16. Bölüm

XV - KIZIŞMA

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Her insanın bir kaderi vardır. Kader mücadelende en büyük etkendir. Ben kaderimde mücadele içindeydim. O mücadelede tek şansım Sencer’di. Sencer olmasa tek başıma mücadele verecektim. O mücadelede nasıl bir sonuçla karşılaşacaktım bilmiyordum. Ya yenilecek ya da zaferi elime alacaktım. Zafer benim hayatımdı, yenilgide sağ çıkmak dünyamın başıma yıkılmasıydı.

Mücadelemde kayıp varsa o kayıpta en büyük ölü bendim. Ölüm demek dünyanın sonu demekti, dünyayı böyle kötülere bırakmak dünyanın da sonuydu.

Benim babam, Sencer’in ise ailesi ölmüştü ama en büyük mirasçıları bizdik. Bizden sonraki nesil ise emanet edilecek nesil değildi.

Elimdeki navigasyona bakıp yönümü sol tarafa çevirdim. Epey ilerledikten sonra attan inip ipini ilerideki ağaca bağladım. Adımlarım ilerideki eve doğru ilerledi. Bahçe kapısından içeriye girdiğim an da oldukça büyük ev karşıladı beni. Buraya ev demek karşımdaki yapıya hakaretti.

Uzaktan gelen oldukça uzun boylu adam yanıma yaklaşıp, “Buyurun?” dedi. Üzerindeki takım elbise buranın koruması olduğunun kanıtıydı.

“Muaz Bey’le görüşeceğim.” Adam beni baştan aşağı süzüp, “Muaz Bey şu an görüşmeye kimseyi almıyor,” deyince elimdeki sertifikayı gösterdim. Adamın yüzü biraz öncekine nazaran değişti. Elindeki telsizle birine bir şeyler deyip bana döndü. Normalde Muaz amcanın yanına kolay girerdim ama bazı zamanlar sıkı tedbirler aldığı için izinsiz giremiyordum.

“Buyurun.” Ona bakmadan yanından geçip içeriye girdim. Birkaç koruma daha bana yol gösterdi. En sonunda büyükçe bir odanın önünde durdum. Büyükçe kapı açıldığında karşımda Muaz amca belirdi. Yüzünde sıcacık bir tebessüm oluştu, aynı şekilde ben de gülümsedim ve içeriye girdim.

“Hoş geldin Ayza kızım.” Başım ile karşılık verip, “Hoş bulduk Muaz amca, nasılsın?” dedim.

“İyiyim, çok şükür.” O masa başındaki koltuğa otururken ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Ona durumu anlatacaktım, biliyor olması lazımdı zaten. Muaz amca, babamın en yakın arkadaşıydı. Ona güveniyordum, birkaç kez babamlar varken bize misafirliğe gelmişti ve oradan babamın güvenini görmüştüm. Konuşmamı Arapça olarak sürdürdüm, Türkçesi pek iyi değildi Muaz amcanın. Arap soyundan geldikleri için Arabistan onun kaldığı yerdi. Ara sıra iş için Türkiye’ye gelirdi.

Babamın defterini çantadan çıkarıp uzattım. Defteri alıp inceledi. Son sayfalara doğru ilerledi. Ben son sayfalara daha ulaşmamıştım. Tek bir sayfada takılı kaldığında ne diyeceğini merak edercesine bakıyordum.

“Şurayı gördün mü?” Defterin sayfasındaki en alt kısmı okudum.

“20 Mayıs, Arsen Hisar için büyük gündür. Ben öldükten sonra bu tarih koz olarak kullanılacak. Selçuk Alphan’a sunulan en büyük tehlike Ereğli kırsalındaki sığınakta saklıdır. Bizzat kendim koyduğumdan şifreyi sadece bir kişi bilmektedir. O kolye kimin eline geçtiyse, ya tehlike ya güvenli bir sır olarak kalacaktır.”

Muaz amcaya dönüp, “O kolye bende,” dedim. “Anahtar vardı içinde, bunu nasıl akıl edemedim.” Bu durumdan memnun kaldı. Çok üzerinde durmadan okumaya devam ettim.

Güntekin Aybars’ın oğlu Sencer Aybars planın içindedir. Sencer Aybars’ın en büyük galibiyeti kızımla evlenmesi olur. Kızıma bıraktığım mirasa en büyük o sahip çıkabilir ve Arsen Hisar’daki o kasada kızımın benim planlarım dairesinde kösem olacağı bildirilmiştir. Kösemliği Ayza’dan alacak olan şahıslar Sencer Aybars’ın lider olmasından dolayı büyük güç kazanacaklardır. Sencer Aybars eğer 20 Mayıs’taki savaşı galibiyetle kazanırsa Lider, Ayza da Kösem olacaktır.

Okuduklarım ben de büyük şaşkınlığa neden oluyordu. Babam şu anki zamanı en iyi bilendi, bu yüzden babamı öldürmek istemişlerdi. Hissizleştim. 20 Mayıs bizim için büyük bir başlangıç olacaktı. Aslında onun bana bıraktığı eşyaların anlamları derindi. Şimdi o eşyalara yeniden göz gezdirmeliydim. Defteri kapatıp çantama geri koydum.

“Muaz amca senden ricam babama ait olan bilgileri almak istiyorum. Sadece babamın dosyası sendeymiş.” Muaz amca başı ile onaylayıp hemen ayağının altında duran kasadan dosyayı alıp bana uzattı. Dosyayı alıp çantama koydum. Muaz amcaya veda ettikten evden çıktım. İleride duran atıma binip uzaklaştım.

Kolyedeki anahtarı çıkarıp inceledim. Mahzenden başka bir depoda daha kasa vardı fakat bu kasanın yerini bilmiyordum. Bunu öğrenmem için Selçuk Bey’i kullanmam gerekiyordu, fakat nasıl? Anahtarı tekrar kolyeye koyup boynuma taktım. Kolye güvende olmalıydı. Büyük ihtimal Selçuk Bey’in bu kolyeden haberi yoktu. Haberi olsaydı şayet ilk iş benden hesap sorardı.

Odadan çıktığımda salona geçmeden evvel kapı açıldı. İçeriye giren Sencer’le göz göze geldiğimizde Sencer’in yorgun yüz hatları dikkatimi çekti. Dün geceden beri sipariş üzerine uğraşıyordu. Dükkânda olmasından ötürü eve gelememiş, bütün geceyi dükkânda geçirmişti. Yanına gidip, “Hoş geldin,” dedim.

“Hoş buldum,” diyerek yorgun bedeniyle bana sarıldı. Benden ayrılıp banyoya geçti. Ben de salona geçerek dağıttığım dosyalarla boğuşmaya devam ettim. Sencer, elini yüzünü yıkayıp yanıma döndü. Üzerini değiştirmemiş oluşu tekrar dışarıya çıkacağını gösteriyordu. Yanıma oturup ilgilendiğim dosyalara baktı. Diğer tarafımdaki dosyayı alıp, “Muaz Süveybi,” diye söylendi.

“Babamın arkadaşı, babam Arabistan’da çalışırken tanışmışlar. Şimdi burada tercümanlık yapıyor.”

“Peki bu dosya ne için?”

“Babamın en önemli bilgileri Muaz amcadaydı. Babam emanet etmiş, ben de aldım.” Sencer, dosyayı bu sefer daha ciddiyetle bakıp tekrar yerine koydu. Ayaklanıp, “Benim tekrar dükkâna dönmem lazım, bu gecede orada kalabilirim,” dedi.

“Ben de geleyim mi? Biraz kafa dağıtmış olurum.”

“Olur.” Hızla yatak odasına geçip üzerimi değiştirdim. Sencer, beni kapıda bekliyordu. Feracemi koluma koyup evden çıktım. İlerideki kamyonete bindiğimizde Sencer elindeki evrakları torpidoya koyup ilerledi.

“Siparişin önemi büyük sanırım.” Sencer, bana kısa bir bakış atıp, “Otel açılışı varmış, özel eser yapmamı istediler. Epey kazançlı bir çalışma oldu benim için,” diyerek gülümsedi. Heyecanı sesinden belli oluyordu. Sencer işini seviyordu, kaligrafi yaparken bazen kendini kaybettiği dahi oluyordu. Onun heyecanına ortak olup, “Sevindim,” dedim.

Dükkâna geldiğimizde Sencer kapıyı açıp geçmem için yer verdi. İçeriye geçtiğimizde Sencer kapıyı kilitleyip ışıkları açtı. Bakışlarım etraftaki çalışmalara kaydı. Çoğu tamamen bitmiş diğerleri ise daha yarımdı. Etraf bu kadar çalışmaya rağmen oldukça düzenliydi. Sencer, masada duran yarım kalmış çalışmasına geçerken ben de yaptığı çalışmaları inceledim. Kimi sade bir çalışma olurken kimi ise renkli ve gösterişliydi. Sanırım bu renkli olanlar otel içindi.

Aniden önüme tutulan bardakla irkildim. Sencer elindeki iki kupadan birini bana uzattığında tereddütsüzce aldım elinden. Karşısındaki siyah deri sandalyeye oturup çayımdan bir yudum aldım. Burnuma gelen koku ile Sencer’in bardağına baktım. Benimki normal çayken onunki çok farklıydı.

“Dinç tutuyor beni.” Ne olduğunu sorgularcasına baktığımda sormadan cevap verdi.

“Tadına bakabilir miyim?” Başını salladı, önünden bardağı alıp bir yudum aldığımda yüzümü buruşturdum. Kekremsi bir tadı olan çayda bilinmedik tat rahatsız edici değildi. İçinde az miktarda zencefil olması tadına farklı bir hava katmıştı. Bana göre değildi.

“Bunu mu içiyorsun iş yaparken?” Elimden çayı alıp içtiğim taraftan yudumladı. “Çoğunlukla.”

Verdiği cevaptan ötürü onun bu çaydan haz aldığını anladım. Ben, pek sevmezdim bitki çayını ama pek de uzak durduğum söylenemezdi. Kendi çayıma devam ederek kenarda duran romanı elime aldım. Bacaklarımı kalçamın altına alıp romanı okumaya başladım. Arada Sencer’e bakarak yaptığı işteki ciddiyetini izledim. Hafiften gülümsedim, huzur verici bu görüntü olduğumuz anın hissine tekabül ediyordu.

İç çektim. Yüzümü elime dayayıp onun güzel suretini izlemeye devam ettim. Geç bulduğum güzellikte kaybolmanın sırrını kalbime sordum şu an. Kalbim bu soruda cevapsız kalacak kadar yetersizdi.

“Bu kadar seyre dalacağın bir manzarada olmam şanslı mı hissettirmeli?” Aniden çıkan sesiyle doğrulup, “Benim şanslı olduğum aşikâr,” dedim. Masanın üzerinde duran bitmiş çalışmayı kaldırıp, “Gelsene,” dedi. Kalkıp yanına gittim. Masanın ucuna oturduğumda elimi eline hapsetti.

“Yorulmuşsun, çok yıprattın bu aralar kendini.” Başını dizime koyup, “Beni düşünen sen olunca bir sözün dinlendiriyor,” dedi. Parmaklarımı saçlarımın arasında gezdirdim. Beni geçiştirmeyi bırakmazsa ısrarlarım daha da artacaktı.

Kendimce konuştuğum bu histen sıyrılıp arkasına geçtim. Parmaklarım başında yerini alırken masaj yapmaya başladım. Hafiften başını geri yasladığında dudağı memnuniyet içeren bir tavırla kıvrıldı. Gözlerini yumdu ve sessizce fısıldadı. “Şimdi oldu.”

Bu seferde benim dudağım kıvrıldı. “Yorgunluğunu alsam da dinlenmen gerekiyor.” Aslında ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı. Başını usulca salladıktan sonra kapı çaldı. Kaşlarım endişe ile çatılırken bir yandan Sencer’e baktım. Sencer çekmecede duran silahını alıp kapıya doğru yürüdü.

“Kim o?” Sorduğu sorunun cevabı, “Benim Deren,” oldu. Kaşlarım daha çok çatıldı. Kalbimdeki aidiyet duygusundan ötürü o kapıyı açsın istemedim. Sencer, kısa süre bana bakıp kapıyı açtı. Deren, kapıdan içeriye girdiğinde gülen yüzü beni görünce soldu. Kim bilir benden önce kaç defa gelmişti. Tekrar Sencer’e bakıp, “Babam bunu yolladı,” dedi. Sencer, Deren’in elindeki dosyayı alıp kenardaki kitaplığa koydu.

“Zahmet etmişsin, ben aldırırdım dosyayı.” Deren umursamaz bir tavırla hemen masanın önündeki sandalyeye oturdu. Sarı saçlarını geri itekleyip sandalyeye biraz daha kuruldu.

“Dün gecede aynısını dedin sonra acil ihtiyaç oldu, fark etmedin mi?” Bunu bana bakarak söylemişti. Aklınca Sencer’e karşı cephe alacağımı düşünüyordu. Onu yanıltmak istedim. Sencer’in tarafına geçip oturduğu koltuğun kolluğuna kalçamı yaslayıp kolumu Sencer’in omzuna attım. Gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Madem bana savaş açmıştı onu en onulmaz yerinden vuracaktım.

“Bunları başka biri de yapabilirdi.” Bu sefer konuşan ben oldum. Sencer’in konuşmasını istemiyordum, o Tüzer Bey’e olan saygısından kızına bir şey diyemiyordu.

“Ben yapmak istedim ama.”

“Neden?”

“Çünkü Sencer’i görmek istedim.”

“Sencer’i görmen için bir sebebin olmalı.”

“Belki de sebeplerim vardır. Değil mi Sencer?” Göz devirdim. O kadar küçük düşürüyordu ki kendini Sencer’in uyarılarına rağmen ima etmekten ar etmiyordu.

“Sencer’in uyarılarına rağmen mi?” Bu sefer bozuldu. Gurursuz olmamalıydı.

“Ayza haklı Deren.” Deren bu sefer yüzüne ciddi bir ifade takındı. İkimize tek tek bakıp, “Uzak durmak istemiyorum senden Sencer. Ayza’dan önce ben vardım. Neden ben değil de o? Oysa umudum vardı, beni sevebilirsin sanmıştım. On üç yıldır umutla beklemiştim hep,” dedi. Bu sefer sesinde oldukça hüzün vardı. Sencer önce doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı. Onunda yüzünde ciddi bir ifade vardı, sanırım Deren’le bu konuyu daha net konuşmak istiyordu.

“Ama sana daha öncede bunun mümkün olmayacağını söylemiştim. Neden beni zor durumda bırakıyorsun. Eğer böyle devam edersen babanı sebep göstermeyeceğim artık. Hem ben evliyim ve karımı seviyorum, bunu bile bile yazık etme kendine.” Deren’in gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Sencer derin bir nefes alıp vererek geri yaslandı. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı.

“Yine de vazgeçmeyeceğim senden Sencer. Bir gün bana döneceğin vakti bekleyeceğim.” Ayağa kalktı. İşi inada bağlamıştı. Bunu sadece kendine yapmıyordu, duygularıyla herkesi zor durumda bırakıyordu. Dükkandan çıkıp giderken bizi de bir sessizlik aldı. Sencer önündeki işe adapte olmaya çalışırken ben sadece susuyordum. İkimizin de bu konuyu konuşması yersizdi. Bu yüzden kalktım ve arka odaya geçtim. Kılmadığım namazı hatırlayınca çok geçmeden namaza durdum. Ancak böyle ferahlayabilir aklımdakileri yok sayabilirdim.

Kamyonetten inerek ileride çıkan kargaşaya doğru koştuk. Sencer, sağ tarafa koşarken ben de diğer tarafa koştum. Ortamdaki kargaşa hâlâ devam ediyordu. Ağaç dibinde duran bir anne ve çocuğun yanlarına ulaştım. Annenin nabzını kontrol ettiğimde öldüğünü fark ettim. Yanında ağlayan daha bir yaşlarındaki çocuğu kucağıma alıp göğsüme bastırdım. Kadın çocuğu korumak için kollarıyla saklamış, kendini çocuğu için ölüme terk etmişti. Çocuğun ağlaması biraz olsun dinmiyordu. Onunla beraber ben de gözyaşımı akıttım. Kadın daha gencecikti. 25 yaşlarında olduğu aşikârdı. Çöktüğüm yerden kalkıp çocuğu bir görevliye teslim ettim. Akabinde diğer yaralılara baktım fakat çoğu ölmüştü. Sencer’i aradım ama göremedim.

İnsanların içinden geçip etrafı taradığımda hemen köşede tek başına durduğunu fark ettim. Yanına ulaştığımda kızarmış gözlerle bana baktı. Yüzündeki solgun ifade olanlara canının sıkıldığını gösteriyordu. Bana bakmayı bırakıp etrafı izledi.

“Bu daha hiçbir şey Ayza.” Sesindeki emare toplum için korktuğunu gösteriyordu. Ona rahatlayacağı hiçbir söz söyleyemezdim. İnanmazdı. Alnını sertçe ufalayıp tekrar yaralıların yanına geçti. Uzaktan ona bakmam, bana bakmaması için çaba sarf etmesi, onun için içinde yaşadığı bir mücadelenin kendisiydi.

Olanların daha fazla içine girmeden kamyonete ilerledim. Sencer de peşim sıra gelip şoför koltuğuna oturdu. Ona göz ucuyla bakıp tekrar başımı yan tarafa çevirdim. Şimdilik aramızdaki sessizliğe hüküm veremezdim, ona tek bir kelime etmek bu kadar zordu.

“Sana sıkı tutun dediğim zaman sıkı tutun Ayza.” Aniden söylediği sözle arabayı hızlandırdı akabinde, “Sıkı tutun,” deyip arabayı boş araziye doğru çevirdi. Kemerimi bağlamamanın verdiği yanlışlığında yan tarafa savruldum. Dengemi sağlayıp kemeri zorda olsa takabildim. Kapının kulpundan tutarak kendimi güvenceye alabildim fakat pek de dengede durduğumu söyleyemezdim. Sencer, önüne fazlasıyla odaklanmıştı. Arkaya bakabilme cesaretinde bulunduğumda arkamızdaki arabanın içerisinde birkaç silahlı adamın olduğunu görebildim. Arabanın içi gayet net görünüyor, adamların yüzünü seçebiliyordum. Tanımıyordum adamları, Selçuk Bey’in işi olduğu ortadaydı. Biraz ilerledikten sonra kulağıma ilişen bomba sesleri irkilmeme neden oldu. Geçtiğimiz yol büyük bir patlayışa şahit olmuştu.

Önüme dönerek korkunun eşiğinde Allah’a dualar sıraladım. Gözlerimi kapattım, olacaklardan korkum hangi raddedeydi bilmiyorum ama yinede korkuyordum.

“Sağ salim çıkacağız, korkma.” Sencer’in rahatlatıcı sesine gülümseyip, “Biliyorum,” dedim. “Sen bizi buradan sağ salim çıkaracaksın.” Sencer, bana kısa bir bakış attığında gözbebeklerinde gördüğüm endişede işin ne kadar ciddi olduğunu anlayabiliyordum.

“Birazdan arabadan inip koşacağız, hızlı olmanı istiyorum Ayza.” Dediğini başımı onayladım. O an bir patlama daha yayıldı kulağımızın dibinde. Sencer, hızını daha çok arttırıp köşeye saptı. Arabayı bir yerde durdurup indiğinde ben de peşinden indim. Elimi kavrayıp peşi sıra sürükledi. Neredeydik bilmiyordum. Bildiğim tek şey Sencer’in elimi sıkı sıkıya kavramasıydı.

“Hadi güzelim biraz dayan. Hızlı ol gözünü seveyim.” Dediğini yapmaya çalıştım. Arkamızdaki adamların hızı daha fazlaydı. Birden önümüzü kesen adamlarla durmak zorunda kaldık. Sencer, belindeki silahı çıkardı, beni arkasına alarak, “Ne istiyorsunuz?” diye sordu. Adam önce Sencer’e sonra bana baktı. Diğer adamlarda arkamızda belirince bacağımdan çakımı çıkardım. Şu an köşeye sıkışmıştık, en önemlisi de ne yapacağımızı bilmiyorduk. Sencer’in bir planı vardır diye bekledim. Şu anlık onun hamlelerine güvenmekten başka seçeneğim yoktu.

“Sende olan dosyaları.” Sencer adamın dediğine gülüp, “O zaman sizlere kötü haberim var beyler, o dosyalar ait olduğu yerde,” deyip o hayran olduğum gülümsemesini meydana çıkardı. Adamların biri üzerimize geldiğinde Sencer, hiç acımadan adamın bacağına silahı ateşledi. Adam acıdan kıvranırken diğer adamlar bunu bahane ederek üzerimize doğru geldiler.

Seri bir hareketle çakımı adamın kolunda gezdirdim. Adam bileğimi tutup beni ters bir hamle ile yere fırlattı. Üzerime gelecekken Sencer adamın kolunu tutup çakımı alarak adamın boğazını kesti. Yerden kalkamadan diğer adamın Sencer’i tutması ve diğer adamın ise beni tutması, hamlemiz etkisiz kalınca adamın acımasızca çakıyı boğazıma dayaması bir oldu.

“Karını ölü görmek istemiyorsan dediğimizi yapacaksın Sencer Aybars.” Sencer, ne kadar çırpınsa da kollarını tutan iki adama güç yetiremedi. Adamlar neredeyse Sencer’in iki katı iriliğindeydi.

“Onun kılına zarar gelirse dediğinizi yapmak bir yere dursun burada leşinizi hayvanlara sererim.” Arkamdaki adam gür bir kahkaha atıp çakıyı yüzümde yavaşça gezdirdi. Gözümün ucundaki çakı her an beni yaralayabilirdi.

“Çok fevrisin, dediğimizi yap, sen de kurtul karında kurtulsun.” Sencer, bana bakıp tek bir hareketle iki adamın elinden kurtuldu, bacağından çıkardığı çakıyı boynumu sarmalayan koldan kurtarıp adamın alnının ortasına fırlattı. Bunları yapması birkaç saniyesini aldı. Diğerlerinin Sencer’i yakalaması onun için önemli değil gibiydi. Beni kurtarması ona yetmişti ve diğer adamları bu sefer daha kolay halt etmişti. Hızla Sencer’in tarafına geçtim. Daha nasılsın diye soramadan diğer adamları halledip koşmaya devam ettik. Düz yolun sonu dik yukarı yolla başladı. Koşmamız zorlaştığında soluklanmak için durdum. Sencer, yan taraftaki binaya bakıp gözlerini kıstı.

“Şuradaki binaya gir Ayza, ben de yanına gelmek için adamları atlatmalıyım.” Binaya bakıp başımı usulca salladım. Şu an inatlaşmanın vakti değildi, hem kabul etmesem bu işimizi daha çok zorlaştıracaktı ve zaman kaybedecektik. Ben binaya geçerken kendiside geldiği istikamete doğru koştu. O kadar hızlıydı ki ona ayak bağı olduğumu düşündüm bir an.

“Allah’ım yardım et,” diye fısıldadım. Binayı incelediğimde oldukça eski bir yer olması merakla içerisinde gezmemi sağladı. Yıkık dökük olan yerlerde onlarca hatıra bulunuyordu. Kimi yüzümde gülümseme meydana getirirken kimi ise eski olmasından dolayı biraz hüzünlendirmişti.

‘Yaşadığın ne varsa o kadar olgunsun.’

Köşede böyle bir yazıya denk gelmem babamı anımsattı. Defterinde böyle bir yazı vardı. Sanki zamanında bu yazıyı babam yazmış, ondan kalan bir hüznü peyda etmişti. Bu asla bir rastlantı olamazdı. Sanırım onun izlerine her yerde denk gelecektim. Köşeye oturup babamın defterini çantamdan çıkardım. Kaldığım yerden okumaya devam ettim.

Güzel kızım Ayza. Şu an bu satırları okuyorsan şayet boynunda sana bıraktığım kolyeyi taşıyorsundur. O kolyeden kimsenin haberi yok, eğer onu korur kollarsan hesabı en güzel biçimde bitirecek kişi sensin. Güzel kızım, kolyeyi Özmen amcana bahset. O sana doğru yolu gösterecek tek kişi.

Defteri kapatıp kolyeye baktım uzun uzun. Bunu bir iki gün içinde halletmem lazımdı zira halletmezsem bunun vebaliyle yaşayamazdım.

Bir yandan sırtıma binen büyük bir yük bir yandan ise olacaklar… Şu an olacakların bir kısmı yaşanıyordu. Şehir meydanında patlamalar ve önümüzü kesen adamlar daha da artıyordu. Sencer’in nasıl bir durumda olduğunu bilmiyordum. Korkuyordum, sağ salim burada olmazsa neler olacaktı tahmin etmek bile istemiyordum.

Başımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Kafayı yemek üzereydim. Son zamanlardaki yorgunluğum bütün enerjimi almıştı. Ayağa kalkıp küçük pencereden dışarıya baktım. Birkaç kişi görüş alanıma girdiğinde hemen geri çekildim. Şu an kıstırılmıştım buraya. Bir an önce Sencer’le kavuşmak, buradan çıkmak istiyordum. Beton zemine tekrar oturdum. Öğlen ezanı okunuyordu. Ayağa kalkıp kıble bulma arayışına girdim. Sağ tarafımı güneşe çevirdim. Sol tarafım batı, önüm kuzey arka tarafım güney tarafına bakmış olduğunda kıblemi kolay bulabilmiş oldum. Böyle yöntemle kıblemi daha kolay bulabiliyordum. Feracemi çıkarıp yere serdikten sona namazımı eda ettim. Ellerimi açıp uzun uzadıya dua ettim.

Dilimden kalbime inen, sürurlu bir nakşediş ismin...

Süveyda saklı sırlarımla, yine el açışa eğik ruhum.

Susmaya tenezzül edecek değilim.

Yine sana arz ederim biriktirdiğim acziyetimi.

Oturduğum yerden kalkıp feracemi silktim. Toz ne kadar feracemde yapışıp kalmış olsada bunu düşünmek istemedim. Arkamı döndüğüm esnada kapı açıldı. İçeriye giren ve hızla bana sarılan kişi Sencer’di. Ani hareketi bir an hareketlerimi kısıtladı.

“Sencer.” Korku dolu sesime karşılık verip, “İyiyim merak etme,” dedi. Gözlerimi kapatıp, “Çok şükür,” dedim. Sıkıca beline doladım kollarımı. Hızlı alıp verdiği nefeste benim için endişelerini görebiliyordum.

“Hadi gidelim.” Başımı usulca sallayıp yerden çantamı aldım. Sencer’e bakıp, “Nasıl atlattın adamları?” dedim. Elindeki çakıyı bacağındaki kılıfa sokup, “Adamları askeriye tarafına koşturdum, askeriyedeki birkaç arkadaş yardımcı oldu sağ olsun,” dedi.

“Buna sevindim.” Burnumun ucunu parmağıyla silip, “Eh işte,” dedi. Gülümseyip, “Birkaç saatte nasıl başardın toza dumana karışmayı,” diyerek gülümsemesine devam etti. Omuz silkip ilerlemeye devam ettim. Kaçtığımız yolu şu an yürüyerek bitiriyorduk. Sencer ara sıra puslu düşüncelere dalıyordu. Elini tutup usulca söylendim.

Çaresizlik tuzağına düşme. Her zaman bir umut ışığı olduğunu aklından çıkarma. (Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.) – Bakara/156

Gülümseyip, “Çaresizliğimde bana söylediğin bu ayetle şimdi ben utandım,” deyip elimi dudağına götürüp öptü. “Teşekkür ederim.”

Bölüm : 02.04.2025 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş