
Sığınağın içindeki taş duvarlar, gece boyunca tek bir nefes gibi Atlas’ın etrafında daralıp genişledi. Mezarın başında uyuyakalmamıştı; tam aksine, hiçbir şey düşünemeyecek kadar derin bir sessizliğe gömülmüştü. O sessizlikte annesinin ismi, mezar taşından çıkıp zihnine kazındı: Yalena.
Gözlerini açtığında, güneş doğmamıştı ama içeride soluk mavi bir ışık yanıyordu. Kayaların arasında hareketsiz bir şekilde duran gölge, onu izliyordu.
“Beni hâlâ terk etmedin,” dedi Atlas, sesi sabah kadar yumuşak.
“Ben seni hiçbir zaman terk etmedim,” dedi gölge. “Sen sadece bana sırtını döndün.”
Atlas, ayağa kalktı. Elini mezarın üzerine son kez koydu.
“Şimdi nereye?”
Gölge bir an sustu, sonra uzak duvarda bir boşluğa yöneldi. “Geçmişin külleri, hâlâ yanıyor. Onları bulmalısın. Harita tamamlanmadan Atlas yazılamaz.”
Atlas, cebinden haritayı çıkardı. Bu eski, solmuş kâğıt parçası artık tamamen başkaydı. Zamanla birlikte evrilmiş, içindeki yollar yeni şekiller almıştı. Tam merkezde, kayanın kalbinden yayılan yeni bir simge vardı:
“Alev Ormanı”
“Oraya gitmem gerek, değil mi?”
Gölge başını eğdi. “Orası, annenin en son iz bıraktığı yer.”
Alev Ormanı, adını sadece görüntüsünden değil, anlamından da alıyordu. Efsaneye göre burada ağaçlar yalnızca rüzgârla değil, hatıralarla yanardı. Her hatıra bir kıvılcım, her kayıp bir tutuşmaydı.
Atlas, yolculuğuna sabahın ilk saatlerinde başladı. Ardin artık yoktu. Gölge ise daima birkaç adım gerideydi sessiz, sarsılmaz bir bekçi gibi. Zaman zaman, gölgeler uzar, rüzgar Atlas’a eski sesler fısıldardı. Hepsi geçmişten kırık dökük parçalardı: bir çocuk kahkahası, bir kadın şarkısı, bir adamın "Kaç!" diye haykırışı.
Gittikçe yaklaştıkça, ormanın silueti ufukta belirginleşmeye başladı.
Gökyüzü turuncuya çalıyordu. Fakat ağaçlar… siyah siluetler hâlinde titreşiyordu. Dallar kıpırdamıyor, yapraklar hiç hışırdamıyordu. Ama Atlas yaklaşınca duydu: tutuşmuş bir hatıranın iç çekişini.
Ormanın içine adım attığında birden sıcaklık bastırdı. Hava kuruydu ama içindeki nem, sanki boğazında gizli bir dumanla birleşiyordu. Ağaç gövdeleri, kül rengindeydi. Her biri çatlamış, sanki yandıkları hâlde küllerini koruyabilmişlerdi.
Bir ağacın yanına yaklaştı. Elini kabuğuna koyduğunda, içinden bir kıvılcım geçti.
Bir görüntü…
Yalena. Genç. Henüz Atlas doğmamış. Ellerinde bir kitap. Sayfaları yaprak gibi uçuşuyor. Etrafında dört kadın daha. Her biri birer Hafıza Muhafızı.
Atlas, gözlerini açtı. Derin bir nefes aldı.
“Burası… Hafızacılar Meclisi’nin gizli alanıydı.”
“Artık değil,” dedi gölge. “Yakıldığında bütün hafızalar serbest kaldı. Ama annene dair parçalar hâlâ burada... gömülü.”
Atlas daha derinlere yürüdü. Ve bir ağacın altında durdu.
Orada, toprağa gömülmüş bir kutu parlıyordu. Diğerlerinden farklıydı. Metal değil, cam değil, ağaç değil... bellekten yapılmıştı.
“Elinden alınan bir şey bu,” dedi Atlas.
“Annesinin son anısı. Kendi elleriyle sakladı. Çünkü eğer biri o anıyı görürse… Unutulanlar Atlası’nın son sırrı çözülecek.”
Atlas tereddüt etti. Ama sonra diz çöktü, kutuyu elleriyle çıkardı. Parmaklarını üzerine koyduğunda kutu titredi, çatladı, açıldı.
Bir ışık yükseldi. Göz kamaştırıcıydı.
Ve Atlas gördü.
Yalena bir ormanın içinde koşuyordu. Kucağında bir bebek. Ardından silüetler geliyordu maskeli, karanlık figürler. Ellerinde alevli zincirler. Gözleri ışıldıyor, ağızlarından çıkan sesler lanetler gibi yankılanıyordu.
“Onu bize ver! O, Atlas taşıyıcısı!”
Yalena bebeğe baktı. Atlas’tı bu. Henüz birkaç aylık. Gözleri parlıyordu.
Yalena ağladı.
Sonra bir taşın altına harita rulosunu koydu. Bebeği öptü. Gölgesine fısıldadı:
“Onu koru. Ben geri dönmeyeceğim. Ama o… Unutulanlar’ı bulacak.”
Ve ışık karardı.
Atlas, yeniden ormanın içindeydi. Elinde boş kutu vardı. Gözleri yaşlıydı ama artık ağlamıyordu.
“Annem... kendini feda etti. Beni korumak için.”
Gölge yaklaştı.
“Ve sana en güçlü mirası bıraktı: Hafızanın kutsallığı. Artık Unutulanlar Atlası’nın son bölümünü yazma gücün var.”
Atlas ayağa kalktı. Gözlerinde yalnızca hüzün değil, karar da vardı.
“Yazacağım. Ne pahasına olursa olsun. Her kaybı, her kırığı, her anıyı... ve gölgeleriyle birlikte hakikati.”
Alev Ormanı’nın içinden çıktığında, sırtında sadece bir çanta değil, yüzlerce hatıranın yükü vardı.
Ama artık yalnız değildi. Çünkü gölge artık korktuğu bir karanlık değil, ait olduğu hafızanın bir parçasıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 177 Okunma |
62 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |