
Selim masasında oturmuş evrak işlerini halletmekle meşguldü. Çalan masa telefonu işlerini yarım bırakmasına neden olmuştu. Selim'in ses tonu her kullandığı kelimede daha da sertleşiyor, sakin tavırlı halleri gergin bir tavra bürünüyordu. Telefon konuşmasını noktaladığında bir eliyle masayı olduğu gibi dağıtırken bir yandan da sinir krizlerine giriyordu. Ofisten sesleri duyan bir takım meraklı gözler odaya gelmiş, olup bitenlere bir anlam vermeye çalışıyorlardı. Üzerine paltosunu alıp apar topar bulunduğu yerden çıktığı esnada Osman'a denk gelir. Osman belki de ilk defa bu kadar kontrolden çıkmış bir şekilde görmüştü Selim'i. Korkusundan hiçbir şey soramadı. Sadece uzun koridorlardan dolaşarak gittiler.
Kapının önüne çıktıklarında bir ekip aracına binip gidecekleri esnada gün daha yeni doğmuştu. Osman her ne kadar korksa da bir anlık cesaretini toplayıp Selim'e nereye gittiklerini sordu. Selim telefon görüşmesini gerçekleştirdiği esnada: '' Hazır mı? '' diye defalarca kere teyit aldıktan sonra telefonu kapadı. Selim camdan dışarıya bakarak kaçamak bir cevap verdi. '' Trabzon'a'' diye cevap verdi Selim dalgın dalgın yolu izlerken.
. . . .
Uçak aprona yaklaştığı esnada lastiklerini açtı ve büyük bir sarsıntıyla zemine inişini gerçekleştirdi. Sarsıntının şiddetiyle bir anda irkilerek uyandu Selim. Uçak terminale doğru yanaştı, kapılarını açtı ve yolcular teker teker inmeye başladı. Selim ve Osman ellerinde valiz bulunmadığı için doğrudan çıkış kapısına doğru yöneldiler. Terminalden çıkış yaptıklarında Ömer'in yollamış olduğu ekip otosuna binip yaklaşık bir saate yakın sürecek olan bir yolculuğa çıktılar. Bir tarafı Karadeniz, diğer tarafı ise yeşil ve yüksek olan ormanlık arazi olan bir otoyolda yollarına devam ettiler. Araklı, Arsin, Yomra, Sürmene ve Çamburnu'ndan geçerek Of'a geldiler. Of şehir merkezine giriş yaptıklarında bulvar yoluna doğru girdiler. Bulvarın sonunda bulunan ilçeye varıp arabadan indikleri esnada hafiften yağmur çiseliyordu. Ömer , Selim ve Osman'ı kapıda karşıladı ve beraber odaya doğru çıktılar.
Ömer: '' Buyurun oturun.'' dercesine bir elini uzatır. Osman ve Selim masanın karşılıklı bir vaziyette yer alan sandalyeye otururlar. Ömer'de kendi masasına oturduğu esnada: '' Bir şeyler ikram edeyim.'' diye söylendikten sonra masa telefonundan birilerini arar ve üç çay getirmesini ister. Çok geçmeden çaylar servis edilir. Ömer daha fazla oyalanmadan konuya girer. Mümtaz buraya geldiğinden beri yaptığı işlerden bahseder. Osman araya girip Ümit Soykan ve Necdet Karadağ ile görüştüklerini bildiğini söyler. Ömer ise konunun geriye kalan kısmını anlatmaya başlar. Mümtaz'da DLC'ye çalıştığı tespit edilen firmaların isimlerinin olduğu bir liste söz konusuydu. Buradan bir iz bulmayı umarak çalışmalarını yürütüyordu. Ta ki bir pusuya düşene dek. Ömer gerekli malumatlları paylaştığı esnada Selim endişelerini dile getirir. Mümtaz'ı DLC'nin alıkoyduğunu düşünmeye başlar. Fakat Ömer bu fikre pek anlam veremedi. Öyle olsa sadece Mümtaz mı kaçırılırdı. Mümtaz'ı kaçırıp Tayfun'u bırakmaları fikri pek aklına yatmamıştı. Bunu da dillendirince Selim bu kişiyle görüşmeyi ister. Ömer bunun üzerine Tayfun'a bir haber yollar ve hemen gelmesi gerektiğini iletir.
Ömer masasının başında bir takım işlerle uğraşırken Selim ise gözünü odada dolaştırmakla meşguldü. Osman ise odanın içinde dolaşırken arada pencereden dışarıyı süzmekle meşguldü. Selim kafasını kaldırarak: '' Osman! Allah aşkına bir dur be oğlum. Başımı döndürdün elekçi beygiri gibi oradan oraya.'' diye söylenir. Osman'ın odada turlaması devam ederken: '' Napayım amirim. İçim içime sığmıyor. Oda bana dar geliyor. Sığamıyorum hiçbir yere sanki.'' dedikten sonra yeniden pencereye doğru yönelince bir kahkaha attıktan sonra: '' Galiba beklediğimiz şahıs geldi amirim.'' demesiyle beraber Selim bulunduğu yerden ayaklanarak pencereye doğru yanaştı. Bir ayağı aksak bir şekilde yürüyen bir adam dikkatlerini çekmişti. Aynı adam çok geçmeden kapıyı çalıp içeriye giriş yaptı. Ömer eliyle işaret yaparak içeriye davet etti. Tayfun bulunduğu yere oturduktan sonra olan biteni anlatmaya başlar. '' Amirim! Sizinde isteğiniz üzerine Ümit Soykan'ı korumak üzere Rize'de Soykanlar'a ait bir tesislere gitmiştik. Orada Necdet Karadağ ile karşılaştık. Ümit Soykan'a yeni planlarını anlatmak üzere gelmiş. Necdet Karadağ kendisine ittifak teklif etti fakat ilk etapta Ümit Soykan bu teklifi kabul etmedi. Çünkü kendisine suikastte bulunan ismin o olduğunu düşünüyordu. Fakat Necdet Karadağ suikasti kendisinin değil DLC 'nin yaptığını, kendisiyle bir alakası olmadığını belirtti. Hatta bununla da sınırlı kalmayıp Mümtaz komiserime de aynı teklifte bulundu. Düşmanlarının ortak olduğunu belirterek kendisine bir harita ve evrak verdi. Haritada DLC'ye hizmet eden bazı firmaların konum bilgileri; verdiği evrakta ise açık adres bilgileri yer alıyordu. Hatta bir tanesi bulunduğumuz yere o kadar yakındı ki direk oraya doğru yola çıktık. Oraya vardık fakat çok kalabalıklardı. Bir anda kendimizi bir pusunun içinde bulduk.'' Tayfun bu bilgileri aktarırken sesinde herhangi bir korku ya da endişe emaresi yoktu. Selim müdür araya girerek: '' Mümtaz nasıl yakalandı?'' diye sorudğu esnada aldığı cevapta Tayfun beraber olmadıklarını mekan büyük olduğu için iki koldan gittiklerini söylese de bu Selim'i pek ikna etmiş gibi gözükmüyordu. Selim şüpheci tavırlara bürünerek: '' Sadece iki kişi olduğunuz halde böyle bir plan oldukça riskli gözüküyor. Ben Mümtaz'ı az tanıyorsam kendini tehlikeye atmaz. Bu fikir sana mı ait?'' diye sorduğu esnada Tayfun bir an duraksadı. Belli ki bu soruyu pek beklemiyordu.'' Evet amirim bana aitti. Teklifi ben sundum. Mümtaz komiserim de kabul etti hemen uygulamaya koyduk.'' Selim'in şüpheci tavırları devam ediyordu. '' Bize yaranı gösterebilir misin?'' diye sorduğu esnada Tayfun hafif panikler gibi olsa da belli etmemeye çalışarak paçasını sıyırarak ayak bileği bölgesinde yer alan bandajı açarak yarasını gösterir. Osman yaraya doğru yaklaşarak biraz inceledikten sonra yakın ve uzak plandan resmini çeker. Teşekkür ettikten sonra Tayfun bandajını geri kapatır.
. . . .
Öğretmen dersini anlatmaya devam ediyordu. Fakat sınıfta her zamankinden farklı bir hava vardı. Ferit hocanın anlattığı konuları defterine yazarken, Narin ise aynı eylemi gerçekleştirse de kafası pek derste değildir. Lina ise hiçbir şey olmamış gibi hocayı pür dikkat dinlemeye devam ediyordu. Narin, Ferit'in yanında; Lina ise tek başına oturuyordu. Okul zilinin çalmasıyla tüm öğrenciler toparlanıp okuldan çıkmaya başlarlar. Lina kaçamak hareketlerle toparlanarak, kimseyle muhatap olmadan kapıdan çıkar gider. Ferit ve Narin ise beraber çıkarlar ve uzaktan Lina'yı takip etmeye başlarlar. Her ne kadar kırgın olsalar da birbirlerine başına bir iş gelir diye korkuyorlardı. Lina'nın eve girdiğine emin olur olmaz Ferit ve Narin'de evine doğru yola koyuldu. Gerçek dostluk tam anlamıyla bu değil midir? Sadece beraber gülüp eğlenmek, güzel anılar tazelemek değil. aynı zamanda kötü dönemlerde de birbirini önemsemek değil midir? Birbirlerine küsseler de, darılsalar da birbirine önem vermek, dostun için endişelenmek ne güzel şey. İkisi de dünyanın en şanslı insanı birbirlerine sahip oldukları için.
Yine bir okul günüydü. Lina eşyalarını toparlarken kafası dalgın gibiydi. Çünkü Narin'i bütün gün okulda görmemişti ve onu gerçekten merak etmeye başlamıştı. Yanında bulunan boş sıraya bakarken okula neden gelmediğini düşünüyordu ve aklını bu düşüncelerden kurtaramıyordu. Aklında ise hep kötü senaryo vardı. Acaba Narin'in başına bir şey mi gelmişti. Son görüşmelerinde sözlü olarak tartıştıkları için onu çok incittiğini düşünüyordu. Aklında ise tek bir cümle yankılanıyordu. '' Keşke onu incitmeseydim.'' Bu cümle kalbine büyük bir acı yüklemeye başlamıştı. Ferit'e doğru dönüp: '' Narin nerede?'' dercesine bir ifade takınır. Ferit ise: '' Bilmiyorum.'' dercesine karşılık verir. Lina artık Narin için daha çok endişeleniyordu. Apar topar okuldan çıkıp Narin'in evine doğru giderler. Narin'in evine vardıklarında onun çok hasta olduğunu fark ettiler. Yatağında öylece yatıyordu minik Narin. Biraz ateşi ve öksürüğü vardı. Lina odasına girerken Ferit'e dışarda beklemesini ister. Narin'in yatağının başına gider ve yanına kıvrılır. Ona sarılır ve ona hem pişmanlık dolu hem de hayran bir ifadeyle bakar. Öyle ki yüz hatlarının her zerresini inceler. Narinin yüzünü incelerken: '' Ne olur beni affet Narin. Seni çok kırdım, çok incittim. Çok özür dilerim.'' diye söylenir. Hastalığın verdiği masumiyet dolu ifadesiyle gülümser. '' Ben sana hiç bir zaman küsmedim ki.'' diye cevap verir Narin. Lina , Narin'in yanağına öpücük kondurur ve sıkı sıkı sarılır.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.73k Okunma |
1.77k Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |