
Bu sessizlik pekte hayra alamet değildi. Herkes bir bir kaybolmuştu ortadan. Mümtaz ve Osman telefonlarını açmıyordu. Selim'in telefonu sürekli meşguldü. Anlam verilmeyen bir takım olaylar vuku buluyordu. Fakat ne olduğunu bir türlü mana veremiyordu Gizem. Selim'in ofisine doğru girdiğinde içeriye doğru seslendi fakat sesinin muhatap bulamayacağını fark ettiği anda seslenmesi bir anda kesildi. Aceleci hali yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Çünkü ofiste hiç kimse yoktu ve ofis en son bırakıldığı halindeydi. Masa üzerlerinde bulunan evrakları incelemeye koyuldu belki nereye kaybolduklarına dair bir iz bulurum diye. Masaları kurcaladığı esnada telefonunun çaldığını fark etmesi üzerine eli cebine doğru gitti. Telefonu eline aldığında Selim'in aradığını fark eder etmez panik bir halde telefonu açtı.
'' Amirim mühim bir konu var. Sabahtan beri hiç birinize ulaşamıyorum.'' Selim, Gizem'in bir hayli panik olduğunu anlayınca biraz sakinleştirmeye çalışırken ciddi bir ses tonuyla: '' Ne olduğunu en baştan anlatır mısın? Sakince...'' diye cevap vermesinin ardından Gizem biraz daha kendisini toparlayarak: '' Amirim! Mümtaz'a ulaşım sağlayamıyorum ve Lina'nın anksiyetesi tutmaya başladı. Ne Sevim ne de ben hiç bir şekilde ulaşım sağlayamıyoruz. Amirim neler oluyor?'' diye sormaya çalıştı biraz daha sakin bir şekilde. Selim artık zamanının geldiğini düşünerek konuya girmeye çalışır. Selim ne söyleyeceğini düşünerek : '' Bilmiyorum Gizem. Mümtaz nerede hiç birimiz bilmiyoruz. Çok pis bir dümen dönüyor fakat ne olduğunu anlayamıyoruz.'' diye cevap vermesiyle Gizem'in gözleri dolu dolu olarak: '' Yapmayın ne olur. Ben bunu Lina'ya nasıl izah ederim.'' diye söylenmesinin ardından bulunduğu yerde dizlerinin üzerine çöker. Üzerinde büyük bir hüzün ve çaresizlik vardır. Dalga dalga gelen çığlık hissi içerisinde sessizliğe bürünüyordu. Gizem o kadar kendinden geçmişti ki Selim'in dediklerinin çoğunu dinlemiyordu bile. Selim sakin olması gerektiğini ve Lina'ya hiçbir şey söylememesini ; konunun sadece Sevim'e iletilmesini ister. Gizem onaylarcasına başını sallar. Gizem kendini toparladıktan sonra telefondan Sevim'i arar. Karşı taraftan ''Efendim!'' diye gayet enerjik bir ses duyuldu. Gizem iki saniye duraksadıktan sonra: '' Abla seninle bir konu hakkında konuşmam lazım Lina yanında mı?'' diye cevap verir. Gizem'in ses tonunun duyan Sevim, kötü bir şey olduğuna dair bir hisse kapılır. Fakat bunu gizlemeye çalışarak: '' Hayır! Yanımda değil ama istersen çağırabilirim.'' diye cevap verirken sesindeki enerjik halden eser kalmamış gibiydi. Gizem birazda kekeleyerek: '' Yok abla. Onun olmaması iyi olmuş.'' diye cevap verince Sevim durumdan daha da şüphe duymaya başlamıştı. '' Mümtaz abi...'' Gizem cümlenin devamını getirmekte bir hayli zorlanmıştı. Sevim'in aklından en kötü senaryolar dönmeye başlamıştı bile. Aklına direk o sual geldi. Fakat bu sorunun cevabından çok korkuyordu. Öyle bir hadisenin vuku bulması halinde bunu Lina'ya açıklayamazdı. Annesinden sonra şimdi de... Ahh bahtsız kuzum. Hayat ona nasıl bir sınav hazırlıyordu acaba. Bir an dikkatini toparlamasıyla: '' Abla iyi misin? '' diye bir ses duyar . Sevim iyi olduğunu ve bir haber alınması durumunda bilgi verilmesini ister ve bu süre zarfında da Lina'nın bu durumu mümkün olduğunca öğrenmemesini ister. Sevim usulca Lina'nın yatağının başına gider. Yatağının üstünde bulunan peluş ayısı eline alır. Her hıçkırışında yüreğinden bir şeylerin eksildiğini hissediyordu ve gittikçe hissizleşiyordu.
. . . .
Selim ve Osman bir durum değerlendirmesi yapmak üzere bulvarda Ömer ile bir araya gelirler. Bir restoranda yemek eşliğinde sohbetlerini ederlerken konu son günlerde vuku bulan olayları değerlendirmeye başlarlar. '' Tayfun'un söyledikleri , hal ve hareketleri bana pek samimi gelmiyor. Bakışlarında bir gerçeği gizliyor gibi.'' diyerek lafa girdi Selim. Osman ciddi bir bakış atarak: '' Amirim! Bu çektiğimiz fotoğrafları ne yapacağız?'' ciddi bir ses tonuyla sorar. Bakışlarını bir anda Ömer'e doğru çevirerek: '' Onları Kriminal'e incelettireceğiz.'' diye cevap verir. Ömer bu konuyla bizzat alakadar olacağını söylemesi üzerine Selim: '' Adlı Tıp'ta incelenmek üzere yarasından parçalar alındı mı?'' diye sorması üzerine Ömer onaylarcasına başını sallar. Ömer merakına yenik düşerek: '' Bu konuşmalarınızla Tayfun'dan şüphe duyduğunuzu düşünüyorum.'' diyerek lafını yeniledi. Selim şüpheci bakışlarını Ömer'e doğru çevirerek: '' Bizim işimiz bu. Şüphe etmek. Herkesten ve her şeyden.'' diyerek cevap vermesi üzerine ortamda derin bir sessizlik oluşur. Osman derin bakışlarını pencereden dışarıya doğru gezdirir. Gözleri dolu dolu olur: '' Amirim! Bulabilecek miyiz? Her geçen dakika aleyhimize.'' diye cevap verirken sesinde büyük bir çaresizlik vardı. Osman ses tonunu daha da sertleştirerek: '' Farkında mısınız bilmiyorum ama geçen her dakika aleyhimize işliyor. Nerede, nasıl, kimlerin elinde, sağ mı...'' cümlesini tamamlayamadı zorla bir yutkunduktan sonra: '' Onu bile bilmiyoruz.'' diye cevap verir. Selim kendisinden biraz daha sakin olmasını ister. '' Amirim! İzin verin gideyim Tayfun'u öttüreyim. Korkutayım. Ne bileyim gerekirse döve döve konuşturayım. Madem ondan şüphe duyuyoruz. Ama elim kolum bağlı durmak istemiyorum. Ben bunu Lina'ya izah edemem. Bulamazsak bile en azından uğraştım kızım derim. Alnım ak olur.'' ses tonu aşırı derecede gergin ve üzüntülüdür. Selim sakin ol dercesine bir el hareketi yaparak: '' Şuan duygusallaşmanın sırası değil. Toparla kendini. Ayrıca öyle bir şey olmayacak. Mümtaz'ı sağ salim bulacağız.'' diye cevap vermesiyle biraz daha durulmuş gibidir. Ömer başını sallayarak masanın üstünde bulunan telefonuna sarılır. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra: '' Emrimdir! Tutuklayın.'' şeklinde birilerine talimat verir.
Şehir merkezinde olağanüstü hal ilan edilmiş gibidir. Ekip araçları sirenlerini acı bir şekilde öttürerek şehrin dört bir yanına yayılmaya başlar. Şehir halkının meraklı bakışları arasında yanlarından uzaklaşıp gider araçlar. Kimisi meraklı, kimileri endişe ve korku hali vardır. Araçlar şehirden köy yollarına doğru yönelir. Tayfun ise olacaklardan habersiz bir şekilde evinde oturmakta, bir yandan çayını yudumlarken diğer yandan da gazetesini okumakla meşguldü. Hali gayet mutlu gibiydi fakat bu mutlu hali kapının şiddetli bir şekilde çalınmasıyla son bulacaktı.
Kapının sert bir şekilde çalınmasıyla irkilmesi bir oldu. Evinin koridorundan geçerek kapıya doğru yönelirken kapının çalma sesi daha hızlı bir şekilde devam ediyordu. Kapıyı açtığı esnada iki polis memurunun kendisini almaya geldiklerini söylemesi üzerine: '' Bu ne demek oluyor?'' diyerek çıkışmaya başlar. Cevabına binaen: '' Zorluk çıkarmayın.'' ikazı karşısında şaşmış kalmıştı. Tayfun'u ters kelepçe alıp apar topar karakol binasına getirip , sorgulanmak üzere gözaltına alındı.
. . . .
Tayfun'un yüzünde ne bir telaş ne de bir korku vardı. Sorgu odasına alınırken sergilediği sakin tavırlar karakolda bulunan bir kısmı sinirlendirmeye yetmişti. Bu vaka yüzünden sinirler yeterince gerginken buna bir de Tayfun'un tavırları eklenince ortalık iyice sinir harbine dönüşmüştü ki Ömer ortama girişiyle hakimiyet kurarak çatlak sesleri bir nebze susturmuştu. Sonrasında Ömer yanındaki memura dönerek: '' Getirdiniz mi evladım.'' diye sorması üzerine memur onaylarcasına başını salladı. Bir elini Selim'in omzuna götürerek: '' Siz mi sorgularsınız yoksa ben mi müdahale edeyim?'' diye sorması üzerine Osman sözünü bizzat kendisi sorgulamak istediğini söyler. Selim'in ters bakışları bir anda Osman'a yönelse de o esnada bir şey demez ve Osman'ın sorgu odasına girmesine izin verir.
Yüzünde nefret , hırs karışımı bir ifade takınarak karakol koridorlarından yürüyerek sorgu odasının bulunduğu yere doğru giderken, bir aslanın avına doğru giderken ki ciddiyeti ve asaleti vardı. O an karşısına kim geçerse geçsin yıkıp geçebilecek potansiyeldeydi Osman. Ciddi tavırlarla koridorda yürürken tüm karakol, futbol maçında takımına destek veren taraftarlar gibi tezahürat yapıp duruyordu. Osman'ın geçtiği koridorlardan diğer kişilerde peşine takılarak büyük bir coşkuyla kendisini takip ediyordu. Stadyuma giren coşkulu taraftarlar gibi herkes sorgu kapısına doğru yanaşıp olup biteni izlemeye koyuldu. Osman içeriye girdiğinde Tayfun'a doğru sert bir bakış attı.
'' Anlat.'' Osman'ın sesinde sert bir ses tonu vardı.
'' Her şey anlattığım gibi.'' Tayfun'un umursamaz ve alaycı tavrına aynı şekilde karşılık verir.
'' Varsayalım ki inanmadım.'' Tayfun ciddiye almaz şekilde cevap vermeye devam ediyordu.
'' Sana kalmış.'' Bu Osman'da bardağı taşıran son damla olmuştu.
'' Bana kelime oyunu yapma la. Bir kez soracağım Mümtaz nerede?'' Osman üslubunu daha da sertleştirmişti.
'' Anlattığım gibi. Gittiğimiz konuda pusuya düştük. Osman, Tayfun'u iki yakasından kavrayarak masaya doğru yatırır.
'' Pusuya düşüyorsunuz, Mümtaz ortalarda yok. Belki de öldürdüler fakat ne ilginç ki sadece sen bir kurşun yarasıyla kurtuluyorsun. Adam mı kandırıyorsun la sen. Ben İstanbul'da senin gibi senin gibi kaçıyla uğraşıyorum biliyor musun sen? Şimdi gözlerimin içine bak ve bana doğruyu anlat.'' Osman'ın ses tonundan inanmadığı gayet netti.
'' Evde babası için ağlayan o küçük kızın hatırına seni burada öldürürüm la. Duydun mu beni.'' Osman gözlerini pörtletmiş, konuşması ise sinirden daha çok köpek hırlamasını andırıyordu.
'' Tamam dur. Çekmecemde bir evrak var. O evrakın içerisinde bir kaç şirketin adres bilgisi ve konum bilgisi mevcut. Bunları Necdet Karadağ'dan almıştık. Rize sahil yolunda bulunan bir yere gitmiştik.'' Telefonun çalmasıyla Osman, Tayfun'u bırakır ve telefona yönelir. Telefonda söylenenleri başıyla onaylayarak bulunduğu yerden çıkar ve ofislerin bulunduğu yere gider ve bahsedilen evrakı alıp incelemeye başlar.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.73k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |