15. Bölüm

13.PUSULANIN SIRLARI

sadeceSU4
sadecesu4

Yine ben yine ben yine bennnn 💃💃💃

Ay evet ben geldim aşklarımm.❤️

Bu sefer o kadar da geç gelmedim hiç trip yapmayın yani. Tamam saat olarak baya bir geç gelmiş olabilirm ama o kadar kusur kadı kızında da olur.

Nasılsınız iyi misiniz😘

Umarım iyisinizdir. Hep iyi olun 🤭😊

Sizi bölümle baş başa bırakıyorum 💓
Bu bölüme de kısa demezsiniz artık çünkü baya uzun bir bölüm oldu😁

Satır arası yorumlarınız ve düşünceleriniz benin en büyük motivasyonum olduğunu unutmayın canlarım. 🙊

Yıldızım üstüne basarak Oylamayı unutmayın olur mu😊

Yazım yanlışlarını gördüğünüz an bana bana bildirirseniz çok mutlu olurum canlarım bu sayede bende düzeltebilirim ❤️

Keyifli okumalar💃

.......

İlahi bakış açısı ●
....

Büyük çalışma odasında pür dikkat önündeki dosyalarla ilgilenen Akın Elyesa'nın geldiğini görmemişti bile.

"Yine girmişsin içine şunların." Dedi Elyesa Akın'ın yanındaki koltuğa kendisini rahatça atarken.

"Sen çizimlerinin içine girince seni çıkarabilmek imkansız oluyor be, kız çocuğu." Dedi Akın, gözleri hala dosyanın üzerindeydi.

Göz devirdi Elyesa. "Bana kız çocuğu demeyi acilen bırakmalısın." Yarımca sırıttı Akın.

"Kız çocuğuna, başka ne denir?"

"Aramızda dört yaş var Akın abartma istersen." Elyesa'nın çocuksu tersliği Akın'ı güldürdü fakat önündeki dosyalar hiç de gülünecek cinsten değildi. Derin bir nefes çekerek incelemekten usandığı dosyayı kapatıp Elyesaya döndü.

Biraz onunla uğraşarak sıkıntısını dindirebilirdi.

"Abartan sensin kız çocuğu." Elyesa'nın abartılı göz devirişine bir kere daha gülerek geriye yaslandı.
"Gerçekten şu göz devirmelerin yüzünden gözün bir gün arkaya kayacak."

Eleysa tip tip baktı Akına. Yan tarafındaki kırlenti kucağına alarak koltuğun üzerinde bağdaş kurdu.

“Eva hiç iyi gözükmüyordu. Onu yalnız bırakmak mantıklı değil, kendine zarar verebilir.” Ellerini öne birleştirip suçlu bir çocuk gibi konuşmasına tebessümle baktı Akın. Uzun sürmedi tebessümü, zira haklılık payı vardı.

“Arsal peşinden gitti, hem dediğin gibi bir delilik yapacağını sanmıyorum. Eva aklı başında bir kız.”

“Akıl bırakmadık ki kızda Akın, artık bize karşı ne hissedeceğini bilmez durumda. Zaten zerre güveni yoktu daha da olmaz.” Diyen sesi belli etmemeye çalışsa da üzgün çıkıyordu.

“Aranıza soktuğu soğukluk yüzünden mi böyle düşünüyorsun.”

“Aramızda zaten hiç sıcaklık girmedi ki. O beni arkadaşı olarak görmüyor.” Elyesa bakışlarını duvara dikti. “Zaten değiliz de.” Akın kızın yüzünde oluşan ama saklamak için çaba sarf ettiği kederi görüyordu.

“Hatıralar unutulmak için değildir kız çocuğu, daima hatırlanmak içindir. Onları unutmak imkansız unuttum demek ise tamamen kendini kandırmaktır. Belki en ufak bir ayrıntı sana onu hatırlatır belki de en saçma detay, bazen küçücük bir dal parçası bazen ise kanlı canlı bir insan, hatıraları, hatırları olanları silemezsin kız çocuğu. Ona baktıkça hatırladığın insanları unutamazsın.” Elyesa Akın'ın ne demek istediğini çok net anlasa da üstüne konuşmak istediği bir konu değildi bu.

"Arsal ile aranız neden bozuk." Diyerek konuyu değiştirmeyi seçti.

“Bunu da nereden çıkardın?” İfadesini rahat tutmaya çalışan Akın'a yeme beni şimdi bakışını attı.

"Eva yüzünden mi?" Elyesa'nın damdan düşer gibi sorduğu soruya ters ters baktı Akın. Ona doğru döndü. "Alakası yok."

"Akın sen bana yalan söylemezsin." Ofladı Akın. Evet söylemezdi fakat gerçeği de söyleyemezdi.

O günü hatırladı...

Eva'nın isimsizler mezarlığına gittiğinde…

"Nerede bu kız Akın nerde!" Diye kükredi Arsal önündeki sehpayı tekme atıp yere devirirken.

"Arsal artık sakin mi olsan? Kostan'ın söylediklerini duydun." Dedi Akın sinirden neredeyse duvara kafa atacak olan adama.

"Onun dedikleri sikimde mi sence!" Akın sakinliğini koruyarak baktı arkadaşına. Yavaşça oturduğu yerden doğruldu. O da Eva'yı merak ediyordu. Fakat böyle olması gerektiğini Kostan onlara açıklamıştı. Gerçi açıklarken neredeyse canından olacaktı ama olsun. Bir yerde hak ederdi.

"Endişelendin mi?" Akın'ın sorusuyla volta atan Arsal adımlarını durdurarak ona baktı.

"Ne demek istiyorsun?"

"Diyorum ki" Dedi akın i harfini uzatarak. Şu an burada yabancı kimse olmadığı için rahatça konuşuyordu. "Kızı o hale getirene kadar bu endişen bu merakın neredeydi?" Akın'ın dedikleriyle zaten siniri tepesinde olan Arsal ateş saçan gözlerle baktı karşısındaki arkadaşına.

Kızı o hale kendisi getirmemişti, yapmak istediği gözleri üstünden çekmekti.

"Ne dediğini bil de konuş Akın!" Arsal'ın bu fitil hallerine alışık olduğu için umursamadı.

"Ben ne dediğimi biliyorum Karahan. Fakat sen ne yaptığını biliyor musun, bilmem. Eva'ın son yüz ifadesi Elya'nın aklından çıkmış değil." Arsal öfkeli bir nefes vererek arkasını döndü. Elini sıkıntıyla saçlarına geçirerek kendini dizginlemeye çalıştı.

Çok zordu.

Bir hafta olmuştu, lanet olası bir hafta o yokken geçmek bilmemişti. Neredeydi bu kız, başına bir şey mi gelmişti? Gerçekten isimsizler mezarlığına gitmiş olabilir miydi? Aklına gelen bin bir türlü ihtimal onu daha da delirtecek türdendi.

“Bu denli canın yanıyorken, ileride yapmak zorunda olduklarını bu kıza nasıl yapacaksın?” Akın'ın sorusuna cevap vermedi Arsal, yumruğunu sıkıp dişlerini kırılacak kadar birbirine kenetledi.

“Bu denli canını yakmışken devam edebilecek misin o kızı mahvetmeye?” Mahvolan tek tarafın Eva olduğunu mu sanıyordu? Ağır ağır Akına döndü. İçindeki bastıramadığı duygu yüzünden dudaklarından öfkeli bir soru döküldü

"Bu seni neden bu kadar ilgilendiriyor Akın!" Mutlulukla alakası olmayan bir gülüş belirdi Akın'ın dudaklarında

"Fark edemediğin şeylerin farkına benim sayemde varmana izin vermeyeceğim Karahan." Dedi ciddi ses tonuyla. Çünkü Eva ile arasında olanların normal bir şey olmadığının kendi farkına varması gerekiyordu.

Aralarında olan gerilim birkaç dakikalığına sessizliğe dönüştü.

“Cezer nerede Arsal?” devirdiği sehpanın yanındaki koltuğa kendini atan Arsal'ın bakışlarında Akın'ın tanıdığı o ifade geçti.

“İrtihal de.” Kendi soruduğu soruyu kendisi cevapladı. Arsal yine cevap vermedi. “Ne halde olduğunu görmedim fakat görmeye gerek olduğunu düşünmüyorum.” Eğer Arsal'ın İrtihaline gitmişse insana benzeyen uzvu bile kalmamıştır. Arsal sustukça üzerine gitti, çünkü arkadaşını çok iyi tanıyordu.

Arsal Karahan şu an asla yapmayacağı bir şey yaparak kaçıyordu.

"Eva o kız değil mi." Soru sormuyor birleştirdiği parçaların sonucunu dile getiriyordu. Arsal da bun farkındaydı fakat artık o da ne düşüneceğini bilmez bir öfkedeydi, birbiriyle çarpışan düşüncelerini daha da zor duruma sokuyordu.

"Bilmiyorum lanet olsun ki bilmiyorum!" Diye bağırdı öfkeden, Biliyordu oysa...

"Sende siktin iyice beynimi amına koyayım, Derdin ne senin?"

"Bir derdim yok Arsal. Yediğin bokun acısı çıkıyorsa gelip bana bağırarak bunu bastıramazsın!" Diye Akın da yükseldi. "Başka dertlerin varsa bunu gidip ona söyleyebilirsin. Böyle sikim sikim ortada dolaşırsan hiçbir halt yapamazsın." Her ikisi de biliyordu ki Eva oraya gitmek zorundaydı.

"Nerede olduğunu biliyor muyum sanki amına koyayım!" Arsal'ın öfkeli sesi her tarafta yankılansa da Akın buna oldukça aşinaydı.

"Güzel. O zaman onu beklemekle başla bu pişmanlığına, çünkü eğer o kız Eva ise şu an onun sayesinde nefes alıyorsun demektir." Akın'ın baskın baskın konuşması artık Arsal'ı çileden çıkarmıştı.

"Kes sesini ve çık dışarı!"

"Gerçekleri yüzüne vuracak biri gerekiyor Arsal. Ve ismini koyamadığın şeylerin acısını o kızdan çıkaramazsın."

"Çok mu umurunda o!" Arkadaşının sorusunda ki kıskançlığı çok net seçmişti Akın. Güldü. Samimi olmasa da sinirden güldü. Çünkü bu işin sonunda kardeşim dediği adamın canının nasılsın yanacağını tahmin edemiyordu.

Şu an ikiside bilmiyordu fakat Eva herkesi her şeyi değiştirecekti. Zaman bunun en büyük şahidiydi.

"Umarım bir gün-" Akın'ın konuşmasına müsaade etmedi.

"Akın yıkıl karşımdan dedim. Kelimelerini seçerken de dikkatli ol karşında kim olduğunu unutma." Lafları ağzına tıkanılan Akın ifadesinden ödün vermeden ellerini önünde bağlayarak boynunu aşağı eğdi. Elbette ki sınırını haddini biliyordu. Arsal'ın şu an önü alınamaz öfkesinin üzerine gitmek yerine geri basmayı tercih etti.

"Siz nasıl uygun görürseniz efendim?” Akın kapıyı çarparak odadan çıktı, Arsal'ı endişesiyle baş başa bıraktı.

Şimdiki zaman●

O


günden belli aralarında olan soğukluğun ikisi de farkındaydı fakat düzeltmek adına bir girişimde bulunmuyorlardı. Sadece gerektiğinde konuşarak yapması gerekenleri yerine getiriyordu Akın.

"Bu konuyu kapatabilir miyiz?" Akın'ın kesin sesine karşılık sorusuna cevap alamayacağının net yanıtını anlamıştı Elyesa.

"Ne halt ederseniz edin!" Tripli şekilde yerinden kalkan Elyesa masanın altındaki kolyesini görünce Akına ters ters baktı. "Kaç gündür bunu arıyorum insan burada der." Söylenerek masanın altına doğru eğildi.

"Neyi arıyorsun kaç gündür? Ben bir şey görmedim." Dedi Akın Elyesa'nın ne yaptığını anlamadığı için boş boş bakarken. Kolyesini alarak kalkmaya çalışan Eleysa farkında olmadan kaşlarını çattı.

"Buradan çıktığın yok Akın nasıl görmemiş olursun." Tam kalkıyordu ki kolunda hissettiği acıyla kolunu hızla kendine çekti fakat masanın ayağında saplı olan bıçak kolunu daha fazla kesmesine sebep oldu. "Akın bu ne!" Diye inledi acıyla. Kızın kolundan akan kanları gören Akın aceleyle kalktı yerinden.

"Lan nasıl becerdin onu?" Dedi hayretle. Eleysayı tekrardan koltuğa oturtarak önünde diz çöktü.

Kolundan sızan kanı durdurmak için saracak bir şeyler aradı gözü. Bu oda da kitaptan dosyadan başka bir halt yoktu. Elyesa'nın üzerine kaydı gözleri, dizine kadar gelen eteğinden bir parça yırtacaktı ki Eleyesa bağırarak elini itti. "Salak ona bir ton para saydım, ne yapıyorsun?" Elyesa'nın söylediklerine göz devirdi Akın.

"Kız çocuğu, para derdinde misin? Derin kesilmiş olabilir, kanı durdurmak gerekiyor." Elyesa Akın'ın omuzuna sertçe vurdu.

"Akıl yağmurunda neredeydin Akın tanrı aşkına, şu an kan kaybından ölsem bile sence bu elbiseyi sana yırttırır mıyım?" Kolundaki ağrıyı umursamadan konuşan kıza daha da hayrete baktı Akın. Cidden çıldırmış olmalıydı.

"Elya, güzelim şu an etrafta kitaptan kalemden başka bir şey var mı yaranı saracak?"

"Çıkar üstünü." Dehşetle irileşti Akın'ın gözleri.

"Ne?"

"Ne, ne? Neyini Anlamıyorsun elbisemi yırtacağına üzerindekini çıkar." Derince bir nefes verdi Akın. Gerçekten acil sabırlar gerekiyordu

"Yemin ediyorum bu kadar çene çalacağına şimdiye bin kere birini çağırıp baktırmıştım yaraya." Söylene söylene üzerindekini çıkarıp yırtmaya başladı Akın, çünkü bu küçük cadıyla daha fazla laf dalaşına girerse fazla kan kaybedebilirdi.

Elyesa zaferle sırıttı.

Akın'ın üzeri çıplak kalınca Elyesa'nın zafer sırıtışı yüzünde dona kaldı. Bakışları masanın bacağına saplanmış bıçağı bulunca kaşları çatıldı.

"O bıçağın orada ne işi var Akın? Aklınızı mı deniyordunuz!" Kızın öfkeli sesine şaşıran Akın kafasını kaldırarak baktı ona.

"Ben saplamadım onu oraya." Sakince verdiği cevaptan sonra Elyesa'nın kolunu sarma işi bitti. Neyse ki çok derin kesmemişti. Ayağa kalkarak odasına gidecekti fakat kolunda onu durması için tutan minik bir el vardı. Tişörtü çıkartırken dağılmış olan saçlarıyla baktı Elyesaya 'ne var' dercesine

Eleysa'nın bakışları bir an Akın'ın dağınık olan saçlarına gitti. Ona her türlüsünün yakıştığını elbette biliyordu. Etrafındaki arkadaşlarının maşallahı vardı. Kızın garip bakışlarının nedenini anlamayan Akın ondan uzun olduğu için üzerine doğru eğilerek baktı.

"Ne oldu?"

"Kim sapladı bıçağı masaya?"

“Ben.” Bu cevap Akından değil kapıya yaslı şekilde onları izleyen Maviden gelmişti. Bir an yerinden sıçradı Elyesa, Maviye baktı. Mavi'nin sarımsı saçları alnına dökülmüş yeşile çalan elalarıyla onlara dik dik bakıyordu.

"Sen ne zaman geldin oğlum. İnsan bir ses verir." Akın Maviye bakıyordu fakat Mavi'nin gözleri pür dikkat Elyesadaydı.

"Yeni geldim sayılır. Siz hayırdır?" Dedi Akın'ın üstünü göstererek. Akın ters ters baktı Maviye.

"Masaya geçirdiğin bıçak kızın kolunu kesti." Mavi'nin tek kaşı havalandı.

"Masanın ayağına sapladığım bıçağa nasıl kolunu geçirmiş olabilirsin?" Sakin sesi Elyesayı ürpertti fakat bunu belli etmedi. Başını dikerek Maviye en ters bakışını yolladı.

"Bu soruyu kendine sorsan iyi edersin Mavi! O bıçağı masaya saplamanda ki amaç ne?" Kızın öfkeli sesini yok sayarak yarımca sırıttı Mavi.

"Kendi kendinize didişin, ben üzerime bir şeyler alamaya gidiyorum." Akın Mavi'nin yanından geçip çıkacakken “Cam odasına gidip aptal asistanıma bak, yazım makinesinin kapağını kapatamadığına eminim.” Diyen Maviye ters ters baktı.

“Şu kıza aptal demeyi bıraksan iyi edersin.”

“Asistanıma ne diyeceğime karışamazsın.” Akın bir şey demek için dudaklarını araladı fakat Mavi ve Elyesa'nın birbirine kilitlenmiş bakışlarını görünce şüpheyle arkadaşlarına baktı, ikisinin de ona bakmadığını görünce göz devirdi. Akın'ın odadan çıkmasıyla baş başa kalmışlardı. Mavi arkasındaki kapıyı kapatarak ağır adımlarla Elyesaya doğru yürümeye başladı. Yutkunarak baktı Eleyesa ona doğru yürüyen adama. Vücuduna dalgalanan panik onu ne yapması gerektiğini şaşırtsa da geri adım atmadan bekledi yerinde.

"Çok derin mi?" Dedi Mavi ilgisiz çıkartmaya çalıştığı sesiyle. Aralarına giren soğuk rüzgarın esintisi ikisinin de üşümesine sebep oluyordu fakat ses etmediler.

"Sen iyi değilsin Semdar. Yoksa orada öylece duran masaya bıçak saplamazdın." Dedi dik dik.

Mavi hala sakince bakıyordu. "Sende öylece orada duran bıçakla kolunu kestirmezdin bence." Alaysı çıkan sesi Eleyesayı sinirlendirmişti. Kumral saçlarını geriye atarak Mavi'nin yanından kapıya doğru hırsla yürüdü.
Kendisini gördüğünü söyleyen adam nasıl olur da bir kendisine kördü!

Nefret etmeye başladı beyninde peş peşe dolaşan düşüncelerden. Arkadaşıydı, arkadaşıydı, bunu beynine sokmak zorundaydı. Bunu kendisine tekrar ederek kapıyı açtığında arkasındaki bir el kapıyı tam aksine iterek kapanmasına sebep oldu. Yüzü kapıya dönük olan Elyesa'nın nefesi kesildi bir an, boynuna çarpan sıcak nefesin kime ait olduğunu biliyordu. İçindeki panik ve saçma bir heyecanla ne yapacağını bilmez şekilde Maviye doğru döndüğünde ürkekçe kapıya yaslandı.

Koyu kahveleriyle alttan alta ona bakan iri gözlere baktı Mavi. Bir eli kapıya yaslıyken yavaşça kendisinden oldukça kısa olan kızın üzerine doğru eğildi. Bir an nefesini tutan kız irileşen gözlerle baktı karşısındaki adama. Elyesa'nın nefesini tutmuş şekilde ona sıcacık kahveleriyle bakması Mavinin içini de sıcacık etmişti. Bir an bu düşüncesinin yanlış olduğunu düşünerek irkildi, sonra ise neredeyse tenine değecek olan teni aklına geldiğinde hızlanan kalbine engel olamadı. O da aynısı tekrarladı içinden, arkadaşın o senin arkadaşın.

Düşüncelerine rağmen elini kapıdan çekerek Elyesa'nın boynuna uzandı.

"Ne-Ne yapıyorsun?" Titrek sesiyle cılız şekilde sordu Eleyesa fakat Mavi ona bakmadan az önce Elyesa giderken yerden aldığı kolyeyi kızın zarif ince boynuna nazikçe taktı. Bir adım geri çekilerek ifadesini ustaca toparladı.

“Odama geç.” Elyesa şaşkınca baktı Maviye.

“Ne yapacağız ki?” Kızın dehşetle sorduğu soru Maviyi neredeyse güldürecekti.

“Ne yapmamızı isterdin?” dedi yüzündeki çapkın gülüşüyle. Elyesa hala ona alık alık baktığında dayanamayarak güldü. “Yarana bakacağım ateşli kızı, hadi,” Elyesa hala alık alık Mavi'nin gülüşüne baka kaldığında ne denli daldığının farkında değildi. Az önce kendi kendine verdiği tembih şu an yüzüne tükürüyordu.

"Daha ne kadar bana apışık bir şekilde bakacaksın?" Mavi'nin sesiyle ona ne kadar süredir baktığını bilmeyen Eleyesa utanarak gözlerini kaçırdı. Şimdi niye yanakları yanıyordu ki? Daha fazla burada kalarak rezil olmayı göze alamayan kız arkasını dönerek aceleyle odadan çıktı. Mavide hep yaptığı gibi onu arkasından yüzünde oluşan tebessümden habersiz şekilde baka kaldı.

Üstüne bir şeyler giymeden önce Mavi piçinin buyurduğu şeyi yapmak için Cam odaya doğru adımlıyordu Akın. Aslında yapmak istemese sikseler yine gitmezdi de işte asistan kızın adını duymak lanet fikirlerini sürekli etkiler olmuştu ve bu fikir artık Akını son derece sinir ediyordu.

Cam odasına girdiğinde yine kendi kendine söylenen bir Nar bulmak onu artık şaşırtmıyordu.

“Yazıcı zaten kendisi kadar gelmiş bana kapat diyor, benim o kadar boyum olsa odadaki perdeyi kendim asardım-“ burada durmak durumunda kalan kızın ne düşündüğünü anlayınca dudaklarında bir tebessüm belirdi Akın'ın. Küçük bir baş belasıydı. Eva yüzünden şu perde mevzusunu ömür boyu unutabileceklerini sanmıyordu. Tırtıl fiyaskosundan bahsetmiyordu bile.

“Her neyse.” Dedi Nar yine kendi kendine “Dünyayı kurtarmak yine bana kaldıysa ne yapalım.” Dedi yapacağı tek şey yazıcının ağzını kapatmakken. Kendisinin iki katı olan yazıcının en üst tarafındaki kapsına yetişmek için yine sandalyenin üstüne iki tahta koymuştu. Parmak uçlarında yükselerek yazıcının şeffaf kapağına uzanmaya çalıştı. “Elber teğmen gelse yine uzanamaz buraya. Bu adam gelmiş bana yazıcıyı kapat diyor!” isyanına rağmen uzanmaya devam ediyordu.

Akın yine bir dejavu içerisinde olmanın verdiği keyifle kızın yanına doğru adımladı. Arkası dönmüş olan Nar Akın'ın farkında değilken söylenmeye devam ediyordu. “Sen de azıcık uzun olsan hiçbir sorunum kalmayacaktı.” Diye söylenişi kolunaydı. Evet Akın onun uzuvlarıyla konuşmasını artık normal karşılıyordu. Parmak uçarına asılarak boyundan büyük yazıcının tepesine tırmanırken ayağının altındaki tahta kaydı, bu sefer o mistik sonla yere yapışmak yerine yazıcıya asılmayı tercih etmişti. Vücudunu yukarıya attığında yazıcının büyük şeffaf kapağına oturmak durumunda kaldı.

“Her haltı cebe koyulacak kadar küçük yaparken bu yazıcı niye Karadağlar gibi!” söylenerek yazıcının kapağını çekiştirerek kapattı fakat bir şeylerin farkına biraz geç varmıştı. Şokla büyüyün yeşil gözleri yazıcının kapağıyla bakışıyordu. Ayrıca az önce devrilen şeyin sandalyesi olduğunu sevgili beyni çok yeni algılıyordu. Yazıcının üstünde mahsur kalmıştı.

“Tanrım.” Dedi ağlamaklı sesiyle, “Karadağların tepesinde mahsur kaldım.” Deyişi Akın'ı güldürdü. Gelen sesle Nar umutla döndü. Akın'ı gördüğünde dolu gözleriyle kocaman gülümserken elini ayağını nereye koyacağını bilemedi.

“Akın bey!” dedi saçma bir coşkuyla.

“Balca kız?” dedi Akın onun aksine sakin sesiyle.

“İyi ki geldiniz.” Dedi burada kalmayacağını sandığı için heyecanla, “Varlığınız varlığıma armağan olsun!” aniden bağırışla kendisi şoka girerken Akın kahkaha atmamak için kendisini zor tutuyordu. Şu adamı gördüğünde niye bu kadar saçmaladığını bilmiyordu Nar ama rezilliklerden rezillik beğenme konusunda üstüne yoku.

“Olsun mu?” dedi alayla.

“Şey yani ben geldiniz var oldunuz diye şey den sevinçten öyle demiş bulundum yoksa bana armağan olduğunuz- yani şey yani beni kurtaracağınız için.” Konuştukça saçmaladığını anlayan susma kararı aldı.

“Seni kurtaracağımı kim söylemiş?” dedi Akın eğlenen sesini gizleyemezken.

“Nasıl yani?”

“Seni kurtarmak için var olduğumu sanmıyorum küçük asistan.”

“Beni burada bırakamazsınız.” Dedi Nar dehşetle.

“Niye bırakamayayım?”

“Çünkü…” dedi ama devamı gelmedi.

“Bak sen de bir sebep veremiyorsun, neyse ben gidiyorum.” Akın arkasını dönmüş gidecekken ardında bıraktığı kızın nasıl şapşalca arkasından baktığını görmek için nelerini vermezdi.

“Akın bey.” Dedi ama Akın onu duymazdan gelerek kapının yanına geldiğinde Nar tekrardan bağırdı ardından “Ne istiyorsunuz?” Akın kapının önünde durduğunda sinsice sırttı.

“Bilmem?” Gözlerini kızın çayır yeşili gözlerine çevirerek “Ne verebilirsin bana.” Dedi derin imaların yattığı sesiyle. Nar pancara dönerken gözleri fal taşı gibi açıldı. Yazıcının yan tarafındaki raflarda olan kitaplardan birisini alıp Akın'ın kafasına fırlattı.

“Siz bir sapıksınız Akın Bey!” Akın başını yana çevirerek vahşi kızın saldırısından kaçtığında keyfine diyecek yoktu.

“Ne dedim sanki?” dedi masumu oynayarak. Nar pancara dönerken bir kitap daha fırlattı.

“Sapıksınız işte!”

“Senin içinde fesatlık varsa beni sapıklıkla suçlayamazsın.”

“Ben, bana verin mi dedim sizin gibi!”

“Sana vermemi mi istiyorsun?” Kırmızıdan mora dönen Nar'ın ağzı on karış açık kaldığında Akın dayanamayarak kahkaha attı. Bu kızla uğraşmaktan aldığı keyfi ona hiçbir şey vermiyordu. Birkaç koca adım atarak yazıcının önüne geldi. Nar'ın aksine sandalyeye ihtiyacı yoktu, Nar'ın bacağından kavradığı gibi kızı kucağına çektiğinde Nar kendisini bir anda Akın'ın kolları arasında buldu. Düşmemek için kolunu boynuna doladığında hala şaşkın kuşlar gibi bakıyordu adama.

“Çok kötüsünüz.” Dedi küskün sesiyle.

“Sende fazla safsın.”

“Ben saf değilim, siz sürekli beni kandırıyorsunuz.”

“Sende kanma o zaman.”

“Şimdi de benim suçum mu oldu?” dedi şaşkınca.

“Nar.” Dedi Akın kısık çıkan sesiyle. Şu az çok tehlikeli bir yakınlıktaydılar ve bu kız sıcak tatlı nefesini ona hissettire hissettire konuşuyordu.

“Efendim?” dedi Nar Akın'a daha da yaklaşarak. Amacı sadece kısık sesle konuşan adamı daha iyi duymaktı fakat adamı ayak üstü ne hallere soktuğundan o kadar habersizdi ki kocaman yeşil gözlerini kırpıştırarak bakıyordu Akın'a.

Yutkundu Akın “İnmeyi düşünmüyor musun?”

“İndim ya.” Dedi Nar yazıcıdan bahsederek. Adamın kucağında olduğunu unutmuştu.

“Kucağımdan,” Akın'ın nefes nefese çıkan sesi Nar'ı taşımakta zorlanmasından değildi. Nar ona göre çok küçük kalıyordu fakat etkisi şu an öyle büyüktü ki adamın üstünde Akın kendisini zor tutuyordu. Nar anlık olarak unuttuğu konumunun farkına vararak hızla Akın'ın kucağından indi. Alev alev yanan yanaklarını saklayamazken elini ayağını nereye koyacağını şaşırdı.

“Teşekkür ederim Akın Bey.” Kekeleyerek de olsa konuşabildiğinde başını hızla eğip Akın'ın yanından kaçarcasına çıktı.

●Eva Efnan●


Ölüm müdür insanlığın sonunu getirecek olan yoksa ihanet mi?

Hangisi daha çok acıtır peki?

İhanetin verdiği tarifsiz öfke mi?

Yoksa ölen bir insanın sende bıraktığı dolmayacak o boşluk mu?


Saçlarımın arasına hain bir zehir gibi sızan rüzgar az önce gözlerimin önünde oluşan manzaranın gerçekliğini sorgulattı bana. Rüzgarın usul usul estiği boş alana daldı gözlerim. Az önce olanlar sanki olmamış gibi, o gördüğüm şeyler sanki bir hayal ürünüymüş gibi kızıllarım boşluğa kilitlenip kaldı.
İçine düştüğüm bu evrende gün geçtikçe olaylar daha da benden bağımsızlaşıyor. İnsan aklına zarar her ne varsa bizzat yaşanıyordu.

Pusulanın sırları..

Zihnimi uyuşturarak kendisine yer edinen o iki kelimeyi içimdeki şeytanım iç kere fısıldadı.

Pusulanın sırları...

Pusulanın sırları...

Pusulanın sırları...

Kafayı mı yiyordum yoksa? Zira bu olanların başka bir açıklaması olamazdı. Arsal bana doğru adımlarken ben hala büyük kayanın olduğu boş zemine donuk gözlerle bakıyordum.

"Burada ne arıyorsun?" Yanımda durdu. Ona söylemeli miydim? Bu başıma gelen garip Olayları anlamlandıramadığım rüyalarımı anlatmalı mıydım?

Bilmiyordum.

Peki Ona güveniyor muydum?

Asla...

O zaman ne yapacaktım. Bu gördüğüm hayal bozması zırvalıklardan kafayı mı sıyıracaktım? Yoksa aslını astarını mı araştıracaktım? Kafam allak bullak olmuşken yanımda bana soru soran gözlerle bakan Arsal'a döndüm.

"Yok bişey." Dedim ters ters. "Size hiç kimse peşinden gelmesin dediğimi hatırlıyorum, idrak edemedin mi?"

"Ben hiç kimse değilim." Güldüm. Yönümü az önceki kayanın olduğu yerden çekerek ona çevirdim. Okyanuslarındaki dalga öyle tehlikeliydi ki eğer kapılıp gidersen daha da dibe çekecekmiş gibi, çırpınırsan boğacakmış gibiydi...

Öyle tehlikeli öyle ki hilekardı.

"Öyle mi?" Dedim içi bomboş bir sesle "Kimsin sen?" Sorduğum iki kelime sanki tokat olup yüzüne çarpmış gibi bir anlık irkildi, yakalamıştım. Bu sefer gözlerindeki kendisini sorgulayan adamı tanımıştım. Okyanusları radarımdan kaçamamıştı. Bakışlarını hemen toparladı. Hafifçe güldüm. Bana taviz vermekten korkuyordu. Korkmalıydı da.

"Ateş krallığının tek veliahtı, Ateş prensi Arsal Karahan'ım ben şeytanın kızı." Adımlarım ona doğru giderken bakışları gözlerime kilitlenmişti "Sen kimsin?" Dedi oyunuma ayak uydurarak.

"Sizin aksinize bir ülkenin veliahtı bir sarayın taçlısı değilim ben Karahan, Eva'yım, Eva Efnan. Önünde ardında bir lakabı olmayan, sizin için şeytanın kızı fakat gerçekte sadece ailesinin biricik kızı olan Eva Efnan." Bakışları derinleşirken gözlerinde ki o hayran parıltılara engel olamıyordu. Arsal Karahan benden etkileniyor ve bunu durduramıyordu.

Birkaç adım daha atarak dibime girdi, geri çekilmedim. Sadece ne yapacağını izledim.

"Bak etrafına, bu ülke içinde evren içinde ateş prensiyim." Bunu söylerken sesinde herhangi bir üstünlük payı yoktu, zaten olan bir şeyi söyler gibi söylemişti. "Peki ya sen, senin için neyim şeytanın kızı?" Üzerime doğru eğilerek sorduğu soruyla gözlerini gözlerimden çekmedim.


"Sen neyin olmamı isterdin Karahan?" Dedim ona meydan okuyan gözlerle yüzümü yüzüne yaklaştırarak. Bakışlarındaki derinlikten yükselen karartıyı gördüm. Mavi gözleri gözlerimden yavaşça koparak Aşağıya indi, ilk önce burnumun üstüne ve yanaklarımda dolaştı hareleri, neye baktığını sorgularken belli belirsiz çillerim geldi aklıma. O kadar da belli olmuyordu fakat güneşe çıktığımda parlıyorlardı. Bakışları çillerimde uzun uzun gezdi sayarcasına, her birinin şeklini aklına kazırcasına dikkatle baktı. Normalde utanma duygusuyla pek aram yoktu. Hatta olur olmadık ortamlarda lap diye bel altı şakasını yapıştırır bir gram bile utanmazdım fakat beni dikkatle inceleyen adamın bakışları yanaklarımın alev almasını sağladı. Dikkatli bakışları çillerimden kayarak ne ara dişlerimin arasına alıp ısırdığımı fark etmediğim dudağıma kayınca nefesim kesildi.

Üzerime doğru eğilen yüzü yüzüme öylesine yakındı ki bakışlarının odağı ve gözlerinin gözlerimin önünde değişen tonu kalbimi titretti. Ben bu aptal organdan yirmi yıldır habersizken neden buraya geldiğimden beridir ben buradayım der gibi çırpınıp duruyordu. Elinin birisi havalanarak yanağıma dokunduğunda normalde sıcacık olan elini bile soğuk hissettirdi alev alev yanan yüzüm. Dudağının kenarı hafifçe büküldü. Yüzünü yana doğru eğerek dudaklarıma daha da yaklaştığında niye put gibi öylece kaldığımı bilmiyordum.

"Farkında mısın?" Dedi boğuk sesiyle.

"Neyin?" Sesim niye böyle buğulu ve kısıktı.

"Teninin dokunuşlarıma karşı verdiği tepkilerin." Bir anda ateşe dokunmuş gibi irkildiğimde gözlerimin irileşmesine engel olamadım. Tam öfkeyle ondan uzaklaşacakken bir anda belime dokunan eliyle sertçe kendisine yasladı beni.

"Sen." Diye tısladım.

"Ben?"

"Ölmeyi bayılmak sanıyor olamazsın değil mi Karahan, yoksa bunu bana söylemeye cüret edemezdin." Mavi gözleri ilk önce şaşkınlıkla aralandı sonra ise keyifle ışıldadı.

"Bana bunu söyleyen tek kişi olabilirsin."

"Eğer elini tenimden çekmezsen son kişi de olabilirim." Güldü. Elimi göğsüne koyup onu ittirecekken sol göğsüne son hız baskı yapan kalbinin hareketini hissedince duraksadım. Göğsü benim gibi hızla inip kalkmıyordu fakat ellerim altındaki adamın kalbi göğüs kafesine delercesine çarpıyordu.


"Sen benim düşmanından başka hiçbir şey olamazsın." Bunu ona mı yoksa kendime mi söylemiştim? Elimin altında hızla çarpan kalbine mi yoksa göğüs kafesimin altında kemiklerimi kırmak istercesine baskı yapan kalbime mi?

Saçmalama Eva!

"Bir kere de saçmalasan ölürsün sanki!" İç sesimin isyanı insanı delirtirdi.

"Evet öyle." Dedi kabul ederek. Nefesi nefesime değdiğinde yakınlığı yanaklarımın ısısını arttırdı.

"Uzak dur benden." Dedim, lanet sesimdeki bu tereddüt de neydi böyle! Uzak durmasını istemeyen tarafım niye bu kadar baskı yapıyordu.

Lanet olsun öyle bir tarafım da mı varmış!

"Evet biz varız, hadi öpüşün." Sakın iç sesin saçmalayışına kanıp da adamın dolgun dudaklarına bakma!

"Bakmadın da dolgun olduğunu nereden biliyorsun? Bence tadına da bakmalıyız." Yok anasının amı artık hocam!

İç sesime olan öfkemden onu daha da ittiğimde beni serbest bıraktı. Piç kurusu nasıl da benden güçlüydü!

"Sakın benim sınırlarıma adım dahi atma Karahan. Benim yasak sınırlarım sana fazla gelir." Onu arkamda bırakıp hırsla yürümeye başladığında arkamdan yüksek sesle söylediği cümleler arka arkaya kulaklarımda yankılandı.

"Senin yasak sınırlarına benden başka hiç kimse adım dahi atmaya cüret edemez Eva Efnan." Öfkeden arkamı dahi dönmeden orta parmağımı kaldırıp tekrardan saray yavrusuna doğru ilerledim. Amına koyayım adamdan kaçmak için bile adamın inine gidiyorduk.

"Burada kaçtığın Arsal değil sensin. Sen kendinden kaçıyorsun." Sus iç ses, sus..

Saraydan farkı kalmayacak kadar büyük olan "Evi" desem "Sen hangi hakla bana ev dersin." Diye beni yaka paça dışarı atacakmış gibi olan saray kılıklı ev tarafından siktiri yemek istemediğim için kibarca "Sikeceğim böyle işi!" Diye hırlayıp kapının önüne adımladım. İçerden Devrim ve Batının bağırışları geliyordu.

"Ölmedin gitti amına koyduğumun müptezeli!" Diye hırlıyordu Batın.

"Sana ne lan ne zaman istersem o zaman ölürüm yavşak!"

"Yavşak diyen dilini-" devrim bir şey fırlatmış olacak ki Batın'ın cümlesi yarıda kaldı. Umursamazca kapıyı açıp içeriye adımımı atacağım sırada tam kafama çarpacak olan şişe ile burun buruna gelmeyi elbet beklemiyordum. Elimi kaldırıp tutmaya kalmadan arkadan öne doğru uzanan el cam şişeyi tam burnumun ucunda hızlı bir refleksle yakaladı. Şaşkınca arkamı döndüğümde Arsal ifadesizce bana bakıyordu. Ne ara arkamdan gelip dibimde bittiği hakkında hiçbir fikrim yoktu fakat emindim artık bu herif hayalet gibi bir şeydi.

Ayrıca az önceki sözlerine rağmen gözleri çok farklı bakıyordu. Bu herif gerekene çift karakterli bir hastaydı.

Batın ve Devrim Arsal'ı görür görmez kendilerine çeki düzen vermeye çalıştılar, Elyesa ve Akın büyük koltukta biri bir köşesinde diğeri bir köşesinde yatarken Mavi teklide oturmuş elindeki bir kitabı okuyordu. Nar ise hiç şüphesiz onun başında değnek yutmuş gibi dikiliyordu. Öyle rahatlardı ki sanki Nar hariç diğerlerinin hepsi her zaman böylelermiş gibi davranıyorlardı.

"Nar biraz daha başımda ecelimmiş gibi dikilmeye devam edersen seni harbi oraya çakacağım." Dedi Mavi gözlerini kitaptan ayırmadan.

"Nereye gideyim hekimim?" Dedi Nar çekingence.

"Odama gidebilirsin." Mavi bunu göz ucuyla Akına bakarak söylemişti fakat Akın ile aynı anda kafasını kaldıran Elyesa öldürücü bakışlarını Nar'a dikti. Bunu farkında olmadan bir anlık yaptığına emindim. Elyesa'nın kolu sargılıydı. Ben yanlarından uzaklaştığımda o sargının olmadığına eminim.

"Ne işi varmış lan senin odanda?" Dedi Akın ters ters.

"Asistanımla olan özel meselelerim odanın içinde kalır kapı dışındakiler bilemez." Bunu öyle bir ima ile söyleyerek Akın'a bakmıştı ki Akın'ın sinirden sıktığı çenesi buradan görünüyordu.

"Seni de özel meselelerini de masaya yatırır öze özel sike-" Bakışları utançtan kızaran Nar'a ve öfkeyle ona dönen Elyesayı bulunca küfürü yarım kaldı.

"Kardeşim bişey mi dedin tam duyamadım." Dünya üzerinde piçliği meslek edinen tek kişi Maviydi. Artık emindim.

"Olaylar da işler karıştı Devo." fısıldadığını sanarak Devrime doğru konuştu Batın.

"Asıl işler olaylara karıştı oğlum. Hem devo ne amına koyayım pezevenklerin kısaltmaları gibi."

"Pezevenksin zaten."

"Batın seni pezevenklerin baş danışmanına siktiririm!" Bu herifler sessiz konuştuğunu sanıyorsa yanılıyordu çünkü tüm oda onları dinliyordu.

"Sensin işte o, sana vermem ben."

"Başkası olsa verecek misin amına koyduğumun dalyarağı-" Devrimin devam edecek olan hakaretini Mavi sahte bir öksürükle böldü. Daha çok balgam çıkartmaya benzemişti, pislik.

Arsal'a döndüğümde sanki bu olanlara zaten alışkınmış gibi onları izliyordu. Yanımdan geçerken "Mutfağa gel." Diyerek yanımdan sıyrılıp gitti.

Kendimi çocuklar duymasında, çocuklar duymasın diye sürekli mutfakta pinekleyen Meltem ve Haluk gibi hissetmem normal mi.

"Kurduğun cümleye bir bak, TDK özürlüsü." İç ses..

Boş bakışlarla mutfağa ilerledim, Elyesa bana banyoyu göstermek için eşlik ettiğin etrafı dikizlerken görmüştüm yerini. O haldeyken bile etrafı röntgenliyordum. Mutfağa geldiğimizde Arsal dolabı açtı. Dolap dediysem Sakın ola aldanmayın bizim normal dolapların baya birkaç katıydı. Yaşam tarzlarını, kültürlerini ve yapıtlarını asla anlayamayacaktım.

O tezgahın üstünde bir şeyler hazırlarken Bende yerimde boş boş onu izledim. Bir süre tezgahta oyalandı, bakışlarım hala üzerindeyken "Durup öylece izlemek yerine yardım mı etsen acaba?"

"Neden öyle bir şey yapayım ki?" Dedim umursamazca.

"Bir şeyler zıkkımlanmak için olabilir mi?" Dedi alaysı tonuyla. Hala umursamazken mutfak masasının yanında ki sandalyelerden birisini çekip oturdum. Bu hareketimle dönüp bana baktı.

"Ne yapıyorsun sen?"

"Oturuyorum." Dedim rahatça.

"Kalk da yardım etsene kızım."

"Bana ne sen yap. Ben misafirim." Dememle kaşları hayretle havalandı.

"Misafirsin demek."

"Evet öyleyim, ayrıca Ateş prensiyim diye orda burda poz kesiyorsun sonrada çalışanların içerde yatarken kalkmış yemek hazırlıyorsun." Dediğimde, her ne doğruyorsa başını kaldırmadan konuştu.

"Arkadaşım onlar benim." Umursamazca omuz silktim.

"İyilik tanrıçamız Karahan meleklerine zıkkımlanmalık hazırlıyor, çok hoş." Alayımla bakışları bana döndü fakat elinin altındaki bıçakla işine devam ediyordu. Öyle usta kullanıyordu ki gözleri gözlerimdeyken bile tek bir hata yapmıyordu. Hava atıyordu puşt.

"Sen daha bizim nasıl bıçak kullandığımızı görmemişsin."

Ayağa kalkarak yanına adımladım. Onun gözleri hala benim üstümdeydi. Yanına geldiğimde kalçamı
tezgaha vererek bakışlarımın ağırlığını üstüne verdim fakat o hala hata yapmıyordu. Sinir bozucuydu.

"Onunla biraz da olsa uzlaşabiliriz bence." Çok zor iç ses, baya zor hem de.

"Hala nerede olduğunu anlatmamakta ısrarcı mısın?" Bakışları tekrardan önüne döndü.

"Sakladığım bir şey yok benim Karahan. Nereye gittiğimi çok iyi biliyorsun."

"İsimsizler mezarlığına gidip canlı dönen tek kişisin." Yüzümde ukala bir sırıtış belirdi.

"Pek sevinmişe benzemiyorsun." Dedim alınmış gibi "Aşk olsun kralın oğlu, ben kaç gündür sizin yüzünüzden sürüneyim sen ölmedim diye üzül."

"Sanki ben sürünmedim." Ağzının içinden gevelediği şeyi tam anlayamamıştım.

"Çekil de bıçak nasıl kullanılır sana öğreteyim." Dedim havalı havalı.

"İlk önce, demin arakladığın bıçağı bırak sonra yardım edersin." Dediğinde şaşkınca baktım ona. Az önce kaşla göz arasında almıştım fark etmesi mümkün değildi.

"Götünde de gözün var mı?" Hafifçe güldü sorumla. Elindeki bıçağı tezgahın üstüne bırakarak bana döndü.

"Hiç sormadın."

"Neyi?" Dedim söylediğini anlamadığımı belli eden bir tonda.

"Eva." Dedi bana karşı ilk defa ismimi kullanırken, daha önce de kullandıysa da ilk defa bu kadar net söylemişti. İçten. "Buraya annen ve babanın suçu yüzünden sürgün edildin, annen geldiğin yere ait değil ve senim burada anne tarafın, kanını taşıdığın insanlar var. Neden hiç-"

"Merak edip sormadım?" Diye tamamladım cümlesini.

"Evet, bu zamana kadar belki bir şekilde öğrenmişsindir diye düşündüm fakat sen hiç kurcalamadın?" Merak ediyordu. Her seferinde söylüyorum Arsal Karahan bana ve yaptıklarıma karşı duyduğu merakı yok sayamıyordu.

"Kurcalamak benim yararıma mı olacak Karahan?" Dedim sakince "Ben öğrenmem gereken şeyleri zaten iskebeye gidince öğreneceğim. Devamı beni ilgilendirmiyor." Ses tonum öylesine ifadesizdi ki bakışları yüzümde dolaştı gerçekten ne düşündüğümü anlamak ister gibi. Anlayamazdı, ben izin vermezsem benden bana dair en ufak toz bile alamazdı.

"Yani neden burada olduğunu, anne ve babanın nelere sebep olduğunu Toprak'ın neden o delikte olduğunu merak etmiyor musun?" Bakışlarımı mutfağın büyük camları olan penceresine çevirdiğimde bir adım daha atıp karşımda durdu.

"Korkuyor musun Şeytanın kızı?" Dedi mekanik sesiyle. Bakışlarımı okyanuslarına daldırmadım.

"Korkmadığımı en iyi sen anladın Karahan." Bakışlarımı yüzüne çevirdim "Niye soruyorsun inatla."

"Korkuya yüzünü çevirmiş olan duyguların, şüpheyi içinde beslemekten geri durmuyor güzel Eva." Bakışlarım gözlerinde takılı kaldı. "İşiteceklerinden mi kaçıyorsun?"

Yutkundum. "Farkındasın." Ben hiç konuşmadan onu dinliyorum. "Eğer seni birazcık bile tanıdıysam şeytanın kızı, o kırk tilkinin aynı anda dolaştığı kafanda hepsinin parçalarını birleştirmişsin demektir."

"Ne yapacağımı asla bilemezsin."

"Evet, ama ne düşündüğünü anlarım.” Dedi kendinden emin çıkan sesiyle. Konuşmadım, devam etmesini bekledim.

“Mesele en çok düşündüğün şeylerden birisini sana söyleyeyim mi?" Dedi, gözlerini gözlerimden bir saniye olsun çekmeden. "Toprak'ın neden o inden kaçmadığı?" Her kelimesinde beni daha da şaşırtsa da belli etmemeye çalıştım.

Susmadı.

"Çünkü sende farkındasın Toprak Kırcalı'nın istese oradan çıkıp sana gelebileceğinin, ama o cehennemde kalmaya razı oluyor, çünkü ödemesi gereken bir bedel var." Sert konuşmuyordu, nispet de yapmıyordu, sadece olan bir şeyi söylüyordu. Hatta bunu söylerken bile gözlerindeki ve ses tonundaki acıyı görebiliyordum. Toprak ve Arsal arasındaki bağı hala anlayamıyorum fakat birbirlerini çok iyi tanıdıkları kesindi.

Elbet farkındaydım Toprak'ın oradan çıkabileceğini çünkü benim dayım herhangi birisi değildi. Beni yetiştiren ve olduğum konuma getiren insandı. En çok da beni endişelendiren şey de buydu ya, gerçekten Toprak suçlarının bedelini ödemek için mi çıkmıyordu yoksa yanıma gelemeyecek kadar kötü durumda mıydı?

"Duyacaklarını kaldıramamaktan mı korkuyorsun Efnan?"

"Hayır, gerçeği öğrendikten sonra yapacaklarımdan korkuyorum," bakışlarımı gözlerimden çekmezken iki göğsümün ortasına bastırdım elimi "eğer içimdeki şeytan zincirlerini kırarsa onu nasıl zapt edeceğimden korkuyorum." Zerre korku yoktu oysa.

"Peki daha ne kadar karşımda durup arkamdan iş çevireceksin?" Bu bir soru değildi.

"Senle birlik olmamı mı istiyorsun?" Dedim alayla gülerek.

"Eğer ortağım olup benimle anlaşmaya varırsan istediğin tüm gerçekleri sana veririm Efnan." Çok ciddi görünüyordu. Oldukça hem de.

"Düşmandan dost mu olurmuş?" Güldüm gerçeklikle alakası olmayan bir gülüşle.

"Sen benim dostum değilsin." Dedi setçe.

"Arkadaşın mıyım?"

"Asla olamazsın."

"Kanka?"

"Ne?" Dedi şaşkınca, yüz ifadesi beni neredeyse güldürecekti "Ne saçmalıyorsun kızım?"

"O halde biraderinim çünkü başka bir şey kalmadı!" Dediğimde nefesini sıkıntıyla verdi. Elini çeneme koyduğunda bu ani temasını beklemediğimden yüzüne baka kaldım.

"Sen benim dostum da olamazsın, arkadaşımda." Dedi, sesinde tereddüde yer yoktu. Yüzüne baka kaldım "Neden?" Dedim, sorumla birlikte okyanusları dudaklarıma düştüğünde kalbim yine rotasından şaştı, bu adamla aramızda olan gerginlik sadece nefrete ve öfkeye dayanmıyordu, sikeyim her seferinde nefeslerimiz birbirine girecek kadar nasıl böyle yaklaşabiliyorduk!

"Çünkü insan arkadaşı hakkında böyle şeyler düşünmemeli Eva." Nefesi ateş olup beni yaktı.

Amına koyayım bu adamı öldürecek evreye kadar gelip nasıl böyle dip dibe bitiyorduk!

"Nasıl şeyler?" Derince yutkundu.

"Göstereyim mi?" Dedi dudağının kenarında serseri bir kıvrım peydah olurken. Gözlerim şokla irileşti.

"Sen her seferinde bana yürüyorsun!"

"Sence sadece yürüyor muyum?" Doğru yürümek denmez buna koşuyordu, uçuyordu! Ayrıca inkar da etmiyordu.

"Senin de yerin rahat olmalı ondan uzaklaşmadığına göre?" Köşeli olan jetonumun geç düşüşüyle hemen uzaklaştım.

"Niye uzaklaştım ki biraz daha kalsanız yatağa geçerdiniz." İç sesime dehşetle bakarken

"Hayatta olmaz!" Diye aniden bağırdığımda bana garip garip baktı Arsal.

"Ne olmaz?"

"Şey olmaz."

"Ne?" Yüzüne garip garip baktım. Adama kalkıp iç sesimle tartışıyorum desem bu sefer ne nezaret ne zindan, direkt tımarhaneye yatırırlardı beni.

"Sana ne neyse ne işte ben gidiyorum." Kaçarak mutfağın kapısına hızlı adımlarla ilerlediğimde arkamdan güldüğünü işittim.

"Yolcudur Abbas bağlasan durmaz değil mi Eva?" Nasıl da eğleniyordu adi herif.

Sinir yumağına dönmüş şekilde mutfaktan kendimi attığımda yine bahçeye çıkacaktım ama başıma ne gelse bu iki dakika nefes alayım dediğim yerlerde geldiği için evin içini karıştırmaya başladım.

Artık büyük diye altını çizmek istemiyordum fakat büyüktü amına koyayım. Zenginlik başka bir şeydi.

Aslında yorgunluktan geberiyordum, iki dakika kafamı bir yere yaslasam uyurdum. Kat kat çıkıp evi karıştırma planımı kendi paşa gönlümün reddetmesiyle uyuyacak yatak arama noktasında buldum kendimi. Odaların çoğu kilitli ya da şifreliydi bazıları ise başkasına ait olduğu belli olacak şekilde döşenmişti. Ne biçim insandı bunlar bari bir misafir odası falan olurdu bir evde. Söylenerek tekrardan aşağı indiğimde merdiveni zemin kat ve birinci kata bağlayan alanında duvar yerine cam ile döşenmiş olan yerde dışarıyı izleyen Nar, ı görünce yanına gittim.

Beni gördüğü an kocaman gülümsedi fakat kızarmış olan yanaklarını gizlemeye çalıştığını görünce kaşlarım havalandı.

“Hayırdır yine kim pancara dönderdi seni?” dediğimde somurttu.

“Pancara mı dönmüşüm?” başımı salladığımda çocuk gibi dudağını sarkıttı. Güldüm.

“Akınla nasıl gidiyor?” pat diye sorduğum soruyla dehşetle bana dönüp ağzımı kapadı. Çayır yeşili gözleri birisi görmüş mü diye etrafa bakarken ben zaten bizden başka kimsenin olmadığını biliyordum.

“O nasıl söz öyle Eva, giden bir şey yok.” Sırıttım.

“Henüz yok diyorsun.”

“Öyle bir şey çıkmadı ağzımdan!”

“Yeme beni Nar, adama dibin düşüyor.”

“Söz konusu bile olamaz o benim üstüm.”

“Vallahi Akın'ın bakışlarına bakarsan yakında gerçekten üstünde olacak.” Rahatça söylediğim şeyle Nar renkten renge girdi.

“Prensimizin bakışlarına bakarsan siz çoktan o evreyi geçtiniz sanırım?” altta kalmamak adına kurduğu cümleyi asla takmadım.

“Tabi ki de geçtik, prensin benden hamile duymadın mı?” Dediğim an gelen kırılma sesiyle Nar ile ikimizin bakışları da yukarıya kaydı. Aşağı kata içecek götüren hizmetli ablanın tepsisi yerde gözleri şokla irileşmiş şekilde bizdeydi. Nar'a olan sıcak bakışlarım ona döndüğünde nasıl değişti bilmiyorum fakat kadın yutkundu.

“Efendim elimden kaydı sizi dinlemiyordum, özür dilerim.” Kadın aceleyle yerdeki kırıkları tepsiye doldurup ortadan toz olduğunda Nar kadının arkasından gitmek için hareketlendi. Kolunu tutup durdurdum.

“Onların masum durduğuna bakma birazdan prensin kulağına kadar gidecek.” Korkuyla fısıldadığında sakince omuz silktim.

“Bizi dinlediğini zaten biliyordum.” Şaşkınca bana baktı, bu bakışın ne demek olduğunu biliyordum.

“Merak etme sadece Arsal ve benim ile ilgili kısmı duydu.” Rahatlamış bir nefes verdiğinde güldüm.

“Nasıl başarabiliyorsun?”

“Neyi?”

“Başına gelmiş bu kadar şeye rağmen nasıl böyle dimdik ayaktasın, nasıl canın hiç yanmıyormuş gibi görünüyorsun?” sesindeki hayrete serpilmiş olan hayranlığı işittim.

Dudaklarımda bir gülümseme belirdi, buruktu ama sadece benim hissedebileceğim bir burukluktu.

Nar konuşmayacağımı anlayınca benim gibi gülümseyerek bakışlarını dışarıya çevirdi. Nar ile en büyük ortak özelliğimiz buydu belki.

İkimizde de canı yanan kişinin sorunlarını dinlemek yerine birlikte acılarının sessizliğini dinliyorduk.

Bir süre sessizce güneşlik havanın güzelliğini izlerken gözüme takılan kuş ile bakışlarımın odağı onu buldu.

Bir ağacın dibindeydi. Yanında da bir kedi vardı, kedi sürekli pençesini kaldırıp onu yaralamaya çalışıyor, kuş ise uçup kaçmak yerine ona dinleniyor, tüylerini kabarta kabarta üstüne yürüyüp geri adım atarak pençesinden kurtuluyordu fakat gitmiyordu.

Nar da benim baktığım yöne döndüğünde bakışları kediye odaklandı.

"Neden uçup gitmiyor ki?" Dedi üzgünce "Gidip yardım edelim." Dışarıya çıkmak için gidecekken kolundan tutarak durdurdum onu, bakışlarım hâlâ kuştaydı.

"Elyesa gidiyor." Dediğimde Elyesa kapıdan çıkmış kuş ve kedinin yanına doğru hızlıca yürüyordu.

Kuş hala kediye dinleniyor kaçmıyordu, kedi keskin pençesiyle kuşa vurduğunda Elyesa daha da hızlanarak gidiyordu yanlarına. Kuşun kanadı yara aldı fakat yine uçmadı, ağacın dibindeki otlara daha da yaklaşarak kediyi o küçücük boyu ile savuşturmaya çalıştı.

"Neden uçup kaçmıyor?" Dedi yanımda dikilen Nar.

"Gidemez." Dedim gözlerim hala oradayken.

"Neden ki?"

"Çünkü o bir anne." Nar şaşkın bakışlarını daha da kısarak kuşa baktı. Elyesa kediyi kovalayarak yaralı kuşu almak istedi fakat kuş yine ağacın dibinden ayrılmadı. Elyesa'nın yanına gelen Mavi ona bakarken Elyesa kuşun ona gelmesi için ikna etmeye çalışır gibi tatlılık yapıyordu. Kuş Elyesaya güven duymadı. Hatta acısının verdiği öfkeyle elini gagaladığında Elyesa çığlık atarak geriledi. Bu sefer Mavi hırçın kuşu elleri arasına aldığında kuş yüksek sesle ötmeye başladı. Onun beraberinde ağacın dibindeki otlara saklanmış olan küçük yavrusu çıktığında Elyesa ve Mavi neden böyle yaptığını anlayarak yavruyu da eline aldı.

"O bir anne." Dedi Nar etkilenmiş gibi gözlerini hüzün kaplarken. Bakışları bana döndü.

"Gerçekten böyle bir şey mi annelik?"

"Değil." Dedim gözlerim dışardayken "Sandığından daha da kutsal."

"Canını hiçe sayacak kadar." Çayır yeşili gözleri dolduğunda ona döndü kızıllarım. Nar'ın ağlamasını sevmiyordum. "Kendi canını ona siper edecek kadar, böyle bir duygu mu?"

"Sizi ve dini inançlarınızı bilmiyorum ben Nar. Ben tek tanrıya beni yaratana inanırım, benim dinim de ise cennet annelerin ayakları altındadır der." Nar'ın çocuksu bir merakla beni dinlemesi yüzüme bir tebessüm kondurdu.

"Bebekler neden ağlarmış dünyaya geldiğinde bilir misin?" Dediğimde başını salladı hayır anlamında, konuşmayarak devam etmemi istediğini anlayabiliyordum. "Rivayetlere göre, bir bebek anne karnında meleklerle beraberdir. Melekler ona bakar cennetten nimetler getirir, Rabbini ve ruhların geldiği yeri fısıldarmış. Ancak bebeğin dünyaya gelme vakti yaklaştığında, Tanrı şöyle buyurur:
"Onu artık dünyaya gönderin." Bunu duyan bebek ağlamaya başlar ve yanındaki meleğe şöyle der "Tanrının Meleği! Ben sizinle mutluyum, beni neden oraya gönderiyorsunuz?" Melek ise ona şu cevabı verir: "Ey sabi ruh, orada seni yeni bir hayat bekliyor. Tanrı seni oraya bir imtihan için gönderecek, eğer sabırlı ve münezzeh içinde olursan tekrardan cennete döneceksin." Bebek bu cevabı alınca daha da çok ağlamaya başlamış." Ben anlatırken Nar soluksuz şekilde beni dinliyordu. Devam ettim.

"Ama ben orada ne yapacağım bilmiyorum. Korunmaya muhtacım, beni kim koruyacak?" Dediğinde Tanrı şöyle buyurur: "Sana öyle bir melek yarattım ki ona Anne denir. O seni koruyacak, canı gibi sakınıp sana sevgisini verecek, sana fedakarlıklar yapacak, canını canı sayacak." Bebek bunları duyunca her ne kadar sakinleşse de ayrılık yüzünden ağlarmış. Çünkü anne karnını Tanrı ona cennet kılmış." Nar'ın bana bakan dolu dolu gözlerinden bir damla yaş süzüldü.

"Bu kadar kutsal demek." Dedi, sesinde bir hüzün vardı fakat nedendi anlayamamıştım. Nar'a cevap vereceğim esnada araya atlayan hayvana şaşırmadım.

"Kız şam şeytanı, mutfağa geç de zıkkımlan çıkacakmışız birazdan." Hayvan az kalırdı.

"Nereye çıkıyormuşuz?" Memnuniyetsizce baktı.

"Çok soru sorma zıkkımlan Arsal mutfağa gitsin Dedi, o da çıktı zaten." Ne ara çıkmıştı?

Maviye sövüştürerek mutfağa girdiğimde yemek masasının üstüne donatılan yemekleri görümce şaşkınca baktım. Bunları o mu yapmıştı? Hem de bu kadar kısa sürede. Mümkün değildi.

Üç çeşit yemek olan masaya baktığımda yemeğin birisi sebzeli diğeri etli diğeri ise hem etli hem sebzeliydi. Birkaç çeşit salata ve içecek vardı. Masanın ortasında beyaz bir gül ve onun yanında ise not vardı. Şaşkınca notu elime aldığımda üstünde onun el yazısıyla yazanları okudum.

"Yemeğini ye Eva..." Bakışlarım gülü bulduğunda elime aldım. Bu adam benim beyaz gülleri sevdiğimi nereden biliyordu?

Zihnimde geçen soruyla birlikte kağıdın en altında kendi kendine yanarak yazılmaya başlayan yazılar önce ellerim arasında alevlendi sonra okunur hale geldi.

"Seninle ilgili bildiklerimi belki de sen bile biliyorsundur şeytanın kızı."

Bakışlarım kağıda takılı kaldığında artık ne düşüneceğim şaşırmıştım. Derince yutkunarak beyaz güle baktığımda taç yapraklarına sıçramış gibi duran kırmızı lekelerle elimde olmadan tebessüm ettim. Çiçekle bitkiyle pek aram yoktu fakat beyaz güller istisnaydı benim için ve bu adam bunu nasıl öğrenmişti?

Yemeğimi yedikten sonra tekrardan salona döndüm, Arsal gerçek anlamda bir hamarattı. Yemekler çok güzeldi.

Mavi beş dakikada yemeğini yiyip geleceksin dışarıda seni bekliyorum çabuk ol demişti, normalde çabuk yiyip gelmeyi düşünüyordum fakat o öyle dedi diye bir saat boyunca yemek yemiştim.

Dışarıya çıktığımda öfkeden kızarmış bir suratla beni bekliyor olduğunu görünce keyfim yerine geldi.

"Ağaç oldum ağaç!"

"Meyven nerede hani?" Dalga geçmeme daha da kızardı.

"Elinin köründe! Geç de gidelim geç kalacağız yönetime." Boş boş baktım suratına.

"Yönetim nere be?"

"Gidince görürsün."

Yarım saat sonra...

Ciddi anlamda okul ile ne alıp veremediğimi bende bilmiyordum. Hayatım boyunca okulu sevmeyen bir öğrenci olarak üniversite hayali kurmam tabi ki de tam benlik bir hareketti. Okulu sevmememe rağmen derslerim her zaman yüksekti. Derslerimin yüksek olması hocalarla münakaşaya girip disiplinlik olmadığım anlamına gelmiyordu. Gayet de dersime de çalışıyordum, disipline de gidiyordum paşa paşa. Uyarıydı, kınamaydı, uzaklaştırmaydı ne var ne yok sicilim maşallah Ergenekon destanı gibiydi.

Üniversite de zordu fakat emir vakiye kıl olduğum kadar hiçbir şeye kıl olmazdım.

İyi kötü. Atıldım atılacağım derken şükür liseyi bitirip en nefret ettiğim şey olan emri vaki olayından kurtulup aramdaki bütün bağları kesmenin mutluluğunu yaşıyordum ki bu geldiğim lanet olası ülkede de okula düştüm. Yeter yeter yeter.

Saray yönetimi ve ülke politikası diye ders mi olur amına koyayım. Ben matematik, edebiyat ikilisinden bıkmıştım. Şimdi diyorsunuz milletin dersi seni mi gerdi diye ama milletin dersinde okulunda benim ne işim vardı neeee!!

Tabi ki de şerefsizler kurulu başkanı Arsal Karahan yüzünden. Aramızda geçen son konuşmadan sonra böyle bir piçlik yapması zaten beklendikti. O yemekleri boşuna yapmamış pezevenk! Ben biliyordum ama bu işte bir bokluk olduğunu...

Kafamı sıraya koyup uykuya dalacağım sırada kolumu delecek şekilde dürttü salak Mavi. Tamam okulu sevmezdim ama o sıranın üzerinde uyunan uyku... işte onu hiçbir uyku ile değişmezdim...

"Kızım kalksana uyumaya mı geldin buraya." Dedi kısık sesle.

"Sarı defol git başımdan." Dedim başım kolumun üstünde olduğu için sesim boğuk çıkmıştı. Beni dinlemeyip kalemi hala kemiğime dayanacak şekilde dürten mavi "Eva şu kalemi kafana geçirmeden kafanı sıradan kaldır. Bay Kayha şimdi bize saracak." Bay kayha'da ülke politikası dersi öğretmenimizdi...

Güya burada her şehirden gelen zeki ve yetenekli kişiler geleceğin en iyi ülke ve halkı yönetebilmeleri için eğitiliyorlarmış mış mış.

Amına koyayım padişahlık var gelmiş burada bana demokrasi yapıyorlardı! Siz gidin önce tahtı kaldırın Payitaht gibi oturuyor orada kral.

"Mavi o kalemi münasip bir yerlerine yerleştirmemi istemiyorsan, de-fol." Dedim hala kafamı kaldırmazken.

"Sen niye bura geldiysen? Arsal da seni başıma bela etti. Elyesa ya da akının yanına niye gitmiyorsun?" Söylenmesiyle bıkkınlıkla kafamı kaldırdım.

"Bende aynısını sorguluyorum sarı biliyor musun. Ben niye bu yere geldim, niye bu okuldayım, niye bu salak sarıyla aynı sıradayım ama bak cevaplar bende yok git pek sevgili lorduna sor. Benim beynimi sikmekten vazgeç." Ben niye bu aptalla aynı ortamda nefes alıyordum ki?

"Eva sesini keste ne yaparsan yap. Mümkünse cümle kurarken kelimelerine sansür ekle." Baygın bir bakış attım.

"Mavi. Bir çakarım sırayla bütünleşirsin sabrımı sınama benim. Ayrıca ülkenin en iyi hekimiyim diye ortalıkta yırtınıyordun daha okulunu bile bitirememişsin körpe."

"Hiçbir şey bilmiyorsun!"

"Ne kadar umurumda sence?" Kaygısız sesime sinirle cevap verecekken:

"Siz ikiniz." Bu iki kelimeden hayatım boyunca nefret ettiğimi söylemiş miydim?

"Biz mi efendim." Dedi Mavi büyük bir saygıyla. Aman yesinler ahlak pıtırcığı seni.

Az önce demediğini bırakmamıştı bana!

"İki saattir ben burada ders anlatırken sizden başka konuşan var mı Mavi? O kadar önemli ne var yani benim anlattığımdan daha önemli bizimle de paylaşır mısınız." Yine klasik hoca cümlelerinden bir alıntı. Ya zaten size anlatacak olsak kendi aramızda niye konuşalım

"Yine zekanın beyninden taştığı bir andayız."

"Özür dileriz bay kayha devam edin lütfen." Dedi Mavi. Öğretmenimiz yememiş olacak ki tek kaşı havalandı, bir bana bir Maviye baktı. Bakışları bende durdu. Şimdi sıçtık. Bu bakışları biliyordum.

"Sen kızıl saçlı kız. Adın neydi."

"Hay senin gelmişini geçmişiniz si-" Mavi kalemi bacağıma batırınca küfürüm yarıda kaldı.

"Duyamadım. Ayağa kalk ve konuş." Etraftaki kalabalıkta bana bakarken ayağa kalktım.

"Eva." Dedim sadece.

"Ülke ve ekonomisini hakkında; halk ve devlet adamının arasındaki en önemli husus nedir?" Baygın baygın baktım. Ben ne bileyim halk ile padişahınızın arasındaki ilişkiyi. Bide devlet adamı diyor sanki bana cumhuriyetle yönetiliyor milleti. Benim memleketim mi bana ne.

"İlk defa dersinize girdim. Cevabını bilmiyorum." Dedim dürüstçe. Ama illa ki bana takti ya tahtadan soru açarak elindeki uzun çubukla gösterdi.

"Halk arasında çıkan kargaşayı önlemek için nelere baş vurursun? Bunun için derse girmene gerek yok fikir üretmelisin." Bana bakan meraklı gözler ve cevap bekleyen hocaya göz devirmek istedim. Bu kadar adamın içinde beni seçmiş olamazsın.

"Kargaşa çıkaranların hepsinin boynunu vurdururum ve sorun ortadan kalkar." Mantıklı cevabıma sınıftakiler gülerken hocanın kaşları çatıldı.

"Her sorun çıkartanı öldürürsen bu senin ülke yönetebileceğin değil cani olduğun anlamına gelir." Abartıyla göz devirdim.

"Kusura bakmayın da bana ne milletin ülkesinden, devletinden, sorunundan, ben kendi sorunlarıma çare buldum da sizin devletiniz kaldı." Gülme sesleri yükselirken hocanın kaşları daha da çatıldı.

"Sana ilimin kapısını açan okulun yolunu sikeyim Eva." Dedi mavi kısık bir sesle.

"Bende sizin okulunuzun mantık çerçevesini sikeyim Mavi." Dedim zoraki gülümsememle.

"Çık dışarı saygısız." Diye bağırınca, canıma minnet hemen ayaklanıp kapıya yöneldim.

"Dediği laflara bak terbiyesiz. Bu dersten kaldığında görürüm ben seni." Hala söylenen hocamızın sesine kapıyı kapatıp kendimi dışarıya atarak kurtardım.

Allahım çok şükür allahım bismillah...

Mutlu mesut koridordan geçip merdivenlerden indim.

Bahçeye çıkıp ciğerlerimi temiz havayla doldurdum. Gölge olan bir Bankın yanına gidip oturdum. Bu arada hala hocaya sayıştırmaya devam ediyordum.
"Terbiyesizmiş terbiyesiz senin babandır orangutan suratlı meymenetsiz. "Bo dorstön koldoğonda görorom bon senö." Beyinsiz salak bana ne sizin derslerinizden devletinizin dertlerinden. Kendi derdimden götümü kurtaramamışım adamın dediğine bak! Aklına-" küfür zincirlememi yarıda bırakmamın sebebi yanıma oturan kişi olmuştu. Yüzümü ona çevirip ters ters baksam da üzerinde salaş koyu yeşil gömlekle beyaz pantolonlu, kumral saçlı kişi bana bakmayıp karşıya bakıyordu.

"Oturabilirsin tabi ki." Dedim sevimsizce.

"İzin aldığımı hatırlamıyorum." Kendini beğenmiş.

"Bende onu diyorum keşke bir sorma zahmetine girseydin."

"Niye öyle bişey yapayım?" Dakka bir gol bir, bende neden 2 dakikadır anormal biriyle karşılaşıp olay çıkarmadım diyordum.

Benim belaya gitmeme gerek yok bela ayaklanıp bana geliyordu zaten.

"Nezaket kurallarını bu yaştan sonra sana öğretecek değilim." Dedim ters ters. Bana sanki uzaylıymışım gibi baktı

"Senin sorunun ne? Hem yanına oturduğuma sevinmelisin bence." Küstahlığı arşa kadar çıkacaktı.

"O nedenmiş?" Alayla baktı yüzüme.

"Bir saattir deli gibi kendi kendine konuştuğun için olabilir mi güzelim. Biri seni kaçık sanmasın diye yanına oturdum. Teşekkür etmelisin bence." Kan yavaş yavaş beynime hücum ederken.

"O kadar iyisin ki, sağ ol. Seni ilgilendirmez beni deli ya da kaçık sanmaları!" Yükselişime karşılık boş gözlerle bana bakarken yine o can alıcı cümleyi kurdu "Sen o kızsın." Gerçekten biri bana artık şu cümleyi kurunca kendimi uçurumdan atmak istiyorum. He o kızım o, o, o

"Sende mi hayranlarımdansın yoksa?" Şaka maka ülkede ünlü oldum lan. Gören görmeyen herkes beni konuşuyor. Uğraşsam bu kadar popüler olmazdım anasını satayım.

"Diyelim öyleyim; benimle tanışır mısın o zaman?" Sesinde ki bariz alay sabrımı daha da zorluyordu.

"Tabi ki ne demek, resmim falan varsa ver ben hemen üzerine imzamı atayım." Dedim sahte heyecanımla. Bana boş boş bakarken güldü, ciddi ciddi güldü.

"Sanırım sinirlisin biraz." Biraz kelimesi devede kulak kadar küçük olsa da evet sinirliydim şu an. Farkına varman ne güzel.

"Cidden artık belaya kendim bulaşmamaya karar verdim." Dedim yerimden ayaklanırken, artık Arsal'ın dedikleri de umurumda değildi gerçekten mıknatıs gibi bela çekmem normal değildi.

"Nereye gidiyorsun?" Dedi gitmek üzere olan beni kolumu tutarak durdururken.

"Yok kardeşim yok. Ben bir sürgünü daha kaldıramam, hele bir yaralıyı daha asla, sen var git yoluna beni de zora sokma kendini de." Dedim en dramatize şekilde.

"Şurada konuşuyoruz sadece. Ne olabilir ki?” Ah ben bilsem ne olacağını işte tam o noktada kendime güvenmiyorum.

"Konuşmak istesem konuşurdum. Bırak kolumu." Dedim en sonunda şu saçma dizi repliğini de söylerken.

"Hey sakin. Sadece tanışmak istedim, kasa bu kadar." Başımı eğip kendimi süzdüm.

"Senden ala kasıntı mı var be burada, deli mi ne." Kolumu bırakarak ayağa kalktı. Uzundu fakat Arsal kadar değildi, ayrıca niye onunla karşılaştırmıştım hiçbir fikrim yok.

"Bediz ben, Bediz Çava." Elini bana uzattığında bir eline bir yüzüne boş bir bakış attım. Elini sıkmayacağımı anladığında gülerek indirdi elini.

"Bana nezaket kuralı öğretecek olan kıza bakın. O nezaket kurallarında sana elini uzatan birisinin elini havada bırakmaman gerektiği yazmıyor mu?"

"Tanışmak istemediğin birisinin elini zorla sıkmak zorunda olduğun hiçbir yerde yazmıyor." Güldü.

"Dedikleri kadar varmışsın Eva Efnan." Göz devirdim. Ona cevap vermeden arkamı dönüp gidecektim ki gelen sesle durdum. O yöne odaklandığımda duyduğum adam sesini tanımıyordum fakat söylediği şarkıyı biliyordum

"İçinde bir kız gezer oy nenen ölsün, sarı gelin aman, Sarı gelin aman, sarı gelin aman suna yarim."

"Bu ses nereden geliyor?" Kendi kendime mırıldanırken yanımdaki bediz adındaki adam konuştu "İlerideki duvar dibinden geliyordur, Deli Efgandan."

"Deli Efgan mı?" Mırıldanarak dediği yöne hızlı adımlarla ilerlediğimde o da peşimden geliyordu. Yönetimin geniş bahçesi insanların oturabilip aktivite yapacağı şekilde tasarlanmıştı. Birkaç aletin, kamelyanın ve adının ne olduğu Bike bilmediğim şeylerin yanından geçerek sesin geldiği yeri bulmaya çalıştım.

"Elinde divit kalem, leylim aman aman
Leylim aman aman, leylim aman aman suna yarim"

Hızlı ve aceleci tavırlarımın sebebini bilmiyordum fakat sesin geldiği yeri bulduğumda olduğum yerde durmak zorunda kaldım. Arkamdan gelen bediz de durdu. Bakışlarım ağacın dibine çökmüş olan adamı bulduğunda gözlerimi ondan ayıramıyordum.


"Katlime ferman yazar ay nenen ölsün, sarı gelin aman Sarı gelin aman, sarı gelin aman suna yarim."

Bu bizim türkümüzdü. Sarı gelin...

Peki bu adam nereden biliyordu.
Duvara yaslanmış olan adamın saçı sakalı birbirine girmişti, yola gören birisi yolsuz izsiz birisi derdi fakat ben öyle göremiyordum. Üstündeki kırışmış gömleği ve dizleri yırtılmış pantolonuyla ben burada ne bir izsiz ne de bir yolsuz görüyordum.

Ben burada mahvolmuş bir adam görüyordum. Ellerinin arasındaki sarı elbiseyi bağrına bastırmış yanık sesiyle hem şarkı söylüyor hem de ne renk olduğunu göremediğim gözlerinden bir bir yaşlar süzülüyordu. Hem ağlıyor hem söylüyor hem de elindeki elbiseyi kalbine bastırıyordu.

"Seni vermem ellere, leylim aman aman Leylim aman aman, leylim aman aman suna yarim
Niceki bu canımsa ay nenen ölsün, sarı gelin aman
Sarı gelin aman, sarı gelin aman suna yarim."

Adam şarkıyı söylemeye devam ederken içime çöken o derin hüznün sebebini anlayamadım. Kalbim burkulurken tanımadığım bir adam için neden bu kadar üzüldüğümü düşündüm.

"Kim o?"

"Dedim ya deli Efgan, böyle ortalıkta dolaşan dolaşa bu şarkıyı söyler söyler ağlar, ağlamaktan gözlerinin kör olduğunu söylerler." Dediğinde kalbime bir iğne battı. Neler oluyordu?

"Neden?" Sanki zorla konuşuyordum.

"Tam bilmiyorum ki bunun bir zamanlar sevdiği bir kız varmış ölmüş sanırım, yani var mı yok mu bilmiyoruz bile. Ne o kızı gören olmuş ne de adını duyan, sadece sarı gelin deyip deyip ağlar durur." Bakışlarımı adamdan ayıramazken adam türküyü söylemeye devam ediyordu.

Her söyleyişinde sanki o günü yaşıyormuş gibi gözünden yaşlar sicim gibi akıyordu. Kalbime kaplanan huzursuzlukla kıpırdandım. Adamın yanına gidecekken Bediz kolumu tuttu.

"Yaklaşma ona, daha önce ona yardım etmek isteyen birkaç kişiye zarar vermiş. Sana da zarar verir." Kolumu tutan eline baktım.

"Eğer o elim biraz daha kolumun üstünde durursa asıl zararı kim kime verir görürsün." Homurdanarak elini çektiğinde adamın olduğu tarafa döndüm fakat gitmişti. Nereye gitti diye gözlerim onu ararken arkadan gelen sesle artık saçımı başımı yolmak istiyordum.

"Senin yapacağın işi içine sıçayım!" Mavi'nin öfkeli sesiyle sabır çektim

"Ne yaptım amına koyayım!" Diye çıkıştığımda ettiğim küfürle Mavi hiç şaşırmazken Bediz hayretle baktı bana.

"Oğlum ülkenin ileri gelen hocalarından, profesörlerinden biriydi o."

"Oğluna başlatma sarı, bitti mi ödevin." Dediğimde sinirden kızardı.

"Ödev yapmıyorum ben!"

"Beslenme saatin geldi öyleyse?"

"Beslenme diye öğün öğün öğütürüm seni şeytan karı!" Yanımızdaki Bediz bize hayretle bakarken arkadan nefes nefese koşan Nar'ın elinde bir kutu vardı.

"Hekimim yemeğinizi getirdim." Dediğinde ben kahkaha atarken Mavi sinirden kıpkırmızı olmuştu. Gazap dolu bakışlarını Nar'a çevirdiğinde Nar korkuyla yerinde kaldı.

"O kutuyu kafanda parçalamamı istemiyorsan geldiğin yolu geri gidersin asistan." Nar korkuyla geri gidecekken seslendim.

"Boş ver sen bu sarı çıyanı Nar'ım getir ben yerim." Mavi şoka baktı bana

"Evde bir orduya yetecek yemeği yemedin mi lan sen?"

"Sana ne be, lokmamda gözün mü var!" Biz birbirimize girmişken arada kalan Bediz ve Nar bize baka kalmıştı. Mavi öfkeyle cevap verecekken yanımdaki Bedizi gördüğünde boğazını temizleyerek kendisine çeki düzen verdi.

"Prens Bediz." Dedi saygıyla, şokla baktım yanımdaki herife. Bu da mı prensti anasını satayım.

Tüm prensler bizim peşimizde, hıhh.” Havalı havalı saçını savuran bir iç ses besliyordum içerimde.

"Mavi hekimim." Dedi Bediz de gülümseyerek. Birbirlerine yaklaşarak erkeklere özgü bir selamlaşma ile sarıldılar. Birbirlerini tanıyorlardı.

"Kusura bakma Bediz, şu şeytan yüzünden fark edemedim seni." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Sorun yok. Bende tam da o şeytanla tanışmaya çalışıyordum." Dediğinde ikisine de öfkeyle şeytan olmadığımı söyleyecektim ki benin yerime söyleyen kişiyle bocaladım.

"Onun adı Eva, Bediz. Mavi, sen veya da herhangi biri bir kez daha ona şeytan diyecek olursa sonuçlarına katlanmaya hazırlasın kendini." Arsal'ın buz gibi sesi ortama bomba gibi düştüğünde Bediz bu haline alışkınmış gibi güldü.

"Sakin ol Karahan. Şeytanına dokunmadık." Dedi yılışık bir tavırla.

"Dokunamazsın da." Bu adam şimdi durduk yere niye böyle sinirlendi ki?

Gazap dolu bakışları beni bulduğunda umursamazca omuz silkerek yanına yürüdüm. Karşısında durduğumda bakışları hala Bedizin üstündeydi.

"Merak etme Karahan, yemezler beni." Dedim sakince "Hem adamın midesine otururum ben." Dediğimde bakışları bana döndü, az önceki öfkesi kırılırken bana olan bakışları yumuşar gibi oldu.

"Sen bir kaçıksın."

"Sen de benden aşağı sayılmazsın kralın oğlu, ama beni bu kadar kıskanma derim sana. Ben sana birkaç beden büyük gelirim." Sözlerimle alayla güldü.

"Seni kıskandığımı sana düşündüren nedir?" Kirpiklerimi süzerek aşağıdan yukarı ona baktığımda bakışları dumura uğradı. "Bilmem." Dedim oyunbazca "Ben öyle sandım herhalde." Bakışlarım bizden birkaç metre uzaktaki Bediz'i bulduğunda sinsilikle kısıldı "Bediz senin şu tanışma işini istersem tekrardan gözden geçire-" Elini hızla ağzıma kapattığında neredeyse kahkaha atacaktım.

"Yapma." Elini ağzımdan çekerek sırıttım.

"Hiçbir şey yapmadım ben kralın oğlu." Alttan alta ona bakarken gözlerim kısıldı "Henüz."

"Bana böyle bakmaya devam edersen ben yapmayacağıma söz veremem." Dediğinde sesi boğuklaştı. Hafifçe yukarıya büküldü dudağımın köşesi.

"Ne yaparsın?"

"Göstereyim mi?" Sen fena isen ben senden daha beterim demek oluyordu bu.

"Konferans beş dakikaya başlayacak Efendim." Arkadan gelen Akın'ın sesinin yanı sıra tanımadığım bir ses daha aynı şeyi söyleyerek yükseldi.

"Konferans başlamak üzere efendim Bediz." Akın'ın yanındaki adama bakarken bakışlarım Bediz'i buldu.

"O da senin mi yaverin," Başını salladı Bediz. Diğerleri Akın ve yanındaki adamın yanına yürümeye başladığında Arsal eliyle bana yol verdi. Eline boş boş baktım.

"Ne?"

"Centilmenlik yapıyorum."

"Ne zamandan beri?"

"Keyfim istediğinden beri." Bu adam gerçek anlamda insanı delirtirdi.

"Hay senin keyfinin ızdırabına." Söylenerek verdiği yoldan yürümeye başladığımda arkamdan geliyordu.

"Benim sizin konferansınızda ne işim var ki?"

"Gelen kişi önemli bir yönetim kurulu başkanı." Dedi Arsal yanımda yürürken.

"Yani?"

"Yani si orada rahat duracak olay çıkartmayacaksın, merak etme çok sürmez. Sonrasında işimiz var zaten."

"Ne işim olur be benim seninle." Güldü.

"Yürü Efnan, çenen değil ayağın çalışsın." Somurtarak yürümeye başladığımda yönetime girdik. Vardığımız yer aşağıdan yukarıya kadar yükselen koltuklarla dolu olan geniş bir alandı. İki tarafa ayrılan koltuk gruplarına bakarken Arsal'ın bakışları beni buldu.

"Eva sen bizimle geleceksin şu tarafta oturmalıyız." Dedi Nar.

"Sebep?"

"O tarafta ülkenin ileri gelenleri oturur çünkü." Dedi Akın. Bakışlarım Arsal'ı buldu. "Ülkenin ileri geleni, hadi git makamına." Dediğimde sabır çekti.

"Sende geliyorsun benimle, boş yere alay etme."

"Ben ülkenin ileri geleni miyim?"

"Yok geri gidenisin." Kaşlarım çatıldı.

"Hepinizi açık ara sollarım!" Arsal'ın bakışları keyifle ışıldadı.

"Önüme düş küçük şeytan, hadi." Ona ters bakışlar atarak yürümeye başladığımda arkada bıraktığımız insanların şokla bize baktığına emindim.

Dev konferans salonunda beraber yürürken gelen fısıltılar çok net duyuyordum. Çoğu kadınlara aitti ve utanmasalar inleyeceklerdi!

"Şu adamın yakışıklılığı beni öldürecek." Diyordu kadının birisi, istemsizce kaşlarım çatıldı.

"Baş döndürücü."

"Onunla tek bir gece geçirmek için nelerimi vermezdim ki." Birkaç kişinin daha iç çekişini duyunca daha da çatıldı kaşlarım.

"Yürüyüşü bile insana korku salıyor, aklımı başımdan alıyor."

"Ah ah."

Yok anasının gözü!

Bir anda durduğumda yanımdaki Arsal da durmak zorunda kaldı.

"Sorun ne?" Dedi sanki hiçbir şey olmamış gibi.

"Birazdan kadının birisi lap diye kucağına atlarsa şaşırmam." Neden öfkelenmiştim bilmiyorum fakat önümü dönerek tekrardan hızlı hızlı yürümeye başladığımda gelen fısıltılar devam ediyordu. Yuh artık!

"Neler oluyor?" Dedi ama ona bakmadan yürümeye devam ettim. Bende bilmiyordum neler olduğunu. İkiye ayrılan konferansın onlar için ayrılan tarafına geçtiğinizde rahat koltuklara yan yana oturduk.

Etrafa ters ters bakarken kulağımın dibinde hissettiğim nefesle tüylerim diken diken oldu.

"Beni bu kadar kıskanma derim küçük şeytan." Adi misillemeci! Benim lafımı bana satıyordu. Ona dönsem burun buruna belki de dudak dudağa gelebilirdik. Ruh hastası herif bunu umursamazdı fakat ben göze alamazdım.

"Seni kıskandığımı falan yok hariçten gazel okuma bana." Sessiz bir homurtu çıkartarak güldü.

"Yerinde olmak için çıldıran kadınlar var." Başımı geri çekerek ona döndüm. Yalan söylemediği açıktı.

"Yerimden haberleri olmadığı içindir." Dedim ters ters " Ayrıca dağları yerinden edecek egondan görebilir misin bilmem ama etrafına bakarsan yanımda olmak için çıldıran adamları da görürsün." Bana bakan gözlerin elbet farkındaydı. Kapıdan içeriye girdiğimden beri aç kurtlar misali ağızlarının salyası akaraktan bakıyorlardı. Sandıkları gibi bir kuzu değildim oysa.

Dişlerini sıktığında çenesi seğirdi. Zaferle sırttım, ta ki yüksek sesle tüm zevkimi yüzüme gözüme bulaştırana kadar.

"Tek bir kişinin bile gözü bir kere daha buraya kayarsa bir daha görecek gözleri olmaz!" Kızıl gözlerim şokla irileşirken Arsal rahatça arkasına yaslandı. Ben hayretle ona bakarken o umursamazca oturuyordu. Tüm gözler aynı anda üstümden çekildiğinde daha da hayrete düştüm. Burada olan tek Prens o değildi fakat tek sözüyle herkesi sıraya dizecek güçteydi. Nasıl olabilirdi bu? Kimse sesini çıkartamazken içeriye yönetim kurulu başkanı girdi.

Ne kadar sürdü bilmiyorum fakat bir türlü odaklanıp adamı dinleyemiyordum. Aslında mantıklı şeylerden bahsediyordu fakat kahrolasıca beynim bugünün yarınını ne yapacağı konusunda inatla düşünmek istediği için odağımı adamdan çekmiştim.

Beynimde dönen fikirler, bana sürekli bir şeyler fısıldayan şeytanımı bastırmak oldukça güçtü.

Olacaklar ve yapacaklarımın hesabı birbirine girmiş, düşüncelerim ve hislerim birbirine savaş açmış durumdaydı.

Rol yap dedi derinlerimdeki beni yöneten ses, her seferinde onun emirine kurban gidiyordum fakat beni ben yapan da oymuş gibi geliyordu bazen.

Rol yap diye fısıldadı inatla, sanki yaptığım farklı bir şeymiş gibi. Yüzüme öyle çok maske geçirmiştim ki rol yapmak uğruna ne kadar çıkartsam da gerçek yüzüme ulaşamıyordum artık.

Kendi maskelerimin içinde kaybolmuş düşüncelerimde boğulmuştum.

Zihnimin bir köşesi kitaplık gibi a dan z ye diziliyken diğer tarafı karman çormandı.

Düşüncelerim dağılsın diye Maviden yürüttüğüm kırmızı fosforlu kalemi alıp cebime sıkıştırdığım peçeteyi boyamaya başladım. Hoca hala konuşuyor fakat dinlemiyordum. Anlaması çok güçtü. Madem krallıkla yönetiliyorlardı neden bağımsız gibi davranıyorlardı, taht oyunları vardı fakat kurulları da vardı. Neydi bunların olayı?

"Aşkı çiz bana Çeya." Diyen hocanın sesiyle konferansın diğer tarafında oturan bir kız kalktığında herkesin gözleri ona döndü. Kız anlattı çizdi, o oturdu başkası kalktı anlattılar çizdiler. Bu bir süre devam etti.

Kimisine göre aşk bir insanı diğer insana ölümüne bağlayan bağ imiş kimisine göre illaki bir insana değil başka duygulara, bir nesneye de duyulabilirmiş.

Çıkan çocuğun birisi hocanın ona sunduğu tahta ve kalemi kullanmaya başladı. Benim anlamadığım hepsi aynı şeyin üstüne yapıyordu çizimleri fakat sıra diğerine geldiğinde diğer kişinin çizdiği resim ortadan kayboluyordu. Kafam başka yerde de olsa iki saattir kimse o tuvaldeki şeyleri silmeden nasıl silindiğini düşünüyordum.

"Alışamadın gitti Eva şu ülkenin şartlarına."

Yirmi ikilerinde olduğunu düşündüğüm çocuk çizdiği tuvali çevirdi. Tuvalin üstünde tüm detaylarıyla çizilmiş muhteşem bir kılıç vardı. Ve bunu sadece altı dakikada çizmişti. O kadar iyiydi ki tüm dikkatimi oraya verdim.

"Benim için aşk insanı insana bağlayan bir duygu değil. Aşk karşılıklı bir duygu değil benim gözümde. Tek taraflı aşklar da vardır be benim karşılık beklemediğim tek aşk işte bu." Alkış sesleriyle birlikte yerine oturdu ve bu sefer bir kız kalktı.

"Merhaba Atay bey." Dedi kız, sesinde neden bilmem ama bir ego ağırlığı vardı.

"Merhaba Pera, Sana birkaç kalem ve tek bir sayfa versem bana aşkı çizebilir misin?" Dediğinde kız hülyalı gözlerle bizim olduğumuz tarafa baktı. Ne bizim tarafa bakması direkt yanımdaki Arsal'a bakıyordu.

"Atay Bey, benim için aşk denize benzer, büyük, Mavi ve ferah. Verdiğiniz o küçük sayfa benim aşkımı çizmeye yetmez. Ben denizin maviliklerine tutuldum." İnşallah oradan buraya Arsal'ın ağzına düşmezdi.

Denizin maviliğiymiş!

"Aşk öyle bir duygu ki, karşıdaki kişinin kim olduğunu unutup tutulursun, bakışları, sesi, duruşu. Bir çift denizi... ahh ahh onun için tuttuğum kırmızı mendiller bilse belki o da sever." Resmen kalabalığa oynuyor ilanı aşk ediyordu. Bakışlarıyla alenen Arsal'ı süzen kıza neden ayar oldum hiçbir fikri yoktu.

Ayrıca mendil falan da ne oluyordu kaçıncı yüz yıldan kalmaydı bunlar.

"Katibinin sefresi uzun, eteği de çamur muydu?" Dediğimde kız bana anlamayan gözlerle baktı.

"Anlamadım?" Göz devirdim, bakışlarım yanımdaki Arsal'a döndüğünde ne yapıyorsun der gibi bakıyordu.

“Mendilin içine de lokum doldurmuş muydu?” kaşları çatıldı. Alay ettiğimi anlamıyordu.

“Ne dediğini anlamadığımın farkında mısın?”

"Katip benim ben katibin, el ne karışır?" Dediğimde yanımdaki adam dona kalmış şekilde bana baktığında neredeyse kahkaha atacaktım. Bunu bir tek onun duyacağı şekilde söylemiştim.

Kız tekrardan "Anlayamadım dediğini." Dediğinizi de yok dediğini sanki kırk yıllık askerlik arkadaşıyım.

"Diyorum ki mendili ataydın ya önünden geçerken yanına, bakardı belki." Bunu tamamen alayla söylüyordum fakat karşımdaki kız salak olmalıydı ki ciddiye aldı. "Üstüne basıp geçti fark etmedi ki."

Biz kadınlar ciddi anlamda bazen çok salak olabiliyorduk.

Ayrıca Arsal da harbi hayvanmış insan almıyorsa bari üstüne basmaz. Hesap soran bakışlarım ona döndüğünde umursamazca omuz silkti.

"Görmemişim."

"Tabi görmemişsindir, oğlum sen aşktan ne anlarsın ki?" Kendim sanki çok bok anlıyormuş gibi söylemem peki.

Maksat laf sokmak.

"Bize aşkı sen çizmek ister misin Eva?" Hocanın sesiyle tüm salonun bakışları bana döndüğünde Arsal'ın gözleri şeytanice kısıldı.

"Sen ne anlıyormuşsun görelim bakalım şeytanın kızı." En umursamaz halimle elimdeki karalamış olduğum kırmızı peçeteyi sallayarak aşağı doğru inen koltukların arasındaki merdivenlerden geçerken bizden üç koltuk aşağıda oturan Mavinin önüne attım kırmızı peçeteyi mendilmiş gibi.

Herkes hayretle bana ve Maviye bakarken arkamı dahi dönmedim fakat Mavi peçeteyi açtığı anda Elyesa'nın salonu inleten kahkahası ve Mavi'nin küfürler edişi beni de kıkırdattı

Orta parmak çizdiğim mendile pardon peçeteye bakarken Mavi'nin yüz halini görmek istesem de arkamı dönmedim.

"İcra edeceğin sanatı sikeyim." Mevi'nin homurtusunu umarım bir tek ben duymuşumdur. Salına salına sanki hiçbir şey yapmamışım gibi hocanın yanına geldiğimde herkes bana şaşkınca bakıyordu. Oldu bitti rahat bir insandım
Utanma denen illetle çok bir alakam olmadığı için umursamazca omuz silktim. Olmadık yerlerde çıka geliyordu pezevenk.

"Merhana bayan Kırcalı-" Hocanın sesini sakince böldüm.

"Eva."

"Peki küçük hanım. Buyurun çizim size göre aşk neymiş."

"Katibime kolalı gömlek çizsem yetmez mi?" Dediğimde bana anlamaz gözlerle bakan adama tüm ciddiyetimle baktım.

"Sizin Katibim türküsünü dinlememiş olmanız benim cahilliğim değil."

"Sizin aksinize benim çizeceğim şey silinmez." Dediğimde tek kaşı alayla havalandı hocanın.

"Nedenmiş ne kutsallığı var ki çizeceğin şeyin?" Hafifçe güldüm.

Bakışlarım bir çift okyanusu bulduğunda tüm dikkatiyle bana baktığını gördüm.

Tüm renkleri önüme koyduğunda bakışlarım tek bir rengi buldu. Tuvalin önüne geçtiğimde herkesin beni izliyor oluşu umurumda değildi, benim tek odağım karşımdaki tuvaldi.

"Başka bir renk kullanmayacak mısın?" Dedi hoca merakla.

"Kullandığım kalemdeki mürekkep benim için renk değil." Dediğimde hocanın merakı daha da arttı. Yaklaşık on beş dakika boyunca özenle çizdim istediğimi.

Bir adım geri çekildiğimde bakışlarım özlemle kısıldı. Gözlerime serpilen sevgiyi onlar gördü mü bilmiyorum ama ben kalbimde hissettim.

"Aşk senin için bu mu?" Dedi hoca resmi onlara göstermememe rağmen bakışlarıma ifaden.

"Evet." Dedim sadece. Tuval kendi kendine döndüğünde herkesin gözleri anlamazca bakıyordu çizdiğime. Anlatacaklarını da sanmazdım.

Al bayrağın güzelliğini onlar anlamazdı

Al bayrağıma olan aşkımızı onlar bilemezdi

Devlet adı altında kurdukları birlik bizim vatanımızın sancağında dalgalanan bayrağın gölgesi bile olamazdı.

Yabancılaştığım bu ülkede bana tanıdıklık hissi veriyordu.

Hatıralarımda yerini koruyan, asker olup bayrağımı koruyacağım diyen küçük Kamerin sesi doldu. Çocukluk arkadaşım Karadenizli bir deli bayrak sevdası bir manyaktı. Öyle de güzel bir manyaktı kendisi.

"Nedir bu?" Dedi hoca çizdiğime bakarken.

"Aşk."

"Burada ay ve yıldızdan başka hiçbir şey yok." Güldüm

"Var." Dedim bakışlarım ay yıldızı süsleyen kırmızılığı bulduğunda "Kan var, bayrağın gölgesine sinen Mehmetçiğin yüreği, al'ın da şehidimin kanı var."

"Senim için aşk bu şeyde-" böldüm adamı.

"Benim için aşk özgür olduğun yerdir, hür olduğun, kanın döküldüğü topraklardır. Başka hiçbir şey değil." Başka hiçbir şey demeden kapıdan çıktım. Herkes şok içinde bana bakarken derdim poz kesmek değildi. İlk defa onlara karşı verdiğim dürüst cevaptan ne anladıklarını bilmiyorum ama onlara gerçek anlamda aşktan ne anladığımı göstermiştim.

 

Onlar görmüş ben ise hissetmiştim.

 

Bayrağım hava atacağım bir cisim değildi benim için fakat o an için o kürsüye çıkmam gerekiyordu.

"Az önce küt saçlı kaküllü bir kız çıktı ne tarafa gitti?" Dedim kapının önünde dikilen muhafıza.

"Üst kata çıktı efendim." Vay amına koyayım birisi bana saygı mı gösterdi.

"Eyvallah." Diyerek hızlı adımlarla yukarıya çıkmaya başladığımda arkadan bana şaşkın gözlerle bakan adamı umursamadım.

"Umarım başını belaya sokmamışındır Nar." Normalde o kürsüye asla çıkmazdım fakat Nar'ın aceleyle çıktığını görünce sıvışmak daha kolay olur diye çıkmak durumunda kaldım.

Üst kata çıktığımda geniş koridorda birçok kapı vardı tek tek dolaştığım bakışlarım büyük harflerle GİRİLMESİ YASAKTIR yazan yazıyı buldu.

"Nar buraya girmediğini umuyorum."

Diyerek kapıyı açıp içeriye adımımı attığım an "Hayır, basma oraya!" Diye bağıran Nar'ın sesiyle öylece kalmam bir oldu. Sol tarafımda, ayağının birisi yerde diğeri ise duvara yaslı olan Nar'ı görünce şaşkınca baktım. Tam ona doğru bir adım daha atacaktım ki:

"Kıpırdama sakın kızıl bomba!" Bakışlarımı geniş salonun diğer ucunu bulduğunda diğer kapının ucunda da İlge'nin odun gibi dikildiğini gördüm.

"Kafayı mı yediniz, Nar ne yapıyorsun?" Dediğimde Nar soğuk terler dökerken bile öfkeyle İlgeye baktı.

"Şu beynini dağıttığım yüzünden tadilatta olan yönetim kurulu toplantı odasının boş zeminine basıyoruz!" Boş boş baktığımda ayağımı kaldıracakken ikisi de aynı anda bağırdı.

"Kıpırdama!" Bunlar deliydi!

"Kıpırdarsak ne olur ki?"

"Ne mi olur? Ünlü hocamızın itinayla konuşma yaptığı salonda Prenslerden şeflere, öğrencilerden büyücülere her ırktan olan her mezhebe sahip insanın ortasına damdan düşer gibi düşeriz!" Aynı boş ifadeyle bakmaya devam ettim İlgeye.

"Amına koyayım madem bir ayak basmaya aşağı yıkılacak haldeydi ne diye milleti doldurdular aşağı." Söylediklerimle Nar çıldırdı. "Şu geri zekalı yasak yazısını görmesine rağmen kapıyı açmasaydı hiçbir sorun kalmayacaktı!"

İlge ters ters "Nereden bileyim ben böyle olacağını?" Dedi.

"Aptal kız kapıda yazan yazıya uysaydın şu an bu halde olmazdık!" Nar'ın azarlamasını asla takmayan İlge omuz silkti.

"Kapının önünde yazan bir çift kelime hayatıma yön veremez ben özgür bir bireyim."

"Hayatını sileyim senin İlge!" Nar'ın bağırmasıyla ayağıma çevirdim bakışlarımı.

Harbi hareket etsem komple tavan milletim başına çökecekti.

"Kapıda ne yazıyordu İlge?" Bu bir soru değil isyandı fakat salak kız ciddi ciddi cevapladı.

"Girmek yasaktır."

"Sen bundan ne anladın peki?"

"Girmenin yasak olduğunu." İlgen'in umursamazlığı benimkiyle yakışırdı.

"Senin aklın ve idrakin arasında bir problem mi var İlgem?" Dedi Nar sakinliğini korumaya çalışarak.

"Yoo ne oldu ki?" Dedi birde ciddi ciddi.

"Eva sustur şunu yoksa hayatımda asla olmayacağım bir şey yapıp katil olacağım!" Nar'ı bu denli delirtebilen bir tek İlge vardı zannımca.

"Bana diyenlere bak, sizin kapılarınızda da yanı halt yazıyordu siz niye girdiniz?" Nar anında "Senin gibi salak girmiştir diye." Dedi.

"Bende sen girmemiş olursun diye." İkisinin de anlamaz gözleri bana döndü.

"Ne?" Dedim umursamazca.

"Tanrım," Dedi Nar yine geleneksel isyanına başlayarak "Ne suç işledim de karşılığında sen bana bunları yaşatıyorsun, ekmeğe mi bastım, yaşlılara çelme mi taktım, topallayan köpeğe tekme mi attım."

"Ne olacak şimdi?" Dedim boş boş etrafa bakarken.

"Bilmiyorum ama eğer ben kıpırdarsam direk öğrencilerin olduğu tarafa düşüyorum." Dedi İlge

"Bende şeflerin ve büyücülerin olduğu tarafa." Nar'ın üzgün sesiyle bir an yerimi sorguladım.

"Ben?"

"Sen direk kürsüye düşüyorsun." Zaten meydana düşmesem şaşardım.

"Böyle sap gibi bekleyecek miyiz?" Dedi Nar ağlamaya başlayarak

"Yok millet dağılsın ineriz." İlgeye ters ters baktım.

"Nasıl ineceğimizi de düşündün mü bari aşçı yamağı?"

"Baya ineceğiz işte aşağı. Baya hızlı ineriz ama." Dalga geçebilme rahatlığı Nar'ı krizlere soktu

"Tavanı yarıp yere yapışmadan inmek istiyorum ben!" Ağlayan Nar'a İlge ile aynı anda göz devirdik. İlge yine ağzını açmış bir şey söyleyecekken kapalı olan diğer kapı açıldı ve içeriye giren kişiye daha bakmadan üçümüz de aynı anda "Kıpırdama!" Diye bağırdığımızda Akın kapının yanındaki duvara yapışa kaldı fakat o salak da içeriye adım atmış bulunuyordu. Geriye kaldı iki kapı, hangi sorunlu büyük bir odaya altı giriş koyardı ki? Ben burayı yapan mimarın düşünce şeklini sikeyim!

"Ne oluyor burada?" Akın'ın sorusuyla üçümüzde aynı anda

"Kapıda yazanı görmedin mi?" Tabi Nar ve İlge görmediniz mi demişti.

"Evet, gitmek yasaktır yazıyor bu yüzden buraya geldim sizi aramaya." Üçümüzde birbirimize baktığımızda gerçekten dışarıdan bu kadar geri zekalı olarak mı göründüğümüzü sorguladık.

"Ne halt etmeye yasak olan odaya giriyorsunuz!" Akın'ın azarlamasına ters ters baktım.

"Bok yediğimizden karnımız ağrıyordu o yüzden." Tip tip baktım "Keyfimizden mi girmişe benziyoruz?"

"Valla ben keyfimden gir-" ilge'nin cümlesini Nar ile aynı anda attığımız gazap dolu bakışlar böldü.

"Bize kızacağını şurayı yapan mimarın beyin çerçevesine söv, böyle yapıt mı olurmuş amına koyayım!" Dediğim an diğer kapı hızla açıldı "Ne varmış be yapıtımda!" Diye cırlayarak giren Elyesa bir anda adımı attığı gibi dona kaldı. Bakışları yeri ve bizi bulduğunda yaptığı şeyin şokunu yaşıyormuş gibi göz kırpıştırdı.

"Bu varmış." Dedim gözlerim odaya adım atmış olan bacaklarını bulduğunda. Ayrıca Elyesa'nın mimar olmasına da ayrıca şokum şu an.

"Umarım aklını kullanan birisi şu kapının önündeki yazıya uyar da girmez." Akın bunu söyler söylemez diğer kapı da açıldığında beşimiz aynı anda "Sakin-" girme dememize kalmadan hayvan Elber içeriye giriş yaptı.

"Neler oluyor burada?" Dedi kafası karışmış bir halde.

Allah'ım ben bu insanların arasında bulunmak için fazla müstesnayım, sen al beni bunlardan.

"Belanı sikeyim Elber!" Dedi Akın öfkeyle

"Peki Efendim." Akın sabır çekti

"Ne halt ediyorsun burada?"

"Siz ne halt ediyorsanız onu." Akın, Elyesa ve Elberin bakışları aynı anda beni bulduğunda göz devirdim.

"İki dakika ortadan kaybolsam peşimdesiniz, rahat bırakın artık beni." Diye homurdandım.

"Rahat bıraktığımız an başına dert açıyorsunuz Eva Hanım." Elber'e en öldürücü bakışlarımı attım

"Kim demiş onu?"

"Prensimiz."

"Ne dedi?"

"Git o şeytanı bul getir bana başına bir iş açmadan. Zaten başı dertten burnu boktan çıkmıyor." Elberin ruhsuz bakışları bulunduğumuz yerde kısaca gezinip tekrardan beni bulduğunda devam etti "Görüyorum ki geç kalmışım." Puşt.

"İyi de-" Nar'ı susturdum.

"İstediğim yere girip çıkarım buna siz karar veremezsiniz, böyle yaptıysam ben bunu uygun görmüşümdür." Alaysı sesimle Nar ve İlge'nin bakışları bana döndü. Suçu üstlenmiş olmam onları kızdırsa da belli etmemeye çalıştılar. Zaten her halt üstüme kalıyordu, ben bir şekilde sıyrılırdım belki fakat onlar ceza alırdı.

"Elyesa merak ediyorum, hangi akla hizmet boş kolonlu betonun altına insan topladın, merak sadece." Sözlerimle tüm gözler bunun cevabını merak ediyormuş da sormaya korktuğu için sormamış gibi Elyesayı bulduğunda Elyesa hepsine ters ters baktı.

"Boş kolonlu değil! Yapıtı güçlendirmek için yeni bir tasarım deneyecektim fakat bitmeden Konferans kuruldu. Normalde buraya girmek yasak diye önlem amaçlı kapıya yazı koyduk ama bil bakalım kim içeriye girdi." İma ile sorduğu soruya omuz silktim.

"Kendi koydurduğun yazıya sen bile uymamışken bunu söylemen anlamsız."

"Ne olacak şimdi kız çocuğu?" Dedi Akın sıkıntıyla.

"Konferansın hemen ardından ders var. Aşağı kat yedi saat boyunca dolu."

"Yedi saat ayakta böylece bekleyecek miyiz?" Dedi Nar

"Bana hava hoş." Elber'in rahatlığı asker olmasındandı. Alışkındı demek.

"Sizin büyünüz gücünüz yok mu çıkalım gitsin işte şuradan." Dediğimde İlge güler gibi bir ses çıkardı.

"Sen burayı masal diyarı sandın herhalde her istediğimiz şak diye olsun."

"Elinizdeki büyüler ne boka yarıyor o zaman aşçı yamağı?" Dediğimde Gülen ifadesi bozuldu.

"Aşçı yamağı değilim ben." İlge'nin çıkışıyla Elber ona garip garip baktı.

"Sen geçen gün mutfak kapısından dokuz yüz doksan sekiz kere özür dileyen kız değil misin?"

"Ne münasebet!" Öfkeden kızaran kül saçlı kıza sırıtarak baktım.

"Evet oydu." Dedi Nar hemen. "Kapıyı hızlı kapattığı için Simoloya şef kapıdan özür dileme cezası verdi."

"Niye dokuz yüz doksan sekiz?" Dedi Akın

"Bölünemeyen sayıları sevmiyormuş yavşak." Yavşak kısmını kısık sesle söylese de dudaklarından çok net anlaşılmıştı.

"Evet mimar hanım söyleyin bakalım buradan nasıl çıkacağız?" Akın'ın sorusuyla onu tebrik etmek istedim. Hepimiz cevap bekleyen gözlerle Elyesaya baktığında sıkıntıyla ofladı.

"Buraya yedi gün boyunca kimsenin girmemesi gerekiyordu! Sizin gibi salaklar ilk günden girdiği için projem her halükarda mahvolacak."

"Elyesa Hanım buradaki tek sorun mahvolacak olan proje mi?" Dedi Elber.

"Ne zamandır bunun çizimini yaptığımı bilmiyorsunuz!" Elyesa'nın çıkışına bayık gözlerle baktık.

"İki gecedir beynimi siktin ya kız çocuğu. Ayrıca seni biraz tanıyorsam o boktan oyunlarını buraya yerleştirmişsindir." Akının sesiyle Elyesa masumca yere bakmaya başladı. Pek de masum olduğunu düşünmüyordum.

"Hepiniz kafanızı sol tarafa çevirin." Dediğinde hepimiz aynı anda solumuza baktık. "Kuş bakışından baktığınızda oda altıgen şeklinde ve bu yüzden her köşenin ortasında bir kapı var. İki saattir sövdüğünüz o kapılar yönetimin farklı bölümlerinden farklı derslerine giren hocalara kolaylık olması için binanın tam merkezinde olan burayı çekirdek olarak belirdim. Bu kat tüm dersliklere ortak, farklı bölümlerden farklı sınıflardan tüm hocalar hızlıca bu toplantı odasına ulaşabilecekti bu sayede. " Elyesa'nın açıklaması mantıklıydı.

"Hepinizin sol tarafına düşen kollar sağ tarafa bakıyor. Onlar şu anda ayak basmamanız gereken zeminin altına yerleştirilmiş güvenlik hattı. İki saat süren büyünün etkisi geçmeden işçilerim tüm zemini ve kolonların içini büyü sayesinde boşalttı, devamında düşük alkali çimento ve yeni geliştirdiğim agrega kullanılacaktı. Zemin hazır olduğunda kollar çevrilerek güvenlik bloğu açılacak ve projem tamamlanmış olacaktı fakat sizin gibi salaklar yüzünden projem mahvoldu!" Elyesa bize saydırırken kimse onu takmıyordu.

"Sadede mi gelseniz Elyesa Hanım." Dedi Elber saygıyla.

"Sana buradan bir gelirim Elber, evini yolunu yitirirsin kaybım var görmüyor musun?" Dedi Elyesa hüzünle elini alnına atarak

"Ağıt yak bide istersen." İlge'nin sessiz homurtusunu duymadı fakat ben ve Elber çok net duymuştuk.

"Anlamadım?" Dedi Elyesa, İlgeye bakarken.

"Bişey söylemedim Elyesa hanı-"

"Ağıt yakmanızı söyledi Elyesa Hanım." Elber'in sesiyle şokla baktı Elyesa yan tarafında olan adama.

"İspiyoncu komutan!"

"Mızıkçı yamak." Elberi ilk defa bu kadar çok konuşurken görüyordum o da laf sokmak için açıyordu adam ağzını.

"Ee Elyesa eee, nasıl çıkacağız." Dedim artık sabırsızca.

"Hepiniz sola bakan kolları sağa çevirebilirseniz bir diğerini kurtulabilir." Kafası karışan Nar ve Akın'ın yüzündeki ifadeler hemen hemen aynı olunca kahkaha attım.

"Akın Bey ben anlamadım." Dedi Nar masumca.

"Bu sefer salaklıkta yalnız değilsin, balca kız." Nar'ın kaşları çatıldı.

"Salak mıyım ben Akın Bey?"

"Bende salağım Dedim ya Nar."

"Önemli olan benim salak olmam sizin değil!" Dedi Nar öfkeyle. Bu bir sitemdi fakat Akın baya yanlış anladı.

"O kadar ısrar ediyorsan tek başına da salak olabilirsin." Bu ikisi bir araya geldiğinde mi bu kadar salaklaşıyordu yoksa normalde de mi bu kadar salaklardı?

"Narcım bak şöyle anlatayım ben buradan o kolu tutturabilirsem şu komutan bozuntusu yere çakılmadan çıkabilir fakat ben tutturmak istemezsem paşa gönlüm müsaade etmezse yere yapışır." İlge'nin söylediğini anlayan Nar bakışlarını Akına çevirdi. Onu kurtaracak kişi Akındı.

Altıgenimize bakacak olursak.
Ben, İlgeyi
İlge, Elberi
Elber, Elyesayı
Elyesa, Akını
Akıni, Nar'ı

 

Yani Hurşit güneş abinin de dediği gibi çok ilginç bir şey yapacaktık. "Üçgen biçimin de birbirimize takacağız, ben haydar beye takacağım Haydar bey Mehmet beye takacak Mehmet bey bana takacak ve yarın gazeteler için haber niteliği olan bir şey ortaya çıkacak."

 

Yani bu durumda son olarak Nar'ın bana takması gerekiyordu, sol tarafımdaki kolu çevirmek zorundaydı.

 

Böylece birbirimize takacaktık.

 

"Her duruma özgü olan saçma esprilerin taktire şayan doğrusu... " İç ses şu an ortalık elli altı çok karışma lütfen.

"Anlaşılmayan bir şey yok. Kolu çevrilen kurtulabilir, ama çevrilemeyen," Elyesa'nın manidar cümlesinin pek muhterem sonunu hepimiz anlamıştık.

"Neyle çevireceğiz biz bunları?" Dedi Akın Elyesaya bakarken. Artık sıkıldığım için kelime fazlalığına gerek yoktu. Mutfaktan arakladığım bıçağı çıkarıp tek seferde kola geçirdiğimde kol diğer tarafa yattı.

"İlge şu an güvenli alanda." Dedi Elyesa durumu kavramamız adına.

"Şimdi seni oranın dikine gömdüreyim mi?" Dedi Elbere intikam almak ister gibi.

"Koymaz." Dedi Elber umursamazca. İlge öfkeyle çantasından bir kaşık çıkardığında yok artık der gibi baktım.

"Bakma öyle lazım oluyormuş demek ki." Dedi bakışlarıma ifaden. O kaşıkla ne yaptığını sormak bile istemiyordum. İlge de tek seferde kolu çevirdiğinde Elber de güvenli alana alındı. Hiç düşünmeden üstündeki hançerini Elyesayı kurtaracak olan kola sapladığında Elyesa delirdi.

"Yapıtıma zarar vermeyin." Gerçek anlamda onun yaptığını belli ediyordu. Daha fazla belli edemezdi.

Elyesa söyleyerek pantolonun arka cebinden çıkardığı ince çubuğa bastığı an, on beş santimlik bir demir cetvel belirdi. Bakışları Akın'ın üzerindeyken tek seferde o da Akını kurtaracak kolu çevirdiğinde Akın da cebinden çıkardığı stres çarkını Nar'ın koluna attığı an o da güvenli alana girdi. Geriye tek bir kişi kalmıştı. Tüm bakışlar Nar'a döndüğünde Nar'ın elinde hiçbir şey yoktu.

Tüm gözler onu bulduğu için strese giren Nar gerildi.

"Be-Ben, ben Eva, özür dilerim." Titreyen sesinin ardından Çayır yeşili gözlerinden ardı ardına damlalar dökülmeye başladı. Ona gülümsedim.

"Ağlama." Dedim yumuşak sesimle.

"Kimsenin yanında başka hiçbir şey yok mu?" Dedi Akın.

"Şu ayı komutanın iki hançeri var, birisini ver kıza." İlge ters ters konuşurken Elber onu umursamadan diğer hançerini çıkartarak Nar'ın yakınına duvara saplayacakken İlge "Onu çıkartamayacak kadar Narin yavaşça ayak ucuna at." Elber İlgeye cevap vermedi fakat dediğini yaparak Nar'ın tam ayak ucuna gelecek şekilde attı hançeri.

Nar eğilerek aldı hançeri fakat hala göz yaşları bir bir dökülüyordu. Bakışları belirli bir yere baka kaldı, sanki gözleri oraya bakmakta zorlanır gibi olduğunda sendeledi. Ayağı yerden kalkacağı esnada daha da kuvvetli tutunmaya çalıştı fakat başı dönüyor olmalıydı.

"Eva ben bunu atamam." Dedi titrek sesiyle.

"Yaparsın." Dedi Elyesa ona destek olmak ister gibi. Nar'ın bakışları kolda ve bende gelip giderken bakışları yorgunca kısılıyordu.

"Yapamam Elyesa Hanım sanırım stresten midem bulanıyor." Eli ağzına gittiğinde bu kadar strese girmesi buradakilerin çoğunluğu kendisinden Üst kademede olduğu için olabilirdi. "Başımda dönüyor ya yanlışlıkla Eva'nın beynine saplarsam." Dedi üzgünce.

"Olmadığı için çok bir kaybın olmaz." İlgeye katil bakışlarımla döndüğümde ağzına fermuar çeker gibi yaptı. Nar elindeki bıçağa bakarken yüzünü daha da buruşturdu. Korkuyordu.

"Eva ben,"

"Yapabilirsin Nar." Dedi Akın ılımlı sesiyle. Nar'ın dolu dolu gözleri onu bulduğunda başını iki tarafa salladı.

"Dene bir kere be asistanım, hadi." Diyerek ona destek oldu İlge yumuşak sesiyle.

Nar bakışlarını kola çevirdiğinde derin bir nefes alarak hançeri kaldırdı, birkaç saniye odaklanmaya çalışsa da odağı dağılıyor gözleri garip bir hal alıyordu. Hançeri attı fakat hançer kolu santimlerle geçerek yere çakıldığında Nardan bir hıçkırık yükseldi.

"Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim,"

Hıçkıra hıçkıra ağlarken ona olan bakışlarım değişmedi. "Nar çiçeğim benim, ağlama." Dedim şefkatle. Yapamayacağının farkındaydım zaten. Bakışlarım diğer beş kişiyi buldu.

"Ne olacak şimdi?" Dedi İlge

"Beşimiz aynı anda çıkmak zorundayız, eğer birimiz çıkıp Eva'ya diğer taraftan yardım etmeye giderse yetişemezsiniz." Dedi Elyesa endişeyle bana bakarken.

"Siz çıkın." Dedim sadece.

"Saçmalama, zaten yeterince yara aldın daha fazla zarar görmene göz yumamayız" Akın'ın sesiyle bakışlarım daha da boşluk kazandı.

"Siz her seferinde bana zarar verecek şeylere göz yummayı başardınız Akın, aynı şeyi yapmak zor değil." Elyesa'nın koyu kahveleri acıyla kısıldığında başını hayır anlamında iki tarafa salladı.

"Eva-" demişti ki böldüm onu "Uçurumun dibindeymişim gibi drama yapmayın bana amına koyayım, mezarlıkta yatıp kalktım sizin yüzünüzden bana neyden bahsediyorsunuz, üç dediğim anda Hepiniz çıkmazsanız ben sizden önce çıkar sizin yere batmanızı sağlarım." Eğer ben çıkarsam tüm mekanizma bozulurdu çünkü hepsi birbirine bağlıydı. Çok sonradan hatırlasam da Elyesa'nın bu projesini daha önce toplantı odalarında masanın üstünde görmüştüm.


Zekice ayarlanmış mekanizması bir hafta süre içerisinde oturarak tüm yönetimin çekirdeğini tek bir odada toplamayı amaçlanmış şekilde çizilmişti.

İlgimi çektiği için baya incelemiştim. Onlar güvenli alandan aynı anda çıktıklarında benim olduğum tarafın güvenlik kolu kaldırılmadığı için boşta kalan zemin yeri boyluyordu. Eğer ben çıkarsam onların tüm güvenlik kolları tek açılmamış bir kolun yüzünden yerle bir oluyordu. Resmen özellikle dizayn edilmiş gibiydi. Eğer İlge buraya girerek gidişat sürecini bozmasaydı Elyesa'nın hem tasarımı hem güvenliği hem de zemin yenilenmesi projesi başarılı olacaktı.

Tek bir sıkıntı vardı. O da Elyesa'nın yaptığı hata, böylesine kritik bir projeyi ortalık yerde bırakması çok tehlikeliydi.

Tam ağzımı açmış üç diye bağıracakken beşi aynı anda çıktıklarında olduğum zemin aynı hızla çatladı ve ben kendimi yerde bulmayı beklerken olduğum taraftaki kapının ışıktan daha hızlı şekilde açılıp kolumdan tuttuğu gibi beni yıkılan zeminden çekmesiyle beni çeken kişinin üstüne doğru düşmem bir oldu. Her şey o kadar kısa sürede olmuştu ki sanırsam saliseler içindeydi. Sırtım geriye doğru kavis alırken beni sadece tek koluyla tutan adama şaşkınca baka kaldım.

"Tuttun beni." Şaşkın sesime ve ifademe bakarken hafifçe gülümsedi.

"Tuttum seni." Arkaya doğru kavislenen ince belimi tek koluyla sararken üstüme eğilir vaziyetteydi.

"Senin ayağının takılıp düşebileceğin tek taşın benim, benim dışımda kimse seni tökezletemez." Okyanuslarından yükselen karartıya bakarken şokum geçmiş değildi. Hala alık alık suratına baktığıma emindim.

"Aşağıdaki insanlar?" Dediğimde gözlerinde anlayamadığım bir ifade geçti.

"Hepsi çıkartıldı, zaten çöken tek yer senin olduğum taraf." Dedi hala aynı gözlerle bana bakarken. "Neredeyse aşağı çökecektin ve senim düşündüğün zarar görecek olan insanlar mı?"

"Henüz vicdanıma senin kadar yüz çeviremedim Karahan." Dik dik konuşmam onu keyiflendirdi

"Benim kollarım arasında bile bana baş kaldırıyorsun Lâl gülü, ben seninle ne yapacağım." Bunu isyan eder gibi değil daha çok hoşuna gider gibi söylemişti. Kendimi öne çekerek ayaklarımı sağlamca zemine basarak gözlerimi gözlerine diktim. Geri çekilmedim.

"Bilmem, ne yapmak istersin?"

Okyanuslarını dalgalandıran sorumla bakışları keyifle ışıldadı.

"Ne yapmak istediğimi öğrendiğinde sende çoktan bunun için çıldırıyor olacaksın şeytanın kızı." O net bit adamdı. Acımasızca net bir adamdı. "Şimdi bana asıl hünerlerini göstereceksin." Elimi kavradığı gibi beni peşinden sürüklemeye başladı. Boş gözlerle arkasından ona bakarken aşağıdaki sesleri duyabiliyordum. İsmimi bağıran Nar ve Elyesa beni moloz yığınının içinde arıyor olmamlardı.

"Onlara haber vermeliyiz."

"Sebep?"

"Ne demek sebep."

"O kadar endişeleniyorlarsa bırakmasalardı seni orada. Bırak arasın dursunlar." Sinirli sesi arkadaşlarına olması beni şaşırtsa da hala nereye gittiğimizi bilmez şekilde arkasından gidiyordum. Ayrıca elleri yine çok sıcaktı, içimde kıpır kıpır kıpırdanan saçma hissi susturarak adımlarımı ona uydurdum.

Zemin çöktüğü için her yer toz bulutu olmuştu. Boğazımı yaktığı için öksürerek arkasından ilerledim fakat onu etkilemiyor olacak ki benim aksime rahattı. Oda sandığım kapıyı açıp içeriye girdi fakat dar bir alandı. Çeşitli düğmeler ışıl ışıl yanıp sönerken sıfıra bastığında şokla baktım ona.

“Ne oldu?”

“Sizin asansörünüz mü var?” şaşkın sesime anlam verememiş olacak ki garip garip baktı.

“Götürgeden mi bahsediyorsun?”

“Aynı şey işte! Ayrıca bundan sarayda var mı?”

“Evet.” Dediğinde çileden çıktım.

“Madem asansörünüz var niye Everes'de tırmanır gibi bana her gün kat kart merdiven çıkartıyorsunuz!”

“Az önce neredeyse moloz altında kalacaktı, şu anki derdine bak.”

İsyanıma bir an gülecek gibi oldu fakat hemen ifadesini topladı. Tam söylenmeye devam edecekken hala birbirine bağlı olan ellerimizi görünce konuşmak için aralanan dudaklarım öylece kaldı.

“Sende kalabilir istersen.”

“Ney?”

“Diyorum ki elimi verecek gibi değilsin istersen sende kalsın.” Dediğim an sıkı sıkı tuttuğu elime indi bakışları. Huysuzca ona bakarak elimi elinden çektiğimde çocuksu tavrıma bu sefer kayıtsız kalamadı. Kapı açıldığında ensemden tutarak beni hafifçe itti.


“Yürü küçük şeytan.” Somurtarak indiğimde o da peşimden geldi içimden bir ses arkamdan gülümsediğini söylüyordu.

Yönetimden çıktığımızda üstüm inceydi. Hava serin olduğu için kollarımı ovalayarak ısınmaya çalıştım. Zaten ellerim buz gibiydi keşke rollenip elini bırakmasaydım eli sıcaktı en azından. Omuzuma bırakılan ceketle bir an Arsal'a döndüm. O umursamaz görünmeye çalışarak ceketi düzeltip yürümeye devam etti.

“Bu neydi şimdi?” dedim arkasından yürümeye devam ederek.

“Centilmenlik.” Dedi umursamaz sesiyle

“Yanımda dura dura iyice insana benzemeye başladın ha.” Dedim etkilenmiş bir sesle “Vallahi helal olsun gelişme var.” Alaysı sesimle durup bana baktı.

“Teşekkür edeceğin yerde dediklerine bak.”

“Sen bana teşekkür et asıl.”

“Sebep?”

“Muhterem varlığımla rezil krallığınızı ve ülkenizi şereflendirmişim daha ne olsun.” Alayla havalandı kaşları.

“Olmasan ne yapardık.”

“Düşünmesi bile zor değil mi? Haklısın.” Saçımı savurup yanından geçtiğimde bu sefer gerçekten güldü.

Arabasının olduğu yere geldiğimizde bir ona bir arabaya boş boş baktım. “Nereye gidiyoruz?”

“Gidince görürsün.” Dedi, arabaya bindiğinde ben de ön yolcu koltuğuna bindim. Tekrardan soracaktım fakat üşendim. Ayrıca adamdaki ketumluğu artık öğrendiğim için sormaya gerek duymadım.

Arabayı çalıştırıp yola koyulduğumuzda ikimizde konuşmadık. Üstüme bastıran uykunun sebebini anlayamasam da ceketinden yükselen ona ait koku beni uykuya daha da itiyordu. Mayışmış şekilde yolu takip etmeye çalışsam da çok zordu. Nedendir bilmem ama uykuyla saçma bir savaşa girdik ve galip her zaman ki gibi o oldu. Kapanan gözlerime bu sefer engel olmadım ve beni esir alan o eşsiz kokuyla gözlerimi karanlığa kapattım.

İlahi bakış açısı●

Kollarının arasındaki kızıl minik kızı arabadan indirdi Arsal. Aslında uyuya kalmasaydı başka bir işleri vardı fakat derin bir uykuda olan kızı uyandırmaya eli varmamıştı. Sarayın gizli girişinden içeriye girerken kolları arasındaki eşsiz kadını uyandırmak istemediği aşikardı.

Eva ile birlikte gizli girişten girdiklerinde kollarının arasındaki kadın daha da sokuldu ona. Başını Arsal'ın boynunun girintisine sokup alacaklı gibi yapışan Eva huzurlu bir uyku içindeydi. Gittikçe ona daha da yaklaşan minicik sıcak bedene karşı vücudunun verdiği tepkileri durdurmaya çalışıyordu Arsal.

 

Çok zordu.

Odasına geldiğinde büyük olan yatak onları selamlarcasına ortada duruyordu. Eva'nın küçük bedeni kucağında iyice küçülürken yatağa yatırdı onu, üstünü örtmek için geri çekilecekken yakasını kavramış olan minik eller yüzünden duraksadı Arsal. Bakışları kadının güzel yüzüne tırmandığında derin bir uykuda olduğunu anladı. Amacı onu yatağa yatırıp uzaklaşmaktı fakat alacaklı gibi yakasına yapışan kız yüzünden solumaya korktuğu güzel kokusu yine buram buram ciğerlerine dolmuştu.

Ona göre bu olanlar asla normal değildi.

Hatta hiçbir kadında rastlamadığı bu hissiyata ne ad vereceğini de bilmiyordu. Sadece istemsizce ona çekildiğini ve ona yaklaşırken buluyordu kendisini. Başka bir boyuttan gelen bu kız çocuğunun kendisini etkilediğini asla kabul edemiyordu.

Ama delirttiği aşikardı.

Yirmi beş yıllık hayatı boyunca bütün kadınlar onun arkasından koşmuşken nedenini bilmediği bir uzaklık koyardı aralarına. Asla istemez, kibar olmayacak şekilde geri çevirirdi onları. Ama şu an yakasına yapışan kız kendisini etkilemek adına bir hamle dahi yapmazken, nasıl bu kadar ilgisini çekerdi.

Yanlıştı.

O da bunun farkındaydı büyük bir yanlışta olduğunun.

Bu yüzden Eva'ya kaçmasını söylemişti.

Ama bilmiyordu ki Eva kaçmasını bilmez, olmayan korkularının üzerine yürümekten çekinmezdi.

Tatlı sesi yankı buldu zihninin derinliklerinden

Öz güvenime hayran olduğunu kabul et kralın oğlu. Kim bilir belki bana da hayransındır.” Diyordu Eva'nın yine o oyunbazca çıkan muzır sesi.

“Demek ısrarla ateşle oynayacağını söylüyorsun Efnan?” demişti onun muzır sesinin aksine donukça. ”Oynayalım o zaman, ama bil ki o ateşte yanan tek taraf ben olmayacağım. Ben yanarsam karşımdaki çoktan kül olmuş demektir.”

“Ölümü dileyen o kızı ölümle tehdit ettiniz şimdi aynı kız cayır cayır yanarken yanmakla mı tehdit ediyorsunuz?” Alaysı kıkırtısının altında yatan acıyı çok net hissetti Arsal, yine de bir şey söylemedi.

Bakışları alev alev yanan kan kırmızısı gözlere daldı, hırsla öfkeyle yanıyordu. Göz bebeklerinin en derinlerinde diz çöküp tir tir titreyen o kız çocuğunu görmediğini sansa da görüyordu. En çok da kendisini gizlemiş olan o kıza zarar vermekten korktu. Verecekti ama…

“Kaç.” Dedi Eva'nın kan kırmızısı irislerine dalmış olan mavilikleriyle “Hala şansın varken kaç şeytanın kızı, yoksa olacakların sorumlusu ben olmam.” Bu bir tehdit değildi, bu olacakların uyarısıydı.

 

Bu bir kısır döngü gibiydi hep tekrarlayacak. Bu bir labirent gibiydi asla yolu bulamayacak. Bu bir ayna gibiydi gerçeği tüm saflığıyla yansıtacak.

Ya Eva ustaca kaçar başına geleceklerden habersizce kurtulurdu. Ya da Arsalın daha önce kimsenin düşmediği cehenneminde yanar kül olurdu...

Bunun sonucunun ne olacağını zaman haricinde kimse bilemezdi.

Ona karşı gelmek öyle zordu ki ipek gibi olan kızıl saçlarına dokunmak isteyen parmak uçlarına engel olmakta zorlanıyordu. Usanmadan tekrar tekrar sayabileceği çillerini her sinirlendiğinde utandığında kızaran yanaklarını, nerde nasıl konuşmasını bilmesine rağmen sıkıştığı anlarda saçmalayışını, farkında olmadan sürekli dişleri arasına alıp ısırdığı o dolgun dudaklarını…

Bunları düşünmekten nefret eder olmuştu, düşündüklerinden değil sürekli aklında oluşundan, gözünün önünden gitmeyişine nefret ediyordu.

Nasıl olurda bir kadın bu denli aklını işgal edebilirdi?

Nasıl olur da bir kadın onu kendine hem hayran bırakıp hem de tetikte davrandırırdı.

Yapıyordu, Eva Efnan hepsini aynı anda yapacak potansiyele sahipti ve bu Arsal'ı deli ediyordu. Yakasına yapışmış olan elini nazikçe kendisinden uzaklaştırmaya çalışırken Eva uykusu arasında bir şeyler mırıldandı “Mezarı vardı…” diyen varla yok arası sesini tam anlayamamıştı Arsal.

“Ne vardı güzelim?” dedi nazikçe kızın ipek gibi olan saçlarını yüzünden çekerken.

“Mezarı vardı..” diye mırıldandı yine Eva belli belirsiz. Kaçları çatıldı Arsal'ın

“Kimin?” dediğinde Eva'nın eli boynunda bir yere gitti eli boynunda bir şey arar gibi dolaştığında çıkardığı kolyenin ucunu sıkı sıkı kavradı parmakları ve dudaklarından mırıltı şeklinde şunlar döküldü

 


“Afran Karahan'ın mezarı vardı...”

 


BÖLÜM SONU AŞKLAARR

 

Bölümü nasıl buldunuz🤭

 

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

 

En çok sevdiğiniz karakterler hangisi?

 

Arsal ve Eva hakkındaki düşünceleriniz neler?

 

Sizce Mavi ve Elyesa arasındaki buzlar eriyecek mi?

 

Akın ve Nar hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sizce Eva ne yapacak, sıradaki adımı ne?

 

Arsal hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Instagram hesabım sadecesu4 den beni takip edebilirsiniz bebeklerim

 

MUTLAKA OKUYUN

 

Canlarım uzun süredir sizlere söylemem gereken bir şey var.

 

Kitabım, kurgum bildiğiniz üzere yeni ve ben bu yazma evreninde yeniyim. Fakat size şunu söylemem gerekiyor lütfen karakterlerimi ve sahnelerimi başka kitaplara benzetmeyin.

 

Bu söz konusu olmamakla birlikte alenen emeğime saygısızlık olarak görüyorum bunu.

 

Çünkü yoğun hayatımın, derslerimin ve sınav sitreslerimin arasına bile sıkıştırarak yazdığım kitabımı başka kitaplara, karakterlerimi başka karakterlere benzetilmesi hoş değil.

 

Tekrar söylüyorum lütfen bunu buradan ve diğer sosyal medya hesaplarımdan yazmayın.

 

Karakterlerim ve kurgum tamamen kendime aittir, emeğime böyle bir saygısızlıkta bulunmayın lütfen.

 

❤️Hepinizi çok çok seviyorum.❤️

 

Diğer bölüme kadar sağlıcakla kalın ❤️kendinize dikkat edin.❤️

 

ÇOKÇA KALPP

 

Bölüm : 24.02.2025 01:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...