
Yıldızın üstüne basıp yorum bırakmayı unutmayın aşklarımm
Keyifli okumalar
🌬
Bir adım daha attı küçük Eva ama sanırsa son adımıydı çünkü minik ayaklarında bir adım daha atacak derman kalmamıştı. Henüz beş yaşında olan Eva'nın en sevdiği oyundu evden kaçmak. Ama bu sefer oyunu her zaman ki gibi eğlenceli olmamıştı çünkü kaybolmuştu. Normalde hava kararmadan Toprak onu bulmuş olurdu ama dayısı bu sefer onu bulamamıştı.
Gecenin karanlığında cızır cızır yanan sokak lambasının yanından geçerken bulunduğu sokaktan arkasına baktı belki bir umut Toprak'ı görür diye.
Yoktu. Gelmemişti. Bu sefer Toprak onu bulamamıştı. Yürümekten yorulmuş olan minik bacakları daha fazlasına dayanamayacağını belli edince kaldırımın kenarına oturdu. Hava karardığından beri hava daha da soğuklaşmış, minik vücudu üşüyordu. Soğuktan kızarmıştı küçük burnu. Ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalıştı.
"Yosun!" diye bağırdı belki dayısı onu duyar diye.
"Salaksın işte salak, niye gelmiyon ya." Diye sitem etmeden duramadı Toprak'a. Şimdiye kadar on kez gelmesi gerekiyordu oysa! Karnından yükselen sesle ters ters baktı açlıktan guruldayan boş midesine "Sende bağırıp durma, napabilirim?" diyerek acıkan karnına da söylendi. Çok açtı. Etraf çok karanlık nerede olduğunu bilmiyordu, sokaktaki tek ses zorla yanan sokak lambasının sesiyken yere düşen cam bir şişesin sesiyle küçük Eva heyecanlı bakışlarını sokağın başına taşıdı.
Bakışlarını olduğu yerde elindeki içki şişesini yere düşürmüş olan adamı görünce heyecanının yerini hayal kırıklığı aldı. Yalpalayan adamın içkisi birbirine dolaşan eli yüzünden yere düşmüştü, dökülmesini umursamadan yerden aldığı şişeyle ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Zil zurna sarhoştu. Bakışları kaldırımın kenarında oturan kızı bulduğunda leş gibi içki kokusuyla Evaya doğru yaklaştı, Evanın şu an başka dertleri vardı elinde şişe olan pis kokulu adamla ilgilenmiyordu.
"Tatlı kız?" dedi yaygın çıkan sarhoş sesiyle "Ne arıyorsun bu saatte, kayıp mı oldun yoksa?" Eva adama boş gözlerle baktı. Gecenin karanlığı ve sokak lambasının ışığı gözlerinin rengini adamdan gizliyordu. "Sana şeker vermemi ister misin?" harfleri yuvarlayarak kelimeleri bir araya getirişi Evaya göz devirtti. "İstemez abi git başkasına ver." Annesi sürekli yabancıların verdiği hiçbir şeyi almaması konusunda onu uyarırdı. Annesi uyarmasa bile bu adamın yürüyüşünde hayır yoktu verdiği şeyden ne hayır gelirdi ki.
"Çikolata vereyim?" dedi bu seferden, yalpalayan adımları evanın önünde durduğunda eva ona cevap vermedi. Hatta düz düz baktı. Yüzündeki iğrenme ifadesine engel olamıyordu çünkü adam fazla iğrenç kokuyordu. Adamın ona yaklaşması evayı daha da iğrendirdiği için ayağa kalktı. Buradan uzaklaşmak istiyordu ama sarhoş adam izin vermedi.
"Gel seni evine götüreyim." Eva'nın küçük kolunu kavradığında Eva onu itmeye çalıştı küçük bedenine rağmen. "İstemiyolumm dedim sana defol basımdan!" kızın aniden bağırmasıyla içkinin verdiği beyin uyuşmasıyla kulaklarında çınladı Eva'nın ince tiz sesi adamın. Kızın yükselişine öfkelendi.
"Ben sana gösteririm defolmak ne demekmiş!" Kolundan kavradığı kızı arkasından sürüklemeye başladı.
"Bırak beni bırak!" diye bağırdı Eva ama sarhoş adamın zihni pisti. Onun çocuk kalbinin kaldıramayacağı kadar. Issız sokağın içinde Evayı sürükleyerek götürmeye başladı. Eva çırpınıyor koluna vurmaya çalışıp bağırıyordu ama küçük bedeni kocaman adamı alt edebilecek güçte değildi. Kolunu sıkmaktan acıtan adam onu resmen sürüye sürüye götürüyordu.
"Bırak beni bırak! Yosun." Diye var gücüyle bağırdı. Ne zaman başı sıkışsa iki eli kanda da olsa koşan kişi yosunuydu ama bu sefero da gelmedi. Issız sokakta hiç mi kimse yoktu. Onu bu adamdan kurtaracak. Bu başına gelen şey annesi ve babası haberleri izlerken orada duyduklarına çok benziyordu. Haberleri anlatan abla da böyle ücra ıssız yerlerden bahsediyor sonra da küçük kızların öldüğünü söylüyordu. Bir keresinde televizyona bakan annesini içli içli ağlarken yakalamıştı küçük Eva. Ekranda yine küçük bir kız bağıra bağıra ağlayan bir kadın ve yıkılmış bir aile vardı. O zaman ve hala olduğu gibi küçük aklı bunlara ermedi. Televizyondan duyduğu kelimeyi annesine sordu ekrandaki küçük kızı göstererek.
"Anne o kız öldü mü?" Demişti iri kan kırmızısı gözlerini annesine dikip cevap beklerken. Ölüm kelimesinin ne olduğunu bile bilmiyordu çocuk aklı. Annesi yanağında ki yaşı silerek "Hayır bebeğim onlar melek oldu." Demişti. Hatırlıyordu, o günden sonra o kadar çok kadın ve çocuk melek olmuştu ki bunun ne olduğunu bile bilmeyen Eva melek olmanın iyi bir şey olmadığına karar vermişti sadece. Çünkü küçük yaştaki aklı bu vahşeti kaldıracak kadar kirli değildi.
Adam onu sürüklerken kendisinin de mi melek olacağını düşündü. Ama annesi o kızlar için çok ağlıyordu. Ya kendi için de ağlarsa. Aklına gelenlerle avaz avaz bağırdı "Bırak beni!" Kızın sesi beyninde yankılanan sarhoş adam susması için büyük elini ağzına kapatacaktı ki Eva adamın elini şiddetli bir şekilde ısırdığında acıyla elini kolundan çekecekken alkolün verdiği mide bulantısıyla karnına saplanan ağrı bedenini iki büklüm olmaya zorladı. Elindeki içki şişesi elleri arasından kayıp yere düştüğünde küçük Eva fırsatı kaçırmadı. Acıyla eğilmiş olan adamın karnına saplanan krampları fırsat bilerek yerdeki cam şişeyi aldığı gibi adamın kafasına geçirdi. Sarhoş adam bir adam bir anda başının arkasından aldığı darbeyle öne doğru sendeledi "Küçük orospu!" kafasından akan kanlarla yere yığıldığındı. Ama küçük Eva başka dertlerdeydi.
Minik elli kesilmiş tırnağının üstü kırılmış dibi kanadığı için acıyordu. Eline bakarken kan gözleri öfkeyle sarmalandı "Aptal adam senin yüzünden elimi kestim, tırnağımı kırdın!" diye yükseldi. Sarhoş adam kendisini toparlamaya çalışarak ayağa kalkacakken bir anda yerinde öylece dona kaldı. Eva şaşkınca dizinin birisi yerde birisi kalkmaya hazırlanan ve ona yakalamak için öne doğru uzanmış eline baktı. Gözleri de açıktı ama neden kıpırdamıyordu ki? Elini adamın önüne doğru hareket ettirdi nedensizce. Adam hala hareket etmiyordu, nefes dahi almıyordu hatta.
Eva anlam verememişti ama aklı hala az önce olanlardaydı, kanayan eliyle irileşmiş kan gözleriyle taş kesilmiş adama bakarken çok şaşkındı. Sokak lambasının ışığının yetmediği ücra bir köşeden ona doğru gelen karartıya döndü gözleri. Yaşı küçüktü ama hastalığı ona korku duygusunu hissettirmiyordu. Her çocuk gibi şu an buradan koşarak kaçmak yerine ona doğru gelen karartıya baktı. Belki de hastalığının en kötü tarafı buydu.
Korku duygusunu hissetmediği için etrafında ona zarar vermek için yaklaşan hiçbir şeyden kaçmıyor bazen kendisini koruması gerektiğini bile bilmiyordu çünkü korku hissi insana yaşama içgüdüsünü veren en büyük duyguydu. Korku bedene yayıldıkça insan kendisini korumak için harekete geçerdi ama bu duyguyu bilmeyen birisi kendisini koruma gereği duymazdı çünkü gelen tehlikeden korkmayan duyuları onu savunma ve kendisini koruma iç güdüsüne itmezdi. Çoğu kişinin hayranlıkla keşke bende korkmasam dediği bu illet insanın hayatına ne kadar olumsuzluklar kattığını Eva ilerleyen yaşlarında çok iyi anlayacaktı.
Sokak lambasının aydınlığına çıkan karartı küçük bir kıza aitti. Neredeyse Eva'nın yaşlarında olan kız olanlar için şaşkın değildi. Bunları o kız mı yapmıştı?
"İyi misin Eva?" dedi ince tatlı bir sesle. Küçük Eva hala şaşkındı. Bir kıza bir adama bakıyordu iri kızıl gözleri. Kıza doğru bir adım attı.
"Adımı nereden biliyorsun?" karşısındaki siyah saçlı kızın kahve çekirdeği renginde ki gözlerine baktı. Kız Evaya yavaşça gülümsediğinde etli yanaklarında beliren iki çukur kızın tatlı simasını daha da tatlı kılıyordu. İki tarafında olan gamzeleri yanaklarını süslüyordu.
"Ben Işıl." Dedi elini öne uzatarak. Eva alık alık bakıyordu kızın bu tatlı enerjisin, ışıl onun bu düz bakışlarına daha çok güldü "Ben senin koruyucunum." Diye devam etti. Eva aynı bakışlarını kendisine uzatılan ele baktı, tekrardan ışıla çevirdi. O da kendisi kadardı onu nasıl koruyacaktı ki? Korumak deyince aklında beliren tek sima Toprak'a aitti.
"Bunu sen mi yaptın?" Dedi Eva kafası karışmış şekilde adamı göstererek, ışıl kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı.
"Sana zarar verecekti, bak şimdi onu buradan uzaklaştıracağım." Küçük kızın elinin tek hareketiyle adam bir anda sanki toz olmuş gibi ortadan yok oldu. Küçük Eva'nın gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Bunu nasıl yaptın?" dedi şaşkınlığı hayranlıkla sesine yansırken. Işık gülümseyerek Evaya yaklaştı, küçük elleriyle küçük elleri tuttu.
"Sana zarar veren her şeyi yok ederim ben Eva, ben seni korumak için varım. Birazdan Toprak seni almak için gelecek ve bu olanlar aramızda sır olarak kalacak. Tamam mı?" ışıl konuşsa beli beliren gamzeleri küçük Eva'nın dikkatini çekiyordu. Onu çok tatlı gösteriyordu. Minik elini ışılın elinden çekerek sol yanağındaki gamzesine dokundu.
"Çok güzeller." Dedi etkilenmiş bir sesle. Işıl yanağındaki olan küçük elin üstüne kendi elini koydu.
"İstersen senin olabilir."
"Gereçten mi?" parlayan gözlerle ona bakan kan rengi gözlere sevgiyle baktı ışıl. "Şimdi girmem gerekiyor Eva."
"Peki seni ne zaman göreceğim?" diye sordu merakla, sevmişti bu küçük kızı. Işıl Eva'nın bu sözlerine daha çok gülümsedi ama yavaşça soldu tebessümü. "Çok uzun yıllar sonra." Üzgün bir sesle söylemişti bunu.
