37. Bölüm

37. Bölüm

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

İnsan yaşadıklarıyla olgunlaşıyordu. Düşünceleri değişiyor, geriye baktığında umursamazlıkları büyük bir çember içinde daralıyordu.

Yaşadıklarıma baktıkça hayatın gerçek yüzünü şu an görüyordum. Kötülerin saf dışı bırakıldığı hayatım, kötülerin idame ettirdiği bir gerçeği önüme sürüyordu. Şu an ise bu hayata alışmaktan korkuyordum. Onlara alışmak benim kendimi sakındırdığım hayatı altüst ederdi.

Sabahtan bu yana valizdekileri yıkayıp ütüleyip asmakla meşguldüm. Yatağın ucuna oturduğumda akşam ezanı okunuyordu. Yorgunluktan dilim damağıma yapıştı. Köşedeki sürahiden su doldurup içtim. Eklemlerime giren ağrı kamburlaşan sırtımı dikleştirmemi sağladı. Yavaşça kalkıp banyoya geçtim. Duştan sonra abdestimi de aldıktan sonra akşam namazımı eda ettim. Kur’an okudum, dua ettim derken kapı zilini duymamla daldığım yerden irkilerek ayrıldım. Ben daha merdivenlerden inmeden Ezgi’nin sesi bana ulaştı. Aşağıya indiğimde Halime abla çoktan kapıyı açmıştı. Önde Ezgi çok az mesafede arkasında ise Efe vardı. Ezgi Efe’ye söyleniyor bense bu hallerine gülüyordum. Beni görünce kocaman gülümsedi.

“Kuşum, ah nasıl özlemişim.” Yanıma gelip kocaman sarıldı. Ellerim beline giderken birden değişen bu hali kaşlarımın aralanmasına neden oldu. Geri çekilip yanaklarımdan öptü. “Sıkıldım vallahi, gözüm seni aradı.”

“Ne o, bizimle uğraşmak kesmedi sanırım.” Efe’nin araya girmesi ile Ezgi kaşlarını çattı. Burnunu kırıştırıp, “Sen konuşma,” dedi salona ilerlerken. Efe arkasından yetişip kolunu Ezgi’nin omzuna attı. Diğer eliyle Ezgi’nin saçlarını karıştırıp, “Konuşmazsam senin dilinden kurtulamam ufaklık,” dedi. Ezgi yumruk yaptığı elini Efe’nin karnına geçirdi. Efe inleyerek geri adım atarken bu halleri beni güldürüyordu. Efe’nin inatla Ezgi’ye takılması Ezgi’nin hoşuna gitse de onunki de ayrı bir inatlıktaydı. Koltuklara yerleşirlerken ben de olduğum yerden kımıldayıp berjere oturdum.

“Bana ufaklık deme.”

“Neden, ufaklık değil misin?” Efe Ezgi’nin damarına basmaktan vazgeçmiyordu. Ezgi köşedeki yastığı alıp Efe’ye fırlattı. Efe kahkaha atarken Ezgi ters ters bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir yandan saate bakıyordum, Yiğit hâlâ gelmemişti. Apar topar şirkete geçmek zorunda kalmıştı ve hâlâ bir haber yoktu. Bu onun her zamanki haliydi ve ben bunu sevmiyordum.

“Yiğit’i gördün mü bugün Efe?” Aralarındaki kısa kavgayı ben bozdum. Geri yaslanıp sol bacağını sağ bacağının üstüne koyup rahat pozisyona geçti. “Yok yenge, biz de onu görmeye gelmiştik, meğerse yokmuş.” Omuzlarımı düşürüp, “Anladım,” dedim kısık sesle. Birkaç gün ne güzeldi oysaki. Ona o kadar alışmıştım ki bir saat bile beni zorluyordu. Gözlerini hafiften kıstı ve söylenerek, “Allah Allah,” dedi parmaklarını sakallarında gezdirip. Onunda haberi yoksa şayet ne olabilirdi ki? Başka bir şey demedim. Mutfağa Halime ablaya yardıma gittim. Akşam yemeği ile uğraşıyordu. Köşedeki ekmekleri sessizce keserken bir yandan Efe’nin bilmediğine endişe üretmeye başladım. O zaten bana hiçbir şey söylemezdi, bense böyle merak ederdim işte.

“Kızım, iyi misin?” İrkildim, Halime abla dibime kadar gelmişti ve benden cevap bekliyordu.

“İyiyim abla.” Sesimdeki tınıya inanmadı. Sırtımı sıvazlayıp yanımdan ayrıldı. Anlayışına sevinerek masayı kurmaya başladım. Ezgi peşim sıra gelip elimdeki tabağı alıp tezgâhın üzerine koydu.

“Merak etme, gelir birazdan. Yiğit işte bilmiyor musun?”

“Ne bileyim, ben biraz evhamlıyımdır bilirsin.” Gülümseyip, “Bilmem mi!” dedi istihzalı bir sesle. “Hem sen ayrıntılardan bahset.” Öyle heyecanla konuştu ki ona cevap vermeyeceğimi bile bile hem de… Şu an yeri ve zamanı da değildi zaten. Burnunu sıkıp, “Çok beklersin,” dedim. Tabağı tekrardan alıp masaya götürdüm. Arkamdan hayıflanıyordu.

“Hain gelin.” Arkama bakıp dilimi uzattım. Parmağını uzattı ve tehditkâr tınıyla, “Kolay kolay kaçamayacaksın,” dedi. Omuz silktim, Ezgi’yi sinir etmenin en güzel yoluydu bu. Efe’de bahçede telefon görüşmesi yapıyordu, hatta aramalarına cevap alamıyor demek daha doğruydu. Elimdeki tabağı masaya koyup geri döndüğümde kapı açıldı. Görüş alanıma giren yorgun beden ve kesişen bir çift göz biraz önceki halimden beni çıkardı. Gözlerimi kapattım ve şükrederek soludum. Bu böyle mi olacaktı hep? Kalbim ağzımda mı atacaktı?

Yanına yürüdüm, ardından Bahadır girdi. Kısa bir mesafeden, “Hoş geldiniz,” dedim ikisine de. Bahadır, “Hoş buldum,” deyip salona yönelirken bense Yiğit’in yanına biraz daha yaklaştım. Ona soru sormak yerine, “Masa hazır, seni bekliyoruz,” dedim gülümseyerek. Hiç beklemeden gelip beni sarmaladı. Kolları arasındaki bedenimi özlemle sıkarken nefesim kesiliyordu. Tebessüm ettim, o ise başımdan öpüp hızla banyoya ilerledi.

Salona geçtim. Biz Ezgi’yle mutfakta yiyecektik. Efe masaya geçtiğinde Bahadır’da telefon görüşmesini sonlandırıp diğer köşeye oturdu. Elini yıkayan Yiğit de yanlarında yerini aldı. Ara sıra Yiğit’e baktım. En azından nerede olduğunu öğrenip mutfağa öyle geçmek istiyordum.

“Seni bugün göremedim.” Konuşan Efe oldu. Yiğit sessizliğini bozarak, “İşlerim vardı,” dedi. Konuyu üstü kapalı örtüyordu ama ben ne olduğunu bilebiliyordum. Kapının zilini duyunca Yiğit ayaklandı. İçeriye giren tanıdık simalarla bakışlarım kısıldı. Muaz Bey, Demir Bey ve Serkan masaya yaklaştıklarında bu gecenin uzun süreceğini düşünüyordum. Yiğit ise oldukça ciddiydi.

“Hoş geldiniz,” dedim. Ezgi’ye işaret yaptığımda mutfağa geçtik. “Biz burada devam edelim Ezgi,” dememle Ezgi hiç itiraz etmedi, hatta düşünceli gözüküyordu. Masada ara sıra Bahadır’a baktığını görüyordum.

“İyi misin?” Sorduğum sorunun cevabını geçiştirerek, “İyiyim,” dedi.

“Bir sorun var, bana anlatsan ya.” Ezgi ağır hareketle başını yerden kaldırıp durgun ifadesiyle bana baktı. “Dün Bahadır’la konuştum. Sanırım olmayacak bir işe gönlümü kaptırdım.” Birden kendini açıklaması şaşırtmadı bilakis onun hislerini görebiliyordum. Bahadır’ı da biliyordum. Ezgi gördüğü, yetiştiği hayatı yaşıyordu Bahadır ise hayatındaki takvada Ezgi’yi saf dışı bırakabiliyordu. Bu giyim tarzından yahut diğer başka meselelerden değildi, bu onun takındığı edeptendi.

Bahadır’ı tanıyordum, dinine çok düşkündü. Biz bile birbirimize o kadar uzaktık ki dışarıdan biri görse kuzen olduğumuza inanmazdı. Ezgi çok hassas bir kızdı, eğlenceli oluşu onun hayatındaki çoğu şeyi değiştirmiyordu. Onun ise bu hassasiyete karşı hassas olduğunu biliyordum.

“Hani sana Büşra’nın nikâhında bir şeyler anlatmıştım hatırlıyor musun?” Hatırladığına dair tepki verdi. “Bahadır’la durumun aynı bu güzelim. İslamiyet’in sunduğu bu çerçevede istediği senden değil, mahremiyetten uzaklaşması.” Gülümsedi, “O zaman umut var,” dedi şakıyarak. Birden çocuklaştı. Ona umudun olabileceğini söylemem onu nasıl bir yola sokardı bilmiyordum ama daha dikkatli olacağı kesindi.

“Elbette var. İstersen konuşabilirim ben.” Hızla ayaklandı, “Sen değil ben konuşacağım,” diyerek salona yöneldi. Merakla peşinden gittim. Yemekler çoktan yenmişti. Köşede otururlarken Ezgi yanlarına yaklaştı. Bir an ne yapacak diye düşünmeye başladım.

“Bahadır,” dedi nahif bir tonla. Sesine canlılık gelmişti. Bahadır ise sertleşmiş üslubuyla Ezgi’ye bakıyordu. “Ezgi, konuşmuştuk,” dedi aniden. Ezgi bir an gülümseyemedi. Bahadır’ın soğuk üslubu onu üzse de bundan vazgeçmedi. “Yeter ama ya,” dedi bağırarak. “Evlensene sen benimle.” Şaşkınlıkla Ezgi’ye baktım. Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes pür dikkat Ezgi ile Bahadır’a bakıyordu. Bahadır’da tıpkı bizim gibi şaşırmış, bir şey diyememişti. Ezgi cevap beklerken Bahadır sadece sustu. “Kabul edecek misin?” Yine cevap vermedi. Ezgi ufak bir hayal kırıklığı içerisindeydi. Bahadır sustukça gözünden bir damla yaş süzüldü. Cevap verecek gibi değildi zaten. Dakikalar sürdü bu durum. Ezgi Bahadır’a biraz daha yaklaşıp, “Suç bende,” dedi titreyen sesiyle. “Seni sevmek benim suçum.” Köşeden çantasını alıp hızla evden çıktı. Peşinden gittim lakin yetişemedim. Geri döndüğümde direkt Bahadır’a baktım. Konuşulanları dinliyormuş gibi yapıyordu ama düşünceliydi. Şu an nasıl bir yaklaşımda bulunacağımı bilmiyordum.

“İstersen sonra konuşalım.”

“Yok yok, konuşalım.” Hep beraber üst kata çıktılar. Yiğit onları önden geçirip kendisi yanıma geldi. Elimi tutup, “İyisin değil mi?” dedi yüzümün düştüğünü görünce. O kadar yorgun gözüküyordu ki, beni kendi yorgunluğuna sığdırıyordu.

“İyiyim,” dedim elimdeki eli parmağımla okşayarak. “Asıl sen kötü gözüküyorsun, biraz dinlenseydin ya.” Alnımdan öptü. İyi gözükmeye çalışıyordu ama ben anlıyordum. “Beraber uyursak neden olmasın,” dediğinde gülümsemem çoğaldı. “Başımı omzuna koydum. Ben bile farklı değildim. “Benim de buna ihtiyacım var,” diyerek burnumu boyun girintisine soktum. Gitmesi gerektiği için geri çekildim. Burnumun ucunu öptü, sanki ufak bir çocuğu sever gibi sevdi. Gittiği an ben de odaya çıkmak için sürahiye su doldurup merdivenlerden çıktım. O an Yiğit’in öfkeli sesi kulağıma ilişti. Her kime bağırıyorsa oldukça ürkütücüydü.

“Zeynep’i bu işin içine hiç sokmayacaktınız Muaz Bey.” Geçmişe uzun zaman sonra döndüğünü görmek bir sorun olduğunu gösteriyordu. Yiğit’in beni bu durumdan sakındırması kabul edilmeyecekti, eğer edilirse olaylar daha çok büyüyecekti bunu hepimizin bilmesine rağmen Yiğit’in kabul etmeyişi ve başka çareler üretmesi kabul edilmiyordu. Hâlâ öfkesi geçmemişti. Sanırım bu konuyu bir araya gelip de doğru dürüst konuşmamışlardı. Bu gece de büyük bir muharebe olacaktı.

“Bunun olması gerektiğini biliyordun Yiğit.” Muaz Bey ise oldukça sakindi. Bu konunun neden hâlâ gün yüzünde olduğunu bilmiyordum. “Sana anlatılmıştı ama sen ısrarla kabul etmedin.”

“Sizin işiniz bizim göreve karışmak değil. Demir’i de katmışsınız işin içine.” Kaşlarım şaşkınlıkla aralandı. “Sırf babamın hatırı diye buna müsaade edemem.” Ben Muaz Bey’le sonradan tanıştılar diye düşünürken Muaz Bey’in istihbarattan olduğunu öğrenişim bir an olaylara tuhaf bakmama neden oldu. Yiğit içeriye girerken aslında sırf görevini icra etmesine olanak sağlamıştım.

“İleriye gidiyorsun Yiğit.” Konuşan Serkan oldu. Olayların büyümesi endişesi buradan ayrılmamı sağladı. Yiğit öfkeliydi, o günün öfkesi hâlâ tazeydi. Bu akşamda sırf bu yüzden gelmişti.

“Sizin hesabınızı ayrı alacağım merak etmeyin.” Yiğit sadece Muaz Bey’e değil herkese kızgındı.

“Ne soracakmışsın af edersin de.” Yiğit’in buradan nefesini sertçe soluduğunu duyabiliyordum.

“Ben size ne dedim Serkan? O şerefsizle bir araya getirme, o şerefsizin gözünün ucuyla ona baktırtma demedim mi?”

“Mecburduk.”

“Bok mecburdunuz. Ben kime ne anlatıyorum ki zaten.” O an gürültü koptu. Bir cam parçalanışı duydum. Sanırım duvara bardak fırlatmıştı.

“Yiğit, sakin ol.” Yiğit, kimseyi dinlemiyordu. Artık burada durmamalıydım. Diğer kata yöneldiğimde merdivenden çıkmadan evvel aşağı kattan gelen Efsun’la karşılaştım. O an adımlarım hızlandı. Onu arkamda bırakmaktı niyetim. Bir basamak çıktığımda, “Bütün gözleri üzerine çekmeyi başarmışsın yine,” dedi. Susacaktım, konuşursam pek de iyi söz söyleyeceğimi sanmıyordum. Tekrar bir basamak çıktım lakin susmadı.

“Ama Yiğit’in gözünden düştün.” Alaycı tavrı gülmeme neden oldu. “Hoş sen buna da takılmazsın. İlgiyi seviyorsun.” Elimdeki sürahinin kulpunu sıktım. Kendini ne zannediyordu bilmiyorum ama bu sefer sessiz kalamazdım.

"Bu yüzden mi güzel birkaç gün geçirdik?” Yüzü donuklaştı. Kendimi savunmak yerine onu sinirlendirecek söz söylemek daha cazip geldi. “Üzgünüm tatlım pek de senin gibi düşünmüyorum. Sonuçta bana bakarken gözleri parlayan adamdan bahsediyoruz. Evli bir erkekle ilgili hayal kurman pek zekice gelmiyor.” Yanına biraz daha yaklaşıp fısıltıyla, “Doğruyu söylemem gerekirse bu durum biraz ahlaksızca olabiliyor,” deyip geri çekildim. Ondan sözlerimi esirgemeyecektim. Ben hiçbir zaman doğrular karşısında çekingen kalmamıştım, şimdi de kalmazdım.

“Sen benimle nasıl konuşuyorsun böyle?” Bağırdı. “Küstah.” Başımı iki yana sallayıp geri merdivenlerden çıktım lakin peşimden geldi. Kolumu tuttuğu an basamağı çıkamadım. Ona karşı açık konuşmam hiç hoşuna gitmedi.

“Derdini biliyorum Efsun. Eğer bir an önce gitmezsen ben seni zorla çıkarırım.”

“Bana bak.” Kolumu dürtüklemesiyle dengemi sağlayamadım. Korkuluktan destek almak istedim ama yetişemedim. Arkaya düşen bedenimi başka bir el tuttu. Yiğit’in oluşu beni rahatlattı. Eğer birkaç saniye geç gelseydi merdivenlerden yuvarlanabilirdim. Kaşları çatılan Yiğit, öfkeyle, “Efsun aşağıya geç,” dedi. Öfkesini bastırmak istiyordu ama bu imkânsızdı. Biraz önceki öfkesini de katarsak bu biraz korkuttu.

“Yiğit...” Sözü tamamlanmadan, “Sana geç diyorum, konuşacağız,” dedi. Efsun, ikiletmeden merdivenleri öfkeyle indi. İnerken de tehdit edici bakışlarını ihmal etmedi.

“Ne dedi yine bu?” Omuz silkip, “Aynı Efsun işte,” dedim umursamamaya çalışarak. Yanağımı okşayıp elimden tutarak beni peşi sıra yürüttü. Boşalan çalışma odasına geldiğimizde Efsun’da köşedeki deri koltukta oturuyor elindeki telefonla oynuyordu. Bizi görünce telefonu çantasına koydu. Biçimli dudakları kıvrılırken şu an bana karşı Yiğit’i doldurma derdindeydi. Yiğit, Efsun’un karşısına geçip masanın ucuna oturduktan sonra bir yandan beni kendine çekti. Gülümsemesi bana yöneldiğinde aidiyetlik hissine çekildim.

“Eğer aramızdaki bağ akrabalık bağı olmasaydı, burada bir saniye duramazdın. Bana dair aklında ne varsa onu nasıl büyüttüysen yok etmesini de bileceksin Efsun. Çok az bir sınırım kaldı sana tahammül etmek için, o sınıra başka öfke yerleştirme.” Efsun ciddiyetle Yiğit’i dinledi. Bana kısa bir bakış atıp, “Sen değil o koydu aramıza bu sınırı Yiğit. Sen benden bu kadar nefret etmezdin,” deyince Yiğit sinirle kaşlarını çattı. Bu hastalıklı düşünce midemi bulandırdı.

“O koyduysa buna saygı duyman gerekiyor o zaman. Kendini alçaltarak değil, o sınıra uyarak geri durman gerekiyor. Ondan uzak duracaksın. Bu sana son uyarım Efsun.” Hırsla soludu, bana doğru yaklaşacakken Yiğit beni kendine biraz daha çekti.

“Yavaş ol, çık git yoksa senin açından pek iyi olmaz.”

“Daha ne olabilir ki?” Gözleri doldu. “Seni tanıyamıyorum. Bu kadın bizi birbirimize düşman etti.”

“Birincisi, o benim karım. İkincisi sen hiçbir şeyimsin.” Elinde sıktığı çantanın kulpunu daha da sıktı ve bir şey demeden odadan topuklularının gürültüsüyle çıktı. Başımı iki yana sallayıp bakışlarımı çektim. Kendini üzmekten öteye gidemiyordu. Ne zamandır böyle hissediyordu benim bir bilgim yoktu.

“Hadi sen odaya çık, ben de gelirim birazdan.” Başımı sallayıp yanından ayrıldım. Odaya girerek içine düştüğüm kasvetli hissi yok saydım. Elimdeki sürahiyi komodinin üzerine koyarak yatağın ucuna oturdum. Biraz sonra boğulacakmışım gibi hissediyordum. Sırtımı bazanın başlığına dayayarak telefonu kurcalamaya başladım. Rehbere gidip Büşra’yı aramamla telefon birkaç çalıştan sonra açıldı. Sesini duyduğum an biraz daha iyi hissettim.

“Selamun aleyküm.” Selamıma karşılık verip, “Geldin mi?” diye sordu ardından.

“Bu sabah geldik. Sizi özledim, yarın mahalleye gelirim belki.”

“Biz de seni özledik, hem minnoşun cinsiyetini öğrendik.” Neşeli çıkan sesiyle ben de heyecanlandım. Oturduğum yerden biraz daha doğrulup bağdaş kurdum.

“Ya, hani hemen haber verecektin.” Bu tavrıma gülüp, “Allah Allah, arasaydın sen de,” diyerek sözde beni azarladı. Sözde bana tavır takınıyordu. “Bir kızımız olacak.”

“Oy, sever halası onu.”

“Sevsin tabii, tek halası var onun.” Tebessüm ettim. “Ya, ağlatma beni şimdi.” Bu tavrıma güldü. Ama ne yapayım ağlamaya yer arıyordum. “Aman Zeynep sakın, sen ağlarsan ben de ağlarım. Zaten şu hormonlar beni bir güzel tepe takla etti,” deyince gülüştük.

Yiğit’in odaya girmesiyle biraz daha konuşup kapattım. Yiğit, banyoya geçerken ben de üzerimi değiştirdim. Aynanın karşısına geçip dağınık saçlarımı serbest bırakıp taradım. Sarı saçlarım dalgalı bir hal alırken özenle düzelttim. Yiğit duşunu halletmiş çoktan yanımda yerini almıştı. Uzun saçlarımı parmaklarının arasından geçirip sevdi. Aynadan görüntüsüne baktığımda yorgun ifadesinin arasındaki sıcacık emare dönüp dönüp ona bakmamı sağlatacak kadar güzeldi. Hoş bir endamla bedenimi ona dönüp kollarına sığındım. Küçük bir fısıltı çıktı dudaklarından. Dediğini anlayamıyordum ama güzel sözlerinin ruhumu okşadığını fark edebiliyordum.

“Yatalım mı?” dedim esneyerek. Yatağa geçtiğimizde çoktan başımı göğsünün üzerine koymuştum. İkimizin de buna ihtiyacı varmış gibi sıkı sıkı birbirimize sarıldık. Ben, ona sormadım o ise bana merakımın cevabını vermedi, lakin biliyordu ki ona karşı sorgulayıcıydım.

...

Elimdeki kalemi bir sağa bir sola döndürüyordum. Aklım karmakarışık yapmakta istediklerimle yapmama arasında gidip geliyordum. Dondurduğum okuluma devam etmek istiyordum. Fakat buna Yiğit ne derdi bilmiyordum. Ama beni onaylamayacağını biliyordum. Fakat bunu ben karar vermeliydim.

Oflayarak geri yaslandım. Sabah namazından sonra uyuyamamamın tek nedeni buydu. Tesbihatlarımı çekmiş, birkaç sayfa Kur’an okuduktan sonra bu hale gelmiştim. Üniversiteyi bitirmeliydim, en azından kendimi farklı bir alana sokmalıydım. Zaten bir yılım kalmıştı, bu bir yıl Yiğit için bir sorun olmamalıydı.

Merdivenlerden gelen sesle bakışlarım arkama çevrildi. Yiğit’in beni arayışı ile kendimi göstermek için oturduğum sandalyeden kalktım. Beni görünce, “Ne yapıyorsun burada?” diye sorması kendimi açıklama gereksiniminde bıraktım. Saate baktım, bu kadar vakit oturmam önce şaşırttı akabinde mutfağa yönlendirdi. Saat neredeyse 11:00’di.

“Sen bugün işe gitmeyeceksin sanırım.”

“Bugün Pazar.” Alnıma hafiften avucumun içiyle vurup, “Unutmuşum,” dedim. Sürahiden su doldurup içti. Hemen kahvaltı hazırlığına giriştim. Yiğit’te dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp bana eşlik etti.

“Bugün mahalleye geçsek mi?”

“Yarın ben seni bıraksam olmaz mı? Bugün için söz vermek istemem.”

“Peki,” dedim önümdeki patatesleri tavaya koyarak. “O zaman beraber evde vakit geçiririz.”

“Bak o olabilir.”

“Dünden sonra Ezgi’ye ulaşamadım.” Yiğit cevap vermek yerine, “Çayı demledin mi?” sorusunu yöneltti. Pek belli etmek istemiyordu ama kızgındı. Bahadır’ın nasıl bir düşüncesi vardı bilmiyordum ama Ezgi çok kırılmıştı. Yiğit, karışmıyordu lakin Bahadır konusunda kızgınlığını belli ediyordu. “Demledim,” dedim.

Kızaran patatesleri tabağa koydum. Yiğit yine kaçamakları oynuyordu, bana bakmadığı gibi biraz da moralsiz gibiydi. Masaya geçerek sessizce kahvaltımızı yapıyorduk. Sabahki düşüncelerimi açmak için fırsat kolluyordum. Yiğit elindeki telefonu köşeye koyup bana baktı.

"Uzun zamandır istediğim bir şey var Yiğit.” Dişlediğim dudağımı serbest bıraktım.

“Dinliyorum.”

“Dondurduğum üniversiteye devam etmek istiyorum.” Bir süre yüzüme baktı. Cevabını merak ettiğim gibi tepkilerine çekinerek baktım. Öne eğilip dirseklerini masaya dayadı.

“Tamam, kısa zamanda kayıtları yaptırırız.” Kaşlarım şaşkınlıkla aralandı. Bu tavrıma gülüp, “Niye öyle baktın?” diye sorması bir anda kendimi geri çekmemi sağladı. “Okulunu bitirmeni ben de isterim.”

“Ben izin vermezdin diye düşündüm.” Masanın üzerinde duran elimi tutup, “İzin vermesem kabul edecektin sanki,” dedi yarı alaylı sözle. Güldüm. Yine de bu başımızdaki olaylar yüzünden bu fikir çok cazip gelmeyebilirdi. “Sanırım,” dedim ben de. Çatalı yanağıma değdirip dudaklarına götürdü. Bu hareketi her masaya oturduğumuzda yapması artık bana da bulaşmıştı. Aynı şekilde çatalı dudaklarıma götürüp onun gibi güldüm. Gülüşü kısa sürdüğü gibi dalgınca önündeki tabağa bakıyordu. Tam konuşmak için dudaklarımı aralamışken kapı zili çaldı. Yiğit peçeteyle ağzını silerek masadan kalktı. İçeriye enerjisiyle Efe girdi. Sabah sabah neden burada olduğunu merak ediyordum. Yiğit yerine otururken Efe bana bakıp, “Günaydın yenge,” dedi karşıdaki sandalyeye oturup. Sabah vakti bu enerjisine şaşırdım. “Günaydın,” dedim aynı şekilde. Önüne bir tabak koyup boş bardağa çay doldurdum. Efe rahat bir tavırla Yiğit’e yılışmaktan vazgeçmiyordu. Yiğit ise Efe’nin bu tavrından hiç hoşnut olmayacak ki, “Elin ayağın rahat dursun lan,” deyip kafasına vurdu. Efe kafasını acıyla ufaladı. Bu tavırları gülmeme neden oldu. Efe ters bakışla Yiğit’e bakıp, “Acımasız mısın kardeşim, yengeye de rezil ediyorsun beni,” dedi. Yiğit öfkeyle sabır çekti, mırıldanışı bile bana öyle komik geliyordu ki, gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Köşeden ekmek alıp Efe’nin ağzına tıktı. “Az konuş çok iş yap Efe. Sabah sabah rüyanda beni mi gördün bilmiyorum ki. Niye geldin?”

“Seni görsem kâbusum olur orada da döverdin beni.” Yiğit homurdanarak çayından bir yudum aldı. Sevmiyordu böyle laubalilikleri. Yine de Efe sayesinde eve neşe gelmişti.

“Ezgi’yle konuştun mu hiç?” Araya benim girmemle Efe ve Yiğit arasındaki münakaşaya son verdi.

“Yok görmedim, bir sıkıntı mı var?” Omuz silkip, “Dün akşamdan beri hiç görüşmedik, telefonu kapalı. Durumunu merak ediyorum,” diyerek dünkü olanları kastettim. Efe çenesini sıvazlayıp, “Ben sana ulaşınca haber veririm,” dese de bir şey demedim. Önümdeki tabağı bitirip kalktım. Yiğit’le Efe’de çaylarını alıp salona geçtiler. Aklım Ezgi’ye takılmıştı çoktan. Tekrar aradığımda telefonu kapalıydı. Şimdilik onu yalnız bırakmam en doğrusu olacaktı.

Mutfağı toparlayıp odaya çıktım. Okunan öğlen ezanının ardından namazımı kılıp tekrar aşağıya indim. Yiğit’le Efe’yi göremeyince cam kapıdan bahçeye baktım. Çardakta oturuyorlardı. Kahve yaparak yanlarına gittim.

“İrem ilgilenecekti değil mi?” İrem, İrem... Hatırlamam güç olmadı. Bu bana tahsil edilmiş avukattı. Yiğit beni görünce cevap vermek yerine elini uzattı. Bu yanına gitmem için işaretti. Kahveleri masaya koyup tam Yiğit’in dibine oturdum. Konuya ben de dâhil olsam sorun olmazdı ya.

“Sanırım çok yakında bir görüşmem var.” Yiğit hiç inkâr etmeden, “Yarın,” dedi. “Ama uzasın diye uğraşacağım.” Başımı olumsuzca salladım. Bunu istemiyordum. Biz ne kadar kaçarsak kaçalım en sonunda olacak oluyordu. “Görüşeceğim,” dedim. Kimseden yana bir tedirginliğim yoktu. İşi ertelemeyi sevmezdim velev ki konu bana sunulmuş bir geçmişse bu hiçte ertelenecek durum değildi. Yiğit yine bana karşı çıkmadı. Bunları beni düşündüğünden yapıyordu ama durum vahametini hâlâ koruyordu.

“Kahvelerinizi soğutmayın o halde.” Geriye yaslanıp yaptıkları işi izledim. Efe arada kaytarsa da Yiğit’in ciddiyetinden nasibini alıyordu. En son uyuklarken yakalamış ensesine vurmuştu. Efe sıçrayarak Yiğit’e ters bakış attığında güldüm.

“Lan oğlum, karabasan mısın?”

“Karabasan değilim ama fena basarım. Şu işi bitir ne yapıyorsan yap.” Ben sessizce aralarından ayrıldım. Efe’nin laf yetiştirmelerine daha fazla gülemeyecektim. İçeriye girmemle kapı zilini duydum. Benden önce Halime abla açmıştı. Başımı kapıya uzattığımda Ezgi’yi gördüm. Hızla yanına gidip endişeyle, “Kaç defa aradım, ulaşamadım sana,” dediğimde kendini toparlamışa benzeyecek ki, neşeyle, “Hoş buldum,” dedi. Aslında hislerini saklıyordu. Beraber salona yöneldik. Koltuğa yerleştiğimizde Ezgi’nin konuşmasını bekledim lakin konuşmak yerine telefona gömüldü. Elinden telefonu almamla bana bakan gözlerindeki o sisi gördüm.

“Hadi ama, benden bari saklama. Sana ulaşamadıkça ne yapacağımı bilemedim.” Ezgi omuzlarını düşürüp geri yaslandı. O an gözünden düşen yaş onu ele vermişti.

“Ben ne yapacağımı bilmiyorum Zeynep. Dün bir hata yaptım işte.” Elimi elinin üzerine koyarak, “Sen sadece ne hissettiğini söyledin. Bahadır’ın ne hissettiğini bilsem çok şey söylerdim ama ben ne diyeceğimi bilmiyorum Ezgi,” dedim.

“Ne hissedecek, sevmiyor işte.” Gülümsedim.

“Bence sana bahsettiğim konu bu. Bahadır’ı tanımasam belki tamam derim. Merak etme onunla konuşacağım.”

“Hayır Zeynep, istemiyorum.”

“Sana soran kim. Sen git kendi kendine söylen.” Aramızdaki konuşmayı sonlandıran Yiğit’le Efe oldu. Efe söylene söylene koltuğa otururken Yiğit başını iki yana sallayıp, “Zevzek,” diye söylendi. Yanıma oturup bakışlarını bana odakladı. O an gülümseyişinin içimi ısıtışını izledim.

“Yok yani yemediğimiz laf kalmıyor, bütün tavırların bize mi yani?” O an lafın bana yönelmesi Efe’ye şaşkınlıkla bakmamı sağladı. Yiğit köşedeki yastığı tam Efe’nin kafasına isabet ettirdiğinde Ezgi’de Efe’ye hak verir gibi söylendi. Ezgi’nin bacağına çimdik atıp, “Siz ikinizin derdi ne?” dedim sessizce.

“Yenge, sana lafın yok yeminle. Ama gerçeklere bakınca Yiğit’in bu tavırlarına söz söylemek olmaz.”

“Ama öyle Efe. Bize mum tutturan adam sana gelince mır.” İkisi de gülüştü. Fena kızardığımı hissettim. Mesele ne ara buraya gelmişti böyle.

“İkinizi de kovacağım şimdi. Hem siz niye geldiniz, otursanıza evinizde.”

“Bizi bizi...” Ezgi’de peşinden atlayıp, “Bihter’ini,” deyip köşeye sindiklerinde bu sefer yastığı fırlatan ben oldum. “Al birini vur ötekine işte.”

“Aşk olsun be yenge.”

“Aşk maşk olmasın, defolup git Efe. Sana şirkette aşkı gösteririm.” Efe ayağa kalkıp, “Kardeş dedik bağrımıza bastık,” deyip kapıya yöneldi. Yiğit arkadan Efe’nin ensesine vurduğunda Efe olduğu yerde sendeledi. Peşinden Ezgi gitti. Onları yolcu ederken bile hâlâ laf yetiştirme derdindeydiler. Arkalarından gülerek bakmamla Yiğit’in bana bakan bakışları arasında son durağım oldu.

“Sırf şöyle gülme diye kovdum, sen laf dinlememeye devam et.” Kaşlarım havalandı. Birden tavır alacak ne yapmıştım ki?

“Ne yaptım ki?” dedim. Sesim çocuk gibi çıktı. Dudaklarım büzüldüğü an aniden dudaklarıma indi bakışları.

“Gülme,” dedi dibime gelerek. “Neden?” diye sordum. Oysa cevabını çok iyi biliyordum ve sonumun hiçte iyiye gitmediği aşikârdı.

“Zeynep, bence kaşınıyorsun.” Kıkırdadım. Biraz gıcık etseydim güzel olacaktı ama dayanamamıştım.

“Ama...” İşaret parmağını dudağımın üstüne yerleştirip, “Amalar bana netlik kazandırmıyor mavi,” dedi. Bakışlarım parmağına kaydı. Lacivertlerindeki o koyu ton berraklaşmıştı. Benim parmaklarım ise kirpiklerine dokundu.

“Bu biraz fazla mı kıskançlık oluyor?” Damağını şaklatıp, “Kıskançlık demeyelim biz buna,” deyip boyun girintimden öptü. Geri çekildiği an kollarından çıkıp salona yöneldim.

“Bence diyebiliriz.” Alttan alta gülüp bir yerden kendini ele verdiği durumun tadını çıkarıyordum. Yiğit başını iki yana salladı. O beni gıcık ediyorsa ben hayli ederdim ve bilmezden gelmem tam da başarılı olmamı sağlıyordu. “Sana karşı zaafımı kullanıyorsun,” deyip üzerime gelirken hiçte iyi baktığı söylenemezdi. Geri sürünmeme zaman kalmadan iri cüssesi tam tepemdeydi. Bedenimi kolları arasına aldığı an havalandım.

“Sen de şu an zaaflarla oynuyorsun.” Yüzündeki o arsız bakış beni hiçte reddetmedi. Bu kendimi onun kollarında bulacak kadar benimde zafiyetimdi oysa.

...

Mutfağı toparlayıp çayı demledim. Başımı salona uzattığımda annem örgüsünü örüyor, babam televizyondan haber izliyordu. Büşra ise annemi seyrediyor, bebeğine patikler örmeye çalışıyordu. Bu hali gülümsetti. Aklımdaki dolulukla bahçeye geçtim. Bahadır’la Yiğit sohbet ederken sohbeti bozan ben oldum.

“Bahadır, konuşalım mı beş dakika?” Bahadır’la Yiğit ne konuşacağımızı anlamıştı bile. Sandalye çekip oturdum. Aslında söze nasıl başlayacağımı bilmiyordum ama Ezgi söz konusu olunca illaki her şey konuşulacaktı.

“Zeynep, bu iş senin konuşacağın kadar kolay değil.”

“Neden, en azından bana Ezgi hakkında ne düşündüklerini söyleyebilirsin.” Hiçbir şey demedi hatta kaçırdığı bakışları görünce hissettiklerini anlamam zor olmadı. “Neden kaçıyorsun o zaman? Baksana sen de bir şeyler hissediyorsun.”

“Onun hayatı bambaşka. Ben onu kabullensem de benim hayatım ona ağır gelir. O çok rahat biri Zeynep, ben bir şey desem beni hep yanlış anlayacak.”

“Bu mu yani? Haksızlık yapıyorsun ona. Ne kadar üzüldü görmedin mi? O senin sandığın kadar rahat değil.” Nefesini sertçe soluyup geriye yaslandı. “Yapamam, ben hayallerime birini sığdırmadım hiç. Evlensem de iş yoğunluğumu görüyorsun. Yakında yine tayinim çıkacak gideceğim, görevlerim oluyor kaç ay gelemiyorum eve. Bunlar ona ağır gelir yapamaz. Hem ben de birinin benim için kendini feda etmesini istemem.”

“Sen kendini kendine feda ediyorsun, yapma.” Hiçbir şey demeden ayağa kalktı. “Yapamam Zeynep.” Son sözü bu oldu. Ne Yusuf’un seslenmesine itibar etti ne de arkasını bir kez dönüp bakmadı. Ezgi’ye karşı bir şeyler hissediyordu ama bunu kabul edemiyordu. Belli ki korkuyordu. Şimdilik kendi halinde kalması iyiydi.

Elimin üstüne konan elle bakışlarımı yanımda duran adama çevirdim. “Geçelim mi içeriye, çay demledim,” deyince Yusuf’la ikisi ben demeye kalmadan kalkmıştı bile. Yusuf önden geçerken Yiğit’le kısa bir an yalnız kaldık.

“Bahadır dinlemedi bile beni.”

“Yine de kendileri vereceği karar güzelim. Bırak da kendileri halletsin.”

“Haklısın.” İçeriye girdiğimizde Yiğit salona ben mutfağa geçtim. Çayları doldurarak salona geçtiğimde bakışlarım direkt Büşra’ya kaydı. Öyle komik duruyordu ki, bir an dudaklarımın arasından bir kıkırtı çıktı. Örgüyü kendine yakın tutuyor, istemsizce dilini dudağının üzerine koymuştu. Herkesin bakışları bana yöneldiği an gülmeyi bırakıp çayları sehpalara koydum.

“Kızım yarın devam ederiz, çayımızı içelim.” Büşra’da yorulduğunu anlayınca ipleri poşete koydu. Çay bardağımı avuçlarımın arasına sıkıştırdım ve geri yaslandım. O an babama bakma gereği duydum, ne düşünüyordu bilmiyordum ama pek keyifli olduğu söylenemezdi. Yine de ortaya bir soru atmadım.

“Bahadır neden öyle fırtına gibi gitti. Bize de bir şey demedi.” Konuşan annemdi.

“Acil işi çıkmış, gitmek zorunda kaldı.” Yusuf cevaplayınca rahatladım. Sebepsizce geriliyordum cevap veremediğim sorularla.

"Aysun Hanım gelmedi mi kızım daha?”

“Yarın gelecekmiş, yarın akşam yemek yiyelim diyoruz. Gelebilirsiniz değil mi anne?”

“Yarın için gelemeyiz kızım. Zahmet vermeyeceksek cumartesi günü olsun.” Babam sessizliğini bozunca verdiği cevaptan ötürü hiç iyi şeyler düşünemedim.

“Ne zahmeti baba, tamam cumartesi olur.” Babam usulca başını salladı. Sessizce yerinden kalkıp salondan çıktı. Peşinden bakakaldım. Çok geçmeden elinde kutuyla geldi. Kutuyu Yiğit’e uzatınca merakım biraz daha arttı.

“Bunu baban sana bırakmıştı. Nasip şimdiyeymiş oğlum.” Yiğit kutuyu alıp almama konusunda ikilemdeydi. O an yüzündeki ifade değiştiği gibi rengi de attı. Kutuyu alıp kucağına koydu. Sanırım kutudan haberi yoktu. Merakı öyle çoktu ki, bir an önce açıp bakmak istiyordu.

“Eve gidince açarsın.” Bu ‘yalnız kal, kutuyla yüzleş’ anlamına geliyordu. Yiğit cevap vermedi. Sanki kutuyla beraber hislerini de o kutuya koymuştu.

“Bunu size ne zaman vermişti, neden daha önce vermediniz?” Soğuk çıkan sesi babamın da mimiklerine hissizlik yerleştirdi.

“Babanla olanlar hakkında konuştuğumuz zaman bana güvendiğini söyleyip verdi. Nasip oğlum nasip.” Gülümseyerek Yiğit’in dizine elini koydu. Aralarındaki mesafenin kalkmasına öyle mutlu oldum ki bir an ben de kocaman gülümsedim. Babam Yiğit’e karşı önyargılarını silmiş gibi duruyordu. Bu öyle muazzam histi ki, bir an eski çekincemi yok ettim. Yiğit’te aynı şekilde karşılık verdi babama. Kutudaki bakışları babamda takılı kaldı fakat Yiğit’teki o ifadeyi anlayamadım. Ben zaten bazen Yiğit’in ne hissettiğini anlayamıyordum. Geçmişten gelen o duyguyla savaşıyordu hâlâ bunu görebiliyorum.

...

Genç kadın uykusuzluğun verdiği halsizlikle pencereden dışarıyı izledi. Gün yine bitmiş sevdiği adam yine gelmemişti. Üç gün olmuştu yolunu gözleyeli. Üç gündür ne yüzünü bir kere görebilmişti ne de sakladığı sesindeki tondan kaçabilmişti. Bir sıkıntı vardı ortada görebiliyordu. Son zamanlarda babasının aramaları sıklaşmıştı. Evliliğini hiç isteyemeyen babasının tehditleri çoğalmıştı.

Pencere kenarından ayrılıp berjere oturdu. Köşede oynayan iki yaşındaki kızı Gizem, diğer köşede ise bir şeylerle uğraşan oğlu Yiğit’e baktı. Sıkıntısını onlara yansıtmak istemiyordu ama dibine gelen oğlunun bakışlarından kaçamıyordu. Yiğit altı yaşındaydı ama her şeyi anlıyordu. Annesinin dibine oturup yanaklarını öptü.

“Baba gelecek,” dedi olgunlukla. Aysun Hanım oğlunu şefkatle sarmalamıştı. “Gelecek tabii,” diye karşılık verdi Yiğit’e. “Hadi beraber son öğrendiğimiz Fatiha suresini okuyalım.” Yiğit annesinin yanaklarını okşayıp beraber sureyi okudular. Diğer tarafına ise kızı oturdu. Eşlik ettiği duanın ardından ufak bir gözyaşı yanağında yer edindi. Kucağında uyuttuğu çocuklarını yerlerine yatırırken aşağıdan gelen sesle hızlıca odadan çıktı. Merdivenleri indiğinde karanlık salonla karşılaşması hayal kırıklığına uğrattı. Tekrar merdivenleri çıkacakken hayal kırıklığına uğramadığını görmesi gülümsetti. Yavaşça Sinan Bey’in yanına ulaştı. Sinan Bey’in hissiz bakışları karısını bulunca değişti. Gülümseyip kolları arasına aldı.

İkisi de sessiz kaldı bir müddet. Aysun Hanım bedenini geri çekerek Sinan Bey’in karşısında durdu. “Artık bir açıklama yapmayacak mısın?” İçinde bulunduğu durum karşısındaki adamın sessizliğinde savruluyordu. Dudaklarını aralamıştı ki aniden çalan telefon bütün soruyu cevapsız bırakmaya yetti. Sinan Bey açtığı telefondan aldığı yanıtla hızla ayağa kalktı. Telefonu kapatıp Aysun Hanım’a döndü.

“Gitmemiz gerekiyor bir tanem. Çocukları hazırlayalım, yola çıkacağız.” Aysun Hanım ne olduğunu anlamış değildi. “Nereye?” diye sordu. Sorusunun cevabından ölesiye korkuyordu.

“Sizi güvenli yere yerleştirmem lazım. Ben uzun süre yanınızda olamayacağım. Söz işim bitsin sizi almaya geleceğim.” Aysun Hanım başını iki yana sallayıp, “Ama sen tehlikede olacaksın,” deyince Sinan Bey hiçbir şey demedi. Aysun Hanım’ı arkasında bırakarak çocukların odasına çıktı. Peşinden gelip soru soran Aysun Hanım’ı görmezden geliyordu ama bu onu berbat duruma sokuyordu.

“Sinan, bizimle kalmazsan hiçbir yere gitmeyeceğim. Burada tek başına bırakmam seni.” Sinan Bey karısına dönüp alnından öptü. “Seni burada bıraksam bile beraber olamayacağız sevgilim. En azından aklım sizde kalmasın.” Sustu kadın, konuşacak sözünü çocukları bozuyordu. Onları tehlikeye nasıl sokabilirdi ki?

“Sen de bizimle kal Sinan.” Yalvaran sesi ve ardı ardına akan gözyaşları Sinan Bey’in soğuk yapısını çoktan bozmuştu. Fakat ne kalırım dedi ne de gelirim... Hazırlanan çocuklarla beraber birkaç parça eşya alıp evden çıktılar. Sessizlikleri arabada da devam etti. Sabah namazını kılıp çıktıkları için gün yeni yeni aymaya başlamıştı. Aysun Hanım sessizce gözyaşlarını döküyor Sinan Bey ise hiçbir şey diyemiyordu.

Uzun yolculuğu hızlandıran arkadan gelen araçtı. Sinan Bey arabayı fark edecek ki gaza biraz daha bastı lakin yan taraftan çıkan aracı hiç hesap etmemişti. Bir anda iki araçla beraber önü kesildi. Zaman kısıtlanmıştı, artık akrep ve yelkovan saniyeleri kendine yasaklamıştı. Arabadan çıkan adamlar yolun sonunu gösterdi. Karısına döndü genç adam akabinde çocuklarına son kez baktı.

“Seni çok sevdim ve hep devam edeceğim.” Mırıltı ile söylenip gazı körükledi lakin başarılı olamadı. Açılan ateşle beraber araba oradan oraya savruldu. Ağlayan bir bebeğin sesi, arabayla beraber savrulan bir çocuğun bedeni kalmıştı sadece. Çığlıklar ve birbirinden kopan bedenler şu anın zamanına kan değdirmişti. Silah sesleri kuşların çırpınışına eşlik ederken susmuş yeryüzü. İki canın ölümü şahit olmuş yapılan zulme. Ve kapatmış kadın gözlerini, tuttuğu el ayrılmış elinden. Adamın son sözü olmuşken kadın terk edilmişliğin boynuna takmış zinciri.

Bölüm : 09.02.2025 18:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...