
Selamun aleyküm sevgili okurlar.
Bu bölüm 1. kitabın finalidir. İkinci kitabı bu kitabın devamı ile çok yakında paylaşacağım.
Bu kitap yıllar önce basılmıştı telifi bittiği için programlarda yayınlamaya başladım. İsteyen basılı olarak alabilir. İki seri halindedir.
Lütfen özellikle bu bölüme yorum yapmanızı istiyorum.
Umarım beğenerek okursunuz.
Keyifli okumalar dilerim.
...
Mücadelemiz büyüktü, geçmişimiz mücadelemize bir pusu kuruyordu. Biz ise o pusuda yaralanıyor, yeniden ayağa kalkıyorduk. Ölüm belki de çok yakındı, biz sadece geleceğimizi seyrediyorduk.
Ben Ayza Giray… Babasını küçükken kaybetmiş hırs dolu bir kızım. Şartlar beni olgunlaştırmış, babam için mücadeleye yönlendirmişti. Dimdik ayaktaydım olanlara karşın. Yılmamıştım, çabalamıştım ve şimdi en büyük zafere doğru ilerliyordum. Yıllarca süren mücadelemin sonucunu birkaç saat sonra alacaktım. Allah’a dayamıştım sırtımı ve zafere ona olan inançlarımla yürümeyi gaye edinmiştim. Allah, zalimlere fırsat vermeyecekti biliyordum. Şimdi ise gerekli olan her şeyi Sencer’le başaracaktım.
Önümdeki anahtarı alıp Özmen amcaya uzattım. Defterde yazılanları Özmen amcaya bahsettiğimde Ereğli kırsalındaki sığınağa gitmiştik. Benim bilmediğim bir sığınak vardı ve onu Özmen amca biliyordu. Sığınakta büyük bir mahzen vardı, şaşkınlıkla incelemiştik mahzeni. Bilmediğim dosyalar ve babama ait diskler vardı. Diskleri almamıştım, elimde olursa tehlikeye sokabilirdim onca emeği. Sadece bir adet diski almıştım. Şimdi o diskteki görüntülerde kalmıştı aklım. Her şey habersizce videoya alınmış, Selçuk Bey’in bütün pisliklerine bizzat şahit olmuştum. Diğer diski elimden almalarına engel olamamıştım ama bu diski koruyacaktım.
“Artık biraz daha umutluyum Özmen amca.” Heyecanla söylediğim sözler Özmen amcayı gülümsetti. Başını usulca sallayıp, “Umut her zaman vardı,” dedi. İçim içime sığmıyordu. Akşamki patlamayı engelleyebilirsek her şey rayına oturacaktı. Selçuk Bey’i de adalete teslim edecektik.
“O zaman sabah sizi sağ salim evde görmek istiyorum.” Sencer’e söylediği sözle Sencer düşünceli bir tavırla, “İnşallah,” dedi. Özmen amca bize veda edip çıktı. Sencer’in bu tavrı heyecanıma gölge düşürdü. Özmen amcayı yolcu ettikten sonra tekrar odaya geri geldi. Dolabın başına geçtiğinde yanına gidip, “Bir şey mi oldu?” dedim. Dolaptan kıyafet çıkarıp bana döndü. Gayriihtiyari bir tebessümle, “Olmadı,” dedi. Sesindeki tını pek inandırıcı değildi fakat üzerine gitmedim. Üzerini değiştirmek için yanımdan ayrıldı. Ben de üzerime kıyafet ayarlayıp hızla üzerimi değiştirdim. Yine hep giydiğimiz kıyafetlere benzer kıyafet giyip evden çıktık. Çok geçmeden Altan ve birkaç adam yanımıza geldiler. Hepsi siyahlara bürünmüş, kimi ise çelik yelekle kendini korumaya almıştı. Altan ve diğer adamlar arkada yerlerini alınca ben de Sencer’in yanına oturdum.
“Mühimmatlar hazır mı Altan?”