"Ama neden?" bunu ona açıklamak istedi ama yapamazdı. Vakti azalıyordu "Bunu şimdi sana söyleyemem Eva birazdan Torak şu taraftan gelecek ben girmek zorundayım. Kendine iyi bak olur mu?" Işılın gösterdiği gösterdi tarafa döndü Eva, Toprak yoktu sonra tekrardan Işıla döndü,
Gitmişti. Daha az önce buradaydı oysa, yoktu şimdi. Nasıl bu kadar çabuk gitmişti? Eva'nın çocuk aklı iyice karışmıştı, kafa karışıklığıyla etrafına bakarken Işılın dediği taraftan o tanıdık ses yükseldi.
"Kızıl!" heyecanla sesin geldiği yöne döndü
"Yosunn." Dedi Toprak'a doğru koşarak, Toprak da onun gibi koşup yeğenine sıkı sıkı sarıldı. Yeğeni için çok korkmuş çok endişelenmişti.
"Sana inanamıyorum kızıl, hani bir daha kaçmak yoktu?" sinirle karışık telaşlı bir sesle yeğenini azarladı.
"Salak yeşil! Sen beni bulamadın bana mı kızıyorsun." Toprak hayret etti. Hem suçlu hem güçlü hem de zeytin yağ idi! Üste çıkıyordu.
"Kaç saattir seni aradığımızı biliyor musun? Ablam ve Samet abi kafayı yedi endişeden." Bu çıkışlara Eva zaten alışkın olduğu için umursamadı. Toprak iflah olmaz yeğeniyle ben seninle ne yapacağım bakışı atarken Eva'nın kanayan elini görünce kaşları çatıldı. "Buraya ne oldu?" Acele ama nazikçe yeğeninin küçük elini kendi küçük eline alıp yarasına baktı. Evet kendisinin eli de küçüktü ama sonuçta ondan büyüktü.
"Nasıl kestin bunu böyle, çok mu derin?" Eva dayısının telaşına kıkırdadı. Toprak onun gülmesine huysuzlandı. "Ne gülüyorsun kızım bir şey sorduk." Dedi ters ters, Eva daha çok kıkırdadı.
"Yosun gözlü dayım benim için korkmuş mu?" Dedi tatlı bir sesle. Göz devirdi Toprak. Yeğenine karşı bu kadar çabuk yumuşak hiç hoşuna gitmiyordu çünkü onu aradığı süre boyunca ona ne kadar kızacağını ve başına bir şey gelmemesi için dua ettiğini biliyordu. Cebindeki yara bandını çıkardı. Yeğeninin eli ayağı rahat durmayan bir baş belası olduğu için yanında yara bandı taşıyordu.
Sus ta uzat elini." Dedi ters ters elini geri çekmeye çalışan Evaya. Uslu uslu elini uzattı, küçük bir kesikti zaten. Toprak canını yakmamak için dikkatli ve yavaşça bandı yaranın üstüne kapattı ve kolumu Eva'nın omzuna atarak baş belası yeğeniyle yürümeye başladılar.
"Ablam bu sefer seni ayağından tavana asacak." Dedi yeğenine takılarak. Ters ters baktı Eva.
"Asmaz annem bikerem beni."
"Eve gidelim o zaman görürsün asar mı asmaz mı." Dedi Toprak gülerek. Sabahtan beri feryat figan her yerde Evayı arıyordu ve bir tek kendisinin bulacağını iyi biliyordu. İçindeki tüm o korku ve endişelerden kurtulmuş şekilde ablası ve Samet abisinin olduğu tarafa giderken çoktan birbirleriyle uğraşmaya başlamışlardı.
"Asmaaz." Dedi Eva
"Asaar." Dedi Toprak
"Asmaz."
"Asar."
İkisi de tatlı tatlı atışarak Eve giderken köşede onları güzündeki derin tebessümle izleyen Işıldan habersizlerdi. Tebessümü daha da derinleşti
"Belki çok uzun yıllar alacak ama sonunda yollarımız kesişecek Eva."
Sabah uyandığında sol yanağındaki tatlı çukurdan habersizdi Eva. Ama zamanla anladı ki o çukur gerçekten gülümsediği zaman ortaya çıkıyordu...
🥺🥰
Rüyalar hakkında insanların teorisi kişilere göre değişiyordu. Bazı söylentiler geçmişten günümüze kadar kulaktan kulağa aktarılarak çoğalırken bazıları bilim ve psikolojiye bağlı olduğunu öne sürüyordu. İnsan yaşantısının bilincini uykuya teslim ettiğinde bilinç altının ona oymadığı bir oyun olarak da görür bazıları.
Rüyalar hakkında büyüklerden duyduğum çok eskiden gelen iki söylenti vardı dikkatimi çeken
Birisi rüyamızda gördüklerimiz başka bir yaşamadaki yaşadığımız hayatın kesitleri
Diğeri gelecekte başımıza gelecek olan yaşamımızdan kesitler diyerek ikiye ayrılan fikirler vardı.
Yani şöyle bakıldığında ağzı olan konuşmuş diye yorumlamıştım ilk başta ama başıma musallat olan o kabus belirli zamanlarda rüyalarıma ya da bilinç altıma karabasan gibi çöktüğü günden beri artık rüyaların bir anlamı olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Sanki ruhumu bedenimden ayırıp beni rüyalar alemine esir alıyor ve oradaki her şeyi sanki bedenen yaşamışım gibi bana eziyet veriyordu. Evet yine aynı rüyanın çıkmazındaydım.
Urganlar, ölüler, kanlı merdiven ve sürekli bana aynı şeyi söyleyen kadın, ruhum yine rüya alemine çekilmiş oradan kurtulup gerçeğe dönmek için kıvranıyordu. Her seferinde her saniyesini bilmeme rağmen sanki hiç yaşamamışım gibi yaşamak ruhumu öyle çok yıpratıyordu ki çıkıp gelemiyordum o alemden, bilincimin gün yüzüne çıkmasını sağlayamıyordum.
Aynı kadının sesi tekrar tekrar yankılanarak çoğaldı kulağımda
"Kurtar onu"
"Kurtar onu"
"Kurtar onu."
Elimi kalbime bastırıp yataktan doğrulduğumda nefesimi düzene sokmak oldukça zor oldu. Zaten sık kabus gören bir insan olarak kabusun en kötü yanının uyandığımda sıkışmış kalbim ve nefessiz kalmış gibi soluklanışımdı. Soluklarımı düzene soktuğumda bir kere daha şükür ettim bilincimin bana geri dönmesine. Her seferinde gerçek ve düş arasındaki o ipliğin kopma anına kadar öyle çok yoruluyordum ki kendimi uyandırmak için artık ezbere bildiğim rüyanın hız tuşuna basarak yaşananların çabucak yaşanıp uyanmak istiyordum. Evet ondan kurtulmak değil daha çabuk ve hızlı bitmesini istiyordum çünkü yakama yapışmış bir lanet gibi asla kurtulamayacaktım.
Bakışlarım üstüme eğildiğimde sadece sutyen ve kalçamın hemen altında biten taytımı gördüğümde yorganım zaten başka bir memleketteydi. Çok dağınık uyuyan bir insandım. Kalçamın hemen altında biten yırtık tayta bakarken göz devirdim. Gerçekten çok boktan huylarım vardı. Bir insan gece uyurken niye üstündeki kıyafetleri keserdi ki? Kulağa saçma geliyordu ama ben yapıyordum. Yaz olsun kış olsun eğer üzerimdeki kıyafet beni biraz rahatsız etsin ya da kaşındırsın hemen çıkartıp atıyordum.
Genelde tişörtlerimi çıkartıp atıyordum ama alttan giydiğim tayt olsun gecelik olsun eşofmanlarım olsun her seferinde kalça hizasına kadar kesip bir köşeye fırlatıyordum. Hatırlıyor musun diye sorsalar asla hatırlamıyordum.
En çok annem görüyormuş ben bunu yaparken. Bu olaya ilk başladığımda yedi sekiz yaşlarındaydım ve birisinin gelip kıyafetlerimi kestiğini düşünüp evde savaş çıkartıyordum. Sonradan geceleri annem yanıma gelip beni izlemeye başlamış ve benim yaptığımı söylediğinde ona inanmamıştım ve o da videomu çekmişti.
Saat üç civarı uyanmış homurdanarak masanın önüne geliyordum videoda, çekmeceyi gözlerim yarı açık yarı kapalı açıyor içinden makası alarak altımdaki geceliği şakır şakır kesip mutlu mesut yatağa yatarak götümü dönüp uyumaya devam ediyordum. Toprak bu huyumla çok dalga geçerdi ama kapıyı çalmadan asla odama adım dahi atmazdı. Kapıyı çaldıktan sonra "İnsan konumuna gel dalıyorum içeriye." Derdi hep dağınık yattığım için. Bakışlarım pencereye döndüğünde havada aydınlanmak için kendisini gündüze çevirmeye çalışan gökyüzünün muhteşem manzarasına bakarken bir anda hislerim irkilerek beynime arka arkaya sinyaller göndermeye başladığımda doğrulduğum yerde dikildim.
Korku hissetmediğim için etrafımda ki birçok tehlikenin farkına varmakta zorluk çekerdim. Çünkü bana ve hislerime göre ortada korkacak bir şey yoktu ve kendimi korumak için bir şey yapmama gerek yoktu. Hastalığımı havalı ve şanslı bulanlar bu konuda ne kadar zorlandığımdan bir haberdi. Toprak bana resmen ağzıyla tehlikenin ne olduğunu şu şu durumlarda kendimi korumam gerektiğini anlatıyordu. Bir insan kendisini koruması gerektiğini bilmez miydi? Evet bilmiyordu. Korku hissi aynı zamanda insana kendini koruma iç güdüsü verirdi. O iç güdüyü hissetmemek ise insanı savunmasız bırakırdı.
Korkuyu hissetmeden tehlikeyi sezmeyi öğrenmek o kadar zordu ki benim için...
Temkinli bakışlarım anında içeriyi taradı. Hava aydınlanacaktı ama odanın içi hala karanlıktı, bakışlarım sakince etrafa dolaştığında tekli koltukta oturmuş elindeki içki bardağıyla bana bakan adamı görünce gözlerim ona takıldı. İrkilmedim ya da kendimi geri çekmedim. Baktım okyanus mavisi gözlerine.
İki gündür yoktu. Olanların üstünden iki gün geçmişti ve onlar gittikten sonra saraya geri hiç gelmemişlerdi. Bende odamdan iki gündür hiç çıkmamış üstümdeki yorgunluktan kurtulmuştum. Elindeki içki bardağını masaya bırakarak ayağa kalktığında yerimden kıpırdamadan ona baktım, karşıma geçtiğinde yüzünü görebilmek için başımı yukarıya kaldırdım.
"Sapık gibi beni mi izliyorsun Karahan?" dedim sesim yeni uyandığım için mamur çıkıyordu. Gözleri pür dikkat gözlerimdeyken bakışları yavaşça aşağı kaydı, gözleri ilk önce sadece sutyenin olduğu çıplak omuzlarım ve belimde dolaştı sonrada kestiğim taytı buldu. Hiç çekinmeden bakması beni hayrete düşürse de belli etmedim
"Bir insan neden uyurken hem soyunur hem de kıyafetini keser ki?"
"Bir insan neden sapık gibi tanımadığı bir kadını izler ki?" önümde durduğunda suratına baktım. Genelde utangaç bir insan olmadığım için çıplaklığımdan utanmadım ama onun bakışlarında öyle bir ateş vardı ki kendimi saklamak istedim yanmamak için. Bakışlarım tişörtümü aradığında yerde olan tişörtüme eğilecekken omuzuma dokundu. Sıcak eli buz gibi olan tenime değdiğinde tüylerim diken diken oldu.
