
7.Bölümde yaşananlar:
Yiğithan görüştüğü kişi vasıtasıyla planlarını uygulama yolunda büyük adımlar attığı esnada yaşanılan bir talihsizlik bu planlarını sekteye uğratmıştı. Çünkü kaçırılan çocuklardan biri de Lina'ydı. Bu konuda fikir ayrılığı başlar. Bu esnada Mümtaz ve adamları Lina'yı bulma çalışmalarını daha da sıkılaştırdı. Mümtaz'a isimsiz gelen bir mektup Lina'nın yerini ifşa ediyordu. Son bir baskın planı yapılır ve Lina koma halinde bulunur bu arada Narin ise hastanede yatmaktadır.
Yeni bölümlere dair:
Yıkılmıştı… Dökülmüştü… Mecali yoktu. Dünyanın bütün yükleri çok ağır geliyordu. Teslimiyet ile isyan etme arasındaki ince çizgideydi. Mantığıyla duygusu arasında gelgit yaşıyordu adeta. Duyguları ‘’ Yak… Yık ortalığı.’’ diyordu; mantığı ise ‘’Yaksam ne fayda…’’ diyordu. ‘’Linaaaa!’’ diye attığı acı feryat kulaklarından gitmiyordu ve bu ona daha çok acı veriyordu. Ağzında ise tek bir kelime vardı.
‘’Affet minik prensesim. Seni kurtaramadım.’’
‘’Affet minik prensesim. Seni kurtaramadım.’’
‘’Affet minik prensesim. Seni kurtaramadım.’’ Sürekli aynı kelimeleri tekrar edip duruyordu. Lina, yoğun bakımda kaldığı süreçte Mümtaz onu hiç yalnız bırakmadı. Ama o süreç sanıldığı kadar kolay olmamıştı. Duygular darmadağındı. Lina’nın hareketsiz olarak yattığı her saatte umutlar daha da tükeniyordu. Ekmek aldıktan sonra yürüdüğü süre zarfında bu kötü anıları hatırlayıp duruyordu Mümtaz. Eve geldiğinde Sevim kahvaltıyı hazırlıyordu. Lina ise daha yatağından kalkmamıştı. Belli ki yatağını çok özlemişti. Ama tatlı uykusu bölünmek zorundaydı.
Elindeki ekmeği mutfağa bıraktıktan sonra Lina’nın odasına doğru yöneldi. Kapısının eşiğine geldiğinde hemen girip uykusunu bölmek istemedi. Omzuyla kapıya doğru yanaşıp tatlı uykusunu izledi bir süre. Özlem giderdi adeta. Zorlu geçen bir hafta… Herkesi yıpratan bir hafta. Ondan ilk defa bu kadar uzun süre ayrı kalmıştı. Üzüntü… Korku… Endişe… Birazda pişmanlık. Sevdiğini kaybetme korkusu ve bundan ötürü gelen bir pişmanlık hissi. Psikolojik olarak çok yıpranmıştı. Lina’nın sağ salim bulunmuş olması ve şuan onu izliyor olması, hayata tutunma sebebiydi Mümtaz için. Bir anda toparlanıp içeriye doğru ilk adımlarını attı. Lina’nın yanına doğru yanaştı. Başını omzuna dayadı ve yüzünün her detayını izlerken masum kokusunu içine çekti. Saçlarını okşadığı esnada gözlerini açtı. Gönlüne bahar gelmişti. Karanlığın, güneşin doğmasıyla gündüze kavuşması gibiydi. Zifiri karanlıkta gökyüzünde beliren Polaris yıldızının parlaklığı gibiydi Lina’nın gözlerini açtığı an.
. . . . .
Fırtınalı bir havaydı. Gökyüzündeki kara bulutlar ve rüzgar denizin dalgalarını daha azgın bir hale getiriyordu. Çılgınca bir şekilde dalgalar Lina’nın üzerine doğru gelir ve onu yutmaya başlar. Kurtulmak için bir hayli çırpınır. Fakat bu çaba boşunaydı. Hareket ettikçe daha çok içine çeken bir bataklık gibiydi. Bacağına bir şey değdiğini hissetti. Daha çok panikledi minicik kalbi. Aşağıya doğru baktığında onu gördü. Kaçırıldığı zaman yüz yüze geldiği kızıl sakallı, renkli gözlü adam. Yüzünde büyük bir hırs ve inat ifadesi vardı. Kararlıydı… Lina’yı o bataklığın içerisine çekecekti. Derinlerden ‘’ Linaaa!’’ diye seslenen birisini duydu. Seslenen kişiyi görmüyordu sesini de çok derinlerden geliyordu. Aynı ses iki ya da üç kere daha tekrar etti. Her tekrar ettiğinde sesler daha da keskinleşti. Lina bir anda sesin geldiği yöne doğru baktı. ‘’ İyi misin minik prensesim?’’ diye seslendiği esnada Mümtaz, Lina’nın boncuk boncuk terlediğini fark etti. Yanakları elma gibi kızarmıştı. Açık tenli olduğu için bu daha da belirgin hale geliyordu. Yüzünde korku dolu bir ifade vardı. Mümtaz’a sarılarak: ‘’ Çok korkuyorum. Ne olur bırakma beni.’’ Yüzündeki korku ifadesi biraz daha çaresizliğe bırakmıştı kendini. ‘’ Sana söz… Hep yanındayım.’’ Otobüs, terminale doğru girmeye başlıyordu.