“Hepsi hazır, orada bekliyor.” Sencer’in sorusuna gecikmeden cevap verdi Altan.
“Peki, Adriel Edwards?” Altan, imalı bir gülümseme sergileyip, “Paketledik kardeşim, merak etme,” dedi.
“Adamı mı kaçırdınız?” Ben, sonradan olayı öğrenmiştim ve şimdi bunun şaşkınlığını yaşıyordum.
“Kaçırmak mı?” Sencer’in imasıyla sessizleştim. Benim bilmediğim olaylar dönmüştü, dert değildi bu fakat bunları başarmış olmaları şaşkınlığıma sevinç eklemişti.
Seyranlı yerleşkesine çok geçmeden geldik. Kamyonetten inerek kasada duran mühimmatlarımızı aldık. Sencer, yanıma gelip peçemi ağzıma çekti. Feracemin şapkasını kafama geçirip yayımı kolumdan geçirdim. Ok cebesini diğer elime aldığımda Sencer tatmin olmuşçasına bakışlarını benden çekerek kendi maskesini yüzüne geçirdi. El ele tutuşup ilerledik. Altan önde diğer adamlar arkadaydı. Kendimi bu durumun içinde bulmam tuhaf hissettirdi. Alışkındım bu duruma fakat bu bambaşka bir olaydı.
“Korkuyor musun?” Sencer’in sorusu ile etrafı incelemekten vazgeçip güzel yüzüne baktım. Elimdeki elini gösterip, “Sence?” dedim. Elimin üstünü öpüp, “Cesur bir kadınla olduğum için kendimi fazlasıyla şanslı hissediyorum,” diyerek beni kolunun altına aldı. “Başıma bir şey gelse de gözüm arkada kalmaz artık.”
“Cesur kadın için kendini tehlikeye atmayacağını umuyorum.”
“Asla!” Dirseğimle hafiften karnına çakıp, “Ben ciddiyim,” dedim. Gülüp, “Biliyorum,” diyerek başımdan öptü. Yine de onun için endişeleniyordum ama olacakların önüne geçemiyordum. Ne yaparsak yapalım bir tedbirimizi almış sonucu Allah’a bırakmıştık.
Sığınaktan içeriye girdik. Epey ilerledikten sonra sığınağın diğer ucu büyük bir caddeye girdi. Sencer benden uzaklaşıp köşede duran kapıyı açıp içeriye girdi. Çok geçmeden elinde büyükçe bir çantayla geri döndü.
“Ayza, sen yukarıdaki terasa geçeceksin.” Çantadan dürbünlü bir silah çıkarıp bana uzattı. Silahı alıp inceledim. “Senin yanında olsaydım.”
“Benim yanımda olursan işimi zorlaştırırsın Ayza, gözüm üzerinde olacak fakat yanımdayken böyle olması aklımı karıştırır.” Yüzümü okşayıp, “Benim için bunu yap,” dedi. İstemesem de kabul ettim. Yüzümün düştüğünü görünce iki elinin arasına yüzümü alıp usulca fısıldadı:
Ey benim gönlüme sürgün yediğim yâr. Suretin kalbime nakşedildiği gün, bir vâye sözcüğü oturdu dilime. Usulca dedim Rabbe; bana gönlümde bir serzenişe yer verme. Yâr ben de yara ben de, imtihana boyun eğmek yine ben de.
Bugün yüzünde çok başka ifade vardı. Dalgındı ama hırsı onu bu dalgınlığın hasletine düşürmüyordu.
“Ne olursa olsun biz yurdumuzu koruyacağız.” İkna olmam onu rahatlatmıştı. “Allah bizi zayi etmez. Allah bizi şehitliğe layık görmüşse ne mutlu bize.”
“İşte bizim en büyük tutunma dalımız.” Gülümsedim. Bu sefer ona tembihlerde bulunmadım. Şu an olduğumuz yer bizim gayemizin temeliydi.
