10. Bölüm

10. Bölüm : Zamanın dişleri

Nurdagül Çimen
sadece__nurdagul

Atlas Dağı’nın tepesindeki sessizlik, bir yemin kadar ağır, bir veda kadar keskin hissediliyordu. Arya ve Kael, göğün kıvrımları altında, geçmişin yüküyle yeniden doğmuş gibi durmuşlardı. Onların tenine dokunan rüzgâr artık sıradan bir esinti değil, bin yıllık anıların taşıyıcısıydı. Ve bu anılar, artık sadece hatırlanmak için değil, yeniden yaşanmak üzere bekliyordu.

 

Kael, ayakta kalmaya çalışırken gözlerini kapattı. Atlas’ın kalbinden geçtikleri andan beri zihni sessizleşmemişti. Her şey çok gerçekti ama aynı zamanda düş kadar soyut. Arya yanına geldi, gözlerinde korkuyla cesaret arasında salınan bir ifade vardı.

 

“Burası... her şeyin başladığı yer olabilir mi?” diye fısıldadı Arya. “Ama biz bunun farkında bile değildik.”

 

Kael başını yavaşça salladı. “Zamanın bize anlattığı hikâyeyi sadece duymuyorduk. İçimizde taşıyorduk. Ama dişleri çok derin... yontarak öğretiyor.”

 

 

Atlas’ın Nabzı

 

Bulundukları yerde yerle göğün sınırı silinmiş gibiydi. Uçurumun eşiğindeki taş platformun ortasında yavaşça atan bir ışık kaynağı vardı. Nabız atışı gibi bir ritimde parlıyor, sonra sönüyordu. Arya yaklaştı. Her atımda kalbinde tuhaf bir yankı oluşuyordu. Sanki içindeki başka bir benlik çağırılıyordu.

 

“Bu ışık... bizim zamanımız değil. Bizden öncekilerin bıraktığı bir mesaj gibi.”

 

Kael, çevredeki taşlara eğildi. Üzerlerinde semboller vardı. Çoğu tanıdık değildi ama bazıları Arya’nın annesinin defterinde gördükleriyle eşleşiyordu. Aralarında büyük, dairesel bir sembol dikkatini çekti: Üç çizgiden oluşan spiral bir motif.

 

“Yüzleşme. Dönüşüm. Hatırlanış.”

 

 

Kael sembolleri çözmeye çalışırken Arya’nın sesi bozuldu. Sanki başka bir tonda, başka bir kişilikte konuşuyordu:

 

“Zaman çember değil, yara izidir. Kapatamazsın. Ancak anlamaya çalışırsın.”

 

Kael döndü. Arya’nın gözleri parlak, sesi tok ve yabancıydı. Sanki biri onun içinden konuşuyordu.

 

“Arya?”

 

Arya birkaç saniye içinde titredi ve kendi bedenine döndü. Gözleri yaşla dolmuştu.

 

“Bir şey... içime dokundu. Beni içimden çağırdı. Sadece benim değil, annemin de sesi gibiydi.”

 

Kael ona destek olmak için kolunu uzattı. Tam o anda ışık kaynağından çıkan nabız, bir şok dalgası gibi yayıldı. Gökyüzü çatladı. Ve zaman... durdu.

 

 

 

Donmuş An

 

Etraftaki her şey bir anlığına donar gibi oldu. Rüzgâr, yapraklar, ışık... Her şey aynı anda hareketsizliğe gömüldü. Ama Arya ile Kael hareket edebiliyordu. Sadece ikisi.

 

“Zamanın dişleri durduğunda, yalnızca yaralılar yürüyebilir.”

 

Bu cümle havada yankılandı.

 

Kael, sessizliğe rağmen iç sesini duyuyordu. Duydukça geçmişinin parçaları, gözünün önünde belirmeye başladı: annesiyle olan son bakışı, babasının sert elleri, bir çocuğu hastanede kurtaramadığı o gecenin kabusu...

 

Arya ise yere diz çökmüştü. Elleri titriyordu. Kalbi, yıllardır bastırdığı korkuları taşıyamıyordu artık. Gözlerinin önünde annesinin terk ettiği, yalnız bıraktığı geceler tekrar tekrar dönüyordu.

 

Ama bu kez farklıydı. Bu kez kaçmak yerine orada kalıyorlardı.

 

 

Zamansızlar Sofrası

 

Tam o anda, taş platformun kenarında bir masa belirdi. Masada eski, altın işlemeli tabaklar, yarım kalmış yemekler ve bozulmamış bir sıcaklık vardı. Etrafında insan siluetleri oturuyordu. Gözleri yoktu, ama gözlerinin bakışı hissediliyordu.

 

Kael fısıldadı:

 

“Bunlar... Atlas’ın önceki yolcuları olabilir mi?”

 

Arya başını eğdi. “Ya da kaybolmuş zamanların kendisi.”

 

Bir figür başını Arya’ya çevirdi. Sessizce bir cümle yankılandı:

 

“Biz zamanı değil, kendimizi kaybettik.”

 

Ve sonra masa, sessizce buharlaştı. Geride yalnızca bir nesne kaldı: eski, paslı bir kolye. Arya dikkatle aldı. İçinde küçük bir pusula vardı. Ama kuzeyi değil, tam olarak Kael’i gösteriyordu.

 

Arya, şaşkınlıkla sordu: “Bu... ne demek oluyor?”

 

Kael kolyeyi eline aldı. Pusula sapmıyordu. Ne yöne dönerse dönsün, ibre hep onu gösteriyordu.

 

“Belki de yön aramamızın sebebi, hiç sapmamamız gereken yöne doğu doğmuş olmamız.”

 

 

Atlas’ı Uyandırmak

 

Zaman yavaşça akmaya başladı. Gökyüzü tekrar hareket etti, bulutlar devinmeye başladı. Ama artık her şey farklıydı. Atlas Dağı’nın ruhu uyanmıştı.

 

Arya ve Kael, taş platformun merkezine ilerledi. Işık kaynağı, bu kez onları içine çekmiyordu. Aksine, kendisini onlara sunuyordu. Kendi merkezlerini bulmuşlardı.

 

“Şimdi ne olacak?” diye sordu Arya.

 

Kael yanıtladı: “Bize kalan... bu bilgelikle geri dönmek. Ama artık biz aynı değiliz.”

 

Arya bir adım daha attı. Gözlerini kapadı. Kalbindeki yaraların hepsini bir anlığına hissedip sonra bırakmaya çalıştı.

 

“Beni ben yapan her şey artık anlamlı.”

 

 

 

Dönüş Kapısı

 

Atlas Dağı, son bir kez titredi. Gökyüzünde yeni bir yarık açıldı. Bu, dönüş kapısıydı. Ama bu sefer başka bir geçitten geçmek gerekiyordu: kendilerinden geçerek.

 

Kael ve Arya, birbirlerine baktılar. Artık birbirlerine ait olduklarını söze dökmelerine gerek yoktu. Gözleri, kalplerinden geçen her şeyi çoktan fısıldamıştı.

 

Ve sonra beraberce yürüdüler.

 

Atlas’ın kalbinden geçip, kendi hayatlarına dönecekleri kapıya.

 

Ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

 

Bölüm : 22.07.2025 21:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...