Bakışlarım ona döndüğünde benden önce eğilip tişörtümü aldı, tişörtüme uzanmak için öne eğildiğim de derin bir nefes vererek homurdandı "Kıpırdanıp durma elimden bir kaza çıkacak." Hırıltılı sesiyle ona baka kaldığımda yüzünün kıpkırmızı olduğunu gördüm. Dudaklarımda sinsi bir kıvrım peydah oldu. Çıplak halim onu zorluyor muydu yoksa?
Bana şeytan diyordu ama şeytana zayıf noktasını gösterirken çekinmiyordu. Zayıf noktasını neden daha fazla zorlamayayım ki?
"Prensim," dedim masum bir sesle ama asla alakası yoktu, tişörtümü almak için eğildiğinden şu an tam önümde diz çökmüş şekilde duruyordu "İyi misiniz?" elimi üç düğmesi açık olan gömleğinden göğsüne bastırdım. Kasıldı, Mavi göz bebekleri şokla irileşti, benden böyle bir şey beklemediği aşikardı, yüzüne doru eğildiğimde sıcak nefesim artık yüzüne vuruyordu "Yanıyorsunuz." Maviliklerindeki şaşkınlığı öyle çabuk sildi ki buna şahit olmak beni şaşırttı.
"Uyanamadın her halde?" dedi. Alkol kokusu soludum yakıcı nefesinden fakat sesi net ve ayıktı. Ayrıca alkolün kokusu bile baş döndürücü erkeksi kokusunu bastırmaya yetmemişti.
"Uyanık olduğumun farkındasın." Pütürlü sesim dağılmış normale dönmüştü. Yakıcı bakışlarını önümde eğilmiş olmasına rağmen gözlerimden çekmedi. Elim hala hızla inip kalkan göğsündeydi.
"Eğer uyanık olsaydın ateşle oynadığını bilirdin." Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında yüzlerimiz arasında milimler bıraktı. "Bilmiyorsun." Sıcak nefesi yüzüme her vurduğunda içimdeki şeytan beni daha da ileriye gitmem için dürtüyordu.
"Bilmiyorum." Dedim onun gibi kısık bir sesle. Oysa odada bizden başka kimse yoktu. "Öğretsene bana," dediğimde yakıcı bakışlarının yanında gözleri öyle bir koyulaştı ki elinin birisiyle boynumu kavrayıp beni daha da dibine çekecekken her zaman uyumadan önce yastığımın altına sıkıştırdığım bıçağı hızlı bir el hareketiyle boğazın yasladım. Sanki bunu bekliyormuş gibi bakışlarında bir değişim olmadı.
"Herkes benim ateşimde üşür ama sen cayır cayır yanarsın şeytanın kızı." Dedi, boğuk bir sesle. Bakışları boğazına yasladığım bıçaktan etkilenmiş gibi görünmüyordu. Sanki şah damarı elimin altındaki metalde atmıyormuş gibi devam etti konuşmaya "Herkes benim ateşimde donarak can verir ama sen benim ateşimde yanan ilk kişi olursun."
"Ya sen benim kanımda boğulursan?" dedim gözlerimdeki o haylaz kıza ait tüm izleri kenara atarak. Artık düşmanına bakan birinin bakışlarından farklı değildi ona diktiğim kan kırmızısı gözlerim. "Söylesene Arsal önünde diz çöktüğün bir kadına karşı nasıl bir galibiyetin olabilir ki?" dediğimde işte onu dumura uğratan sözlerim bunlar oldu çünkü ben diyene kadar önümde diz çöktüğünün bile farkında değildi. Bakışlarındaki yoğunluk artarken gözündeki koyuluk kendisini sislere bıraktı ve bir anda ne olduğunu anlamadan bileğimdeki bıçağı öyle bir refleksle kavrayıp parmaklarım arasından düşmesini sağladı ki ben daha bunun şokunu atlatamamışken kendimi sırt üstü yatakta onu ise üstümde buldum.
Kaşlarımı çattım. Hiçbir zaman birisinin bıçağımı bana bıraktırabilecek kadar gevşek tutmazdım elimi. Bu herif her ne yaptıysa ve nasıl bir hızda yaptıysa bıçağı parmaklarım arasından düşürmüştü.
"Benim mağlubiyetim sanma ki sana galibiyet olur Efnan, o yorulmaksızın çalışan zekan insanları manipülesiyle alt edecek kadar kurnaz." Yatağın iki tarafına yasladığı eliyle ağırlığını üstüme vermeden bana üstten üstün bakışlarla baktı. Gözünün çevresindeki yorgun halkalar yılların verdiği bir uykusuzluktan geliyordu sanki. Fakat şu iki günde hiç uyumamış gibi yorgundu mavilikleri. "Beni manipülenle alt ettiğin o aptallara benzemem, herkesi kandırabilirsin şeytanın kızı, bu ülkeyi dünyayı hatta evreni ama kanın kendisi olmuş harelerin seni bana ele verir." Beni ona ele verir...
Bakışlarım gözlerine kilitli kaldığında onu en çok kandıranın ben olduğumu bilmemesi içimdeki şeytana büyük bir haz verirken bir tarafım bunun bana büyük bir sorun çıkartacağını fısıldıyordu. Sessiz bakışmamızda çok şey geçti.
Suskun bakışmamızda konuşmadığımız kadar çok kelime döküldü ortaya ama hiçbirinin sesi yoktu. Sadece kendisi vardı. Asırlar kadar uzun gelen sürede maviliklerini, göz bebeğini acımasızca ikiye bölen kan kesiğine bakarken sormak istedi içimdeki ses. Nasıl oldu bu? Okyanuslarını kim birbirinden kopardı, kim soğuk sularının arasına kan damlattı demek istedim ama yuttum. Onun bakışları da gözlerimdeydi, hissettim. O da bir şey söylemek istedi fakat dudaklarını aralamadan kelimelerini içine gömdü.
Ona dalgın gözlerle bakan Eva'nın kafasına derinlerden bir yerden fırlatılan taşla kendisine gelmesiyle olduğumuz konumun uygunsuzluğu kafama dank etti. Tam kalk üstümden hayvan diye çirkinleşecekken çıplak belimden tuttuğu gibi beni de kendisini de yatakta ilerleterek başımı yastığa yasladı. Dur bir dakika çıplak mı! Hay ananı sikeyim iki saattir herifin karşısında sutyenle olduğumu unutmuştum! Adama laf sokup mort edeceğim derken göğüs şov yapmıştım. Ağzımı açmış tüm küfür hanemi ona sunacakken üstümden kalkarak yan tişörtümü kafama attı. Şokla yerimden doğrulup tişörtümü aceleyle üstüme geçirdiğimde bakışlarım yatağımın yan tarafındaki boşluğa kurulan adama takıldı.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" yüzü bana dönük şekilde gözlerini kapatmıştı.
"Sesini kısarsan uyuyacağım." Dedi normal bir şekilde. Bu herif benim yatağımda olduğunun farkındamıydı! Olsa iyi ederdi.
"Git kendi odanda uyu. Benim yatağımda uyuyamazsın!" dedim kesin bir dille.
"Bu oda ve diğer tüm odalar bana ait, prensim ben." Adama bak
"Git tahtında uyu prenssen!"
"Bugün cariyemi varlığımla mükafatlandırmaya geldim." Zorla gel beni öldür diyordu.
"Defolup hareminden başka cariyelerini mükafatlandırsan iyi edersin." Ben onun cariyesi değildim!
"Ne kadar şanslı olduğunun farkına varır mısın? Koskoca prens yatağında bunun hayaliyle yaşayan milyonlarca kadın var." Gözleri kapalı huysuz homurtusuna göz devirdim. Bu herifin egosunu kim bu kadar şişirdi bilmiyorum ama ben patlatmasını bilirdim.
"Ben istisnayım prensim lütfen siktirip gider misiniz?" dedim nazikçe. Öylede bir hanımefendiydim işte.
"Lütfedip sesini keser misin. Uyuyacağım." Sesi gerçekten de uykulu geliyordu.
"Arsal yatağımdan kalk."
"Reddedildi."
"Yatağımdan kalk" dedim tekrardan inatçı bir tutumla.
"Reddedildi."
"Adam kalk gitsene." Sıkıntıyla oflayarak gözünü araladı. Gerçekten uyku akıyordu ve şu an uyumak için can atarken benimle uğraşmak onu kızdırmışa benziyordu.
"Neden sesini kesip uyumayı denemiyorsun." Çünkü sen varsın! Ağzımı açıp söylenmeye başlayacakken "Eğer tek kelime daha edersen odanda ki o tırnağına sürdüğün ve bakımını yaptığın ıvır zıvırları toplatırım," dediği an ağzımı öyle hızlı kapattım ki aralık gözünün ucuyla bana bakarken keyfi yerine geldi. Gözlerini tekrardan kapattığın da yataktan çıkacakken tekrardan konuştu "Hele bir dene bakalım." Gözlerini açmadan söylediklerine çığlık atmak istedim.
Çok adi bir adamdı. Hiç konuşmadan yatakta yanına uzandım. Tabi ki de götüne girmemiştim o yatağın bir ucundan da ben diğer ucunda yatıyorduk. Bir süre boş boş tavana bakıp hayatı sorguladım çünkü bir kere uyandığımda asla geri uyuyamazdım. Ve o vardı yanımda. Gözlerim istemsizce sürekli onun olduğu tarafa kayıyordu. Kendi başlattığım direnişe yenilerek gözlerimi onun yüzüne çevirdim. Kim derdi ki böyle bir adamın katil olduğunu, içinde yatan milyonlarca kötülük olduğunu. Oysa öyle güzel bir yüze sahipti ki yakışıklı yüzünde tek bir kusur bile yoktu. Sert çehresi keskin yüz hatları, yüzüne yakışan hafif kalkık burnu, dolgun dudakları, teni...
Ne kadar inkar edebilirdim ki. Göz vardı ve ortadaki her şeyi görüyordu. Arsal Karahan görülmeyecek gibi bir adam değildi ama benim kandan harelerim hiçbir zaman onun olduğu tarafa bakmayacaktı.
Bu bir düşmandan aşk hikayesi değildi
Bu bir düşmandan ölüm hikayesiydi ve ölüm bu hikayeyi bitirecekti.
"Bu yaptığın öğrenilirse yaşama şansın sıfır aptal insan kızı!" odaya geldiğimden beri şemsi beni azarlıyordu.
"Eee?" dedim umursamazca. Öfkeyle elipsleri inceldi bana bakarken,
"Ne zamandır o kodun peşindeler haberin var mı?" dedi olduğu yerde dikilip benle aynı boya gelerek. Orospu dikilince benden uzun oluyordu. "Ateş krallığı seni yaşatmayacak bu sefer."
"Ateş krallığı bana hiçbir şey yapamaz." Dedim ciddiyetle. Alay edercesine baktı bana
"Ateş krallığının elindeki kodun içeriğini değiştirdin sen. Bunu sana nasıl açıklayacağım bilmiyorum ama kara büyü gibi düşün. O büyü olmazsa istedikleri açılmayacak. Sen prensi karşına aldın göz göre göre." Dedi endişeyle. Ve endişesi banaydı.
"Anlamadığın nokta şu şemsi, ben o kodu ateş krallığının elinden almadım. Teşkilatın elinden aldım." Rahat sesim onu daha da çileden çıkartıyormuş gibi baktı bana.
"Sen Arsal Karahan'ın elinden al-" cümlesi burada durdu ve gözleri şokla irileşti. Jetonun düşmesiyle "Siktir!" döküldü ağzından "Teşkilat zaten onlar ve sen-" şaşkınlıktan cümlesini tamamlayamadı "Ben ateş krallığından hiçbir şey almadım kara yılan, ben teşkilatın elinden aldım." Teşkilat onlardı. Ülkede adı çıkmış olan duyduklarında bile dizlerinin titrediği Teşkilatın başında ülkelerinin prensi olduğunu bilseler kim bilir ne olurdu?
Ne kadar süre onu anlamsızca izledim bilmiyorum, düzenli nefes alışverişlerini işittiğimde uykuya daldığını anladım. Bir süre daha yatakta öylece onu ezberlemek ister gibi baktığımın farkında olmadan onu izledim, sonradan yaptığımı anlayıp kendime küfürler ederek buna bir son verdim. Güneş artık doğmuş ve hava aydınlığa kavuşmuştu. Onu uyandırmamak için yavaş hareketlerle önce yataktan sonra da odadan çıktım, karnımdan gelen guruldama sesiyle bakışlarım aşağı indi. Açtım.
Acilen mutfağı bulup bir şeyler tıkınmam lazımdı. Mutfağı aramaya koyulduğumda buradaki görevliler sarayın altından girip üstünden çıkmama alışır olmuşlardı. Eskiden beni gördüklerinde durup bir saat farkında olmadan bön bön bakarlardı ama şu aralar bunu azaltmışlardı.
Neyse ki üstümde kıskanç bakış görmeye alışkındım.
"Ablan star bebeğim." İç sesle uyuştuğum nadir anlar olmuyor değildi.
Mutfağın olduğu alana doğru adımladıkça kalabalık artıyor bir oraya bir buraya koşturan görevliler tabakhaneye bok yetiştirir gibi acele ediyordu. Kimseyi umursamadan büyük mutfakta yürürken konuşan tanıdık bir ses dikkatimi çekti.
Büyük mutfağın içinde köşeler lüks ocak ve musluklarla çevriliyken mutfağın ortasında olan büyük havalandırma ve kare şeklinde çevrelenmiş olan büyük mutfak tezgahında herkes harıl harıl bir şeyler yaparken büyük havalandırma borusu ve tezgahın köşesinde olan boşluktan gelen sese doğru ilerledim. Görüş açıma giren sima tanıdık değildi ama tezgahın üstünde oturmuş kül rengi saçları ve tanıdık sesi daha önce görmüş ve duymuştum.
Bu kız ben revir odasındayken elinde tava olan bir adamdan kaçan kızdı. İlgeydi sanırım adı. Evet beni deli sanan iki deliden biri! Kaşlarım istemsizce çatıldığında konuştukları şeyi duyunca daha da çatıldı
"Kız tasla ölçmüşler diyorum ya sana." Dedi ilge elindeki elmadan büyük bir ısırık alırken. Yanındaki kız ise aceleyle hem domates doğruyor hem de ilge'nin dediklerine inanamaz gibi bakıyordu.
"Kızım saçmalama hangi deli tas ile ölçsün ki kimin ki daha büyük diye?" dedi fısıltıyla. Tas ile ölçülen tam olarak neydi?
"Niye ölçülmesin erkekler kaç santim diye metreyle ölç-" elindeki domatesi aceleyle İlge'nin ağzına tıkadı kız.
"İlge! Kızım bir sürü insan var etrafta ayıp, manyak mısın?" dediğinde İlge yüzünü buruşturdu çünkü hem elayı hem domatesi aynı anda çiğniyordu şu an.
"Lan ilk sen demedin mi bende duydum bunu diye." İlge kıza sinirlenirken yanıma yaklaşan adım sesiyle başımı yan tarafıma çevirdim, o gün ilgeyi tavayla kovalayan adam şu an tam yanımdaydı. Bakışları beni çıkartamamış gibi üstümde oyalansa da İlge'nin sesiyle işaret parmağını dudağının üstüne koyarak sus işareti yaptı.
"Sanki ben çok meraklıyım aşağı köydeki Nazmi ve domdom teyzenin amını tas ile ölçmesine. Bana ne kızım" Dediğinde ağzım şaşkınlıkla aralandı. İlgenin yanındaki kız kıkırdadı.
"Bence de sana ne millet neyle ölçerse ', sen kalk işini yap artık. Bak simoloya Şef görürse yine mutfak nöbeti yazar sana." İlge arkası dönük olsada umursamazca omuz silkti. "Mutfak kışla ben askeri oldum zaten yedi yirmi dört aralıksız buradayım." İlgenin bıkkın sesine kız tekrardan kıkırdadı.
"Simoloya şefimizle iyi geçinsen hiçbir sıkıntı kalmayacak."
"O benle iyi geçinsin." Dediğinde yanımdaki simoloyanın kaşları çatıldı.
"Kızım adamın kraliçeye yaptığı sunumu tuza boğdun, adam asılıyordu senin yüzünden." Dediğinde aralık ağzım daha da açıldı.
"O da beni tuvaletin önünün de peçeteci yaptı! İnsanlar tuvalette götünü silebilsin diye elimde peçete dört saat bekledim haberin var mı!" dedi oturduğu tezgahtan kalkarak kızın karşısına dikildi. Kız hala domates soyum doğruyordu.
"Adamın verdiği mutfak nöbetine yorganını yastığını alıp tezgahta yatarak geçirdiğin için olabilir mi?" bu kız deli olabilir miydi peki.
"Kızım zaten yatağımdan çok mutfakta geçiriyorum geceyi bende dedim ne olacak yani azıcık götüm rahat etsin ama yok." İlgenin kızgın sesiyle kız gülerek domatesin kabuklarını alarak bizim olduğumuz tarafa döndüğünde simoloyayı gördüğünde şaşkınca baka kaldı.
"O uyuz herifin tek derdi beni süründürmek."
"İlge." Dedi kız hala simoloya dene adama ve bana bakarken
"Ne ilge öyle değil mi. O mutfağa geldiğinden beri millete kan kusturuyor."
"İlge susman gereken bir noktadasın şu an." Dedi kız korkuyla bir ilgeye bir şefine bakarken.
"Ne susacağım kızım." Dedi ilge. Bence de susmalıydı. "İşimizi yapıyoruz yaranamıyoruz herife."
"Milletin buruşmuş şeyiyle ilgilene kadar işini yapsaydın şu an böyle dikiliyor olmazdın." Simolaya'nın sert sesiyle İlge yerinden sıçrayarak arkasını döndüğünde korkuyla yutkundu. Şaşkın bakışları bir benim bir şefinin üstünde gidip gelirken sahte sahte gülümsedi.
"AA deli bombaa!" dedi bana bakarken samimiyetle alakası olmayan bir sevinçle, sonra ne dediğinin farkına varıp dilini ısırdı "Yani kızıl bomba! Kim çözdü seni?" sıçtı sıvadı şu an. Ayrıca ben köpek miyim amına koyayım.
"İlge!" dedi simoloya, bu sefer de bakışlarını şaşkın şaşkın ona çevirdi "AA şefim sizde mi buradaydınız. Bende sizden bahsediyordum, nasıl iyi bir insan iyi ki geldi şefimiz canımız şefimiz gebermedi gitt- ayy pardon yani varlığıyla bizi mülayimliğin arşlarına taşıdı nasıl iyi yaptı gelerek diye," elli omzuma kaydığında beni yanına çekti "Ben kızıl bombayı bağlayıp geliyorum canımız şefimiz hemen buradayım," kolumdan tuttu bu seferde benimle birlikte mutfaktan çıkarken ciddi ciddi neyin içine düştüğümü anlamıyorum. Delileri bulmam saniyemi almıyordu. Ayrıca bu deliler beni deli sanıyordu! Beraber mutfaktan çıktığımızda ilge hemen kolumdan çıkıp arkasına baktı "Bu sefer beni düdüklü tencereye sokacak!" bakışları endişeyle beni buldu "Kızıl bomba seni odana götürmek isterdim ama canım tehlikede dikkat et kendine." Dedi ve tabiri caizse topuklarını götüne vura vura uzaklaştı.
"Gerçekten zır delilerin arasına düştüğüme inanamıyorum." Söylene söylene mutfaktan uzaklaştım. İki lokma bir şey yiyelim dedik iyi ki amına koyayım. Nöbette olan muhafızların birisine Kora'nın odasını nerde olduğunu sorduktan sonra onun yanına gitmeye karar verdim. Herifin bileğini kırmış yanına bile gitmemiştik geçmiş olsun.
"Aynen çok ayıp etmişsin." İçsesime göz devirerek muhafızın tarif ettiği odanın önüne geldiğimde içeriden gelen sesi duyunca duraksadım.
"Eva sen bu kapı dinleme işinin bokunu çıkardın." Yine haklıydı pezevenk. Kapıyı çalmadan dan diye içeriye girdiğimde Elyesa korayla karşılıklı koltuklarda oturmuş hararetle bir şey konuşuyordu.,
"Onları eğitemeyeceğini söylemiştim." Derken kora elindeki çay bardağından bir yudum alarak masanın üstüne bıraktığında kahvaltı yaptıklarını gördüm. Açımmm. Beni gören Elyesa'nın dudaklarında beklemediğim bir tebessüm oluştu.
"Eva, günaydın." Dediğinde başımı salladım sadece bakışlarım ortada olan menemendeydi. Sadece bakışım değil tüm odağım şu an menemendeydi.
"Bu kız benim odamda ne arıyor!" diye sinirle konuştu Kora. Hiçbir şekilde umursamadım. Adımlarım onlara doğru ilerlerken gözüm kahvaltıdaydı. Elşyesa bu halimi görünce güldü "Bizimle kahvaltı yapmak ister misin?" dediğinde onun yanındaki boşluğa kendimi atarak Kora'nın önündeki ekmeği aldığım gibi menemene bandırdım.
"Sence sorma nezaketinde bulunmuş gibi mi görünüyor?" dedi Kora sinirle. Asla takmadım. Açtım şu an. Elyesa gülerek kahvaltıya devam etti bir yandan da konuşuyordu.
"O adamlarına ayar çekmen gerekiyor yoksa Arsal bunları duyduğunda hepsiyle ayrı ayrı ilgilenir." Ne hakkında konuştuklarını bilmiyordum. Pek de ilgilendiğim söylenemezdi. Açtım ve menemen çok güzeldi.
"Onları kışkırtan şu yanındaki şeytan! Ayrıca böyle şeyleri onun yanında konuşmamız ne kadar doğru sence?" dediğinde ağzım dolu dolu ters ters baktım ona.
"Bön ne yoptum." Sargılı elini ters ters havaya kaldırdı
"Senin yüzünden bilek eklemimin arasına cam girmiş, sadece senin için mi geldim sanıyorsun sen buraya? Onların komutanıyım ben." Göz devirdim.
"Pabucumun komutanı."
"Eva." Dedi Elyesa "Adamı işinden ettiğin yetmezmiş gibi sarayın en büyük taburunu karşına aldın." Ağzıma attığım büyük lokmayı keyifle çiğnerken oldukça umursamazdım.
"Kimsenin taburesiyle ilgilenmiyorum." Dedim lokmamı yutarken. Kora sinirle önümdeki ekmeği alıp o da menemene bandırarak sinirle çiğnemeye başladı.
"Kime ne anlatıyorsak." Dedi lokmasını yuttuktan sonra önündeki ekmeği tekrardan önüme çekerek bu sefer gül reçeline bandırdım.
"Bana ne oğlum senin kıçı yırtık taburundan," reçelli ekmeği ağzıma götürdüğümde kora tekrardan önümdeki ekmeği aldı "O tabur ne kadar galibiyet getirdi bize haberin yok tabi. " o da ekmeği benim gibi reçele bandırdı, "Senin gibi şeytanın yüzünden tabur saraya ayak aldı." Dediğinde sofrada olan kime ait olduğunu bilmediğim portakal suyuyla bakışırken Elyesa "Kimse içmedi." Dediğinde alıp kafama diktim.
"O da taburunun sorunu Komutan. Kendi askerine ayar çekemiyorsan da senin sorunun." Dedim geriye yaslanırken. "Ney dertleri." Yüzüme sahte bir endişe yerleştirdim "Komutanımız korişkonun kıçı kırık hadi biz de ayaklanalım mı dediler." Dediğimde lokmasını yutarak sinirle baktı.
"Onlar donanımlı yüksek rütbeli askerler!" dedi hemen çocuklarını savunan bir baba misali. Rahatımı bozmadım.
"Eğer gerçekten onları eğitmiş olsaydın sana karşı gelmezler sorgulamazlardı, demek ki senin komutanlığında bir sıkıntı var." Dediğim de kaşları daha da çatıldı. Bitmiş olan bardağıma portakal suyunu doldurdum. Dudaklarıma yaslayacakken koranın cümlesiyle duraksadım.
"Seni eğiten kişi iyi eğitmiş olmalı ki emrinden bir türlü çıkıp saraya yüz çevirmiyorsun." Dudaklarımda yaslı kalan bardakla birkaç saniye bekledikten sonra tek dikişte içip masaya bıraktım. Hiçbir şey söylemedim haklı sözlerine çünkü beni eğiten kişi kimseye boyun eğmemem gerektiğini de öğretmişti. Elyesa gerginliği dağıtmak için konuştu.
"Adamların hiçbir emire yanaşmıyor onlarla baş edemiyorum. Onlar karşı duydukça diğer birliklerde onlardan tavır benimsiyor ve iş gittikçe büyüyor. Onları talim alanına bile sokamıyoruz." Kora bir elini saçlarına geçirerek sıkıntıyla yaslandı. "Elyesa gitmem gereken önemli bir iş olduğunu biliyorsun. Onları dizginlemek için vaktim yok, bu işle Elber iti ilgilenmeli."
"Elber olmaz, onun daha önemli işeri var." Dedi elyesa. Gerçekten büyük bir sorun vardı ortada
"Akın Arsalın işlerinden ayıkamıyor Mavi desek o piçin sabrı yok bütün taburu astırır." Bakışları umutsuzca Elyesayı süzdü "Sen desek Hafzan baş edemiyorum diyorsun kim bu adamları yola getirecek-" ikiside hararetle konuşmaya devam ederken kavanozdaki çikolataya gömülmüş ben asla oralı olmazken kesin sesleriyle onlara döndüm. İkisi de parıldayan gözlerle bana bakıyordu. "Ne?" dedim muhtemelen çikolata bulaşmış olan dudaklarımla onlara boş boş bakarken "Beni bu hale sen getirdin." Dedi Kora
"Evet." Dedim umursamazca.
"Bir de utanmadan evet diyor!" bir insanın sinirlerini saniyesinde zıplatabilme gibi huylarım vardı "Senin yüzünden ne zamandır işlerimden oldum haberin var mı? Ayrıca askerlerim komutanımızı bu hale geliyor ve hiçbir şey olmamış gibi bunu yapan kişi elini kolunu sallaya sallaya dışarda geziyor ceza dahi almıyor diye ayaklandı!"
"Akerlerinin greviyle ilgilenmiyorum." Kaşıkla çikolatanın dibini sıyırırken oldukça huysuzdum. Koskoca saray boş kavanozu sofraya koymuştu utanmadan.
"İki saattir kaşıklayarak kavanozu bitiren sen olmayasın Eva?" iç ses umurumda olmadı.
"Beni işimde eden sensin. Bir özür bile dilememişken böylece bu işten sıyrılacağını mı sanıyorsun?"
"Evet."
"Büyük yanılgı." Elimin tersiyle dudağımı sildikten sonra ters ters baktım Kora'ya
"Bana aniden dokunmuş olman senin suçun, bileğini kırdım diye taburunu başıma musallat edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."
"Eva." Dedi elyesa kora'ya ters ters bakarken. Ve Elyesanın dudaklarından dökülen o tek kelime beni dumura uğrattı.
"Lütfen." Duyduğum tek bir kelime yüzümdeki bütün o duygusuzluktan beni arındırırken şaşkınlığımı gizleyemedim çünkü burada bana hiçbir zaman rica ile yaklaşan olmamıştı. Hep bir tehdit ve masaya yatırılan bir can ile bana bir şeyleri yaptırmaya çalışmışlardı ama ilk kez birisi rica ediyordu. Bakışlarım elyesanın iri koyu kahvelerine kaydığında bu kıza ilk zamanlar ne kadar gıcık olduğum geldi aklıma ama şu an alnına neredeyse bıçak sapladığım kızı kıramıyordum.
Böylede mülayim bir insandım işte.
"Peki." Dedim Elyesaya bakarken. "Nerede askerlerin ve benden ne istiyorsun."
"Kabul ettin yani?" dedi Kora inanmayan bir ses tonuyla. Bende kabul ettiğime inanamıyordum doğrusu.
"Zorlama bence. Ne istiyorsun şimdi sen? Alplerini alıp kılıca pusata kuşandırıp cenge mi gitmem gerekiyor." Dediğimde Kora alayla güldü. "Sen ilk önce onları talim alanında yarım saatlik bir eğitimi kabul ettir de cenk şöyle dursun." Boş boş baktım suratına.
"Askerlerini ipe dizeceğim Kora."
"Umarım askerlerim seni ipe dizmez." Güldü "Yanına kaç tane muhafız istiyorsun malum hepsi sana düşman." Düşmanımız zaten çoktur yeğen bilmez misin yalnız yaşayan kurdun ölmesini nice çakal bekler.
"Yaa ne alaka ne alakaaa!" iç sesimin çıldırışını umursamıyoruz baylar bayanlar.
"Yanımda sadece Nar'ı istiyorum." İkisi de şaşırdı.
"Sana düşman bir tabur askerim var diyorum sen oraya Mavinin asistanıyla gideceğini söylüyorsun." Bakışlarım değişmedi
"Nar." Dedim düz sesimle. İkisi de anlamaz gözlerle baktı kızıllarıma.
"Ne Narı?" masadaki bardağı kafasına geçirecektim şimdi. Kızın adını bile bilmiyorlardı Mavinin asistanı demekten. Umursamazca ayağa kalktım. Masanın üstündeki peçeteyi alarak dudaklarımın kenarına bastırarak sildim. Kapıya doğru ilerlerken "O kızın adını öğrenin yoksa ben size farklı şeyler öğreteceğim." Kapıyı açıp çıktığımda arkamdan seslenmelerini umursamadım, neden umursayayım ki? Karnım doymuştu zaten.
Daha içerde kalarak kendime fenalık geçirtmek istemedim, şu birkaç gündür duvarlar üstüme üstüme geliyor boğuluyordum. İfadesiz bakışlarımla yürürken geçtiğim bir odadan bir ses yükseldi. Duraksayıp etrafa baktım belki yanlış duymuşumdur diye fakat tekrardan yükselen sesle kapının ardından geldiğine emin oldum
İç ses kusura bakmasın bu sefer kimseyi dinlemiyordum. Tekrardan gelen ses "Seninle aynı odada kaldığım güne lanet olsun!" diyen Nar'ın isyan eden sesiyle havalandı. Kapıyı yavaşça aralayıp odaya girdiğimde orta boyutta olan odanın içinde köşelerde duran birer tane tekli yatak ve onların yanındaki minik komodinlerle odanın içindeki eşyaların iki kişilik bir odaydı. "Aşçı yamağı, sen mi geldin?" Nar'ın bunalmış sesiyle odanın içindeki banyo olduğunu düşündüğüm kapıyı araladığımda seslendim "Nar, iyi misin?" sesimi duyan kız heyecanla konuştu kapının ardından. "Eva sen misin?" dediğinde sesinde umut vardı, belli belirsiz güldüm. Banyonun içindeki diğer kapıya doğru ilerledi adımlarım. Muhtemelen tuvaletti.
"Evet."
"Tuvalette kilitli kaldım." Yüzünü görmesem de dudaklarını büzdüğünü hayal edebiliyordum.
"Zaten senden başka da kimse kalamazdı."
"Bilerek mi kendi mi buraya kilitledim sanki!" dedi bunalmış bir sesle. "O geri zekalı hala gelmedi değil mi? Eva çıkar beni buradan öleceğim." Geri zekalı dediği kişinin kim olduğu hakkında pek bir fikrim olmasa da ona bir öneri sundum
"Anahtarı nerede?"
"İçerde, yanımda."
"Çevirmeyi denedin mi?" Dedim salağa anlatır gibi. Nar içerden öfkeyle soludu
"Çevirmeyi denediğim için içerde kaldım!"
"Bir kere daha dene." Diye bir öneri sundum, kapının aralığından öne doğru bir şey fırlattı. Anahtarın parçasıydı.
"Sapı elimde kaldı." Aptal kız anahtarı içinde kırmıştı
"Kapıyı kırmamı ister misim?" dedim normal bir şey söyler gibi
"Hayır!"
"İçeriden sen omuz at."
"Hayır! Kolum acır." Bu kız da hiçbir yönteme olumlu bakmıyordu!
"O zaman sıvılaşıp kapının arasından geçersen seni aramızda görmekten mutluluk duyarız Nar." İçerden ağlamaklı sesi geldi
"Ya ben zor durumdayım ölüyorum kokudan diyorum sen ne diyorsun." Dedi sesindeki tiksintiyle. Gerçekten kötü durumda olmalıydı.
"Sana da alternatif beğendiremiyoruz, şurada çözüm odaklı düşünüyoruz. Sen sakin kalmaya çalış şimdi derin derin nefes al ve-" dediğimde içerden cırtlak sesiyle bağırdı.
"Eva bok kokuyor nasıl derin derin nefes alayım!" isyanına elimde olmadan kıkırdadım. Haklıydı. Kapı pata küte açıldığında içeriye giren İlgeyle anlık bakıştık "Kıızz" dedi beni görünce "Deli bomb- ay ay şey kızıl bomba seni hala yerine bağlamadılar mı?" Bu kız niye bu kadar patavatsızdı.
"Bana bak kül saç seni öyle bir yere bağlarım ki sittin sene çözemezler o manyak aşçını da seni de üst üste dürüp tencerelerinizin içine sokmamı istemiyorsan bir daha bana deli muamelesi yapma." Tek solukta sakince söylediklerime dehşetle baktı.
"Sen konuşabiliyor muydun? Ben senin konuşamadığını sanıyordum." dedi şaşkın şaşkın. Yüzüne ifadesizce baktığımda içerdeki Nar sinirle yükseldi "Konuşmasına fırsat vermediğin için olabilir mi İlge!" dediğinde Nar'a göz devirdi.
"Şurada seni kurtarmak için çaba sarf eden mis gibi arkadaşına söylediklerin hak mı şu an." Dedi Nar'ı kınarcasına.
"Bak şimdi muhteşem arkadaşın seni beş dakikada kurtaracak."
Yarım saat sonra..
"Şu kapıyı açın artık fenalık geçireceğim bok kokusundan." Diyen Nar'ın sesine göz devirip ilgenin yarım saattir kapının sokmadık yeri bırakmadığı kontrol kalemini elinden alabildim çok şükür. Keçi gibi inadı vardı. Kapının önüne eğildiğimde vidaları yavaşça gevşetmeye başladım. Her şeyden anlıyorum amına koyayım beni alan yaşadı.
"Uğraşıyoruz işte kızım, kırayım diyorum kabul etmiyorsun." Dediğimde Nar içeride sinir krizi geçiriyormuş gibi "Daracık alanda kapıyı kırarsan duvara poster gibi yapışırım Eva! Reddediyorum bunu."
"Bende seni çıkartmayı reddediyorum Nar." Diye bağırdım "Geri zekalı zaten kapıyı niye kilitliyorsun ki?" O da içeride bana bağırdı "Sen tuvalete gittiğin de kapı açık mı yapıyorsun!" vidayı çıkartıp kenara attığımda güldüm.
"Biz Türkler de evde kimse yokken kapı açık sıçılır siz de hiçbir halt bilmiyorsunuz." Dediğimden yanımda bana yardım ettiğini sanan ilge doğrulup konuştu "Harbi oğlum kapıyı niye kilitliyorsun odada kimse yokken, ne kıymetli amın varmış." Nar'ın sinirden çığlık atarak en sonunda ağzını bozdu "Senin gibi orospu ben tuvaletteyken içeri giriyor diye olabilir mi ilge?" kahkaha attım çünkü Nar kolay kolay küfür eden bir insan değildi. Artık İlge odada ona ne yaşatıyorsa kızın ayarlarını komple bozmuştu.
İlge ciddi ciddi düşünüyor gibi yapıp sonrada Nar'a hak verircesine başını sallayıp "Doğru." Dedi.
Nar içeride ayılıp bayılırken "Açın artık öleceğim bok kokusundan." Diye isyan ettiğinde İlge yüzünde hain bir sıırıtışla
"Kanka en son ben girmiştim ama lağım borusundan çabuk geçer gider diye düşünmüştüm-" ilge'nin rahat sesi Nar'ı temelli, çıldırttı.
"O boru sana girsin ilge! Senin bok kokundan öleceğim burada başka zaman sıçsan olmuyor muydu?" İlge yüzsüzce sırıtmaya devam etti
"Bugünün işini yarına bırakma demişler Narım." Bu ikili gerçekten hastaydı
"O bokları senin ağzına dolduracağım bekle sen! Ölüyorum çıkartın artık beni."
"Drama yapma kızım bugün odada ki tuvaleti kullanmadım bile tüm gün mutfaktaydım. Görevli ruhi amca sıçmıştır. İçini ferah tut." Bu kız akıl alır gibi değildi.
"Ruhi amcanın bokunu kokluyorum diye niye içimi ferah tutayım İlge!" Nar sanırım tamamen çıldırmıştı. Bence çıldırmasının en büyük payı yanımdaki kızdı. Manyaktı bunlar. Ben kapıyı açmaya çabalarken "Çabuk olsana be kızın fobisi var." İlge'nin söylediğiyle elimi alnıma vurdum ve aynı anda Nar'ın çığlığı banyoyu inletti
"Evet kapalı alan fobim vardı bok kokusundan unutmuştum! Çıkartı beni buradan." İçerideki Nar ağlamaya başladığında elimdeki kontrol kalemiyle ilge'nin kafasına vurdum
"Geri zekalı niye kızın fobisini hatırlatıyorsun?" diye İlgeyi azarladım
"Fobisini unutan o ben mi geri zekalı oluyorum." Dedi ters ters kafasını ovalayarak.
Bu ikisini aynı odaya koymayı hangi akılsız akıl etmişti!
İlgenin yarım saat uğraşmasının aksine beş dakikada kapıyı açtığımda Nar ağzını nefes alamıyor gibi ağzını açarak dışarıya kaçtığında İlge peşinden gitti hemen. Elimdeki kontrol kalemin kenara bırakıp bende arkalarından gittiğimde yatağın üstünde oturan Nar'ın yüzü kıpkırmızıydı. Gerçekten klostro fobisi vardı. İlge yatağının yanındaki komodinin üstünde duran bardaktaki suyu Nar'a uzattı. Soluksuz kalan kız nefesini düzene sokmaya çalışırken suyundan bir yudum alıyordu ki "O suyu üç gün önce mi koymuştum acaba oraya yoksa dün mü getirmiştim." İlge'nin kendi kendine mırıldanışıyla Nar ağzındaki suyu püskürttü.
"Aptal aşçı yamağı!" suyu ilgenin suratına fırlatıp ayağa kalkarak pencerenin önüne geldi. İlge kül rengi saçlarını geriye iterek yüzsüzce sırıttı. "Uyandığımda yüzümü yıkamamıştım, iyi geldi." İnanılır gibi değildi.
Boş bakışlarım iki kızda gelip gitti. Bana anormal derler bir de, karşılaştığım tek bir normal insan bile yoktu.
Nar biraz soluklandıktan sonra İlge muhtemelen tekrardan onu delirtmek için bir şey söyleyecekti ki aralık kapıyı çalarak başını uzatan saray görevlilerinden olan kadın "İlge Şefim seni çağırıyor. Daha fazla canımı sıkmaya devam ederse onu mutfağa bağlarım ömrünün devamını orada tamamlar dedi." kadının nazik uyarısıyla ilge küfürler ederek odadan çıktığında Nar ters ters baktı.
"Bu kız beni gerçekten delirtecek." Kendimi koltuğa bıraktığımda Nar da yanıma geldi. "Teşekkür ederim." Dediğinde başımı sallamakla yetindim.
"İki gündür odandan çıkmıyorsun, bir iki kere geldim ama rahatsız etmek istemedim. Eva, iyi misin?" sorunun cevabını ben bile tam bilmezken ona ne diyebilirdim ki. Bakışlarım şişmiş olan göz kapaklarında ve kızarmış gözlerinde gezindi.
"Ben toparlarım bir şekilde ama sen iyi değilsin. Oradan geldiğimizden belli neden sürekli ağladın Nar?" sorduğum soruya şaşkınca baktı, bunu anlamamı beklemiyor olmalıydı. Normalde de sulu göz bir kızdı ama bu sefer farklı bir şey vardı. Üzgün, evet Nar orada her ne olduysa üzgündü.
"Niye sürekli bunu yapıyorsun?" dedi beni anlamaya çalışır gibi yüzüme bakarken.
"Neyi?"
"Kendini bir şekilde arka plana atıp yanındakilerin yarasına bakıyorsun, üstelik bunu hiç sezdirmeden yaptığın için insanlar seni bencil biri olarak görüyor ama sen kendini açıklama gereği bile duymuyorsun." Bakışlarını kaçıran bir insan değildim genelde ama kaçırdım. Nar saf ve ağlak bir kız olabilirdi ama zekiydi. Temiz ve saf olması onun aptal bir kız olduğu anlamına gelmezdi, sadece fazla duygusaldı ama bunu gizleyemiyordu. Oysa Elyesa da duygusaldı hatta bence Nardan daha duygusaldı ama o bunu gizleyebiliyordu.
Ben ise tamamen kapalı bir kutuydum ne önümden gidilirdi ne ardımdan çünkü bazen ben bile beni çözemiyordum ki insanlar nasıl çözsün.
Nar cevap vermeyeceğimi anladığında derin bir nefes çekerek konuştu "Annemin bana verdiği benim için çok değerli olan bir şeyi kaybettim, bunu ilk defa sana söyledim çünkü sadece dinleyip deşmeyeceğini bildiğim tek insansın. Söyleyebileceğim çok bir şey yok, kendimi suçlu ve kötü hissediyorum. Bana verilmişti, çok değerliydi üstünde annemin emeği vardı ama ben ona sahip çıkıp koruyamadım." Şu durumda ona söylenebilecek şeyler merek etme bulunur, senden değerli değil ya, annen senin için yenisini yapar bla blaa geç bunları. Bir süre gözlerine baktığımda bunları duymayı beklediğini anladım çünkü bunlardan başka ne söylenirdi ki kaybolmuş bir şey için ama gözleri bunları duymayı istemediğini teselliye değil de yanında olmaya ihtiyacı olduğunu söylüyordu.
Bir süre ikimizde sustuk çünkü bazen teselli kelimelerde değil sessizlikten gelirdi.
Bir insanın en büyük şansı beraber susabildikleri bir dostunun olmasıydı.
Sustuk, ne kadar sürdü bilmiyorum fakat aynı kadın kapı aralığından tekrar belirdiğinde Nar'ın göz devirişine gülmek istedim.
"Efendimiz Karahan dinlenme alanında kendisini beklemeniz gerektiğini söyledi Eva Hanım." Uyuyan güzelimiz uyanmıştı demek, başımı olumlu anlamda sallayıp ayağa kalktığımda bakışlarım Nar'ın çayır yeşili gözlerine döndü.
"Ağırlığını taşıdığın emanetini senden başka kimse omuzlayamaz Nar. Sen onu bulamasan da o sana gelir." Tek söylediğim bu oldu, bir şey söylemedi zaten de bir şey söylemesini beklemiyordum.
...
Pencerenin önünde durmuş bir tabur askerin nasıl dayanışma içinde oluşunu izliyordum. Dışarıdan bakınca haklı olabilirlerdi çünkü heriflerin komutanını lap diye cam masaya yapıştırmış o da yetmemiş bileğini kırmış o da az olmuş gibi herifin eklemi arasına cam girmesine sebep olmuştum. Ve bütün bunları saniyeler içinde yapmıştım ki helal olun bu kadar kısa sürede böyle derin bir bok yemek her yiğidin harcı değildi. Bok yemek konusunda üstüme yoktu. Kimseye düşürmüyordum.
Hepsi heybetli kalıplı heriflerdi, biri gelip söylemese de ben askerim diye bağırıyordu vücutları. Ama zayıftılar benim gözümde. Gerçek bir asker devlete baş kaldırmaya hazır değil devleti için baş eğmeye hazır olmalıydı. Vatanı için ölmeye hazır toprağı için kan dökmeyi bilmeliydi.
Sarayın en güçlü taburu sözü geçen askerleri olabilirlerdi fakat emir almayı bilmeyen emir vermeyi bilmezdi. Üstlerine saygısı olmayanın devletine de saygısı olmazdı.
Saygısız bir ordu devletini daima kaybetmeye mahkum bırakırdı.
Kora onları sağlam eğitmişti fakat eksik yetiştirmişti, hiçbir asker komutanı şehit olup yaralandığında devlete ayak almazdı. Askerlerine bunu öğretememişti anlaşılan. Dışarıyı seyrederken benim için bırakılmış olan elma suyundan bir yudum aldım, kim nerden biliyordu bilmiyorum ama elma suyunu her kahvaltımda ve akşamları odama bırakılıyordu.
Saray görevlileri beni tanıyor muhafızlar artık eskisi kadar beni görünce tırsmıyor hatta başıyla selam veriyorlardı. İster kabul etsinler ister etmesinler ama varlığıma alışıyorlardı.
Alışıyordu.
İstemeye istemeye de olsa varlığıma alışıyordu Ateş ülkesi.
İlk geldiğimde bana nefretle bakan Elyesa
Beni gördüğü ilk andan beri güvenmeyen Mavi
Her ne kadar güvenmese de suçsuz olduğumu düşünen Akın
Herkese ürkek ürkek baksa da beni görünce gülümseyen Nar
Sarayın içinde nereye adım atsam farkında olmadığımı sanarak beni takip eden Devrim ve Batın hatta sarayın içindeki birkaç muhafız dahil çoğu bana alışıyordu.
Peki Karahan?
"Geceyi kollarında geçirdiğine göre?" dedi iç sesim. Gece olanlar aklıma ahlaksızca üşüşünce yanaklarımın ısındığını hissettim. Buradaki herkes bir şekilde Evaya alışıyordu ama Evanın diğer yüzünü gördüklerinde oluşacak olan o hayal kırıklığı içimde kapıların arkasına zorla tıkıp kilitlediğim kişinin umurunda olmayacaktı.
Kalbim yumuşasa bile mantığım izin vermeyecekti.
Zihnim sussa bile içerdeki Eva susmayacaktı ve şu an susuyordu. Sinesine çekilmiş bir Eva mağlubiyeti kabullendiğinden değil yapacaklarını kendisine sindirdiğinden susuyordu. Her şey alt üst olduğunda ayağa kalkacaktı. Kabul etmek istemesem de buraya adımımı attığımdan beri beni içten içe kışkırtan kan dökmem için bana rüzgarın esintisiyle bile fısıldayan hissimi bastırmakta zorlanıyordum. Nedeni ruhumun ve bedenimin büyüyü hiçe sayması mıydı yoksa iki dünyanın zehri de aynı damarda akması mıydı?
Dışarıda belli bir noktaya dalan gözlerimle zihnimdeki karmaşayı düzene sokmaya çalışan beynim yanıma yaklaşan adımları bana hissettirmedi. Ya da yaklaşan kişi öyle bir avcıydı ki avına kendi varlığını hissettirmesini istemedi. Kulağıma çarpan sıcak nefes ve arkamda hissettiğim heybetli bir gövdeyle yerimden kıpırdamadım. Hastalığım ne ürkmeme müsaade ediyordu ne de korkmama. Sadece şaşkınlık hissi vardı üstümde, öylece dona kalmış bir şekilde beklerken kulağımdaki nefese teni de dokundu. Derince yutkunduğumda kahrolasıca kokunun kime ait olduğunu ezberimde olması kendimden nefret ettirdi bana.
"Paramı denen komodinin üstüne koymadın?" kısık sesiyle şaşkınca baktım karşıya ama şaşırdığım tabikide Arsalın söylediğiydi. Anlamaz şekilde ona doğru döndüğümde sırtımı pencerenin pervazına yasladım.
"Ne parası?" dedim anlam veremezce. Sinirli bakışları kızıl gözlerimi delip geçti
"Gecenin parasını hani yatakta bırakıp gitmişsin ya, bari paramı bıraksaydın komodinin üstüne. Jigolo muyum kızım ben yatakta bırakıp gidiyorsun beni!" Arsalın sitemkar sesiyle bir süre öylece yüzüne baka kaldım, baya baya şaşkın şaşkın yüzüne baktıktan sonra öyle bir kahkaha attım ki ben bile şaşırdım. Az önce ne demişti o.
Yüzüne yüzüne kahkaha atarken kendimi durduramıyordum. Onu yatakta bırakıp gitmeme bozulduğunu daha iyi belli edemezdi. Ay jigolo mu demişti o. Kendime engel olamayıp daha da güldüğümde neredeyse altıma işeyecektim. Koskoca prens bana trip atıyordu. Ne kadar güldüm bilmiyorum ama bakışlarım Arsal'a takıldığında gözleri dudaklarımda ki gülümseme ve sol yanağımda gidip geldiğinde mavilikleri öyle bakıyordu ki sanki ben güldükçe içi gidiyormuş gibi.
"Kanın güldüğünde kısılan gözlerini kıskandığını düşünürdüm ama sol yanağındaki çukurdan haberi yok olmalı." Dedi hiç çekinmeden. Bu adam niye bu kadar açık sözlüydü! Yanaklarıma vuran ateşle gülüşüm yüzümde dona kaldı.
Ama bu adam bana yürüyordu!
"Sen bana mı asılıyorsun?"
"Prens değil miyim, asılırım." inkar da etmiyordu!
"Beni taciz etmek için mi buraya çağırdın?" Bakışlarımı kaçırmak istesem de dik dik bakmak gibi lanet huylarım olduğu için yapamadım.
"Kostan'ın seninle konuşması gerekenler var. Onun yanına gideceğiz." Cevap vermeden arkasını dönüp gittiğinde sesimi çıkarmadan onu takip ettim çünkü o bunak heriften öğreneceklerim vardı. Onu takip ettiğimi bildiği için dışarıya çıkana kadar ne o konuştu ne ben. Varacağımız yere ışınlanarak ya da sihirle gideceğimizi düşünürken bir arabanın önüne geldiğimizde şaşkınca baktım arabaya. Madem böyle teknolojiniz var niye milattan önce kalmış eli mızraklı götü yapraklı insanlar gibi krallıkları vardı.
Arabanın yanında bizi bekleyen Elyesa, Mavi ve Akının yanına vardığımızda arabaya gereğinden uzun bakmış olacağım ki Mavinin gıcık sesini işittim.
"Ne görmemiş gibi bakıyorsun. Sizin oralarda araba da mı yok. Bilmiyorsan tanıştırayım" eliyle arabayı işaret etti. "Bak bu araba, araba bu da kızıl şeytan-" diyecekti ki kafasına yediği şamarla susmak zorunda kaldı.
"Biliyorum salak! Ellerinde böyle güçler olup ta gideceği yere arabayla giden tek sazan sizi gördüğüm için öyle baktım." Elyesa ters ters baktı.
"Kendi şahsımın bu cümlenin içinde yer edindiğini sanmıyorum, şu üç izbanduta söyle bunları."
"Biz sazan mıyız Elyesa?" Akına bakarak en tatlı gülümsemesini yolladı Elyesa
"Çok da iyi sayılmazsınız akıncım."
"Elimde kalacaksın kız çocuğu."
"Dikkat et de elde kalan olma." Elyesa'nın hazır cevap hali akını güldürdü.
"Çizim yapmaya benzemez bu işler kız çocuğu. On fırın ekmek yemen lazım."
"Diyetteyim başka bir şey yesem olmaz mı?" Elyesa'nın masum sorusuna erkekler ağzının içinden homurdanırken Mavi kaşlarını çattı
"Zaten dal kadar kaldın daha nerene diyet yapıyorsun incelip yok olmayı hedefliyorsun herhalde." Benim yüzümden başlayan atışma nasıl buraya geldi hiçbir fikrim yoktu.
"Geyiği bırakıp gidelim artık işimiz var." Arsalın net sesiyle hepimiz arabaya binip yola koyulduk. Arsal arabayı kullanıyor onun yanında ki yolcu koltuğunda Akın oturuyordu. Elyesa ben ve Akında arkadaydık. "Niye her yere kafile halinde gidiyoruz amına koyayım bir de arkadan konvoy oluşturun isterseniz." Dedim huysuzca.
Ben ve her boku beraber yediğim agalarım
"Arsal ile yalnız gitmeyi mi tercih ederdin?" Mavi piçi bulduğu her fırsatta laf sokmaktan geri durmuyordu.
"Yalnız gitmek istesem giderdim sarı." Bakışlarım Elyesa ve onun üstünde imayla gidip geldi "Bazıları gibi yakalanmazdım."
"Eva attı vee gool."
Elyesa neye dem vurduğumu bildiği için çoktan morarmaya başlamıştı ki önde oturan akın sordu "Kimmiş o yakalanan?" Dediğinde iki salakta aynı anda "Kimse değil!" diye bağırdı. Sırıtarak Mavinin göt olmasına bakarken dikiz aynasından bana bakan gözler sen uslanmazsın der gibiydi.
İyi ki yanımda öpüşmemişlerdi yoksa kesinlikle dilime düştükleri için bin pişman olurlardı.
Araba bir büyük büyük taşların ev sahipliği yaptığı bir mağaranın önünde durduğunda kaşlarımı çatarak arabadan indim. Kostan mağarada mı yaşıyordu? Ayı mıydı bu herif.
Kınayan bakışlarım Arsalı bulduğunda "Herif sarayınıza büyücük yapıyor sizde adamın bu taşların içinde yaşamasına müsaade mi ediyorsunuz. Halk aç bunlar sarayda yan gelip yatıyorlar. Şey de diyor musunuz ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin." Bir solukta söylediklerime Mavi şaşkın şaşkın baktı.
"Senin bir düğmen ya da fişin yok mu?"
"Sana ne be sarı!"
"Bana sarı deyip durma koparırım o dilini kızıl şeytan!"
"Bana şeytan deyip durma koparırım o sarı kafanı, sarı!"
"Kopartsana kafamı!" dedi sinirle üzerime doğru gelirken. Asla geri durmadım bende onun üzerine yürüdüm.
"Sıkıyorsa kopartsana dilimi!" Bu lanet diyalog bana bir yerden tanıdık geliyordu
"Başlayacağım şimdi sizin dilinize kafanıza ha! Buraya hırlaşın diye mi getirdik sizi!" diyen Elyesayla Maviyle aynı anda öfkeyle konuştuk.
"Köpek miyiz biz Elyesa!" Elini kaldırıp teslim oluyormuş gibi yaptı Elyesa çıkışımıza. "Birbirinizi yiyin."
"Atışmaya son verin. Buraya kavga edin diye gelmedik." Maviyle birbirimize ters bakışlar atarak mağaraya girdiğimizde içerideki kasvet daha adım atmadan insanı geri adım atmaya zorluyordu. Çok şükür ki ayağımda ayakkabı vardı! Böyle iğrenç yerleri yalın ayak gezdiğim için şu an yerdeki o nemi ve ıslaklığı iliklerime kadar hissedebiliyordum. Sessizlik hepimizi ele geçirdiğinde mağaranın en karanlık ücrasına gelmiştik. Birbirimiz bile zor seçerken Arsal her ne yaptı bilmiyorum ama karanlığın içinde mağaranın çıkıntılı duvarında beliren büyük kapı bizim için açıldı. Adımımı attığımda mağaranın kasvetinden ve karanlığından arındırılış geçitte vardığımız diğer kapı yeraltı evine benzeyen bir odaya çıkmıştı.
Bu herifi niye böyle deliğe dersiğe saklamışlardı!
İçeriye girdiğimiz de kapı arkamızdan kapanmıştı. Etrafa olan meraklı bakışlarım kendini durduramıyordu. Hiç de hayal ettiğim gibi etrafta tütsü sisi, beyaz buharlar ya da duvarda asılı olan bir koç başı yoktu
"Büyücü evinden beklentin bunlar mı gerçekten?" Evet.
"Hoş geldiniz Efendim." Kostanın bir anda oda da yükselen sesiyle Mavi boş bulunup kısık bir sesle "Hay ananı si-" Elyesa son anda ağzını kapattığında Akın onların bu haline bıkkınlıkla baktı. Karanlık oda hiçbir lamba olmadan aydınlandığında kostan görüş açımıza girdi ve saygıyla arsalın önünde eğildi.
Utanmaz yaşlı başlı adama el etek öptürüyordu.
"Aynen hiç kıskandığından değil." Değildi!
Bakışları bize döndü "Hoş geldiniz çocuklar." Bıkkınlıkla baktım Kostana
"Vallahi ben hiç hoş gelmedim bey amca." Dedim memnuniyetsiz bakışlarımı etrafta gezdirirken. "Ne biçim rezil bir yer burası benim gibi kaliteli bir kadının böyle taşta delikte olması sence ne kadar doğru?" yanımdaki akın dirseğiyle koluma vurdu "Eva bey amca dediğin adam ülkenin baş büyücüsü!" Sessizce beni azarlamasına çatık kaşlarla baktım,
"Baş büyücüyse niye ayı gibi mağarada konaklıyor?"
"Sen o güzel kafanı böyle şeylere yorma olur mu?" bir çocuğa laf anlatır gibi çıkardığı kısık sesi beni güldürecekti. Kostanın yalancı öksürüğüyle akınla kafa kafaya dedikodu yapar gibi olan pozisyonumuzu bozduk.
Evet dedikodu yapıyorduk.
"Sizi duyduğunun farkındasınızdır umarım." Dedi Mavi ters ters.
"Hala bu olanları, başına gelenleri ciddiye alamayacak kadar toysun Eva." Kostan'ın yaşlı sesiyle bakışlarım ona döndü. Bana doğru ilerlediğinde ayakları yere basmıyordu. Aramızda üç adım kala durdu. "Gerçekten ciddiye almıyor musun yoksa hislerin seni bu olanların bir oyun olduğuna inandırdı mı?" düz sesi ve ciddi bakışlarını gözlerime dikti. "Buradaki her şey sana oyun gibi gelebilir ama değil insan kızı, burası senin kaderinin kırılma noktası ve sen bunun yükünü kaldıramayacak kadar zayıfsın." Bana kilitlediği gözlerine bakarken tek bir an bile kaçırmadım gözlerimi.
"Zayıfım demek." Dedim az önceki sesimden eser kalmazken. "Zayıf kızın varlığına muhtaç ülkeniz." Dedim buz gibi bir ifadeyle "Söylesene büyücü elinizin altındaki zayıf kızı neden öldüremediniz o zaman?"
"Bahsettiğim zayıflık senin karakterin değil Eva. Sen ruhen zayıfsın." Kaşlarım çatılmak istese de ifadem değişmedi. "Sen zayıfsın, daha da güçlenmen gerekiyor çünkü her şey yeni başlıyor." Sinirlerim yavaş yavaş beynimin merkezine akın ettiği için sakinleşmek adına derin bir nefes aldım
"Buraya bunları konuşmak için gelmedim." Her ne olursa olsun birisinin zayıf ipime dokunmasını istemedim. İnceldiği yerden koparsa bile bunu yapan kişi ben olurdum.
"Ne için geldin?" Arsalın sesindeki tını kontrolünü sağlamaya çalıştığım öfkeme hiç yardımcı olmuyordu.
"Toprak'ın durumunu, ailemin nerede olduğunu öğrenmek için geldim." Mavinin alaysı gülüşünü işittim. Benim le alay mı ediyorlardı?
"Boşuna yorulup gelmişsin o zaman kızıl şeytan."
"Onlardan bir daha haber alman çok zor." Dedi Akın da
"Toprak'ı da bundan sonra görebilme ihtimalin yok Eva, üzgünüm." Kan beynime doğru yol alırken patlamamak için zor duruyordu.
"Hala onlardan umudun mu var?" kostanın sesi sabır bardağımdan taşan son damla oldu. "Günler aylara döndü ve sen hala onlara umutla bağlı mısın?"
"Siz beni bir kukla ya da bez bebek mi sanıyorsunuz?" içimde durmaktan kalbime ağırlığını basan kelimeler dudaklarımdan istemsizce koptu.
"Ne sanıyorsunuz beni içi pamuk doldurulmuş bir oyuncak mı? Beni ailemden ayırıp bizi dağıtan insanlara toy muyum dayanır mıyım gösterisi mi yapacağım. Onlara hürmet gösterip size saygı mı duyacağım! Siz benim dayımı gözlerimin önünde yaralarken kanatırken benden ne bekliyorsunuz? Ailemi bir gecede bir saatin içinde paramparça ettiler bana neyden bahsediyorsunuz?" artık sesim kontrolümden çıkmıştı, öfkem sakladığım yerden kendisini göstermekten geri durmadı "Ben sadece hastayım!" dedim göğsüme vura vura "İnsani olan her duyguyu yaşıyorum ben. Kırılıyorum özlüyorum parçalanıyorum dağlıyorum, en çok ta aileme olan hasretimi bastırıyorum. Siz bir çiçeği dalından kopardınız şimdide yaşamasını istiyorsunuz, yaprağından kökünden toprağından ayrılmış bir çiçeğin kurumamasını istiyorsunuz. O çiçek solar büyücü o çiçek solar ve size tek bir tohum bile bırakmaz." Sesim bile titremeden kurduğum her cümlemin kelimesinde paramparça olan yüreğimi kimse görmedi.
Her gözümü kapatışımda simaları beliren ailemin acısını nasıl yaşadığımı kimse bilmedi
Gülümseyebiliyorum diye mutsuz olduğumu kimse düşünemedi
Belli etmiyorum diye ruhumdaki yüklerin ağırlığının farkına kimse varmadı.
Sinirden titreyen elimi yumruk haline getirdiğimde içime dolup gelen boğazımı sıkıp beni boğmak istercesine çöken his etrafımı sarmaya başladığında dişlerimi sıktım. Şakaklarımın iki tarafından baskısını arttıran zonklama beynimin duvarlarında yankılandı. Her ne oluyordu bilmiyorum ama kapalı kapıların arkasından kükreyen o ses çıkmak için canımla cebelleşiyordu. Beni öldürüp yerime geçmek her şeyi paramparça etmek için her şeyi göze alıyordu. Yanıma yaklaşmak isteyen elyesa muhtemelen kötü niyetli değildi ama elimi kaldırıp yaklaşmaması için onu durdurdum. Kafamdaki çalkantılı sese bir kapılırsam ona zarar vermekten çekindim. Uzak durmalıydı benden. Benden uzak durmalılardı. Ben bile benden uzaklaşmak isterken onlar yaklaşmamalıydı.
"Engel olamıyorsun." Dedi kostan. Belki de burada en normal karşılayanı oydu çünkü üstümdeki endişeli bakışları hissedebiliyordum. "Engel olamayacaksın da." Şakaklarıma yasladığım elimi çekerek baktım karşımdaki ihtiyar adama.
"Ne demek istiyorsun." Sesim savaşın içinde kalmış gibi dalgalıydı. Hangi tarafta olduğumu bende bilmiyordum. İçimde bir savaş vardı ve mağlup olacak tek kişi bensem kazanacak olan kimdi.
"Hastalık adı altında olan bedenindeki güç seni gün geçtikçe içine çekiyor. Ruhunda oluşan o güç senin bilincinin üstünde taht kurmak istiyor. Engel olabilecek misin?"
"İradem benim elimde." Dedim ama sesimdeki pütürlü hırıltı pek de öyle olduğunu söylemiyordu. Dişlerimi daha da sıktım.
"Elinde olmayacak Eva. Gelecek olan kişiyi sen bile tanımayacaksın." Sırtımdan omur iliğime kadar inen soğuk terler tüylerimi diken diken etti.
"Ben hiç kimseye zarar vermem." İçimde beni parçalayıp atmak isteyen his öyle bir kahkaha attı ki derinlerden yankılanarak kulağımda uğuldadı. "Yalan söylüyorsun."
"Bu hastalığı sana kimin bahşettiğini biliyor musun peki Eva?" dedi "Seni bu labirente mahkum bırakan seni labirentin iki farklı ucuna koyan kişiyi biliyor musun?" Yumruk olan ellerim daha da titredi ama o susmadı "Bulabilecek misin kendini? Labirentler Kaybolmuş ruhların kendini aradığı bir bilinmezliktir. Sen kendini bulabilecek misin?" konuşmadım. Şakağıma saplanan ağrı mideme giren kramplar ve kendisini dışarıya atmak boğazımı yakarak yukarıya tırmanan sıvıyı geri yutmaya çalıştım.
"Toprak Kırcalı'nın sana bahşettiği bu hastalığa, sana emanet ettiği katil hırkasına rağmen onu affedebilecek misin?"
Her şey o anda oldu, içimdeki beni yıkmak isteyen his yıktı, zincirlerle bağlı olan şeytanım zincirini kırdı ve benliğimdeki deprem gök yüzünü yer yüzüne indirdi. Savaş oldu mayın patladı, kurşun silahından ayrıldı ve tam göğsümün ortasına saplandı. Yüzüm acıyla buruşurken zihnimdeki sesler susmuyordu. Hepsi farklı bir şey söylüyor hepsi bağırıyordu, sesler yankılanıp kafamın içinde milyonlarca kez çoğalıyordu. Ayakta duran vücudum zayıf dedikleri ruhumdaki depremlere rağmen direnmeye çalışıyordu.
"Olamaz." Dedim hırıltılı sesimle. Sakin kalacaktım. Bilincim benim ellerim altındaydı, içimdeki şeytanın beni yönetmesine müsaade etmeyecektim.
"Kostan ona bir şey oluyor iyi değil." Dedi Akın
"Bir şey yap." Elyesa ağlıyordu. Seslerin baskısı altında kalan zihnimi burada tutacak detaylar düşündüm. Elyesa ağlıyordu, Akın endişeliydi Mavi şaşkındı. Peki o.
Fırtınalar kopan kan kırmızısı irislerimi ona çevirdiğimde bakışları titreyen yumruğumdaydı. Onun okyanusları durgun görünüyordu ama dibinde olan fırtınayı bana yansıtmadı. Bana doğru bir adım attı. Yapamadım. Dur diyemedim. Bir adım daha attı, elimi kaldırıp yaklaşma demek istedim, ölüm var parmaklarımda o yüzden bu kadar sıkı tutuyorum demek istedim ama onun sıcacık eli kontrol altında tutmaya çalıştığım için kilitlenen yumruğumu kavradı. Buz gibi tenim onun sıcak dokunuşuyla gevşerken konuşmadı ama gözlerinde tek bir cümle vardı "Sakin ol." O söylemedi ama ben duydum. Harflerle süslemedi ama ben hissettim. Kalbim kasıldığında midem artık dayanamadı. Kendimi ondan uzaklaştırıp odanın en köşesine doğru kendimi zorla taşıdığımda karnıma saplanan ağrı vücudumdu iki büklüm etti, eğildiğim köşede midemde ne var ne yoksa boğazımı yaka yaka çıkardığımda bile vücudum hala sakinleşmedi.
Duvardaki ellerimi çekip doğrulmaya çalıştım. Bir ses geldi, benden başka kimse duymadı ama küçük bir kızın şen kahkahası odayı doldurdu. Küçük kız hopluyor zıplıyor gülerek etrafımda dönüyordu.
"Üzüntünü ya da içindeki acıyı her seferinde böyle mi atarsın?" dedi Kostanın acımasız sesi. Yine karşımdaydı "Kan gözlerin göz yaşlarının ağırlığını kaldıramadığı için mi vücudun acıyı atmak için seni her seferinde kusmaya itiyor." Yumruk olmak isteyen elimi iki tarafıma bıraktım, bana bakan yaşlı gözleri elini kaldırıp kalbimin hizasına getirdi. Aramızda mesafe vardı. Elini kalbimin üstüne doğru tuttu ama bastırmadı, bastırmasına gerek te yoktu. Kalbimdeki ağırlık yeterdi.
Bakışlarım aşağı düştüğünde dudağımda acı bir tebessüm belirdi. Gözünden bir damla yaşı akıtamayan herkes çok iyi bilirdi bu gülümsemeyi.
Benim acı gülüşüm ayaklarımın dibinde kahkaha atarak gülen küçük kız çocuğunun gülüşüne karıştı.
"Yapmaz ki yapmaz ki!" diyordu etrafımda seke seke dolaşarak "Yosun o yapmaz ki!" beynimde arka arkaya tekrar eden kızın sesini bir tek yüreğim duydu.
"Ondan kurtulamayacaksın." Dedi, elleri göğsüme baskı yapmasa da kalbimin sıkışmasına yetti. Bildiğim bir şeyi, hep kendime alıştırmaya çalıştığım bir durumu söylemişti sadece. Peki bu kadar acıtan neydi?
Göz göre göre kendime kabullendirme çabam mı
Yoksa zehrin döküldüğü nehirden sürekli su içiyor olmam mı,
Öğrendim o nehrin zehirli olduğunu. Beni ele geçireceğini, peki ondan vaz geçebilecek miydim?
Beni zehirlediğini bilmeme rağmen ona güvenmekten vaz geçecek miydi kalbim.
Küçük kız Kostan ve aramda durdu ama onu kimse görmedi, kan damlasını andıran gözlerini bana diktiğinde gülüşü yüzünden soldu "Yapmaz ki yapmaz ki" dedi arka arkaya "Yosunumuz o bizim yapmaz ki!" sesini bir tek ben duydum çünkü o kız çocuğu içimdeki yosunun bendeki yeriydi. İnanmadı, yüreğim de yer edinmiş olan yosunun küçük kızılı bu söylenenlere inanmadı.
Bir yanım ise acımasızca kabullendi, küçük kız o tarafımı görmüş gibi bana küskün gözlerle bakarken ona diyebileceğim tek bir kelimem bile yoktu.
Kafamdaki karmaşada öyle çok ses vardı ki hangisi kime ait bilmiyordum. Hangisi yalan hangisi doğru ayırt edemiyordum, kalabalığın içinde kaybolmuş kendimi bulamadım.
İçimdeki şeytanın mesken tutmuş olan o harabesini, şeytana benden izinsiz verdiğini bile bile güvenmeye devam mı edecektim. Söylesene? Dedi içimin derinliklerindeki o acımasız ses, alay ediyordu benimle.
"Göz göre göre seni sana bıraktı o, kabul edecek mi yüreğin?"
"Söylesene kızılın yosunu, kızıl yosununu affedebilecek mi? "
İçimdeki şeytanın fısıltısını bana emanet eden dayımı affedebilecek miydim?
Eva Toprak'ı affedebilecek miydi?
Kızıl yosununu affedebilecek miydi?
♡Bölüm sonu♡
Bölüm hakkındaki ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?
Sizi en çok yansıtan sahne hangisi oldu?
Eva ve arsal hakkında ne düşünüyorsunuz?
Akın ve Nar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Elyesa ve Mavi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şemsi ve evanın arkadaşlığı hakkındaki fikirleriniz neler.
Bölümler geciktiği için isyanlardasınız farkındayım canlarım haklısınızda fakat dersler vizeler sınavlar derken ancak vakit bulabiliyorum ki sizi temin ederim ki bulduğum her fırsatta yazıyorum.❤
Emeğine karşılık lütfen yıldızın üstüne basmayı ve satır aralarına yorumlarınızı eklemeyi unutmayın
Sizleri çok seviyorum ❤🥺
Bir dahaki bölüme kadar sağlıcakla kalın 💙
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.8k Okunma |
549 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |