14. Bölüm

12. İSİMSİZLER MEZARLIĞI

sadeceSU4
sadecesu4

Canlarım normalde dün iki bölüm birden gelecekti fakat bu uygulama bir sıkıntı verdi bu yüzden 12. Bölümü bu gün atmak zorunda kaldım.

Mutlaka oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın keyifli okumalar

 

❤️😙

..


Dünya üzerinde ilk kanı döküp insanlığa kardeşin kardeşe bile ihanet edebileceğini gösteren iki insan Habil ve Kabil olarak bilinirdi.

Kıskançlık ve hasedin, hırs ve kibrin gerçek sonunu en kanlı şekilde gösteren adem oğulları bir zaman aynı ananın karındaşlığını yapmıştı. Fakat öfkenin ateşi ne kardeşliği ne de kan bağını umursamıştı.

Peki öfkenin ateşi deyip kenara mı çekilecektik yoksa şeytanın insana fısıldayıp insanı parmağında mı çevirmesi?

Öfkenin azabı insan zihnine küçük bir yel üflese de şeytanın zemin hazırladığı kötülük elbet gerçekleşecek insan ve iradesi arasındaki bağlar kopacaktı.

Bakışlarım ifadesizce boşluğa dalmışken sırtım yine buz gibi duvara yaslanmış vaziyetteydi. Hiç sorun değildi çünkü öfkemin ateşini dindirecek hiçbir soğukluk yoktu.
Şeytanın fısıldadığı öfkemin..

Bir insan kendi planına ihanet eder miydi? Ya da kendi çizdiği çizgiden şaşar mıydı?

Benim gibi salak şaşıyordu işte.

"Vallahi eline koluna emeğine sağlık Eva bacım o piç kurusuna çok iyi yapmışsın." Başıma diktikleri iki salak muhafızla ne yazık ki daha önce tanışmış bulunuyordum. Kendileri ormandan beni saraya getirmişti.

"Aynen öyle ellerin dert görmesin." Mahbup ve icaz beni en içten tebrikleriyle kutlarken ne zaman siktirip gideceklerini bekliyordum.

Tamam hesapta Cezer'i dövmek vardı fakat bu şekilde değildi kesinlikle.

"O bu değil de o kolu nasıl komple çıkartmadan Cezer'in üstünde üç tur döndürdün?" İcazın meraklı sesiyle mahbupta atıldı.

"Şeyi anlat bacı parmaklarını nasıl ters çevirip hepsini farklı yöne bakmasını sağladın?" O kadarını da yapmış mıydım?

"Baldırını nasıl boydan boya yırttığını anlat."

"Yok yok şeyi anlat-"

"Beyler sesinizi kesmezseniz üzerinizde göstererek anlatacağım." Dedim buz gibi sesimle. Manyaktı bunlar. Millet bana cani acımasız damgası vururken bu iki deli gelmiş bana detay soruyordu.

"Hadi siktirin gidin kafamı dinleyeceğim." Dediğimde İcaz alınmış gibi baktı.

"Birazcık ucundan anlataydın be kız." Şu an dedikodu alamadığı için günü kötü geçecek gibi davranan teyzelerden farksızdı.

"İcaz siktirin gidin az ötede şakıyın başımın eti sikilmiş zaten."

"Aşk olsun bacım biz kuş muyuz?" Mahpub'a bakarken kaşımın birisini tehditkar bir şekilde kaldırdım.

"İkinizi de tek taşta avlamamı istemiyorsanız kaybolun. Eğer çıt sesinizi duyarsam ikinizin de ses tellerini birbirine akraba yaparım." Mahpub bana şaşkına bakarken icazın irkildiğini buradan bile görebiliyordum.

"Nasıl bir fantezi dünyan var lan hasta karı." Dedi icaz şokla. "Pişt mahpuşt gel az ötede duralım da ısırmasın bir yerimizi. Ormanda bulduğumuzda ne de sakin uysal bir şeydi." İte bak ite sanki sokakta köpek yavrusu bulmuşlar gibi bahsediyordu.

"Ağzını yüzünü dağıtırım senin icaz, şu adımı doğru söylemeyi öğren yoksa-"

"Ne yaparsın lan yoksa?" Dedi icaz Mahpubun üstüne yürürken

"Belanı ters yatırır düz sikerim pezevenk!"

"Pezevenk diyen ağzını kırmam mı lan ben seni-"

"Siktirin gidin amına koyayım artık!" Diye bağırdığımda birbirine giren iki salak tartışarak uzaklaştılar. Gitmediklerini biliyordum fakat burada olmalarından iyiydi. Onların gitmesiyle sürünerek demir parmaklıkların arasından akan şemsi anında yanımda bitti. Ne zamandır muhafızların başımdan gitmesini beklediğini biliyordum.

"Kim bunları muhafız yapmış, çenesinin bağına sıçtıklarım bir susmadı." Diye homurdandı.

"Ne bileyim amına koyayım!" Diye başımın ağrısıyla birdenbire sesimi yükseltince korkmak yerine bana ters ters baktı şemsi

"Bana ne bağırıyorsun be! Ben mi dedim adamı kevgire çevir diye? Adamın doğasını, şaftını değiştirmişsin anasını satayım." Haklıydı.

"Lanet olsun!" Diye kafamın iki tarafına vurdum elimle.

"Vurma bence zaten yeterince iyi çalışmıyor." Bu yılan beni katil edecekti! Gerçi ona gerek yoktu bu gidişle birisine gerek kalmadan kendi kendimi katil etme olasılığım yüksekti.

"Çatal dilini söktürme bana. Sus." Dedim kafama vuran elimi yüzüme indirerek.

"Ne konuştuk biz seninle Eva?"

"O piç kurusuyla konuşacağımı!" Dedim suçlu bir çocuk gibi.

"Sen ne yaptın?" Dediğinde ters başlarım değişmemişti "Adamın hayalarına kadar delik deşik ettin."

Haklıydı. Bakışlarım duvara döndüğünde şemsiyle olan konuşmalarımız tekrardan gözümün önünde canlandı.

"Beni yola getirecekmiş beni! Ben seni öyle bir yola getiririm ki o yolun sonuna geldiğinde anlarsın ancak benim soktuğum yola girdiğini!" Odanın içinde depar atarken şemsi yatağımın üstünde daire şeklinde kıvrıla kıvrıla yatıyordu. Arsal yüzünden öfkeden deliye dönmüş gözlerim rahat rahat yatan sürüngeni bulunca iyice çileden çıktı.

"Bir şey söylesene!" Dedim ters ters

"Papatya çayı öneririm." Çatal dilini dışarıya çıkarta çıkarta yatan sürüngene tip tip baktım. Arsal'a olan öfkemi ondan çıkartmam an meselesiydi. Toprak'a attıkları iftirayı saymıyordum bile.

"Sakinleş ve konuşalım bak birazdan davet alanı dolar ve görevinin başına dönmek durumunda kalırsın." Evet görevim! Sayın lordumuz bana çok kutsal bir görev emanet etmişti.

Garsonluk gibi.

Aklı sıra beni dize getirecekti. Bilmiyordu ki bu davete sızmak için türlü bahane aradığımı. Beni kendi eliyle sokmuştu.

"Cezer Arkan, kesin gelecek mi bu davete?" Dedim Şemsi'nin yanına oturarak.

"Önemli bir güvenlik şefi o. Kesinlikle gelir. Ve senin yapman gereken sadece ondan kayıp kardeşi hakkında bilgi almak."

"Ne zamandır kayıp bu herif, hem onun Toprak ile ne ilgisi olabilir ki şemsi. Yer altı krallığına gittiğimde Cezer'in kayıp abisinden söz ediyorlardı." Dedim düşünceli sesimle. Devamında sanki kafamda ampul yanmış gibi aydınlandım. "Cezer'in abisi Toprak'ın esir olduğu ülkenin güvenlik şefi." Dediğimde şemsi aynen öyle der gibi baktı.

"Eğer o adama ulaşırsak Toprak'a daha kolay ulaşırsın ama," Dedi şemsi aralık kapı bırakarak

"Ama?"

"Eğer ölmüşse daha farklı bir yola baş vurman lazım." Dediğinde güldüm.

"Onunla bir işim yok şemsi, benim öğrenmem gereken şey Toprak'ın hala o inde mi tutulduğu."

"Onun yardımıyla daha kolay ulaşabiliriz." Dedi şemsi ama kendisinin de umudu yoktu. Biliyordu olanı.

"Güvenlik şefi mevkiine ulaşmış bir insan hiçbir dayanağı olmayan bir kızın lafına bakarak işini askıntıya almaz şemsi. Buradaki kimseye güvenemem. Her şeyi kendim yapmak zorundayım. Annem ve babamın durumunu bilmiyorum, onların nerede olduğunu da. Bunların cevabına Toprak olursa daha kolay ulaşırız. Onun daha fazla işkence görmesine izin veremem." Dedim öfkenin yuva kurduğu ses tonumla. Gerçekten sabrım kalmamıştı.

"Eva." Dedi şemsi düşünceli şekilde "Karahan?"

"Ne olmuş ona?"

"Sen onu fazla hafife alıyorsun insan kızı, o sandığın kimseye benzemez." Dizlerimi karnıma çektiğimde bakışlarım karşıdaydı.

"Farkındayım Şemsi." Dediğimde şaşırdığını hissettim.

"O sana henüz gerçek yüzünü göstermedi. Sadece karanlığının ufak bir alıntısını sundu. Ve sen bununla bile ondan nefret ediyorsun." Dişlerimi sıktım.

"Bana yaşattıkları onun için ufak olabilir Şemsi lakin benim için öyle değil. Çok yanlış yerden vurdu o beni. Ateş prensi en zayıf halkamdan yakaladı, en büyük zaafıma darbe vurdu."

"Şaşırdığım nokta da bu ya Eva. Susuyorsun. Yapılanları, söylenenleri duyduklarını yaşanmamış gibi davranıyorsun. Ben bir kız tanıdım Eva, ben seni tanıdım. Ama sen ilk defa bu kadar sessizsin. Rahat durduğun söylenemez fakat gerçek anlamda seni tanıdığım sen sessiz." Dudağımın kenarında oluşan kıvrım belli belirsizdi.

"Oyunları sever misin şemsi?" Dedim şeytanın yataklığını yaptığı sesimle.

"Hokkabazların olmadığı bütün oyunları severim ben insan kızı." Dedi kıvrıldığı yerden kendisini toparlayıp karşıma dikilerek "Hokkabazlar yalan söyler ve bu oyunun kuralına aykırı." Bakışlarım anlam kazandı.

"O zaman benim oyunum senin hiç hoşuna gitmeyecek sürüngen." Çünkü tüm hokkabazları geride bırakacak olan oyunuma nasıl dahil olduğundan Karahan'ın haberi yoktu. Şemsi bana bakarken artık sessiz kalacağımdan o kadar da emin değildi.

"O adama dikkat etmelisin Eva." Cezerden bahsediyordu. Umursamazca omuz silktim.

"O bana hiçbir şey yapamaz." Dedim rahatça sırtımı yatağın başlığına yaslayarak.

"Senin için demedim zaten gerçekten adama dikkat et dedim! Sakın adamın başına bir iş getirme." Dediğinde göz devirdim.

"Adamı sikecek halim yok ya şemsi." Dedim inanmayan sesimle.

Bakışlarım şemsiyi bulduğunda aynı diyaloğumuz aklına gelmiş gibi bana baktı.

"Ben biliyordum senin böyle yapacağını,"

Dedi ters ters, elips şeklindeki gözleri boynumun belirli bir noktasına takıldığında öfkeyle incelip kalınlaştı gözleri. "Ya da siktir et ben gidiyorum o piç kurusunu boğmaya." Sürünüp gidecekken son anda kuyruğundan tutup onu kendime çektim. Ağırdı pezevenk

"Şii sakin ol sürüngen sakin, bana diyene bak." Dediğimde gözleri hâlâ aynı noktadaydı.

"Boynuna yaptığını gördün mü sen! O orospu çocuğu ölmeyi hak ediyor. Gerçi Karahan şimdiye nefesini kesmediyse." Boynumun ne durumda olduğunu az çok tahmin ediyordum zaten.

"Çok güvendiğin prensin beni bu zindan deliğine tıktı zaten." Dememe kalmadan yaklaşan sesle şemsinin kuyruğunu hemen bıraktım, yarım saniye içinde toz olan sürüngeni tebrik ediyorum olaylardan şemsi kadar hızlı sıyrılsam yeterdi.

Hızlı ve temkinli adımlarla görüş açıma giren Maviye bakarken göz devirdim. İti an çomağı hazırla derler fakat ben iti anmamıştım bile.

Demir parmaklık olan kapımın önüne geldiğinde burnumu kırıştırdım. Nezaret buradan iyiydi en azından nem ve çürümüş insan kokmuyordu. Zaten yeterince boğucu ve basıktı daha bir de insanları buralara tıkıp tıkıp eceli oluyorlardı. Zaten kokuyor bari götürün gömün iki güne bir şuraya geliyorum burnumun direği düşüyor.

"İçeride ölen insanlara nasıl da içerledin. Vicdansız hala kendi konforunu düşünüyor millet çürüyerek ölmüş zindan köşelerinde." Bu benim derdim değildi. Böyle de çok acımasız mı oldu ne? Neyse ne işte.

Ben boş düşünceler içindeyken Mavi salağı çoktan kapıyı açmış karşımda dikiliyordu.

Boş boş nur cemaline baktım. Gerçi bu meymenetsizde ne nur olacak ki.

"Kalkmayı düşünüyor musun şeytan soyu?" Dediğinde umursamazca omuz silktim.

"Hayırdır Sarı çıyan yine ne oldu, beni mi özledin?" Alayla güldü.

"Hasretinden öldüm bilemezsin." Dediğinde başımı arkamdaki nemden ıslanmış olan taşlı duvara yasladım. Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı.

"Benden etkilendiğini biliyordum sarı çıyan. Ama bu aşk başlamadan biter. Tipim değilsin." Dediğimde alaysı gülüşünün arkasından gerçek bir gülüş döküldü.

"Şansıma küseyim o vakit." Mavi Sıraç Semdar ilk defa alayıma kızmak yerine bana katılmıştı. Sahte gülümsememin yerine gerçeği aldı fakat o bunu anlamadı.

"Neden geldin?" Dediğimde bakışlarındaki alay yerini öfkeye bıraktı. Bu öfke bana mıydı?

"Yediğin halt bu sefer baya köklü Şeytan soyu. Başın büyük dertte."

"Başım dertten burnum boktan çıkmaz benim." Dedim rahat rahat bir zamanlar Toprak'ın bana her Allah'ın günü kurduğu cümleyi söyleyerek

"Bu sefer sağlam bir bela. Buradan çıkmamız gerek haydi." Elini bana uzattığında ona anlamaz gözlerle baktım.

"Ne çıkması?" Kralın önüne çıkıp bir ton azar yemeye hazırlamıştım kendimi.

"Bu sefer yaptığın birkaç sözle sıyrılacağın bir şey değil Eva." Dedi sanki zihnimi okumuş gibi "Çıkmamız lazım çabuk ol birazdan muhafız değişimine geldiklerinde kaçtığını anlayacaklar zaten."

"Kaçtığımı mı?" Dedim anlamaz gözlerle.

"Kaçtığını." Dedi Mavide inatla elini uzatarak, arkadan gelen sesi ikimizde duymuştuk fakat tehlike arz etmiyor olacak ki Mavi umursamıyordu.

"Acele edin on beş dakikaya kalmaz nöbet değişimine gelecekler." Telaşla içeriye giren Elyesayla ikisine alık alık baktım neler oluyordu.

"Birisi bana ne olduğunu anlatabilir mi?" Dediğimde Elyesa rahatça "Kaçıyorsun." Dedi

"Daha çok kaçırılıyormuşum gibime geldi ama?"

"Saçmalama da kaldır şu kıçını, rahat rahat oraya yaydığın kıçını kurtarmaya çalışıyoruz farkındaysan." Elyesaya alayla baktım.

"Emin ol kıymetli mabadım daha rahat zeminler gördü Elya."

"Götten boktan muhabbetleri kapatın artık da gidelim." Mavi ayısı öküz gibi kolumu tutup beni kaldırdığında onlara boş gözlerle baktım.

"Muhafızların cephanesini etrafa atmayı unutmadın değil mi?" Dedi Mavi Elyesaya.

"Merak etme Eva onları alt edip kaçmış şekilde olacak her şey. "Bunlar ne halt ediyordu?

"Anlasana kızım seni buradan kaçırıyorlar. Hem de kimseye çaktırmadan. Prens seni kaçırıyor." Yok ebesinin örekesi artık.

"Ben kaçmak istesem zaten kaçardım ki siz niye bu kadar zahmete giriyorsunuz, yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkür ederim ama benim yerim iyi." Tekrardan yerime oturacakken Elyesa kolumdan tutup çekiştirmeye başladı bu seferde

"Şu kızım hastalığından kalan rahatlığı beni öldürüyor." Hem beni çekiştiriyor hem de söyleniyordu

"Oldu bitti rahatım ben." Diyerek beni çekiştirmesine izin verdim. "Muhafızlara bir zarar vermediğinizi umuyorum." Her ne kadar başımı beynimi yeseler de tatlı çocuklardı. Benim yüzümden zarar görmelerini istemiyordum.

"Kendi sarayımızın askerine zarar vermeyiz, merak etme." Mavi'nin sesiyle içim rahatlamıştı.

Zindanın derinliklerine doğru hızlı adımlarla ilerlediğimizde Elyesa hala sanki gidecekmişim gibi kolumu tutuyordu.

Zindanın kasvetli yolunda ilerlerken zindanı aydınlatan meşaleler azalıyor, daha da karanlık ve basık bir hal alıyordu. Zindan kapısını aralayıp üçümüzde içeriye girdiğimizde ifadesizce baktım onlara.

"Bir parmaklıktan çıkıp diğerine girdim ne anladım ben bu işten?" Söylenerek girdiğimiz parmaklıkların ardına en ters bakışlarımla bakarken Mavi taş duvara ellerini koyarak bir şeyler aramaya başladı. Ona iğrenen gözlerle baktım.

"Şu elini her yere vurma geri ilaç yapıp bizi zehirliyorsun." Dedim, amacım onu gıcık etmekti.

"Yok yok yıkıyor, Nar zorla yıkatıyor." Elyesa boş bulunup ağzından kaçırdığı şeyle Mavi'nin öldürücü bakışları ona döndü.

"Nar olmasa ben elimi yıkamıyor muyum Ateşli kızı?" Elyesa ona manidar gözlerle.

"Revire geldiğimde asistanın sana zorla ellerini yıkatıyordu Mavi hekim, gördüğümü söylerim ben."

"Devamını niye söylemiyorsun?"

"Devamında hayvan gibi kızın yüzüne bir bardak su boca ettiğin içindir." Nar'ın Maviden ne çektiğini bir saray biliyordu sanırım.

"Sen bizi mi gözetliyorsun?" Dedi Mavi, sesindeki ima Elyesaya özeldi fakat bende anlamıştım. Her boku anlamak çok zordu. Zeka insanı fazla yoruyor.

"Kimsenin aşkının ızdırabını çekemem, nereye gidecekseniz gidelim yoksa ben çıkacağım bu delikten." Dedim araya girerek.

"O nasıl olacakmış?" Dedi Mavi bakışları Elyesadayken.

"Sen öyle avanak gibi karşındaki kıza bakmaya devam et nasıl olduğunu ben gittikten on dakika sonra anlarsın." Dediğimde bir anda Elyesa'nın daldığı kahve gözlerinden silkelenerek koptu. Elyesa kızarırken Mavi sahte bir öksürükle boğazını temizleyip tekrardan duvara döndü. Homurdanarak bir taşı çektiğinde bir anda pislik yuvası diye beğenmedim taşlar hareket edip açılmaya başladığında şokla baktım.

Bu ara beğenmediğim şeyler beni zort etmeye başlamıştı.

Elyesa şaşırmış görünmüyordu. Madem bu kadar kolaydı beni niye kuru kafalarla muhatap etmişti bu taş kafalılar.

Açılan gizli geçidin içine girdiğimizde arkadan muhafızların kargaşa sesi geliyordu. Mavi tekrardan geçidi kapattığında elinde oluşturduğu küçük bir kuş tüm tüneli aydınlatarak uçmaya başladığında artık şokeme engel olamıyordum.

"Yok amına koyayım." Dedim en sonunda hayretle Maviye bakarken. Dudağında üstünlük belirtisi bir gülüş peydah oldu.

"Aklını aldım bu sefer değil mi?" Dedi en az benim onunla uğraştığım ses tonum kadar haylaz bir tonda.

"Hem de nasıl aldın anlatamam sarı." Dedim ondan geri kalmayıp göz kırptığımda Elyesa'nın kıskançlığını bastırmaya çalıştığı ses tonuyla konuştu. "Biraz daha sallanırsanız daha saraydan çıkmadan yakalanırsınız, sonrada Arsal'a sen açıklama yaparsın hekim." Ayaklarını yere vura vura önümüzden geçip dar tünelde ilerleyen Elyesaya Maviyle aynı anda en manidar bakışlarımızı attık.

"Bence kıskandı." Dedi Mavi ibnesi keyifli bir sesle. Tabi işine gelirdi.

"Bence biraz daha arkada kalırsak seni serum kablolarınla boğar ve ben keyifle köşeye çekilip izlerim." Dediğimde sırıttı. İşine geliyordu uyuzun. Ben ona böyle sırıtmayı gösterecektim dediklerini unutmuş değildim dalyarağın. Omzumu ona çarparak Elyesa'nın peşinden gittiğimde arkamdan gelen homurtusuna kulak asmadım.

Dar uzun tünelde giderken kafama bulaşan örümcek ağlarına yandan yandan bakan arkamızdan geldiği için dilini ikiye ayıracağım şemsiye ters ters bakışlar attım.

Bu yılan peşimden gitmiyordu.

"Burada varlığına zarar gelecek diye endişelenen tek kişi o." Evet farkındaydım. Şemsi bana verdiği değeri en içten hissettiren tek kişi olabilirdi benim için.

Tüneli aşıp saraydan çıkmamız yarım saati bulmazken seyrek ağaçların arasında yürürken buldum kendimi. Etrafta sana laf atanlara kulak tıka Eva.

"Beni niye yürüttüğünüzü sorabilir miyim!" Dedim ters ters Maviye bakarken

"Dost ülkenin güvenlik şefini göt gibi ikiye ayırdığın için olabilir mi?" Dedi Mavi. Elyesa hem yürüyor hem de elime bakıyordu. Elime sürdüğü şeylere dahi bakmıyordum.

"Eee ne olmuş?" Dediğimde Elyesa elimi kendisine daha da çekti.

"Şu canına nasıl böyle kıyarsın anlamış değilim. Cezer piçine üzüldüğüm söylenemez ama şu elinin kolunun haline bak, her yerin kesik." Elyesa her seferinde kendimi yaraladığım için bana kızıyordu. Uzun süredir bunun farkındaydım. Sert görünmeye çalışsa da yüreğini ezip geçemiyordu her seferinde. Ama bu sefer bir şeyler vardı. Elleri titriyordu. Farkında değilim sanıyorsa yanılıyordu çünkü bu sefer ikisinde de bir şeyler vardı ve ben bunu göze alarak onların peşinden gelmiştim. Bakışlarım ağaçların ardından süzülerek gelen Şemsiye takıldığında bana, düşündüklerimin aynısını düşünüyormuş gibi baktı.

"Sen aptalsın çünkü insan kızı!" Diyen sesi beni güldürdü. Çok değil bir yedi dakika sonra karşımızda beliren kostanla yanımdaki iki insan da şaşırmadı. Karahan yoktu ama haberi vardı. Çünkü onun emri olmazsa nefes bile alamazdı yanımdaki iki insan ve karşımdaki büyücü.

Bakışlarım Elyesaya döndüğünde yüzümdeki gülümseme hayal kırıklığına uğramamıştı bile. Biliyordum çünkü bunu yapacağını. O hiçbir zaman benim yanımda olmayacaktı ve ben bunun farkındaydım.

Konuşmadım, hatta ağzımı dahi açmadım. Sadece yapacaklarını bekledim. Yönümü Maviye döndüğümde bu Elyesaya verdiğim açık bir tavizdi. Mavi gözlerime bakarken yutkundu. Sanki bana bir şeyler açıklamak ister gibi bakan ela gözlerine net bir şekilde bakmam uzun sürmedi çünkü Elyesa'nın boynuma sapladığı iğne ile kulağıma fısıldadığı son cümle bilincimi benden alıp başka bir diyara sürgün etti.

"Özür dilerim." Devamı ise bildiğim o derim boşluk ve zifiri karanlık oldu.

●İLAHİ BAKIŞ AÇISI●

Sırtını yasladığı yatağın rahatsız edici köşesi umurunda değildi Elyesa'nın. Eva gideli üç saat olmuştu. Yaralarını Mavi ile birlikte sarmışlar ve belki de eliyle o küçük dünyalı kızı ölüme göndermişti. Vicdan azabı çekiyordu Elyesa. Çünkü Eva en başından beri farkındaydı yapacağı hamlenin. Göz göre göre ona izin vermişti. Ona bakan o son gözleri aklından çıkmıyordu. Bir zamanlar ona öyle bakan aynı hayal kırıklığını aramıştı Elyesa, Eva'nın gözünde fakat yoktu.

Eva zeki bir kızdı ve olacağı tahmin ettiği aşikardı.

"Onu ilk önce bana getireceksiniz Dedim kostan!" Diye ortalığı yıkarcasına bağıran Arsal'ın sesiyle başını yatağa daha da yasladı. Ona eş değer olarak içeriye giren kişiyle odağı o yöne kaydı.

"Daha ne kadar kendine böyle vicdan azabı çektireceksin?" Dedi Mavi sakince. Koyu kahve bakışlarını arkadaşına çevirdi Elyesa. Gerçi arkadaşı mı değil mi bilmiyordu. Bu kadar dert arasında Mavi ile arasında olan o saçma şeylere anlam yüklememeye karar vermişti. Eva'nın onları bastığı günden sonra ikisi de sanki o an yaşanmamış gibi davranıyordu.

"Başına bir şey gelir mi orada?" Dedi Mavi'nin söylediklerini yok sayarak. Mavi sıkıntıyla elini ensesine götürdü. O bile bilmiyordu ki ne olacağını. Adımları neredeyse ağladı ağlayacak olan kızın yanını bulduğunda onun gibi sert zemine oturarak sırtını yatağa yasladı. Bakışları karşıdaydı.

"Nereye gittiğini bilmiyorum Elya fakat eğer geri dönebilirse gerçekten prensesi kurtaracak kişinin o olduğunu anlayacağız." Çoğu büyük büyücünün savaşçının ve komutanın gidip de dönemediği yerdi isimsizler mezarlığı. Onlar gidenlerin nereye gittiğini bilmezdi fakat bildikleri bir şey varsa prenses uğruna geri gelen birçok cesedin olmasıydı.

Korkulan da bu idi işte. Eva'nın geri dönmeme ihtimali...

"Ya geri gelen şey onun bedeni olursa?" Dedi Elyesa artık dayanamayıp bir bir akıttığı yaşlarla. Mavi'nin kaşları çatıldı. Yönünü içli içli ağlayan kıza çevirirken iki eli de yanağını buldu. Baş parmağı ile nazikçe sildi yaşlarını.

"Şu yufka yüreğin ben hariç herkese yumuşacık be Ateşli kızı. Bir bana gaddarlığı." Dedi konuyu Eva'dan saptırmak için. Oysa onun içini de kemiren hain bir his vardı.

Ya Eva gelemezse...

"Sana ne gaddarlığımı gördün be?" dedi Elyesa ağlaması yüzünden buğulu sesiyle.

"Yönetime geldiğinde projemi baltaladığını unuttum mu sanıyorsun?" Dediğinde Elyesa'nın yanakları al al oldu. Yaşananlar aklına gelince daha da kızardı.

Mavi'nin yönetimde aynı sınıfta olduğu o sarışın kızı görünce delirmişti. Evet saçmaydı fakat o kızın derdi de belliydi yani, ağzına girmeye çalışıyordu diye düşündü elinde olmayan bir öfke ile.

Mavi'nin eli Elyesa'nın yanağından Boynuna ulaştığında yutkundu. Dudaklarını kulağına yaklaştırdığında "Sana orada söylediğimi hatırlıyor musun Ateşli kızı?" Dedi Elyesa'nın aklını başından alan bir tonda. Neler oluyordu!

Mavi'nin söyledikleri aklından zaten çıkmazken bir bir duyuldu kulağında.

"Sayende projem sabote oldu Ateşli kızı umarım mutlusundur." Dedi Mavi içeriye çektiği kızı kapıya yaslamış vaziyette. Öfkeyle aralandı Elyesa'nın gözleri.

"Projen ne üstüne Hekimim? Doğal afet üstüne mi!" Lanet olsun ki o sarışın kız fazla güzeldi. Mavi birkaç dakika Elyesa'nın yüzüne baktı ve kafasını geriye yatırarak gür bir kahkaha attı. Elyesanın tepesinde olan siniri daha da zıpladı. Maviyi göğsünden iterek eline geçen geçmeyen her şeyi kafasına fırlatmaya başladı.

"Utanmadan gülüyor musun birde!"

"Doğal afet Dedi ya." Mavi hala gülerken Elyesa çıldırıyordu. "Ateşli kızı?" Dedi Mavi hala gülerken.

"Ne?" Mavi üç saniye içinde dibinde bittiğinde Elyesa'nın koyu kahveleri irileşti.

"Biraz daha bana böyle bakmaya devam ederek sorsana aynı soruyu?" Dediğinde Elyesa'nın dudakları aralandı fakat kelimeleri seslere ulaşamadı. Göğüs kafesi hızla inip kalkarken Mavi tekrardan konuştu.

"Şu kalbin bir bana gaddar be Ateşli kızı. Gözlerin faklı bakıyor ama dilin çok başka konuşuyor. Ama bil ki ben seni duymuyorum, görüyorum."

Elyesa'nın kulağında ardı ardına duyulan ses bir kere daha Mavi'nin dudaklarından döküldü.

"Ben seni duymuyorum Ateşli kızı, görüyorum." Birbirlerine bakışları eskisi gibi değildi. Elyesa'nın ağlaması durduğunda Mavi derin bir nefes verdi fakat Arsalı kimin durduracağı hakkında pek bir fikirleri yoktu.

"Sana onu bana getir ilk önce dedim!" Arsal'ın bu seferki ortalığı yıkan kükreyişiyle aceleyle ayaklandı ikili.

"Sen kimsin ki benim emrimin üstüne kendi kararını verirsin Kostan!" Aceleyle içeriye girdiklerinde Arsal elindeki hançeri kostan'ın boğazına yasladığını gören Elyesa dehşete düştü.

"Kendine gel Arsal ne yapıyorsun!" Akın arkasından kolunu tutup çekmeye çalıştı fakat Arsal'ın öfkesinin önüne geçemeyeceğinin farkındaydı.

"Niye bu kadar sinirlisiniz Efendim? Zaten o insan kızı oraya gitmeyecek miydi?" Kostan ölümünü arıyorsa böyle devam edebilirdi çünkü Arsal'ın elinden onu kimse alamayacaktı.

"Sesini kes büyücü!" Diye bağırdı Mavi. Halkın önünde Kostan'a olan saygılarını bozmazlardı fakat biraz daha konuşmaya devam ederse saygı görecek bir büyücü kalmayacaktı. "Sende sakin ol Karahan." Dedi ama Arsal'ın öfkeli bakışları Maviyi buldu.

"Senin belanı ayrıca sikeceğim Sıraç, emrime itaat etmedin." Haklıydı. Mavi'nin boynu farkında olmadan eğildiğinde haksızlığının ve itaatsizliğinin elbet farkındaydı.

"Şu an elinin altındaki büyücüyü öldürmek bize Evayı getirmeyecek." Dedi Akın onu sakinleştirmek adına. Evayı neyin getireceğini o dahi bilmiyordu ki. Arsal elinin altındaki yaşlı adama baktı, elleri altında korkusuz görünmeye çalışan büyücü elbet kendisini öldürmeyeceğini biliyordu fakat karşısındaki kişinin de kim olduğunu biliyordu. Arsal Karahan öyle biriydi ki onun karşısında hiçbir şeyinin garantisi yoktu. Canının dahi...

Fakat susmayacaktı, çünkü efendisinin bir şeylerin farkına varması gerekiyordu.

Öfkeyle kostan'ı iterek bıçağı karşısındaki duvara sapladığında eli çoktan yumruk halini almıştı.
"Onu neden bu denli koruyorsunuz Efendim. "Dedi Kostan dudağının kenarından akan kanı silerken. Arsal ifadesizliğin mesken kurduğu yüzüyle Kostan'a baktı. Kostan zorlanmadan yerden havalandığında bakışları bir şeyleri anlamak ister gibiydi.

"Onu niye koruyorsunuz Efendim?" Dedi tekrardan. Arsal dişlerini sıktı.

"Onu koruduğu falan yok kostan. Hepimiz Eva için endişeleniyoruz o kadar. Prensin üstüne biraz daha gidersen cezalandırılırsın." Dedi Elyesa. Arsal'ın bu bakışlarının hayra alamet olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordu arkadaşını.

"Öyle mi dersiniz Efendim?" Dedi kostan birkaç adım atarak Arsal'ın karşısında durarak. İşin ucunda ölüm dahi olsa bir şeyler idrak edilmek zorundaydı.

"Neden onu saraydan gizlice kaçırdınız peki?" Dedi kostan gözlerini prensinin gözlerinden çekmezken "Onu oradan kaçırdınız çünkü bu sefer yiyeceği hüküm ağır olacaktı, belki öldürmeyeceklerdi ama öldürmekten iyi bir durumda da bırakmayacaklardı." Çünkü Cezer'in ülkeler arası olan güvenlik şefliği ve kurul bağları vardı.

"Göz göre göre ona zarar vermelerine izin veremezdim." Dedi Arsal bir an bile düşünmeden. Oysa pek ala farkındaydı Evaya en büyük zararı kendisinin verdiğinin.

"Onu kaçırarak Eva kaçtı adı altında saraya yaydınız. Şu an hiç kimse onun sizin kaçırdığınızı bilmiyor. Bu sayede Evaya giydirilecek hükümden kurtardınız ama kader ağını örmek zorunda ve Eva şu an gittiği yerde olmak zorundaydı. " Bildikleri hatta zaten planladıkları şeyi Kosta'nın ağzından dinlerken sesleri çıkmıyordu hiçbirinin de. "Fakat Eva bunu kabul etmeyecekti. Hem Evayı olması gereken yere, Afranı kurtarmak için ilk adımı atmaya hem de yiyeceği cezadan kurtardınız. Merak ediyorum prensim, Eva geldiğinde onu daha fazla nasıl insanların elinden koruyacaksınız, ya da şöyle sorayım, Evayı ihanetine rağmen hâlâ nasıl bu denli koruyorsunuz?" İşte herkesin buz kesmesine sebep olan o son cümle ile artık Arsal bile duraklamıştı.

"Ne demek ihanet eden?" Dedi Mavi.

"Yol arkadaşlarının, sırdaşlarının dahi haberi yok değil mi?" Evet yoktu. Bu bunağı işin içine karıştırmakla hata etmişti.

"Neyden bahsediyor Arsal?" Dedi Elyesa artık sinirlenmeye başlamıştı.

Arsal dişlerini sıkarak baktı kostan'a. Susması gerektiğini gösteren bir bakıştı bu. Fakat bundan sonra kostan sussa bile yoldaşları sırdaşları susmazdı.

"Eva sana ihanet etti ve sen sustun öyle mi?" Dedi Akın yarası deşilmişçesine "Mümkün değil, ihanet etmediğim halde sadece onun iyiliği için arkandan iş çevirdiğimi öğrendiğinde bile beni sekiz ay sürgün ettin." Dedi Akın hala o günün öfkesindeymiş gibi. Gerçekten de öyleydi. Onun canını korumak için yapmıştı bunu fakat Arkasından iş çevirmişti. Arsal Karahan arkadaşının onu korumak için yaptığını elbet biliyordu fakat o bir prens Ateş krallığının varisiydi. Sarsılmış bir otorite hiç otoriteydi. Eğer o an Akın'ın bu yaptığına göz yumsaydı yarın öbür gün tüm adamları onun arkasından iş çevirerek göze girmeye çalışacak ve hata yapacaklardı. En ufak bir hatanın bedelini sadece kendisi ödemiyordu, nice canlar ödüyordu ve Arsal buna göz yumamazdı. Akın ise bunun elbet farkındaydı.

Arsalın bakışları kostanı bulduğunda sakinliğinden yana hiçbir eser yoktu. Kostan ise susması gereken noktayı bilmesine rağmen konuştu. Çünkü şu an konuşmazsa olacaklar raydan çıkardı.

"Yıllardır aradığınız kasanın koduna ulaşmışken Eva'nın o kodu değiştirdiğini bilmenize rağmen neden sesiniz çıkmadı?" Akın, Mavi ve Elyesa şok içinde Arsal'a bakarken Arsal gözlerini kosta'nın gözlerinden ayıramıyordu. "Neden üstünü ört bas ettiniz?"

"Kostan ölmek için bu kadar çaba sarf etme. Eğer eceline susadıysan biraz daha devam et." Arsal'ın metalik sesi Kostanı titretirken ortalık daha da gerildi.

"Sen?" Dedi Mavi inanmayan sesiyle. "Sen bunu bildiğin halde bize söylemedin?"

"Arsal Karahan ihanete göz yumdu demek?" Dedi Akın içindeki öfkeyi susturamazken.

"Bunları siz hesap sorun, neden yaptın faslına geçin diye söylemedim." Dedi kostan sert sesiyle "Bu bir ihanet değil Efendim, bu bir baş kaldırı, Eva Efnan'ın size karşı bir baş kaldırısı. Onun ihaneti en sarsıcı olanı olacak." Dediğinde Arsal kalbinde anlamlandıramadığı bir sancı hissetti.

"Siz sanıyorsunuz ki sadece bu kadar."

"Sen neyden bahsediyorsun Kostan."

"Yanında hiç kimse yok, bir büyü, silah ya da adam? Dediklerini Eva'nın tek başına yapması akla mantığa sığmaz." Dedi Elyesa hala öğrendiklerinin şoku içinde.

"Kodları tek başına değiştirmiş, hepinizi manipüle edip etkisi altına almış bir kızdan bahsediyorsun Elyesa. İstese-"

"Saraydan da esaretten de kurtulur." Kosta'nın cümlesini Arsal tamamladı.

