35. Bölüm

35. BÖLÜM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

“Zeynep, hadi çabuk ol.” Yiğit’in aceleci tavrı karşısında ne yapacağımı bilemedim. Doğru dürüst hazırlanmama bile izin vermiyordu. Bir yerlere gideceğimizi son dakika söylemiş olması elimi ayağımı birbirine dolamıştı. Valiz dahi hazırlayamamıştım. Beyefendi onları bile kendisi halletmiş, hatta bu işi Ezgi’ye devretmişti. Valizde neler vardı, ne koymuştu hiçbirini bilmiyordum. Ağzımdaki iğneyi eşarbıma takıp, “Neden nereye gideceğimizi söylemiyorsun ki?” diye sordum, bir nevi söyleniyordum. Erkenden uyanmış, üstüne üstlük daha kahvaltı yapmamıştık. Elim ayağım birbirine dolandığından eşarbımın önünü yapamıyor, tekrar bozuyordum. Oflayarak tekrar iğneyi çıkardım. Yiğit, yanıma gelip ağzımdan iğneyi aldı. Ne yapmaya çalıştığını anlamak istedim ve pür dikkat hareketlerini izledim. “Şunu şuraya tak, ağzına alma diye kaç kere söyleyeceğim?” deyip yaptıklarımdan dolayı beni hafiften azarladı.

Elimdeki eşarbı aldıktan sonra bir süre yapmaya çalıştı. Bir de anlıyormuş gibi davranması gerçekten güldürüyordu. Yüzündeki ciddiyet kıkırdamama neden oldu. Özellikle yapmak için uğraşırken hâlden hâle girmesi yüzünün tatlı bir görünüme girmesine neden oluyordu. Yapamadıkça kaşlarını çatıyor, dudaklarını birbirine bastırıyor, gözlerini kısıp işine odaklanmaya çalışıyordu. Mimiklerine takılıp kalmıştım. Dalıp gittiğimi onun bana bakmasıyla idrak ettim. Ben daha anlayamadan burnumu ısırdı. “Kendini geri çek, yoksa evden çıkamayacağız.” Gözlerim aralandı. Aniden işi tatlı tehdide çevirmesine kadar gittik. “Ne yaptım ki?” Dediği gibi kendimi geri çektim. Bakışları tehdidinin bir parçasıymış gibi munzur doluydu.

“Ne yapmadın ki!” Göz devirip aynaya baktım. Ufak bir kahkahayla, “Bu ne?” dedim. “Ben de iyi bir şey yaptın zannedip ciddi ciddi seni bekliyorum.” Gülümsedi.

“Yamacıma gel.” Aynayı es geçip uzattığı eline elimi koydum. Beni kolunun altına koyup gevşek eşarbımı yüzüme çekti. Bir yandan gülüyor bir yandan benimle uğraşıyordu. “Çirkin şey.” Eşarbımı geri çekip, “Bak ya,” diyerek iğnenin ucunu koluna batırdım. “Bir de acele et diyorsun.”

“Bence de acele etmelisin.” Kapıdan çıktığı gibi başını uzatıp, “Bir saattir bekletiliyorum, ayıp ama,” deyip göz kırparak görüş alanımdan uzaklaştı. Peşinden bakakaldım. Bütün işimi sabote ettiği yetmiyormuş gibi daha da zorlaştırmıştı.

Eşarbımı büyük uğraşla yaptıktan sonra aşağıya indim. Yiğit, pencere kenarında eli cebinde dışarıyı izliyordu. Ona geldiğimi fark ettirmeden bir süre izledim varlığını. Duruşundaki o nizamda sessizlik vardı. Kim bilir neler düşünüyordu? Bunu bazen anlayamıyordum, izin vermiyordu.

“Yok ben beklerim dersen çıkıp yeniden yapabilirim eşarbımı.” Beni yeni fark edecek ki sesimi duyduğu an bana döndü. Normalde beni hemen fark ederdi. Buna şaşırmalı mıydım bilmiyorum ama şu son zamanlarda yaşananları düşündükçe şaşırmamam gerektiğini biliyordum.

“Sanırım kadınları bekleme konusunda söylentiler çok haklıymış.”

“Allah Allah, nedenmiş o?” Kolunu omzuma attı. Bir yandan ilerliyor bir yandan söylenmelerini dinliyordum. “O bir kere bundan sayılmıyor.”

Yanağımı sevdi. Kapıdan çıkmadan evvel valizleri aldı. Kerem bizden önce arabayı hazırlamıştı bile. Valizi de yerleştirmek istemişti ama Yiğit buna izin vermemişti. Mesele kendi işi olunca kimseye yaptırmıyordu.

“Kerem, bu birkaç günde evde kimse olmayacak. Sizlerde tatil yapın bu süreçte. Ama telefonlarınız her daim açık olacak tamam mı?” Bizimle giden kimse olmayacaktı anlaşılan. Yiğit, normalde hep tetikte olurdu ama şimdi oldukça rahat gözüküyordu. Herkes bir bir dağılırken biz de arabaya geçtik.

“Ben mi yanlış anladım yoksa kimse gelmeyecek mi?”

“Merak etme, yalnız kalsak da tedbirliyim. Şimdilik sadece sen ve ben olacağız.” Bu benim için çok güzel olsa da yine de gergindim. Yiğit ise gerginliğimi anlayacak ki elimi tuttu. Yüzünde rahatlamam adına bir tebessüm vardı.

“Nereye gidiyoruz peki?”

“Seni kaçırıyorum.”

“Kaçırılmalara alışığız, ne yapalım.” Tek kaşını kaldırarak bana yanlamasına baktı. Omuz silkerek geriye yaslandım. “Yol uzun mu onu bari söyle?” Bu rahatlığıma ben bile şaşırdım. “Uzun,” dedi kısa ve net sözle. Ayakkabılarımı çıkarıp oturduğum yerde bağdaş kurdum. Yiğit, bana ara sıra bakıyor bense istifimi bozmadan duruyordum. “Bir şeyler yiyecek miyiz? Kahvaltı yapıp çıksaydık en azından.”

“Yol üstündeki menemenciye ayıp olurdu bence.” Duyduğum sözle gözlerim parladı. Menemen yiyeceğimizi bilmek şimdiden bütün iştahımı açmıştı. Ara ara babamda götürürdü bizi oraya.

Sessiz geçen yolcuğumuz restoranın önünde son buldu. Arabadan indik. Boş masalardan birine geçtik. Sabahın erken vakti olduğu için mekân kalabalıktı. Gelen garsona siparişleri verdik. Yiğit, lavaboya gidip geldi, ben de o ara etrafı inceledim.

“Nereye gideceğimizi söylemedin hâlâ?” Elindeki elimi parmağıyla okşadı.

“Ufak bir tatil. İkimize de iyi gelir diye düşündüm.” Başımı omzuma eğip, “Buna emin misin?” dedim beklenti dolu gözlerle. O birkaç gün her şeyden uzak olmayı o kadar çok istiyordum ki etrafımızda dolanan o hayat bu düşünceme mani oluyordu. Ben iyi şeylerin olacağını hep korkularımın arkasında bırakıyordum. Elimdeki elini çekip yanağıma getirdi.

“Biliyorum, bu dediklerim sana imkânsız gelebiliyor ama söz konusu sensen kararımda bir ikilem söz konusu olamaz.” Burnumu sıkıp geri çekildi. Bu bir nevi kaçıştı. Her şeyin bu kadar güzel gideceği inancım olmasa da şu anlık bunu düşünmek istemiyordum. En azından Yiğit yanımdayken kendimi güvende hissediyordum. Gelen garsonla masamız donatılmıştı. Acıkan karnımla beraber beklemeden kahvaltıya başladık. Ara sıra Yiğit’e bakıyordum. Onunla ilk defa bu kadar uzun baş başa kalacaktık ve her şeyi kısada olsa arkamızda bırakacaktık.

...

Terasın kapısından içeriye girdiğimde etrafın güzelliğini görünce heyecanla Yiğit’e döndüm. Sessiz sakin bir yerde ve ormanın içindeydi. Hatta bu evden başka bir ev yoktu etrafta. Etrafın huzurlu oluşu, yanımda Yiğit’in varlığı ruhumu dinginleştirdi.

“Hiç kimse yok.” Onayladı.

“Babamdan kaldı burası. Senden önce ara sıra gelirdim. Severim burayı.” Ev bizden önce hazırlanmıştı. Anlaşılan Yiğit, buraya gelmek için son dakika plan yapmamıştı. Sadece benim son dakika haberim olmuştu. Bu minik sürprizi heyecanlandırdı.

“Çok güzel bir yer.” Yanağımı sevdi.

“Seninle daha güzel.” İç çekip başımı göğsüne yasladım. Etrafı izledim bir süre. Kuş seslerini işittikçe huzurum daha da artıyordu. Son zamanlarda yaşadığım zorlu mücadele bu an için bir bedel gibiydi.

“Hadi içeriye gidelim de dinlen biraz.” Ben değil de o daha fazla yorgun gözüküyordu. Geçtik içeriye. İçerisinin ahşap kokusu temizlik kokusunu bastırmıştı. Odayı incelemeyi bıraktım. Yiğit de elini yüzünü yıkayıp gelmişti. Kalbim delicesine çarparken valizin başına geçtim. İçinden rahat kıyafetler alıp banyoya geçtim. Başımdaki eşarbı çıkardıktan sonra saçlarımı tokadan kurtardım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odaya döndüm. Yiğit de telefonda bir şeylerle meşguldü. Beni görünce telefonu yan taraftaki komodinin üzerine koydu.

Yanına gittiğimde bileğimden tutup beni kendine çekti. Dizine oturdum. Saçlarımı yan tarafıma çekip omzumdan öptü. Yamacına sığındım. Başımı göğsüne yaslandığımda kendimi ait olduğum yerde buldum.

“Özlemişim kokunu.” Dudaklarım kıvrıldı. Ben de ondan farklı değildim. Onca yaşanmışlıklara rağmen daha iyi fark etmiştim ki benim yuvam Yiğit’in olduğu her yerdi. Sanki o olmasa ben hep eksik kalacakmış gibiydim. Şimdi olduğum kollar benim yorgun ruhuma iyi geliyordu. Çektiğim sıkıntıları onun yanındayken unutmuştum.

...

Üzerimdeki rahatsız edici kıyafetlerden kurtulup daha rahat kıyafetler giydim. Yiğit, hâlâ uyuyordu ve ben, aklıma gelenle odadan çıktım. Merdivenleri hoplaya zıplaya inip mutfağa yöneldim. Mutfak Yiğit’in planlarıyla doluydu ve ben terasa güzel bir kahvaltı kurmak istedim. Önce çay suyunu koyup diğer kahvaltılıklara yöneldim. Bir yandan köşedeki radyodan açtığım müziğin ritmine ayak uydurdum. Bugün keyfim oldukça yerindeydi. Çayı demledikten sonra dolaptan çıkardığım biberleri kızartıp yumurtaladım. Diğer tavada duran menemen pişince altını kapattım. İki kişi için fazla bir kahvaltıydı ama bugün özel olsun istemiştim. Yiğit yemeyi severdi. Büyük tepsiye hazırladığım kahvaltıyı dizip terasa geçtiğimde hafif soğukluk çarptı bedenime. Artık havalar soğuyordu bu yüzden kalın giyinmeliydim.

Çayı da alıp geldiğimde sıra odaya girmek oldu. Hâlâ uyuyan sevgili kocamın arka tarafına sessizce giriştim. Atkuyruğu yaptığım saçımın ucunu tutup burnuna götürdüm. Önce rahatsız olmadı lakin üsteleyince kıpraştı. Devam ettim ve saçımı yüzünde gezdirdim. Hiç istifini bozmuyordu, sinir bozucu olduğu kadar da ilgisizdi. Biraz daha doğrulup tekrar saçlarımı gezdirdim. O an bileğimi tutup diğer tarafına çekerek sırtımı yatakla buluşturdu.

“Biri ilgi istiyor sanırım.” Bileğimi elinden çekip, “Yok, biz ona kaldırma usulü diyoruz,” deyince başını geriye atıp güldü. Gülmese ölürdü. “Yok yok, bu biraz farklı usül,” deyip başını boynuma gömdü. Huylanmamdan ötürü kahkahalarım arttı. Bence ikimizde halimizden memnunduk.

“Acıktım ama ben, bence kalksak en makbulü bu olacak.” Kaşlarını benim inadıma kaldırıp munzur bir bakış attı. Bense sadece yüzüne bakıyor, kollarındaki hırçın görüntü yerine masum bir hale bürünüyordum. Ona dayanamamak gibi bir huya sahip olmuştum. Kendi değişimim bile tuhaftı.

“Buraya gelmeden önce düşünecektin güzelim.”

“Acı bana,” deyip boşluğuna geldiği an göğsünden ittirdim ama ne yazık ki başarılı olamadım. Gram kıpırdamadı. Vücudu mengene gibi üzerimdeydi ve ben şu an pek de düşündüğüm gibi munzurluk yapıp kaçamayacaktım.

“Bu sefer senin dediğin gibi olsun.” Üzerimden çekilmesi ile hızla yataktan kalktım, zira kırmızı yanaklarım başıma bela olacaktı. Yiğit, başını omuzlarına iki kere hızlıca eğip, “Çok fenasın,” demesine karşın şirin bir gülüşle yanaklarını sıkıp, “Biliyorum,” dedim. Biraz önce kaçan ben değildim sanki. Hızlıca geri çekilip koşar adım kapıya yöneldim. “Kahvaltıyı soğuttun ama,” diye sızlanmayı ihmal etmezken Yiğit peşimden, “Biraz önce doymama izin vermedin ki,” diye seslendi. Odadan çıkarken bir yandan gülmeyi ihmal etmedim. O da söylenmeyi… İkimizin de derdi farklıydı belki de değildi. Ben çoktan terasa gelmiştim bile, fakat Yiğit işlerini halledip gelmesiyle çayı tekrar ısıtma gereği duydum. Demliği tekrar alıp geldim, Yiğit köşede telefonla görüşüyordu. İfadesi sıkıntılı gibiydi ve beni görünce telefonu çok uzatmadan kapatıp yanıma geldi. Yanağımdan öpüp karşı sandalyeye oturdu. Bakışlarım hâlâ üzerindeydi. Gözlerimi kıstım ve incelemeye devam ettim.

Sessizce önümüze dönerken aklımı kurcalayan meselelerle, “Ünal Bey’ler,” dedim o günü kastederek. Biraz önceki neşemden eser kalmamıştı, bunu öğrenmek istemem ise kaç günün getirdiği meraktandı. Yiğit ise benim aksime oldukça soğuk duruyordu, o zaten bu konuda bana hislerini belli etmezdi.

“Zamanı geldiğinde ait olduğu yerde olacak.”

“Ama o gün.” Yiğit elimi tutup, “Bunları şimdi konuşmasak mı canımın içi,” deyip parmaklarıyla elimin üstünü okşadı. Gülümseyip başımı salladım. Dediği gibi sonra konuşmak en doğrusu olacaktı, şu an kendimi her şeyden uzak tutmak istiyordum. Bunu bizzat Yiğit sağlıyordu, onun benden uzak tuttukları benim onun yanında olduğum kadardı. Bu yüzden o da benim gibi arkasını hiç düşünmeden sadece bizi istiyordu.

...

Kahvaltıdan sonra namazımı kılmak için odaya çekildim. Yiğit salonda kaldığı için ne yaptığını bilmiyordum. Üzerimdeki feraceyi askılığa asıp odadan çıktığımda aşağıdaki televizyon sesini duyunca salona yöneldim. Yiğit ortalıkta gözükmüyordu. Bu sefer bahçeye yöneldiğimde onu gördüm. Havuz kenarındaydı, bir elini şortunun cebine sokarken diğer eliyle sigarasını içiyordu. Yavaş adımlarla ilerleyip tam yanında durdum. Beni görünce elindeki sigarasını atıp ayağının ucuyla ezdi. Benim yanımda sigara içmemeye dikkat ediyordu. Önce koku yüzünden yüzümü buruşturdum. O ise eliyle koluma baskı uygulayıp bedenimi kendine çekti. Akabinde oturup ayaklarımızı havuza soktuk. Ayağımı su da yüzdürüp bir yandan güldüm.

“Neden güldün?” Bana soluksuzca bakan Yiğit’e dönüp, “Bilmem,” dedim. “Hoşuma gitti sanırım.” Bana biraz daha yaklaşıp aynı şekilde ayağını havuzda yüzdürdü. Çok beklemeden hızla havuza atladığında ben de onun bana sıçrattığı sudan nasibimi aldım. Girdiği derinlikten çıkarak dağılmış saçlarını geri itti.

“Su çok güzel gelsene.” Uzattığı elini reddedip ayağa kalktım, yoksa bu adamın sağı solu belli olmazdı.

“Sen devam et, ben seni izleyeyim.” Bu halime gülüp, “Yüzmeyi mi bilmiyorsun yoksa!” dedi istihzalı bir edayla. Benimle dalga geçmesi hoşuma gitmiyordu. Burnumu kırıştırıp, “Ben sana öğretirim romantizmine kanacağımı düşünmüyorsun değil mi,” deyip yüzümdeki su damlacıklarını sildim. “Pek ala da biliyorum.” Suda yükselip ellerini ıslak saçlarının arasında gezdirdi. Bu soğukta yaptığı çılgıncaydı.

“Bu büyük kayıp o zaman.” Hem gülüyor hem de bana laf yetiştirmeye çalışıyordu. Ama ben kanmayacaktım. Her ne olursa olsun o suya da girmeyecektim.

“Hadi çık sen de.” Yüzüp tam havuzun dibine geldi. Parmağıyla yaklaşmamı işaret ettiğinde, “Kandıramazsın beni,” dedim kapıya doğru yönelerek. Islanmayı hiç sevmezdim bu yüzden havuz işi en son yapabileceğim bir hobi olabilirdi. Yüzmeyi babam öğretmişti. Sanırım on beş yaşlarındaydım ve her sene gittiğimiz kamp yerlerinde yüzme işini tekrarlardık. Kapıya vardığım esnada bedenimin havalanması ile çığlık attım. Şu an bedenim Yiğit’in iri cüssesindeydi. “Ya bıraksana, ne yapıyorsun?”

“Biraz koca lafı dinle mavi,” deyip bedenimle beraber havuza atladı. Tekrar çığlık atmama kalmadan çoktan havuza girmiştik. Suyun dibinden çıkınca Yiğit’le burun buruna geldik. Önce kendi saçlarını düzeltip ardından yüzümü kaplayan saçlarımı ıslak elleriyle geri itti. Lacivertlerindeki açık ton gülümseyişiyle kayboldu. Eli belime gittiğinde iki omzuna da vurup, “Sen manyak mısın?” dedim. Soluk soluğa kalmıştım. Bir anda böyle suya girmek çok kötü bir seçenekti.

“Cık,” dedi arsız bir gülümseyişle. “Ben manyak değilim ama sana deliyim.” Öfkemi soğutabilecek kadar manyaktı cidden. Su her ne kadar üşütmese de bir süre sonra üşüdüğümü anladım. Hafiften titredim. Yiğit’se sanki şu anın keyfini çıkarır gibi rahattı, ki o zaten hep rahattı. Etrafta kimsenin olmaması onu daha fazla cesaretlendiriyor, uzun zaman yapamayacağımız ne varsa yapıyordu. Bu deliliğe son vermezse ben de onun gibi deli olup çıkacaktım. Bu rahatlığa, bu güzelliğe alışıyordum ve bu hiç iyi bir fikir değildi.

“O bence delilikten değil.” Dudağını dişleyip güldü. Gülüşüne karşılık vermemek olanaksız duruyordu. Ben gülünce parmakları tenime daha çok battı. “O zaman aşktan mı diyoruz,” deyip öptü. Bir an boş bulunduğum için irkildim. Titrediğimi fark edecek ki kolları gevşedi. Suda daha fazla duramayacağım için yüzerek havuzdan çıktım. Tişörtüm rahatsız edici bir haldeydi. “Ama üşümene gönlüm elvermez.” Eğilip sudan yüzüne fırlattım. Kahkaha attı. “Benimle dalga geçme,” dedim. Gülerek yüzmeye devam ederken bense hızlıca odaya çıkıp üzerime daha kalın kıyafetler giydim. Çok geçmeden Yiğit geldiğinde sırıtarak bana bakmaya devam ediyordu. Köşedeki yastığı alıp fırlatmam boşunaydı, beyefendi havada yakaladı.

“Gülme,” dedim sahte kızgınlıkla. Bana inat yapmak hoşuna gidecek ki yanaklarımı sıktı. Yüzündeki tınıya ister istemez güldüm. Bu sefer parmağını yanağımdaki gamzeye götürüp sevdi. Başımı yan tarafa çevirip gülmeye devam ederken o ise öpücüğü çoktan kapıp kaçmıştı. Bu hali tam bir çocuk gibiydi. Çalan telefonuyla beraber önce tereddüt içinde kaldım fakat merakım ile masanın üzerinde duran telefona yaklaştım. Hâlâ duymamıştı ve ben ekranda gördüğüm yabancı isimle gerildim. Daha ben açamadan telefon önümden hızla çekildi. Ne ara geldiğini anlayamadığımdan irkildim. Telefonu sessize alıp bakışlarını bana çevirdi. Sorgularcasına baktım fakat bana sadece, “İşten,” diye geçiştirmesi pek inandırıcı gelmedi. Mesele yarım bıraktığımız meseleydi, bunu anlayabiliyordum.

“Peki,” dedim çok fazla üzerinde durmadan fakat bu durum biraz olsun yüzümü düşürmeye yetti. Bana doğru eğilip, “Sana doğruyu söylüyorum mavi, Ferhat şirketin finansman departmanından. Bugün toplantı yapılacaktı, bilgi vermesi için ben demiştim ama şimdi seninle aramıza telefon sokmak istemiyorum. Ben sonra ararım kendisini,” deyip telefonu masaya geri koydu.

“Açıklama yapmana gerek yoktu ki,” dedim biraz önceki tavrımı geride bırakarak. Tatlı tatlı gülümsemiştim. Yiğit bir süre yüzüme bakıp o da pek lafı uzatmadı.

...

Elimdeki kahveyi yudumlarken Yiğit’in salıncağı ayağıyla ırgalaması ile hafiften sallanıyorduk. Kocaman salıncakta dip dibeydik ve bundan ikimizin de şikâyeti yoktu. O da benim gibi kahvesinden bir yudum alıp başını omzuna yasladığım başımın üzerine koydu. Bu dinginlik uzun zamandır istediğim durumdu, şimdi olağanca kasvetin içinde saniyelerin hesabını yapıyordum.

Buraya geleli üç gün olmasına rağmen biz hiç dışarıya çıkıp gezmemiştik. Üç gün boyunca telefon dahi elimize almazken ne olup ne bittiğinden haberimiz yoktu. En önemlisi de telefonumdaki bildirimler Ezgi’yle Büşra’ya ait olduğunu bilebiliyordum. Şu anlık telefonu açmaya niyetim yoktu, hatta gidene kadar belki de hiç açmam diye düşünsem de olacaklar şimdiden komik duruma düşebilirdi. Bir anda kıkırdayınca Yiğit bana baktı, hızla elimi ağzıma götürüp aklımdaki düşüncelerin dışa yansımasından ötürü utanç duydum.

“Hiç,” dedim aniden. “Aklıma bir şeyler geldi sadece.” Tek kaşını hayretle kaldırıp, “Söylemem diyorsun yani,” dedi.

“Söylerim ki,” deyip oturduğum yerde bağdaş kurdum. “Ezgi aklıma geldi, gidince başımın etini yiyecekte.” Yiğit hiç oralı olmadı, daha doğrusu dediklerim ona göre pek bir şey ifade etmiyordu. Önüne bakmaya devam ederken ben de boş bardakları alarak mutfağa geçtim. Bardakları makineye dizdikten sonra arkamı döndüm. O an Yiğit’le burun buruna geldim. Ellerini uzatınca tezgâhla beni kendi arasına sıkıştırdı.

“Bunu hep yapıyorsun.” Güldü. Bunu kabulleniyordu. “Yapmayayım mı?” Başımı yukarı kaldırırken kaşlarımda kalktı. “Kalbimin ritmini şaşırıyorsun,” deyip omuz silktim. O tekrar güldü. Parmağımı yüzüne götürüp, “Şurası çok fena,” dedim parmaklarım yüzünde, sonra gözlerinde gezinirken. Uzun kirpiklerine dokunmam içimi bir tuhaf etmişti.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp burnunu yüzüme sürttü. Teni tenime değince ürperdim. “Şu kokunu ben hesaba katsam, hesabım şaşar.” Geri çekildi lakin hâlâ yakındı. “Bak bana hiç söyleniyor muyum?” Gülümseyişine karşılık verip hızla kolunun altından çıktım. Bir iki adım geri gidip, “Fakat ben söylenmekte haklıyım,” dedim tatlı bir muzurlukla. Resmen adamı kışkırtıyordum. Köşedeki sürahiden su doldurup birkaç yudumda mideme yollamam ile ona bakışımın mekik dokuması aynı anda gerçekleşiyordu. Bu da bana yapılan bir kışkırtmaydı çünkü karşımdaki adamın duruşuyla bakışlarımı kaçırmam imkânsızdı. Baha birkaç yudumum kalmıştı ki bardak elimden alındı. Yiğit içtiğim yerden içip dudaklarımı götürdüğüm yere dudaklarıyla baskı uyguladı. Ona öyle delicesine bakmam hoşuna gidecek ki, “Su tatlıymış,” cevabını vermekten kaçınmadı. Aptalca duruşuma rağmen beni dürtükleyen o oldu. “Nimet,” dedi farklı bir üslupla, “Boşa gitsin istemem.” Gözlerimi kırpıştırdım. Lakin huzur tam şu an dibime oturdu. O yanımda parlıyordu ben ise sönük kalıyordum. Kara kutudaki adamın böyle kendini çıkarması muazzam bir histi.

İçerisi mi sıcaktı yoksa ben mi yanıyordum? Kendime gelmeliydim, hatta alışmalıydım. Yiğit her an beni utandırırken resmen karşısında kıpkırmızı kesiliyordum. Yanaklarım dahi yanıyorken ondan kaçmam çok da kolay olmuyordu.

“Biz ona fırsatçılık mı diyoruz,” dememle kendini savunması hiç eksilmeden, “Yo, gayet de faydalanmak,” dedi usta bir yaklaşımla. İkisi de aynı şeydi ama ona göre bu farklı bir boyuta düşebiliyordu. Elindeki bardağı makineye koyarken, “Hazırlan, birazdan çıkarız,” deyip kapıdan çıkması bir oldu. Peşinden gidip, “Nereye?” diye sordum.

“Akşam aç kalma gibi bir niyetin yok sanırım.”

“Bu akşam mutfağı sana devretme gibi bir niyetim vardı.” Kolumla kolunu dürtükleyip, “Hani şu menemeninin tadı damağımızda kalan cinslerinden,” deyince kolumu tutup kendine çekti. “Fakat sen domateslere niyetlisin gibime geliyor.” Burnumu kırıştırıp, “Ya ne alaka, ne alaka,” dedim hızla geri çekilirken. Bir defa diline düşmüştük, ne yapsam kurtulamazdım.

“Çok alaka,” dedi boynumu öperken. “Konuşurken silahlarını çekmiyorsun.” Tişörtünün yakasıyla oynamaya başladım, çünkü gözlerine bakamıyordum.

“Sen verdin o silahı elime.” Çenemden tutup başımı kaldırdı. Kendimi şu lacivertlerde bile kaybedebilirken bana dedikleri kendisinin yanında bir hiçti. Geri çekilip hazırlanmaya başladım. Yiğit çoktan hazırlanmış beni bekliyordu. Aynada yansıması dikkatime girerken birkaç sefer iğnenin parmağıma batmasıyla hayıflandım. Dikkatimi dağıtmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kızgın ifadeyle, “Öyle bakarsan parmağımı parçalayacağım,” dedim. Gülerek, “Sakarlığını bana mı yüklüyorsun?” deyip kapıya yöneldi. Laf yetiştiremiyordum. Başımı iki yana sallayıp hazırlanma işini bitirdikten sonra yanına geçtim. Arabaya binerek yol aldık. Önce yolları seyrettim. Denize yakın olan yolu seyretmesi hoştu. Süzülen yolla beraber başka şehrin güzelliğine kapıldım, şu zamana kadar pek başka şehre çıktığım söylenemezdi.

Deniz kenarında büyük bir mekâna geldik. İçeriye girip yerlerimizi aldıktan sonra lavaboya geçip elimi yüzümü yıkayarak yerime döndüm. Yiğit yeni yeni siparişleri verip yemeklerin kısa sürede gelmesini sağladı. Vakit yatsı vaktine yakındı. Hırçın dalgalar görüş alanıma girerken bir süre Yiğit’le konuşmadık. Her şey öyle bir sakinlik kazanmıştı ki bu sakinlikten biz de nasibimizi almıştık. Daha doğrusu sessiz kalmak ikimize de iyi gelmişti. Siparişler gelmiş, yemeğe başlamıştık.

“Balık sevmez misin?” Sorduğu soruyla bakışlarımı tabaktan çektim. Çok fazla yemeğe dokunmamıştım. “Yok severim de sanırım aklıma birkaç şey geldi ondan dolayı dalmışım.” Cevabımla beraber kendisi de cevap bekler gibiydi. “Bana hiç çocukluğundan bahsetmedin.” Aklıma böyle bir şeyin gelmesi tuhaf olduğundan birden böyle konuyu açmam yüz ifadesinin değişmesine neden oldu. Kendimce girdiğim bu hale ben bile şaşırdım fakat ben Yiğit’in ne yaşadığını merak ediyordum. Cevap vermeden yemeğine geri döndü, bu bana sus demek oluyordu. O zaten bu konulara girmeyi sevmiyordu ama bana anlatsın da istiyordum. İç çekip ben de tabağıma geri döndüm. Kalan birkaç lokmayı yedikten sonra mekândan ayrıldık. Sahilde sessizce yürüyor, birbirimize bakmıyorduk. Bu şu an onun kendiyle girdiği bir savaştı. Geçmişini susturuyordu ama ben geçmişte ne yaşamışta bu duruma gelmişti merak içerisindeydim. Bana göre bir soruydu bu ama ona göre bir savaştı. Geçmişini silememişti hâlâ bunu görmem pek bir şey değiştirmiyordu oysaki.

“Babam öldüğünde Nedim beni himayesine almak istedi. Beni ona götüren Mahir’di. Önce onlara gideceğimi düşündüler. Ama amcam diye kimse engel olmadı, onlarında isteği babasızlığı yaşamamamdı ama Nedim bana babasızlığı çok iyi yaşattı. Mahir’le iş birliği yaptılar. Çok şey yaşadım. Bu yüzden onların bana yaşattıklarının aynısını onlara yaşatmak amacım.” Bana döndü. Mahir Bey’e amca bile demiyordu. Ona karşı o kadar nefret doluydu ki elinden gelse onu öldürürdü. “Çok şey yaşadım mavi, inan bana senin duymakta korktuğun şeyler benim çocukluğum. Bu yüzden Kenan amca ve Muaz Bey dışında kimse bilmiyor. Onlarda yaşadıklarımı görmese anlatmazdım. Bu yüzden bana geçmişimi sorma.” Bir iki adım atıp dibinde durdum. Elini tuttuğum an buğulu gözleri beni buldu. Sevdiğim lacivertlerinde sevmediğim ton vardı; öfke... Bu da ne kadar acı çektiğini gösteriyordu. Ona olan sevgim ise o tonu yok ediyordu. Bu sefer ayakuçlarıma basıp yükselerek avuç içlerime yüzünü aldım.

“Ben seni ömrüm yettiğince dinlerim, sen bana gelmezsen ben sana yetişirim ama beni uzaklaştırmak istediklerine uzak kalamam.” Boynuna sarılıp, “Ben seni de çocukluğunu da sararım sevgilim,” deyip burnumu boyun girintisine soktum. Kolları belimde yer edindiği an daha çok sarıldım. O daha küçücük çocuktu ve ben onun çocukluğuna ulaşırsam iyi olabilirdi. “Sana olan sevgimi alıp o küçük Yiğit’e ulaştıramam mı?” Geri çekilerek gözlerine baktım. Gülümseyip alnımdan öptüğünde benim ona olan ulaşma çabalarım birazda olsun işe yarıyordu. “Sen bana çoktan ulaştın mavi, asıl sensiz kalmak bana bir karanlık.”

“O halde benden kaçma, canını acıtan ne varsa anlat.”

...

Yatağın ucunda oturan Yiğit’e kaydı gözüm. Üzerinde eşofmandan hariç bir şey yoktu ve gözüm çıplak sırtına kaydı orada kısa bir süre gezindi. O an ince bir sızı yayıldı yüreğime. Adımlayıp yanına gitmemle bana baktı ama ben, ondan ziyade sırtından çekemiyordum bakışlarımı. Oysa ben, onun geçmişini bana gösteren sırtında görüyordum. Benden kaçırdığı gerçekleri birkaç sefer sırtında görmem bile onun için sevimsiz bir haldi. Geniş omuzlarından biraz aşağıda kürek kemiğinin hizasında belli belirsiz yaralar vardı. Biri ise oldukça büyüktü, kim bilir hangi darbın hangi acısıydı bu. Yaralar yeni sayılmazdı, bunu anlayabiliyordum. Arkasına oturup parmaklarımı sırtında gezdirdim. Soğumuş parmaklarım sırtına ulaştığı an önce bir irkildi lakin hiçbir şey demedi. Kapanan gözlerimin ardından dudağım yarasına değdi. Sanki canım çıksa oraya can olacaktı. Oysa kaç defa dokunmuştum oraya ve ben her geçen gün gördükçe daha fazla anlıyordum onu.

İkimizde birbirimizi dinliyorduk. Ben onu sessizliğimle dinliyordum o ise konuşmamak için direniyordu. Konuşsa buradaki yaraların kelamı dökülecekti dilinden. Yüzümü sırtına yaslayarak kaçtım ondan. İçimdeki o dipsiz his gözlerimin dolmasına neden oluyordu. Oysa bana kendini anlatsın isterken onun kaçışına şahit oluyordum. Sabaha kadar dinlerdim, sabaha kadar severdim. Fakat o bana benden kaçarak geliyordu.

“Bedenindeki çığlıkları susturabilmeyi ne çok isterdim.” Burnum omzuna sürttü. Ona el uzatmak ne kadar zordu. Gözümden düşen yaş sırtına damladı. “Söylesene Yiğit, susma ki seni hissedeyim.” Bana dönmeden ayağa kalktığı anda gideceğini anlayıp bileğini kavradım. Yine bakmadı bana, bakışları pencereden yansıyan sokak lambasındaydı. İçi feryat figandı biliyordum. Bileğini biraz daha tutup yatağın üzerinden geçerek yanına ulaştım. Kollarımı arkadan karnına doğru sarmaladım.

“Tamam, konuşma ama böyle de kaçma.” Bana döndü. Lacivertlerindeki o sızı gözümden kaçmadı. Sığındım kolları arasına, bir visali yaşadım yine eksik çarpan kalbinde. O kadar eksikti ki ne kadar tamamlamak istesem de bunu başaramazdım. Başımı göğsüne yaslayarak anlatmadıklarına perde çektim. Yine de zamana bırakmalıydım anlatacaklarını. Bir gün bana anlattıklarından uzakta bir Yiğit olacaktı, bunun için uğraşacaktım.

Bölüm : 01.02.2025 16:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...