“Sencer, ne olursa olsun biz yine kavuşacağız. Yine de seni Allah’a emanet ediyorum.” Sıkıca alnımdan öptü. Sanki bir vedaydı bu.
“Allah’a emanet ol ay kız. Ne olursa olsun göreceğim son yüz bu olacak.” İç çektim. Buruktum ama gururluydum.
“Semih, sen hemen arka tarafta Ayza’yı koruyacaksın. Altan, sen kapıyı gözetleyeceksin. Hamit ve Arif, siz de benimle geleceksiniz.” Hepsi birden kabul etti. Semih’le ben yukarıya çıktık. Terasın hemen köşesinde yerimi alırken Sencer ve diğerleri içeriye girdi. Bakışlarım Sencer’le beraber giderken, korkularımın en büyüğünü onun gidişiyle yaşamaya başladım.
İçeride büyük bir füze vardı ve bu füze ya patlayacak ya da durdurulacaktı. İçerisi ne kadar tehlikeliyse benim korkumda o kadar tehlikeliydi. Silahın dürbününden içeriye baktım. Pek bir şey gördüğüm söylenemezdi. Seslice nefesimi dışarıya verdim. Biraz daha sakin düşünmem lazımdı, gözden kaçırdığım bir olayda her şeyi tehlikeye sokabilirdim.
Görüş alanımı genişlettiğimde Sencer’i görebildim. Arkasından yaklaşan adamla bir an korkum gün yüzüne çıksa da Sencer adamı fark edecek ki hızla adama karşılık verebildi. Tuttuğum nefesimi sakince soludum. Sencer hızla arayışa geri döndüğünde dikkatlice hareketlerini izledim.
“Merak etme, Sencer abi dikkatli adamdır.” Semih’in konuşması ile gözümü dürbünden çektim. Biraz doğrulup, “Ondan yana şüphem yok,” dedim. Semih gözlerini kısıp Sencer’e baktığında ben de aynı şekilde içeriye baktım. İçerideki kargaşa dikkatimi çekti. Hızla dürbünden içeriye baktım. Sencer birkaç kişi ile kavgaya tutuşmuştu. Besmele çekerek arkasındaki adama bir el ateş açtım. Kurşunu omzuna getirmeye dikkat ettiğimde Sencer ani atakla adama tekme çaktı. Diğerlerinin de çaresine baktıktan sonra odadan çıktı.
İçeriye girmeyi o kadar istiyordum ki burada böyle eli kolu bağlı durmak canımı sıkıyordu. Çöktüğüm yerden kıpırdayıp yere oturdum. Ağrımış bacaklarımı ufalayıp gözlerimi hafiften kapattım.
“Allah’ım sen sağ salim bu işte bizleri galip çıkar.” Duaları ardı ardına sıralamam, dilimden düşmeyen ayet zikirlerine kalbimi ve aklımı vermem yüreğime bir nebze olsun ferahlık verdi. Sencer ‘sana söz verecek durumum yok’ dediğinde kızmıştım fakat şimdi daha iyi anlıyordum ve böyle ince düşünüşüne biraz daha hayran kalıyordum. Aslına bakılırsa bizim hiçbir şeye söz vermeye durumumuz yoktu.
“Mahmut Arvadi’nin Dağhan Erkuran’ı kaçırdığına dair bilgi aldık, diğer mahzendeki arkadaşlar hemen Ester yerleşkesine geçin.” Sencer’in sesini telsizde duymamla irkildim. Dağhan Erkuran kaçırılmıştı! Boğazıma oturan yumru ile “Olamaz,” diye fısıldadım. İşler daha çok karışacak derken büyük bir patlama beni diğer yöne savurmuştu.
Duvara çarpmamdan dolayı kolumun sağ tarafı ezilmişti. Kulağımdaki çınlama sesi, başıma giren keskin ağrı kendime gelmemi zorlaştırdı. Kendimi yavaştan toparladım. Ayağa kalkmakta zorlandığımda duvardan destek aldım. Ayağa kalktığımda ise baş dönmesinden ötürü sendeledim. Olduğum yerde bir müddet durduktan sonra biraz daha kendime geldim. Tutuna tutuna karşı taraf yürüdüm. Sığınağa baktım, sığınak yerle bir olmuştu. Korkuluğu elimle sıktım. “Sencer,” diye fısıldadım. Akabinde Semih yanıma geldi.
“İyi misin Ayza?” Semih’e cevap vermeden zorda olsa aşağıya indim. Düşmemek için büyük çaba sarf ediyordum şu anda. Sığınağa girecekken Altan önüme geçip, “Dur Ayza,” dedi. Onu dinlemeyip içeriye girecekken kolumdan tutup, “İçeriye girmen tehlikeli,” dedi. Altan’ın elinden kolumu çekip, “Gireceğim,” dedim. Gözlerim çoktan doldu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
“Şu an değil Ayza, ne olur.” Olduğum yere diz üstü çöktüm. Elimle ağzımı kapatıp gözyaşlarımı akıttım. ‘Şimdi değil Sencer.’ Dedim fısıltı ile. Şimdi değil…
Bakışlarımı bir an olsun sığınaktan çekmiyordum. Başka patlayıcıları içeriye döşeyeceklerini tahmin etmiyorduk. Şimdi ise büyük bir darbenin eşiğinde insafsızca katledilmiştik. Olduğum yere daha çok çöküp olacakları izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Başlamıştık, kazanacaktık ve mağlup olmuştuk. Bir ses daha duyulmuş, yerle gök acı bir sese şahit olmuştu. İkinci bir bomba şehri alt üst etmişti. Nasıl bir yöntemi hayata geçirmişlerdi bilmiyordum.
“İyi misin?” Altan’ın hâlsiz çıkan sesine itimat etmedim. İyi değildim, can çekişiyordum. Yıkık dökük binanın altında ben kalmıştım. Kalbimin içinde patlayan bir bomba silsilesi de benim tarumar oluşumdu. Sertçe yutkundum, boğazımdaki düğüm nefes alışımı zorlaştırıyor içeriye girememenin verdiği acı silsileyi ruhuma kadar aktarıyordu.
“Sencer,” diye fısıldadım, “Lütfen bir yerlerden çık gel.” Adı ruhuma acı bir ıstırap yüklerken, acısı benliğimi koca enkaza çevirdi. Ve işte ben, şimdi o enkazda darmadağındım.
“Onu çıkarın oradan Altan, o zaten yaralı, ikinci yarada ölür.” Altan cevap vermedi, gözleri dolmuştu. Çaresizce olduğu yerde volta attığında omzumda bir el hissettim. Bu Serra’ydı. Önüme diz çöktüğünde ona sıkıca sarıldım. Bir yandan hıçkırarak ağlıyor bir yandan sıkıca sarılmaya devam ediyordum.
“Sencer abiyi bulacağız merak etme.”
“Ona bir şey olursa dayanamam Serra.” Sırtımı sıvazlayıp, “Olmayacak,” diye tekrar etti. “Buralar çok karışık Ayza, eve geçelim.” Kabul etmeyip ayağa kalktım. Enkaza doğru yürüdüm fakat izin vermediler. Dilime düşen lâl olmuş sözcüklerle bin bir ah diledim sebep olanlara. Yaramı kanatanlara acı bir serzeniş yolladım. Ölümü yollayan Rabbe ölümün amennasına bir hu çektim. Yerle bir olan sığınakta iki can kayıp gitmişti, işte o kayıp candan biri de bendim. Mahzenin çökmüş kapısına ilerdim. Adım atacakken dış taraftan giren birçok adam silahlarındaki kurşunu üzerimize yağmalamışlar, kimimizi ise esir alarak meydandan çıkarmıştı. İki tarafın savaşı bizim büyük yenilgimize taht kurmuştu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 760 Okunma |
182 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |