
Merhaba bebeklerimmmmm🤗😍
Ben geldimmmmmmm 🥳🥳
Hoş geldim😁 ama bu sefer o kadar da geç gelmedim.🤭
Niye sürekli bana geç bölüm atıyor diye iftira atıyorsunuz (kendinden utanmazlık) öyle mi yapıyorum ben!
Evet yapıyorum çünkü bu gariban öğrencinin dersleri var ama🥹🥹🥺 (acitasyon belirtisi)
Yinede elimden geldiğince de sizlere bölüm yetiştirmeye çalışıyorum🥹❤️❤️
Nasılsınız?🫶
İyi misiniz?🫶
Bana cevap verin ya kendi kendime konuşuyor gibi hissediyorum her seferinde fklxlskdkdk
Neyse çok uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum.
Yıldızın üzerine basıp Oylamayı ve satır aralarına yorum yapın olur mu❤️
Yorumlarınız beni yazmak adına daha da motive ediyor❤️
‼️Bu arada kurguyu wattpatda da yayınladığım için oradan buraya direkt kopyala yapıştır yapıyorum. Eva'nın iç sesini yazarken cümledeki harfleri ince yani bu şekilde yazıyorum fakat bazen oradan buraya yapıştırdığımda harfler böyle gelmiyor. Bazı cümleleri Eva'nın söylemediğini aslında içinden düşündüğünü bilmenizi isterim.
Kafanızı karıştırmamak için buradan da denedim fakat yapamadım daha doğrusu yazarken oluyor fakat yazdığım cümlelerin harflerinin şeklini değiştiremiyorum. Bulup değiştirmem için tek tek yazmam gerekiyordu lakin bölümü geciktirmek istemediğim için yapamdım.
Umarım karışıklık olmaz.
Keyifli okumalar🥰🥰🥰🥰🥰
🌬
Zaman, insanlığın nefes yarışını köşesine çekilip izlerken öyle acımasızdı ki taş duvarların çatlamasına sebep olan suyun damlaması bile zamanın verdiği süre zarfında oluşuyordu, zamanın amansız yavaşlığı taş duvarlar çatlayana kadar, insan ölümün kıyısına gelene kadar ve gündüz geceyi bulana kadardı... kısacası göz açıp kapayıncaya kadar...
Yavaş gibi görünse de acımasızdı. Akrep ve yelkovanın amansız yarışının tek kaybedeni, ömürlerinden ilmek ilmek zaman eksilen insanlar oluyordu.
Kendi yollarını seçtiğini sanan insanlar çoktan yazgının kurbanı olmuş, kaderin sokaklarında savruluyorlardı.
Bazen öyle bir an gelirdi ki sadece bir saat sonrası sizin tüm hayatınızı, işleyişinizi ve kaderinizi değiştirecektir fakat siz o bir saat öncesinden öylesine habersizsinizdir ki ne olduğunu anladığınızda iş çoktan işten geçmiştir.
Zaman böyledir işte, olacaklarını bilmesine rağmen insanlar için akar, yavaş geçiyor oysa fakat tek bir nefeste biter. İşte öyle bir günde olduğunun farkında değildi kollarını birbirine bağlamış olan kız.
Büyük bahçede içine derin bir nefes çekti, temiz havanın ferahlığı ciğerlerine dolduğunda elinde olmadan gülümsedi fakat gülümseyişi hatıralarının acımasızlığıyla buruklaştı.
Kendisini öylesine sıkılmış ve daralmış hissediyordu ki aldığı nefesin bile ferahlığı onu boğuyordu.
Halbuki koskoca bir krallığın prensesi idi.
Bu kadar sıkışmış, kafeslenmiş hissetmemeliydi.
Ama hissediyordu, hissettiriliyordu.
Yüzündeki buruk gülümsemeye savrulan açık kahve saçları rüzgarın etkisiyle arkadan tutturduğu tokasını düşürmüştü. Bakışları yerdeki tokasını aradığında gözleri onu göremedi çünkü saçlarının arasında tellerine tutunmuş olabileceği aklına gelmedi.
Gözleri hala tokayı ararken bahçeye gelen görevliyi fark etmemişti bile. Kadı saygıyla başını eğerek konuştu. "Efendimiz küçük varis yine saraydan kaçmış, kraliçemiz onu getirmenizi istedi." Dediğinde kızın yüzündeki gülümseme gerçek bir tebessümde birleşti.
Baş belası kardeşini bir tek kendisi bulabiliyordu ve o küçük haylaz kaçma oyunlarına bayılıyordu.
"Ben onu bulur getiririm Janset, sen anneme merak etmemesi gerektiğini söyle." Dediğinde kadın tekrardan saygıyla başını sallayarak geri çekildi.
Kız boynundaki kolyenin ucunu sıkı sıkı tuttu, Aykan taşının gücünü kendisine ve ruhuna inandıracak şekilde içinden aynı şeyi üç kere tekrarladığında hava, ağır ve yoğun bir enerjiyle titreşti. Avuçlarının arasındaki taş parlarken yavaşça dönen toz bulutu kendisini kaplamaya başladı. Alışkın olduğu bu senaryo ona farklı gelmedi, etrafındaki toz bulutuyla hafifi titreyen bedeniyle birlikte kendisini istediği yerde bulduğunda bakışları etrafı taradı.
Küçük adımlar atarak kardeşini aramaya başlarken içinde herhangi bir endişe yoktu çünkü yaramaz kardeşinin nerede olduğunu tahmin edebiliyordu.
Nehrin kenarında adımlarken bakışları otuz metre uzağında kalan çocukları bulduğunda dudağı yukarıya kıvrıldı.
İki çocuk da nehir kenarındaki yeşil çimenlerin üstüne oturmuş hararetle hem konuşuyor hem de oyunlarını oynuyorlardı. Kızın bakışlarını tüm öfkesiyle akan nehri bulduğunda bir an içine korku düştü. Ya iki çocuktan birisi bu gölün amansız suyuna kapılarak can verseydi, bunun düşüncesi bile kalbine derin bir sancı verdi. O olmayan fakat olabilecek olan felaketleri düşünerek kendisine boş korkular verirken çocukların yanına ne denli yaklaştığını fark etmemişti, ta ki atışmalarının sesini duyana kadar.
"Toprak o tahta çubuğu oraya saplama diye on kez demedim mi sana!" Toprak umursamazca omuz silkerken diğer çocuğun çıkardığı çubuğu yine oraya dikti.
"Hep senin dediğin olacak diye bir şey yok Arsal! Hep mızıkçılık yapıyorsun." Küçük Arsal'ın Mavi gözleri öfkeyle kısıldı.
"Dediğimi yapmıyorsun ki! Orada çiftlik mi olurmuş, halk açlıktan öldürürsün sen, yarın öbür gün prens olduğunda." Toprak'ın yosun yeşili gözleri bir an sorgular gibi kısılarlen tarla olarak nitelendirdikleri yerin, başına diktiği çubuğa kaydı.
"Bana diyene bak. Sen de prens olacaksın, asıl sen öldülülsün halkını, tarlayı çitle çevrelemezsen hırsızlar çalar akıllım." Kız ikilinin hararetli tartışmasını izlerken dudağındaki kıvrım da da genişleyerek sırıtışa dönüştü. Asla anlaşamamalarına rağmen hiçbir şekilde ayrılmayan bu iki çocuğa hiçbir zaman anlam veremeyecekti Senem.
Her seferinde Toprak saraydan kaçıp Arsal'ın yanında bitiyordu. Arsal da aynı şekilde Toprak'ın yanına gitmek için ortadan kayboluyordu.
İki düşman ülkenin iki veliahtı ve varisi daha bu yaşta olmasına rağmen birbirlerini öyle bir bağ ile bağlanarak dost olmuşlardı ki iki ülke de ne yaparsa yapsın, bu iki çocuğu birbirinden ayıramıyordu.
On sekizinin ortalarında olan Senem Kırcalı kendisinden on beş yaş küçük olan bu haylazı her seferin de Arsal'ın yanında topluyordu.
"Ben korurum halkımı, hırsız falan çalamaz hiçbir şeylerini." Dedi Arsal henüz dört yaşında olmasına rağmen engin bilge bir kişi gibi. Halbuki dili bazı kelimelere bile zor dönüyordu.
Toprak göz devirdi, üç yaşında olup kendisinden bir yaş büyük olan çocuğun böylesine kendisinden emin oluşu hep sinirlerini bozuyordu. Yaşları zekalarının üstünlüğüne denk olmasa da iki çocukta gelecekte babalarının yerine tahta geçeceklerini artık kavramış durumdalardı.
Bir çok şeyin farkındaydılar.
Arsal'ın çipil çipil bakan mavi gözlerinde tek bir kusur en ufak bir yara yoktu, ne göğün mavisi ne de okyanusun derinliğinden gelen mavi, Arsal'ın eşsiz göz rengine denk değildi. Koyuya çalan mavilikleri Toprak'ın yosunu andıran yeşil gözlerini buldu.
"Toplak." Dedi, arada dili dönmediği için Toprak kendisine seslendiğini anlamıştı, onun da dili bazı kelimelere dönmüyordu. Küçük olmak ne de zordu.
"Hı." Dedi önünde tarla olarak nitelendirdiği toprağa çubukları çit gibi dizerken.
"Biz de ilerde küser miyiz babamlar gibi." Arsal'ın sorusuyla Toprak'ın minik kaşları çatıldı.
"Sen bana küsmezsen, ben de sana küsmem." Dedi anlaşma yaparcasına, toz toprak içinde olan elini öne uzatarak,
"Küssen de küsmem." Diyerek Toprak'ın ona uzattığı minik elini en az onun kadar olan minik olan eliyle kavrağında iki masum ve saf düşüncelere sahip olan çocuğun geleceğin zalim oyunundan haberi yoktu.
Senem iki çocuğu dudaklarında oluşan derin tebessümüyle izledi. Çocukların güçleri akılları erinceye kadar ellerine verilmezdi, fakat yosun gözlü çocuğun karşısında oturan okyanus gözlerin sahibi tüm güçlerine hakimdi. Hiçbir büyücü ve kahin onun güçlerini nasıl bu yaşta alabildiğini anlamazken herkes Arsal Karahan'ın normal bir çocuk olmadığını anlamıştı.
"Derenin kenarındaki adama ne oldu acaba?" Toprak'ın söyledikleriyle Arsal umursamazca omuz silkti. "Senin yüzünden orada kaldı adam!" Arkadaşının sitemini yine takmadı Arsal.
"Senin annen sana hiç yabancılarla konuşma demedi mi?" Toprak yosun yeşili gözlerini kırpıştırdı.
"İyi de adam uyuyordu." Arsal "hah işte" bundan bahsediyorum adlı bir bakış attı
"Bak ağzınla dedin adam uyuyor."
"Derenin içinde mi uyuyor Arsal!"
"İnsanların nerede uyuduğu beni ilgilendirmiyol." Senem işittikleriyle aceleyle çocukların yanına gitti.
Ablasını gören Toprak alt dudağını ısırdı, işte şimdi yandık der gibi Arsal'a baktı. "Abla özül dilerim bir daha kaçmayacağım dedim ama-" Toprak'ın konuşmasını aceleyle böldü Senem. "Söylediğiniz adam nerede?" İkisi de aynı anda küçük parmaklarını kaldırıp nehrin onlardan uzak bir tarafını işaret ettiğinde Senem hızla ayağa kalktı. Söyledikleri kişi kimdi bilmiyordu fakat adam nehrin çağlayarak akan suyuna kapılıp boğulmuş olabilirdi.
"İkiniz de buradan bir yere ayrılmıyorsunuz," Dedi ve hemen onları koruma kalkanına alarak dedikleri tarafa koşmaya başladı, ilerlediğinde yüz üstü nehrin kıyısı ve su hizasında yatan adamı görünce telaşla hızını arttırdı. Eğilerek adamı çevirmeye çalışsa da yapamadı. Adam heybetliydi, yüz üstü yattığı için geniş omuzları ve ıslanmaktan daha da koyulaşmış siyah saçları dışında bir şey görmüyordu. Gözleri üstündeki kıyafetlere kaydığında adamın kıyafetleri buralara ait gibi görünmüyordu.
Gücünün yetmeyeceğini anladığında bir adım geri çekildi, giydiği ipek elbisesinin uçları ıslanmıştı. Elini değerli taşların süslediği elbisenin kendine has olan kemerine gittiğinde içinden okuduğu büyüyle su kenarında yatan adam küçük ışınlar eşliğinde havalanarak karaya çıktı.
Sırt üstü adamı toprağa koyduğunda hızla yanına eğildi fakat bir an duraksadı.
Sırılsıklam önünde uzanan gencin yakışıklı yüzünü görünce bir anda anlamadığı bir sebepten kalbi tekledi Senem'in. Siyah saçları, bronz teni, yapılı ama sert olmayan çene kemiği, hafif çıkık elmacık kemiğiyle yatan genç öyle yakışıklıydı ki Senem ona bakmaktan kendisini alamıyordu, fakat yüzü öyle solgun duruyordu ki Senem bir anda irkilerek kendine geldi. Adam ölümü diri mi bilmeden resmen öylece yüzünü seyrediyordu. Eli hızla nabzına gittiğinde herhangi bir atış hissedemedi, kalbi nedendir bilmez korkuyla kasıldı.
Hızla bileğine baktı bu seferde fakat yine nabız bulamadı, korkuyla ne yapacağını bilemez halde eli ayağı birbirine girdiğinde güçleri olduğunu bile unutmuştu, gerçi güçleri olsa ne olur. Ölmüş birisini diriltmeye tanrıdan başka kimsenin gücü yetmezdi.
Ne yapacağını bilmez bir halde aklına gelen fikirle kulağını adamın sol göğsüne yasladı, ama hayır duyamıyordu, nehrin sert akan suyunun sesleri, kuşların cıvıldayışı ve daha gelen birçok ses onu duymasına engel oluyordu. İnat etti, kulağını daha da yasladı adamın göğsüne, tüm seslere inat tek bir ses duymak istedi o an... Ve duydu da.
Cılız da olsa çalışan kalp, ben buradayım der gibi adamın göğüs kafesinde atarken Senem mutlulukla gülümsedi. Soluğu bulamayan adamın nefesi olmak için hızla üstüne eğildi, dudaklarını hiç tanımadığı o gencin dudaklarına yasladığında kendi ciğerindeki havayı onun dudakları arasına bıraktı, bunu arka arkaya birkaç kere yaptığında genç adam aniden derin bir nefes çekmek için ağzını aralayarak derince soğuduğunda Senem farkında olmadan "Şükürler olsun." Diye fısıldadı.
Arka arkaya öksüren adam hissettiği oksijen ihtiyacıyla gözlerini araladığında karşında gördüğü kızla farkında olmadan derin bir nefes daha alır ve "Nefesim..." Kelimesi dökülür dudaklarından. Bunu farkında olmadan söylemişti fakat yavaş yavaş kendisine geldiğinde karşısındaki kızın güzelliğiyle bir kere daha öksürmeye başlar. Senem aceleyle elinden tutarak onu doğrultmaya çalışa da adam kendi gücü ile doğrulur.
"İyi misin?" Senem'in kadife gibi naif sesi genç adamın kulaklarına ulaştığında sıkışmış kalbi sanki rahata kavuşmuş gibi gevşedi, adam hiç konuşmadan karşısındaki kadının güzelliğine tutulmuş bir şekilde baktığının farkında olmadan, öylece koyu gözlerini ona kilitlediğinde Senem endişelendi.
Sanki ölümden dönmemiş gibi kızardım baka kaldı.
"İyi misin?" Dedi tekrardan, "Nasıl kapıldın sen bu nehrin suyuna?" Bakışları bir kere daha adamın üstündeki kıyafetlere kaydı. Buralara ait değilim diye bağırıyordu adeta. "Kimsin sen, kimlerdensin?" Genç adam Senemin arka arkaya sorduğu soruları dinlerken bile kadının sesinin güzelliğine hayret etti.
Hala konuşmaması Senemi daha da endişelendirdi, şokun etkisinden çıkamamış mıydı acaba? Bu sefer elini öne doğru uzattı Senem.
"Senem ben, Senem Kırcalı." Genç adamın bakışları bir kadında bir de uzattığı elinde gidip gelirken çok sürmeden ona uzatılan eli kavradı, Senemin eli genç adamın avuçları arasında minicik kaldı.
"Samet Efnan."
Ve yasak aşkın ilk kıvılcımı tam da bu noktada parladı. Ten tene dokundu, gece gündüzü buldu, ay dolunaya tamamlandı ve Sanem Kırcalı ile Samet Efnan'ın yasak aşkının hikayesi, ölümün kıyısından dönerek yaşam topraklarına ekildi.
O yasak aşk köklerini toprağa saldı, minik bir filizde can buldu, o filiz büyüdü ve dallanıp budaklandı.
Onların aşkı işte o filizi can bulduğu, nehrin çağladığı ve Samet'in Senem'e NEFESİM dediği anda başladı.
🌬
Kırık bir kalbi onarmaya çalışmak kırılmış ayna parçalarını toplamaya benzer. Ne kadar nazik elini kesmeden birleştiremezsin.
Ne kadar birleştirmeye çalışsan da hiçbir zaman eskisi gibi olmaz.
Aynayı kırmak kolay toplamak zordur.
Kalbi kırmak kolay kusursuzca birleştirmek imkansızdır.
İnsan kendini çoğaltmak için mi parçalara ayırıyor aynaları. Peki ya kalbi, kalbi neden kırıyor? Kırdığın kalpte hiçbir zaman çoğalmazsın. Bilakis gün geçtikçe yok olursun. Hiç olursun...
Kendi mahkumiyetinden kurtulmak için başkalarının duygularına başvuranlara... Kendi mahkumiyetinden kurtulmak için başkalarını kendine hapsedenlere... Kendi gelecekleri için başkalarını yok edenlere... Kaderle oynayıp, yeni bir gelecek umanlara...
Kırdığın kalplere, parçaladığın aynalara, Kendi doğrusunda gidip başkalarının yalanlarında boğulanlara. Kendi karanlığına hapsolmuş dışarıya çıkamayanlara. Ve en önemlisi geleceğe hile karıştırıp mutlu olacağını sananlara....
Ama bilmezler ki kader her zaman kendi doğrultusunda gider. Değiştirenlere inat kendini yeniden yazar.
Yürüdüğüm orman büyük olmasına rağmen kendimi kafese hapsolmuş gibi hissediyordum. Ne kadar kendimi özgür sansam da bir o kadar da mahkumdum bu hayata.
Kendi hayatımı yaşayan ben, yön veren başkaları gibi hissediyordum. Ben Eva Efnan, kendi bildiğinden şaşmayan, bütün kuralları yıkıp yerine kendi doğrularını koyan, hiçbir yanlışa yenilmeyen, haksızlığa da adaletsizliğe de tahammülü olmayan o güçlü kız. Şimdi neredeydi o?
Benliğini kaybetmiş bir insan, ruhunu kaybetmiş bir beden gibiydim. Benden geriye kalan sadece toprağın altına girmeyi bekleyen bir cesetti. O kadar ki hissiz o kadar ki boşlukta hissediyordum bu koca ormanda. Nereye gittiğim ya da nereye varacağım önemli miydi?
Hayır...
Ayaklarımın beni götürdüğü yere gidiyordum sadece. Hafif hafif tenimi okşayan rüzgarın esintisinde uçuşan elbisemle birlikte kulağıma gelen minik mırıltılar tam anlaşılır değildi.
Kader değiştirildi....
Çocuk fısıltısı gibiydi.
Rüzgarla birlikte kulağıma gelen sesler çocuk fısıltısı gibiydi.
Gelecekle oynandı...
Bana bir şeyler anlatmak ister gibi rüzgar bana doğru savruluyordu sanki. Sesler onunla birlikte bana iletiliyordu...
Ne kadar yürüdüm ya da kaç saat oldu bilmiyordum. Zaman biriminden bir haberdim. Tek bildiğim şu an bütün öfkesini döküldüğü zemine kusmak ister gibi yukarıdan aşağıya kendini bırakan şelalenin yanına geldiğimdi.
Büyük kayalıklardan kendisini bırakan suyun aşağıdaki göl ile buluşma seslerinin yanı sıra ılık ılık esen rüzgarın belime kadar inen kızıl saçlarımı okşayışı, geldiğimden haberdar olup buradayım dercesine narin sesi ile tatlı tatlı öten kuşlar. Rüzgarın esintisine rağmen bütün sıcaklığıyla yukarıda duran güneş...
İlk defa huzurun resmini görüyordum sanki. Yerde sürünen uzun beyaz elbisemle şelalenin yanına yaklaştığımda dökülen sulardan oluşan büyük gölet o kadar duru, o kadar parlaktı ki sanki yukarıdan aşağıya öfke ile dökülen o değilmiş gibi, gözlerimi alamıyordum.
Ben hayran hayran suyu dalıp gitmişken birkaç metre ileride hafif bir karartı geçti. Bakışlarım o yöne kaydığında duru su yavaşça dalgalanmaya başladı, karartı biraz daha yükseldi... yükseldi... yükseldi ve suyun altından yavaş yavaş bir ayna belirdi.
Bu olanlar normalmiş gibi sadece izledim. Suyun yüzeyindeki ayna bana doğru yaklaştı. Tam göletin toprakla birleşim çizgisinde, karşımda durdu. Kendimle burun buruna geldiğimde şaşkınlıkla bir adım geri çekildim.
"Kaçma benden." Hareketlerimin aynısını yapsa da bunu söyleyen ben olmadığıma göre oydu.
"Neden?" Diye sorarken buldun kendimi.
"İnsan kendinden ne kadar kaçarsa gerçeklerle o kadar geç yüzleşir, Eva." Dedi, beni yasıtmasına rağmen benim gibi davranmayarak.
"Bu olanlar kafayı yiyip, tımarhaneye gitmem için ise artık gerçekten gitsem iyi olacak." Dedim kendi kendimle konuşurken.
"Kader değişti Eva." Anlamayarak baktım.
"Ne kaderi?"
"Kader ve gelecekle oynandı. Ve kader kendisini yeniden yazmaya başladı." Bilmece gibi konuşmasından hiçbir şey anlamıyordum. Kendi kendimi dahi anlamayan bir insandım. Şahsen karşımdaki ben isem.
"Seni anlayamıyorum. Ne, demek oynandı?" Sorumla birlikte inanılmaz bir hızla aynanın içinden elini bir anda uzatıp kalbime bastırmasıyla dehşetle irileşti gözlerim. Geri çekilmek istedim ama kıpırdayamadım. Şok içinde karşımdaki aynadan elini çıkaran kendime baktım. Elini bastırmıyor sadece dokunuyordu ama elinin altındaki tenimi sanki büyük çivilerle kalbimi deşiyorlar gibi acı veriyordu.
"Ne yaptığını sanıyorsun! Bırak beni." Diye bağırmamı umursamadı. Elini biraz daha bastırmasıyla artık acıya dayanamayıp çığlık attım. Tenimi kızgın demir ile dağlıyorlarmış gibi yanmaya başladığında ne zamandır bu kadar titrediğimi bilmiyordum. Elini aniden kalbimden çekmesiyle sanki bütün gücüm çekilmiş gibi geriye doğru düştüm. Elimi acıyla kalbime götürdüğümde dehşetim on belki de bin katına çıktı. Tam kalbimin üzerinde tenimden sicim gibi akan kanların altında kazınmış bir V harfi vardı.
O an tüm beyazlar kırmızıya döndü.
Bütün renkler kana bulandı.
Temiz her ne varsa kanın kötülüğünden nasibini aldı...
Beyaz elbisem kanımla kirlendi...
Kafamı kaldırıp aynaya baktığımda o artık aynada değildi. Çünkü artık karşımda kanlı canlı bir şekilde duruyordu.
İçimdeki dürtüler ondan uzaklaşmam gerektiğini söylese de öylece durdum. Yanıma yaklaşıp dizlerinin üzerine çöktü.
"Yaşam saatine hile karıştı Eva. Kader değiştirildi gelecekle oynandı. Tüm hilelere rağmen Kader kendini tekrardan yazmaya başladı. Sana düşen ise tüm bunları yaşayarak görmek..." Bir dakika önce yukarıda olan güneş kaybolmuş, yerine karamsar bir havaya bırakmıştı. Az önce cıvıl cıvıl öten kuşlar susmuş onun yerine acı çığlıklar yerini almıştı. Söylediklerinden de yaptıklarından da hiçbir şey anlamıyordum. Tek bildiğim göğsümde V şeklinde oluşan yaranın bana verdiği acıydı.
"Hiçbir şey anlayamıyorum. Hiçbir şeye anlam veremiyorum. Lanet olsun neden herkes bilmece gibi konuşuyor!" Ben acıdan kafayı yemiş gibi bağırırken o bana düz ifadesiyle bakıyordu. Elini kaldırıp tekrardan yaraya bastıracaktı ki kendimi geri geri sürükleyerek ondan uzaklaştım. Bana dokunmasını istemiyordum. Daha fazla acı istemiyordum.
"Kendi yaralarını sen kapatabilir, acılarını bir tek sen dindirebilirsin, Eva. O yarayı başkası da açsa sen yine kendin sar, yine kendin iyileştir. Hiç kimsenin merhametine kalacak kadar düşme, güzel kızım." Gözlerini gözlerimden çekmeden elini tekrardan kalbimin üzerine koyduğunda az önceki alev alev yandığını hissettiğim tenim artık kovalarla su dökülmüş gibi rahatlamıştı. Acı tamamen bedenimi terk ederken ayağa kalkıp bana elini uzattı.
Tereddüt etsem de uzattığı elini tutarak ayağa kalktım. Karşı karşıya durduğumuzda sanki olanlar geri sarıyormuş gibi geri geri yürümeye başladı. Çıktığı aynanın yanına yeri geldi ve nasıl yaptığını anlayamadığım şekilde tekrardan aynanın içindeki yerini aldı. Daha ne kadar şaşırabilirim ki diye düşünürken ayna artık normal bir ayna dönüşmüştü.
Yanına yaklaştığımda tıpkı benim gibi hareket ediyor, beni yansıtıyordu. O artık orda değildi. Tıpkı geri sarılmış video gibi, geri geri gidip suyun dibine çöktü ve kayboldu. Az önce bozulan hava kendisini tekrardan güneşe bırakırken kulağımda yankılanan çığlık sesleri yerine tatlı kuş ve böcek sesleri gelmişti. O gitmişti ama sesi kalmıştı.
"Kanayan yaralarının kapanması uzun sürer.
Onu sarması da sana düşer.
Sen kendini bilirsen hasmın kendi kurduğu tuzağa kendi düşer..."
Gerçek dünyadan kopmama neden olan rüya irkilmeme sebep olmuştu ama gözlerimi aralayamıyordum.
Nefesim kesilmişcesine derin bir soluk aldığımda neden bı kadar halsiz olduğumu bilmiyordum.
Yattığım yumuşak zeminde bilincim açıktı fakat ne gözlerimi açmaya nede parmağımı kıpırdatmaya halim vardı. Algılarımın yerinde olduğunu da yanımda işittim seslerden anlıyordum.
"Onu yanından ayırmamanı söylemiştim sana Mavi!" Diye bağıran tabi ki de Arsal idi.
"Benim elimdeymiş gibi konuşma Karahan. Ona sen bile söz geçiremiyorken ben nasıl baş edeyim." Dedi Mavi bıkkınlıkla. Gözlerim açık olmasa da bana ters ters baktığını hissedebiliyordum.
"Sakin olun artık, olan oldu." Dedi Elyesa gerginliği azaltmak adına.
"Aynen olan oldu, eğer Elber biraz daha geç gelseydi Kısa ve Âfâ'yı öldürüyordu! Hem de uyurken, inanabiliyor musun?" Mavi'nin dehşet içinde çıkan sesiyle şok oldum.
Ne yapmışım ne!
İnanamıyorum.
Âfâ ve Kısa kimdi?
Birbirine girmiş olan beynim anlık erör verse de düşen jetonla daha da dehşete düştüm. Bahsettikleri iki muhafız Nar ve İlge'nin odasına zehir koyan heriflerdi.
"Ölmediler sonuçta." Elyesa'nın beni savunmasına mı şaşırsaydım savunuş şekline mi.
Nasıl bilenmişsem artık uyurken defterlerini düreyim bari demişim.
"Hâlâ dalga geçiyor! Kızım uyur gezer bir halde adam öldürüyormuşsun, işin ciddiyetini kavrasana biraz!" İç sesimin endişe dolu sesi beni kendime getirmesi gereksede hissettiklerim şaşkınlığın ötesini geçmedi.
"Bileğindeki kelepçeleri çıkar, Batın." Arsal'ın emriyle bana yaklaşan adamın yanı sıra Devrim konuştu. "Emin misiniz Efendim, muhafızları ne hale getirdiğini gördünüz."
"Beni sorgulamak sana kalmadı muhafız, hepiniz çıkın dışarıya." Bileğimi sıkan kelepçelerden kurtulduğumda hepsinin bir bir dışarıya çıktığını işittim
Uyumak istemiyor, ama gözlerimi de açamıyordum. Kapalıyken bile bu kadar acı veriyorsa açtığımda daha çok ağrıyacaktı.
Sanki rüyadan uyanmamıştım da gerçekten yaşamıştım. Sahi ne olmuştu az önce. Rüya mıydı gerçek miydi?
Gördüğüm şeyler hayal mi yoksa gerçek mi ayırt edemez olmuştum artık.
Peki ya söyledikleri şeyi gerçekten yapmış mıydım? Uykunun esiri değil iken bile zor zapt ettiğim öfkem kendimi emanet ettiğim rüyalarımda bile bana ihanet ediyordu.
Uyanıkken irademin baskınlığı üstün geldiğinde kendimi durdurabiliyordum fakat uyurken böyle bir şeye girişmem...
Çok tehlikeliydi. Benim için de etrafımdaki insanlar içinde ve en önemlisi kurduğum planlar için de.
"Adamı öldürecek olman hiç mi koymuyor be? Hâlâ planlarım diyor!" İç sesim bir yerde haklıydı fakat bende haklıydım.
Yalnızdım. Bunu kendimi aşağılamak için değil gerçek anlamda yanlız olduğum için düşünüyordum.
Yabancısı olduğum bu ülkede, yabancısı olduğum insanların içinde tek başımaydım.
Herkes doğru ben yanlıştım. Herkes bir tarafa bakıyor, ben ters tarafa bakıyordum. Kimsem yoktu. Ne beni destekleyecek bir insan, nede bana inana bir Allah'ın kulu yoktu bu lanet olasıca yerde.
İçimdeki savaşta bile kendime konuşma hakkı tanımazken af çıkmasını beklemem saçmaydı.
Nefes alırken bilinçsizce soluduğum kokuyla soluğum kesildi. İçinde kaybolduğum kargaşadan kendimi bir anda başka bir dalgaya savrulurken buldum.
Buradaydı!
Yakınımdaydı. Mesafemiz ne kadardı bilmem ama çok yakınımdaydı.
Saçlarımda hissettiğim parmaklarla omurgamdan aşağı bir ürperti indi.
Parmaklarına doladığını hissettiğim saçlarımı nazikçe dokunuyor usulca okşuyordu. Nefesini kulağımın dibinde hissetmemle yatağın ondan olduğu taraf çöktü. Yanıma yattığını anlayınca nefeslerim hızlandı. Bunu fark etmiş gibi daha da yaklaştı. Sıcak nefesi şimdi kulağım ve boynum arasında ki boşluktaydı.
"Sakin ol, Eva." Dedi kısık sesle. Sıcak nefesi boynumdan akarak tüm ısısını vücuduma yayıldı.
"Beni duyduğunun farkındayım. Cevap vermesen de hissediyorum, şeytanın kızı." Nefesleri kulağımdan boynuma doğru lavlar akıtıyordu. Burnunu yavaşça boynuma sürttüğünde içimdeki olan duygular yoğunlaşıyor kaldıramayacağım bir ağırlığa ulaşıyordu. İçine derin bir nefes çekti. Dudaklarını varla yok arası oraya değdirdiğinde kalbimin atış sesleri kulağımda uğuldadı. Nefesim kesilmek üzereydi. Yapmamalıydı bunları!
Mantığımın ağır vuruşu bilincimi sonuna kadar açtığında dudaklarımdan şunlar döküldü
"İki saniyen var, Karahan." Dedim hırıltılı çıkan sesimle.
Başı boynumdayken hafifçe güldü. "Ne için?"
"Birazdan gövdenden ayrılacak olan o kafanı benden uzaklaştırman için." Dediğimde daha çok güldü.
Ama ben çok ciddiydim.
Gülmek yerine beni gale almalıydı bence. Yorgunluğum ve bitkinliğimin üzerine basarak onlardan kurtulduğumda yapacaklarım onu dehşete düşürecekti belki.
Ani bir hızla cebimdeki bıçağın küçük düğmesine bastığımda tık sesiyle açıldı, tabi o arada boynumda olan Arsal'ın saçını kavrayarak oradan uzaklaştırdığım gibi yatağa devirdim, hafif üzerine abanarak bıçağın soğuk metalini onun tam şah damarına gelecek çekilde dayadım. Göz göze geldiğimizde mavi gözlerinden geçen büyük şaşkınlığı nasıl usta bir şekilde gözlerinden sildiğine şahit oldum. Bir elim yatağın üzerinden destek alırken diğeri elim onun şah damarının üzerinde tuttuğum bıçaktaydı.
Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama mavilikleri iki gözümde de uzun sayılabilecek bir süre gezindi.
Kan kırmızısı gözlerimi altımda ki maviliklerden ayırmadan dik dik baktım. Gözleri gözlerimdeyken dudağı tehlikeli bir kıvrımla yukarıya büküldü.
"Cesursun Efnan, ama bir o kadar da aptal." Gülümsedim, samimiyetten çok uzak bir gülümsemeydi bu.
"Cesursun Karahan, ama bir o kadar korkak."
"Korkak olduğumu sana düşündüren nedir, şeytanın kızı?" Bakışları pür dikkat gözlerimdeyken bıçağı biraz daha bastırdım boynuna.
"Aptal olduğumu sana düşündüren nedir Karahan?" Dedim onu, onun sorusuyla vurarak. Dudaklarında ki tehlikeli kıvrım gecenin karanlığından daha ürkütücü bir hâl aldı.
"Eğer aptal olmasan o bıçağı boynuma dayar dayamaz işimi bitirirdin." Demesiyle tek kaşım havalandı. Bıçağı şah damarından uzaklaştırıp yüzüne çıkardım.
"Ben avımla oynamayı severim Karahan. Onun korku dolu anlarını, köşeye sıkışmasını ve en sonunda ayaklarıma kapanarak it gibi yalvarmasını sağlarım." Dedim üstünlükle, bir yandan da bıçağı şakaklarından yanağına doğru hafif hafif dokunduruyor, kesmiyordum.
Gözlerinde muzır bir parıltı geçti. Konuşmalarım ve hareketlerim onu sinirlendirmesi gerekmiyor muydu? O halde bu adam neden keyifli şekilde bana bakıyordu?
"Ben senin avın mı oluyorum Efnan?" Dedi karanlık sesiyle.
Bıçağı yanağından çenesine kadar sürterek, oradan da boynundan âdem elmasına kadar hafif bastırarak, ince ince kanamasını sağladım.
Üstün bir bakış attım, üstten üstten. "Değil misin Karahan?" Bıçağı tekrardan boynuna dayayacağım sırada ışık hızında bileğimden kavrayarak ellerinin arasına aldı. Ben daha ne oluyor lan demeden bir anda kendimi yatakta, Arsal'ı ise üstümde buldum. Onu itmek için ellerimi kaldırdığımda ellerimi başımın üstünden yatağa kelepçeler gibi tuttu.
Ben şokla irileşen gözlerimle ona bakarken şimdi ben onun altındaydım.
Bu cümle düşününce çok aşağılayıcı gelmişti kulağa. Derince yutkunarak baktım bana üstten bakan, derin maviliklerin sahibine.
Bu sefer o bıçağı boynuma, tam şah damarımın üzerine yasladı. Üzerimdeki şoku atlattıktan sonra ters ters baktım ona. Sinsice sırıttı. Yüzünü yüzümün hizasına yaklaştırırken ağırlığını üstüme vermediğinin farkındaydım.
"Ne oldu şeytan? Kim kimin avıymış?" Dedi kısık sesiyle gözlerime bakarak.
"İster kabul et Karahan ister etme ama kaybediyorsun." Dedim bilmişce
Kaşları havalandı. Başımın üzerindeki ellerimi tek eliyle nasıl bu kadar güçlü şekilde tuttuğuna akıl sır erdiremiyordum. Boynuma yasladığı bıçağın soğuk metalini şah damarımda hissediyordum. Her atışında bıçağın keskin ucuna çarpışına kadar hissediyordum. Ama korkmadım. Hiç korkmamıştım. Bunu en iyi o biliyordu.
"Kaybetmem senin açından iyi olmaz, kızıl şeytan." Ne ara dudaklarını dudaklarıma bu kadar yaklaştırmıştı? Çünkü sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyor, ağzımı kıpırdatsam onun dudaklarıyla temas edecek gibi hissettiriyordu. Bu düşünce aniden karnımda ve kalbimden nedenini bilmediğim ince bir sızının geçmesine neden oldu. "Benim kaybedişim demek, dünyanın kendisine açacağı yeni bir savaş demek. Ve bu savaşta hiç kimse sağ çıkamaz."
"Peki, ya bana karşı kaybediyorsan?" Dedim cesurca dudaklarına doğru. Bakışları dudaklarıma düştü. Mavi harelerinin gecenin en karanlık, en koyu tonu olan mavisine döndüğüne şahit oldum. Kendi dudaklarını diliyle usulca ıslattı.
"O zaman yenilen tek taraf sen olursun Eva. Sen hayatının en büyük hatasını yaptın zaten." Evet, buraya bu cehenneme düşmek hayatımın en büyük hatası olmuştu zaten. Yine de sormak istedim.
"Neymiş o?" Dedim kuru bir sesle.
Burnu burnuma değince ayak uçlarımdan başlayan tüm sinir hücrelerim anlık vücudumu sarstı. Nefeslerim hızlanırken kalbim yine göğüs kafesimde çaresizce çırpınıyordu.
"Sen asla yakınından dâhi geçmemen gereken bir adamın çekim alanına girdin, Efnan." Dedi boğuk sesiyle.
İçerde çığlık çığlığa bağıran kalbimin seslerini bastırmaya çalışmak çok zordu. "Bu benim suçum değil." Dedim titrek sesimle.
Bileklerimi tutan eli daha da sıkılaşırken bıçağı boğazıma daha sert yasladı. Hızla öfkenin hücum ettiği mavilikleriyle gözlerime baktı. "Senin suçun!" Dedi aniden yükselen sesiyle "Senin suçun!" Kalbim artık göğsüme sığmazken öfkeli nefesleri yüzüme çarpıyordu.
"Senin iradesizliğinin suçunun hükmünü bana kesemezsin!" Diye bende sesimi yükselttim.
"Elimde mi sanıyorsun?" Dedi çaresizce. Arsal Karahan bana çaresiz gözler ve çaresiz sesle yalvarıyor muydu bana mı öyle geliyordu?
"Senin içsel karışıklığın beni asla alakadar etmiyor Karahan." Dedim aniden buz kesen sesimle. "Kendi sorunlarını kendin çöz, benim kapıma gelme. O kapıdan içeriye adımını dâhi atamazsın çünkü." Diye devam ettim sert sözlerime.
Üstten bana bakan gözleri dudaklarım ve gözlerim arasında gelip giderken dediklerimi duyduğunu sanmıyordum.
Bakışları dudaklarımda takılı kaldığında sertçe yutkundu. Aklından geçeni tahmin etmek içimde bazı şeylerin kopup gelmesine sebep oluyordu. Daha kötüsü de aklından geçeni, aklımın da kalbimin de istemeseydi. Bunu kendime yediremesem de kendi içimde ki gerçeklerden kaçarak kendimi kandıramayacağımı bildiğimdi.
Şunu da biliyordum ki eğer onun ateşine düşersem yanan tek ben olacaktım. Onun depremine yakalanırsam enkazında sıkışan ben olacaktım. O kara deliğin içinde bir kere kaybolursam yolumu asla bulamayacağımı biliyordum.
Onun da dediği gibi. Hayatımın en büyük hatası olurdu.
Bu yüzden kaçabildiğim kadar kaçacaktım...
Dudaklarını benim dudaklarımla buluşturacağı sırada burnumdan verdiğim sert nefesle başımı çevirdim. Dudakları yanağıma dokununca bedenimde ki bütün kan basıncı oraya toplandı ve karıncalandı.
"Kendimi asla sana teslim etmeyeceğim Karahan. Ucu bucağı görünmeyen, dibi ölçüsü bilinmeyen bir uçuruma kendimi teslim ederim, ama senin ne olduğu belli olmayan sonunun nereye varacağı bilinmeyen, iki uçlu duygu durum bozukluğu içerisinde ki karakterine kendimi teslim etmem." Dedim buz gibi sesimle bakışlarım duvardayken.
Gülme sesi geldi fakat gerçek değildi. Samimiyetten çokça uzaktı. "Zamanı geldiğinde bu sözlerin acısını senden çıkaracağım." Belli etmemeye çalışsa da onu reddetmem öfkesini körüklemişti.
Şeytanı aratmayan cinsten gülümsedim.
"Zamanı geldiğinde acısını çıkaracak tek bir kelime dahi bulamayacaksın Karahan " Dedim bende en az onun kadar sinirliyken. Bıçağı boğazımdan çektiğinde vücudunu yana devirdi. Benden uzaklaşır uzaklaşmaz göğüs kafesime sıkışmış olan nefesimi sesli şekilde verdim. Ayağa kalkarak kendimi toparladım.
Ne kadar gözlerine bakmak istemesem de korkak gibi görünemezdim.
Gözlerimi gözlerine diktim.
Ne var dercesine omuz silkti. Elimi uzatıp benden aldığını vermesini bekledim.
"Ne?" Dedi anlamıyormuş gibi.
"Ver bıçağımı."
"Ben senin elinden almadım mı bu bıçağı? Yine nerden buldun?" Dedi, sanki abur cuburunu annesinin sakladığı yerden gizlice bulup hepsini yemiş, suçlu bir çocukmuşum gibi.
Dudağımda peydah olan sırıtışa engel olamadım.
"Muhafızlarınız bu kadar salak olmasaydı, o bıçak elime geçmezdi Karahan." Dedim bilmiş bilmiş. Çünkü gerçekten muhafızdan almıştım, ama o avanağın ruhu bile duymamıştı.
"Nerede bir aptal, onu dikmişsiniz muhafız diye. Götünden donunu alsam haberi olmaz." Tek kaşı alayla havalandı.
"Senin gibi bir şeytan yavrusuna bir değil, bin muhafız gelse sen hepsini ayakta uyutursun." Dedi, bu durumdan hoşnut olmadığı belliydi.
"Ateş krallığının veliahtını bile ayakta uyutuyorum ben. Ama onun haberi yok." Dedim etrafıma bakarken. Yanılmamıştım burası onun odasıydı. Gösterişli şifonyerin yanında duran büyük boy aynasının yanına adımladım.
"Peki o veliaht öyle olmasını istediği için öyle oluyorsa." Dedi o da ayaklanıp bana doğru gelirken. Gözlerim bir an üstüme kaydığında üstümde çok fazla bol duran gömleği yeni fark etmiştim. Gözlerim kısa bir an ona değdi, gömlek onun muydu? İlk üç düğmesi açıktı, görünüşe göre karşımdaki adama baya bir dekolte vermiştim. Onun gözleri hiç aşağı inmemişti, ki şu anda bakmıyordu. Gözlerinin tek odağı gözlerimdi.
"O zaman ikimizde marifetlerimizi gösteririz Karahan." Bakışlarında geçen haylaz ifadeyi anladığımda ona ters ters baktım. Adam konuşmadan bile bakışlarıyla konuşmuş kadar oluyordu.
"Marifetlerini muhafızlarımın üstünde çok net göstermişsin." Dediğinde bakışlarım aynadaki yansımamı buldu. Saçım başım birbirine girmiş yüzümde yastığın izi vardı, gözlerim ve dudaklarım hafif şişti. Gömlek gerçekten çok boldu içinde kaybolmuştum. Kalçalarımı ve daha fazlasını kapattığı için altımdaki kot şort görünmüyordu, boğulmuşum gibi kenara çektiğimden olsa gerek omzumun birisi açıktaydı, şu an şey gibi görünüyordum.
"Ateşli bir sevişmeden çıkmış gibi." İç sesimin hain kahkahalar eşliğinde söyledikleri doğruydu. Resmen şeyden çıkmış gibi duruyordum adamın karşısında!
"Bilimcim dışı yaptığım hiçbir şeyin sorumluluğunu kabul etmiyorum." İç dünyamdaki saçma düşüncelerimin aksine soğuk bir sesle söylemiştim bunu. Tek kaşı alayla havalanırken yansımamın yanında belirdi yansıması. Yanında küçücük kalıyordum, çok büyüktü, kocaman duruyordu yanımda.
Aynaya olan bakışlarım artık eskisi gibi değildi, her an elini tekrardan kalbime bastıracak gibi hissettiriyordu.
"Bilincin dışı?" Dedi yüzünü bana döndürerek, ben hala aynadan ona bakıyordum.
"Bir iki muhafızını dövdüm diye uykunun arkasına saklanacak değilim Karahan, inanmıyorsan bilimcim içinde de döverim askerlerini." Güldü.
"Dövdüğün muhafızların hain olması tesadüf mü peki şeytanın kızı?" Hiç tereddüt etmeden söyledikleriyle aynadan ona bakan gözlerim irileşti.
Hadi canım, biliyor muydu? Şaşkınlığımı gizlemek istedim fakat mümkün olmadı. Bakışları gözlerimdeyken elini aynanın önüne getirdiğinde, elinden çıkan siyah dumanın ardından beliren şeyle asıl şaşkınlığı o zaman yaşadım.
Nar ve İlge'nin odasından aldığım zehir şu an Arsal'ın elleri arasında duruyordu.
Derince yutkunduğumda bir adım daha yaklaştı sınırlarıma. Bakışlarımdaki şaşkınlığı silerek yerine boş bir ifade yerleştirdim fakat yanımdaki adam bunu çoktan yakalamıştı.
"Bana bunu açıklayabilir misin Eva?" Mekanik sesi tüylerimi diken diken etti.
"Onun ne olduğu hakkında bir fikrim yok." Bakışlarını kızıllarımdan çekmezken biraz daha yaklaştı.
"Yanlış cevap şeytanın kızı, şöyle sorayım o zaman, bunu nereden buldun?" Yüzümü ona çevirdiğim de bakışları keskin, gözleri hesap sorarcasına bakıyordu.
"Birinin benim üstüme yerleştirmeyeceği ne malum? Neden beni suçluyorsun ki, belki bana oyun kuruyorlar." En ücra köşedeki şeytanım şapkasını çıkardı.
"Yalan sanatını çok iyi icra ediyorsun."
"O ihtimal dahilinde bile değil, sen istemediğin sürece kimse sana oyun kuramaz." Dudağımın köşesinde oluşan kıvrımla baktım ona.
"Ama sen kurarsın değil mi?" Bakışları yüzümde gezindi, gözlerinin dokunduğu her yeri yakabilmesi mümkün müydü? Yakıyordu, buz gibi esen rüzgarları beni yakıyordu. "Beni aptal sanma, beni bana anlatarak tongaya düşüreceğini de sanma. Muhafızlarının hain olmasını bana bağlayamazsın." Bakışları yüzümün her zerresine uğrarken dudağının bir köşesi usulca kıvrıkdı. Masum bir kıvrım değildi...
"Sen gerçekten bir şeytansın."
"O şeytan henüz bir adım atmadı." Atmıştı...
Benden uzaklaştı, derin bir soluk aldım. Şu an bana asla inanmadığını biliyordum fakat sesini çıkarıyordu. İşime gelirdi çünkü üstüme gelirse söyleyebileceğim bir yalanım yoktu. Dolabın önüne geldiğinde, aklımı kurcalayan soruyu sordum.
"Üstümü kim değiştirdi?" Beni sinir edecek bir cevap vereceğine çok emindim fakat o soğuk sesiyle "Yardımcılardan birisi."
"Kadın mı?"
"Erkek olma ihtimali yok." Kesin sesi başka bir olasılığa yer vermiyordu. Sadece üst tarafımı değiştirdiği için çok takılmadım.
"Kızım erkek olma ihtimali yok diyor adamm, olamazz diyor ihtimal dahilin de bile değil diyor. Birazda buna takılsana." İç sesim kendi kendini bana anlatmak için parçalarken onu umursamıyordum.
"Bu ülkede bilgi bulabileceğim bir yer yok mu?" Dedim kızıl gözlerim ondayken.
"Biz ona kütüphane diyoruz kendi aramızda." Diye homurdandı.
Sakin ol Eva, ona laf sokarak bu lanet döngüye tekrardan girmeyeceksin
"Beni oraya götür." Dolabından bir şeyler alırken cevap vermeye devam etti.
"Öğrenmek istediğin her şey bende ve sen benim teklifimi kabul etmiyorsun." Dağılmış saçlarımdaki tokayı sıyırıp başımı öne eğerek saçlarımı tekrardan toplamaya başladım.
"Asla öyle bir şey olmayacak." Dedim kesin sesimle, bir yandan da saçımı kıvırıyordum.
"Sesin bile titremiyor Eva, bu kadar mı ustalaştın?" İç sesim bile bana hayrandı.
"Olacak, er ya da geç bana geleceksin şeytanın kızı, bunu bende sende çok iyi biliyoruz." Saçımı toplayıp tokayla tutturdum. Tam, her boku sen mi biliyorsun demek için kafamı kaldırmıştım ki karşımdaki yarı çıplak adamı gördüğümde dilim tutuldu.
Tişörtünü çıkartmış olan bey, dolaptan eline geçen ilk gömleği alıp yatağa attığında ben ona yutkunarak bakıyordum.
Lanet olasıca hormonlar.
Bu kadar kusursuz olmak zorunda mıydı! Yarabbim sen her şeyiyle en güzeli yaratansın fakat bu fazla değil mi
Herif Yunan heykeli gibiydi, taştı taş.
"Bunları ben söylemedim bak sen söyledin sonra benden bilme," Diye atılan İç sese verecek cevabım yoktu. Normalde ikilemde kalan bir insan değildim fakat, şu adama sövmek ve saatlerce izlemek arasında gidip geliyordum.
Kendine gel kızım!
"Dediğime geliyorsun. Baksana şu kaslara ilik gibi..."
Ben donmuş şekilde ona baka kaldığımdan diyeceklerim de aklımdan uçup gitti. Sikeyim, ben daha önce bu herifi üstsüz görmüştüm ne diye böyle kala kaldım şimdi aptal gibi
"Onda da çok farklı tepki vermedin merak etme."
Cevap vermeyişim Arsal'ı meraklandırmış olacak ki kaşlarını çatarak bana döndü, bakışlarımda her ne gördü bilmiyorum fakat dudaklarında serseri bir kıvrım peydah oldu. Kızardım, baya baya hayvan gibi kızardım. Nar'a o kadar büyük konuşmayacaktım.
Kendine gel kızıl! Yakalandık.
"Gördüklerin hoşuna gitmiş olmalı?" Muzır sesiyle ve baştan çıkarıcı bakışlarıyla bana bakışı kalbimi tekletti, bu adamı reddedebilen tek bir kadın bile olamazdı.
"Olur, sen. Gerçi sende salaksın o ayrı bir meselede."
"İlgisi yok. Açmasaydın." Dedim bakışlarım hala üstünde dolaşırken, geniş omuzları, kaslı kolları ve oluk gibi akan karın kasları iştah kabartıcı duruyordu.
Kendine gelll. Bilerek bizi baştan çıkartıyor!
"Bakışların ve dudakların aynı konuşmuyor. Çelişiyorsun şeytanın kızı." Çapkın sesine bulaşan alaysı ton beni kendime getirdi.
"Açana herkes bakar Karahan, istersen dışarıda deneyelim?" Kaşları çatıldı.
"Ne demek bu?"
"Beni ağına düşürmeye çalışma, istersem çıkartırım tişörtümü asıl şovu görürsün." Tek kaşı alayla havalandı.
"Çıkar, bana hava hoş." Adımlarım kapıya döndüğünde dudaklarımda şeytani bir kıvrım vardı. Görmesem bile kaşlarını çatışını çok net hissediyordum.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?"
"Üstümü çıkarmaya, bakalım muhafızların için de hava hoşmuymuş?" Dememle saniye değil, salise; gerçek anlamda saliseler içinde kolumu tutup beni kendisine çevirdiğinde şaşkınca ona döndüm, ne ara dibime girmiş ne ara gelmişti hiçbir fikrim yoktu.
"Sen istiyorsun ki tüm askerlerimin gözünü çıkartayım, tek bir adamım bile kalmayana denk öldüreyim." Hırlayarak üstüme yürüdüğünde beni de beraberinde geriye yürütmeye zorluyordu. İşte damara böyle basılır kralın oğlu.
"Hani sana hava hoştu?"
"Sikerim havasını, ne demek muhafızlarım önünde soyunmak!"
"Özgür bir insanım ben istersem önlerinde direk dansı bile yaparım." Dediğimde gözleri ilk önce irice aralandı sonra ise maviliklerine buğulu sisler indi.
"Sen direk dansı mı biliyorsun?" Sırtım kapıya yaslandığında başımı biraz daha kaldırdım.
"Göstereyim mi?" Dedim bu sefer onun lafını ona satarak. Gözlerimi süzerek alttan alta ona bakarken dilimle alt dudağımı ıslattım, kor alevi olan bakışları dudaklarıma indiğinde gözlerim sinsice kısıldı, yapma Karahan, düşmanına böyle arzuyla bakma.
Ama o baktı, hatta öyle bir baktı ki gözlerindeki alevler tenime dökülecek sandım, elimi kaldırıp göğsüne dokundurduğumda elimin altında kasılan kaya gibi tenini hissetmek içimi kıpır kıpır etse de kendime engel olmaya çalıştım. Elim yavaşça karın kaslarına indiğinde karnı içine göçtü, derin derin nefes alıp verirken dokunuşlarım altında nefesinin kesildiğini hissettim.
Bir an benimde gözlerim onun dudaklarına kayacak sandım ama irademi zorlamaya çalışarak inatla mavi gözlerinden çekmiyordum.
Onu zorlamak için oynadığım oyunda kendi duygularımı bastırmaya çalışmam çok saçmaydı!
Bakışlarını zorlukla dudaklarımdan çekerek bu sefer o geri adım attı. Elim boşluğa düştüğünde onu zorluyor olmanın keyfiyle sırıttım. Bir iki saniyeliğine bakışlarını tavana dikti gözlerini kapatıp açtı ve sonrası şöyle oldu;
"Siktir!" Dudaklarından dökülen kelimelerle beni bileğimden tutup yan taraftaki aynaya yaslaması bir olmuştu. Tam çığlık atacağım zaman büyük eliyle ağzımı kapattı.
"Sınırlarımı o kadar çok zorluyorsun ki Efnan," Dedi kısık ve baştan çıkarıcı sesiyle. "Şu an nasıl bir noktada olduğumu bilsen hangi deliğe kaçacağını düşünürdün." Bunları söylerken dudakları kulağımda, yanağı ise yanağıma temas ediyordu. Sakalları hafif hafif batarken yanağını yanağıma sürttü. Bu dokunuşu omurgamdan aşağı doğru bir ürperti geçmesine sebep olsa da geri adım atmak yoktu.
Elimle elini ağzımdan çekmesini sağladım. Yanaklarım cayır cayır yansa da kalbin yerinden çıkacak gibi atsa da bu oyunu benim başlattığımı kendime hatırlatarak duygularımı bastırmaya çalıştım. Yüzünü yüzümün hizasına getirdiğinde içimdeki yaramaz kız üstüne git diye bana vesvese veriyordu hala.
"Hangi noktadasın Karahan? Bana da göstersene. Sınırlarını merak ediyorum." Dedim onu kışkırtmak için kısık şekilde. Şu an tam çizgideydi ve onu bu raddeye getirenin ben olması, beni nedense keyiflendiriyordu.
Tek kaşı havalanırken diğer eli hâlâ bileğimdeydi. Onu yavaşça kaldırıp aynaya yasladı, baş parmağını narin dokunuşlarla nabzımda dolaştırmaya başladı. Bunu yapmasını beklemediğimden aniden duraksadım. Neden bu hareketi her yaptığında kendimi ona karşı yenilmiş hissediyordum? Son hız çarpan nabzım dokunuşlarının altında çaresizce atıyordu.
"Sınırlarımı aşıp, çizgilerimi geçtiğim zamanları da göreceksin Eva." Dedi boğuk ve kısık sesiyle. "O küçük aklın şu an irademle oynayarak kendisini tatmin ediyor olabilir fakat elimden bir kaza çıkarsa emin ol işin sonu ikimiz için de kötü bitmez." Bir anda beni serbest bırakıp geri çekildiğinde gözlerindeki o tutkuyu nasıl silip yerine öfkeyi yerleştirdiğine şahit oldum.
İkimizde birbirimizi öfkeyle bakarken dişlerini sıkmaktan çenesi seğirdi, boynunda atan damarın hareketliliğini buradan görebiliyordum, kendisini tutuyordu ve isteklerini öfkesiyle bastırmaya çalışıyordu.
"Dışarıya çık şeytanın kızı." Dedi bana sırtını dönerken, sırtındaki yaralar, kesikler ve dikiş izleri az önce birbirimizi parçalayacak noktaya gelmemize rağmen içimi acıttı.
"Kendime hâlâ mukayyet olabiliyorken git Efnan, yoksa o yaslandığın ayna hayal bile edemeyeceğin şeylere şahit olacak." Derince yutkunduğumda derimin altı alev alev yanıyordu. Planım kesinlikle böyle değildi. Herifi baştan çıkartıp ortada bırakacaktım, ortada kalan ben oldum.
Sikerler yanıyorum! Kıpkırmızı kesildiğime emindim. Beni getirdiği noktayı görmesini istemediğim için çabucak kapıya döndüm.
"Yemek yemeden gitme, mutfağa in, İlge ilgilensin seninle." Bir şeyler söyledi fakat onu duyacak halde değildim. Aceleyle dışarıya çıktığım gibi kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım.
Yüzüm cayır cayır yanıyor, kalbim amansızca çırpınıyordu, hızla inip kalkan göğsümü saymıyorum bile. Tek bir cümlesiyle beni bu hale getiriyorsa dediklerini yapsa...
Siktir, siktir! Ne düşünüyorum ben.
"Eva, iyi misin?" Elyesa'nın sesiyle bakışlarım ona döndü. Gözleri ilk önce Arsal'a ait olan gömleğin açık olan iliklerine sonrada kesinlikle kızardığına emin olduğum yanaklarıma döndü, hızla çarpan kalbimin yüzünden hızla inip kalkan göğsümü de görünce kahve gözleri kocaman açıldı.
"Yattınız mı?" Lap diye sorduğu soruyla gözlerim fal taşına döndü.
"Ne!" Dedim şok içinde. Sırtımı kapıdan ayırdığımda Elyesa hâlâ şoklardan şoklara giriyordu.
"En son birbirinizi öldürüyordunuz siz ne ara ateş bacayı sardı?" Elyesa'nın söyledikleriyle yüzüm daha da kızardı.
"Saçmalama kızım ne ateşi bacası." Diye kendimi açıklamaya çalıştım fakat arkadan bize doğru gelen Akın ve Maviyi görünce panikle Elyesa'ya sus işareti yapacaktım ki geç kaldım.
"Kızım dudakların şişmiş, göğsünün nasıl inip kalktığını söylememe gerek yok. Hayatta utanma yüzü göstermeyen sen pancara dönmüşsün, yatmışsınız işte." Arkadaki Mavi ve Akın duyduklarının şokuyla aynı anda ağızları açık bize baka kaldı. Gömleğin düğmelerini iliklemeye çalıştığımda şu an kendimi yatakta basılmış gibi hissettim. Şokla bakışlarım aşağı indiğinde gömleğin uzunluğundan ve bol oluşundan şortum görünmüyordu. Sikerler böyle işi, şu an resmen şeyden çıkmış gibi duruyordum.
Allah'ım bir Leyla vakası daha ama Leyla suçsuz bu sefer Ali Rıza Bey!
"Hayır olamaz." Diye ilk tepkiyi veren Mavi oldu. "Bu şeytan karı benim prensimi kandırmış olamaz." Dediklerine kaşlarım çatıldı. Akın susuyor hala şokla bakıyordu.
"Saçmalıyorsunuz." Çıktı dudaklarımdan sadece
"Aman tanrım," Diyerek elini alnına attı Mavi durumu dramatize bir hale sokarak "Benim yunan Tanrısına taş çıkartan prensimi baştan çıkarmış bu Şam şeytanı."
Ağzımı açtım fakat fırsat vermedi "Ne yaptın kızıl yılan doğru söyle, zorla üstüne mi atladın adamın."
"Abartma Mavi iki yetişkin insan istediklerini yapmakta özgürler." Akın şaşkınlığını atlatamamış olsa da mantıklı cevap vermeye çalışıyordu.
"Bu karı prensimin ırzına geçmiş diyorum neyini anlamıyorsun, Akın!"
"Kim prensimizin ırzına geçmiş?" Elber'in sesinin ardından gelen İlge, elindeki yemek tepsisiyle şokla büyümüş kül rengi gözleriyle baktı.
"Aman tanrım, Eva prensi düzdün mü?" Dediğinde gerçek anlamda tepine tepine ağlayacaktım.
Ben kimsenin ırzına geçmedim niye adama tecavüz etmişim gibi davranıyorlardı!
"Kim prensimizi düzmüş!" Diye bağırarak giren Devrimle elimi alnıma attım.
"Prensimizi düzmeye cesaret edeni dümdüz ederim." Arkasından hiç şüphesiz yükselen batına kaşlarını çatarak baktı Elyesa.
"Eva düzmüş geri zekalı, Eva'ya el mi kaldıracaksın, kadına kalkan elini yerinden sökerim senin."
"Eva sen Efendimizi mi düzdün?" Narin ve ürkek sesiyle elindeki ecza çantası olan Nar korka korka sorduğu soruyla bakışlarım tek tek üç dakikada birikmiş olan bu asalak insan topluluğunda dolaştı.
"Saçmalamaktan ne zaman vaz geçeceksiniz! Kimsenin zorla ırzına geçmedim ben."
"Kendi isteği ile mi verdi?" İlge'nin pattadanak sorduğu soruyla artık şoka girmenin nirvanasını yaşıyordum.
Tüm karışıklığın üstüne Arsal kapıyı açtığında üstünde benim gibi ilk üç düğmesi açıktı olan bir gömlek vardı, elindeki havluyla saçını kurularken bakışları sertti.
"Kapımın önüne ne halt ettiğinizi açıklayın." Mavi öne atılıp alnına yasladı.
"Sen nasıl bu karıya verirsin!" Arsal boş boş baktı. Olayı anlamadı o kadar belliydi ki
"Ne vermişim?"
"Onu da ben mi söyleyeyim?" Dedi Mavi dehşet içinde. Arsal anlamayan gözlerle bir bana bir kalabalığa bakarken üstümdeki gömlekte dolaştı gözleri, kaşları çatıkken bakışları ortamdaki erkekleri buldu.
"Tek birinizin gözü bile ona kayarsa bir daha görecek gözü olmaz." Muhafızlar dahil hepsinin gözü benim üstümden ışık hızında ayrıldığında artık daha fazla nasıl şaşırırım diye düşündüm. Akın ve Mavi de dahil bütün erkeklerin gözü tek bir an bile bacağıma kaymamıştı. Hepsi sadece yüzüme bakıyordu.
Mavi sanki evi barkı yıkılmış gibi tepki verdi Arsal'ın bu söylediğine. "Koynuna aldığı yetmiyor bir de sakınıyor gözlerden, tanrım başımı hangi kırılmaz taşlara vursam."
"Şu kolona vur, kırılmaz diye düşünüyorum. Mümkünse sağlam vur sende biz de kurtulalım." Elyesa'nın homurtusuna kurşun yemiş gibi elini göğsüne koyarak baktığında Elyesa umursamazca omuz silkti.
"Kim kimi koynuna almış ne saçmalıyorsunuz?" Arsal bakışlarını benden çekmeden söyledikleriyle daha da kızardı tenim, aman Allah'ım şu an yer yarılsa da on beş kat altına gömülseydim.
"Efendim, Eva sizi düzmüş." Eceline susamış tek bir kişi söyleyebilirdi bunu, o da İlge.
"Biraz daha saçmalamaya devam ederseniz hepinizi zemine orantılı dümdüz ederim, kimseye tecavüz etmedim ben!" Dedim, Nar ve Elyesa'dan aynı anda bir kıkırtı kaçtığında gazap dolu bakışlarımla aynı anda sustular.
Arsal'ın ifadesiz gözleri hepsinin üstünde gezdiğinde nasıl bu kadar ruhsuz ve boş baktığını anlayamıyordum.
"Mavi, Eva ile birlikte büyük kütüphaneye gidiyorsunuz." Mavi çileden çıktı, itiraz etmeye niyetlenecekken kalabalığı fark edip diline ket vurmak zorunda kaldı.
"Akın, beni kütüphaneye götürür müsün?" Söylediklerim sessizliğe bomba gibi düştüğünde herkes hayretle baktı bana. Şu adamın sözünün üstüne kimse mi söz söylememiş şu vakte kadar anlamıyorum ne diye bu kadar şaşırıyorlardı.
"Herkes işinin başına dağılsın." Bakışları tekrardan bana döndü, sert sesiyle yanımızda Elyesa, Akın ve Mavi dışında kimse kalmadı.
"Anlaşılır bir şekilde sordum aslında ama tekrarlamama gerek var mı Akın?" Dediğimde gerilen ortamın nedenini anlayamadım. Akın'ın gözleri Arsal ve benim aramda gidip gelirken ne yapacağını bilmez bir haldeydi.
"Gidin." Dedi Arsal dişlerini sıka sıka.
"Emin misin?" Akın'ın bu tereddüdü nedendi?
"Gidin." Öfkeli bakışları Mavi ve Elyesa'yı buldu. "Benimle gelin." Üçü birlikte gittiklerinde Akın ile kaldık.
Az önce ikisinin arasında sessiz bir konuşma geçti fakat neler olduğunu anlamış sayılmazdım.
"Neden bunu yapıyorsun?" Akın'ın sorusuyla arkalarından daldığımı fark edip kendimi silkeledim.
"Neyi?" Elini sıkıntıyla saçlarına geçirdi. Bir derdi vardı.
"Neler oluyor, Akın?" Dedim sorusunu ve hareketlerini sorgular gözlerle.
"İnadına mı böyle yapıyorsun?" Dedi bana doğru dönerken.
"Açık konuş." Bakışlarını tavana çevirerek derince ofladı.
"Eva, farkında mısın?"
"Neyin?" Cidden hiçbirini anlayamıyordum.
Bir kere daha ofladı. Bir şeyleri gerçekten anlamıyor olmalıydım, gerçekten de anlamıyordum çünkü.
"Değilsin işte değilsin. O bile değilken sen nasıl bilesin ki?" Aralarından bir Akın'ın akıl sağlığı yerinde sanıyordum, yazık onu da kaybettik sanırım.
"Biride çıkıp demiyor ki bu kız zihin okuyamıyor, insan gibi anlatayım da anlasın. Ama yok!" Sitemime karşı boş boş baktı. Gerçekten ortada bir sıkıntı vardı ve ben anlamıyordum.
"Akın bak birader, bir sıkıntın varsa söyle karşımda kıvranıp durma gerçekten sinirlenmeye başlıyorum."
Bir şeyler söylemek ister gibi baktı ama söyleyemedi. Bana eliyle yol verdiğinde konuşmanın bittiğini ve gidiyor olduğumuz anlamını çıkardığım için sustum, içimde beni kemiren o soruyu sormak ve sormamak arasında kalırken dudaklarım aralandı.
"Nevsal... nasıl, iyi mi?" Ses tonumdan ne anladı bilmiyorum fakat Akın direkt asıl sormak istediğime cevap verdi.
"Merak etme, Arsal mutfakta olan her şeyi zihninden sildi, zaten küçük bir çocuğun hatırlamaması gereken bir manzaraydı." Bakışları beni buldu. "Başka soracağın bir şey varsa sorabilirsin diyeceğim fakat sen pek izin almazsın," Derin bir nefes verdiğimde içim rahatlamıştı.
"Odana git, birazdan yemeğin gelir zaten, ihtiyaçlarını gider sonrasında büyük kütüphaneye gidelim."
Akın' a başımı sallayarak cevap verdiğimde koşar adım odama ilerledim.
Şemsiyi çok merak ediyordum. Ne yapmıştı iyi miydi uzun süredir haberim yoktu.
Kapıyı kırarcasına açıp aynı hızla arkamdan kapadım. Etrafa bakındım. Oda bıraktığım gibiydi ama temizlediği belliydi.
"Şemsi." Dedim yatağın altına eğilirken "Piştt! Şemsoş, neredesin." Diye bu sefer Bağırmamla "Eva geldin!" Diye bağırıp dolabın altından çıkması bir oldu.
Hızla yanıma sürünerek bacaklarıma tırmanmaya başladı, bu onun için asla zor olmazken koluma kadar geldiğinde elips şeklindeki gözlerini bana dikti. "İyisin değil mi?" Dedi telaşla. Samimice gülümseyip elimle başını okşadım.
"İyiyim Şemsi. Sen iyi misin asıl, aklım çıktı yakalandın diye." Gerçekten öyleydi.
"Kızım kaç senedir yakalanmamış bu abin şimdi mi yakalanacak." Dedi artist artist.
"Ee neler yaptın ben yokken?" Dedim merakla.
"Kız neler olmadı neler?" Dedi dedikoducu teyzeleri aratmayan bir edayla. "Otur şuraya iyice anlatayım." Yatağa oturdum, o da yan tarafıma aktı inanılmaz bir hızla.
"Anlat kız anlat ıncını cıncını hepsini anlat." Dedim heyecanla.
"Kız sen gittin ya şimdi o gün. Allllaah!" Dedi abartıyla
"Ne oldu?"
"Ne olmadı ki? Dediler Eva yok. Dediler kayıp. Dedim nerde bu Kız? Kuş olup uçmadı ya." Dedikoduyu büyük bir istekle aktarıyordu bana,
"Kuş oldum uçtum gökyüzüne " İç sesimi her zaman ki gibi gale almadım.
"Ayy başıma neler geldi Şemsoş ama önce sen anlat. Sonra?" Bir 'bölme yaa' bakışı attıktan sonra devam etti.
"Başladılar seni her köşede delikte aramaya ama nasıl bir arama abooov?" Öyle bir abartıyordu ki şu an ben bile benim nerde olduğumu merak ettim.
"Eee?" Dedim çatlamak üzereyken.
"Kız bu Karahan neymiş böyle. Ortalığı tara mara etti seni bulmak için." İşte bu noktada şaşırdım. Beni oraya kendiler göndermişken neden arıyordu ki?
En baştan bilmiyor muydu zaten gideceğimi?
"Bulmuş mu ya. Haah!" Dedim muhteşem yüzyılı aratmayacak cinsten "Bok bulur."
Evet evet öyle temalı bir bakış attı Şemsi. "Sonrası daha karışık da anlatsam mı bilemedim?" Diyerek içinden söylemesi gereken şeyi dışından söylemiş olacak ki ağzından "Hii!" Nidası döküldü. Şüpheyle baktım.
"Neymiş o bilemediğin şey." Gözlerimi kısarak baktım. "Şu saniye anlatıyorsun şemsoş yoksa o çatal dilini ikiye ayırırım." Dedim parmağımın birisini kaldırıp ona doğru sallarken.
Yüzünü buruşturdu. "Ne biçim tehdit fantezilerin var ya, iyi tamam anlatıyoruz." Dedi teslim oluyormuş gibi.
"Sen gittikten üç gün sonra Arsal odana geldi. Buraya." Duraksadı. Hala anlatıp anlatmamak arasında kaldığı barizdi. Hadi dercesine ısrarla bakınca devam etti. "Güneş doğmamıştı sanırım, saat beş civarıydı. Sarhoş muydu bilmiyorum ama çok halsiz ve yorgun gözüküyordu." Nefret ettiğim halde neden bunu öğrenince kendimi kötü hissetmiştim ki? "Geldi sağa sola baktı. Sonra yatağının yanına gelerek oturdu." Bir kere daha durup düşündüğünde artık sinirle dürttüm onu.
"Kız yavaş ol, senin yüzünden erken deri değiştireceğim." Göz devirdim. "Sonra geldi ve senin yatağında uyudu. Sabah uyandığımda da zaten yoktu." Dedi bir anda. Böyle bir şey beklemediğimden ağzım anlık açık kaldı. Şemsi bu ifademe, kaşı olmasa da tek kaşını kaldırır gibi baktığında hemen kendimi toparladım.
"Şemsoş onu bilmemde sen sarhoştun sanırım. Ne işi olsun onun benim yatağımda."
"Eva saçmalama ne sarhoşu boğazımdan aşacak bir lokmayı zor buluyoruz şurada. Hem sen bana inanmıyor musun?" Dedi alınganca.
"Saçmalama Şemsi, sana neden inanmayayım. Arsal'ın benim yatağımda uyuması mantıklı gelmedi sadece." Diye mırıldandım.
"Aman neyse ne, daha var baya olay da sen anlat bakalım nerelerdeydin?"
Milli 'neler geldi başıma neler' bakışımı attıktan sonra anlatmaya başlayacaktım ki kapı çaldı. Şemsi ışık hızında yatağın altına saklandığında "Gir." Diye seslendim. Bu sürüngen bu kadar hızlı olmasaydı zor hayatta kalırdı.
Elinde yemek tepsisiyle içeriye gelen görevli kadın yavaşça gülümsemeye çalıştı. "Yemeğinizi getirdim Eva Hanım."
"Masanın üstüne bırak ben alırım oradan, teşekkür ederim." Kadın yemeği bırakıp hızlıca dışarıya çıktığımda şemsi de hemen çıktı.
"Vallahi tam da acıkmıştım iyi denk geldi."
Ters ters baktım.
"O benim yemeğim sürüngen." Alınmış gibi gözlerini devirdi.
"Seni beni mi varmış." Benden daha hızlı davranarak masama vardığında tepsideki yemeklere ağzının salyası akıyormuş gibi baktı. Güldüm.
"Hani beni dinleyecektin?"
"Aç yılan oynar mı kızım, önce nimet sonra kelam derler hiç duymadın mı?" Kahkaha atarak ayağa kalktığımda şemsi tam yemeğe kafasını uzatmıştı ki durdu, bakışları dikleştiğinde hızla elipsleri inceldi.
"Birisi koşa koşa buraya geliyor," Demesiyle duyularının ne kadar kuvvetli olduğunu bir kere daha anladım. Şemsi hızla saklandığında ona eş değer olarak kapı paldır küldür açıldı.
Tıklatılmadan kapıyı hayvan gibi kim açtı diye bakacakken gelen kişiye kesinlikle şaşırmadım. İlge elinde başka bir yemek tepsisiyle odaya girdiğinde nefes nefeseydi.
"Sakın bana o iğrenç şeyleri yediğini söyleme çünkü ona yemek bile denmez." Dediğinde boş bakışlarımdan hiçbir şey kaybetmeden ona bakmaya devam ettim. Masanın üstünde olan dokunulmamış yemekleri görünce derin bir nefes verdi.
"O Selis şırtanının yemeğinden bir kaşık alsaydın seni defterden silerdim." Dediğinde hâlâ neyden bahsettiğini anlamış değildim. Bu gün ben mi aşırı maldım yoksa insanlar mı?
Elindeki tepsiyi masaya bırakıp dokunmadığım tepsiyi eline aldı.
"Ne defteri, İlge?" Dedim, anlayamayışım sesimden belli oluyordu.
"Veresiye defteri!" Dedi sanki kötü bir şey söylemişim gibi ters ters. "Neyse ne uyarıyorum seni o selis şıllığına uyuzum, onun elinden tek bir ekmek parçası bile yersen seni kara deftere geçiririm."
"Köpek miyim ben İlge," Tip tip baktım, Elimle kapıyı gösterdim. "Saçmalayacağın başka bir şey yoksa seni dışarı alabilir miyim?" Ona yeterince sinirliydim zaten şu Arsal'ı düzme kaosundan, gitse iyi ederdi.
Kül rengi saçlarını savurdu. "Hadi sen yemeğini zıkkımlan, ben gidiyorum." Yüzsüz gibi öpücük attıktan sonra sanki ben onu kovmamışım gibi odadan salına salına çıktı.
"Bu sarayın geneli mi böyle problemli yoksa seçili kişiler gelip beni mi buluyor?"
Şemsi tekrardan çıktığında oldukça umursamazdı.
"Ne bileyim ben ya zaten iştahım da kaçtı, sen söyle bari söyleyeceğini?" Diyerek ona anlatacaklarımdan bahsetti.
Elimi boynuma götürüp konuşmak için dudaklarımı araladığımda duraksadım. Elim boynumda dolaştığında gözlerim hızla aralandı.
Düşündüğüm şey olamazdı değil mi? Yokladığım boynumun boş oluşu düşündüğüm şeyin olduğunu gösteriyordu
Kolye yoktu!
"Ne arıyorsun?" Şemsi'nin sorusuyla dişlerimi öfkeyle sıktım.
"Bu sefer seni elimden kimse alamaz kralın oğlu!" Çıktı hırsla dudaklarımdan. Bende neden, beni konuşturmak için sıkıştırmıyor, üstüme gelmiyor diyordum! Kolyeyi almış meğer!
"Eva, neler oluyor?" Şemsi ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana baktığında bakışlarım ona döndü. "Benim ufak bir işim var bekle sen burada." Kapıya adımladığımda hızla önüme geçti.
"Kız söylesene ne oldu, deli fişek gibi çıkıp gidiyorsun."
"O hırsız prensinizin yanına!"
"Neyini çaldı ki?"
"Çalmaması gereken bir şeyi." Şemsi'nin elipsleri korkuyla kısıldı.
"Sakın kalbimi çaldı deme vallahi düşer bayılırım şuraya." Demesiyle artık çığlık atacaktım. Şu adamla niye sürekli yanlış anlaşılıyordum.
"Saçmalama yılan, kafesteki kuştan aldığım kolyemi çaldı."
"Kafesteki kuş kim be?"
"Akrabam şemsi! Kendisi ebem olur." Çıldırtmıştı beni en sonunda. Tekrardan gitmeye meylettiğim de yine önüme geçti.
"Tamam ya sakin, sana da bir şey sorulmuyor ha. Şu an onun odasına gidemezsin, günün bu saatleri temizlik vakti ve baya sürer." Öfkeyle soludum. "Sakinleş bir şeyler ye, ondan sonra bakarız çaresine."
"Şimdi değil, birazdan çıkacağım kütüphaneye gideceğiz ama gelince ben biliyorum ona yapacağı."
👣
👣
👣
👣
Üç saate yakındır önümde dağ gibi yığılı olan ciltli kitapları karıştırıyordum. Burası Büyük kütüphanenin gizli katıydı. Buraya sadece belirli kişiler ve yüksek konumda olan büyücüler girebiliyormuş. Ama ben kral hazretlerinin çok kıymetli kızını kurtaracağım için hepsinden daha yüksek bir konumda oluyordum.
Zaten mükemmel bir konumda olduğum kesindi de onlar bunu bilmiyordu.
Zebella gibi olan kitaplığın önüne geldiğimde boyum yetişmediği için merdiveni kullandım. İşime yarayacağını düşündüğüm iki kitap daha aldım. Akın da benimle birlikte kitaplara bakarak araştırma yapıyordu ama artık gına gelmiş olacak ki elimdeki kitapları görünce elini dertli dertli başına götürdü.
"Eva senin yüzünden raflarda ne kadar kitap varsa hepsi önümüzde." Söylenmesine omuz silktim
"Sizinle insan gibi konuşulmadığı için kitaplardan öğrenmeye çalışıyorum."
"Burada ne bulmayı umuyorsun gerçekten anlamıyorum. Bizlere de sorabilirdin."
Elimdeki kalın ciltli kitapları masaya bıraktım.
"Ahger." Dedim sorar gibi. "Sizin soyunuzun adı Ahgerler mi?" Başını olumlu anlamda salladı. Bakışlarım kitaptaki satırları buldu.
Ahger Ateş demekti, kor ateşi...
"Peki Afran ve Mihra'yı kaçıran kişi kim Akın? Bunların adı sanı yok mu? Neden yaptılar bunu?" Buraya geldiğimden belli aklıma takılan soruyu nihayet birine sorabilmiştim
"Hatiflerden." Dedi düşünceli sesiyle
"Hatif soyundan." Diye düzeltti tekrar. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama aklıma gelenleri düşünmeden edemiyordum. En sonunda büyük bir kahkaha attığımda Akın garip garip baktı bana.
"Ahgerler ve Hatifler ha?" Daha da güldüm. "Hıyartolar ve Davarolara dönmüş sizin iş." Kahkaham hayvani boyuta ulaştığında Akın hiç gülmüyordu. Ben ise kendimi durduramıyordum.
"Cidden nasıl başladı kan davanız kim kimin davarına vurdu. Ya da dur dur kim kimin hıyar tarlasına-" Artık gülmekten konuşamıyordum.
"Eva iyi değilsen birini çağırabilirim. Normal görünmüyorsun." Salak bilmediği için yardım çağıracak oluyor. Sen de izleseydin benimle birlikte gülerdin.
"Öff sizde ha!" Diye sitem ettim. "Hayatında hiç davaroyla hababam sınıfı izlemediysen istediğin kadar büyü yap, boş." Hem sitemimin hem de gülmemin nedenini anlamadığı için aval aval yüzüme bakmaya devam etti.
"Tamam Akın, söylemedim say. Şimdi bu Hatifler ne ayak?" Benden de mükemmel dedektif olur ha.
Hatif bildiğim kadarıyla çağrı demekti, fakat başka anlamları daha vardı, cin ve şimşek anlamlarına da mı geliyordu sanki. Gözlerim tekrardan kitabın satırlarını buldu.
Evet, göz kamaştırıcı şimşek...
"Hatifler ve Ahgerler'in asırlara dayanan bir düşmanlığı var. Soydan soya devam eden bu düşmanlığın sonunu getiren olmadı. Rivayetlere göre bu düşmanlığın sonu ancak iki tarafında soyu kuruyana kadar devam edecekmiş." Bir anda ciddileşmiş ve Akın'a kulak vermiştim.
"Neden bu düşmanlık?"
"Orası çok derin ve karışık." Nedense bunu anlatmak istemiyor gibiydi.
"Afran ve Mihra'dan ne istediler?"
"Afran ve Mihra hiçbir suçu yokken bu düşmanlığa kurban gittiler. Tamı tamına üç küsur yıldır onlara ulaşamıyoruz. Onlara en çok yaklaşanlar, kaçırıldıktan iki ay sonra onları bulan Arın ve Arsal oldu. Arın'ı bu yolda kaybettik." Fark etmese de sesi burada öfkeli çıkmış eli yumruk olmuştu.
"Onları geri vermiyorlar ama öldürmüyorlar da, neden? Karşılığında ne istiyorlar?"
"Eva hep merkez sorular soruyorsun." Dedi bundan memnun olmamış gibi.
"Akın bir şeyleri aklımda oturtmaya çalışıyorum, siz ise hiç yardımcı olmuyorsunuz."
"Anlamıyorsun. Bu zamana kadar içimizden çıkan hainlerin, şerefsizlerin sayısını bilseydin sende benim gibi duraksayarak anlatır." Kaşlarımı çattım.
"Ben ne sizin aranıza sızan köstebeğim ne de sizin enselediğiniz o hain şerefsizler. Ben buraya sürgün edilip tehdit kıyamet bu işi yaptırılan bir kızım. Emir vaki yaptığım bu işte bir de ağzınızdan lafı kerpetenle alıyorum. Siz de beni anlayın artık, Akın."
Bana güvenmiyorlardı. Bunu zaten açık bir şekilde gösteriyorlarda. Bana güvenip inanmaları umurumda bile değil. Benim amacım ve isteklerim belliydi. Bundan henüz onların haberi yoktu. Olsun
Her şeyin bir zamanı vardı.
Bir süre daha konuştuk fakat Akın gerçek anlamda da Arsal'ın en sağlam adamlarındandı. Kendimi Arsal'ın çizgilerine kadar öğrenmiş onun istediği yerde durmuş gibi hissediyordum. Böyle yaparak her şeyi yokuşa sürüyordu fakat bir yandan da güvenceye alıyordu.
Fark ettim ki bana karşı olan hareketleri ve verdikleri bilgiler gün geçtikçe güven duygusunu oluşturmaya çalıştıkları ve oluşturdukları kadardı.
Ben onların güven kotasını bekleyemezdim ama.
Kitapları karıştırırken içeriye giren Elyesayla Akın'ın yüzünde manidar bir gülümseme belirdi.
"Efendin mi yolladı seni kız çocuğu?"
"Hayır, ben kendim istediğim için geldim." Yalandı. Akın da benim gibi inanmamış olacak ki güldü.
Yanıma oturan kız baya mahcup görünüyordu. "Eva özür dilerim ben bir anda seni öyle görümce çok yanlış anladım." Rezil kaosumuzdan bahsediyordu. Omuz silktim umursamazca.
"Alışkınım ben, sizin beni dinlemeden yargılamanıza. Çok da takma." Dediğimde gözleri pişmanlıkla aralandı.
"Akın Bey birkaç dakikanızı alabilir miyim?" Diyen kütüphane sorumlusunun sesiyle Akın yanımızdan ayrıldı.
"Özür dilerim." Dedi tekrardan Elyesa.
"Takma dedim ya boş ver-" böldü beni.
"Sadece bunun için değil Eva, tüm olanlar için en başından bugüne için. Hangi birisine dersen, artık hangisini affedilir bulursa yüreğin." İçten gelen sesiyle şaşırmadım desem yalan olur. Bakışlarım yüzünde dolaştığında yalan söyler gibi bir hali yoktu.
"Şüpheden vaz geçemeyen hislerin yalan aramasın Eva, yalan söylemiyorum."
"Neden peki?" Dedim hâlâ Elyesaya karşı olan soğuk tavrımdan vaz geçemeyerek.
"Yalnızsın çünkü." Güldüm.
"Bana acıyor musun, Elyesa?" İfadesi panikle dalgalandı.
"Asla, hayatımda gördüğüm en güçlü kadın sensin bilakis. Sadece tek başına hepimizle mücadele edişin seni yormasın istiyorum. Bizimle savaşma Eva, bizimle ol."
"Senin söylediğinin olasılık dahilinde bile değil." Dedim önümde ki açık kalmış kitabı kapatırken.
"Peki Arsal ile aranda ki meseleye karışmıyorum, ya ben?"
"Sen?" Dedim anladığım halde anlamamış gibi.
"Bana karşı ördüğün buzdan duvarları biraz da olsa eritemez misin?" Gözlerim tekrardan koyu kahve irislerini buldu.
"Aramızın düzelmesini mi istiyorsun Elya? Bizim seninle düzeltebilecek bir arkadaşlığımız, bir aramız mı var?"
"Neden bir yerden başlamıyoruz." Güldüm. Mutluluk vadeden bir gülüş değildi bu.
"Buraya gelişin bile Efendinin izniyleyken seninle nasıl arkadaş olabilirim Elya? Arkadaşlık sırdaşlıktan gelir benin nezdimde, sen aldığım nefesi bile Arsal'a haber verirken ben seninle nasıl arkadaş olacağım?"
"Arsal'ın arkasından iş çevirdiğini kabul mü ediyorsun demek oluyor bu?" Kahkaha attım. Buraya ağzımdan laf almaya geldiğini düşünürdüm eğer sesi içten olmasa fakat bu sorusunun zeminini söylediklerim yaratmıştı.
"Bunu da mı ona söyleyeceksin? Bence durma, Eva ardımızdan iş çeviriyor Efendim bunu bilmeniz gerek de, önünde reverans ederken." Derin bir nefes çekerek geriye yaslandı.
"Eva, benim söylememe gerek yok emin ol. Arsal her şeyin farkında."
"Ne demek bu?" Bakışları birkaç saniye masada kilitli kaldığında söyleyip söylememek arasında gidip geldiğini anladım. Tam ağzını açmıştı ki böldüm onu.
"Size ait olanları bana verme Elyesa." Sesimdeki ciddiyet onu bir kere daha duraksattı. Arsal'ın arkadaşıydı, bana onu gammazlamasını istemiyordum. Her ne olursa olsun aralarındaki görünmez bağın kuvvetli olduğunu fark ediyordum. Bana yaptıklarına rağmen araları bozulsun istemiyorum.
Gözlerime baktı koyu kahveleri ve dudaklarından şunlar döküldü:
"Kodları değiştirdiğini Arsal biliyor." Hareleri tepkimi ölçmek ister gibi kızıl gözlerimde dolaştı.
Öğrendiğini tam olarak bilmesem de tahmin ediyordum. İfadesiz bakışlarım değişmedi.
"Tural'i buldu yani." Dediğimde bildiğini biliyor oluşum onu şaşırttı.
"Bilmiyorum, bir şeyler planladığına eminim fakat bize söylemiyor. En azından bana, diğerlerinin haber var mı onu da bilmiyorum." Bakışları tereddütle yüzümde dolaştı. "Tural'i öldürmedin değil mi?"
"Onun aksine ben katil değilim, Elya."
"O yüzden mi yetişmesek Cezer'i öldürüyordun?" Dedi birden, dediği an pişman olup dilini ısırdı.
"Ölmedi ama,"
"O kadar emin olma." Dediğinde içimde bir sıkıntı hissettim. Bakışlarım değişmedi fakat içimde ki rahatlık bir anda kıpırdanarak bana batmaya başladı. Onu öldürmüş müydüm? Mümkün değildi. Cezer'i öldürmediğime emindim, kan kaybından öldüyse peki? Yine ben öldürmüş oluyordum, hayır hayır mümkün değil ben öldürmüş olamam.
"Öldü mü?" İçimdeki karmaşaya rağmen kuru bir sesle sordum sanki umurumda değilmiş gibi.
"Emim değilim ama ihtimal." Elyesa'ın şüpheli sesiyle İç sesim atladı.
"İnşallah ölsün."
"Günah, deme."
"Bana günah sana ne?" İç sesimin zırvalıklarını çok şükür ki kimse duymuyordu.
"Onu öldürdüm mü öldürmedim mi Elya?" Buz gibi sesimle Elyesa'nın bakışları bile değişti. Sanki sesim onu üşütmüş gibi ürperdi.
"Sen değil," Dediği an içimdeki oluşan rahatlama hissine engel olamadım.
Evet o itin ölmesi umurumda değildi, dünya bir pislikten kurtulmuştu. Tabi benim dünyam değil burası, orası ayrı bir dava.
Elime kan bulaşmıştı, tamamen temiz olduğumu iddia etmemiştim hiçbir zaman.
Fakat kimsenin canını almamıştım bugüne kadar. O kadar ileri gitmeye de niyetim yoktu. Evet, öldürülmeyi hak eden insanlar vardı fakat ölüm benim için basit bir şey değildi.
Bir insanı canından eden kanını elinde taşımak o kadar kolay değildi. "Senin iki hafta yokluğunda ortadan kayboldu, daha doğrusu Arsal tarafından ilk önce kendi ülkesine karşı işlediği suçlar ortaya döküldü sonra ise ortadan kayboldu. Kaçtığını düşünenler oldu fakat ben öyle olduğunu düşünmüyorum." Dedi düşünceli sesiyle.
"Kaçmıştır belki?" Başını iki tarafa salladı olumsuz anlamda. Çok emindi.
"Mümkün değil, o halde kaçmasının imkânı yok. Ona ne olduğu az çok biliyorum ben." Gözlerinde oluşan anlamı çözemedim. Önümdeki kitapları üst üste koyarak ayağa kalktığım anda Elyesa'nın bileğindeki saate benzeyen cihaz ötmeye başladı.
"Neler oluyor, Akın?" Dedi bileğini dudaklarına yaklaştırarak.
"Kız çocuğu, çabuk Eva'yı alıp çık oradan, acele et." Akın'ın telaşlı sesiyle Elyesa ayağa kalktı fakat saatler önce girdiğimiz kapı gürültüyle kapandı.
"Kahretsin!" Gözleri endişeyle irileşirken bileğimi kavrayarak büyük kitaplığın arkasına doğru hızla yürümeye başladı. Bileğimden tutmasına izin verdiğim için peşinden gidiyordum.
"Ne yaptığını sorabilir miyim?" Dedim, onun telaşının aksine son derece rahat bir sesle.
"Birazdan öğrenirsin adamlar başımıza toplandığında." Beni sürükleyerek getirdiği kitaplıktan çıkardığı kitapla, kitaplık hareket etti. Artık şaşırmıyorum. Gözlerim hareketlenen yerde iken, ilk önce küçük bir yer açıldı ardından orada iki tane tabanca belirdi. İşte buna şaşırırdım.
Bu tabancalar ilk gün geldiğimde Arsal'ın odasında olan tabancanın farklı versiyonundandı, fakat görünüşleri benzerdi. Elyesa birisini eline alırken diğerini bana uzattı.
"Kullanmayı bildiğini umuyorum."
"Sorman hata." Diyerek elinden aldığım tabancayı belime yerleştirdim. Açılan yerden iki tane de şarjör çıkmıştı. Birisini kendisi alırken diğerini bana verdi.
"Bunların burada ne aradığını sorsam?" İleriye doğru uzanarak çıkardığı üç kitabı üst üste yere koydu, bir yandan da bana cevap veriyordu. "Önlem desem." Üst üste koyduğu kitapların üstüne sağ elini bastırarak bir şeyler mırıldandığında yanımızdaki kitaplık komple hareketlendi bu sefer.
Her yerden çıkacak delikleri vardı
İkimizin girebileceği büyüklükte dehliz açıldı. Açılan geçitten elimi tutarak beni arkasından çocukmuşum gibi çekiştirmeye başladı, bizim geçmemizle arkadan kapandı.
"Elyesa? velet gibi beni peşinden mi sürükleyeceksin? Ne olduğunu anlat."
"Seni istiyorlar Eva, seni almaya çalışıyorlar." Sesindeki bariz öfkeye bakılırsa başımız dertteydi.
"Beni herkes ister ben paha biçilemez bir parçayım." Geçitten ilerlerken bir saniyeliğine de olsa başını çevirip bana ters ters baktı.
"Şu hastalığının yarattığı kafadan bende istiyorum." Sırıttım. Böylesine tehlikeli anlarda umursamaz oluşum onları deli ediyordu.
"Elya tünelin çıkışından batıya doğru gidin, ben burayı temizleyeceğim." Akın'ın nefes nefese gelen sesiyle durumun baya ciddi olduğunu anladım.
"Akın saçmalama, hepsiyle tek başına baş gelemezsin, çabuk Elber ve Maviye haber ver." Bileğine doğru hem konuşuyor hem de acele adımlarla ilerliyorduk.
"Ben başımın çaresine bakarım sen Eva'yı koru." Dediğinde bileğimi tutan eli daha da sıkılaştı.
"Canı canına emanet, sen kendi canına dikkat et. Oradan sağ çıkmazsan seni elimden kimse alamaz Barlas!" Akın Elyesa'nın çıkışına gülerken gelen patlama sesiyle ikimizde olduğumuz yerde dona kaldık.
Ses yukarıdan kütüphaneden geliyordu!
"Akın!" Diye bağırdı Elyesa bileğine doğru. "Akın cevap ver ne oluyor, Akın! Akın iyi misin!" Bileğimi elinden çekecekken izin vermedi. Daha da sıkı tuttu. Sanki ellerinin arasından kayıp gidecekmişim gibi sıkı sıkı tutmaya çalışıyordu.
"Akın ses ver!" Diye bağırdı korku içinde bileğindeki cihaza doğru fakat cihazın ekranı tamamen kapandı.
"Aman tanrım! Verici bağlantısını kestiler." Hızla ilerlemeye devam ettik.
Hiçbir şey anlamıyor yine de ona ayak uyduruyordum, hızla gizli geçtikten çıktığımızda kendimizi bir mağaranın içinde bulduk.
"Lanet olsun!" Dedi Elyesa öfkeyle.
"Elya bana bir açıklama yapacak mısın?"
"Senin peşindeler Eva neyini anlamak istemiyorsun! En başından beri öyleydi. Senin gücün, büyüden etkilenmeyişin ve prensesi kurtaracak olan kişinin sen olduğun ortaya çıktığından beri çoğu krallık peşinde." Tek nefeste söyledikleriyle bakışlarım değişmedi.
İçimde korkuya dair herhangi bir kıpırtı hissederim belki diye bekledim fakat yine yoktu. Hiçbir zaman da olmayacaktı. Söylediği şeyler aslında korkunç şeylerdi çünkü bahsettiği herhangi bir ülkenin eline geçsem bana yapacaklarının haddi hesabı yoktu. Elyesa da bunları düşünmüş gibi gözleri benim yerime korkuyla aralandı.
"Seni köleleştirip asker haline getirebilirler, DNA ile oynayarak üstünde deney yapabilirler, genlerini alarak seni param parça bile edebilirler anlıyor musun beni? Ne olur yanımdan ayrılma, dediğimden çıkma, sana sahip çıkmak zorundayım. Seni onlara veremem." Dediğinde Elyesa'yı ilk defa bu halde görüyordum.
"Görevini hakkıyla yerine getirmek istiyor olabilirsin fakat merak etme kendimi koruyabilecek kapasitedeyim." Dediğimde bakışları yüzümde kaldı. Gözleri kızıl saçlarımda ve çillerimde dolaştığında acı bir şeyler hatırlamış gibi gözleri hüzünle doldu. Derince yutkunuşunun ardından tekrardan elimi elinin arasına alarak sıkı sıkı tuttu.
"Canını canıma emanet kızılca , sen bunu ne olarak kabul edersen et." Birlikte mağaradan çıktığımızda kararmaya yüz tutmuş hava karşıladı bizi. Boynumu yukarı kaldırarak bir zamanlar tüm şanıyla ayakta olduğuna emin olduğum şimdi ise yıkılmış, dağılmış köprüye baktım.
Köprü, bir zamanlar iki yakayı birbirine bağlayan güçlü bir yapı olmalıydı ki baya büyüktü, şimdi ise zamana yenik düşmüş, harap haldeydi. Taş kemerleri çökmüş, devasa blokları nehrin içine dağılmıştı. Su, yıkılan parçaların arasından akarken, yosun ve su bitkileri taşlara tutunmuş, doğa yavaş yavaş bu enkazı kendisine çevirmeye çalışıyordu.
Havanın tam kararmayışının verdiği izinle bakışlarım hızla tarıyordu etrafı.
Köprünün ayakta kalan kısımları, hâlâ gökyüzüne yükselen birer iskelet gibi duruyordu. Paslı demirler, eğilip bükülmüş halde, taşların arasından çıkıntı yapıyordu. Yakınlardaki ağaçlar, köprünün yıkık gövdesine doğru dallarını uzatmış gibi görünüyordu.
Elyesa beni çekiştirmeye devam ederken adımladığımız zeminin taş basamakları yosun kaplı ve kaygandı, dikkatli adımlarla ilerlediğimizde nehrin yanına vardık.
Etrafımızı sarmaya başlayan sisle Elyesa dişlerini sıkarak sağ elini yukarıya kaldırdı. Parmak uçları titrerken etrafındaki hava ağırlaştı. Avuçlarının arasında beliren mavi ışık, dalgalanarak genişledi ve aniden ileriye doğru fırladı ve devamında toz oldu.
"Kahretsin!" Diye hırlayarak etrafına bakındı, onu ilk defa bu denli sinirli görüyordum.
"Ne oldu?"
"Opal var! Lanetli taş var, güçlerime engel oluyor. Zaten azalmıştı." Dediklerini artık az çok anlıyordum.
Kütüphanede kitaplardan öğrendiğim kadarıyla onların güçleri ve kullandıkları büyükleri bu dönemde yavaş yavaş çekiliyor, geriye bilek güçleri kalıyordu.
Etrafımıza çöken sisin arasında hissettiğim hareketlilikle aniden "Elyesa!" Diye bağırarak onu köprünün yıkılmamış olan ayağından uzaklaştırıp diğer tarafa çektim, ikimizde aynı anda o yöne atladığımızda gelen patlama ses, havayı yırtarak etrafa yayıldı, altımızdaki yer bir anlık yerinden oynadı.
Gürültüyle birlikte gelen şok dalgası, havadaki toz dumanı kasırga gibi savurdu. Köprünün metal parçaları tiz bir çığlıkla büküldü. Yüksek frekanstan, zorla ayakta duran köprü düzensiz bir ritimde yere düşerken beton parçaları ve tahtaları gürültüyle nehre yıkıldı.
Bir an için kulağım sağır edici bir uğultuya teslim oldu. Bu olanlara kalbimin ritmi bile değişmeden tepki verirken derinlerde yankılanan donuk, boğuk bir uğultuyu hissediyordum. Ellerim ve dizlerim yerdeki keskin taşlar ve moloz yığınlarının kırık köşelerine denk geldiği için yara alıp kanamaya başladılar. Yanımdaki Elyesa'nın göğsü korkuyla hızla inip kalkarken ikimizde toz bulutunun içinde öksürük krizine girmiştik.
Havada is ve yanık kokusu asılı kalırken kulağımın çınlayışı, beynimde yankılandı.
Hızla ayağa kalkarak Elyesayı kolundan tuttum "İyi misin?" Sakin ses tonuma karşılık kafasını sallayarak yanıtladı.
Hızla toz bulutunun arasında koşmaya başladığımızda tüm kargaşanın arasında tanımadığım bir ses yükseldi.
"O kızı bize verirsen kimse zarar görmeden buradan ayrılmış oluruz, Elyesa Hafzan!" Sesi duyduğumuzda Elyesayla aynı anda elimiz tabancalarımıza gitti.
"Cesedimi çiğnemeniz gerek ilk önce!" Dediği gibi toz bulutunun arasına doğrulttuğu silahından çıkan kurşun sanki tek seferde yerini biliyormuş gibi bir adama denk getirdiğinde acı bir inlemeyle yere düşüşünün sesi geldi.
"Ne gerekirse yapacağımızı bil!" Aynı saniyelerde namlunun ucundan çıkan merminin nereden geldiğini nasıl hissettim bilmiyorum fakat Elyesa'nın başını aşağı eğdiğimde hızla üstümüzden geçip gitti.
"Hepinizi tek tek buraya gömeceğim! Sakladığınız o uğursuz yüzlerinizin derisini yüzeceğim." Ekyesa'nın bağırışyla birlikte aynı anda nehrin olduğu tarafa koşmaya başladık, harabenin arasından geçerken arkamızdan gelen nefeslerin elbet farkındaydık.
"Yüzmeyi biliyor musun?" Elyesa soruyu sordu fakat cevap vermeme kalmadan kolumdan tutup aynı anda beni suya çektiğinde sövmeden edemedim.
"Aptal kız, madem atacaktın ne diye soruyorsun?" Güldü.
"Âdet yerini bulsun diye." Derin nehrin soğuk suyu iliklerime kadar işlediğinde ikimizde hızla yüzmeye başladık. Ayağımızın yere değmeyeceği kadar yüksek olan suyun soğukluğu tenime iğne iğne batarken arkadan gelen kurşun seslerini çok net duyuyordum. Nehrin karşı yakasına geldiğimizde ilk önce ben çıktım sonra da Elyesa'nın çıkmasına yardım ettim.
Başımı yana çevirdiğimde kulağımın dibinden geçip giden kurşunun rahatsız edici sesi uğultularla karıştı.
Üstümüzden damlayan suyla koşmaya başladığımızda rüzgarın soğuk esintisi ıslak tenimi yalayıp geçtiğinde tüylerim soğuktan diken diken oldu.
Peş peşe arkamızdan sıkılan kurşunlar ateş hattının ortasında gibi yan taraflarımızdan geçiyordu. Elyesayla bakışlarımız aynı anda birbirini bulduğunda başımızı sallayarak ikimizde ters yöne koştuk,
"Eski çarşının doğusuna!" Diye bağıran Elyesa'nın sesiyle batısına koşmaya başladım, arkadaki adamları yanıltmaya çalışıyordu.
Zamanın unuttuğu eski çarşı, bir hayalet gibi sessiz ve kimsesiz haldeydi, en azından şimdilik.
Taş döşeli yollar, zamana yenik düşmüş; aralarından otlar fışkırıyor, yağmur suları derin çatlaklar açmıştı, eskiden insan kalabalığının yankılandığı kemerli geçitler, birazdan kopacak olan kıyametin uğursuz sesssizliğini taşıyordu.
Rüzgâr, boş dükkânların kırık pencerelerinden içeri süzülüyor, ahşap kepenkleri hafifçe gıcırdatarak onları sanki fısıldaşan hayaletlere çeviriyordu. Birkaç saniye sonra bu sessizlik tuzla buz olacaktı;
"Piç kurusu!" Elyesa bağırarak ateş ettiğinde birkaç saniyeye bile kalmamıştı bu iş.
Peşimizden yetişmişlerdi. Dudaklarımda oluşan şeytani kıvrımım bu sefer gerçekten bir şeytana aitti.
İçimdeki şeytana.
Ölüm isteyen şeytanım eceline kendi ayağı ile gelmiş adamları gördükçe avuç içleri kaşınıyordu.
Bu sefer olmazdı, bu sefer içimdeki ölümü bekleyen şeytana tek bir damla kan akıtmayacaktım. Akıtacağım tek kan kendimi korumak için olacaktı.
Hızlı adımlarım ilerlerken peşimden gelen adamın varlığını hissettiriyordu bana duygularım, eskiden tezgah olarak kullanıldığını düşündüğüm sedirlerin birisinin arkasına saklandım eğilerek, peşimden gelen iki kişiydi. Kafamı kaldırıp baktığımda yukarıdan aşağı sallanan eski büyük, paslı demir tabelayı görünce sırıttım.
Birkaç saniye geçmeden benim olduğum yere gelen adamlar ellerindeki silahlarla beni ararken ani bir refleksle kendimi yana atarak üstlerinde ki tabelanın zincirlerine ateş ettiğim an tabela adamların kafasına gürültüyle düştü. Ağırlığı altında bayılan kansızlara bakma gereği duymadan hızla koşmaya başladım.
Çarşının tam ortasına geldiğim de taş bir çeşme vardı ama artık su akıtmıyordu. Yosunlarla kaplı taşları çatlamış, içinde biriken yağmur suları siyaha çalan bir yansımayla duruyor, kötü kokusu burnuma geldiğin de yüzümü buruşturdum.
Bakışlarım çarşının karşısını bulduğunda Elyesa da nefes nefese koşarak geliyordu, ikimiz de aynı anda silahlarımızı kaldırıp birbirimizin olduğu tarafa ateş ettiğimizde Elyesa benim arkamdaki adamı ben ise onun arkasındaki adamı vurmuştum.
Hızla birbirimizin yanına geldiğimizde sırt sırta verdik, ben sağdan üçüncü girişten çıkan adamı omuzundan vururken o soldan ilk çıkıştaki adamın alnından vurdu.
Şaşırdım, ister istemez Elyesa'nın bu profesyonelce silah kullanıp adam öldürebilmesini beklemiyordum. Omuzundan vurduğum adamı görünce ters ters baktı bana, onun göğsü hızla inip kalkarken bende tık yoktu, yüzümde en ufak bir endişe belirtisi yoktu.
"Biraz panik olsan ölmezsin!" Diye kızdı bu rahat halime, aynı anda sırt sırta hem adımlıyor hem de adamları etkisiz hale getiriyorduk, o vurduğunu öldürürken ben sadece yaralıyordum.
"Eva, zaten mermi az. Öldürsene şu kanı bozukları." Dediğinde bir kere daha adamın sağ omuzuna vurarak silahının düşmesini sağladım.
"Ben canavar değilim Elyesa, adam öldürmüyorum." Dedim geçmişte yaşanan bir olaya atıfta bulunarak, daha çok laf sokarak. Bana ters ters baktı fakat bana bakarken vurduğu adamın bile tam alnının ortasını delmişti, Elyesaya hayran kalacağımı hiç düşünmezdim fakat hatun geleni gideni biçiyordu.
"Ben canavar mıyım!"
Hemen lafı gediğine koydum. "Ben canavar mıyım?"
Ofladı "Zamanında sana canavar diyen dilimi sökeyim." Zaferle sırıttım.
"İşte öyle yola getirirler adamı." Güldü.
"Birazdan ikimiz de yoldan çıkacağız be Kızılca."
"O yola hiç girmedik ki Ateşli mimar." Kahkaha attı.
Taş döşeli yollarda yankılanan ayak seslerini işitince kaşlarım çatıldı, parmaklarım metalin soğuk yüzeyini hissettiğinde dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi.
"Siz iki kaltak elime geçtiğimde yaşamak için bana yalvarıyor olacaksınız!" Diye bağıran adamın öfkeli sesiyle Elyesayla birbirimize bakarken aynı anda histerik bir kahkaha attık.
"Bu kadar uğraşıp da beni yakalayamayacak olmanız ne kadar üzücü değil mi?" Dedim, sesim kesinlikle onları kudurtacak bir alaycılık taşıyordu.
Arkamızda birkaç gölge belirdi. Onlar daha silahını kaldırmadan Elyesayla çoktan hareket etmiştik. Hızla birbirimizin tersi yönüne döndüğümüz de yan tarafımdaki eski bir tezgâhın üzerine çıkıp, oradan geriye doğru atlayarak adamın arkasına düştüm, daha adam dönmeye fırsat bulamadan silahımı doğrultup soğukkanlı bir ifadeyle tetiği çektim. Silah sesleri çarşının taş duvarlarında yankılanıyor, Elyesa'nın delik deşik ettiği adamların acı inlemeleri kulağımda duyuluyordu. Taramalı silah çıktı kız iyi mi, geleni gideni kuş gibi avlıyor.
Bakışlarım ona döndüğünde mermisi bitmiş adamın kasıklarına geçirdiği tekmeyle, adamın acıyla bükülmesi fırsat vermeden saçından tuttuğu gibi neredeyse ayakta zor duran tezgahlardan birisinin üstüne devirmesi bir oldu.
Elyesa Hafsan hem çok iyi bir nişancı hem de çok iyi bir savaşçıydı.
Derme çatma bir kemerin altından geçerken elimi taş duvara sürttüm, yaşlı taşların pürüzlü dokusunu hissettim. Bu çarşı yıllardır buradaydı ve daha nice çatışmalara tanıklık etmiş gibi yıkık döküktü.
Elyesa'nın öldürdüğü adamlardan birisinin hançerini üstünden çıkardığım gibi arkadan Elyesa'ya sıkacak olan herifin eline tek seferde geçirdim,
Adamlar çoğalıyor ve mermimiz az kalmıştı. Daha ne kadar böyle dayanabilirdik bilmiyorum.
Silahı çevirdim, tetiğe bastım. Adamın silahı elinden uçtu, yere düşerken bir çığlık attı. Kurşunlar, taş duvarlara çarpıp sekiyor, eski tahta tezgâhlara saplanıyordu. Dudaklarımdaki sinsi kıvrım ise yerini asla kaybetmiyordu.
Koşmaya başladım, ama paniğe kapılmış biri gibi değil, Elyesa benim aksime nefes nefese kalmıştı. Elimdeki silahın mermisi az önce etkisiz hale getirdiğim herifle son bulmuştu, ikimizde aynı duvarın arkasına sığındığımızda o iğrenç ses bir kere daha duyuldu.
"Kaçacak yeriniz de merminiz de kalmadı! Ya teslim olur, o kızı bize bırakırsın ya da ölürsün Elyesa Hafsan!" Öfkeyle soludu Elyesa.
"Elinden geleni ardına koyma Salvor, çünkü Eva'yı size asla vermeyeceğim!" Diye kükredi âdeta. Ne çıktı lan kızın içinden.
"Sen versen de ben gitmem zaten-" diyecek oldum fakat Elyesa'nın gazap dolu bakışlarını görünce bakışlarımı ondan çektim yoksa gülecektim. O ise beni adamlardan önce parçalayacak gibi duruyordu.
Böyle gergin anlarda son derece rahat olmam bazen bana bile koyuyordu.
"Bu son çağrımdı Ateş ülkesinin güzel kızı." Elyesa yüzünü buruşturduğunda elimden tutup beni duvar dibine çekti, sırtım duvara yaslandığında ima ile baktım ona.
"Bak sabahtır bi elimi tutmalar yok korumalar yok canı canıma emanetler falan şimdi de köşeye çekip duvara yaslamalar doğru söyle bana aşıksın da kaos fantezisi mi yaşıyoruz?" Dediğim an ne kadar şaşırabilirse o kadar şaşırdı, hatta ağzı beş karış açık kaldı da diyebilirim.
"Şu an bu rahatlığını ve birazdan ölecek olmamıza rağmen aklında kurabildiğin tüm senaryoları hastalığına ve sıkıntılı olduğunu düşündüğüm o zeki beynine veriyorum."
"Ben ölmeyecekmişim ki sen ölecekmişsin." Ters ters baktı.
"Sana yapacaklarını bilsen emin ol benin yerime ölmeyi tercih ederdin." Ölümden bahsederken sesinde tek bir tereddüt ya da korku yoktu. Tek korkusu beni onlara vermek gibi görünüyordu.
Elyesa Hafsan'ın şu an tek korkusu onların eline geçmemdi.
"Ben zaten en başta ölmeyi tercih ettim Elyesa." Dediğimde bakışları sanki o günü hatırlamış gibi kısıldı.
"Sen hep yanlış tercihler yapıyorsun demek ki şeytanın kızı, bugün sana ölüm yok." Normalde refleksleri ve sağ duyusu iyi bir insanım lakin Elyesa'nın hızla cebinden çıkardığı şeyin bana zarar vereceğini hiç düşünmediğim için kıpırdamadım fakat o bir anda sağ elime taktığı kelepçeyle beni arkamızdaki duvarın demir çıkıntısına kelepçelediğinde şokla onu durdurmaya çalıştım ama çok geçti.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!" Diye hırlayıp öne doğru atıldım fakat kelepçe yüzünden ona yetişemedim.
Boynundaki kolyenin ucunda olan taşı çıkartarak üç adım önüme attı.
"Obsidyenin gücü belirlediğim alanı koruyacak, sana büyü işlemediği için sen alanın içinde bulunarak obsidyenin koruması altına alınacaksın." O bunu söyler söylemez taşı attığı alandan yükselen ışınlar etrafımı kapladı ve beni kafesledi. Şok içinde baktım Elyesaya. "Bu kafes içine giren hiç kimse ben istemediğim sürece çıkamaz fakat büyüler ruhuna ve benliğine ulaşamadığı için seni oraya kelepçelemek zorunda kaldım. Özür dilerim, yardım gelene kadar seni koruyabilmemin tek yolu bu." Öfkeyle soludum.
"Madem bu lanet olası ışıklar beni koruyabilecek sen de gel!" Bileğimdeki kelepçeden kurtulamayacağımı bildiğim halde çekiştirerek ileri atılmaya çalışıyordum fakat olmuyordu!
"Gücü çekilen sadece büyüler değil Kızılca, eğer ikimizi birden koruması altına alırsa etkisi kısa sürer." İki elini havaya kaldırdığında yükselen kurşun sesleriyle bağırdım.
"Elyesa sakın!"
"Teslim oluyorum, Salvor." Dediği an kan beynime sıçradı. Resmen kendisini feda ediyordu.
Kendisini öne atıyordu!
Bir anda etrafımızı saran adamlarla Elyesa havaya kaldırdığı elini indirdi.
Elyesa'nın "Teslim oluyorum, Salvor." sözleri havada yankılanırken, zaman sanki bir anlığına durdu. Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, kimse Elyesa'nın gerçekten böyle bir şey yapacağını beklememişti.
Onun gözlerinde tek bir tereddüt yokken benim gözlerimde ona karşı olan hayal kırıklığı vardı.
Çünkü sadece izliyordum,
Onun kendini feda edişini sadece sikik bir kelepçe ve ne idüğü belirsiz bir ışın yüzünden aciz gibi izliyordum!
Gücümü kaybetmiş değildim, ama ilk defa bir şeylerin kontrolümden çıktığını hissediyordum.
Beni ışınlardan çıkarmanın tek yolu oydu ve bunu yaparken kendini riske attığını çok iyi biliyordu.
Salvor'un adamları nihayet hareket etti. İki tanesi Elyesa'nın kollarına yapıştı, silahlarını sırtına dayadılar.
Salvor ağır adımlarla ona yaklaştı. Gözlerinde avını köşeye sıkıştırmış bir yırtıcının sabrı vardı. "Akıllıca bir karar, Hafsan." dedi, sesi iğneleyiciydi. "Ama bunun bir bedeli olacak." Elyesa karşılık vermedi. Gözlerini kaçırmadı. Başını daha da dikleştirerek baktı. Ama ben gördüm. Bedeninin hafifçe gerginleştiğini, daha fazlasına hazırlandığını fark ettim.
"Tüm bedelleri sana efendimiz en ağır şekilde ödettiğinde tüm yaptıklarına pişman olacaksın!" Diye öne doğru hırlarcasına konuştu, Elyesa. "Yaşadığına bile." Salvor kahkaha attı, iğrenç sesi eski çarşının yosun tutmuş duvarlarında yankılandı.
"Hani?" Dedi alay eden sesiyle. "Hani
E
fendin, tasmanı bu sefer sağlam bırakmış olmalı, Arsal'ın küçük iti." Elini Elyesa'nın çenesine dokundurduğunda içimde çakan şimşeklerle öne atıldım.
"Dokunma lan ona! Bırakın kızı sizin derdiniz benimle değil mi." Salvor elini Elyesa'nın çenesinden boynuna indirdiğinde Elyesa çırpınarak uzaklaşmaya çalıştı, onu tutan muhafızlar yüzünden bunu yapamadı fakat Salvor'un ona yaklaşan iğrenç yüzüne hızlı bir hareketle kafasını getirdiğinde Salvor acıyla inleyerek geri çekildi.
"Seni küçük sürtük!" Kanayan burnundaki kanı elinin tersiyle silerek Elyesaya tokat attığında bileğimdeki kelepçeyi kırmak ister gibi çekiştirerek bağırdım. "Kanı bozuk, orospu çocuğu dokunma lan kıza! Benimle değil mi derdin, bıraksana onu!" Salvor beni umursamadan tekrardan Elyesaya yaklaştı.
Hırsla, gözlerindeki nefretle bakıyordu Elyesa karşısındaki adama, tiksiniyor gibi.
"Eğer en başında altıma yatmayı kabul edip yanımda olsaydın şu an çok farklı yerlerde olurdun Ateşlinin orospusu." Elyesa yediği tokatın etkisiyle dudağı patlamış ağzı kan dolmuştu, ağzında biriktirdiği kanı salvorun yüzüne tükürdüğünde diğer yanağına da tokat attı piç kurusu.
Olduğum yerde kendimi parçalamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum! Ne kendimi kelepçelerin esaretinden kurtarabiliyorum ne de Elyesaya dokunan o piç kurusunun elini kolunu kırıp götüne sokabiliyordum!
"Obdisyenin gücünü etkisiz hale getirip, şeytanın kızını bize verirsen seni bırakacağım Elyesa." Salvor'un söyledikleriyle Elyesa'nın kaşı alayla kalktı, dudağının kenarından akan kana rağmen alayla sırıttı.
Yapma Elya yapma!
Bilerek yapıyordu!
"Zamanında ayağıma it gibi yapışıp, yaşamak için yalvardığında sana bir şans daha vermeseydim şu an böyle karşımda yüzsüzce konuşabiliyor olmazdın, şansın varken beni öldürürsün Salvor çünkü bu sefer it olup önümde sürünsen de ayağıma kapansan da seni canlı bırakmam." Bir tokat sesi daha duyulduğunda Elyesa'nın yüzü tokatın sert etkisi yüzünden yana düştüğünde göz göze geldik. Daha da çırpınıp kelepçeden kurtulmaya çalıştığımda bakışlarımda tek bir anlam vardı.
"Yapma.." Bunu söylemesem de Elyesa, gözlerime bakarak bunu çok iyi anladı.
"Kızı ver, canın sana kalsın! Son kez söylüyorum." Salvor elini adamına uzattığında kabzasından çıkardığı hançeri gördüğümde dişlerimi sıktım. Ona işkence mi edecekti.
Elyesa tek kelime etmeden ona bakarken Salvor'un bakışları onun karnını buldu. Dudağının kenarında alçakça bir gülümseme belirdi. "Güzel Elyesa," Dedi hançeri kaldırıp Elyesa'nın boğazına dokundurarak. "Hem zekisin hem de güzel, itaatkar ve sadık, kendisini işine görevine adamış hayatta kalan tek bir ailesi bile olmayan bir kız. Ne kadar acıklı bir hikaye değil mi?" Dişlerini sıktı Elyesa.
"Kimsesiz, ailesiz zavallı bir kızsın aslında biliyor musun, merak ediyorum senin yüzünden ölmüş olanların acısını nasıl böyle saklıyorsun," Elyesa'nın bakışları titredi fakat dik duruşundan ödün vermedi, Salvor devam etti. "Arsal seni çok iyi robotlaştırmış, vicdan azabı bile çekmiyor oluşun onunla kan bağınız olmasından sanırım, ikiniz de sizin yüzünüzden ölmüşlere bir gram bile acımıyorsunuz, robotlaşmış duygusuz piçlerin tekisiniz."
Tek bir tepki dahi göstermeyen Elyesa'nın gözlerinde ki acıyı, kahrolan o kızı bir tek ben mi görüyordum. "Ağzını topla yoksa ben dağıtırım! Uzak dur ondan!" Diye bağrdığım da güldü.
"Seni de kendileri gibi robotlaştırmalarından kurtaracağım işte daha ne istiyorsun?" Alaysı sesi beni daha da delirtirken bileğimdeki kelepçeye daha da asıldım. Bileklerimin derisinin soyulduğunu hissediyordum, umurumda değil lakin. Eğer kelepçe olmasa burada asla durmayacağımı biliyordu Elyesa!
Lanet olsun beni korumak için buraya mahkum etmişti fakat kendisi zarar görecekti!
"Ama bildiğim kadarıyla küçük robotumuzun elindeki o kadar kana rağmen istediği bir şey var." Elindeki hançeri Elyesa'nın kasıklarına getirdiğinde Elyesa'nın tüm güçlü ifadesi bir anda sarsıldı. "Güzel Elyesa, elindeki ailenin kanından utanmadan, anne olmak istemen, sence de çok mantıksız değil miydi?" Gözünü kırpmadan ölecek olmasına rağmen karşısındaki adama boyun eğmeyen Elyesa'nın ifadesi acıyla sarsıldı.
Hayır hayır olamaz! Düşündüğüm şeyi yapamaz değil mi?
Yapacaktı...
"Hayır." Diye fısıldadı sadece, dudaklarından çıkan tek kelimenin bile acısını tüm hücrelerimde hissettim.
"Sakın, sakın, sakın!" Haykırdım adeta. "Bırak onu beni al, ne yapacaksan yap bana ama ona dokunma!" Bağırışımı bile duyacak halde değildi Elyesa, az önce acıyla sarsılan göz bebekleri küçülmüş, kendisini olacaklara hazırlamaya çalışıyordu.
"Elyesa yapma, bırak götürsünler beni yapma! Lütfen." Ona onun hayatı için yalvarırken bile tek bir tepki göstermedi.
Gözlerimi bile kırpmadan, Elyesa'nın kasıklarına saplanan bıçağı gördüm.
İzledim...
Salvor hiç tereddüt etmemiş, gözlerimin önünde benim uğruma çırpınan kızı hançerlemişti.
Geçmek için çırpınan zaman sanki o an yavaşlamak istemişti. Acının her salisesini yaşatmak hissettirmek istemişti.
İki kadın da acı çekiyordu şu an.
Birisi, canından can doğsun isterken, canından olacak olan kadın.
Diğeri, tenine tek bir yara dahi almamasına rağmen canı gitmiş gibi çırpınan kadın.
Elyesa'nın bedeni hafifçe sendeledi, ama düşmedi. Elini yarasına götürdü, avuç içi hızla kana bulandı. Kahrolası adam, bıçağı acı çektirmek için yavaşça çektiğinde, kanın sıcak, koyu bir dalga gibi toprağa damladığını izledim.
Başkası olsa dizlerinin üzerine çökerdi. Fakat o öyle yapmadı, acıyla sıktığı dişleriyle bir iki adım geri sendeledi, dudaklarından kısık bir inleme döküldüğünde bakışlarını karnına indirdi. Çektiği acının fiziksel bir acıdan olmadığını anladım.
Bir kadının hayallerinin yıkılışını izledim o an.
Ama ben... hâlâ hiçbir şey hissetmiyordum.
Ölümün, acının, kaybın bende uyandırması gereken duygular yoktu. Lanet olsun kalbimde korkuya dair hiçbir iz yoktu!
Öfkeden, nefretten ve çaresizlikten başka hiçbir şey yoktu!
Her şey benim yüzümden olmuştu...
Halbu ki az önce bir kadın, belki de onu hayata bağlayan bir hayalini, kanlar içinde kaybetmişti fakat benim yapabildiğim tek şey izlemek olmuştu.
Tek yaptığım gözlerimi Elyesa'nın gözlerine kilitlemekti.
Ve o an, Salvor koca bir gülümsemeyle geri çekildi. Bıçağı kanlı avucuyla havaya kaldırarak, zaferinin tadını çıkardı. "İşte böyle olur, küçük ateşli sürtüğü." dedi, Elyesa'ya doğru eğilip. "Güçlü olduğunu sanırsın... sonra biri çıkar ve seni yere serer." Elyesa titredi ama yine de ayağı yere sağlam basıyordu. Onun gücü buydu. Tüm gücünü kaybetmesine rağmen yıkılmamak.
"ELYESA!" Diye haykırmak için çok geçti. O yaraların en büyüğünü almış, benim yüzümden ölümün eşiğinden içeri girmek üzereydi.
Benim hiçbir zaman başkalarının benim için ölmesine ihtiyacım olmamıştı. Gözlerimi kırpmadan, bıçağın üstündeki Elyesa'nın kanını izledim.
İçimde biriken öfkenin beni parçalayışı ilk değildi. Kendi öfkemde boğup elimin kolumun bağlı olması ilkti.
Ve benim yapabildiğim tek şey kanlar içinde yere yığılan kıza bakmak oldu.
❤️Bölüm sonu❤️
Şu an kendimi bölüm sonu canavarı gibi hissediyorum
🫣🤐😑
Bebeklerim bölümü nasıl buldunuz?
En sevdiğiniz sahne hangi oldu?
Bölüm hakkındaki tüm fikirlerinizi çok merak ediyorum.
Yıldızın üzerine basarak oy vermeyi unutmayın sakın, kendinize dikkat edin sağlıcakla kalın
Burada sizi seven birisi var bu arada☺️😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.76k Okunma |
543 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |