13. Bölüm

11. BUZDAN MI TAŞTAN MI

sadeceSU4
sadecesu4

 

MERHABA CANLARIMMM

 

Nasılsınız?

 

Umarım iyisinizdir🥰

 

Bölüm geciktiği için çok uzatmadan sizi yeni bölüme alalım.😇

 

Yıldızın üstüne basarak oylamayı unutmayın.😗

 

Mutlaka satır aralarına yorumlarınızı düşüncelerinizi bırakın 🫠

 

☺️Keyifli okumalar☺️

 

...

 

Olduğum yeri bilmiyordum. Kimle olduğum, nerede olduğum ya da nasıl olduğum hakkında pek bir fikrim yoktu.

 

Bir önemi de yoktu aslında.

 

Şu anlık tek bildiğim şey uhrevi bir atmosferin araf kadar arada olan bir yerde oluşumdu.

 

Cehennemde değildim fakat cennette de sayılmazdım.

 

Ateşler içinde değildim fakat ferah da sayılmazdı.,

 

Gerçek ve düş arasındaki o ince bağı görüyor, çözemiyordum. Beni içine çekiyor ama engel olamıyordum. Engel olsam durdurur muydum peki? Her şeyi heresi boş verip bunu durdurur muydum?

 

Sanmıyordum. Yaydan çıkmış bir oku, namludan fırlamış bir mermiyi durdurmak kadar imkansızdı belki.

 

Ben ise tüm imkansızlıkların içinde dünyaya gelmiştim. Buz gibi olan tenimin alev alev olan ruhuna rağmen. Beyaz gülleri seven hislerime inat, kandan olan gözlerime rağmen

 

İkilemlerin arasında sıkışmışken ışıldayan gözlerle bana bakan bu minik kız çocuğunu tanıdığımı sanmıyordum. Yie de ona kocaman gülümsedim.

 

Heyecanlı minik elini sol göğsümün üstüne bastırdığında parlayan gözlerinin ışığı zayıfladı.

Elini kalbimin üstüne koyan minik heyecanlı eli bir anda durdu. Bakışları kısılırken ne olduğunu çözmek ister gibi

baktım küçük kızın gözlerine.

 

"Senin kalbin niye bu kadar soğuk?" Dediğinde gülümsemem yüzümde dona kaldı. Küçük kız elini kalbime daha da bastırdığında "Senin kalbin buz tutmuş, çok soğuk." Sonra durup düşünür gibi yaptı, "Çok ta sert." Dedi üzgünce.

 

Gözlerim küçük heyecanlı bakışlara takılı kaldığında sesimi çıkaramadım ama o konuşmaya devam etti "Öfkenin ateşi, kanının ısısı niye kalbini eritmeye yetmemiş Eva? Niye buzdan kalbin var senin? Ya da taştan?" tatlı sesi yüreğime bir rüzgar gibi esti. O rüzgar tatlı sesine rağmen öyle sertti ki gerçekleri benim önüme savurmak ister gibi tenime şiddetle çarpıyordu.

 

"Sahi kalbin taştan mı buzdan mı?" Elini

 

kalbime daha da bastırdı. O bastırdıkça göğsüm elinin altında daha da sıkıştı sanki. Oysaki elleri minicikti. Sonrasında olanlar ise elinin altındaki kalbime öyle ağır geldi ki o küçücük kızın minicik elini kaldıramayacak kadar sıkıştı göğsüm.

 

"Niye buzdan kalbimiz var bizim? Niye kalbimiz taştan?" Dediğinde az önceki gördüğüm kız çocuğunun yüzü hafızamdan tamamen silinerek karşımdaki kızın kızıl saçları omzundan aşağı doğru dökülmüş vaziyette, kan kırmızısı gözlerinin ardındaki kırgınlığa rağmen bana soru dolu gözlerle baktığını gördüm.

 

Tanıyordum bu küçük kızı

 

Bakışlarında korkunun emaresi bile olmayan küçüklüğüm bana bakıyordu.

 

Benim küçüklüğüm bana hayal kırıklığıyla bakıyordu.

 

"Söylesene Eva, bizim niye kalbimiz buzdan? Niye kalbimiz taştan" Karşımdaki küçüklüğüm elini kalbime bastırmış bana soru soruyordu.

 

Hayır.

 

Hesap soruyordu.

 

Elleri sıcacık olan küçüklüğüm büyüdüğünde neden kalbinin buz tuttuğunun hesabını soruyordu benden.

 

Elleri yumuşacık olan küçüklüğüm kalbimin neden taşlaştığını soruyordu.

 

"Buz buzu eritir mi Eva?" Dediğinde bıçak açmayan ağzım hafifçe aralandı. Keskin rüzgarın soğukluğu dudaklarımın arasından ciğerlerime ulaştı.

 

"Soğuk, sıcak olmadan erir mi? Buz ateşe düşmeden çözülür mü?" Dedim kalbimdeki elini avuçlarım arasına alıp sıkıca tutarken. Minik ellerinin ısısı benim buz gibi ellerimin soğukluğuna meydan okuyordu.

 

Minik kan damlası gözlerinde tatlı bir ışıltı peydah oldu.

 

"Soğuk bir araya gelirse yağmuru getirir, yağmur bir araya gelirse kara dönüşür, kar her yere döküldüğünde kendi soğuk kristallerine tutunur, sonra ne olur biliyor musun Eva?" Dedi minik avucuyla elimi sararak.

 

"Birbirine tutunup birlikte toprağa karışarak erirler." Diyerek cümlesini kendi sesimle tamamladım.

 

"Buzdan kalbimiz erir, taştan kalbimiz yumuşar ama kalbimizdeki kırgınlık geçmez, şüphe ateş gibidir ve düştüğü yeri yakıp kavurur, kül olmayız biz Eva, kül olmayız. Şüphemiz bizi öldürmez, öldürmez,

 

Öldürmez...

 

Öldürmez...

 

Oturduğum yerde transtan çıkar gibi sarsıldığımda az önceki gördüklerim de da bir toz bulutu gibi dağıldı. Kendime gelmek ister gibi başımı iki tarafa sallasam da gördüklerimin düş mü yoksa gerçek mi olduğunu anlayamıyordum. Gözlerimi kırpıştırıp ovuşturdum. Artık uyumadan bile ayakta rüya görebiliyordum. Yakında

götümden donumu alsalar haberim olmayacaktı.

 

Rüzgar estikçe kızıl saçlarımda ona uyum sağlıyor ve o tarafa savruluyordu. Keşke düşüncelerimi de rüzgarın esintisine bırakabilsem de benden uzaklara savursa. Ama bende farklı etki ediyordu. Düşüncelerimi fırlatıp attıkça ters yönden gelen rüzgar hepsini bütün gerçekliği ile tokat misali yüzüme çarpıyordu. Ne kaçmama izin veriyordu nede unutmama. Kaçmak korkaklıktı benim lügatım da. Ben ise asla korkmazdım.

 

Midemde ki bulantı haddini aşıyor ve sürekli boğazımı tırmalayan acı bir sıvıyı yukarıya doğru gönderiyor fakat ben inatla onu itmeye çalışıyordum. Kusmaktan yorgun ve halsizdim ve yüzüme çarpan soğuk hava bana iyi geliyordu, ayaklarımız

 

altına serilmiş olan manzaraya bakacak takatim yoktu. Uçurumun ucunda şehir ayaklarımın altındaydı fakat ne gözler önündeki manzara ne de başka bir şey şu an içimdeki o lanet olasıca ölmek bilmeyen hissi durduramıyordu. Solucan misali ben ondan kurtulmak için onu parçalarken onun parçaları tekrardan canlanıp içimde daha da çoğalıyordu. Kostan'ın Evinden çıkmıştık çünkü çan çalmıştı. Evet kostan öyle demişti. Çan neydi ne halta yarıyordu hiçbir fikrim yoktu ve de ilgilenmiyordum.

 

Sadece acil olduğu için konuşma yarım kalmış ve oradan çıkmıştık. Beti benzim attığından olsa gerek Arsal beni buraya getirmişti fakat konuşulanlar kafamda bumerang gibi dönüp duruyordu.

 

"Siz kimsiniz ki ben sizin saçma sapan cümlelerinize inanıp dayımın

suçlayacağım." Öfkem ses tonuma tanımadığım bir tını eklendiğin de kostan'ın bakışları değişti "Söylesene büyücü bana sunacağın bir kanıtın var mı ki konuşuyorsun?"

 

"İçindeki korku sana yeterli bir kanıt değil mi?" Dedi kendinden emin sesiyle "Dayının yapabilme ihtimali içine korkunun tohumunu düşürdüyse bu sana bir kanıt değil mi, Eva." Başımı geriye yatırıp kahkaha attığımda Elyesa yanıma yaklaşmak istedi. Elimi kaldırıp durdurdum onu. Şu an bu ülkede yaşayan tek bir insana bile tahammülüm yoktu.

 

"Bana söylediklerini kanıtlayacak tek bir delilin bile yoksa o dilini içine çek büyücü. Çünkü ben dayımdan damarımdaki kan kadar eminim." Dedim hiç düşünmeden.

 

"İskebede ki konseyde her şeyin kanıtıyla birlikte var kızıl şeytan. Eğer dayının seni nasıl sattığını gözlerinle görmek istersen iskebeye gitmen gerekecek." Mavi'nin sesiyle zaten tepemde olan cinlerim iyice coştu. Ondan tarafa atılacakken yanıma yetişen Elyesa kolumu tuttu. Sanki istesem ondan kurtulamayacakmışım gibi.

 

"Kimin kimi sattığını gerçekler ortaya dökülmedikçe bilmezsin sarı çıyan. Eğer o ağzını olur olmadık her lafa kelime üretirse senle farklı bir dille konuşmaya başlarım."

 

"Sakin olun, bu tartışmanın bir anlamı yok. Mavi sende sus iyi olmadığını görüyorsun işte." Akın'ın sesiyle Mavi gözlerini ona çevirdi.

 

"Farklı bir dille konuşacakmış. Bu zamana kadar insan gibi yaklaştığımız hangi harekete düzgün cevap verdi ki!" Sesi bu olanlardan bıktığının en büyük deliliydi.

 

"Size ilk önce insan gibi yaklaştım!" Dedim Maviye doğru tükürürcesine

 

"Sonra size siz gibi davrandım ama dikkat edin eğer kendim gibi davranıp size gerektiği gibi yaklaşırsam hiç iyi şeyler olmaz." Elyesa kolumu tuttuğunda sinirlerim daha da attı.

 

"İskebe de gözlerinle göreceksin her şeyi."

 

Bakışlarım önüme düştüğünde başımın iki yanından vuran ağrıyla dişlerimi sıktım. Araba elli metre kadar uzaktaydı. Beni bekliyorlardı. Kafamı toplamamı bekliyorlarsa daha çok beklerlerdi çünkü kendimi şuradan atmadıkça kafa olarak toplanacağımı sanmazdım.

 

 

"Öyle yaparsan toparlanırsın ama parçaların."

 

Çok sıkışmıştım. Daha yolun başındaydım fakat öyle çok köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyordum ki nefes almak için iğne ucu kadar alan yoktu sanki. Kafamın içinde bin bir farklı soru bin bir farklı cevapla çelişiyordu. Hiçbirinin kılıfı diğerine uymuyor hiçbir renk diğerini tutmuyordu. Her şey griydi. Ne tam bir siyah vardı ne de beyaz. Net olan tek bir şey dahi yoktu ama emin olduğum bir şey varsa yakama yapışan bu illeti bana veren kişi yosunum değildi. Olamazdı.

 

"Onlardan kanıt istedik Eva. Vereceklerini söylediler. Ya gerçekten getirirlerse. Ya kanıtlarsalar." İç sesimin gelen buruk sesi kalbimde olmayan kemikleri on yerinden kırdı.

 

İhtimaldi.

 

Allah kahretsin ki ihtimaldi.

 

Tek bir şüphe tohumunu bile yüreğine ekmemişti yosunun kızılı ama Evaya yalan söyleyen Toprak'ın o ikilemde kalan sesi şüphe duvarıma bir darbe daha vuruyordu.

 

İki taraf vardı içimde belki de üç bilmiyordum ama birisi belki diyordu, ihtimal diyordu. Bunca zaman her şeyi saklamış bunu neden yapmasın diyordu. Evaydı bu. Mantığıyla ilerleyen delille konuşup kalbini duygularını asla dinlemeyen Eva, diğer Eva vardı o da Kızıl. Yosunun bende bıraktığı kızıl, ondan tek bir şüphe bile duymayan gözü kapalı ona güvenen, her yaptığının bir nedeni olduğunu bilen ona kalbiyle sonsuz güvenen kızıl.

 

Annem ve babamın yaptıkları, annemin başka bir dünyaya ait oluşu. Nasıl olurdu anlamıyorum. Onlar nasıl bir araya gelmişti. Nasıl kalpleri birbirini bulmuştu. Madem yasaktı niye kendilerine rest çekip bunu durdurmak yerine herkesi ezip geçmişlerdi?

 

"Bilmiyorsun Eva. Aşkın ne olduğunu bilmiyorsun ve yine o mantığının varsayımlarıyla gidiyorsun."

 

Yumruk yaptığım elimi istemsizce yere vurduğumda tenime batan taşlar umurumda değildi.

 

Boğuluyordum. Ne yani sümüklü bir kızı kurtarmak için mi beni bu lanet olasıca

 

Yerden çıkamıyordum, neydim ben kahin büyücü ya da cadı! Benden ne bekliyor olabilirlerdi.

 

Olmuyordu!

 

Ne Toprak'ı o delikten çıkarabiliyordum ne ailemden haber alabiliyordum ne onların yanına gidebiliyordum ne de durumlarını öğrenebiliyordum

 

Allah kahretsin ne ölüyordum ne de yaşıyordum.

 

Yapmaz, yapmaz diye etrafım dolaşan küçük kızın umut kırıntıları dört bir yanıma dökülüyordu.

Saçlarımı diğer tarafa savurdum. Evdeyken çok daraldığımda, dertler üst üste geldiğinde hep yaptığım şeyi yapmak istedim.

 

 

İçimden geçen notaların sesini kulaklarıma duyurmak istedim.

 

Ama o bile yasaktı. Sesim bile lanetliydi. Benim varlığım, oluşum doğuşum en başından yasaktı, ben lanetiyle doğan bir melezdim. Ben lanetiyle doğan bir yasaktım, ben iki dünyaya da ait olmayan bir hiçtim.

 

Gözlerimi kapatarak içimden geçen şarkıyı iki dudağımın arasından salıverdim.

 

"Elde var hüzün, bu kaçıncı sürgün?

Devrilsin boyun posun

Yerle bir olsun hükmün

 

Yaksan yıksan ne olur

Ne kadar cürmün?

Zararın anca kendine

 

Benim için külsün

 

Git başımdan

Lütfen git başımdan

 

Seviyorum hâlâ

Tekrar sana inanamam

 

Git başımdan

Lütfen git başımdan

Çünkü vazgeçemem senden

Sevdim çocuk yaşımda

 

Sen or'da yabancısın, evinden uzaktasın

Gururum um'rumda değil, gel artık

Karardı gökyüzü, birazdan iner yağmur

Saat bi' hayli geç oldu, ben mağdur

 

Sen or'da yabancısın, evinden uzaktasın

Gururum um'rumda değil, gel artık

Karardı gökyüzü, birazdan iner yağmur

 

Saat bi' hayli geç oldu, ben mağdur"

 

Arkadan işittiğim adım seslerine rağmen kıpırdamadım yerimden. Lanet olasıca gelen o erkeksi koku burnuma dolduğunda bin kere lanet ettim kendime bu kokuyu ezbere biliyor oluşuma. Yanıma gelen kişinin kim olduğunu anlamam için dönüp ona bakmama gerek yoktu.

 

Kokusu içime dolmuşken kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. Yanıma oturduğunu hissettim Yine de gözlerimi açmadan şarkıya devam ettim.

 

"Elde var hüzün, bu kaçıncı sürgün?

Devrilsin boyun posun

 

Yerle bir olsun hükmün

 

Yaksan yıksan ne olur

 

Ne kadar cürmün?

Zararın anca kendine

Benim için külsün

 

Burada gözlerimi açtım, başımı onun olduğu tarafa doğru döndüğün de tahmin ettiğim gibi yanımda benim gibi oturmuş gözleri üstümdeydi. Yakınımdaydı. Hep yakınımdaydı. Hiç uzağımda olmamıştı ki.

 

Bedenen bu kadar yakınken ruhen birbirimizden bir cihan kadar uzaktık.

 

Şarkının devamını gözlerimi maviliklerinden ayırmadan söylemeye devam ettim.

 

"Git başımdan

 

Lütfen git başımdan

Seviyorum hâlâ

 

Tekrar sana inanamam

 

Git başımdan

Lütfen git başımdan

Çünkü vazgeçemem senden

Sevdim çocuk yaşımda"

Mavinin can bulduğu eşsiz gözleri daha da koyulaştı gözlerime bakarken.

 

Sen or'da yabancısın, evinden uzaktasın

Gururum um'rumda değil, gel artık

Karardı gökyüzü, birazdan iner yağmur

Saat bi' hayli geç oldu, ben mağdur

 

Sen or'da yabancısın, evinden uzaktasın

Gururum um'rumda değil, gel artık

Karardı gökyüzü, birazdan iner yağmur

Saat bi' hayli geç oldu, ben mağdur

 

Gözlerimi ondan çekip tekrardan yere çevirdim bakışlarımı. Bazı şeylerle

 

yüzleşmek zordu.

 

"Yine mi lanetli sesim yüzünden bedel ödemek zorundayım Karahan?" Yanımdaki bedeninin taş kesildiğini hissettim.

 

"Kutsanmış sesine lanetli diyerek kendine en büyük haksızlığı yapıyorsun lâl gülü."

 

"Elimden her şeyimi aldığınız gibi ruhumu dinlendirdiğim melodilerimi de mi alacaksınız. Ama onu çoktan almıştın değil mi?" Sesimdeki acıyı duydu mu bilmiyorum ama damarımdan akan kan bile biliyordu artık yıkıldığımı.

 

Yıkılmadın...

 

"Bileğinde ki yonca sesinin büyüsünü örtbas edecek." Sesimi çıkarmadım. Kısa süren sessizlikten sonra Arsal tekrardan konuştu.

 

"Bazı şeyleri artık ciddiye almak zorundasın çünkü alayın arkasına sığınarak gerçeklerden kaçamazsın. Duyman gerekeni duydun ve artık buna göre hareket edeceksin. Geri kalan hayatında rahat nefes almak istiyorsan yapman gereken ilk şey nefesini kesmemelerine dikkat etmen olacak." Yüzünü yüzüme yaklaştırdığını hissettiğimde dişlerimi sıkarak başımı ona çevirdim. "Hataların seni dibe çeker ve sen yeterince derindesin."

 

"Yolunu bulan boğulmaz kralın oğlu, beni üstü kapalı imalarla tehdit etmeyi kes."

 

"Ben tehdit etmem şeytanın kızı gerekeni yaparım." Ses tonunda yalana yer yoktu.

 

"Gerekeni yapsaydın şimdi yaşamıyor

 

olurdun." Öfkemin üstüne toprak dökerek bastırmaya çalıştım, yerimden kalktım çünkü toprağa da bassam yerin bin kat altına da gömsem kendimi durduramıyordum. Bir kere bile dönüp bakmadan adımlarken arkadan gelen sesi beni durdurmaya yetmedi fakat afallatmaya yetti.

 

"Kora yerine artık eğitimlerin benden sorumlu." Olduğum yerde taş kesildim.

 

"Ben kimsenin eğitimine muhtaç değilim Karahan. Kimse de beni eğitemez."

 

"Seni öyle bir yola getireceğim ki Eva Efnan sen bile şaşıracaksın." Arkamı dönmeden ona orta parmağımı kaldırarak arabaya daha hızlı yürümeye başladım.

 

"Benim istemediğim hiçbir şeyi yaptıramazsın sen bana."

 

● SAATLER SONRA ●

 

Aslında damarıma basmasalar dünyalar tatlısı bir insandım. Ama karşımdakiler insan değillerdi ki, damarıma basmayıp direkt param parça ediyorlardı. Sonrada Eva sinirli. Eva'nın öfke problemleri var. Eva bir doktordan yardım al falandı filandı.

 

Hayır yani beni çıldırtan insanları ayakta alkışlamamı falan mı bekliyorlar. Bu mudur beklediğiniz performans.

 

Pardon da ben sizin beklentilerinize de performansınıza da başlardım.

 

Acaba her gün bugünden daha fazla saçma sapan bir duruma düşebilir miyim diyorum. Diğer gün olduğunda dünü mumla arıyorum. Çünkü hayatım gün geçtikçe boka dönüyor.

 

O saraydan diğer saraya sürgün edildim, zindanlardan zindan beğendim, ağaçla böcekle konuşmadığım mı kalmıştı, yoksa tehdit edilip zorbalandığım mı? Hepsine eyvallahta.

 

Lan benim burada ne işim var.

 

"Eva o bardakları düşüreceksin düzgün tut tepsiyi"

 

"O tepsiyi bardaklarla birlikte kafana geçirmemi istemiyorsan sesini kes Simo." karşımdaki saray aşçısı, çok pardon! Saray baş aşçısı simoloya birazdan öleceğinden habersizdi.

"Efendimize bu sözlerini ileteceğim." dedi uyuz uyuz. Sabırla nefes alıp verdim.

 

Sakinleşmeliydim yoksa onu burada bin parçaya bölüp her parçasını ayrı ayrı servis etmek istemek gibi düşüncelerim olamazdı her halde. Ya da olur muydu?

 

Efendinin de Allah belasını versin. Ya bu masallardaki saray davetlerinde asıl kız mükemmel bir kıyafetle gelip saraydaki herkesin aklını alıp en sonda prensi kendine aşık etmiyor muydu ya. Acaba bendemi bir sıkıntı vardı. Ben niye şu an bir garson kıyafetleri içinde içerideki doymak bilmeyen sığırlara hizmet ediyordum.

 

Neden mi çünkü Arsal denen puştun yüzünden. Bu nasıl eğitim lan. Beni eğite eğite sarayda hizmetçi yapmak için mi eğitiyor. Tabi ki de bu teklifi bana sunduğunda, yok pardon emiri bana verdiğinde mükemmel bir şekilde karşı

çıktım ama mavi gözlü yalı kazığı beni mecbur bıraktı.

 

Nasıl mı? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Zaten Toprak ile ilgili tüm her şeyi geri yutmuştum. Kafamdaki siktir et köşesinin en dibine attığım düşüncelerle kendi kendimi manipüle ederek ayaktaydım şu an. Evet siktir et köşesi dağ gibi yığılmıştı ama şu alık sakinliğimi ancak bu şekilde koruyabilirdim, mümkün olabildiğince ama resmen beni karşımdaki salağın yanına getirip eti senin kemiği de senin misali ne yaparsan yap deyip gitmişti aptal!

 

Elimdeki tepsi ile birlikte Simoya yaklaştım kısık bir sesle. "Sen hiç çizgiye bastın mı?" dediğimde anlamayarak baktı.

 

"Ne çizgisi?" Diye de sordu saf saf.

 

"Ölmek ile yaşamak arasında olan bir çizgi ve sen şu an o çizginin tam ortasındasın" önce mal mal baktı birkaç saniye, sesli şekilde yutkunduktan sonra mesajı almış gibi sesini kesti. Bakışlarını başka yere çevirdi. Yapacaklarımı bilmesi iyiydi. Zaten İlge denen yardımcısıyla birlikte adımı deliye çıkarmalarının hesabını sormamıştım aklım hala oradaydı.

 

Elimdeki lanet tepsilerle mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Garsonluk yapmak benim kaderim miydi acaba, önceki hayatımda garson olarak mı çıkmıştım ben anamın karnından.

 

Davet yukarıdaydı mutfak ise aşağıda. Basamakları bitirince davet alanına giriş yapmış bulunuyordum. Ne kadar sevmesem de davet salonu gerçek anlamda ihtişam ve zarafetin buluştuğu,

 

gözleri kamaştıran bir mekandı. Yüksek tavanlar altın varaklı süslemelerle kuşatılmış, devasa kristal avizeler salonu adeta ışıl ışıl parlatıyordu. Altı üstü her tarafı süslemeleri işlemeli goblenleriyle gerçek anlamda buradaki insanlara yakışmayan bir güzellikteydi sarayın ihtişamı.

 

Salondaki müzisyenlerin salonu dolduran müziğinin naif nakaratının yanı sıra salondaki birçok önemli isim, soylular, prensler, büyük büyücülerin fısıltı eşliğinde konuşurken aynı zaman da Ateş krallığının kendine özgü figürlerini izliyorlardı.

 

Kralımız yine en yüksek mertebedeyken yanındaki iki eşi baş yardımcıları ve muhafızları onlara eşlik ediyordu. Benim lanet olasıca dikkatimi çeken tek şey ise kral Asrın'ın yanında tüm ifadesizliğiyle

 

kendinden emin duruşundan ödün vermeden karşısındaki adamla konuşan oğlundaydı.

 

Bu piç kurusu bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydı!

 

Yani senin sarayının önemli bir daveti diye bu kadar göz alıcı olmak zorunda mısın! Hayır aslında o kadar da göz alıcı değildi.

 

"İki saattir adama kedinin ciğere baktığı gibi bakıyorsun, dibin düştü kabul et." Lanet olsun. Yaptığını unutmuş değildim fakat aklımı çok fena bulandırmıştı.

 

İç sesimle zıtlaşırken bir anda okyanusları bana döndüğünde kalbim aniden kasıldı. Bu kadar kalabalığın, insanın içinde, ona hülyalı gözlerle bakan kadınların arasında tek seferde gözlerini gözlerime

 

dokundurması kalbimin ritmini bozmuştu. İç sesimle münakaşa içinde olduğum için bakışlarım ters kaşlarım çatıktı, bakışları aniden kızıllarıma vurduğu için bu ifademi toparlayamamıştım. Arsalın gözleri üstümdeki garson kıyafetlerini bulunca dudağının kenarı çok hafif bir kıvrımla yukarıya büküldüğünde sinirden dişlerimi sıktım. Birisi görse belki anlamazdı fakat yüzündeki ifadeden bu halimden nasıl haz alıp eğlendiğini ben çok iyi anlıyordum. Uyuz prens!

 

Sinirle önüme dönerek birkaç masaya servis yapıp boşları aldım. Birkaç ayarsız bana sinir krizi geçirtse de tüm sakinliğimle içimdeki fikirleri bastırdım çünkü elimizdeki tepsiyi insanların kafasına geçirmek güzel bir davranış değildir!

 

Uzun ve geniş masanın yanına geldiğimde masaya da ters ters bakmadan edemedim. Oldukça geniş ve ağır olduğunu tahmin ettiğim masanın üstündeki örtü bile altın işlemeli ve kaliteliydi.

 

Görgüsüzler.

 

Gümüş uzun şamdanlar masanın üstünde direk gibi yandıkça sinirim bozuluyordu, bazılarının üşütün de mum varken bazılarının üstünden çıkan duman masanın üstünde bir bulut oluşturmuştu. Kötü bir görüntü değildi ama gereksizdi. Tepsiyi masaya koyduğumda üzerinde çeşit çeşit atıştırmalıklar vardı. Elime aldığım altın varaklı tabağa bakarken uzaylı görmüş gibi göründüğüme emindim.

 

"Umarım bunlar kırıldığında süpürüp kürekle çöpe dökmüyorsunuzdur." O kadar derdin içinde tek derdim buydu nasıl olsa.

 

"Sakın sakarlık yapayım deme o tabağın birisi kırılsa kendini satsan ödeyemezsin." İç sesimin acımasız gerçekçiliği sinir bozucu olsa da doğruydu. Eskiden hanlarda krom sahan olurmuş, insanlar onlarda yer içermiş. Kim uğraşıyordu bu boş beleş şeylerle.

 

Masanın en köşesinde olan duvara bakarken göz devirmeyi ihmal etmedim. Kim birkaç bitki için koca duvarda yer açardı ki? Ne biçim mimarlık anlayışları vardı ayrıca şu an bitki bile yoktu. Köşeye kadar gelip duvara boş bir bakış attım.

 

"Acaba davet boyu şu delikten hiç çıkmasam mı?" kendi kendime hayaller kurarak tekrardan bardakları doldurup doymayan sığırlara servis etmek için

 

masaya dönecekken arkamdan itip yüz üstü beni duvara yaslayan bedenle şok dalgası tüm vücuduma yayıldı, kendimi savunmak için hamle yapacağım anda arkamdaki kişi bunu biliyormuş gibi bileklerimi arkada ters kelepçe misali bağladığında kaşlarımı çattım. Tam kurtulmak için daha da çırpınacağım esnada burnuma dolan kokusu ile öyle bir bocaladım ki duraksadım.

 

Her bir sesin en küçük ayrıntısına kadar işiten duygularım bu adamın gelişini neden bana haber veremiyordu. Neden her seferinde ona hazırlıksız yakalanıyordum.

 

Arkadan boynuma doğru yaklaştığını hissettiğimde kalbim göğsüme öyle bir baskıyla atmaya başladı ki yutkunmak zorunda kaldım. Sıcak nefesi kulağımdan boynuma bir yılan misali aktığında vücudum titredi.

 

"Etrafın düşmanlarla çevrili iken senin bu kadar dikkatsiz olman da ne demek oluyor şeytanın kızı?" fısıltısı içime ilmek ilmek işlerken bir kere daha yutkundum. Kolumdan tutup beni kendisine çevirdiğinde bu kadar güçlü oluşu benim açımdan iyi değildi. Ayrıca niye bu kadar yakınımdaydı ki? Yakınımdaydı.

 

Anlık düşen jetonla irileşti gözlerim. Koca bir salon dolusu davette dip dibe bir köşedeydik!

 

Ne yapıyordu bu adam birisi görecekti.

 

Büyük salonda ülkede olan olmayan tüm insanlar mevcuttu ve biz en köşede burun burunaydık. Az önce bu yeri yapan mimara sövmüştüm içten içe bir ot için duvara bölme yapmış diye. Şu an şükür ediyordum çünkü karşımdaki adam konu istediği şeyi yapmak olunca etrafına ve konumuna bakmaksızın yapan bir deliydi!

 

Evet buna kanaat getirmiştim artık Arsal Karahan bir deliydi!

 

Şu an bizi gizleyen duvarın yirmi santimi değil, duvara işlenmiş motif gibi eklenmiş geniş masanın üstündeki içkiler büyük şamdanlar ve tütsülerdi. Resmen bir dumanın arkasına saklanmıştık. Eğer tütsü biterse kendisine bir şeyler almak için gelen kişiler bizi görürdü. Bunun endişesi içinde mi yoksa burnumun dibindeki başımı döndüren kokunun yakınlığımı kalbimi böyle zorluyordu? Heyecanımı bastırarak kafamı diktim. Ne kadar kafamı kaldırsam da kaldırayım o benim üzerime doğru eğilmedikçe ona ulaşamıyordum.

 

 

"Benim buradaki insanlarla bir sorunum yok Karahan. Tek düşmanım ise zaten karşımda." Ondan ala olmasın başımda pek düşman yoktu bence. Ki Arsal on düşmana bedeldi.

 

"Olmalı bence. Çünkü sadece garsonluk yaptığım bir mekanda bana yiyecek gibi bakan bir davet dolusu erkek varsa olmalı da." Dediğinde anlamamış gözlerle baktım gözlerine. Oysa ne dediğini çok iyi anlamıştım.

 

"Ne demek oluyor bu?" dedim okyanuslarına bakarken. Tek kaşı havalanırken yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.

 

"Merak ediyorum şeytanın kızı, gerçekten aptal mısın yoksa aptal gibi görünmeyi kendine huy mu edindin?" Her kelimesinde sıcak nefesi dudağıma çarpıyor onun öfkesinin aksine benim odak noktam çok saçma bir yere kayıyordu.

 

"Yine ne yaptım merak ediyorum?" Nefes alsam adamı çıldırtacak bir şey yapıyordum. Yine iğne olmamama rağmen herkese batmıştım.

 

"Seni hangi konuma koyarsam koyayım nasıl bu kadar göz alıcı olmayı başarıyorsun? Ya da tüm dikkatleri üstüne çekmeyi?" Bunu söylerken bir gram bile çekinmemiş gocunmamıştı. Bakışlarıma bulaşan şaşkınlıkla karşımdaki adama bakıyordum. Acımasız bir dürüstlüğü vardı ve beklemediğim anlarda golü doksana atıyordu.

 

Yüzünü yüzüme hizaladığında sırtım

tamamen duvara yaslı değildi. Eğer bir adım geri kaçsam bile tek kaçışım o bir adımdan öteyi geçmeyecekti. Saçımın önündeki tutamları alarak arkada küçük bir toka ile tutturmuştum. Nefes alıp almadığımın bile bilincinde olmaksızın ona bakarken biraz daha yaklaştı kişisel sınırlarıma. Sağ elini kaldırdığında kalbimin yerinden çıkacağını sandım, aniden göğsüme öyle büyük bir baskı yaparak atmaya başladı ki en son ne zaman böyle çırpındığını hatırlamıyorum. Sanki yüzlerce kilometre koşmuşum gibi nefesim boğazıma tıkandığında onun eli saçlarımı tutturduğum küçük tokayı açtı. Tokayı açmasıyla saçlarım öne doğru dalgalanarak döküldü çünkü kıvırarak tokanın arasına sıkıştırmıştım.

 

Saçım yüzüme düştüğünde dudaklarım şaşkınca aralandı. Diğer elini duvarın

kenarına koyarak üzerime geldiğinde ayaklarım istemsizce geriledi. Mantığım bu yakınlığı doğru bulmazken kalbim heyecandan çırpınıyordu.

 

Artık tamamen köşeye sıkışmıştım çünkü bir tarafım duvar diğer tarafımı ise duvara yasladığı eliyle beni kafesi altına aldı.

 

"N-Ne yapmaya çalışıyorsun?" Siktir! Kekelemiştim. Bir Dünya gelse baş gelemeyecekleri dilim şu an konuşmak için zar zor dönüyordu. On da ise hiçbir değişim yoktu. Bakışlarındaki anlayamadığım derinlik dışında benim aksime nefesleri düzenliydi. Ya da belli etmeyecek kadar usta.

 

Yüzüme düşen saçın birisini işaret parmağı arasına alıp parmağına yavaşça doladı. Bakışlarını gözümden çekmeden yapıyordu bunu.

 

"Saçındaki alev kızılı, gözündeki ateş parçası..." Dudaklarıma çarpan nefesini hissetseydi asıl ateşin de alevin de kim olduğunu anlardı.

 

Benim sıcak nefesim de onun dudaklarına çarpıyordu...

 

Siktir kere siktir ne oluyordu şu an!

 

"Kan mısın sen yoksa ateş mi şeytanın kızı? Gerçek misin yoksa yalan mı? Farkında mısın yoksa aptala mı yatıyorsun, bir insanı çözmem ondan alacağım tek bir cevaba bakarken haftalardır belki de aylardır sendeki bulmaca içinde kayboldum Efnan." Her kelimesi beni daha da bozguna uğratırken gerçek anlamda bocalamama neden oldu.

 

 

Bu bir itiraftı. Arsal Karahan benim çözmesi zor bir bulmaca olarak görüyor ve beni anlamak için her şeyi denemesine rağmen çabaları hep boşuna çıkıyordu.

 

Arsal Karahan'ı belki de ilk defa birisini bu denli anlamıyordu.

 

Duygularınız karşılıklı kralın oğlu çünkü bende ilk defa senin gibi bir kapalı kutuyla karşılaştım. Her türlü yola baş vurur, en sonu kırmak pahasına istediğim her kapıyı açan ben karşımdaki adam ödün vermezse tek bir adım bile yaklaşamıyordum.

 

"Aptalı oynadığımı mı düşünüyorsun?" Dedim fısıltıyla.

 

"Düşünmüyorum, biliyorum. Yoksa yarım saat önce içki verdiğin adamın dibine girip de önlüğünün cebine koyduğu çipi fark etmemiş olamazsın değil mi Efnan?" Az önceki boğuk ve etkileyici sesi bir anda sis gibi dağılarak yerine tehdidin temeli atılmıştı.

 

Elimi önlüğümün cebine götürdüm "Fark etmemişim." Dedim bakışlarımı gözlerinden çekmeden. Yüzüme doğru eğilen mavi gözleri dikkatle baktı kızıl damlalarıma. Yüzünü daha da yaklaştırdığında sırtımdan aşağı inen o ılık his tüylerimi diken diken etti. Yanağı yanağıma değerken dudakları kulağımın dibindeydi.

 

"Öyle bir bakıyorsun ki bazen, yalanlarının arasındaki tek doğruyu bulmak benin için zor olmuyor. Bazen de öyle bir değiyor ki kan kırmızısı irislerin gözlerime işte o zaman tüm doğrularının içinden yalanlarını seçemiyorum." Nefesi boynumdan omur iliğime kadar beni titrettiğinde derin derin nefes aldım.

 

Elbette fark etmiştim o puştun önlüğümün en küçük cebine yerleştirdiği çipi. Bilerek sesimi çıkarmadım çünkü peşimde birileri vardı ve kim olduğunu çözmem gerekiyordu. Hem takip ediliyordum hem de izleniyordum.

 

Dudaklarını kulağıma sürttüğünde bir anda tüm kan yanaklarıma hücum etti. Hırsım ve öfkem kapıların ardına saklanırken yerine gelen duyguyu daha önce hiç hissetmemiştim ve şu an ikimizde ne yapacağımızı bilmiyorduk.

 

"Attığın her adımın farkındayım Efnan, arkamdan çevirmeye çalıştığın dolaplarında kendi işini kendi halletmeye çalışan o inatçı kızında. Bir yere kadar susar izlerim, bir yerden sonra işler ikimiz içinde çirkinleşir." Onun arkasından iş çevirdiğimden şüphelenmiyordu, emindi. Hem de çok emin. Belki de yaptıklarımın çoğunu biliyor susuyordu belki de biliyor ayağına bendekileri almaya çalışıyordu. Anlamıyordum. Bu adamın yaptıklarını da söylediklerini de her seferinde ikilem içinde kaybolmadan bir sonuca varamıyordum.

 

Kendimi toparlayarak iki elimi göğsüne bastırıp onu ittim. Daha doğrusu o çekildi. Uzaklaşmadı, sadece yüzünü tekrardan karşıma aldı.

 

"Beni tehdit ediyorsun." Dedim sertçe "Her seferinde hem de."

 

"Sende benim arkamdan iş çeviriyorsun. Her seferinde hem de." Dedi anında. "Sana gerçek anlamda sırtımı dönsem en ölümcül bölgeme hançeri saplayacağının farkında değilim mi sanıyorsun sen şeytanın kızı."

 

"Hislerimiz ve güven duygularımız karşılıklı Karahan. Ben en azından sırtını dönmeni bekleyecek kadar sabırlıyım, sen ise gözlerime baka baka kalbimden bıçaklayacak kadar acımasız." Baktı gözlerime, doğrulamadı ama inkar da etmedi. Bende onun sözlerini inkar etmedim çünkü en ufak bir boşluğunda en ölümcül noktasına vuracaktım darbeyi. Bunu ben yapmasam bile içimdeki şeytanım yapardı.

 

Konuşmanın sonu istemediğim bir yöne kayacaktı. Bunu bildiğim için bakışlarıma haylaz bir parıltı ekleyerek duvara yasladığı eline ve hala saçımda olan parmağına baktım.

 

"Bırak artık beni kralın oğlu, eğer davetlilerinden birisi görürse Ateş prensi sarayın çalışanlarını kıyıda köşede sıkıştırıyor diye adın çıkar bak."

 

"Kimse bana ağzını açmaya bile cesaret edemez kızıl şeytan."

 

"Öyle mi?" dedim alayla.

 

"Etrafına baktın mı sen hiç?"

 

"Hangi anlamda?"

 

"Senin dışında beni bu denli uğraştıran, lafımı ikiletip beni karşısına almaya cesaret eden kim var?" bu bir soru değil sitemdi.

 

"Sen etrafına baktın mı hiç?" dedim onun gibi.

 

"Hangi anlamda?" dedi o da beni tekrar ederek.

 

"Sen de içinde, beni hiç kimsenin dize getiremeyeceğini, emir yağdırıp buyrukta verse benim yine bildiğimi yapacağımı anlamadın mı hiç?" Sinirlenmesini beklerken onun dudağının köşesi şeytanı aratmayacak bir şekilde kıvrıldı.

 

"Kendi yöntemlerimle seni dize getirebilirim şeytanın kızı." Dediğinde bu sefer benim dudaklarım kıvrıldı.

 

"Nasıl olacakmış o?"

 

"Şu an burada mı göstereyim?" kulağıma doğru fısıldadı "Yoksa senin odana mı

gidelim şeytanın kızı?" sesindeki ima kalbimi tekletirken öfkemi de harlamaya yetmişti.

 

"Sana aklına gelebilecek her türlü işkence ile gösterebilirim istediklerini." Öfkeden mi kızarmıştım yoksa imasından mı! Evet, kesinlikle kızarmıştım çünkü yanaklarım cayır cayır yanıyordu.

 

Yanaklarıma bakarken zafer dolu bir parıltı peydah oldu okyanuslarında.

 

"Cezerden uzak dur." Dedi bir anda ciddileşerek "Sana olan bakışları hoşuma gitmedi, masasına sen servis yapmayacaksın." Cezer denen adamın kim olduğunu bile bilmediğimden haberi var mıydı?

 

"Ne yapacağımı bana söyleyemezsin."

 

 

"Söylerim. O ibnenin masasına yaklaşmayacaksın." Elini önlüğümün cebine atarak az önce tanımadığım o adamın attığı çipi alarak bir adım geriledi.

 

"Söylediklerimi yaparsan ikimizin de canı sıkılmaz şeytanın kızı." Son söylediği bu olmuştu. Birisi görmüş mü diye etrafına bile bakma gereği duymadan arkasını dönüp çekip gitti. Ben ise sazan gibi arkasından baka kaldım.

 

Neydi bu adamın derdi?

 

Cezer dediği herifin kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ayrıca. Az önce olanların etkisinden kurtulup tekrardan işimin başına dönmeye karar verdim.

 

Arsal Karahan'ı asla anlayamayacaktım.

 

 

Neredeyse on beş dakika boyunca doymak bilmeyen hayvanlara parantez içinde (soylulara, baş büyücülere ülkenin ileri gelen üstün siyasetçilerine) tabi bu konumda olmaları asla umurumda değildi, servis yaptım. Masaların arasında ilerlerken bana seslenen adamla adımlarım durdu.

 

"Bakar mısın?" sesin olduğu tarafa döndüğümde köşedeki masada oturan otuzlu yaşlarda, üzerinde takım elbisesiyle sarışın bir adam olduğunu gördüm. Yanına ilerledim.

 

"Buyurun. Ne istemiştiniz." Soruma cevaben beni baştan aşağı süzdü. Bakışları pek dost canlısı değildi.

 

"Adını öğrenebilir miyim?" Buyur buradan yak. Ben ne istemiştiniz diyorum bu ne diyor. İfademi bozmadan sorumu yeniledim.

 

"Ne istemiştiniz" Hala çirkin bakışları üzerindeyken konuştu.

 

"Ne istediğimi sormuştun değil mi? Öyleyse söylüyorum adını öğrenmek istiyorum." Ben diyorum Ankara bu anlıyor götüm kara.

 

"Beyefendi istediğiniz başka bir şey yoksa gidiyorum." Yanından geçip gidecekken kolumu tuttu. Kolumdaki eline indi kızıl gözlerim saniyelik.

 

Ani hareketler reflekslerimi tetikliyordu ve bu adam aniden kafasını masaya geçirebileceğimden habersizdi

 

"Çok güzelsin. Senin gibi bir kadını daha önce buralarda görmemiştim." Sakin kalmak zorunda olduğumu kendime yüz birinci kez daha hatırlattım.

 

"Tabi göremezsin biz eşsiz bir parçayız."

 

"Teşekkür ederim beyefendi ama istediğiniz herhangi bir şey yoksa işimin başına dönmek durumundayım."

 

"Ne istediğimi belli ettiğimi sanıyorum." Dedi bakışlarına serpilen çapkınlıkla.

 

"İsteğinizi tam olarak anlayamadım. İsterseniz mutfakta görevli olan yardımcı garsonumuzu size yönlendirebilirim o daha bilgili." Salağa yatarsam belki kurtulabilirdim.

 

"Bilgisiz gibi durmuyorsun güzelim. Ama istersen sana tüm bildiklerini unuttururum." Anlamamış gibi yap Eva ciddiye alma kızım yoksa işin sonu karakol parmaklıkları değil zindan parmaklıkları olacak. Kolumda duran eline tilt olduğum için nazikçe itmeye çalıştım ama daha da sıkı kavradı.

 

"Sabır katmanımızın bir üst seviyesine daha çıkmış bulunuyorsun Eva, umarım son çıtaya ramak kaldığının bilincindesindir." İç ses de farkındaydı ramak kaldığının

 

"Beyefendi ilgilenmiyorum." Dedim artık Anlaması için. Kolumu yavaşça çekmeye çalışsam da bir yandan konuşuyor bir yandan da tutuyordu. Kolumu bıraksana it oğlu it!

 

"İstediğin her şeyi ayakların altına sermem bir dakikamı almaz."

 

 

"Ne demek bu?" Kulağıma eğildi.

 

"Bu geceyi benimle geçir. Ne dilersen onu gerçekleştiririm. İstediğin her şey sadece bir gecede senin olur."

 

Kafamda öten; Siren sesiyle başlamak üzere cinayet dahil her türlü suç tepeme çıkan sinirlerim inene kadar yasal alacaktır anonsu beni çok kötü şeylere itiyordu.1

 

Gerçekten nerde bir dengesiz. Nerde bir mal. Nerde bir zekası geriden gelme salak varsa beni buluyordu.1

 

Sonra olay çıkartan Eva oluyordu. Nereye gitse başına bela almadan gelmeyende Eva oluyordu. Belayı çekiyor muyum acaba.

 

Gülümsedim adama. Evet gülümsedim çünkü şu an dirseğini yasladığı masayı kafasına geçirmek güzel bir şey değil.

 

"Aslında çok güzel." İç ses her zaman arkamda olmazdı, kutsal anlardan birisi.

 

"Beyefendi o para alın." götünüze sokun demek vardı ama neyse...

"Başınıza çalın. Benim alnımda satılık mı yazıyor." Kolumu sertçe geri çekip bir adım geri çekildim.

 

"Zor kız ha." Burada durup mide bulandıran cinsten güldü. "Peki, naz yapacaksın. Siz kadın milleti illa ki kendinizi ağırdan satarsınız." Sözleri beni daha çok çileden çıkartırken, adamın kafasını kırmak ve olay çıkartmadan buradan uzaklaşmak arasında gidip geliyordum.

 

"Beyefendi kelimelerinizi seçerken dikkat etmenizi öneririm. Zira sonuçları sizin için iyi olmaz." Yine gevşek gevşek cevap verecekti ki arkadan ince bir kadın sesi duyuldu.

 

"Cezer aldın mı içeceklerimizi hayatım." Kadının seslendiği isimle gözlerim bir kere daha bu iğrenç herifi buldu. Arsal'ın yaklaşma dediği insanları tekte bulmak gibi marifetlerim vardı. Masaya gelen sevgilisi olmalıydı. Bana döndü bakışları, hafiften yüzünü buruşturdu. Beğenmemiş oluyordu yani salak. Şimdi buna sevgilin bana ahlaksız teklif yaptı desem ortalığı ayağa kaldırır üstüne üstlük birde beni suçlu çıkarırdı. Tavırlarında bile nasıl yüklü bir kibir var belliydi.

 

"Aldık hayatım." tepsiyi alıp yanlarından geçtim göz devirerek. Biz kadınlar mı çok aptaldık yoksa bu erkek milletimi doyumsuzdu. Şerefsiz taş gibi kız var yanında daha ne ona buna sarkıntılık yapıyorsun. Kadın beni umursamıyormuş gibi cezer denen adama aşkla bakarken onun adına gerçekten üzüldüm.

 

"Ne konuşuyordunuz?" Dedi sesindeki kıskançlığı gizleyemezken. Cezer bunu beklemiyormuş gibi ağzını açıp kaçarken atıldım. "Efendim yanlış anlamayın Cezer beyin ağabeyi bir süredir kayıpmış sanırım, ne kadar üzüldüğümden bahsediyordum. Sahi kendisinden ne zamandır haber alamıyorsunuz?" Dediğimde Cezer kafası karışmış gibi bana baksa da yanındaki hatuna bunu belli etmedi. Hatta bana ayak uydurdu piç kurusu.

 

"Evet bebeğim bildiğin bir şey zaten." Dedi sevgilisine ve iğrenç parlak gözleri bana döndü. Sanki onu kurtarıyormuşum gibi bana göz kırparak konuştu.

 

"Kısa sürede haberler çabuk yayılıyor fakat yalan haber, çünkü ağabeyim arada kafasını dağıtmak için ortadan kaybolur. Yakında dönecektir, bu hizmetkârlar kendi aralarında olmadık dedikodu çıkartıyorlar." Dediğinde her cümlesinin yalan olduğunu adım kadar iyi biliyordum. Yine de anladım der gibi kafamı saygıyla sallayarak yanlarından uzaklaştım.

 

"Yalancı piç." Birkaç masaya içecek servis ettim. Bakışlarım Nar'ın oda arkadaşı olan ilgeye takıldığında karşısındaki kadın ile hararetli bir konuşmadaydı.

 

Karşısında kırklarım ortasında olduğu belli olan kadına laf anlatmaktan çileden çıkmış duruyordu.

 

"Hanım Efendi, bunun aromalısı zaten bu neden anlamak istemiyorsunuz." Dedi ilge artık bıkmış sesiyle.

 

"Değil diyorum, şişkinlik yaptı bende bu, diğeri yapmamıştı. Üstelik içeli on dakika bile olmadan."

 

"Götünün inmeyen şişkinliğidir o hanım abla." İlge ağzının içinden homurdanışını kadın anlamasa da ben dudaklarını okuyarak anlamıştım.

 

"Bir şey mi dedin?" Dedi kadın, ilge göz devirmek ister gibi bakışların birkaç saniye bir yere sabitledikten sonra pes eder gibi "Peki isteğinizi şefimize ileteyim hanım efendi." Kadın memnun olmuş gibi güldüğünde İlge tepsiye koyduğu bardakla yanıma doğru geldi.

 

 

"Amına bastığımın karısı laftan anlamıyor, yok oramı şişirdi yok götümü büyüttü. Az ye sende!" İlge'nin isyanı az önceki yaşadığım tatsız olaya rağmen beni güldürecekti neredeyse.

 

"İstediğini getirecek misin?"

 

"Yo." Dedi geniş geniş

 

"Getireceğini söyledin."

 

"Her söylediğimi yapsaydım şimdiye ülkenin kralı olurdum."

 

"Ülkenin kralı olacağını mı söyledin?" Pattadanak söylediğim şeyle bir anda panikle etrafına bakıp tek eliyle tepsiyi tutarken diğeriyle de ağzımı kapattı.

 

"Kızıl bomba sen beni astırmaya niyetlisin herhalde! Sussana bir duyan olacak." Sinsi sırıtışım genişledi. Elini ağzımdan çekerek "Demek ülkeye kral olacaksın." Dedim sesimi yükseltmesem de onun duyacağı bir tonda.

 

"Kızım sen benim dediklerimi niye inanıyorsun ben yalancıyı sikmiyorlar diye bol keseden konuşuyorum öyle!" İstemsizce kıkırdadım. Bu kız tam bir belaydı. Tekrardan dudaklarımı araladığımda arkadan gelen sesle sabır çekmek zorunda kaldım

 

"Garson Hanım buraya gelin." Mavi'nin sesini duymamazlıktan geldim. Sonuçta tek garson ben miyim.

 

"Seni çağırıyor." Dedi ilge. Sanki ben bilmiyorum geri zekalı.

 

 

"Garson Hanım dedi sende garsonsun belki seni çağırıyor."

 

"Ben Garson değilim. Baş aşçı yardımcısıyım." Dedi böbürlenerek.

 

"Nar'ın tabiriyle aşçı yamağı. Ama şu an Garson kıyafetleri içindesin aşçı yamağı."

 

"Sende Garson kıyafetleri içindesin seni çağırıyor!" Dedi ters ters

 

"İşini yapmayıp muhabbet eden Garson buraya bak artık." Dedi Mavi tekrardan yok illa zorlayacaktı.

 

"Hadi git seni çağırıyor." Dedim İlgeyi o tarafa iterek.

 

"Tek konuşan ben miyim burada!"

 

 

"Kızım gitsene ne uyuz bir şey çıktın sen millet bize bakacak." Dedim artık bıkkınlıkla. Gitse ölür müydü.

 

"Sikseler gitmem."

 

"İlge seni burada bir beceririm eşek gibi gidersin, git beni onlara bulaştırma."

 

"Kime diyorum." Mavi bir kere daha seslendi "Şeytan kılıklı Garson." Dediğinde yanımdaki hain karı duydun mu der gibi kafasıyla beni işaret etti

 

"Bak seni çağırıyorlar."

 

"Ben şeytan mıyım!"

 

"Ne bilim neysen, deli misin şeytan mısın, kız mısın kıro musun anlamadım gitti, neysen nesin ben kaçar." Aradan sıyrılarak kaçan kıza en kindar bakışlarımı gönderdim. Kalleş,

 

Bakışlarımı istemeye istemeye masaya dönderdiğim de daha fazla dikkat çekmemek için zorla gülümsedim.

 

Ben beladan uzaklaşsam da belanın beni bulma hızı ışık hızından daha hızlı olduğu için tekrardan seslendi. "Masamıza bak artık." Bakar mısın yok, bak var, neden? Çünkü insanlık doğmadan kırk gün önce doğmuş, insanlıktan haberi yok.

 

Muazzam bir şekilde göz devirdikten sonra sahte gülümsememle onların yanına geldim

 

Yuvarlak masanın etrafında olan Akın Elyesa ve Mavi vardı Arsal ortalıkta

 

gözükmüyordu ama bir yerlerde beni takip ettiğine emindim.

 

"Buyurun" dedim dünyanın en sahte gülümsemesiyle.

 

Hadi kızım Eva yirmi yıllık hayatın boyunca toplamadığın kadar sabır topla ki bu akşamı birini öldürmeden atlatabilesin.

 

Elindeki dolu bardağı gösterdi

 

"Bana içki getir." En boş bakışımı gönderdim

 

"İçinde zaten içki var"

 

"Tekrar getir."

 

"Sebep."

 

"Çünkü ben öyle istiyorum."

 

"Her istediğin oluyorsa gökten niye kemik yağmadı?" Aniden yükselişime tek kaşını kaldırıp etrafını göstererek beni uyardı.

 

"Anlayamadım tekrardan söyle."

 

"Diyorum ki içkiniz dolu ya." Dedim dolu dolu abartıyla "Kör değilsiniz."

 

Dünyanın en saçma bahanesini sundu "Soğudu bu."

 

"Sıcak mıydı zaten?"

 

"Yo."

 

"O zaman sorun ne?"

 

Konuşmanın son beş dakikası daha da

rezil bir hal almıştı ve en sonunda Akın "Mavi" diye uyarıda bulundu.

 

"Sen Garson değil misin?" Dişlerimi sıkmaktan kırılma derecesine gelmişti elindeki bardağı alıp kafasında parçalama fikrine engel olamıyordum. O kadar abartılacak bir olay değildi aslında ama kendimi öyle çok sıkıyordum ki kontrolümü sağlamakta zorlandığımı hissettim. Bu kadar çabuk sinirlenen bir insan değildim ben!

 

"Tamam Mavi uzatma" dedi Elyesa da ifademi görünce.

 

"Sen karışma Akın-" Mavinin cümlesi yarıda kalmıştı çünkü gelen çatırtı sesi ve bir anda avuçlarım arasında parçalanan içki bardağı ile masadaki yüzler dehşete kapıldı. Hatta ben bile. Bardak kırılana kadar elimde olduğunu dahi unutmuştum. Şok içinde elime bakarken ne olduğunu dahi kavrayamadım.

 

Kostan'ın bahsettiği bu muydu? Etrafıma vereceğim zarardan bahsetmişti o. Ben en büyük zararı kendi me mi veriyordum yoksa.

 

"Amok bozukluğu." Dedi Mavi aniden ciddileşen sesiyle. Kanın bir bir yere damlayan görüntüsüne dalmak üzere olan gözlerim onu buldu.

 

"Üstünde hakimiyet kuran en ufak baskıda beyninin kontrolünü sağlamakta zorlanıyorsun. Etrafına zarar veriyorsun bu canlı ya da cansız fark etmiyor, saldırganlaşıyorsun ve şiddet yanlısı tarafın ağır basıyor. Savunma ve kendini durdurmayı sonradan öğrendiğin için ilk

yönelimin olan kendini sıkma, avuçlarını yumruk haline getirme, kızıl göz bebeklerinde büyüme ve yükselen kan basıncınla şuurunu yitirmene ramak kalıyor. Ani öfken ve durgunluk anların birbiriyle çatışıyor." Mavi gözlerimin içine bakarak konuşmasını devam ettirdi. "Sana Bipolar teşhisi de kondu değil mi?" bakışlarım donuklaşırken yıllardır psikologların bana anlattığı masalı anlattığının farkında bile değildi. Evet belirli birkaç tanı konulsa da bir türlü hastalığımı tam olarak bilmiyorlardı. Koydukları teşhisle de ilgilenmiyordum çünkü kendimi yatıştırmak ya da sakinleştirmek için o boktan ilaçlara ihtiyaç duymuyordum.

 

Acımasızca kurduğu her cümlenin her kelimesini ben beni bildim bileli duymaktan kulaklarımı aşındıran kelimelerle doluydu.

 

Düzgün bir psikolojiye sahip bir insan olduğumu hiçbir zaman iddia etmemiştim. Zaten bu şartlar altında ne kadar normal olabilirdim ki?

 

Maviye olan bakışlarım boşluk kazandı. Evet, bakışlarıma bulaşan hissizliğin farkına varabiliyordum ve bunu seviyordum. İnsanların beni okumasındansa ruhumda yankılanan hissizliği derinlerimde yaşardım.

 

Gözlerimi yeşile çalan elalarına diktiğimde beni bu kadar iyi analiz etmesini beklemiyordum. Üzerimden aldığı notlara bakılırsa Mavi Semdar uzun süredir beni ve hastalığımı araştırıyordu.Elyesa elime uzanıp "Çok kötü görünüyor, nasıl böyle bir şey yapabiliyorsun aklım almıyor." Diye bana kızıp Maviye dönerek "Onu bu kadar kızdırmışken koyduğun

teşhisi sorgula derim Mavi." Dedi beni ne denli sinir ettiğine atıfta bulunarak. "Yarasına bakmalısın." Bir adım geri çekildiğimde Elyesa'nın eli boşluğa düştü. Arkamı dönüp gittiğimde vücudumun tepki vermesine dahi tahammülüm yoktu.

 

Arkamdan seslenişlerini umursamadan lavaboya girip kapıyı kilitledim. Elimdeki kesiğe bakma gereği duymadan suyun altına tutarak üstün körü yıkadım. Peçeteyi birkaç katman sararak kesiği kapattığımı düşünerek umursamadım, aynayla göz göze gelmek istemiyordum fakat yansımam sanki inatla gözlerimin içine bakıyordu. Kendimle baş başa kaldığımda gözlerimdeki perdeleri indirir tüm doğruları ve yalanları alaşağı ederdim fakat bu sefer onları görmeyi istemedim. Aynayla yüzleşmekten kaçarak kapıya döndüm, bir hışım kapıyı açıp kendimi dışarıya attığım an bir bedene toslamam bir oldu. Ya da duvara çünkü bu kadar sert olması mümkün değildi. Burnum sızladı, acıyla elimi burnuma götürdüm. Kırıldı sanırım.

 

"Yavaş olsana kızım." Kafamı kaldırıp baktığımda çarpmış olduğum şeyin duvar olduğunu düşünürken Arsal çıkmasına şaşırıyordum. Karnına taş mı doldurdun mübarek duvara kafa atmış gibi hissettim kendimi.

 

"Sen niye kadınlar tuvaletinin önünde sapık gibi dikiliyorsun acaba. İnsan bir kenara çekilir." dik dik yüzüne bakarken bakışlarını ellerime indirdi. Elini uzatıp elimi tutmaya çalıştığında hızla elimi geriye çektim.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun?" Yanından geçip ondan kurtulmak istesem de bu girişimim başarısız oldu.

 

 

"Rahat durursan eline bakacağım."

 

"Seni ilgilendiren bir durum yok." gözlerini sabır ister gibi yumup birkaç saniye bekledi. Bu adamda fitil gibi gezip duruyordu. Ne bu sinir aslanım bak manyak olursun. Rahat durmayıp laf sokmak için dudaklarımı araladığımda Arsal bir anda koca avcunu ağzıma bastırarak "Önce şu eline bakalım sonra sikersin başımı beynimi." Lafını bitirir bitirmez elini ağzımdan çekip bileğimi kavradığı gibi beni arkasından çekiştirmeye başladı. Ağzım beş karış peşinden sürüklenirken tekrardan konuşmama fırsat vermeden önüne gelen ilk kapıyı açıp beni de peşinden sürükledi.

 

"Nasıl kestin?" alayla güldüm. Gayet de biliyordu nasıl kestiğimi. Arkadaşlarının yaptığını ben anlatacak değildim. Sanki gözleriyle beni gütmüyormuş gibi bana sorması komikti.

 

Bileğimi bıraktığında karşımda duruyordu. "Cevap verecek misin?"

 

"Cevabını bildiğin soruları sorma kralın oğlu. Ne istiyorsun sadede gel." Dedim donuk bir sesle, kafasını tavana çevirip derin derin nefes aldı. Sabrının sınırlarındaydım sanırım. Olabilir çünkü bende ondan aşağı değildim. Bir anda beklemediğim bir hızda üzerime yürüyüp kolumdan tuttu. Fırlatırcasına sırtımı kapıya çarparak yasladı. Acıyla yüzümü buruştururken oda hemen dibimde bitmişti. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda mavi gözlerindeki ateşler tenime sıçrayıp beni yakacak sandım. Ama bu ateş öfke ateşiydi. Aramızda olan boy farkını kapatmak istermiş gibi üzerime doğru eğildi.

 

"Canımı sıkıyorsun şeytanın kızı. Sabrımla sınama beni. Daha önce görmediğin tarafımla yüzleşmek zorunda kalırsın. Canını çok fena yakarım." Kolumdaki elini öyle bir sıkıyordu ki parmaklarının izi kalacağına emindim. Bu adam ya çift karakterliydi ya da gerçek anlamda bir deli.

 

Öfkemin esirimi olacaktım peki. Ya da onun öfkesinin kurbanı. Eva buna bir dur diyordu. Ama içimdeki susturamadığım seste "Buna bir son Ver!" Diye çığlık çığlığa bağırıyordu. Ama ona engel olan bir şey vardı bu sefer. Neydi bilmiyorum ama bir şekilde ona rest çekebiliyordum.

 

"Bende sabır namına hiçbir şey bırakmamışken." Burada sinirden güldüm "Şimdi gelmiş bana sabrımı sınama diyorsun." Gülüşümü bozup dik dik baktım. "Yaksana canımı. Hadi kralın oğlu. Vuracak mısın, kıracak mısın. Ya da dur belki çarmıha mı gerersin?" Ben konuşurken dikkatle inceledi yüzümü. Kendi yüzünden hiçbir ifade okunamazken beni okumaya çalışıyordu. İzin vermezdim.

 

"Canını yakmak istemiyorken niye beni zorluyorsun!" öfkeyle diğer elini kaldırıp kapıya sert bir şekilde indirirken kolumdaki elini daha da sıktı. Kangren olsun diye uğraşıyordu sanırım.

 

"Kimseyi sınadığım yok. Uğraştığımda. Siz başlattınız bu savaşı önce. Ben karşılık verince mi kötü oldum. Ama emin ol Arsal Karahan daha hiçbir şey yapmadım. Hiçbir şey." Artık sinirlerine hakim olamıyormuş gibi samimiyetten uzak şekilde güldü.

 

 

"Bu bir savaş değil şeytan soyu. Ki savaş olsa bile karşımdaki hiçbir güç beni yenemez. Senin gibi biri hiç yenemez. Çünkü hiç bile değilsin ki gözümde seni karşıma alayım." İçindeki öfkeyi kelimelerle püskürtüyordu yüzüme. Susup nefretle baktım gözlerine. Haberi yoktu ki her kelimesinin harfine kadar onu pişman edeceğimden. Öfkeden dişlerimi sıkıyordum. Ama sıktığım tek şey dişlerim değildi. Farkında olmadan kesilmiş olan elimi öyle bir sıktım ki kurumuş olmasına rağmen tekrardan kanayıp yere damlamaya başladı. Kanın yere her düştüğünde oluşan ses içerideki ölüm sessizliğine inat yankılandı sanki.

 

Geri çekilip sıktığım elime baktı. Sonrada yeri boyalayan kanlarıma. Bakışlarını tekrardan gözlerime çıkardığında elimden tutup peşinden yürümeye zorladı. Odanın içinde olan sedyeye oturttu. Fark etmemiştim bile içeride ne olduğuna. Küçük bir hastane odası gibiydi. Tıbbi araç gereçler vardı. Mavi'nin boş odalarından birisi olmalıydı. Ne yapacağını izlerken dolapların birinden küçük bir kutu onun içinden ise bir şişe çıkardı. Nicedir sıktığım elimi açtığımda avcumdaki pıhtılaşmış kanı bez ile sildi. Elimi bir pamuk yardımıyla nazikçe temizledi. Elime temas eden eli benimkinin aksine sıcaktı. Teni onun soğukluğuna inat sıcacıktı. Şişedeki sıvıyı elime döküp sarmaya başladı. Hareketleri o kadar dikkatli o kadar nazikti ki sanki kırılacak bir şeymişim gibi davranıyordu.

 

Acıtmaktan mı korkuyordu? Daha ne kadar acıtabilirdi ki? Fiziksel yaralar bir şekilde geçerdi. Mutlaka geçerdi. Ama ruhta açılan yaralar... Onlar kabuk dahi bağlamazdı. Dokunursan kanar, konuşursan yakardı...

 

Yarayı sarma işi bittiğinde arkasını dönüp masanın üzerindeki ıslak mendil ile elini silmeye başladı.

 

"Odana çık." yüzüme bakmadan söylemişti bunu. Sayın lordum emir verirde ben hiç durur muyum.

 

Tabi ki de yapmayacaktım.

 

"Hayır." Arkası dönük olsa da kaşlarını çattığını hissettim.

 

"Neden bir kerede sorun çıkarmadan dediğimi yapmayı denemiyorsun?" Sesinin bıkkın çıkması umurumda değildi. Ben kendisinin her buyruğunu yerine getiren kölelerinden değildim.

 

 

"Ben senin üzerinde hakimiyet kurduğun kölelerinden değilim Karahan. Bunu aklına soksan iyi edersin." Ellerini sildiği mendili çöpe atıp bana baktı. Kaşları alayla havalanırken birkaç adımda karşıma geçti.

 

"Sende şunu aklına soksan iyi edersin Efnan burada benim yanımda olduğun sürece her emrimi yerine getirmek zorundasın." Sanki ben kendisinin yanında kalmak için ölüp ölüp bitiyordum. Adamın dediği lafa bak.

 

"Öyle bir zorunluluğum olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca olayı dışardan izleseydin yanında tehdit kıyamet kaldığımı anlardın. Ya da bunun farkındasındır." Cümlelerimi umursamazken "Olaylara olan bakış açınla ilgilenmiyorum Şeytanın kızı. Odana git." Yok gerçekten cinnet geçirecektim.

 

"Gitmeyeceğim lan o odaya! İnat değil mi gitmeyeceğim!" Normalde olsa koşa koşa yatmaya gideceğim odaya sırf o emir vererek söyledi diye gitmeyecektim.

 

Yüzünde oluşan o piç gülüşü de neyin nesiydi?

 

"Pekala. Ne yapalım o zaman." Yüzündeki serseri ifadeyle üzerime doğru eğildi. "Çok istersen benim odama da gidebilirsin." Sesindeki ima ile kurduğu cümle dehşete düşmeme neden oldu.1

 

Çift karakterli hasta!

 

"Dinime küfreden Müslüman olsa! Emin ol yarıştırsanız açık ara sollarsın sen hastalıkta karşındaki adamı." İç sesimin

 

benimle ne alıp veremediği vardı?

 

"Laflarına dikkat et." gözlerimi farklı bir noktaya kaçırdığımda ilk defa ne demem gerektiğini şaşırdım. Normal şartlarda altta kalmayan cazgır bir kişiliğim vardı fakat şu an onun bana bu denli rahat ve terbiyesizce konuşması beni şoke etmişti. O benim aksime rahat ifadesiyle biraz daha yaklaştı. Uykusuzluğunu ele veren göz altı morlukları dikkatimden kaçmamıştı. Hastalıktan veya kullanılan bir maddeden oluşan bir morluk değildi bu çünkü Toprak'ın da zaman zaman bazı dönemlerde çektiği uykusuzluk problemi yüzünden göz altıda halkalar oluşurdu bu yüzden uykusuzluktan mı yoksa zararlı maddeden mi olduğunu anlamakta zorlanmıyordum.

 

"Etmezsem." Dudaklarıma doğru üfler gibi

 

söylediği kelimeyi beynim tam algılayamamıştı bile. Yutkundun. Ne oluyordu bana. Neden böyle salak salak tepkiler veriyordum. Israrla gözlerine bakmazken tekrardan konuştu.

 

"Neden gözlerime bakmıyorsun şeytanın kızı. Seni etkiliyor muyum yoksa?" Sinir uçlarıma dokunacak şekilde kurduğu cümleyle gözlerimi aceleyle gözlerine diktim.

 

"Sen kendini ne sanıyorsun." Aniden bağırarak ondan uzaklaştım. "Kala kala senin gibi kendini bilmez küstah bir adama mı kaldım ki senden etkileneyim." Ben ona öfkeden deliye dönmüş gibi baksam da onun rahat tavrı hala aynıydı.

 

"Sinirlenince çok çabuk kızaran birimisin. Yoksa utandın mı?" Rahat ve umursamaz

 

tavırları artık sinir krizi geçirmeme sebep olacaktı. Onu daha fazla dinlemeyerek kapıya yöneldim odadan çıkıp kapıyı gürültü ile kapadım.

 

"Kendini bilmez kıro bozması hayvanat. Küstah." Bu adam olur olmadık her yerde bana asılmaya başlamıştı! Hem de yüzü dahi kızarmaksızın!

 

Davet salonuna gidecekken aklıma düşen Nar'ın yanına gitme fikriyle adımlarımın yönü görevlilerin kaldığı kata doğru döndü. Nar ve İlge'nin odası o taraftaydı. Merdivenlerden adımlarken beynimin içi her zaman ki gibi karman çormandı, bu karışıklığın içinde bile Nar'ın ne halde olduğuna bakmaya gidiyordun çünkü iyi değildi.

 

"Sanki sen çok iyiymişsin gibi..."

 

 

İç sese kulak asmadım. Nar'ı birkaç kez bu denli üzgün görmüştüm, çoğunda benim yaralanmam yüzünden olmuştu fakat şu an olan şey farklıydı. Nar sahip çıkamadığı annesinin emaneti olan bilekliği kaybettiği için perişan haldeydi. Ona bunu bizzat sormadım fakat annesinin öldüğünü ya da ulaşamayacağı kadar uzakta olduğu kanısına varmıştım. Kaybettiği o değerli şeyin bileklik olduğunu bana direkt söylememiş olabilirdi fakat ben insanları inceleyen biriydim. Saçma bir şekilde insanların yaptıklarını giydiklerini taktıklarını ve söylediklerini zihnim her seferinde saklardı. Nar'ın bileğinden çıkartmadığı bilekliğini sandıktan beridir bileğinde olmadığının farkındaydım, o bunu ne zaman fark etti bilmiyorum ama Nar'ın bilekliği o sarayda değildi burada kaybolmuştu.

 

Adımlarım onun odasının önünde son bulduğunda kapıyı yavaşça tıkladım, birkaç saniye geçmesine rağmen cevap gelmeyince şansımı tekrardan denedim ama yine cevap gelmedi. Normalde gider başka bir yerde mi diye bakar odasına girmezdim fakat Nar'ın ne kadar beceriksiz olduğunu bildiğim için ikinci bir tuvalet vakası yaşanmaması adına kapıyı aralayarak içeriye girdim.

 

"Nar?" Diye seslendim banyoya doğru. "Nar, burada mısın?" Banyoda da kimse yoktu. Odada olmadığına kesin kanaat getirdim bu sayede. Neyse tuvalette kilitli kalmasından iyidir.

 

Yönümü kapıya çevirip odadan çıkmak için niyetlenmiştim ki İlge'nin yatağının altında sadece bir köşesi görünen bir fotoğrafı görünce durdum. Aslında bunu yapmam çok yanlıştı, yine de merakıma yenik düşerek o tarafa doğru çekildi adımlarım.

 

Küçük bir kareydi, aynı zamanda eskiydi dört ya da beş yılı aşkın bir fotoğraftı. Üç kişi vardı. Birisi ilge idi çünkü kül rengi saçları ve kül rengi gözlerinden onu hemen tanımıştım fakat diğer kız ve erkek kimdi bilmiyordum. Kız kendisinden birkaç yaş kadar büyük görünüyordu, tıpkı yanındaki çocuk gibi. Gerçi bu karede üçü de birer çocuktu. Kızın kestane kahvesi saçları omuzlarından dökülüyor, vuran güneşte kızıl gibi parlıyordu gözlerinin kehribarından sızan sarımsı renk ona öyle yakışmıştı ki gördüğüm kız çok güzeldi. Yanındaki çocuğa gelirsek iki kızdan da uzun olduğu için kızların boyu onun omzuna geliyordu, kahve gözleri kumral saçları ve yuvarlak yüzüyle sert bir çehresi yoktu, ya da küçük olduğu için yüz hatları tam oturmamıştı bilmiyorum ama bu küçük karedeki üç çocukta çok içten gülümsemişti.

 

Fotoğrafı neden bu kadar uzun inceledim bilmiyorum ama odaya doğru yaklaşan sessiz adım sesleriyle tüylerim diken diken oldu. Bir anda dalmış şekilde baktığım kareden koparak kapıya döndü gözlerim.

 

Şimdi sıçtık.

 

Adım sesleri Nar'a veya İlgeye ait olamazdı fazla sessiz ve temkinliydi, muhafızlar görevlerini yaptıkları için buradan geçerken sessiz olma gereği duymadığına göre yaklaşan kişiler nur cemalimizi görmek için gelmiyordu.

 

Evet insanların adım sesine kadar ezberleyip anlayabilen bir hastaydım.

 

Aceleyle saklanacak yer ararken adım sesleri yaklaşıyordu, umarım bu odayı es geçerlerdi fakat lanet olasıca altıncı hissim yine ayaklanmıştı. Kendimi olabilecek en saçma yere perdenin arkasına sakladım aceleyle. Saklandığım perde gece perdesi olduğu için siyahtı ve beni yeterince gizliyordu.

 

Hislerimin ve kararlarım arasındaki saçma bağın ipliğine kadar sövsem de en güvenli yeri bura olarak karar vermiştim.

 

İçeriye yayılan enerji neydi bilmiyorum ama çok sürmeden kapı açıldı ve kime ait olduğunu bilmediğim sesler odaya doldu.

 

"Kimse yok, temiz." Dedi birisi.

 

"Emin misin kısa, güçlerimiz çekiliyor yanlış alarm olmasın."

 

 

"Âfâ senide burada ki kızlarla birlikte gebertir iş kazası süsü veririm. Kısa demeyi kes." Kısa dediği adamın normal bir şekilde söylediği şeyle olduğum yerde dona kaldım. Ne demek buradaki kızlarla birlikte, Nar ve İlgeyi mi öldürecekti bunlar? İyi de neden?

 

İçeriye girdiklerini gelen seslerinden anladığımda olduğum yere daha da sindim. Büyüleri çekildiği için değil büyü bünyeme uğramadığı için az önceki sihirbazlıkları beni es geçmişti. En büyük artım bu olabilirdi

 

"Şu köşedeki bitkinin toprağına koy, o on dakika sonra aktif olacak zaten."

 

"Diğer kızda etkilenecek, zehrin kokusu tüm odaya yayıldığında sadece o kız

ölmez."

 

"O kısım bizi ilgilendirmiyor âfâ biz bize denileni yapar gideriz. Koy şunu çıkalım artık." Yaklaşık üç dakika içinde zehri dedikleri yere yerleştirdiler ve odadan çıktılar. Ben ise olanların ve duyduklarımın şaşkınlığını sindirecek durumda değildim. Gizlendiğim yerden çıktığım gibi dedikleri bitkinin yanında buldum kendimi. Bitkinin toprağını biraz karıştırdığımda içinde ki parmak eklemim kadar anca olan küçük bir şişe buldum. Az önceki adamların Dediklerine gire on dakika içimde etkin olacaktı. Etrafa baktığımda şişenin ağzını kapatacak bir şey aradı gözlerim. Güçlü bir zehir olmalıydı ve zamanım kısıtlıydı. Nar'ın mı İlge'nin mi olduğunu bilmediğim çekmeceyi açtığımda şişeyi kapatabilecek bir parça kapak ya da herhangi bir şey arıyordum. Elime geçen kağıdı kapak yerine şişenin ucuna tıkadım zaman azdı, Nar ve İlge yerine ben geberebilirdim. Bu suikast girişiminin nedenini ise anlamıyordum. Birisi sarayın aşçı yardımcısı diğeri ise Mavinin asistanıydı. Neden onları öldürmek istesinler ki?

 

Nar ya da İlge.

 

İkisinden birisinin onlara göre ölmesi gerekiyordu ve kurunun yanında yaşta yanacaktı. Nar'ı neden öldürmek istesinler o alt tarafı asistandı veya da İlge, o bir yardımcıdan fazlası değildi. Onları asla aşağılamıyordum fakat sarayda ve iç işlerde büyük bir rol oynamıyorlardı. Ölmelerini gerektirecek bir konumda değildi iki kızda. Peki nedendi?

 

İçinde dört tane mor renk boncuk olan küçük şişenin tıpasını çıkarttığım gibi

zehirli şişenin kapak kısmına bastırdım. Biraz büyük gelmişti ama daha iyiydi, sıkıştırarak kapattığımda derin bir nefesi koy verecektim ki tekrardan gelen seslerle dişlerimi sıkarak gizlendiğim yere geri koştum.

 

"Lanet olsun ne odaymış gireni çıkanı bitmedi!" Öfkeyle yerime saklandım, bu sefer gelenleri içeriye girmeden anladım çünkü bağırma sesleri koridorun diğer ucundan geliyordu.

 

"Bırakın kolumu artık Akın Bey!" Nar'ın bağırmasını sarayın öteki ucu duymuştur artık emindim.

 

"Biraz daha bağırmaya devam edersen seni tüm sarayın önünde asarım balca. Kıs o sesini." Akının sert sesi bu ikilinin yine bir kavgaya tutuştuğunu gösteriyordu. Eğer buraya girerlerse bana büyük eğlence çıkardı çünkü ikisinin arasındaki o elektriğin farkında olan tek kişi bendim. Evet bunun onlar bile fark ettiğini sanmıyordum çünkü kavga etmekten fark edemiyorlardı.

 

"Kimi hatırlattı acaba?" İç sesimin imasına kulaklarımı tıkadım.

 

Ve beklediğim çok geçmeden oldu kapı gürültüyle açıldı ve benim için şenlik başladı.

 

"Kolumu bırakır mısınız lütfen." Nar'ın titrek sesi artık onu kimsenin duyamayacağını bildiğindendi bence. Çaktırmadan kafamı uzattığımda Akın'ın öfkeden nasıl deliye dönmüş olduğunu gözlerinden anladım. Bu adam sakin olun, yapmayın diyen mülayim bir insandı nasıl bu hale getirdin acaba Nar?

 

"Ne oldu, az önce o sesin nasılda gür çıkıyordu?" Dedi Akın öfkenin önünü almaya çalışan alaysı sesiyle.

 

"Ben... şey?" Diye bir şeyler geveledi Nar çekingen çıkan sesiyle

 

"Sen ne?"

 

Nar Akın'ın bu çıkışına dişlerini sıktı. Oo Nar da sinirlenebiliyormuş demek ki.

 

"Şu an milleti dikizlediğinin farkında mısın?"

 

"Yalnız değilim."

 

"Ben röntgenci değilim senin gibi."

 

"Bakma o zaman." İç sesimden bir iki saniye cevap gelmedi

 

"Tamam sus sen kazandın." İç sesimle girdiğim savaşta ilk defa galip çıkmıştım. Madalyamı perdelerin ardından çıktıktan sonra mutlaka istiyordum.

 

"Susta dediklerini anlayalım."

 

"İşimi yaptığımın farkında mısınız Akın Bey?" Dedi Nar bıkkınca.

 

"Senin işin o orospu çocuğunun çiziğini bantlamak mı!" Nar şokla baktı.

 

"Adama üç dikiş daha attım Akın Bey."

 

"Atmasaydın ben mi at dedim."

 

"Akın Bey adamın zaten beş dikişi vardı

sizin yüzünüzden fazladan yara aldı farkına varır mısınız şunun?" Nar'ın suçlayıcı sesine iftiraya uğramış gibi baktı Akın.

 

"İbne ülkenin diğer ucundan gelip çiziğine dikiş attırdı."

 

"Çünkü ülkenin diğer ucundan değil buraya geldiğinde yaralanmış."

 

"Bir sikim olduğu yok o amına koyduğumun puştuna. Sana sulanmak için numara yapıyordu ibne!" Akının gür sesiyle Nar yerinden sıçrarken ben kahkaha atacaktım.

 

Akın resmen Nar'ı kıskanmıştı ve bizim salak hala bunun farkında değildi.1

 

"Akın Bey adamın yarasına bakacağım deyip yırttınız ya parmağının arasını!" Dedi Nar şaşkınlığı bir kenara bırakarak "Adamın baş parmağı ve işaret parmağı arasından bir yol gider sayenizde."

 

"İyi oldu keşke kökünden kopartsaydım." Dedi Akın hırsla. Şu an elimden gelse ilk okulda Ayşe aliye silgi verdi diye ooo' layan sınıf gibi ortaya atlayıp ooo diyesim vardı.

 

Nar Bileğinde olan eli itmeye çalışarak kaşlarını çatmaya çalıştı fakat titreyen bacaklarını ben buradan görüyorsam Akın elbet farkındaydı.

 

"Sizin gibi cani bir adamın yanında kalmak istemiyorum, bırakın beni."

 

"Kimin yanında kalmak istersin elindeki çiziği yara sanan orospu çocuklarının yanında mı?" Akın gibi kontrol manyağı bir adamın nasıl böyle çığırından çıktığına mı şaşırsaydım yoksa Nar'ı it gibi kıskanışına mı?

 

Belli etmese de Akın kontrol delisi bir adamdı. Düzenli tertipli ve her şeyi sırasına koymayı, sırası geldiğinde ise yapmasını bilen bir insandı. Mavi zekiydi fakat sabırsız ve aceleciydi, Arsal öfkesini susturamayan, Elyesa ise belli etmese de duygularıyla hareket eden biriydi ve gruplarında en net ve temiz karar alan kişi Akındı. Tüm karmaşayı raflara doğruca düzenler ve temize çekerek her şeyi en doğru yoluyla sabırla bulmaya çalışırdı.

 

Kısacası Akın benim gözlemimle aralarında mantığı gerçekten hayatına yerleştirmiş bir insandı.

 

Fakat şu an ne o mantıktan ne de o sakinlikten bir eser yoktu. Şu an

damarlarında farkında olmadığı kıskançlık kol geziyordu.

 

Nar'ın gözleri titrerken derince yutkundu. Gözleri birazdan dolacak ve boncuk boncuk yaş dökecekti o çayır yeşili gözlerinden ve ben o zaman buradan çıkıp Akın'ın kafasını duvara sürtecektim çünkü Nar'ın ağlamasına dayanamadığımı anlamıştım. Burada bana en yakın hissettiren kişi Nardı ve ben onun ağlamasına göz yumamazdım.

 

Akın da yaptığını fark edince dişlerini sıkarak "Bana bak." Dedi bastırmaya çalıştığı siniri yüzünden sesi hırıltılı çıkmıştı "İki dakika ver bana, eğer biraz sakinleşmezsem-"

 

"Sakinleşmezsen?" Dedi Nar titreyen göz bebeklerine rağmen ileri bir adım atarak Akın'ın gözlerine baka baka.

 

İşte bu Akın'ın beklemediği bir şey olacak ki bocalayan taraf o oldu. Dibine giren kızın üzerine sinirden ne kadar eğildiğini bile yeni fark ediyormuş gibi göz bebekleri irileşti. Bakışları Nar'ın yüzünde takılı kaldığında derim yutkunuşuyla adem elmasının aldığı kavisle Nar'ın gözleri anlık

Akın'ın boğazına kaydı, tekrardan yukarıya çıktığında yaptığı şeyle bozguna uğradı.

 

Akın'ın kişisel alanını ilk işgal eden oydu ve Akın'ın gözleri az önceki gibi bakmıyordu. Bakışları Nar'ın dudaklarına inmemek için savaş verdiği çok belli oluyordu.

 

Allah'ım yine bir dejavu içindeydim ama bu sefer karakterler farklıydı.

 

İnsanların çekim alanlarında niye hep ben mevcuttum.

 

Milletin özel hayatına karışmayacağım dedikten sonra ben niye şu an buradayım.

 

Evet, böyle anların katili olduğum için şu an buradan çıkmak için kendimi parçalıyordum fakat elimdeki zehri açıklayamazdım. Ne yapacağım diye düşünürken aklıma gelen ilk saçma fikirle küçük şişede olan zehri sutyenimin arasına sıkıştırdım.

 

Nar ve İlge salağı ölmesin diye kendimizi bok yoluna sokacaktık.

 

Onları izlemeye devam edecekken kolumda hissettiğim hareketlilikle bakışlarım sol koluma düştü. Neredeyse serçe parmağım büyüklüğünde olan tırtılı görünce yüzümü buruşturmamak için zor tuttum kendimi. Hayvanları severdim fakat büyüdükçe yeşil ve ince bacaklı olanlardan huylandığımı fark ettim. İnce bacaklı diye altını çizdiklerim böcekti, korkmuyordum elbet ama aramızın iyi olduğunu da sanmazdım. Tırtılı nazikçe elime alıp ona zarar vermemeye özen göstererek pencerenin önüne bıraktım. Tekrardan dikizleme işime dönecekken bir anda perdenin lap diye açılmasıyla şokla kalakaldım olduğum yerde.

 

Akın zaten tepesinde olan öfkesi ile bana bakarken bakışlarıyla "sen burada ne halt yiyorsun" demek istediğini anlayacak kadar aklım çalışıyordu elbet.1

 

Az önceki olanların ya da olacakların hepsini görmüş olmamın verdiği utançtan pancara dönen Nar ve benim yüzümden Nar ile olan hararetli konuşması bölündüğü için bana öfke ile bakan Akına bakarken sahte bir şekilde gülümsedim.

 

"Siz şey yapmayın beni, ben şey gördüm o yüzden şey ettim." Türk Dil kurumu yüzüme gözüme tükürse sesim çıkmazdı şu cümleden sonra.

 

"Neyi gördün Eva?" Dedi Akın ama bu bir soru kalıbı değil tehdit alt yazısıydı.

 

Nar'a bakarak daha da gülümsemeye çalıştım ama yüzüm ağrımaya başlamıştı. Felç geçirmiş gibi durduğuma emindim. Ayrıca elimde kesikti benin, yara almıştım niye üstüme geliyorlardı!

 

"Perde mükemmel yalnız Nar. Her nereden aldıysan çok güzel bir seçim. Tebrik ederim yani." Saklandığım yerden çıkarken saçmalamaya devam ediyordum.

 

 

Nar utançtan renkten renge girdiği için ağzını açıp bir şey söyleyemedi fakat Akın bana garip garip bakarak "Ne diyorsun Eva?" Dedi, ne diyeceğim şuradan sıyrılmaya çalışıyorum başka ne derdim olacak.

 

"Pencerenin önünde de bir tırtıl vardı ki görme kafam kadar o kadar da yenir mi yani." Diyerek Akın'ın yanından sıyrılarak kapının yanında durduğu için Nar'ın yanına süzüldüm.

 

"Pencerede gördüm bir tıvtıv, yedi yappakları kıtıv kıtıv, yeme Dedim kötü tıvtıv pis tıvtıv, dinlemedi yedi kıtıv kıtıv." Diyerek Nar'ın omzuna elimi attım. Utanç içinde olan Nar bile ne saçmalıyorsun der gibi bakıyordu.

 

Ben bilsem...

 

"İşte sözün özü yolcudur Abbas bağlasan durmaz derler Narcım." Son lafından sonra bana şokla bakan iki insanı geride bırakarak kapıdan hiçbir şey olmamış gibi çıktım.

 

"Rezillik ve kepazelik bir bilim dalı olsa itinayla profesörü olurdun Eva." Kendime lanetler ederek tekrardan görevimin başına döndüm

 

Garsondum ya nasıl olsa!

 

Aslında gitmeyecektim fakat Arsal'a olan inat damarım izin vermiyordu.

 

"Ya da başka bir şeydir?" İç sesimin şüpheli sesini umursamadım.

 

Tekrardan görevlilerin olduğu yani uyuz Simo'nun olduğu yere geldiğimde yine oraya buraya emir yağdırıyordu. İçimden küfürler savuşturarak yanına vardığımda gözünün ucuyla bana bakarak sordu "İyi misin kız?" biraz daha isteksiz sorabilirdin Simo bu kadar isteksizlik az sanki.

 

Tip tip baktım suratına. Oda sorusunu yenilemeden işine döndü. Mutfağı yöneten Semi bana seslendi. "Eva en alt kattaki mutfağa inip temizlik bezlerini getir." Bugünde herkes bana emir vermek için uyanmıştı sanki. Ya zaten mutfak var, niye bodrum kata mutfak yapma gereği duymuşlar buradaki yeterince büyük.

 

Somurta somurta merdivenlerin olduğu tarafa gittim. Alt kata indiğimde buranında yukarıdan kalır yerinin olmadığını fark ettim. Baya büyüktü çünkü.

 

Tezgahın altındaki dolapta temizlik bezlerini ararken kapıdan gıcırdama sesi geldi. Acaba Simo mu geldi diye arkamı döndüğümde gördüğüm kişi öfke ile solumama neden oldu. Çünkü bu yarım saat önce yukarıda bana askıntı olan sarışın piç Cezerdi. Kapıyı ardından kapattı ve birkaç adım attı. Ben ise yerimden kıpırdamadan ona baktım.

 

"Sıkıntılısın sanırım." Dedim düz bir sesle.

 

"Sıkıntılı değilim kızıl afet. Sadece istediğim her şey istediğim zaman benim olur. Olmak zorunda." Bunu sanki bir kuralmış gibi söyledi. Ama ben onun tüm kurallarını başına yıkardım.

 

"Ya da ilk defa istediğin senin olmaz ve gerçeklerle yüzleşirsin ne dersin." Dedim sahte üzüntü kattığım ifademle.

 

 

"Yapma ama söylediğim miktarı mı az buldun. İstediğin kadar demiştim." Diyerek hala ısrarını sürdürdü. Tek merak ettiğim erkekler hayır kelimesinden anlamıyorsa bunun yerine ne kullanabilirdik. Çünkü hayır yeterince açık bir kelimeydi.

 

"Kendini para ile satan başka birini bul kendine." Kafasını duvarlara sürte sürte olayı anlamasını sağlayabilirdim. Ama Arsal ve salakları olay çıkarmamam konusunda beni sıkıca tembih ettiği için tüm Sabrımın sınırlarını zorlayarak bu herife laf anlatmaya çalışıyordum.

 

"Gerçekten onlar için mi laf anlatmaya çalışıyorsun Eva."

 

"Zor kızımı oynuyorsun. Amma naz yaptın. Herkesin bir fiyatı vardır." Zor hakim olduğum sinirlerim ellerimin uyuşmasına neden oluyordu. Tüm sinir hücrelerim parmaklarımda dolaşıyor ve kesinlikle birini dövmeden oradan dağılmayacağının sinyallerini veriyordu.

 

"Önce git kendi fiyatını ölç biç sonra gel bana fiyat koy. Sen kaç kuruşluk herifsin ki gelmiş benim fiyatımdan bahsediyorsun. Sen git önce o olmayan karakterinle yukarıdaki kadına sahip çık." Öfke ile kurduğum sözlerden sonra gitmek için adım atacaktım ki sanki bir cinmiş gibi on adımlık yeri bir saniyede tamamlayıp soluğu benim yanımda almıştı. Daha hayrete bile düşmeme fırsat vermeden arkadaki tezgaha belimi çarparak yaslayıp boynuma saldıran iğrenç herif beni öpmeye başlamıştı. Anın şokundan olsa gerek taş kesildim. Şu an boynumu iğrenç bir şekilde somurmaya çalışan bu pisliğe

tepki dahi veremiyordum.

 

"Sakin ol böyle konuşmamıştık, sakin ol!" Kendi sesimi bile duyacak durumda değildim.

 

Aklım ve mantığım benden izin bile alma gereği duymadan benliğimi terk etti. İçimdeki hakim olamadığım o kişi kendini ortaya çıkarmak için her şeyi yapıyordu.

 

Damarlarımda kan yerine lav akmaya başladı, şakaklarım zonkluyor ve o rahatsız edici uğultu kulağımda dolaşıyordu.

 

Eva beni terk etmişti. Gözlerimin içine baka baka az önce o herifin kapadığı kapıdan çıkıp gitmişti. Beni içimdeki sesin insafına bırakmıştı. Ama farkında değildi. Onun yerini alan kişide ne insaf vardı nede merhamet. Onu durduracak hiçbir güç kalmamıştı. Eva ona engel olabiliyordu. Eva onu dizginliyordu.

 

Ama o gitmişti...

 

Onun gidişine yenilgiyle baktı kızıl gözlerim.

 

Kendi içimde ki savaşı kaybeden taraf olduğu için mi benden gitti. Peki ya ben, ne düşünüyordum şu an. İç güdülerim beni tamamen ele geçirirken artık nabzımın sesi kulağımda yankılanıyordu.

 

Yaslı olan bedenimi zerre oynatmadan elimle tezgahın üzerinde duran uzun ama sağlam olduğu belli olan bir bardak aldım. Tüm sakinliğimle beni yemeye çalışan adamın kafasına tek hamlede indirip param parça ettim. Kanlar içinde acıyla bir adım geri çekilmek zorunda kaldı Cezer.

 

Elini kafasına götürdü ama kanlar çoktan yüzüne gözüne oluk oluk akmaya başlamıştı. Kafasını tutmaya çalışan eli anın şokundan olsa gerek titredi. Ama benim vicdanım asla titremiyordu. Geri attığı bir adımı bu sefer ben bir adım atarak kapattım ve tam burnunun üstüne sert bir şekilde kafa attım, görüş açısını dolduran kanı silerek dengede durmaya çalıştı fakat arkaya doğru sendelediğinde düşmesine izin vermedim. Yakasından tuttuğum adamın karnına geçirdiğim yumrukla kendine geldi, beni uzaklaştırmak için dizini kaldırıp karnıma vuracakken belimi geri kavislendirip dirseğimi boynu ve omuzu arasında olan o hassas noktaya serçe indirdim, inlese de kendini tutarak yumruğunu kaldırıp karın boşluğuma vurduğunda bileğini tutup tezgahın köşesinde kırdığım bardağın camlarına geçirdim. Gelen çatlama sesiyle Cezer'in ağzından kaçan acı inleme umurumda olmadı. Bileğini iterek bıraktığımda, acıyla bileğini kavradı eli "Kaltak orospu!" Acılı inleyişlerinin arasında söyledikleri beni güldürdü fakat gözümün kaydığı noktayla gülüşüme şeytanın fırçasından sıçramış, renginde bile kötülüğün tonu olan o ifade bulaştı.

 

Yukarıda dağıtılan çoğu ikramlık burada kesilmiş ve servise hazır edilmişti. Ve şu an onun bıçakları ile bakışıyorduk. Yapacak mıydım? Kendimi geri çekebilecek miydim? Birkaç saliseliğine de olsa mantığım fikrini ortaya sunmaya çalıştı. Ama boşunaydı. Hızlı adımlarla bıçağın yanına geldim ve el çubukluğu ile kavradım. Hala kanları ile savaşan Cezer elimdeki bıçağın farkında bile değildi, hızlı bir hareketle arkasına geçtim ve bıçağı baldırına sapladım. Acılar içinde bağırarak tek ayağının üzerine düştü.

 

Bıçağı bacağında çevirerek çıkarttığım da vakit kaybetmeden diğer bacağına sapladım. Artık iki dizinin üzerine çökmüştü. Saniye dahi düşünmeden bıçağı etinin içinde iyice döndererek kemiğine kadar dayadım, etinin cıvık ve sıcak dokusu pasta kremasının lekesi taşıyan bıçağa kanın pisliğini bıraktı. Cezerin acı çığlıkları olduğunu düşündüğüm o sesler kulağıma ulaştı fakat beni es geçti. İstediği kadar bağırabilirdi. Şu an onu duyacak hiç kimse yoktu. Ne onu kurtaracak biri. Nede ona acıyacak Eva.

 

Bıçağı sert bir şekilde saplamış olsam da ağır ağır çıkardım etinden. Acıyı sindire sindire yaşasın diyordu içimdeki engel olamadığım o kişi.

 

Yavaş ama derinden.

 

Karşısına geçtim, baştan aşağı süzdüm önümde kanlar içinde tir tir titreyen adamı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Şu an fark etmiştim ağladığını. Ama bu benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yaklaşıp önüne düşmüş olan çenesini kaldırdım elimle. Yüzüme bakmaktan öyle çok korkuyordu ki gözlerini sıkı sıkı yummuştu.

 

"Aç o aşağılık gözlerini." Sesim benden bağımsız şekilde değişik gelmişti kulağıma. Daha da çok titredi.

 

"Aç." Dedim net bir şekilde. Yine açmadı. Hiçbir lafımı ikilemezken ikilemiştim. Çoktu bile. Çenesinden olan baş parmağımı geri çektim ve uzamış olan tırnağımı çenesine batırdım. Dehşetle gözlerini aralarken tırnağımın içine kanlar dolmuştu.

 

 

"Yapma yalvarırım. Ne'olur." Yalvarıyordu. Bu yakarış bana bir şeyler anımsatıyordu ama hislerim işlevini kaybetmiş gibi ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Tırnağımı gömdüğüm çeneden çıkardım. Bir adım geri çekilip elimdeki kanlı bıçağı iyice kavradım. Korkuyla bakıyordu gözlerime. Az önce arzu ile bedenimi süzen adam şimdi karşısında Azrail varmış gibi tir tir titriyordu. Haklıydı da.

 

Bıçağı kaldırıp sol şakağından başlayarak yanağına kadar yavaş yavaş kaydırdım. Tüy gibi dokunduruyordum oysaki. Ama bıçak o kadar keskindi ki değdiği tene acımıyordu. Yüzümde şeytandan emanet bir gülümseme oluştu. O kadar bana ait değildi ki kendimi görmeden bile bundan emindim. İçimden binlerce kez geçen o sözleri kulak ardı etmeye çalışıyordum, o ise inatla arka arkaya aynı şeyi fısıldıyordu bana

 

Canını yakanın canını al

 

Canını yakanın canını al

 

Canını yakanın canını al

 

Can istiyordu, kan istiyordu ve vahşice istiyordu. Cezeri ensesinden tutarak mutfağın büyük kolonuna yüzü duvara gelecek şekilde yaslayıp duvarın dibine çökmesini sağladım. Yaralı oluşu ve kafasına vurduğum darbe hareketlerini yavaşlatmıştı ve artık bana engel olacak gücü kalmamıştı. Arkadan iki elini tutarak tek elimde birleştirdim. Üzerine doğru eğilerek ensesinden kulağına fısıldadım "Sence sağ elin mi daha güzel yoksa sol elin mi?" Şeytani fısıltım kapının arkasına saklanmış olan Evayı şoke etti.

 

"Ne diyorsun ruh hastası sürtük!"

 

"Sana seçim hakkı sunuyorum demokrasi yapıyorum seçme ve seçebilme hakkı veriyorum daha ne istiyorsun." Sesimdeki alaya şeytan bile hayret etti.

 

"Bırak beni."

 

"Bu bir cevap değil."

 

"Bırak beni hasta orospu Bırak!" Başımı geriye yatırıp kahkaha attım.

 

"Çok ayıp, ben sana cinsi bozuk haysiyetsiz diyor muyum?" Dedim alıngan bir sesle, içimdeki kişi biliyordu ki bu bile alaydı "Neyse sen seçim yapmayacaksın zaten senin yaba gibi elinle de işim yoktu. "Sağ kolunu kaldırıp aniden duvara yapıştırdığımda omzundan gelen o çıtırtı istediğime ulaştığımı gösteriyordu, gerçi Cezer de bağırıyordu acıyla fakat benim istediğim ses buydu, diğerini de aynı acımasızlıkla kaldırdığımda iki kolunu da omzundan çıkartmış oldum. Acı haykırışları yalvarışlara dönüştü ağlaması yakarış oldu ama şu saatten sonra bilimcimin tamamen farklı bir ele geçtiğini hissediyordum.

 

Hem de onu kendi ellerimle ona teslim eden bendim.

 

Kolunu aşağı indirip ellerinden tutarak çapraz bir x işaretine dönecek kadar çekmeye başladığımda arkamdan gelen sesler, adımı seslenişleri ya da her ne oluyorsa hepsi birbirine karıştı.

 

Mantığımı yitirdim, bilincim kaybettim diyordum fakat asıl olan şu an olmuştu.

 

Cezerin kolunu çapraz konumda çekiştirirken ellerimin altında diz çöken adam acı haykırışıyla başını arkaya atarak bağırdı. Kolumdan tutmaya çalışan eli, beni çekmeye çalışanların farkındaydım fakat şuurumu tamamen yitirmiştim. Acı çığlığı dinmeyen Cezerin yüzü acıdan renkten renge girerken birazdan patlayacak olan bir balondan farksızdı.

 

"MAVİ DURDUR ONU!" Diyen Elyesa'nın korku dolu sesi kulağıma çarpıyor, işlemiyordu.

 

"Ona engel olmasanız adamın kolunu kopartacak!"

 

"Arsal Durdur onu!"

 

"Eva yapma lütfen sakinleş!"

 

Arka arkaya yükselen sesler, beni çekmeye çalışan baskıyı hissediyordum. Olmuyordu. Girdiğim bu transtan çıkmama hiçbiri yardımcı olmuyordu.

 

Cezer bir kere daha ellerim altında haykırdığında bağırmasının nedenini elimin altında bir bir kırılan parmakları yüzünden olduğunu çok sonra anladım.

 

Olmuyordu. Sesler birbirine çarpıyor sarsılarak tekrardan karşımda beliriyorlardı. Durmak istemeyen tarafım öyle baskındı ki şuurum bilincim bana ait olan bütün iradem tamamen kaybolmuş gibiydi. Kendimi bu cehennemden çıkartamıyordum, içine kapılıp gittiğim kanın girdabından ayrılamıyordum.

 

Tüm sesler birer yankı olup birbirine çarpıyor ve yok oluyordu, hiçbirinin

 

kapıların arkasına sığınan Evayı çıkarmaya gücü yetmemişti. Hiçbirisi Eva'nın kapattığı o kapıyı onun için açmaya yetmemişti ta ki kafamın içinde birbirine dolanan seslerin arasında duyduğum o ince küçük kız çocuğunun sesi karışana kadar.

 

"Eva yalvalılım dul." Diyen sesin hıçkırığı kulağımda yankı buldu. "Lütpen Eva."

 

"Nevsali çıkartın buradan!" Tüm seslerin içinde beynimin seçip aldığı iki ses vardı. Birisi küçük şeyin sesi diğeri ise sesindeki karanlığın her tonunu bildiğim adamın sesi. Nasıl biliyorum nereden biliyorum bilmiyorum ama biliyorum...

 

Elim cezerin bileğime uyguladığı baskı bir anda tüm sinir uçlarım boşalırcasına azaldığında arkadan beni çekmeye çalışan kişiyle bir anda kendimi yerde buldum.

 

Aniden boşalan elim ve ayağımın titremesiyle gözlerim şokla irileşti.

 

Her şey sanki hafızamı kaybetmişim gibi bir anda gözümün önüne geldiğinde yaptığım caniliğin gerçekliği yüzüme tokat gibi çarptı. Bakışlarım kanın bulaştığı elime indiğinde nasıl titrediklerine şahit oldum.

 

Nevsal'in hıçkırma sesiyle ona döndüğümde tüm mutfağın adamlarla dolduğunu ve Nevsal'in bir muhafızın kucağında dışarıya çıkarılırken gördüm. Gözlerindeki o korku ve şaşkınlık beni öyle bir sarstı ki yaptığım şeyin altında ezildim.

 

Gözlerimin içi yanıp kavrulurken ellerimin titremesi artık normalin üstündeydi ve engel olamıyordum. Arkamdan yaklaşan kişi önümde belirdiğinde transtan çıkamamanın verdiği titremeler vücudumu

sarsmaya başladı.

 

Önümde eğilen adamın eli çenemi bulduğunda bakışlarımı yüzüne çıkarma mecburiyetinde kaldım.

 

Okyanus gözlerindeki o güven veren kırıntılarda neyin nesiydi. Bana bakan gözlerindeki ifade yatıştırmak ister gibiydi. Elini çenemden çekerek titrememesi için yumruk yaptığım elimi bulduğunda elinin sıcaklığı buz kalıbı gibi soğuk olan elimi sarmaladı. Burada kim vardı bilmiyordum fakat etrafımız kalabalıktı. Elyesa Akın ya da Mavi de olabilirdi, muhafızlar yardımcılar belki de kraliçeler ve kral olabilirdi. Her kim var bilmiyorum ama Arsal Karahan şu an herkesin gözü önünde elimi tutuyordu. Bakışlarım gözlerine kenetlendiğinde titremelerim ne ara durmuştu bilmiyorum ama gözleri girdiğim girdaptan daha çekiciydi, ben çıkmaya çalıştıkça o beni daha da derine çekti.

 

"Cezeri alın ve hepiniz çıkın dışarıya." Gözlerime bakarak verdiği emirle otuz saniye dahi dolmadan oda boşalmıştı. Az önce kim vardı bilmiyorum fakat kalabalığın verdiği rahatsızlık bir anda ortadan kalktığında Arsalın bana olan bakışlarındaki anlamı çözmeye yetmedi. Eli elimi bırakmadı. Az önce birisinin hayatını elinden alacakken hızlanmayan nefesim onun bana yönelen en ufak hareketinde hızlanmaya başladı, dakikalar önce cezerin parmaklarını kırarken kıpırdamayan göğüs kafesim bir anda yükselip inmeye başladığında dudaklarım aralandı. Arsalın eli boynuma dokunduğunda ne yapmaya çalıştığını anlayamayacak kadar kafam birbirine girmişti.

 

"Ben seni çekmeye çalıştıkça sen daha da gömülüyorsun bataklığa lâl gülü, ben seni uzak tutmaya çalıştıkça beladan sen belanın kendisi oluyorsun." Dedi içime işleyen sesiyle. Baş parmağı sürekli boynumun aynı noktasına dokunuyordu. Ağzımı dahi açamadım. Sadece yüzüne baktım. Başka da hiçbir şey söylemedi. Aniden ellerini elimden ve boynumdan çektiğinde elinin sıcaklığı vücudumu terk etti ve ben üşüdüğümü hissettim. Ellerim hep soğuk olan ben sıcağı sevmezken onun sıcaklığını aradı vücudum istemsizce. Bakışlarını benden çekip kapıya yöneltti ve az önceki ses tonundan eser kalmayan bir sesle konuştu.

 

"Eva Efnan'ı zindana götür muhafız. Akıbetine karar verildiğinde adaletin önüne çıkacak."2

 

Bakışlarımdaki tüm afallama ve şaşkınlık tek bir celsede yüzümden silindiğinde ifademe sürekli taktığım o maskeyi yerleştirdim. Onun emriyle muhafız içeriye girdi. Arsal kalkmam için elini bana uzattığında dudağımın kenarı yukarıya kıvrıldı.

 

"Denize düşen yılana sarılır ama ben hiçbir zaman düşmanımın uzattığı ele kanmam."

 

Onun elini tutmadan ayağa kalktığımda suçumu elbet biliyordum fakat onların adaletini de biliyordum.

 

Yaptığımın arkasında değildim elbet, ama beni zorlayan o şerefsizdi. Peki neden ben zindana atılıyordum. Sanırım dünyadaki adalet ile buradakinin arasında pek bir fark yoktu.

 

Kadın istediğinde orospu istemediğinde ise suçlu oluyordu. Ya silahla ya bıçakla bir şekilde tehdide maruz kalıyordu. Peki karşılık verdiğinde kendini koruduğunda?

 

İşte o zaman kimse ona neden bunu yaptın diye sormaz. Mecbur kaldığını anlamaz, sadece suçlu durumuna düşerdi...

 

Suçu olmayan suçlu.

 

Ama burada en çok suçu olan suçsuz.

 

 

❤️‍🔥BÖLÜM SONU❤️‍🔥1

 

YILDIZIN ÜZERİNE BASMAYI UNUTMADAN DİĞER BÖLÜME GEÇİN CANLARIM❤️‍🔥

 

 

Bölüm : 07.02.2025 21:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...