fakat o inadına bunu anlatmamakta ısrar ediyordu. Elimdeki kitabı kapatıp sehpanın üzerine koydum. Berjeri yanına çekip elini kavradım. O anlatmasa da ben içinde yaşadığı birçok duyguyu anlayabiliyordum. Ona Alper’le konuşabileceğimi söyleyemezdim. Bu ilişkiyi ikisine bırakacaktım. Diyemezdim Alper’e Serra’nın hislerini. Bana böyle bakan adamla bu konuyu konuşmak bile yanlıştı.

“Elimden bir şey gelir mi bilmiyorum ama konunun Alper olduğunu biliyorum.” Gözleri doldu. Elindeki bardağı avuçları arasında sıkıştırdı. Kendini hızla toparlayıp, “Alper mi? Konu o değil Ayza,” diyerek ayaklandı. Korkuyordu hislerini anlatmaktan. Buraya bir ümitle gelip bir umutsuzlukla dönmesine neden olmak onu incitiyordu.

Ona yardım eli uzatamazdım. Bunu ne kendime ne de onlara yapabilirdim. Birinin hayatına bir başkasını seven adamı yerleştiremez, birinin hayatına ise kırılacağı bir hisse meyil veremezdim. Bu kalbin büyük savaşı olurdu.

“Tamam, sen kazandın. Evet mesele o ama bu mesele çok büyük bir mesele Ayza. Ben her şeyi biliyorum.” Sustu, derin bir iç çekip, “Onun sana nasıl baktığını da görebiliyorum ama seni de onu da suçlayamam. Sonuçta ben, bu hikâyeye sonradan giren kişiyim.”

“Benim ona aynı hisleri beslemediğimi de biliyorsun değil mi?” Başını usulca sallayıp, “Biliyorum, zaten seni o yüzden suçlayamam ya,” dedi. Sesi çaresizdi.

“Elimden bir şey gelse yardım edeceğim ama bu ilişkide olaya ben müdahale edemem.”

“İmkânsız bir durumun eşiğindeyken daha fazla ileriye gidemem Ayza. Onu unutmaktan başka çarem yok.”

Daha fazla anlatamayacağı için odadan hızla çıktı. Ardından kalan bakışlarımı çekip tekrar berjere oturdum. Ona cevap verecek bir söz hakkım yoktu. Son bakışlarındaki yıkımı fark edebiliyordum. Dediğim gibi hisler, elde olmayan zor bir histi. İnsan sevdiği kişiyi seçemiyordu, seçse de bu aşk olur muydu bilmiyordum.

Aşk mantığa uğramayan kalbin habersiz misafir ettiği yerdi. Sessiz sedasız gelirdi.

Toparlanıp odadan çıktım. Evin içindeki sessizlik ayak seslerimi kulaklarıma ulaştırdı. Merdivenleri inip salona geçtim. Begüm Hanım elinde işlemeyle köşedeki üçlü koltukta oturuyordu. Beni fark etmesi için boğazımı temizledim.

Begüm Hanım daldığı işlemeden başını kaldırıp gülümseyerek bana baktı. Yanındaki koltuğa oturup, “Tek kalmışsınız,” dedim. İşlemeyi köşeye bıraktı.

“Altan’la Sencer Turgut efendinin yanında, Serra da odasında olmalı. Ben de böyle takılıyorum.” Son kelimesinin ardındaki espriyle aynı şekilde güldüm. Begüm Hanım, önce etrafa bakıp, “Geçen akşam bir şey olmuş ama bana anlatmadılar. Ne oldu,” deyip merakını dile getirdi. Bu durumlardan kimseye bahsetmiyorduk. Özellikle Turgut Bey eşine böyle olayları anlatmıyordu. Begüm Hanım’da panikatak vardı ve her olayda fazla heyecanlanıp kalbini hasta edebiliyordu. Ben de öyle yapacaktım.

“Evde birkaç sorun çıktı. Önemli bir mesele değil.” Bana inanmadığını gösterircesine bakıyordu. “Gerçekten, hem bir şey olsa burada böyle duramayız.” Begüm Hanım fazla ısrar etmedi ama her an her şeyi sorma gibi bir duruştaydı.

“Birkaç gün buradasınız değil mi?”

“Buradayız.” Hoşnut oldu. Tekrar işlemesini eline alıp yapmaya devam etti. Ben de onun yaptıklarını izledim.

“Bilir misin yapmasını?”

“Maalesef.” Pek el işi öğrenmeye hevesli değildim. Sevmezdim de. Zor göründüğünden değildi, sıkılırdım. Annem birkaç kez öğretmek istemişti ama ben sıkılmıştım.

Begüm Hanım’ın yanından kalkıp bahçeye geçtim. Günler büyük güne yaklaşırken, aklımdakiler beni tedirgin ediyordu. Sencer’in bazen soğuk yaklaşımı beni yine bu olanlardan uzak tutacak gibiydi.

Arkamdan sarılan kollarla irkildim. Sencer’in olduğunu anlayıp rahatladım. Çenesini omzuma koyup, “Teksin,” dedi. Tektim, tek olmayı zihnimi yalnızlığımla dinlendirmeyi seviyordum. Karşıya bakmaya devam ederken usulca başımı salladım. Sencer çenesini omzuma koyup benim gibi karşıya bakmaya başladı. Doğrulup yanıma geldi. Beni sağ kolu arasına alıp sessizliğime eşlik etti.

Bazen neden başka yerlere sürüklendiğimi düşünüyor, daha ne kadar devam edeceğini merak ediyordum. Bir bilinmezliğin içindeydik. Sencer, bana bu fırtınanın ucunu belli etmiyordu ama ben anlıyordum.

“Sen de bazen benim gibi hissediyor musun?” Sarılı kolumu sıvazlayıp, “Bunu hep hissediyorum,” diyerek bakışlarını bana çevirdi. Dudağımın kenarını burukça kıvırdım. Başımı Sencer’in omzuna dayayıp gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapattığım an her şey silinsin istiyordum.

“Beş gün kaldı.” Sessizce mırıldandım. “Beş günün sonunda ya…” Sencer parmaklarını dudaklarıma yerleştirip sözümü kesti.

“Sana kötü düşünmeyi yasaklamıştım.” Başımı omzundan kaldırıp, “Düşünmeden edemiyorum,” dedim. Sencer kaşlarını çatarak, “İyi düşünmelisin,” dedi. “Buna sen de ben de mecburuz Ayza. Çünkü Allah’ın gazabı zalimlerin üzerinedir.”

Bir süre düşünüp akabinde tekrar konuştu.

“Ne diyor ayeti kerimede; bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: ‘Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?’ (Taha – 86)”

Utandım, kendi bencilliğimi bir kez daha yüzsüz buldum. Sencer hiçbir zaman yanlış bir şey yapmamıştı ve yanlış bir şey yapacağını düşünmek hadsizliğimdi.

Hayatımız kendi düşüncelerimizden ibaret değildi. Hayatımız Allah’ın bize gösterdiği kaynakların yolundan gerçekçi bir ifadeyle ilerlemesiydi. Bunu bana bugün yine daha iyi göstermişti Sencer. Ben yarımdım, bunu tamamlayan Sencer’di. Biz birbirimizi böyle tamamlayabiliyorduk, başkası düşünülemezdi.

“Yine haklısın.” Gülümsememin ardında tuttuğum ifade ikimizi de güldürdü.

“Konu benim düşüncelerimin haklılığı değil, haklı olan düşüncelerime sığdırdığım manevi haz.” Etrafımda dönüp hiç beklemediğim anda önüme geçti. Farkında olmadan düşüncelerime girmeye çalışıyordu, başarıyordu da. Sanki onun zihninde kendi zihnime yer vermiştim. Bunu Sencer başarıyordu ama ben başaramayacak kadar onun ne düşündüğünü anlamsızlaştırıyordum. İki kolumdan tutup bana yaklaştı.

“Savaş biziz Ayza; savaş içimizdeki maneviyat. O olmazsa kaybeden biz oluruz.”

“Ya onlar?” dedim asıl korkutan meselede. “Onlar işin çetin tarafı değil mi?”

“Değil, onlar sadece kazandıklarını düşünüyorlar. Bunu senin de bilmen gerekiyor. Asıl galibiyet, Allah’ın bize sunduğu kaderde tevekkülü bırakmamak olur.”

Sustum… Susuşum haklılığına bir kez daha itimat etmesiydi.

Bölüm : 31.03.2025 17:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...