●ARSAL KARAHAN●●

Devam edebilirdi. Eğer gerçekten yaşamaktan sıkılmış ise kostan biraz daha konuşup canımı sıkabilirdi.

Büyük bir keyifle eceli olurdum.

Bakışlarım bana hesap soran gözlerle bakan arkadaşlarımı bulduğunda onları görmezden geldim. Arkamı dönüp gidecekken Elyesa kolumu tuttu.

"Bize bir açıklama yapmayacak mısın?" Dedi kırgın bakan gözleriyle. Bakışlarım onun dolmayı bekleyen gözlerini bulduğunda dahi soğukluğundan bir şey kaybetmedi.

"Mavi, Cezer uyandıktan üç gün sonra sana vereceğim belgedeki her şeyi kanıtıyla birlikte ortaya dök, üç gün sonra." Başka bir şey söylemeden Arkamı dönüp kostan'a ait olan inden çıktım.

"Benimle aşık atabileceğini mi sanıyorsun sen şeytanın kızı." Dedim öfkeli sesime engel olamayarak.

Günler önce bulmuştum o iti.

Tural piçinden bahsediyordum.

Tural itini de o şeytanın yediği tüm haltları da görmüştüm.

Bakışlarında öyle bir oyunculuk vardı ki kanın uğradığı o kızıl gözlerinden tek bir duyguyu dahi alamıyordum izin vermezse.

Beni çıldırtıyordu.

O geldiğinden beri bu denli bana karşı sınırını aşmaya cesaret eden tek bir nefes alan varlık dahi yokken o küçük şeytan attığı adımda bile başıma bela oluyordu.

Bu kız beni deli ediyordu, her anlamda hem de!

İlk defa böyle bir ikilem içindeydim. Yaptıklarımı ve adımlarımı bana sorgulatacak tek bir varlık dahi yokken onun bir bakışı bana tüm her şeyi sorgulatıyor. Acaba bana nereden darbe vuracak diye düşündürüyordu.

Bu kız tam bir şeytandı. Bana düşündürdükleri sadece bunlar da değildi. Sikeyim! Başıma büyük bela olacaktı hem de çok büyük.

Aklı varsa kaçardı.

"Aklın varsa kaçarsın Eva Efnan, eğer aklın varsa daha da aklıma girmeden kaçarsın." Öfkeli sesim ona mı yoksa kendime mi bilmiyordum.

Lanet olsun bu kız bende akıl namına bir şey bırakmamıştı. İnsanların bakışından dahi ne olduğunu anlayan ben onun kızıl gözlerine bir aptal gibi dalıp gitmemek için öyle büyük bir çaba sarf ediyordum ki bunu fark eder diye ödüm kopuyordu.

Onda şeytan tüyü yoktu, o şeytanın ta kendisiydi ve herkesi dize getirecek bir zekası vardı. Attığı adımı dahi on adım önceden planlamış olarak atıyordu.

Beni ona çeken şeyin bu olmasını umuyordum. Zekiydi, kurnazdı, saman altından su yürütür bir dünyayı ayakta uyuturdu, güzeldi. Çok güzeldi. Kırmızının en çok yakıştığı belki de kırmızıyı kendisine köle edebilecek kadar güzeldi. Lanet olsun ben ne düşünüyorum böyle!

Aklımı öyle bir karıştırmıştı ki artık ne düşünüp düşünmeyeceğimi bile şaşırmıştım. Hiçbir kadın benin dengemi bu denli bozmamıştı. Hiçbir kadının yapacağı hamleyi önceden düşünüp her seferinde yanılmamıştım. Hiçbir kadının kokusunu zihnimin en derin köşesine saklayıp da teninden yükselen o eşsizliğe kendimi muhtaç hissetmemiştim.

Kendini topla Arsal, Saçmalama oğlum.

O senin düşmanının kızı. O canını yaktığın ve daha çok yakacağın o kızdı.

Peki onun canının yanmasını niye istemiyordum.

İstemiyordum fakat en başından beri beni buna mecbur bırakmıştı. İlk önce Toprakla başlamıştım onu dize getirmek için canını yakmaya. Ama biliyordum ki Eva Efnan hiçbir zaman bana boyun eğmeyecekti.
Eğer Toprak Kırcalı olmasaydı ben onu asla dize getiremeyecektim.

Pek getirdiğim de söylenemez ama.

Sandığı götürdüğümüz yer altı krallığında ise orada olacağını biliyordum. Evet olacakları biliyordum fakat Mavi piçinin onu alenen o sahneye çıkartacağına olanak vermiyordum. Lanet olsun böyle olacağını bilseydim bırak onu o sandığa girmesine müsaade etmeyi yatağa kelepçelerdim.

"Sonra ne yapardın?" İç sesimin arsız tınısı beni deli etmeye başlamıştı. Son zamanlarda fazla sesi çıkıyordu ve Eva hakkımdaki düşüncelerimi çok farklı çıtalara yükseltiyordu.

Sandığı gibi o bir yem değildi. Plana sonradan dahil olduğu doğruydu fakat yem değildi. Onun canını tehlikeye atacak hiçbir şey yapmazdım. O bana canımı getirecekti. O bana annemin emanetini getirecekti, onun ölmesine izin vermezdim.

"Sadece bu yüzden mı Karahan? Sadece bu yüzden mi ölmesini istemiyorsun."

Evet Lanet olası beynim her zaman ikinci bir planı üretirdi fakat Eva'nın birinci plana sadık kalması gerekiyordu. Tural itini bana getirmesi gerekiyordu. Ama bunun yerine beni ve hepimizi arkasında bırakarak yakalanmayı seçti.

Artık kabul ediyordum.

Bu ülkede ve bu evrende benim hasta olduğum ve vicdansızlığım konuşuluyordu fakat bu kadın benden daha hastaydı!

Toprak Kırcalı'nın yetiştirdiği bir kızdan daha azını beklemezdim zaten.

Çocukluğumdan beri tanıdığım adam, Evayı öyle bir yetiştirmişti ki tüm bunları bilmesem bile Eva'nın Toprak'ın eseri olduğunu anlardım.

Bakışlarım it gibi titreyen Tural'i bulduğunda onu arayan hiç kimse yoktu. Çünkü Tural iti her ay haftanın on üç günü ortadan kaybolup teşkilatın peşine düşerdi.

Bulabilecekmiş gibi...

Kabul etmek gerekirse Eva çok güzel çalışmıştı üstünde. Şu kıza her seferinde nasıl hayran kaldığımı anlamıyorum. Cezeri de iyi benzetmişti ama ben daha güzelini yapacaktım. Şu kurul dağılsın ortalık sakinleşsin ben onun yediğini bildiğim tüm haltlarını ortaya dökecektim. Krallık bunu öğrendikten sonra Cezerin ölüp kalmasıyla ilgilenmeyecekti ve asıl o zaman elime düşecekti piç kurusu.

Eva'nın boynunda olan o iz aklıma geldikçe Dişlerimi sıktım. Ona dokunmuştu, bu düşünce her şeyi yakıp yıkmama sebep olacak kadar beni çıldırtıyordu. Onu ele geçirdiğimde Eva'nın tenine değen dudağını diri diri yüzüp ağzına lav doldurup dişlerini tek tek sökmezsem bana da Arsal Karahan demesinler. Eva'ya dokunamazdı. Hiç kimse o şeytana dokunamazdı. Yaklaşamazdı bile.

O burada olduğu sürece benimdi.

Bu düşünceyi bir türlü kafamdan atamıyordum. Bunun öfkesiyle yatakta yatan yarı baygın adama bakıyordum. Hem titriyor hem de hırıltılı nefeslerini zorla ciğerine dolduruyordu. Aslında onu şu an gebertmek için tutuşan tarafımı bastırmak oldukça zordu.

Tural bana diri lazımdı.

Nar, çantasından çıkardığı iğneyi seruma katarak piç kurusunun biraz daha güçlenmesi için takviye verdi. Verdi vermesine fakat elleri titriyordu. Bu kıza ne yapmış olabilirdim benden bu kadar korkacağı kadar?

Halbuki dokunmadım bile.

"Sanki diğer insanlar farklıymış gibi."

"E-efendim, bunlar yeterli olacaktır şimdilik." Dedi fakat kekelemesinden dediği anlaşılmıyordu. Mavi, Akın ve Elyesa yoktu. Muhtemelen bunu da öğrendiklerinde canıma okuyacaklardı fakat kimin umurundaydı. Onların canını tehlikeye atamazdım. Onları şu an dahil edemezdim.

"Burada olan burada kalacak. Duydun mu beni." Mekanik sesimle yerinden sıçradığında elimi alnıma vurasım geldi. Sesimde bir siklik mi vardı amına koyayım?

"Buyruk sizindir Efendim." Dedi fakat hala bacakları titriyordu. Ayağa kalkıp karşısında durduğumda başını dahi kaldırıp yüzüme bakamıyordu.

"Şimdilik git. İhtiyacım olduğunda seni tekrardan karşımda göreceğim Nar." Dediğimde başını hızla sallayarak dışarıya çıktı.

Onun gitmesinin ardından geçen beş dakika boyunca bile aklım o şeytandaydı. Neredeydi, kiminleydi ve en önemlisi nasıldı. İçimde beni yiyip bitiren o his aynı şeyi tekrar edip duruyordu.

Ya gelemezse?

Ya başaramazsa?

Ya kaderin ağına ilk adımda yakalanırsa?

Bu sorular beynimin içini işgal etmiş durumdaydı. Daha o gideli saatler olmuştu, belki günlerce gelmeyecekti belki aylarca, ya da hiç...

"Onun bunu yapması gerekiyor, unuttun mu onun burada olmasının asıl sebebi göz bebeğimizi bulması. O gelecek." Dedi içimdeki ses.

"Onu görmek istiyorsun onu tekrardan kanlı canlı karşında görmek istiyorsun Karahan, kabul et." İçimde ki saçma çelişkiyle savaşırken Tural'in yarı baygın gözleri yavaşça açılırken bilincinin yerine geldiğini umuyordum,

"Şimdi seninle bir anlaşma yapacağız Tural. Eğer dediklerimi yaparsan zarar görmezsin, zarar görmezsin dediğimde gebermezsin. Ama dediklerimi yapar, bildiklerimden şaşmazsan seninle çok güzel anlaşırız." Dediğimde bile beni anladığını sanmıyordum.

"Beni nasıl buldun Karahan. Teşkilat beni öldürecek sanmıştım." Eva gerçek anlamda kafasına vura vura mal etmişti adamı. Neyse böyle daha çok işime yarardı.

Geleceksin şeytanın kızı.

Savaşımız henüz başlamadı.

İlk hamleyi sen yaptın, şimdi sıra bende.

Evet, henüz harekete geçmemiş halimdi bu..

EVA EFNAN ●

Başımın iki tarafından baskı uygulayan şiddetli sızı acıyla inlememe neden oldu. İlaçlarımı bıraktığımdan mı yoksa kafama fazla darbe aldığımdan mı bilmem ağrılarım öyle artmıştı ki önü alınamaz bir durumdaydı. Yerimden rahatsızca kıpırdandığımda kulak tırmalayan bir gıcırtı sesi geldi. İstemesem de oflayarak gözlerimi açtım.

Kendimi hep başka ve saçma yerlere ışınlanmış buluyordum genelde ama burası en saçmasıydı sanırım. Ayrıca en son zindana atıldığımı hatırlıyordum ve şu an neden bir mezarlıkta olduğuma anlam veremedim. Evet mezarlıktı, baya baya mezarlıktı hem de.

"Yo en son zindana atılmamıştık Eva." Kafama aldığım darbelerden hafızam iyice zayıflamaya başlamıştı.

Güneş yatağına varacak ve ortalığı karanlığa teslim edecekti biraz daha geç uyansam ama şu an göğün rengi turuncunun ve mavinin en karışmış tonundaydı. Karanlık değildi fakat aydınlık da sayılmazdı. Anlık olarak bu manzarayı kendime benzettim.

İnsanların görebildiği kadarı aydınlık. Benim bildiğim tarafım ise zifiri karanlık...

Yaslandığım o rahatsız edici duvar sırtımı ağrıtmıştı. Elimi başıma götürdüğümde dirseğime kadar sargılı olduğunu görünce şaşkınca baktım elime. Sonra üzerime kaydı bakışlarım, ben üzerimi ne ara değiştirmiş ve elbise giymiştim ki?
En son olanlar film şeridi gibi gözümün önünden geçtiğinde Arsal'a olan nefretim ve kendime olan şaşkınlığım daha da arttı

Neden burada olduğum hakkında pek bir fikrim yoktu. Artık sorgulamamanın daha mantıklı geldiğini düşünmeye başlamıştım.

Yanımda duran büyük demir kapıya çevirdim başımı, hafif eğilerek arkasına bakmaya çalıştığımda parmaklık gibi olan boşluktan bir adamın gittiğini gördün. Bakışlarım kapıya takıldığında büyük kilit ile kilitlenmiş olduğunu görünce panikle yerimden ayaklanarak gitmekte olan adama seslendim.

"Heey! Buraya bakar mısın. Ben burada kilitli kaldım!" Diye bağırmamla adam durdu. Geri gelmedi, dönmedi de öylece bekledi.

"Anahtarı aldın mı?" Dedi garip sesiyle, tonunda anlamlandıramadığım bir soğukluk ve yankı vardı.

Arkadan insan gibi görünse de kesinlikle insana ait olan bir ses tonu değildi bu...

"Beni buraya kilitleyip giden sensin. Anahtar ne arasın bende?"

"Seni benim kilitlediğimi kim söylemiş?" Dedi tekrardan o kalın sesle.

"Burada senden ve benden başka kimse yok. Ve sen az önce beni kilitledin." dedim emin şekilde. Az önce gelen gıcırtı sesleri aslında kilitlenen kapının sesiydi.

"Emin misin burada bizden başka kimsenin olmadığına Eva? Etrafına bak bir." Adımı nereden bildiğini sormaya gerek duymuyordum artık. Acaba alnımda ismim yanıp sönüyordu da benim mi haberim yoktu? Etrafıma baktığımdaysa, ağır sisin çöktüğü hepsinin bir diğerinden daha eski olduğunu, yosun kaplamış, kırılmış kimisinin ise eğilip neredeyse toprağa karışacağı yüzlerce hatta daha fazla olduğunu düşündüğüm isimsiz mezarları görünce duraksadım.

"Onların ruhları bedenlerini terk etti diye yaşamadıklarını mı sanıyorsun? Hayır Eva onlar gerçek. Bizler yalan içinde yaşarken onlar bizzat gerçeği yaşıyorlar." Anlamını çözemediğim cümleler kurarken bile hala bana dönmemişti.

"Ben buradan nasıl çıkacağım peki?"

Dedim diğer cümlelerini es geçerek.

"Amacına ulaştın mı?" Dediğinde boş boş baktım kapının arkasından.

"Benim bir amacım mı var?" Diye homurdandım. Evet vardı, benim bile bilmediğim amaçlarım vardı belki...

"Bir şeyler her zaman bir şeylere vesiledir Eva. Sende vesilesi olduğun amacı gerçekleştirmediğin sürece ne kilitli kapıları açabilirsin. Nede soruları cevaplayabilirsin." Başka hiçbir şey söylemeden yoluna devam etti.

"Heey nereye GİDİYORSUN! Amacım neymiş benim. Neden bu mezarlıktayım. BAKSANA!" Bağırmalarıma kulak asmayarak yürüye yürüye gözden kayboldu. Demir kapıyı tek elimle zorlayarak açmaya çalıştım ama imkansızdı.

Sıkıntıyla saçlarımı geriye ittiğimde elimdeki kesikler ani hareketimden dolayı sızladı. Ne yapacağımı düşünürken tekrardan mezarlığa doğru döndüm. O kadar çok mezar vardı ki sayamayacağım kadar ve hiçbirinin üzerinde ne ismi nede ölüm tarihi vardı. Öyle kasvetli ve boğucuydu ki karanlığın çökmesine gerek yoktu insanın ödünü kopartmak için, çarpık ağaçların arasından sinsice sızan rüzgarın uğultusu bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyordu. Normal bir insanın...

"Biz normal değiliz ama Eva. Bu mezarlığın kasveti bile sana dokunmuyorsa nasıl hislere ulaşacaksın?" Ulaşamayacaktım.

Mezar taşlarının arasında dar ufalanmış taşlarla döşeli yoldan geçerken ağaçları uğultusuyla sarsan rüzgarda dans eden ağaç dallarının hışırtısı kesinlikle rahatsız edici bir ses yaratıyordu.
Başka bir çıkış aramaya karar verdim.

Şu an ki durumum "Winks ananın gülüşüyleğğğğ" sözleri kadar saçmaydı.

"Olur olmadık ortamlarda aklına gelen şeylere hastayım." Bende

Her yere razıydım da neden burası?
"Herkes ölmüş ya." Diye söylendim kendi kendime isim dahi yazmayan mezarların arasından geçerken. Kimisinin başında taç şeklinde yıkık dökük taşlar kimisinin de yıldızlara ve gezegenlere benzeyen eski motifli desenleri vardı, hepsinin tek ortak noktası ne bir isim yazmasıydı ne de bir sayı.

"Emin ol küçük kız ölen insanlar yaşayanlardan daha çok yaşarlar. Çünkü onlar bütün bedelleri ödemiş olanlardır." Önünden geçtiğim üstünde solmuş çiçeklerin olduğu mezardan gelen sesle durdum. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırsam da artık başıma gelenleri normal karşılamam gerektiğini kendime hatırlatarak mezara döndüm.

"Tamam sizde anladık en çok ölen sizsiniz hayır yani neyin havasındaysanız? Benim ne işim var ayrıca burada?" Diye sitem ettim.

Buda fazla normal oldu sanki. Gören görmeyen kırk yıldır burada onlarla konuşuyorum zannederdi.

Mezarın dahi duraksadığını hissettim. Bir ayarım yoktu ki.

"Olayları biraz ciddiye mi alsan acaba Küçük kız." dedi başka bir mezarda, ona da ters ters baktım. Şu an en ciddiye almış halimdi ama onlar bunu bilmese de olur.

"Olaylar beni ciddiye alsın." Dedim en havalı halimle. Sonra durup kendime baktım. Lan baya baya şu an mezarlara laf çarpıyordum.

Herkese laf sokabilme gibi bir özelliğim vardı ölü diri fark etmiyordu.

Neymişim ben be.

"Ölülerde yaşar, diriden daha çok, Ölüler gördü gerçekleri yaşayanlardan daha çok."

"Nefes aldığın her saniyenin salisesi sana hesap soracakken nefes alışverişini bu kadar küçümseme."

"Vesilesi olduklarına varamadan toprağa kavuşanlardan olma."

"Vesilesi olduğun kadere ulaşamadan toprağa niyet etme."

Arka arkaya kurdukları cümleler beynimin içine işlediğini ve beni hipnozları altına almaya çalıştıklarını idrak eden zihnim savunma mekanizmasını etkinleştirdi. Kaşlarımı çattım. Sesleri normal bir insanın sesine benzemiyordu, çok uzaktan gelen ve buharların arasından sızıp kulaktan bilinç altına yerleşmeye çalışan bir sinsilik tınısı vardı. Beni kıskaçları altına almaya çalışıyorlardı.

"Lan siz ölü değil misiniz bir susun ya. Hem benim ne amacım olabilir ki mezarlıkta, buraya gelenlerin amacı belli." Anlık düşen jetonla kafamı kaşıdığımda "Lan acaba öldüm de gömenim mi yok? Gideyim de kendi kendimi gömeyim bari." Kendi kendime mırıldanarak gidecektim ki.

"Eva saçmalama dur şurada iki dakika." Oflayarak baktım üzerinde adını bilmediğim otlar olan mezara. Şu an cidden şu hastalığım olmasa da şurada korkudan bayılsaydım. En azından daha az olaya karışırdım baygınken.

Hep ayı olmak istemişimdir bu sayede altı ay uyur bu olanları olup bittiğinde uyanırdım. Öyle bir şanssızdım ki altı ay uyur uyanır kaldığım yerden devam ederdim rezilliğime.

"Ya bana bak ceset misin mezar mısın neysen artık yeter bilmece gibi konuşup durmayın." Diye ciddileştim.

"Yapma küçük kız cevaplarını senin bulmadığın soruların sende ne anlamı kalır ki?" Bir tık haklı olabilirdi sanırım.

"Ne yapacağımı bilmez şekilde bir yerlerden bir yerlere atılıp duruyorum böyle nasıl bulacağım cevapları?" Dedim sakince

"Belki gönderildiğin yerler, gördüğün rüyalar, bulunduğun konum, hepsinin cevaplarla alakası vardır. Neden dikkatli bakmıyorsun?" Evet yine haklıydı ama o bir mezardı sonuçta ben kanlı canlı insanları dinlemeyen bir varlıktım seni mi dinleyeceğim be ceset.

Daha fazla onları dinlemek istemediğim için mezarlığın içine doğru yola koyuldum. Bana seslenen birkaç mezara da tabi ki de ağzının payını vermiştim. Şurada soruların cevabını arıyoruz ne araya kaynak oluyorsunuz? Ah birde soruları bilseydim...

Neyse az gittim uz gittim dere tepe düz gittim yan yattım çamura battım derken ne yolun biteceği vardı ne de mezarların sonunun geleceği. Oflayarak ilerlerken bir şey daha fark ettim ki her mezarın başında içi boş bir kafes duruyordu. Onların amacını bilmezken ilerde gördüğüm kafesle durakladım.

Bir süre kafese baktıktan sonra içerisinde bir kuş olduğunu gördüm. Evet bir kuş vardı. Kafesin kapısı açık olmasına rağmen o öylece orada duruyordu. Bütün mezarların başındaki kafesler boşken neden bu kafeste kuş vardı. Gözlerim kafesin yanındaki mezara kayınca mezar taşında bir isim yazıyordu.

Bütün mezarların taşlarında isim yazmazken neden bu mezarda yazıyordu?

Adımlarımı hızlandırarak mezarın yanına vardığımda gördüğüm manzarayla gözlerim şaşkınlıkla irileşti.

Tüm mezar taşları bomboşken gördüğüm isimle mezar taşına öylece baka kaldım.

AFRAN KARAHAN

Mezar taşında harfi harfine yazanlar bunlardı. Arsalın yana yakına aradığı kız kardeşi Afran Karahan'ın mezarımıydı bu?

Şaşkınlık ve ani duygu yoğunluğuyla hiçbir şey yapamıyor sadece karşımda ki mezar taşında yazan isme bakıyordum.

Herkesin kırmızı bültenle aradığı ateş krallığının prensesi çoktan ölmüş müydü? Biraz ilerideki mezar taşında yazan isime kaydı gözlerim.

MİHRA KARAHAN

Bu da kralın yeğeni olmalıydı. Mihra ve Afran ölmüş müydü? Onlara ne olmuştu? Madem ölmüşlerdi neden buradaydım? Ödülerse neden bunu kimse bilmiyordu?

Afran'ın mezar taşına yaklaştığımda kapısı açık olmasına rağmen kafesten çıkmayan kuştan mutlulukla şakıdı.

"Sensin o. Sensin o. Sensin." Dedi arka arkaya hızlı hızlı. Başımı ona çevirdiğimde kafesin kapısında duruyor hala uçup gitmiyordu.

"Sen kurtaracaksın prensesimi sen, sen, sen." Diye hem neşeli hem de hızlı hızlı konuşmaya devam etti.

"Ateş prensesi öldü mü?" Dedim mezarı işaret ederek

"Hayır hayır hayır. İsimsizler mezarlığından sadece bu dünyadan sonsuza kadar silinenlerin ismi silinir, silinir, silinir." Garipçe baktım kuşun söyledikleriyle.

"Afran nerde Mihra nerde? Onlara ne oldu?" İstemsizce dudaklarımdan dökülen kelimelerle kendimi sorguladım. Ben bu kızları kurtarmak istemiyordum. Ben onların yüzünden yosunun ölmek üzere olmasıyla yüzleştim. Ben onların yüzünden tehdide maruz kaldım. Onların yüzünden Arsal'ın emri altında yaşıyorken neden onları merak ediyor, neden onları kurtarmak için içimde filizlenen tohumlara engel olamıyordum.

"Onları tek sen kurtarabilirsin Eva. Tek sen, tek sen, tek sen." Arka arkaya hızlı hızlı konuşması acelesi ve mutluluğunun sebebini çözememiştim. Benim gelişim mi onu bu denli mutlu etmişti?

Ayrıca neden hala o kafesten kaçıp kurtulmadığını da merak ediyordum...

"Sen kafesteki kuş, neden uçup gitmiyorsun?" Merakıma yenik düşüp sorduğum soruya daha da neşelenip konuştu "Ben ateş prensesini bırakamam kii. Ben onu bırakamam. Sen yanımıza gelene kadar ben onu bırakamam, bırakmam, bırakamam." Anlamamıştım. Ne kuştan ne de mezarlardan, hiçbirinden mantıklı bir anlam çıkaramıyordum. Açık kapının ucunda dururken kafesin içine girdi, aşağıya zıpladığında yerden küçük bir dalı gagasının arasına aldı. Ne yapmaya çalıştığını izlerken kafesin kapağına geri geldi ama çıkmadı. Benim yaklaşmam gerektiğini anlayınca yanına gelip elimi uzattım.

Gagasının arasındaki dal parçasını avucumun içine bıraktı. Ben elimdeki küçük dalı incelerken avucumun içinde bir anda toz haline gelerek ellerimin arasından kaybolup gitti. Ben nereye gitti diye şaşkınca bakarken avucumun içinde ucunda anahtar olan bir kolye belirdi. Çok büyük olmayan kolyenin anahtarı orta boylardaydı. İşlemesi, ortasındaki kırmızı taşı ve etrafında olan küçük zarif taşlarıyla çok hoş bir görüntü veriyordu.

"Bu nedir?" Dedim elimdeki kolyeyi incelerken.

"Sen demedin mi kilitli kapıları nasıl açacağım diye? İşte bu anahtar aradığın cevapların kapısını aralıyor." Bu sefer sakin konuşması gözümden kaçmamıştı

"Hangi kapıları açıyor bu anahtar kafesteki kuş?" Dedim adını bilmediğim için. Kafesin içine tamamen girdiğinde kapısını örtmem gerektiği hissi doğdu içime. Kafese doğru eğilerek kapağını kapattım.

"Beni buraya hapsedenler onlar, kurtaran sen ol, sen ol, sen ol "

"Peki seni hapseden bensem?" Kapalı kafesin ardından düşünür gibi oldu. Sonra neşeyle öttü, bu görüntüsü o kadar tatlıydı ki onu sevesim gelmişti.

"Sen beni kurtarırsın kiii. Hem sen prensesimi kurtarınca ben özgür kalacağım zaten." Dedi aynı neşeli ötüşüyle. Kafesi neden kapattığımı bilmezken İç güdülerim onu korumak için kapattığımı söyledi derinlerden.

Kolyeyi başımdan geçirerek taktım. Anahtarı elimde tuttuğumda düşüncelerim beni bile şaşırtmıştı.

Kurtarmalıydım...

Afran ve Mihrayı kurtarmak bir tek benim elimdeyken onları o cehennemden çıkarmalıydım. Kim bilir belki onlar sayesinde Toprak'ı da bulma şansım olurdu.

Onunla yüzleşmem gereken o kadar çok şey, cevabını almam gereken öyle çok soru vardı ki karşı karşıya geldiğimizde dudaklarından çıkacak o kelimeler hastalığıma rağmen beni korkutuyordu.

Kendi içimde bir kanıya varmaya çalışırken ilerideki ağaçta olan hareketlilik gözüme ilişti.

Çok geçmeden o taraftan ses geldi. "Çok çabuk havalara girmişsin ha şeytan kızı?" Tanımadığım yabancı sesin sahibi ağaca yaslanmış bana bakıyordu. Kararmış hava yüzünden silueti tam gözükmese de bu kişinin erkek olduğu sesinden belliydi.

"Kimsin " Dedim her zaman ki soğuk ses tonumla.

"Ne önemi var nasıl olsa karşılaşmayacak mıyız? Ya da evet haklısın sen benim kim olduğumu öğrenmeden yok olup gideceksin." Kendinden emin tavrı ve üstünlük göstergesi olan aşağılık egosu benim açımdan güçsüzlüğünü örtbas etmeye çalışan bir zavallıdan fazlası olmadığını açıklıyordu.

"Yok edeyim derken yok olanlardan olma. Üstünüm sanıp da karşındakine kanma. Emin ol laftan önce icraat gerekir." Aniden değişen sesim ve ruhsuzlaşan tavrım hayra alamet olmadığını çok iyi biliyordum...

🌬

Boynumun arkasındaki şiddetli ağrıya kendi vücudum olmasına rağmen ana bacı düz giderek yerimden doğruldum.

"Lan gene kim vurdu bana ya." Kendi kendime söylenirken etrafıma baktım bu sefer neredeyim diye. Yine kafam duman şekilde nerede olduğumu anlamaya çalışırken Nar'ın mutluluk dolu sesini duydum.

"Aman tanrım! Eva gelmişsin iyisin." Diye bana doğru koşan kızı bakarken ona küçük bir tebessüm edecek halim dahi yoktu. Koşa koşa yanıma gelip yaslı olduğum duvardaki bedenimi kaldırmamda yardımcı oldu.

"Neredeyim yine amına koyayım." Dedim elimi boynuma götürürken.

"Efendimizin evi. O buraya geleceğini söylemişti o yüzden seni bekliyordum." Boş boş baktım.

"Neredeymişim ki ben?" Sorduğum soruyu yanıtlayacakken kapı paldır küldür açıldı.

"Hayvan mısın Mavi yavaş ya. Belki daha gelmemiştir Eva-" Elyasa'nın Maviye olan küfür tamlamasının yarım kalmasının nedeni bana şaşkınlıkla bakması olmuştu.

"Gelmişş." Dedi tekrardan Elyesa.

"Cidden mi?" Diyerek arkasından giren Mavi, olayla alakası olmasa da ortamda bulunan Nar...

Biri bana burada ne olduğunu anlatabilir mi?

Ben hala öküzün trene bakması misali onlara bakarken Elyesa'nın bana doğru koşup boynuma sarılmasını elbette ki beklemiyordum. Donup kalmamla tepki vermesem de o karşılık beklemeden sarılıyordu bana. Sarılışına karşılık vermedim fakat itmedim de. Hala beynimde oturmayan şeyler vardı. Kafamda dönen kesitleri net olarak birleştiremiyordum. Ruh gibi öylece bekledim, kollarını indirip geri çekildiğinde ne kadar telaşlı olduğu gözlerinden okunuyordu.

"İyi misin bir yerinde bir şey var mı?" Bu anlamsız telaşı nedendi? Beni gerçekten merak mı etmişti?

"Buna sevinmeli misin yoksa üzülmeli misin bilmem fakat İyiyim Elya." Sesimdeki mesafeyi duyunca derince yutkundu.

"O nasıl söz Eva, sana neden bir şey olmasını isteyeyim?" Dedi dolan gözleriyle. Bakışlarım değişmedi. Mavinin de bakışları pür dikkat üstümdeydi. Beni kontrol ediyordu, vücudumda bir hasar var mı diye gözleriyle yokluyordu.

"Ne zaman geldin Eva?" Belli etmemeye çalışıyordu ama o da benim için endişelenmişti. Bakışları hızlıca üzerimde dolaşsa da tekrardan gözlerime tırmandı.

Ya ben neredeymişim de herkes nerden geldin diyor.

"Nere gittim ki nereden geleyim iyi misiniz siz." Hala olaya Fransız şekilde bakarken az önce gürültüyle açılan kapı bu sefer sakince açıldı.

Mavi kenara çekildiğinde gözlerim yine o kırmızı ve mavinin enteresan dansından meydana gelen gözlerle buluştu. Baktı bana. Yorgunluğu ve uykusuzluğu gözlerinden okunan adam karşısında beni görünce mutlu mu olmuştu bana mı öyle geliyordu?

Çok derin baktı. Öyle derin baktı ki onu tanımasam beni özlediğini düşünebilirdim. Gözleri gözlerimden kopup vücudumu indi. Yavaş yavaş acelesiz bir tavırla dolaştı mavilikleri, tırnak ucuma kadar kontrol etti. Onun dikkatle vücuduma bakması yanaklarımın ısınmasına sebep olurken bakışlarımı üzerime indirdiğimde gözlerim irileşti.

Ne ara giydiğimi bilmediğim beyaz elbise kırmızıya boyanmıştı. Kendi kendime bir şeyleri idrak etmeye çalışırken gördüğüm o şeylerin rüya mı yoksa gerçek mi sorusu beynimin içini talan ediyordu.

Bu sefer rüya görmemiştim.

Bu sefer gerçeğin ta kendisini görmüştüm. Ya da bizzat gitmiştim.

Yavaşça yutkunduğumda Arsalın bakışları hala üzerimdeydi. Gözlerini benden ayırmadan yine o aşina olduğum cümleyi kurdu.

"Dışarıya çıkın." Normalde onu asla ikiletmeyen Elyesa atıldı.

"Arsal-"

"Ona zarar vermeyeceğim Elya dışarıya çıkın." Herkes dışarıya çıktığında neresi olduğunu dahi bilmediğim oda da Arsal ile yalnız kalmıştık. Üzerime doğru gelmeye başladığında bu sefer kıpırdamadım. Yanıma gelip elleri ilk elime ulaştığında geri çekilmek istesem de geri adım atmadım.

Sargılı olan elimi avuçları arasına aldığında ne kadar üşümüş olduğumu anlardım belki onun sıcaklığıyla fakat benim ellerim hiçbir zaman ısınmazdı.

"İyi misin?" Dedi hipnoz edici bir sesle.

Kafamı sallamaktan başka bir şey yapamadım. Sargımı yavaşça açmaya başladığında sadece gözlerine bakıyordum. Sargıyı tamamen açtıktan sonra başımı eğip baktığımda gözlerimin gördüğü şeye inanamadım.

Evet gözlerimin gördüğü şeye inanamamıştım.

Çünkü yaralarım kabuk bağlamış hatta iyileşmeye başlamıştı...

Sonradan yerine oturan aklımla olayları idrak etmem uzun sürmedi. Elim, yaralar, Cezer, bıçak, zindan ve mezarlık...

Yeni uyanmanın şoku ile unuttuğum gerçekler tüm ağırlığıyla kafama balyoz gibi inince elimi aceleyle Arsalın elinden çekip geri geri adımladım.

Bana yaptığını unutmuş değildim, ilk önce elimi tutup bana güç vermiş sonra da o deliğe tıkamıştı. Beni oradan kaçırıp kralın önüne çıkmaktan kurtarmış ama asıl ölüme göndermişti.

İsimsizler mezarlığı...

"Sakin ol Eva." Dedi ilk defa rastladığım ılımlı sesiyle. Sakin olmak mı? İçimdeki ses gür bir kahkaha attı.

Ben zaten sakinim Karahan kötü olanda bu ya...

"Ne diyorsun sen ya. Ne diyorsun! Uzak dur benden!" Geri geri adımlarken sırtım yine duvara temas etti. Ellerini kaldırıp sakin olmamı işaret ederken "Eva sakin ol dokunmayacağım sana. Sadece sakin ol." Kan yine beynime sıçrarken sakinlikten çok öfkem beni ele geçiriyordu.

"Uzak dur benden yaklaşma!" Daha da şiddetli bağırmamla dişlerini sıkarak yerinde durdu.

"Tamam yaklaşmıyorum, dokunmuyorum da. Sadece sakinleş." Belirgin çene kemiği dişlerini sıktığı için daha da belirginleşmişti.

Sakindim zaten. Sakin olmam sinirli olmamın önüne geçmiyordu maalesef...

"Dünkü yaptıklarından sonra hala hangi yüzle karşıma çıkabiliyorsun sen." Dedim öfkenin ele geçirdiği sakinliğin sarmaladığı ve tüm duygularımı birbirine karıştıran sesimle "Sen beni peşinde dolaştırabileceğin bir süs köpeği mi sanıyorsun Karahan? Söylesene! İlk önce elimi tutup sonrada beni zindana tıktın, oradan kaçırıp beni ölülerin arasına sürgün ettin!

"Sana yaptığım doğru değildi Eva farkındayım, ama olması gerekiyordu. Orada olman gerekiyordu." Dedi ilk defa bana bir şeyleri açıklamak için çırpınıyordu.

"Sen benle alay mı ediyorsun! Kafa mı buluyorsun söylesene!" dedim artık deli gibi bağırırken.

"Mecburdum!" Dedi dişlerini sıka sıka, ben bu kadar öfkeliyken sesini yükseltmek gibi bir halt edemezdi!"

"Bağırma bana!" dedim bağırarak.

"Bağırtma o zaman sende, anlamıyor musun? Orada olman gerekiyordu." Beden dili ve sözleri anlamamı istercesineydi. Ses tonunda herhangi bir yalana rastlamadım.

"Hiçbir zorunluluk senin bana Dünkü yaptığını bana unutturamaz Karahan." Başını iki tarafa salladı bir şeylerin farkına varmamı ister gibi.

"Olanların hiçbiri dün değildi."

"Ne saçmalıyorsun sen."

Rüyalar, mezarlar, kanlar, camlar. Dünüm ve bu günüm birbirine karışmış aklım ve idrakim arasındaki yollarda kaybolmuştum.

Her şey çok karışık derken Arsalın kurduğu cümleyle artık ipler bende koptu

"Eva sen iki haftadır yoksun." Arsal'ın cümlesi kulaklarımda defalarca kez yankılanırken baktım dümdüz, alık alık, hatta olabildiğince boş baktım.

Biri gelip yarışa girse dahi o an benden daha boş bakabileceğini sanmazdım.

"Siz iyice kafayı yemişsiniz. Siz hastasınız." Dedim sert sesimle.

"Eva nasıl farkında olmazsın tam on dört gündür burada değildin." Sinirime karşı ılımlı yaklaşmaya çalışıyordu. "Elindeki kesik izlerine bak o zaman. Onlar bir günde iyileşecek yaralar mıydı?" Demesiyle bakışlarımı bir kere daha elime indirdim. Çözülmüş sargının izleri kalan yaralar neredeyse iyileşmişti.

Mezarlık...

Kimsesizler mezarlığı...

Kafesteki kuş...

Ne kadar kabullenmek istemesem de hepsi gerçekti Afran ve Mihra'nın mezar taşı, o adam...

Ben gerçekten iki haftadır burada değildim. Bakışlarım elimden elbiseye inince o kırmızılıkların kan olduğunu anlamam için çokta zeki olmama gerek yoktu...

O kanı akıtan ben olmuşken bunu bilmememe imkan yoktu...

Her şeyin idraki ile karşı karşıya kalmışken Arsalın varlığını anlık olarak unutmuştum.

Sakinleştiğime kanaat getirmiş olacak ki tekrardan yaklaşmaya başladı. Elimi havaya kaldırıp durdurdum.

"Sakın." Kesin emrime mecbur boyun eğerek durdu ama öfkesi her halinden belliydi.

"İyi misin onu söyle bari?" Sinirlerim bozuk şekilde güldüm söylediğine.

"Sayende çok iyiyim Karahan." Dedim rezil durumumu baştan aşağı ona göstererek. "Umarım eserinle övünürsün." Öfkeyle dışarıya çıkmak için yanından geçerken kolumdan tuttu.

"Efnan." Beni kendine çekerken bende tüm gücümle onu itmeye çalışıyordum ama çok yorgun olduğumdan mı yoksa onu çok güçlü olduğundan mı bilmem karşı koyamadım.

Sanırım benden birazcık güçlüydü. Sanırım yani birazcık. Her ne boksa.

Ne istiyorsun der misali baktım gözlerine.

Yine olmuştu. Yine o baş döndürücü kokusu yarım saattir ben buradayım der misali ciğerlerime dolduğunda dişlerimi sıkmama rağmen onu solumuştum. Kendimle bir kere daha yüzleştim o an. Nefret ettiğim adamın kokusunu mu özlemiştim ben...

Saçmalıyordum. Kendi kendime girdiğim münakaşada ona bakan gözlerimi kaçırarak kaybettiğimi kabullendim. Sıkı tutmadığı kolumu yavaşça bıraktı, gözlerine bakmaktan kaçınırken çenemin altına yerleştirdiği parmağıyla başımı kaldırdı.

"Niye gözlerime bakmıyorsun Efnan?" Dedi içime işleyen sesiyle. Mavi'nin en güzel tonu olan gözlerine bakmak zorunda kaldım. Derince yutkunduğumda bunu duyması benim açımdan iyi olmamıştı. Yüzünü yavaş yavaş kişisel alanıma yaklaştırırken nefeslerim yine hızlandı.

"Arsal." Dedim elimde olmadan kısık çıkan sesimle. Neden bana yaklaştığında kendimden emin sesim kısılıyor hatta elimde olmadan titrek çıkıyordu.

"Sakin ol sana zarar vermeyeceğim." Dedi Yatıştırıcı sesiyle. Beklemediğim anda başını boynuma gömerek içine derin bir nefes çekti. Kalbim yine şaha kalkarken yerimden kıpırdayamıyordum. Yaptığı şeyin şaşkınlığı ile öylece kala kalmıştım. Tenime dokunan dudakları öylece duruyor, beni çıldırtmak ister gibi yavaşça burnunu sürtüyordu. Her seferinde içine çektiği derin soluğu kalbimi çırpındırırken, derince içine çektiği her nefeste kokumu daha da ciğerlerine dolduruyordu. Bunu yaparken tek bir an bile çekinmiyor hatta uzun süredir bunu yapmak için tutuşuyormuş gibi acele ile yapıyordu bunu.

Yakınlığı nedeniyle daha da içime işlenen kokusundan bende derince soludum.

Nihayet kalbimi durduracak olan işkencesi bittiğinde geri çekildi. Aval aval baktım yüzüne.

Yanlıştı...

Doğru olmadığını, pişman olacağımı bildiğim halde yanlışın da üstüydü yaptığım. Ama bana ne zaman yaklaşsa yerle bir olan yıkılmaz dediğim irade duvarım beni bir kere daha bozguna uğrattı.

Ben hala öküz ve tren hesabı bakarken yüzümde her ne gördüyse dudaklarında bir tebessüm belirdi. Alay barındırmayan içten bir tebessüm. Arsal Karahan'ın buraya geldim geleli bana bahşettiği ilk belki de tek içten gülümsemeydi bu.

Gözlerim istemsizce gülüşüne kaydı. Çok güzel gülümsüyordu. İçinde barındırdığı kötülüğe rağmen çok güzel gülümsüyordu...

Haksızlıktı oysa. Bu kadar güzel gülümseyen birinin bu kadar kötü olması en çokta bana haksızlıktı.

Çünkü onun kötülüğünden en çok nasibini alan bendim...

Kaç dakika öylece bakıştık bilmiyorum ama Mavi'nin uyarı öksürüğü, ya da balgam çıkartma çabasının sesleriyle gözlerimizi birbirinden ayırdık. Kapıda bize bakan Kostan, Elyesa, Mavi ve Nar bize bakıyordu

Zaten her boku dikizlediniz neyin emrini bekliyorlardı anlamıyordum.

"Girin." Dedi arkasına bakmadan Arsal.

Kostan efendi de koskoca büyücüyüm diye geçiniyor ama her hareketi Arsal'ın iki dudağının arasından çıkacak kelimeler belirliyordu.

Sen uça uça gir bakalım büyücü senin de façanı indiririm elbet. Pezevenk bunak. Oldu bitti bir sevemedim şu uyuz ihtiyarı, ne zaman ölüyordu bunlar. Kendi kendine ölmeyecekse ben seve seve yardımcı olurdum. O değneği gözünden sokup göt-

"Bakışlarınla üstümde on cinayet işledin." Kosta'nın sesiyle ifadesiz bakışlarım hepsinin üstünde tek tek dolaştı. Bu piç kurularına mı güvenip sırtımı yaslayacaktım. Buna götümle gülerdim ancak.

"Pratiğe dökmemi ister misin bunak."

Kostan yaşlı ve kırışmış yüzüyle hafifçe güldü.

"Sen olduğunu biliyordum." Dedi gururlu çıkan sesiyle. Gözlerine bakmayı sürdürdüm "Tüm kehanetlerin tek uç noktası gerçekten de sana çıkıyormuş Eva Efnan, o kız sensin."

"Sizin sikimsonik o kız sensin bu kız sensin masallarını dinleyecek halim yok ihtiyar." Bakışlarım ekibin içinde Narda durdu. Amına koyayım hepsinin bana zararı vardır en zararsızı şu kızdı. Umarım Nar'ı harcamazlardı.

"Nar bana banyonun yerini gösterir misin?" Hepsinin içinde özellikle onun ismini söylemem gözlerinde hüzün oluşturdu. O da anlamıştı hiçbirini görmeye tahammülüm olmadığını.

"Elyesa ona yolu göster." Dedi Arsal. "Nar burayı tam olarak bilmiyor." Sesimi çıkarmadım.

Elyesa yanıma gelip koluma dokunarak gideceğimiz yönü göstermek istedi fakat bir adım geri çekilerek temasımıza izin vermedim. Dolu dolu olan koyu kahve harelerinden bir damla yaş süzüldü. Yürümeye başlayarak bize yolu gösterdi. Ne ona ne de Nar'ın yüzüne bakmadım. Kafam doluyken daha fazla kimseyle konuşmak istemiyordum.

İçeriye girdiğimizde sade ve genellikle beyaz ağırlıklı döşenmiş odanın içerisi kalabalık değildi. Adımlarım odanın bir bütün duvarını kaplayan kitaplığa doğru yöneldiğin de arkamdan beni izleyen Nar ve Elyesa vardı. Koridorda Elyesayla bir şey konuşmuştular ama çok kulak asmadım.

Kalın ciltli bir kitabı yerinden nazikçe çıkardığımda adını bilmediğim bir yazarın adı vardı üzerinde. Yazar kimdi bilmem ama dış kapak beni adeta büyülemişti. Elbette ki kitapların içerikleri ve anlatmak istedikleri konuları da önemliydi ama kendimi bildim bileli kitapların kapağına karşı içimde beslediğim bir hayranlık vardı. Her zaman kapak tasarımlarından çok içeriği bana hitap eden kitaplar alsam da dış tasarımları güzel olan kitaplar her zaman beni etkilemiştir. Daha çok incelemek istesem de banyo yapmak istiyordum. Üzerimdeki kandan kurtulmak istiyordum.

Fiziken kurtulsam da ruhumu kirleyen kandan kurtulabileceğimi sanmıyordum. Buraya geldim geleli çok kirlenmiştim suyla kurtulamayacağım kadar çok...

Elyesaya baktığımda dolaptan bana birkaç parça kıyafet ve havlu seçtiğini gördüm.

"Bunları giyebilirsin." Dedi sıcak sesiyle. Sanki daha önce kıyafet görmemiş gibi baktım Elyesa'nın elindekilere.

"Efendinin evinde bu kıyafetler ne geziyor?"

"Senin için iki hafta önceden getirmiştim." Elyesa'nın aniden değişen tavırlarının nedenini anlamasam da insan sarrafı biri olarak yapmacık olmadığını söyleyebilirdim.

Sanırım bana acımaya başlamıştı.

Kıyafetleri aldığımda "Eva... istersen yardım edebilirim? "Dedi Çekingence söylediğine karşı hafifçe kaşlarımı kaldırdım.

"Mükemmel vücudumu görmek istiyorsan yardım bahanesinin arkasına sığınma." Dedim. Sesimde alay yoktu fakat samimiyet de yoktu. Bomboş bir sesti.

Kendimi banyoya atar atmaz büyük bir boy aynasıyla karşılaştım. Yaklaşarak kendimi baştan aşağı süzdüm kanlar içinde olan beyaz elbisemi. Bu görüntü bana sürekli gördüğüm rüyalarımı çağrıştırdı.

Masumluğun göstergesi olan beyazı kanın kötülüğü ile kirletmiştim.

Belki de masumluk değil de gerçekliğin göstergesidir beyaz. İnsan siyahların arkasına sığınıp karanlıkta saklanırlar ama beyazın arkasına sığınıp kendilerini gizleyemezler.

Siyah kanı saklar, kırmızıyla suç ortağı olur. Ama beyaz kimsenin yalanını saklamazdı. Ya akı lekelenir ya da kana bulanırdı...

Elimi yukarıya kaldırıp elbisemi üstten dokunarak tenime temas eden metali elimle yokladım. Madem her şey gerçekti kolyede gerçek olmalıydı.

Elbisemin içimde olan kolyeyi çıkardım. Kafesteki kuştan emanet olan kolyenin daha ne işe yaradığını dahi bilmiyordum. Bir süre kolyeyle bakıştıktan sonra bakışlarımı yine aynadaki yansımama kaydı.
Kendime bakmak kendimden daha fazla nefret etmeme, varlığımı daha fazla sorgulamaya neden oluyordu. Üzerimdekilerden kurtularak uzun ve ferahlatıcı bir banyo yaptım.

Bir ara kendimi o kadar kaptırdım ki kendimi çamaşır suyuyla leğene yatırasım geldi. Tabi bu fikirden vazgeçmeme sebep olan üç saate aşkın suyun içinde durduğu için buruş buruş olan parmaklarımdı.

Elyesa'nın verdiği kot pantolonu ve onun üzerine, tam göbeğimde biten mavi tişörtü giydikten sonra saçlarımı havluyla sarıp kolyeyi tekrardan taktım ama tişörtümün içine koydum. Odaya döndüm.

"Nihayet Eva ya. Başına bir şey geldi sandık. Kendini çamaşır suyuna mı yatırdın?" Nar'ın aklımdan geçenleri söylemesiyle istemsizce güldüm.

"Yapmadım ama yakındım yapmaya." Masanın önüne geldiğimde saçlarımı havlu yardımıyla kurulamaya başladım. O sırada Nar ve Elyesa beni bekliyorlardı. Saçlarımı çok önemsemeden kuruladıktan sonra aniden aklıma gelen şemsi duraksamama sebep oldu

Ne olmuştu acaba ona. Buraya geleli iki haftayı aşmıştı. İyi miydi? Umarım ki yakalanmamıştı. Gerçi bu konuda benden daha deneyimli sayılırdı fakat yine de onun için endişeleniyordum.

Saçımı kuruladıktan sonra ruh gibi görünen tenime makyaj yapmak istedim ama kandan kırmızı keskin göz rengim ve maşallahı olan kirpiklerim yüzünden göz makyajı yapmadım.

Evet hiç kendimi övmedim ya.

Bakışlarım tırnaklarımı bulduğunda bunca derdin arasında bile hüsran olmuştum çünkü rezil haldeydiler!

"Gidelim." Dedim Elyesa ve Nar'ın yüzüne bakmadan dışarıya çıkarken. İkisi de konuşmadan ardımdan yürümeye başladılar. Dışarıya çıktığımızda büyük kamelyada oturan Arsal Mavi ve Akın üçlüsü takıldı gözüme. Kostan ortalarda yoktu. Beni gören Akın heyecanla ayağa kalkarak;

"Eva iyi misin, çok merak ettim." Hızlı adımlarla yanıma geldiğinde beklemediğim şekilde sarıldı. Elyesaya verdiğim tepkiden farksız bir tepki vermezken Akın bana sarılmaya devam ediyordu. Gözlerim bir çift okyanusla buluştuğunda gözlerinde gördüğüm öfke parıltıları ve parmak boğumları beyazlaşana kadar sıkılmış olan yumruğu ise karşılaşmam beni şaşırtmıştı.

Akınında sarılışına karşılık vermezken "İyiyim. Merak etme." Diyerek ondan uzaklaştım. Kamelyanın yanına varıp rahatça oturduğumda Arsal'ın öldürücü bakışları üzerimdeydi ama umursamadım. Kostan yanımıza doğru geldiğinde yine ayakları yere basmıyordu. Bu adamında ayakları yoktu sanki sürekli kuş gibi uçuyor. Gerçi bende uçabilsem her yere uçarak giderdim

Kuş oldum uçtum gökyüzüne...

Olayları hemen kendi içimde cıvıtırken Kostan Nihayet gelebilmişti.

Boş bakışlarım üstlerinde dolaşırken yorgunluk bedenimi etkisi altına almıştı. Her şeyi alaya alabilen mizacım şu an tek bir kelimeyi dahi kaldıracak güçte değildi.

Konuştular, size yemin ederim normalde yarım saat bana göre üç saat boyunca hem konuştular hem de beni konuşturmaya çalıştılar. Ama ben ne söylediklerini dinledim ne de ağzımı açtım. Yaptığım tek şey dizlerimi karnıma çekip başımı dizime yaslamak olmuştu. Yorgun hissediyordum kendimi. Gözlerim kendi kendine kapanırken etrafta bana seslenen insanları beynim daha da yok sayıyordu. Bir tek onun sesi yoktu. Bir tek karşımda beni izleyen Arsal'ın sesi çıkmamış soru dahi sormamıştı. Sadece bana bakıyordu. Gözlerinde ne vardı, pişmanlık mı mecburiyet mi? Nefret mi hayranlık mı?

Gözleri ara ara yaralarıma takılıyor ve okyanuslarından büyük bir dalga titreyerek yerini alıyordu. İki ihtimal vardı.

Ya Arsal Karahan yaralarıma bakarken bana acıyordu

Ya da sanki kendi yarasıymış gibi hissediyordu. Niye bakışları ikinci ihtimalmiş gibi üstümden ayrılmıyordu.

"Daha fazla sesinizi duymak istemiyorum. Peşimden geleni bu sefer Cezerden daha beter bir hale sokarım." Tek söylediğim şey bu olmuştu. Yanlarından ayrıldığımda düşüncelerinden ve onlardan uzaklaşmaktı isteğim fakat bu pek mümkün görünmüyordu. Adımlarım toprak yolda ilerlerken yolun bittiği yerde, eski taşlarla örülmüş bir bahçe kapısı duruyordu. Bahçe kapısını açtığımda hafif bir gıcırtı duyuldu. İçeri girdiğimde, ayaklarım altında ezilen ince çakıl taşlarının sesi beni rahatsız etmedi.

Havanın sıcaklığıyla birlikte, toprak ve çiçek kokusu birbirine karışıyor ve ferahlatıcı bir etki bırakıyordu. Bahçenin ortasında yıllanmış bir ağaç yükseliyordu. Dallarında olgunlaşmış adını dahi bilmediğim meyveler, hafif bir rüzgârla yere düşüyor, toprağa koyu mor lekeler bırakıyordu. Ağacın gölgesi, yerde düzensiz desenler oluşturuyordu. Biraz ileride, beyaz badanalı duvarın yanında sıra sıra sardunyalar açmış, kırmızı ve pembe çiçekleri güneşin altında parlıyordu.

Taş döşeli dar bir yol, bahçenin içine doğru uzanıyor. Yolun kenarlarında, geniş yapraklı asmalar sarmıştı çardak dikenlerini. Çardağın altındaki eski tahta masa, yılların yorgunluğunu taşıyor; üzerine konan işlemeli örtü, hafifçe rüzgârda dalgalanıyor, yanındaki sandalyelerin ayakları, toprak zeminde biraz gömülmüş, sanki uzun süredir oradaymış gibi görünüyordu.

Duvar dibinde, eski bir su kuyusu vardı. Üzerindeki taşlar yosun tutmuş, kenarında paslanmış bir tulumba duruyordu, tulumbaya gözlerimi kısıp baktığımda gerçek mi yoksa süs mü anlayamamıştım

Toprak, yeni yağmur yağmış gibi nemli ve koyu kahverengiydi, bahçenin bir kenarında, eski bir salıncak asılı. İpleri güneşten yıpranmış, rüzgardan sallandıkça hafif bir gıcırtı çıkarıyordu. Adımlarım yıllar geçmesine rağmen dimdik duran ağacın dibini bulduğunda kalçamı hiç düşünmeden nemli zemine bırakıp sırtımı ağaca yasladım.

Evet Eva Efnan, karar vermen gerekiyor.

Bu yolda var mısın?

Yok musun?

Onların yardım isteyen elini tutacak mısın kesecek misin?

Her şeyi sineye çekip hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktım?

Yoksa her şeyi alenen burunlarından fitil fitil getirecek miydim?

Başımı ağaca daha da dayadığımda Toprak'ın sözleri kulağımda duyuldu ve mazinin görüntüleri gözlerime bir film perdesi gibi yansıdı.

Hava gergindi, aslında değildi fakat atmosferi bozmamak için Toprak ile birbirimize dik dik bakarak yürüyorduk, karşı karşıyaydık fakat bir dairenin çemberinde dönercesine aynı yerlere adım atarak birbirimize bakarken oldukça ciddi bir tavır sergiliyorduk.

Odanın bir köşesinde o diğer köşesinde ise ben vardım, duruşumuz dik bakışlarımız ise meydan okurcasınaydı, bakışlarımız birazdan kopacak fırtınanın habercisiydi.

Birbirimize bakan meydan okuyan gözlerimiz ve odanın sessizliği tüyleri diken diken eden cinstendi. Bir an, zaman dondu-ta ki bir adım sesi sessizliği bıçak gibi kesene kadar.

Aniden ileriye atıldım. Yumruğum, havayı yararak Toprak'ın çenesine doğru hızla ilerledi. Çarpmanın sesi tok bir yankıyla odada yankılandı. Baş, darbenin şiddetiyle yana savrulurken Toprak sendeledi ama düşmedi.

"İyi hamleydi." Dedi, der demez ise çevik bir hareketle belini çevirerek sağ yumruğunu savurdu. Eğilerek bu hamlesinden kurtulduğumda baldırıma geçirdiği tekmesinden kaçamadım, bir an diz üstü düşecek gibi oldum fakat hemen kendimi toparlayıp yumruğum yosuncumun, kaşına oturtduğumda, bir anda kırmızı bir çizgi belirdi. Ben sırıtarak ona baktığımda onun bakışları sinsiydi. Yumruğunu savurarak öne atıldığında her hamlesinden ustalıkla sıyrıldım fakat karnıma geçirdiği dirseğiyle öksürerek geriledim.

"Dayıcım iyi misin?" Dedi alay edercesine. Dayımın nasıl bir piç olduğundan daha önce bahsetmiş miydim?

Kendimi toparlayıp öne doğru atıldım, savurduğum yumruklardan kurtulan Toprak gerilerken arkasındaki masaya çarparak masayı devirdi, masanın üstündekiler gürültüyle yeri bulduğunda Toprak bir an arkasına bakma gafletinde bulundu, yakasını tutup önce karnına dizimi geçirdiğim gibi kafamı burnuna gömdüm.

Kırmadım fakat acıtan bir darbe oldu.

"Toprağam, iyi misin?" Dedim en az onun kadar alaysı olan sesimle. Asıl kavgamız şimdi başlıyordu.

İdmanımız ne kadar sürdü bilmiyorum fakat odanın içinde sağlam eşya kalmayana denk dövüştük.

Bacağının ardına vuracağım tekmemi havada yakalayıp bileğimi burktuğunda acıyla dişlerimi sıktım, ayağımı ondan kurtarmak isterken Toprak bacağımı savurup, diğer bacağıma da tekmeyi atmasıyla yere yapışmış bulundum. Saatlerdir süren çalışmamız yüzünden kanayan burnumu elimin tersiyle silerek ona bakarken sırıttım. Yakışıklı dayımın yakışıklı yüzünü güzel benzetmiştim, kaşının kenarından akan kan şakağından süzülürken dudağının kenarını da patlatmıştım.

Alttan alta ona bakarken, sordu "Kaybettiğinde ne yapacaksın Kızıl?"

"Kaybettiğimde kaybetmiş olurum yosun ne yapacağım." Hafifçe güldü cevabıma. Bana elini uzattığında tereddüt etmeden tutacakken tekrardan konuştu.

"Düştüğünde yerde sürünmeye devam mı edeceksin demek bu? Yardım eli bekleyecek sana yardım adı altında uzatılan ilk tene inanacak mısın demek?" Dediğinde elim havada asılı kaldı

"Ne demek bu?"

"Kural bir kızılım, düştüğünde kendin kalktığın sürece kaybetsen bile yükselirsin. Kural iki eğer düşmanın uzattığı eli tutarsan zaten daha o savaşa girmeden önce kaybetmişsindir demektir." Dediği an uzattığı elini tuttuğum gibi onu aşağı çektim, bir anlık dengesini kaybetmesiyle yere düştüğünde kot şortumun cebindeki bıçağı boğazına yasladım.

"Kural üç dayıcım, eğer düşmanını o eli tutacağına inandırırsan en zayıf halkasından yakalarsın, çünkü en büyük hata yerde olanı küçük görüp ona üstten kibirle bakmaktır." Dediğimde boğazına bıçak yaslamama rağmen Toprak'ın gözleri gururla ışıldadı.

"En büyük hançerim düşmana dost olduğumu göstermek mi diyorsun kızıl?" Dedi.

"Hokkabazım diyorum yosun."

Gözlerim daldığı yerde anıları bir şerit gibi önüme sunduğunda düşüncelerimin çekişmesi ve çarpışması artık umurumda değildi.

Ben ne yapacağıma karar vermiştim çünkü. Daha fazla düşünmeye gerek yoktu. Ayağa kalktığımda farklı şeyler düşünerek diğer düşüncelerimi başımdan kovdum

Büyük bahçeyi bir kere daha süzdüğümde bunlar bu kadar büyük bahçeli evleri nereden buluyor diye sorgulamadan edemedim.

"Adamlar kos koca krallık onlarda olmasında sendemi olsun Allah'ın fakiri." İç sesim yine beni sanki namusuymuşum gibi savunurken, bu sefer ona cevap vermedim. Çünkü cidden kendi kendime laf yetiştiremez olmuştum bu ara. Bahçenin derinliklerine yürürken;

Pusula...

Sesin geldiği tarafa bakmak istemiştim fakat nereden geldiğini anlayamadığım ses tekrardan rüzgarla kulağıma aynı kelimeyi iliştirdi

Pusula

Pusulası olanlar, yolunu bulanlar...

Artık normal karşıladığım bu olayların neden olduğunu araştırmam gerekiyordu. Büyük bahçenin içinde yürürken rüzgarın arasındaki çocuk fısıltısı tekrardan konuştu;

Büyük kayanın yanına git...

Etrafıma baktığımda ağaçların sıklaştığı alanda büyük bir kaya gözüme ilişti. İstemsizce ayaklarım beni o yöne götürdü. Büyük kaya yanına yaklaştıkça daha da büyüyordu sanki. Kayanın önüne geldiğimde rüzgarın bana fısıldadığını gözlerimle gördüm.

Kocaman kayanın üzerine çivi ile kazınmış büyük bir pusula duruyordu. Onun altında ise direkt sahibine yönelik birer mısra.

Pusulanın sırları
Onu bulan yönleri
Gösterdiği yolları
Aslı olmayan yalanları...

Manasını çözemediğim mısraların her harfi Işıl ışıl yanıp sönerken pusulanın üzerindeki bazı yönler özellikle dikkat çekmek için yanıp sönüyordu.

Labirent de kaybolanlar
Yönünü asla bulamayanlar.
Tek bir dostu bile olmayanlar
Pusulaya güvensin tek.

O seni doğruya götürür
Kaybettiklerini buldurur
Aradığına ulaştırır
Görmediklerini hissettirir
Pusulanın sırları
Çözemediklerine Ulaştırır...

Gördüğüm manzaraya baka kalmışken;

"Eva." Arsalın sesi ile arkama döndüm ağaçların sık olduğu yönde bana doğru geliyordu. Tekrardan pusulaya döndüğümde pusulanın yerinde yeller estiğini hatta o kocaman olan kayanın dâhi yerinde olmadığını gördüm...

❤️BÖLÜM SONU CANLARIM❤️

 

YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN LÜTFEN

 

YILDIZIN ÜZERİNE BASARAK OY VEREBİLİRSİNİZ.

 

HEPİNİZİ ÇOKÇA KALP

 

😙SAĞLICAKLA KALIN😙

 

❤️❤️❤️

 

❤️❤️

 

❤️

 

Bölüm : 08.02.2025 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...