46. Bölüm

46. BÖLÜM

Rumeysa Doğan
rumeysadoganm

Geriye dönüp baktığımda bir boşluk vardı hayatımda. Sanki bir hiç uğruna yaşamış, bir hiç uğruna buraya kadar gelmiştim ama ben bu hiçlikte bile onu sevebilmenin hatıralarını bile sevebiliyordum. Ne yazık ki artık o ve ben bu hiçlikten aşağı düşmüştük bile. İstesem de, kalbim ona koşsa da sığınamazdım artık kollarına. Kendimi nasıl ondan uzak tutacağımı bilmiyordum. Özlemim, ona olan bağım bu uzaklıkta tam bir cezaydı.

Sabahtan bu yana pencereden dışarıya bakıyordum. Geleceğim demişti bense git demiştim ama dilimin söylediği bu yalan açık şekilde beni pencere kenarına itiyordu. Yine git diyeceğimi bildiğimden kendimi bu söze hazırlıklı hissettirme çabalarındaydım. İlk çabamda artık pencere kenarında durmuyordum.

Annemle babam bana arada bakıyor, bu halime gülerek başlarını iki yana sallayıp, ‘Sen iflah olmazsın’ der gibi tekrar işlerine dönüyorlardı.

“Ben biraz yürüyüşe çıkacağım anne, Hümeyra hazır uyuyorken biraz hava alır gelirim.”

“Akşam yemeğine yetiş.” Başımı sallayıp odaya geçtim. Eğer döndüğümde o burada olursa girmeyecektim eve. En iyi çözüm bu olurdu benim için. Üzerimi giyindikten sonra dışarıya çıktım. Kaç gündür evden dışarıya çıkmadığımdan kendimi tuhaf hissettim. Ellerimi feracemin cebine sokup ilerledim. Aklımda öyle çok şey birikmişti ki dışarıya çıkınca hepsini bir çözüme kavuşturmuş gibiydim.

Biraz yürüdükten sonra dolmuşa bindim. Dolmuş bugün çok dolu değildi o yüzden kendime bir yer bulmam kolay oldu. Çantamdaki kulaklığı çıkardım. Kulaklığı takacaktım ki yanımda oluşan hareketlenme ile başımı yan tarafa çevirdim. Gördüğüm kişi Muaz Bey’di. En son onu hastanede görmüştüm, şimdi yanımda ne işi vardı merak ediyordum, hem de dolmuşta…

“Siz?” dedim sorgu dolu sesimle. Yanıma oturdu. Önce bir müddet önüne baktı sonra bana döndü. Ona bakarken kendimi acayip gerilmiş hissediyordum. Bunu anlayacak ki rahatlamam için gülümsedi.

“Biraz konuşalım mı?”

“Ne hakkında?”

“Sahile geçelim, konuşuruz. Burada konuşulacak bir mevzu değil.” Onu onayladım, yine ne derdi vardı bilmeliydim. Ya da yine ben kimin hayatını kurtaracaktım merak ediyordum. Dolmuş durakta durunca ikimizde indik. Sessizce yürüyüşümüz sahilin orada son buldu. İç sesimi saymazsak!

Şu an ikimizde denize bakıyor, lafı kim açacak diye bekliyorduk. Muaz Bey bana dönüp, “Gelişin zamansız oldu,” dedi. Bu düşüncesi acımasızcaydı. Buruk bir tebessümle, “Planlarınızı altüst mü ettim yoksa?” deyince alaycı sesime karşın yüzüme bir müddet baktı. Üzerimdeki kırgınlık bir türlü dinmeyecekti. Hiç lafı da eveleyip gevelemeye gerek yoktu zaten o da beni anlıyordu.

“Senden habersiz plan yaptık zannetmiyorum.” Ona doğru döndüğümde yüzündeki ciddiyetin yerini şefkat almıştı. Yorgun, kırgın ve kızgın olduğumu biliyordu.

“Mesele bu değil ki,” deyip kollarımı birbirine doladım. Hava çok soğuk değildi ama ben üşüyordum. “Mesele, sizin kendi kafanıza göre olaylara müdahale etmeniz. Ben gitmem dedikçe beni oraya zorla göndermeniz.”

“Sana anlatmıştım.” Evet anlatmıştı. Hamile olduğumu öğrenen birinin peşime düşmesi bizi bütün bu olanlara itti. Kimliğimin bile değişmesi beni bu dünyadan tamamen uzaklaştırmıştı. “Evet,” dedim. Soğuk üslubum aramızdaki anlaşmanın en temel yapısıydı. “Peki şimdi neden geldiniz?” Ellerini kumaş pantolonunun cebine soktu. Karşımdaki adamın tam bir polis olduğu duruşuyla anlaşılıyordu. Yaşı vardı ama genç görünüyordu. Uzun boylu heybetli adamdı Muaz Bey ve bu heybeti onu oldukça karizma gösteriyordu.

“Birazdan görürsün.” Kaşlarım kalktı, beklemek gerektiğini anladım. Çok geçmeden karşıdan gelen kişiyle hiç şaşırmadım. Yiğit’in yanımıza gelmesi çok uzun sürmediği gibi onunda bu durumdan yeni haberdar olması yadsınamazdı. Şirketten çıkıp geldiği takım elbiseli halinden belliydi. Önce bana baktı ardından Muaz Bey’e döndü.

“Söz hakkın bitti diye biliyordum.” Aralarında soğuk rüzgâr esiyordu. Yiğit’in öfkesi şu an bu rüzgârı kasırgaya çevirebilirdi ama yapmadı çünkü ben vardım. Muaz Bey, babacan tavrıyla duruyordu tam karşısında ve gülüşü bile Yiğit’e özel duruyordu. Aralarında çok boy farkı yoktu. “Beni hiç tanıyamamışsın evlat,” deyince Yiğit’in hal ve hareketleri değişti, gerilmişti. Ama Muaz Bey’in tavrı fevkalade rahattı. Elleri cepte Yiğit’e yaklaştı. Yiğit kızgındı ama ona karşıda düşmanca yaklaşmıyordu.

“Seni tanımamak imkânsız!” Gevrek bir gülüş belirdi yüzünde. “Kafasına göre planlar yapan ama bensizde duramayansın.” Alaylı konuşması aradaki sıkıntıyı genişletti. Muaz Bey başını sallayıp, “Çok doğru,” dedi. “Şöyle geçelim, konuşalım biraz.” Muaz Bey’in teklifi ile ilerideki çardaklardan birine oturduk. Yiğit tam yanıma oturarak beni inceledi. Gülümsediğinde karşılık veremedim.

“Kolyeyi bize vermeni istiyoruz Zeynep.” Şaşkınlıkla Muaz Bey’e baktım sonra ise Yiğit’e. Zırh gibi taşıdığım kolyeyi şimdi benden istemeleri tuhaftı.

“Neden?” dedim. Merakımın her uç noktada beni bir yerlere taşıması beni bir domino taşı gibi yıkıyordu. Bu sefer nasıl bir olay beni bekliyordu bilmiyordum.

“Karşı tarafın o kasaya ulaşması için.” Kaşlarım çatıldı. “O zırh gibi korunan kasaya mı?” dediğimde başını olumlu şekilde salladı. “Artık korunması değil açığa çıkması gerekiyor.” Bu sefer konuşan Yiğit oldu. Yüz ifadesi rahat olduğuna göre gerçekten dediklerini yapmalarında bir risk yok gibiydi. Onların dediğini kabul edip eşarbımın altında kalan kolyeyi çıkarıp Yiğit’e uzattım. Daha önce anlaşmışlardı zannımca, bu yüzden konu hakkında yorum yapmadılar. “Benden istediğiniz başka bir şey var mı?” İmalı sorumla ikisinin da şah damarından girdim. “İyi, ben gidiyorum.” Ayağa kalkınca, “Zeynep,” diyen sesle duraksadım. Muaz Bey, oturmam için işaret edip, “Birkaç dakika,” dedi anlatacaklarına karşın. Tereddüt ettim önce, şu an konu duygusala bağlanacaktı eminim. Benim kırgınlıklarıma karşın Yiğit’in de kırgınlıkları vardı.

“Aranızdaki bağın kopmasını isteyecek en son kişi benim. Lütfen beni yanlış anlamayın.”

“Siz bizi düşünüyorsunuz.” İnanmazcasına çıktı sesim, daha doğrusu alaycıydı. Yüzü düştü ama tez toparlayarak dudağının kenarını kıvırdı. Ona karşı yaklaşımım en az Yiğit’inki kadardı. Yanımdaki oturan adam sanki bir yabancıymış gibi olması diğer yanıydı.

“Elbette,” dediğinde sözümün tersinin tasdikiydi bu. “Yiğit ben her şeyi öğrendim.” Yiğit bu söz karşısında bana baktı. Gözlerindeki o boşluk benim gardımı indiriyordu her seferinde.

“Şüphem yok.” Muaz Bey geri yaslanıp Yiğit’in söylediklerine dudak bükerek baktı.

“Şu sakinliğin bazen beni şaşırtıyor.”

“Yakıp yıkmamı mı istiyorsun?” Kahkaha attı, başını iki yana sallayıp, “Yapmadığın şey değil,” dese de Yiğit bu tutuma karşılık vermedi. Yaslandığı yerden dikleşip, “Bunu ben anlatacağım, şu an senin öğrendiklerine bırakmam onu,” dedi. O, bendim.

“Peki,” dedi ve ayağa kalktı. Tepeden ikimize bakıp, “Sizi barışmış görmek istiyorum artık,” deyince göz devirdim. Gittiği an bir yandan arkasına dönüp bu halimize gülüyordu. Yan tarafımdan çantamı alıp ayaklandım. Burada durmak, onu dinlemek istemiyordum. Gideceğim dedim ama bileğimden tutup beni engellemesi adımımda beni geriye çekti. Başını yukarıya kaldırınca bu görüntü içten içe beni ona çekiyordu zaten. Lacivertleri öyle güzel bakıyordu ki, yüreğimde kızıp yakan o histen arınamıyordum. “Gitme.”

“Konuşacak bir söz kalmadı ki.” Beni yerime oturtup bedenini bana çevirdi. Sağ bacağını kırıp diğer bacağının altına alınca bu sefer birbirimize daha da yakınlaştık.

“Sana git dediğim gün aslında gitmendeki büyük zorunluluktu.” Titreyen gözbebeklerim yüzünden dakikalarca ayrılmadı. Kurumuş dudaklarını yalayıp, “Senin gittiğin gün Efsun’u garanti altına almalıydım,” deyince yine bir şeylerin bilinmezliğindeydim. “O kadın…” Susturdu, parmağı dudağımda yerini alınca bakışları da direkt oraya kaydı ve alt dudağımı boylu boyunca okşadı. Yutkunduğum an kızaran yüzlerimle ona tam olarak açık verdiğim andı. Dudağı usulca kıvrıldı.

“O kadın umurumda bile değil. Benim garantiye almam gereken gerçekler vardı çünkü.” Yüzümü hızla elinden çekerek onu büyük hezimete uğrattım.

“Ben o kadar anlayışsız mıydım ki seni anlamayacaktım Yiğit. Asıl mesele ne biliyor musun?” Merakla yüzüme baktı. Kalbim taştan olsa şu an çatlardı. “Asıl mesele senin bana güvenmiyor oluşunmuş. Asıl mesele senin beni ayak bağı olarak görüyor oluşunmuş. Sen kendi meselelerin yüzünden beni mahvettin. Şimdi eserine iyi bak.” Dudaklarını birbirine bastırıp başını eğdi. Onu yaralamak istediğim bir durum değildi ama ben çok kırılmıştım. Hiçbir söz telafi etmezdi artık aramızdaki bağa.

“Ben bu hayatta bir tek sana güveniyorum Zeynep. Benim güvenmediklerim sana zarar veriyordu asıl. Bunu yapmasaydım daha fazla zarar görürdün.”

“Ben bu yaşadıklarımdan daha fazla zarar görmezdim. En büyük zararı sen verdin Yiğit. İstesem de o enkaz üzerimden kalkmaz artık.” Ayağa kalktım ve son kez, “Kırgınım,” dedim. “Ve bu kolay kolay iyi etmeyecek beni. Sana güvenmem için tek sözün benim nezdimde geçersiz,” dedim. Çantamı alıp yanından ayrıldım. Arkada bıraktığım beden iki sözümün arasındaki arafta sallanıyordu. Köşe bucak kaçtığım o gözlerden yine dönüp dolaşıp onu bulduğum yer oluyordu.

Eve döndüğümde bir saatlik hava almanın sonu üç saati bulmuştu neredeyse. Eve girdiğimde Ezgi’nin gelmiş olması evdeki boğuk havayı yok etmişti. Kahkahalar havada uçuşuyordu. Üzerimi değiştirip yanlarına geçmem bende de koca gülümsemeyi ortaya koydu. Hemen köşedeki berjere oturup Hümeyra ile oyunlarını izledim. Hümeyra halinden memnun olacak ki gözü beni görmüyordu. Legolarla şekiller yapıyorlar sonra onları bir kukla gibi oynatıyorlardı.

Kapı çalınca ben kalktım ayağa. Odadaki herkes kendi halindeyken söylene söylene ilerledim. Kapıyı açınca önüme hızla gelen Efe, “Uyumadı demi yenge, uyumadığını söyle,” diyerek hızlıca ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Kastettiği ile kıkırdayıp, “Efe amcam gelene kadar uyumam,” dedi deyince gözleri parlayarak bana baktı. O an onu şaşırttım. “Amcayım değil mi?” Sorusundaki masumiyet gülümsetti. O bir aile istiyordu o da oluyordu. “Elbette,” dedim, “Amcasısın.” Benim gibi gülümseyip salona ilerledi.

“Hani benim prensesim.” Hümeyra, Efe’yi görünce neredeyse uçacaktı. “Epee,” diyerek Efe’ye koştuğunda hepimiz bu duruma kahkaha attı. İsmini de öğrenmişti ve ben onların bu halini şimdiden sevmiştim. Onu sevmişti. Eliyle Efe’nin saçlarına dokunup, “Ösledim,” deyince şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Bizim kız şimdiden herkese alışmıştı.

“O zaman özlem giderelim değil mi?” Etrafta bir tur döndürdü. Hümeyra kahkaha atıyor Efe onu biraz daha şımartıyordu, şimdiden herkesi etrafına pervane etmişti. Onları salonda bırakıp kahve yapmak için mutfağa geçtim. Annem düzeni hiç değiştirmemişti, bu yüzden neyin nerede olduğunu kolay buldum.

“Zeynep?” Ezgi’nin yanıma gelmesi ile elimdeki cezveyi tezgâhın üzerine koydum. “Efendim.” Belini tezgâha yaslayıp, “Seninle zaman geçirmeyi özlemişim, kahveyi boş ver de biraz bahçede oturalım mı?” deyip melül melül gözlerime baktı. Ben de özlemiştim, her şeyi, eskiyi…

“Tamam,” deyip beraber bahçeye geçtik. Önce o konuşmak için dudaklarını araladı ama ben atılıp, “Neler yaptın?” dedim sanki bir şeylerden kaçmak ister gibi. O bunu anlayacak ki gülümsedi. O günden bu yana sadece saçlarını boyamıştı. Çok fazla değişiklik yoktu.

“Ben bildiğin gibi işte, ev iş aynı.” Kollarını masaya koyup, “Ama sen çok iyi gözükmüyorsun,” deyince biraz önceki atılımım boşuna oldu. Çok detaya girmeden, “Yorucu bir zamandan geçtim ama şimdi iyiyim,” desem de inanmadı. Onun yüzüme bile bakması anlaşılır kılıyordu her şeyi.

“Durgunsun en önemlisi de ışığın sönmüş gibi. Karanlıktan korkan ama yine de karanlığa sığınan bir ana girmişsin Zeynep.”

“Bildiklerin üzere olanlar hakkında konuşmayacağız değil mi?” Keyfi kaçtı. Bu bizi o ana götürdü ve konunun üzerine ufak bir yara serpti. Masanın üzerindeki elime elini koyması bir yandan beni anlaması kadar muazzamdı.

“Büşra’yla konuştuk akşam, her şeyi biliyorum. Belki konuşmak yararsız ama seninle şu konuşmayı yapacağım diye neredeyse ödev ezberi gibi oldum.” İlk gerçeğe göre son söylediği güldürdü.

“Büşra işte, ağzında bakla ıslanmaz ki!” Yüzünü ekşiterek hayıflandı.

“Sana kalsa ömür billah bilemeyeceğiz.”

“Allah Allah, hiç dedikodumu yaptığınız için suçluluk duymayın zaten.” Kıkırdadı akabinde omuz silkerek, “Hiç kaçmaz,” diyerek olaya daha fazla müdahil olmamı engelledi. Deliydi bunlar, bende deliler arasında kalmış delirmeye yakındım.

“Yiğit,” dedi aniden. Olaya böyle girmesi gülüşümü soldurdu. Zaten bu konu hakkında sessiz kalmazdı. Zaten kaçamadığımda ortadaydı, hem bunları öğrenmek zorundaydım. “Bana bilmediklerimden bahset Ezgi,” dedim. Sesim ufaldı da ufaldı. Korkuyordum biraz da. Ezgi böyle her şeye nokta atışı yapıyordu ve ben açık kart vermeye çekiniyordum.

“Efsun şu an babasının derdinden başka bir şey düşünemez.” Nefesimi soludum, onun sesini duymak istemiyordum. “Mahir amcamı teslim ettik.”

“Hak yerini bulmuş.” Gülümseyerek başını salladı. Konuşurken özenle seçiyordu kelimelerini, beni tatmin edecek sözler söylemek istiyordu. “O gün Efsun babasına belgeyi imzalattı. Tek istediği buydu Yiğit’in, o yüzden de biraz kırıcı davrandı. Bunu yapmak zorundaydı Zeynep, tek teminatımız Efsun’du. O günde senin yanına gelip bitti demeliydi, Efsun’un isteği buydu. O zaman imzalatacaktı babasına.” Başımı iki yana sallayıp güldüm. Efsun’un hastalıklı sevgisi her şeyi mahvetmeye yetmişti. “Şimdi nasıl oldu da Efsun’u göz ardı edebildi?” Sesim fazlasıyla alaycıydı.

“Belki ilk zamanlar edemedi ama babasının hapse gireceğini bilmediğinden o buna büyük yıkım oldu. Bir nevi şaşırtmaca oynadı.”

“O belgede ne vardı?”

“Uzun bir sözleşmeydi zaten, ilk satırlar onların aleyhineydi ama Mahir amcamın okumayacağını bildiğinden sonlara doğru ufak serpiştirmeler yaptı. Buna Efsun da dâhil. Birkaç gün geçtiğinde de ipler koptu, önce Mahir amcam alındı sonra ise Efsun’u garanti altına aldı.”

“Yiğit için ailesinden vazgeçti yani.” Başını salladığında içimde biriken duygu patlamasıyla cebelleştim. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Onu affedebilir miydim sahi? Affetsem bile kırgınlığım bir türlü dinmezdi.

“O bencilliği yüzünden Yiğit’i de takıntı haline getirdi ya.”

“Bu onu daha çok hırslandırmıştır.”

“Ama onu uzak tutacak deliller var.” Güldü. Tekrar elimi kavrayıp, “Kırgınsın biliyorum ama ona son bir kez şans veremez misin? Sen gittikten sonraki halini sana anlatmak bile beni ürkütüyor ama o şansı bir kere daha hak ediyor,” dedi. Sessiz kaldım. Bu benim hazır olmadığım durumdu. Belki o bir şeyleri rayına oturtmaya çalışıyordu ama beni de fazlasıyla kırmıştı.

“Bu zamana kadar anlayışsız mıydım da bana bunları anlatmadınız?”

“Öyle bir şey düşünmedik biz hiç. Yiğit o gece sana zarar veren adamı çok sorguladı ne öğrendi bilmiyoruz ama o öğrendiklerinden sonra seni o evde tutmak istemedi. Birkaç gün ayrı kalacaktın sadece, sonra gelip sana anlatacakmış zaten her şeyi.”

“Bunun olması içinde beni mahvetmesi gerekiyormuş. Çok etkileyici.” Bir şey demedi. “Bana neden hastanede olduğunu söyleyecek misin peki?” Yine bir şey demedi. Güldüm. Benden fedakarlık bekliyordu ama o bana karşı hiç de öyle değildi.

“Ben neyim sizin gözünüzde Ezgi?” Kaşları büzüldü. Ellerimi tutup, “Sen benim için çok değerlisin Zeynep,” dese de bu tutumları beni onların yanında bir yabancıymış gibi hissettiriyordu. Daha kızgınlığımı bile doğru dürüst dile getiremezken Yiğit’e karşı yumuşayacağımı kendime bile kabullendiremiyordum.

“Bu senin gözünde böyle olabilir ama tutumunuz hiç de öyle söylemiyor.” Başını omzuna eğerek dudaklarını büzdü.

“Sen de öyle olmadığını biliyorsun. Ama bu Yiğit’in bile dile almadığı bir konu. Onun anlatması daha doğru olmaz mı?”

“İyi öyle olsun.”

“Yiğit seninle tehdit edildi, gözü döndü. Konu sen olunca biz bile arka planda kalıyoruz Zeynep. Sana eskisi gibi ol demiyorum ama en azından ondan da gitme.” Sanırım boşanmak istediğimi biliyordu. Dudaklarımı araladığımda, “Bir konuşayım dur,” diyerek konuşmamı istemedi.

“Birkaç gün sonra Muaz Bey’in seni gönderdiğini öğrenince deliye döndü. O eve hiç gelmedi sen gidince. Efe topladı onu sağdan soldan. O belki ileri gitti ama yaptıklarının bedelini de sensizlikle ödedi Zeynep. Ben onu savunmuyorum fakat bir sebebi varken de görmezden gelemiyorum. Hâlâ gitmiyor o eve, Aysun yengem perişan. Ne olacak bilmiyorum. Sen gelmeden de girmez sanırım.” Doldu gözlerim. Konuşacak tek kelam varsa da o bende bitmişti. Onu belki zamanla affedebilirdim ama bir kere açılmış yara sadece kapanırdı ama tekrar kanardı. Ona dönersem yine beni bırakırdı, yine benden gider yine beni görmezden gelirdi. Ben bunu istemiyordum, güven vermediği müddetçe ona dönmek, o eve girmek istemiyordum.

“Keşke onu affedebilsem ama benim bütün gücüm tükendi ona karşı Ezgi.” Haklısın der gibi başını salladı. Kendini gülümsemeye zorlayıp, “Haklısın,” dedi. Ben kahveleri pişirirken o da diğerlerine yardım etti. Boş fincanlara kahveleri döküp salona geçtik. Ezgi tepsiyi elimden alıp dağıttı.

Namazımı kılıp duaya durdum. İçimde biriken bütün negatif düşünceleri seccade başında atmış, ellerimi huzurla rabbim için kaldırmıştım. Boğazım düğümleniyor, gözlerim doluyordu. Sanki rabbimin huzuru da olmasa bana dünya dar gelecekti, evet evet rabbimin huzuru dışındaki her şey kocaman bir boşluktu ve ben o boşluktan kurtulup köşeme çekiliyordum.

Beni benden daha iyi bilen rabbim bu acımı da görüyordu. Beni bununla imtihan ediyorsa da bana bir söz düşmezdi. Kabuğuma çekildiğim yerde yalnız değildim biliyordum.

Yüreğim üşüyordu, kalbim sızlıyordu ve ben, bu sancıyı çok iyi biliyordum. Bu sancının doğumu bir güneşin doğumu kadar parlaktı. Gülümsedim, gözyaşlarım kıvrılan dudaklarımın arasından süzüldü. Kapanan gözlerimle beraber, “Rabbim!” dedim. Bir ah kadar istek dolu bir yakarış kadar matem dolu. Üşüyen bedenim yanan yüreğimdeki sızının kaybolmasıyla sıcacık oldu. Yanaklarımdaki gözyaşımı sildim. Yavaşça kalkıp seccademi toplayıp yerine koydum. Ağrıyan uzuvlarımı esnettim. Kaç saattir odadaydım bilmiyordum ama Hümeyra hâlâ uyuyordu. Sabah namazından sonra uyumamıştım. Saatte erkendi, bu yüzden feracemin altına rahat kıyafet giyinip evden çıktım. Biraz yürümek istiyordum, özellikle bu saatlerde yürümek kendimi iyi hissettiriyordu, dolmuşa binmeden sadece yürüdüm. Etrafı inceliyor bir yandan da insanları izleyeduruyordum. Kiminin sabahtan dükkânını açması, kiminin işe yetişmesi için koşuşturması gülümsetti. Uzun zaman sonra ilk defa nefes aldığımı hissettim. Aklıma gelenle ters caddeye döndüm. Ne zamandır gitmediğim kursa gidecektim. Uzak olduğu için dolmuşa binmeme düşüncesinden vazgeçip ilerideki durağa hızlı adımlarla geçtim, zaten çok geçmeden de dolmuş gelmişti. Sabah erken saatler olduğu için dolmuş epey doluydu.

Uzun bir mesafeden sonra kursa gelebildim. Birden heyecan yapmam yüzümdeki tebessümü çoğalttı. Neredeyse uzun zaman olmuştu buraya gelmeyeli. Kapıyı çaldığımda genç bir kız açtı kapıyı. Onu tanımıyordum, o da tanımadığı için, “Buyurun,” dedi.

“Ayşe hoca kursta mı acaba?” Hiç beklemeden, “Evet, ne istemiştiniz?” diyerek yabancı bir mesafe uyguladı.

“Ben eski öğrencisiyim, müsaitse görüşmek istiyordum.” O an gülüşü çoğaldı ve, “Tabii, buyurun,” diyerek geçmem için yer açtı. Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye geçtim. Kursta tek tük değişikler olsa da aynıydı. Genç kız Ayşe hocaya haber verince beni beklediğini söyledi. Heyecanla kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Beni görünce kocaman gülümseyip oturduğu yerden kalktı. Birbirimize sarıldık.

“Ben sana küsmüştüm.” Tatlı bir tavrı hak etmiştim sanırım.

“Haklısınız ama inanın çok fazla mazeretim var hocam.” Yerine otururken bir yandan söyleniyordu, bu zaten beni gülümsetmeye yetiyordu.

“Nasıl gidiyor görüşmeyeli. Evliliğin nasıl, mutlu musun?” Yüzüm düştü. Anladığı an yüz rengi değişti. Boğazıma oturan yumru hiç beklemeden bütün bedenimi soğuk bir ürpertiye bıraktı. Konuşamadım. “Bir sıkıntı mı var canım?” Gülümsemeye gayret edip, “İyiyim iyi,” dedim. “Sadece birkaç sorun var, onun dışında iyiyim,” dedim. Masa arkasından kalkıp hemen karşımdaki deri berjere oturdu.

“Ne sıkıntın varsa dinlerim ben.” Eğilip elimi tuttu. “Bir hocan değil, bir ablan olarak gör beni Zeynep’im.” Elimdeki elini parmağımla okşadım. Zaten hep öyle davranmıştı, şimdi de beni dinleyeceğini biliyordum.

“Bazı sorunlarımız oldu, uzun bir ayrılık yaşadık. Şimdi ise affedemediğim gibi onu kendimden de uzak tutamıyorum hocam. Ben bu yükü nasıl taşıyacağım bilmiyorum.” Yüzündeki gülümseme genişledi, böyle yaparak beni rahatlatmak istiyordu.

“Her ne olursa olsun önce kendine acı çektirme canım. Kalbindekiler belli, sen ne yapacağını çok iyi bilen bir kızsın.”

“Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Daha doğrusu sanki beynim durmuş gibi. Adım atsam ona yöneleceğimi biliyorum. Kendime engel olamazsam yine aynı şeyleri yaşayacakmışız gibi geliyor hocam.” Yüzüme baktı, bir an beni incelediğinde onunda diyeceklerinde tezatlık var gibiydi. Ben en çok da bundan korkuyordum.

“Peki o ne diyor?” Bana sorunlarımızın derinlemesini sormamıştı, bu da beni iyi hissettirdi.

“Pişmanlığından bahsetmesi kadar üstü kapalı konuşuyor sadece. Bu bana yetmiyor.”

“Ona güvenmekte korkuyorsun!” Başımı ağır ağır salladım. “Ondan teminat değil, gerçekleri istiyorsun!” Buna da başımı salladım. Kendimi ifade edemediğimde Ayşe hocanın beni anlaması iyi geliyordu.

“O zaman bunu ona açıkça söylemelisin.” Yüzüm düştü söylediğine. Ellerimi birbirine dolayıp, “Bunu o da biliyor,” dedim. Tepki vermek yerin gülümsedi. Elini dizime koyup, “Zamanla çözülmez zannettiklerin çözülecek Zeynep’im, sen sadece o zamanı bekle ve sabret,” deyince bende aynı şekilde gülümsedim. Tek yapabildiğim buydu zaten. Yere göğe sığdıramadığım hislerim birden yere çakılınca nevrimde şaşmıştı ama ben bunun mücadelesini de veriyordum.

Gelen çay sohbetimizi bozarken içeriye giren öğrenci gidene kadar sessiz kaldık. Öğrenci gidince yine bu sessizlik sürdü.

“O senin kocan, onu seviyorsun belli. Ayrılsan bir çözüm olacak mı senin için?” Başımı öne eğişim bir cevabımın olmayışıydı. “Olmayacak,” dedi ardından. “Sizin şifanız yine sizde. Hemen affet demiyorum ama her ne olursa olsun güvenini kazandır.”

“Bilmiyorum hocam. Çok kırıldım ne yapacağımı inanın bilmiyorum.” Şaha kalkan bu acımasız histe boğuluyordum.

Ayşe hocayla epey bir sohbet ettikten sonra eve gelmiştim. Annemler kahvaltı masasına yeni oturdukları gibi Hümeyra’da yeni uyanmıştı. Evden sekizde çıkmıştım şimdi saat 10:30’du. Aldığım taze ekmekleri doğrayıp bende masaya geçtim.

“Neredeydin kızım?” Annemin sorusuyla, “Biraz yürüdüm, oradan Ayşe hocayı ziyarete gittim,” dediğimde başka soru sormadan kahvaltısına döndü. Ayşe hocayla konuşunca bütün sıkıntım gitmişti ama şimdi masa başında yine aynı dalgınlık beni bulmuştu, birazda sessizliğin payı vardı bunda, kimsenin konuşmaması düşüncelerime açık kapı bırakmıştı.

“Kızım!” Koluma dokunan annemle irkildim. “Hı,” dedim bir an boşluğuma gelecek ki. “Hiçbir şey yemedin, biz bitirdik bile.” Bakışlarım masada dolaştı. Gerçekten de annemler bitirmişti, ben ise daha tabağımdakilere dokunmamıştım. Annem başını iki yana sallayıp çayımı tazeledi. Bende tabağımı bitirerek anneme yardıma geçtim.

“Ayşe hocadan mı kaldı bu dalgınlığın?” Tabağı makineye koyup, “Dalgın mıyım?” dedim. Güldü bu halime, bu soruma ben bile güldüm.

“Dalgınlığın sebebini git çöz o zaman.” Beni kenara itip karşımda durdu. “Bu böyle olmaz kızım, kaç gündür demek istemiyorum ama artık bir çözüme kavuşturun bunu.” İtiraz edecekken, “Ne dersen de pek inandırıcı olamayacaksın,” diyerek kirlileri kendisi makineye dizmeye başladı.

Yanından gittim. Salonda babamla Hümeyra’nın sesi geliyordu. Hümeyra babamın sırtına binmiş babamsa onu eğlendirmek için oradan oraya koşturuyordu. Hümeyra’nın yanında sanki genç biriydi.

“Dede uçur.” Babam koşmaya devam ettikçe kıkırdadım. O kadar muazzam bir görüntüydü ki bu ister istemez kapılıyordum. Telefonumu çıkarıp bu güzel manzaranın önce resmini sonra videosunu çektim. Annemde gelip benim gibi bu görüntüyü izledi, o da gülüyor bazen de onlara katılıyordu.

Babam camiye geçeceğini söylediğinde annemde Hümeyra’yı alıp gezdireceğini söyleyerek evden çıktılar. Bende rutin işlerimi halledip mutfağa bir şeylerle meşgul olmak için girdim. Kafamı dağıtmalıydım en azından.

Telefonumdaki tarif defterini epey bir karıştırdım. Biraz aşağıya indiğimde gözüme çarpan ilk tarifi açıp telefonu köşeye koydum. Önce dolaptan malzemeleri getirdim. Kalıp dolabın üst bölmesindeydi, bu yüzden ayağımın altına sandalye aldım. Sandalyeye çıkarak kalıbı aldım ama çırpıcı biraz uzağında kalıyordu. Parmak ucuma basarak çırpıcıya uzandım ama benden önce bir el onu oradan aldı. Aşağıya bakmamla bir çift lacivertleri görmem bir oldu. Saniyelerce süren bu bakışma ve ardından nasıl girdiğine dair şüphelerim gözlerimin kırpışmasını sağladı. Geri çekilecektim ama dengem birden şaşınca sendeledim. En azından düşmemiştim. Kendimi toparlayıp sandalyeden indim. Yiğit aynı yerde dikeliyordu. Ondan bir iki adım uzaklaştım.

“N’nasıl girdin sen eve?” Dilim tutulacaktı illa ama böyle güzel bakarken ona karşı nasıl kayıtsız kalabilirdim ki? Sanki bir oyunun içine çekiyordu beni.

“Anneni gördüm ondan aldım anahtarı.” Kaşlarım aralandı ve bu birkaç saniye sonra çatıldı. O an anneme kızdım, resmen Yiğit tarafından oynuyordu. Üzerime yürüdü ama ona izin vermeden, “Şimdi de gidebilirsin,” dedim. Damağını şaklatıp, “Şu an olmaz,” dedi. Dudağı kıvrıldı. Onu görmezden gelerek ne yaptığımı bilmeden unu hızlıca kaba boşaltmamla un resmen yüzüme boca oldu. Öksürüğümün arasında elimin yüzümün un olmasından yana sızlandım. Bu halime gülen Yiğit’e ters bakış attığımda hiç oralı bile olmadı. Beni kendine çevirip köşeden havlu alarak yüzümü silmeye başladı.

“Ben yaparım.” Beni dinlemedi bile. Havluyu yüzümde gezdirirken sanki yüzümün her bir hattına adapte olmuş gibiydi. Hareketleri yavaş ve özenliydi. Dokunduğu yer kendine şifa oluyormuş gibi… Bakmaktan bir saniye bile kaçınmıyordu.

“Yeter,” dedim geri çekilirken. İkimizde bu durumda darmaduman oluyorduk. Ben geri çekildim, eli havada kaldı. Onu kendimden uzaklaştırmak ona göre cezaydı. “Sana bir daha gelme demiştim.” Ciddileşti yüzü.

“Bunu yapacağımı düşündün mü?”

“Derdin ne Yiğit? Derdin yine beni altüst etmek mi?” Ona karşı açık konuşmam en doğrusu olacaktı. Ne ben içimdekileri kendime saklayabilirdim artık ne de olanları görmezden gelebilirdim.

“Yaptıklarımı telafi etmek. Tekrar bana gelmen için elimden gelin yapmak.” Buruk bir tebessümle, “Güvenim yok olmuşken mi?” diyerek konuya bir adım attım. Lacivertlerindeki o matem yüzündeki o pişmanlığı gösteriyordu.

“Tekrar kazanacağım, tekrar benden o güzel gülüşünü eksik etmeyeceksin.”

“Peki sonra, sonrası ne olacak? Sana geldim diyelim, yine beni sensizlikle mi sınayacaksın? Sen yaparsın Yiğit, sana adım attığım an yine benden ilk giden sen olursun.” Başını iki yana sallayarak beni inkar etti. “Ben seni hiç bırakmadım, bir nefes kadar yakınındaydım.” İçim kan ağlıyordu ve ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, bu yüzden öfkeyle omuzlarına vurdum ama bir an yerinden kıpırdamıyordu. “Bana yalan konuşmayı bırak artık,” dedim. Sesim öfke dolu çıktı. Bağırsam, vursam, kırsam öfkem yine de dinmeyecekti. “Neden hatalarını görmüyorsun artık.”

“Eğer bana kalsa kendi cezamı kendim veririm ama olmuyor işte. Bana telafi etme imkânı vermiyorsun ki.”

“Yapamam,” dedim. Yapamazdım. O eve girersem kapının ardında ben kalacaktım. Şimdi elini tutarsam elimi bırakan ilk o olurdu. Korkuyordum, korkularım ise önümüzdeki adımlaraydı. Yaralıydım, nasıl iyi olurum bilmeden yaşıyordum sadece.

“Bakma bana böyle.” Elini sıkıntıyla ensesine götürdü. Acı çekiyordu ama ben daha fazla acı çekiyordum. Karşısında suspus kaldım. Oysa ben de kıyamıyordum ona. Oysa ben de delicesine sarılmak istiyordum. Özlemimin bir adı, bir sınırı yoktu. Acıyordu canım, bu da onun canını acıtıyordu. Sevgim ona yetersiz gelmişti oysa benim mavilerim ölü lacivertlerine yeniden yaşam sunmuştu. Benim yüreğim ölü yüreğine sıkıca sarılmıştı. Şimdi ise bir gidişi beni de öldürmüştü. Ona şifa olacak kadar gücüm kalmamıştı.

“Git Yiğit, lütfen git.” Dayanamazdı ki artık yüreğim. Ona hasretken ona uzak kalamazdı ki. Şimdi karşımda böyle duruyorken kıyamazdım. Arkama dönmemle gelip sarıldı. Sırtım göğsündeyken çenesi omzuma yaslandı. Burnunu boyun girintime sokunca ürperdim. Kendimi sakındıramadığım kadar, ona karşı mağlubiyetim işte bu tendeydi. Öptüğü yerde alev almam bile hareketlerimdeki tek atış noktasıydı. “Kokuna hapsetsen beni ama git demesen.” Kapanan gözlerimin ardından çıkan tek bir gözyaşı eline düştü. İrademi zorluyordu. Kolları arasından çıktım. Zaten onunda telefonu çaldı. Arayan Muaz Bey’di. İkimizi de şirkete bekliyordu.

Sıkkınca soludum. Şirkete gitmek, bu işin içine girmek istemiyordum. Bu zorunlulukta gidip hazırlandım. Daha sonra Yiğit’le evden çıktık. Yol boyunca neler olacağını düşündüm. Üzerimdeki bu mal varlığı büyük yüktü benim için. İlk işim bundan kurtulmak olacaktı, bundan kurtulup bu hayattan da kendimi çekmek istiyordum. Şirkete girdiğimizden bu yana bütün gözler üzerimizdeydi. Odaya girdik. İçeride Muaz Bey ve Kemal Bey’den başkası yoktu.

“Önemli bir konu var demişsiniz.” Yiğit’in aniden olaya atılması ile Kemal Bey’le Muaz Bey’in bakışları kesişti. O an bir şeylerin olduğunu anladım. Koltuklara kurulduk. “Meseleyi biliyorsun.” Muaz Bey’in cevabı gecikmedi.

“Görüşme için geç kalmadınız mı?” Yiğit’in soğuk ve sert üslubu karşıyı pek etkilemiyordu ama ben oldukça fazla merak etmiştim.

“Hilmi Gönen’le görüşme yapacaksınız?” Yiğit’e değil de bana bakarak söylüyordu bunu. Hiç ummadığım bir ismin şu an açılması önemli bir mevzuyu önümüze serdi.

“Boynunu koparmamı zevkle izleyeceksiniz sanırım!”

“Bunu espri kabul ediyorum.” Yiğit, için pek de espri sayılmazdı. Öne doğru eğildiğinde bütün uzuvlarının gerginliği de ortaya çıktı.

“Gayet ciddiyim, sabrımın son damlalarında olduğunu biliyorsun.”

“Sakin kalacaksın Yiğit.” Konuşan Kemal Bey oldu ama Yiğit’in pek sakin kalacağı söylenemezdi. Lacivertlerine öfke sızmıştı artık.

“Gerek kalmadı, ben hallettim hepsini. Sadece Ankara’ya geçme işi kaldı.” Muaz Bey’le Kemal Bey birbirlerine baktı. Bu sefer onlar dumura uğramıştı bu beklenmedik söz karşısında, “Bizim haberimiz olmalıydı,” dedi. Yiğit ayağa kalkıp, “Sizin planlarınız benim gerimde kalıyor. Bu sefer benim planlarım çerçevesinde hareket edeceğiz amca,” deyince çatılan kaşları bana bakınca yumuşadı.

“Zaten bu zamana kadar bunu sen planlamıştın Yiğit. Sadece bu kadar erken gitmen bizi bocaladı.” Yiğit ellerini kumaş pantolonunun cebine sokarken hiçte kendini alaşağı etmiyordu. Karşımda öyle bir duruyordu ki, ondan gözlerimi çekmem imkânsızdı.

“Bu benimde Ankara’ya gideceğim anlamına geliyor o zaman.” Bütün gözler üzerime çekildi. Önce ne dedim ki der gibi gerildim. Yiğit’e kalsak oraya hiç gitmemem gerekiyordu ama bu sefer o cevap vermedi.

“Oradaki imza hakları senin üzerine biliyorsun. Hem sizi bir arada görmeliler ki nifak tohumları bir an önce yok olsun.” Göz ucuyla Yiğit’e bakıp bakıp duruyordum. Nifak tohumları en çok onu geriyordu anlaşılan.

“Hemen mi çıkacağız?”

“Üzerine birkaç yedek kıyafet al, çıkalım.”

“Yedek derken, kaç gün kalacağız ki?” Memnuniyetsiz soruma karşın, “Belli değil,” dedi. Dediğini yapıp ayaklandım. Omuzlarım yılgınlıktan ötürü düştü. Yeniden başlıyorduk. Benim bitirmek için uğraştıklarım hep dibimde bitiyordu. Muaz Bey ve Kemal Bey’e dönüp, “Bitmeyecek değil mi?” dedim.

“Bitecek.” Sorumu yine Yiğit cevapladı. Onlara cevap hakkı vermiyordu. Kızgındı onlara ve bu kızgınlık büyük bir infilaka dönüşmüştü. Herkesin susacağı gerçekler bir de banaydı. Köşeden çantamı alıp yüzüne bile bakmadan odadan çıktım. Peşimden gelirken bile bakışlarını sırtımda hissetmem garipsenecek bir durum değildi.

Taksiye binecekken açık kapımı sertçe kapattı. Bu mesafeme tahammülü kalmamıştı bilakis benimde bu yakınlığa tahammülüm kalmamıştı.

“Ben götüreceğim.” Tekrar kapıya uzandım ama izin vermedi. Zaten sabah birçok gerginlik yaşamıştık şimdi hem düşünmem için hem de aklımı toparlamam için kendim gitmeliydim. Taksiye hafifçe birkaç kez vurduğunda taksi yanımızdan uzaklaştı.

“Ne yapıyorsun sen ya?” Kolumdan tutup çekiştirdi. Sımsıkı tuttuğu bileğimi elinden kurtarmam pirenin deveyle kavgası gibi olurdu ancak. Arabaya oturtulmam ve şoför koltuğuna geçmesi bir anda oldu. Cevap vermek yerine arabanın hızını çoğalttı.

“Böyle yapacaksan ben gelmiyorum.” Direksiyonu sıktı ve bana baktı.

“Bunda sinirlenecek bir durum yok.” Bu tavrı güldürdü.

“Seni görmeye katlanamıyorum artık.”

“Hayır, sadece öfken yüzünden düzgün düşünemiyorsun.” Sözleri sanki bütün suçun bendeymiş gibi hissettirmesi kadar ithamlıydı. Ona karşı tek bir cevap bulamıyordum, belki de bu boşunaydı.

Pencereye dönüp sessizleştim. Yine bu söz içimi dağladı. Ona çelme taktığımı düşünürken bile aslında düşen yine ben oldum. Dolan gözlerimi görmesin diye başımı hiç pencereden ayırmadım.

Evin önüne geldiğimizde ilk bu konuyu annemlerle konuşmam gerekiyordu. Kemeri çözüp kapıyı açtığımda bileğimi tutan elle durmak zorunda kaldım. Evde olan bakışlarını bana çevirmesiyle gözlerindeki o durgun hisse takıldım. Sertçe yutkundu.

“Onu görebilir miyim gitmeden bir kere.” Sesi çocuk gibi çıktı. Biraz önce katılaşan kalbim yumuşadı. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki küçük bir çocuğun masumiyetini barındırıyordu. Başımı salladığımda gülümsedi ve ben gülüşüne takıldım. O da tıpkı bana tutundu. İç çekişi bir yenilgiydi lügatimizde, tıpkı benimde iç çekişim gibi.

Arabadan inerek eve geçtiğimizde annemler benden bir cevap bekliyordu. Onlara kısaca anlattım. Babam önce tereddüt etti ama onları ikna etmem sorunu ortadan kaldırdı.

Hazırlanmak için odama geçtiğimde onu gördüm. Hümeyra’nın karyolasının yanında onu izlerken gördüm. Hümeyra uyuyor Yiğit ise çenesini karyolanın tahtasına dayamış uzun uzun yüzünü seyrediyordu. Eli havada kalmıştı, dokunmaktan korkar gibiydi. Kapı pervazına yaslanıp bir süre baktım onlara. Şu an karşımdaki muazzam görüntü gözlerimi doldurdu. Hümeyra’ya haksızlık yapıyormuşum gibi geliyordu.

“Korkma, o seni çoktan kabullendi.” Başını kaldırıp bana baktı. Lacivertlerindeki o durgunluk kalkmıştı. Parlıyordu gözbebekleri, sanki bir özlemin eşiğinde bir kavuşmanın anıydı.

“Korkuyorum.” İlk defa dile getirdiği cümle onun ne denli bir ikilemde kaldığının kanıtıydı. “Ona karşı iyi bir baba olamayacakmışım gibi geliyor.” Yanına gidip onun gibi Hümeyra’ya baktım. Belki aramızda bir mesafe vardı ama ona karşı dürüst olmam gerekirse açık açık konuşabilirdim.

“Olacaksın,” dedim. Belki biz birbirimize tutunamamıştık ama Hümeyra’nın babasına mesafeli olmasını istemiyordum. “Olmak zorundasın Yiğit.” Sesim net çıktı. “Onunla istediğin zaman gelip ilgilenebilirsin, bunun için benden izin almana gerek yok. Sen onun babasısın, onun ise sensiz kalmasını istemem.” Söylediklerim ne kadar mutlu etse de bir yandan sonra yüzü düştü. Sesimdeki bu netlikti yüzünü düşüren.

“Ya sen,” dedi mırıltı ile. “Hep mi böyle ayrı kalacaksın benden?” Buna cevabım yoktu. Dikleşti ve dirseğimi tutarak beni kendine çevirdi. “Onu beraber büyütmek bizimde hakkımız.”

“Biz diye bir şey yok artık Yiğit. Buna inanıp inanmaman senin sorunun ama artık bitti.” Eli uzandığı an geri çekildim. Tenimi yakan bu dokunuşa sabrım kalmamıştı. “Bu yüzden ayarlama yapmamız lazım.” Ne dediğimi anlamazcasına yüzüme baktı. Uzatmadan konuştum. “Göreceğin günler onu almaya geleceksin. Ve onu alıp evine götüreceksin. Burada onunla ilgilenmeni istemiyorum. Ertesi gün yine sen getirip anneme vereceksin. Senden başka kimse alıp getirmeyecek.” Kaşları çatıldı. “Bu surette birbirimizi hiç görmeyeceğiz.” Onu bozguna uğratmışım gibi bir an yüzünün rengi değişti. Artık bazı şeyleri rayına oturtmamız gerekiyordu. Benim de canım yanıyordu, ben de her şey daha güzel olsun istiyordum ama bazı kararlar bu güzel hislerin önüne geçmek zorundaydı.

“Asla.” Sesi sert çıktı. Bu kararım yeni değildi ama o bunlara tahammül edemiyordu. Parmağı havalandı. “Bunu asla kabul etmeyeceğim.” Sesi titredi. “Gözlerinde gerçekten nefret görmeden de bitirmeyeceğim. Ne zaman beni sevmediğini fark ederim o zaman senin dediğin gibi olur ama sen de beni hala seviyorsun.” Ayağa kalktı. Sanırım kararlarımı tamamen dinlemeyecekti. Zaten beni hiç dinlemiyordu. “Sana bu hakkı vermeyeceğim Zeynep.” Odadan çıkışı fırtına gibiydi. Parmaklarımla alnımı ufaladım. Boşa konuşuyormuşum gibi hissettim. Yorgun bedenim oturduğu yerden kalktı. Peşinden gittim. Ayaklarımın altında ince bir ip varmış gibi her an düşmeye meyilliydim.

Bölüm : 24.02.2025 16:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...