. . . .
Uzun bir mesafe yol katettikten sonra Çamlıhemşin'de bulunan Fırtına deresine gelmişlerdi. Orada bulunan tarihi bir taşköprüden sıkça bahsediliyordu. Bayağı turistik bir yermiş. Beraber oraya doğru gittiler. Oval olan Taşköprünün en ilerisine doğru gittiklerinde zirveye ulaştığını farketti Lina. '' Burası çok yüksek.'' diye çığlık attı. Köprüden Fırtına Vadisini izlediler dakikalarca. Lina o gün çok sevdiği pembe kıyafetini giymişti. Pembe ve beyaz'ın ahenkli uyumu vardı üzerinde. Kafasında da Mümtaz'ın yapmış olduğu papatyadan taç vardı. Arada sırada çişeleyen yağmur güzelliğine güzellik katıyordu sanki. Arada çıkan güneş ise, yağmur esnasında çıkan gökkuşağı gibiydi. Lina'nın yüzüne vuran güneş ışınları, zaten renki olan gözlerini daha da belirgin hale getiriyordu. İstanbul'dan uzaklaşmak ona çok iyi gelmiş gibiydi. Aslında sadece Lina'ya değil herkese çok iyi gelmişti. Mümtaz, Lina'nın yakıcı gözleri içinde adeta kayboluyordu. Bir girdap gibi kendine çekiyordu. Orada bütün dertlerini, sıkıntılarını adeta unutmuştu Mümtaz. ''Dünyanın en güzel yeri neresidir?'' diye bir soru sorulsa herkes farklı farklı şehir isimleri söyler. Oysa Dünyanın en güzel yeri çocukların kalbidir.
. . . . .
'' Çünkü biz Lina'yı evlat edindik. Bu birazda özel durumumuzdan ötürü.'' Ömer bu duyduğu karşısında şaşkınlığını gizleyemese de Mümtaz'a destek çıktı. Bu destek Mümtaz'ı birazda olsa morallendirdi.
'' Lina halinden memnun gibi. Ama ben...'' Mümtaz bir an duraksayıp düşünmeye başladı.
'' Galiba kötü bir baba profiliyim. Lina'yı bazen çok ihmal ettiğimi düşünüyorum. Kendimi bazen işlerime öyle bir kaptırıyorum ki. Çok ihmal ediyorum onu.'' derken iki tane minik kol Mümtaz'ın boynuna doğru sarılır.
'' Hayır aksine. Hayatımda gördüğüm en iyi babasın.'' Lina, Mümtaz'ın yanağına doğru bir buse kondurur. Mümtaz kafasını çevirmesiyle Lina ile göz göze gelir.
'' Sen bizi mi dinliyorsun küçük hanım.'' Lina'nın gülümsemesinden inci gibi dişleri ilk kez bu kadar net belirmişti.
'' Seni gıdıklayayım mı şimdi?'' Lina kahkahalara boğuldu. '' Hayır. Ne olur yapma.'' Bir yandan kahkaha atmaya devam ediyordu.
'' Yeter Mümtaz. Gıdıklama daha fazla sonra altına kaçırıyor.'' diye müdahale eder Sevim.
'' Bir şey olmaz. Bir şey olmaz.'' der umursamaz bir tavırla Mümtaz.
. . . . .
Üniformalı adam eliyle soldaki kapıyı işaret ederek: '' Orada piyano ve çellosu bulunur. Orda olabilir.'' şeklinde bir bilgi paylaştığında Selim ortamı dinler gibi yapar: '' Müzik sesi gelmiyor.'' diyerek ahşap kapıdan içeriye dalar. Gördükleri manzara karşısında şok olmuşlardı. Çellonun yanında yer alan sandalyede hareketsiz şekilde oturan Kasap Hayri'nin cansız bedeni ile karşılaşırlar.
'' Buraya bizden önce giren oldu mu?'' şeklinde bir soru yönetti Selim kızgın bir ses tonuyla. Kişi artık belliydi. Yiğithan Gürel. Buraya gireli yaklaşık on dakika olmuştu. Hala buralarda olmalıydı. Selim, bütün çıkışların tutulmasını buyurur. Selim ve beraberindeki ekipler bulunduğu mülken dışarıya doğru çıkarlar. Hamgara giden koridora doğru amansız bir kovalama başlar. Havanın güzel havasını silah sesleri bozuyordu. Toprak kokusunu, barut ve duman kokusu sarıyordu. Yiğithan , limanda bulunan jete ulaşmaya çalışır. Selim ve ekibi jetin olduğu bölgeye yanaştığı esnada yaşlı bir adamla karşılaşırlar.
'' Efendim kusura bakmayın. Jetin yakıtını daha doldurmadım.'' dedi üniformalı adama bakarak. Osman: ''Ne dedin sen.'' diyerek adama bir daha dediğini tekrarlattı. Osman'ın yüzündeki şaşkınlık ifadesi bir anda mutluluğa dönüştü.
Sevinçten haykırarak: '' Adamsın lan. Heykelini, yapsak yeminle beton yetmez be.'' diyerek jete ağır ağır adımlarla yaklaştı Osman. Yiğithan , jeti çalıştırmaya çalıştığında artık iş işten geçmişti.
Osman silahı alnına doğrultarak: '' Ne oldu bebeğim. Yakıtın mı bitti. Hemen takviye yapalım.'' diye alaycı bir şekilde söylendi. Bir anda tavrını ciddileştirerek dört bir yana haykırarak: '' Teslim ol. Oyun bitti Yiğithan.'' dedi.
. . . . .
'' Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu öyle değil mi Ümit.'' diye sordu gizemli ama bir okadar da yaymalı bir ses tonuyla. Mümtaz bir hayli gergin gibiydi.
'' Niye buraya geldin Necdet. Açıkça söyle.'' Mümtaz'ın cümlesinden gergin olduğu bir hayli anlaşılıyordu.
'' Ne önemi var ki.'' Bir an duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti.
'' Ha Ümit için. Ha senin için. Ha Lina için.'' Ümit burayı terk etmesini ister ama Necdet Karadağ umursamaz tavırlarıyla konuşmaya devam eder.
'' Lina demişken. Kızım nasıl?'' Mümtaz gergin tavrını bastırıp konuşmaya başlar.
'' Kızım...'' Mümtaz duraksayıp düşünür gibi yapar.
'' Senin kızın mı vardı?'' Mümtaz biraz alaycı bir tavıra bürünmüştü.
'' Sakın Lina'nın karşısına çıkıp kızın kafasını bulandırma.'' Mümtaz'ın korumacı tavrı meydana girer.
'' Neden? Beni gördüğü zaman değişip; elinden kayıp gitmesinden mi korkuyorsun.'' Necdet Karadağ'ın bu küstah tavrı sinirlerini bozsa da bir emare vermemeye çalıştı.
'' O konuda Lina'ya güvenim sonsuz. Lina beni asla bırakıp gitmez merak etme sen merak etme.'' Mümtaz, Necdet Karadağ'ın anladığı tavırla konuşmaya başlar.
'' Yerinde olsam dikkatli olurdum Mümtaz. Zira koynunda bir yılan besliyorsun.'' Necdet Karadağ'ın bu tavrı Mümtaz'ın sinirlerini daha da germişti ama daha fazla muhatap olmak istemedi.
. . . . .
TEL AVİV
İSRAİL
DLC GENEL MERKEZİ
Aniden kapı çalar. Kapı kartlı sistem olduğu için önce kapının açılma sesi duyulur , ardından kapı açılır. İçeriye orta yaşlı bir adam girer. Masasında oturan tekinsiz adama doğru seslenerek yürür: '' Emmanuel Pablo! Kadim dostum görmeyeli uzun zaman olmuştu. Tahminimce beni çağırmanın nedeni özlediğin için öyle değil mi?'' sesinde alaycı bir ton vardı. Emmanuel Pablo gergin bir ses tonuyla: '' Benim neden bundan haberim yok?'' diye sordu. Adam bu tavır karşısında şaşkın kalmıştır. '' Necdet Karadağ burada büyük bir toplantı düzenlemiş.'' Hareketleri bir hayli merak uyandırıcıydı. Paltosundan bir fotoğraf çıkartır ve adama doğru uzatır. '' İşte Necdet Karadağ'ı aklama planımız. Onu bu şekil vuracağız.'' Adam elindeki fotoğrafı inceler, durur.
. . . .
'' Ben Narin. 8 yaşında bir çocuktum. Daha hayatımın baharındaydım. Hayallerim vardı benim. Fakat... Yarım kaldı. Okula gidecektim. Arkadaşlarımla oyunlar oynayacaktım. Beraber hayaller kuracaktık ve onları bir bir gerçekleştirecektik. Fakat izin vermediler. Geleceğim aydınlıkken karanlığa gömdüler beni. Karanlığın içinde ışık aradım ama muvaffak olamadım. Hayatım boyunca herkes beni mutlu, sevecen, canayakın bildi. Öğretmenlerim ve arkadaşlarım beni çok sevdi. Çünkü ben hiçbir zaman kendimi düşünmedim. Ben başardıysam arkadaşlarımda başarsın diye yardımcı oldum. Herkes beni sevdi de... Tek bir kişi sevmedi beni. Ben Narin... Ölümüne düğün yapılan Narin. Büyük bir kırgınlık ve hayal kırıklığı içerisinde bu kirli dünyayı bırakıyorum sizlere. Gün gelir biri bu satırları dile getirir de işte o zaman mazlumun ahı mazluma teslim edilmiş olur.'' Mümtaz her kelimeyi okurken gözlerinden yaşlar süzülür. Lina'nın acısı yüreğinde iki kat daha artar. Mümtaz mektubu bitirince kızına sarılır. Lina en yakın arkadaşına ızdırap verici şekilde veda eder.
. . . . .
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.73k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |