
❤️Merhabalar canlarım ben geldim.❤️
Nasılsınız?❤️
İyi misiniz?
Umarım iyisinizdir.
Normal şartlarda ülkemizde meydana gelen şartlardan dolayı bölümü atmayı uygun bulmadım ama söz verdiğim için sizlere yeni bir bölüm getirdim bebeklerim.
❤️Keyifli okumalar dilerim.❤️
Satır arasına yorum yapmayı ihmal etmeyin.💖
Yıldızın üstüne basarak Oylamayı unutmayın💖
...
(Geçmişten bir sahne.)
MÜZE OLAYI...
"Yok öyle böyle değil sen bildiğin süzme salaksın Yosun." Dedim kısık sesimle söylenerek. Dirseğiyle koluma vuran Toprak bana ters ters baktı.
"Eva iyi ki bir şey istedik senden de ha, kırk yıl konuşursun artık." Dedi huysuzca.
“Ne zaman kırk yıl konuştuk!”
“Şu konuştukların kırk yıla bedel.” Ters ters baktım.
“Şuradan bir çıkalım görürsün sen kırk yılı elli yılı, anam senin yüzünden beni günah keçisi bellemiş zaten! Evde ne bok olsa benim üstüme kalıyor.”
“Çünkü evde ne bok olsa sen yapıyorsun.” Hayretle baktım
“Annemin arabasını kim vurdu Yosun?”
“Ben.” Dedi utanmadan
“Annem kimin canına okudu?”
“Senin.” Dedi yine geniş geniş.
“Babamın işten arkadaşı Erkan abinin oğlunu kim havuza attı?”
“Ben.”
“Annem kimin ağzına sıçtı!”
“Senin.”
“Okulda ki çocuğu kim sınıf penceresinden aşağı sallandırdı!”
“Sen.” Dedi bu sefer.
“Hadi lan oradan, nereden ben. Sen Nihat’ın bacaklarından tutup çocuğu üçüncü kattan aşağı atmıyor muydun?” Dediğimde kafası karışmış gibi alık alık baktı.
“Uydurma amına koyayım, ben sporda Çınar'ı camdan aşağı attım o da birinci kattı. Ayrıca o çocuğu sen atıyordun neredeyse hatta senin yüzünden ben de okuldan uzaklaştırma yedim! Hem de üniversiteye gittiğim halde.” Burada durup düşündüm. Hakikaten öyle olmuştu.
“Ha,” nidasıyla beraber bir aydınlanma yaşadım. “Ne haltsa, sonuç olarak ne halt yesen benim üstüme kalıyor!” Çoğunlukla benim yediğim nanelerin azarını yemesi dışında hiçbir problem yoktu.
"Kızıl." Dedi bıkkınlıkla
"Hı?" Dedim bana yakışmayan ama ona cuk oturan bir odunlukla
Cevabı netti. "Sus."
"İşine gelmeyince, Eva sus dimi? Sevgili YosunCUĞUM sen babamın önemli iş belgelerini müzenin bir köşesinde unutmasaydın şu an bir otoparkta güvenliğin zıkkımlanma saatini beklemezdik."
Evet canım dayıcım en çok istediği bölüm olan, parantez içinde (Hukuk) bölümü dersleri için babamdan incelemek için aldığı dosyasını geldiğimiz müzede unutmak gibi bir halt etti. Sıkıntı şu ki saat geç olmuş ve müze kapanmıştı. Oradaki güvenlik abilerden rica etsek de pezevenkler sanki kaşıkçı elmasına bekçilik yapıyor gibi muamele göstererek bizi içeriye almamışlardı.
Ve daha da kötüsü o dosya babamın yarın ki mahkemesi için önemliydi. Yani uzun lafın kısası Toprak o dosyayı alamazsa naneyi yedik. Genelde her boka birlikte battığımız için çoğul eki kullanma ihtiyacı hissetmiştim.
"Keyfimden unuttum nasıl olsa değil mi Kızıl? Ne yapayım o kadar işin arasında aklımdan çıkmış."
Laf sokmak niyetiyle kendimi hazırlamıştım ki güvenliklerin çok şükür ki ara verme vakti geldi. Nihayet on dakikada olsa kapının önü boş kaldığında ellerimi birbirine sürterek ısınmasını sağladım. Toprak'a dönüp:
"Kameraları etkisiz hale getirdin dimi?" Diye sorduğumda mal mal baktı.
"Niye ki?" Derin bir of çektim.
"Ebenin amı diye Toprak. Niye bizi görmesinler diye" dedim bıkkınca.
"MİT ajanı mıyım ben amına koyayım nasıl kapatayım kameraları." İstese her haltı yapardı ama üşengeçlik adındaki illetten dayımı bir türlü kurtaramıyordum!
"Hem bunları boşuna mı aldık biri bizi görmesin diye." Sabır dilercesine baktım elindeki annemin ten çoraplarına.
"Bu ne yosun?"
"Kör müsün çorap işte." Cidden acil sabırlar gerekti bana.
"Cahilliğimi hor gör bende araba sanmıştım. Salak mısın yosun çorapla ne yapacağız?"
"Kızım dedim ya kafamıza giyeriz görünmeyiz"
Bu çocuğun bu kafayla yirmi yaşına nasıl geldiğini sorguluyorum bazen. Şöyle ciddi ciddi oturup dayım bu kafayla bu yaşa kadar yaşadı, acaba yaşam mücadelesi nerede son bulacak diye düşünüyordum!
Cidden sinir krizi geçirtecekti bana.
"Haklısın yosun o çorap bizi bütün kötülüklerden korur gizler." Dedim abartıyla, burnunu kırıştırıp göz devirdi. "Yosun sen salak mısın canım dayıcım koskoca müzeye gireceğiz ve sen bizi gizlesin diye ten çorap mı getirdin?"
"Lan müzeye girip de kaşıkçı elmasını almaya mı geldik sanki. Dosyayı koyduğum yerde alıp çıkacağız." Bir kere daha ofladım, yemin ederim bu dayım ömrümü çürütecekti.
"Of Toprak of, zaten senin ipinle kuyuya inende kabahat. Sakın buradan bir yere ayrılma ben dosyayı alıp geleceğim." Kalkacaktım ki kolumdan tutarak durdurdu.
"Nereye kızıl delirdin mi? Yalnız gidemezsin."
"İstersen annemleri de çağır, toplu giriş yaparız!"
"Aynen, Samet abi bu sefer bizi toplu olarak nezarete tıksın çıkarmamak üzere." Biraz daha sallanırsak bırak adamların mola saatini, nöbet değişimlerini bile görürdük.
"Yosun sen burada gelen giden var mı diye bak, ben girer çıkarım."
"Şuna bak, sanki markete girip çıkacak. Sen dur burada ben alır gelirim dosyayı." Küçümseyerek baktım Yosunuma.
"Sen bu salaklıkla daha içeri girmeden ikimizi de yakalatırsın." Dedim sırıtarak.
"Sende bu kadar egoyla daha buradan çıkmadan yakalanırsın asıl." Diye hemen altta kalmadı tabi.
"Yosun dur şurada durduğun yerde ben alıp geleceğim diyorum."
"Olmaz kızıl, seni yalnız gönderemem." İnatlaşmamız kesinlikle sabaha kadar sürerdi.
"Yosun adamlar yemeği de yedi çayı da içtiler şimdiye kadar. Kalk da gidelim o zaman şu gudubet güvenlik gelmeden." Diyerek kolundan çekiştirmeye başladım. Kapının önüne geldiğimizde tabi ki de kilitliydi. Kot şortumun belinde taşıdığım küçük çantamdan küçük bir cihaz çıkardım. Yosunla ikimiz de siyah eldiven takmıştık parmak izi bırakmamak adına, yerleştirdiğim cihazla elimin bir kaç kez ileri geri hareket ettirdim. Müzenin arka kapısındaki elektronik paneleydi uğraşım.
Birkaç saniyelik sessiz çabamdan sonra küçük bir bip sesi duyuldu ve kapının kilidi tık sesiyle açıldı.
Toprak şaşkınlıkla beni izlerken ben istifimi hiç bozmadan kapıyı başarıyla açmış bulunuyordum.
Yapıyorum bu sporu.
“Biz mükemmeliz.”
"Şuna bak yanımızda profesyonel ajan adayı dolaştırıyormuşuz da haberimiz yokmuş." Dedi gururlu sesiyle. "Kızıl bunları ne ara öğrendin" Demesiyle şeytanice sırıttım.
"Senin öğretmediğin kesin."
"Sana onun bunun kapısını gizli kapaklı aç diye ders vermediğim için kendimden utanmıyorum küçük cadı. Bir ara tel toka ile kapıları da açıyordun şimdide antin kuntin cihazlarla mı? Nasıl öğrendin?"
"Başarılı bir aşçı asla yemeğinin sırrını vermez Yosuncum." Dedim ukalaca.
Göz devirirken içeriye girdik. Girdik girmesine ama gördüğümüz manzarayla gülsek mi ağlasak mı bilemedim desem yeri.
Çünkü ışın gibi her bir köşeden geçen lazerler işimizin bir hayli zor olduğunun habercisiydi.
"Amına koyayım, bu ne?" Diye ilk şaşkınlık nidası Topraktan geldi. Heyecanla döndüm Toprak'a.
"Filmlerde ki kızlar böyle esnek hareketlerle seksi bir şekilde lazer ışınlarının arasından geçiyorlar ya, hep onlara İmrenirdim kısmet bu güneymiş" Dememle mala bakar gibi baktı bana.
"Eva salak salak konuşmada yürü ya, seksiymiş!" diyerek kafama vurdu. Koluna vurdum hemen altta kalmayarak.
"Sen git dosyaları nereye koyduysan onu bul bende bizim olduğumuz kayıtları sileyim hemen." Artık malı bırak uzaylı görmüş gibi bakmaya başladı.
"Eva sen düzenli olarak MİT'e çalışmadığına emin misin dayıcım yoksa bu marifetlerini hiç hayra yormayacağım haberin olsun." Yav he he der gibi bir bakış atarak güvenliğin avanak gibi boş bıraktığı kameraların olduğu odayı elimle koymuş gibi buldum. Benim olduğum tarafta o kadar çok lazer ışığı yoktu. Genel olarak eserlerin etrafında kapalıydı. Umarım ki Toprak salağı onlara dokunup ortalığı düğün bayrama çevirmezdi.
Sabah etrafı gezerken nedenini bilmediği şekilde kafamda krokisini kurup hafızama kaydetmiştim.
Gereksiz her şeyi kaydediyor diye sövdüğüm hafızam bana şu an nah çekiyor, "Ne oldu bana mı kaldın" diye haklı mıydı?
Evet
Daha fazla boş yapmamak adına kamera odasının kapısına yaklaştığımda etrafımı kontrol ettim. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra az önce güvenlikten yürüttüğüm anahtarı cebimden çıkardım. O malı da oraya güvenlik diye koymuşlar.
Durduğu yerde götünden kepek çeksem haberi olmaz geri zekalının bide gelmiş "Giremezsiniz" diyerek artistlik yapıyor. Havan kime pezevenk sen daha önce Eva Efnan’la karşılaşmamışsın ki bu havaların.
O şovunu yaparken anahtarı inceden dızlamıştım.
Dediğim gibi, lanet olasıca bir hokkabazdım.
Anahtarı hızla çevirerek içeriye girdim. Girdiğimde on beş tane bilgisayar ekranının duvara monte edilmiş şekilde durduğunu gördüm. İçeriye yavaş ve dikkatli adımlar atarak girdiğimde görüntülerde müzenin eserlerinin yanı sıra dosyasını almak için adeta iç savaş veren Toprak vardı. Bu görüntü beni eğlendirirken sandalyeyi çekerek masanın üzerinde olan muhtemelen görüntülerin kayıt edildiği bilgisayarı hemen ustaca kullanarak içeriye girdiğimiz görüntüleri sildim.
Nerede boş iş onunla uğraştığım için çoğu şeye hakimdim. Kafam ise teknolojik aletlere aşırı derecede basıyordu.
Bir ara Toprak'ın hesabını çalmışlığım bile vardı fakat bunu o bilmiyordu.
Bence bilmesindi de.
Bakışlarım tekrardan kameraya kaydığında onları etkisiz hale getirmeden önce biraz daha eğlenmem gerekiyordu.
Salak Yosunum, bilmem kaç yılından kalma, fosilinde fosili olan büyük testinin yanına bıraktığı dosyaları almak için adeta kıvranıyordu. Çünkü testinin kritik noktalarında lazerler vardı. Bu hallerini kameraya alma fikri aklımdan çıkmazken tekrardan önüme dönerek kameraların ayarlarıyla uğraşıyordum ki birden etrafta yankılanan seslerle yerimde donup kaldım.
Alarmlar çalıyordu!
"Hassiktir." İlk tepkim bu oldu.
"Hah buyurun cenaze namazına. Salak yosun lazerlere dokundu." Parmaklarım hızla tüm kamera görüntülerini silip bir bir etkisiz hale getirdiğim de hızla odadan çıktım. Arka arkaya çalan alarmla birlikte koşarken aniden elektrikler kesildi. Evet, eğlencemiz şimdi başlıyordu.
Hızla koşmaya devam ederken bir anda yanımda hissettiğim nefesle beraber birisi kolumu tuttu, o kadar hızlı olmuştu ki ne ara yaklaştığını anlamadığım gibi karanlıkta da görmemiştim. Kolumu tutan kişinin kim olduğunu bilmeden bileğinden tutup kendimden uzaklaştıracakken fazla sert kavramıştım, aniden gelen reflekslerim fazla sert olduğu için gelen çıt sesiyle acı bir inleme döküldü kolumu tutan kişiden.
"Ruh hastası karı, yavaş olsana." Diyen acı sesle durdum.
"Yelzar?"
"Yelzar ya! Kırdın bu Yelzar’ın bileğini!" Diye çıkıştı. Hayretle baktım ona.
"Nereden çıktın sen?"
"Anamdan."
"Geri zekalı, onu mu diyorum! Kameraların olduğu odadaydım, yoktun görüntülerde." Şaşkınlığımı komik bulmuş gibi güldü.
"Sana körsün diyorum da inanmıyorsun bana, sallanma da şu salak dayının yanına gidelim. Yakalanmıştır şimdiye." Hiç sanmazdım.
Yelzar Toprak'ın arkadaşıydı, aynı fakültede oldukları dışında pek bir bilgim yoktu. Arada Toprak'ın yanına gelir bir boklar yer ve geri giderdi.
“Onlar bok yerken sen çok geri durdun sanki?” İç sesi kendisine düşman olan bir tek ben miydim?
Hayatımda görüp görebileceğiniz en değişik arkadaşlık ilişkisine sahiplerdi, zira böyle bir arkadaşlık olmazdı.
"Toprak seni döndüre döndüre kameralarda oynatacak biliyorsun değil mi?" En son Topraktan siktir yemişti, çok da alınmışa benzemiyordu.
Sırıttı. Yeterli bir cevaptı Yelzar dilinde.
Arkadan gelen seslerle aynı anda koşarak Toprak'ın olduğu tarafa yöneldiğimizde onunda bizim olduğumuz yere koştuğunu gördüm.
"Geri zekalı ne yaptın?" Dedim aşırı nazik bir dille.
"Sus Eva sus. Düştüm." Bakışları yanımdaki Yelzar'a kaydığında kaşları çatıldı.
"Ne sik arıyorsun lan sen burada?" Arkadaşlıklarının muazzam olduğunu söylemiştim.
"O dediğini birazdan güvenlik abiler bizzat gösterecek, acele edelim."
Toprak hızla elimden tutarak koşmaya başladığımızda bizim maloz güvenlikler birazdan tepemiz de biterlerdi.
"Çıkıştan çıkamayız şimdiye çoktan dolmuşlardır oraya." Dedim aşırı rahat bir sesle. Toprak’ta çok telaşlı olmasa da bana göz devirmeyi ihmal etmedi. O da rahattı fakat ben fazla gamsız kalıyordum onun yanında.
"Eva başlayacağım senin hastalığına." Diye söylendi.
Yan tarafıma baktığımda Yelzar'ın arkamızdan geldiğini sanıyordum fakat yoktu.
"Toprak senin ki yok." Koşarken anlamayan gözlerle bana baktı.
"Hangisi be?" Dayımın ne kadar piç olduğundan bahsetmiş miydim?"
"Yelzar olan." Anında kaşları çatıldı.
"Nereden benim ki oluyor?" Diye yükseldi, "O piç kurusu kurtarır götünü, biz kendimizinkine bakalım, kurtaramazsa çok da sikimde değil." Çok iyi dosttu vesselam.
"Kırcalı, bu taraftaki çıkışa gelmediler henüz, çabuk sistem tüm kapıları kilitlemeden çıkalım." Yelzar arka taraftan bağırdığında Toprak elimden sürükleyerek diğer çıkışa Yelzar'ın yanına gittik.
Büyük ihtimal kamera kayıtlarına bakmaya çalışıyorlardı ama nah bakarlardı. Sinsice sırıtırken bir yandan da Toprakla el ele koşuyorduk.
Çıkıştan çıktığımızda arkamızda böğürerek ateş eden güvenliğe orta parmağımı kaldırdım. Toprak beni daha da çekiştirirken gülerek onunla koşmaya devam ettim.
Bide ateş ediyor arkamızdan, yatır koruyor sanki piç evladı.
Nihayet tehlikeyi anlattığımızda girdiğimiz sokağın duvarına yaslanarak soluklandık. Yelzar salağı da iki saniye sonra yanımızda bitti.
Kimsenin olmadığına emin olmak içine sokağa iyice kontrol ettim. Aynı anda Toprakla bakışlarımız buluştuğunda ikimizde dayanamayarak kahkaha atmaya başladık. Toprak elindeki dosyayı hava kaldırıp sallarken bir yandan da elimi bırakan eli omzuma iki kere yavaşça vurdu.
Yelzar bize uzaylı görmüş gibi baktı. "Normal olmadığınızı size daha önce söylemiş miydim?”
"Bir çok kez." Dedim hâlâ Toprakla kahkaha atmaya devam ederek.
"Lan kızıl, sen olmasan alamazdım." Dedi minnetle. Tabi benim bir taraflar kalkarken ne sandın dercesine sırıttım.
"O bu değil de sen bana söyle bakalım bu kamera iptal etme işini nereden öğrendin." Pişkince sırıtmaya devam ettim.
"Her türlü iş Eva Efnan’dan sorulur Toprak Kırcalı." Allah Allah der gibi bir bakış geçti gözlerinden. Hala gülmeye devam ederken telefonumdan saate baktım. Tam 02.01 geçiyordu. Biz girmeden önce 01.30’du. Toprak'a da saati gösterdiğimde sırıtmaya devam etti. Yüzündeki sırıtışın bile yorgun olduğunu bilecek kadar tanıyordum onu.
Elimi kaldırıp alnına götürdüğümde tahmin ettiğim gibi alev alev yanıyordu. Hastalanmıştı salak.
"Ateş gibi yanıyorsun geri zekalı, evdeyken deseydin ilaç verirdim, yürü hastaneye gidiyoruz." Kolundan tutup onu sürüklemeye başladığımda yorgun sırıtışı daha da genişledi.
"Kız ateş demişken geçen kampüsün orada bir kız vardı var ya vallahi alev alevdi, adı da Alevmiş biliyor musun?" Dayım diye söylemiyorum tam bir piçti kendisi.
Yelzar bıyık altından gülüyordu.
Omuzuna sertçe vurdum. "Ölürsen mezar taşına ömrü yarıda aklı karıda kızda kaldı yazdıracağım şuna bak, ateşi olmuş kırk derece hala alev diyor." Az önce hata yapmıştı ve Toprak Kırcalı kolay kolay hata yapmazdı. Baya kötü durumdaydı bana belli etmemeye çalışsa da. Puştun gribi ağır geçiyordu .
"Ben onu iyileştireceğim gelincik merak etme sen." Yelzar'a katil bakışlarımı yolladım. Bana sürekli hayvan isimleriyle hitap etmeyi bıraksa iyi ederdi!
En son somon balığı diye sesleniyordu geri zekalı.
"Sikerim gelinini damadını rüzgar bozuntusu eğer bir kere daha bana gelincik dersen seni boğarım."
"Ölümüm senin ellerinden olsun." Dedi yavşak yavşak.
Toprak ise çok başka bir dertteydi.
"Vallahi taş gibi kızdı, gerçi onun da gözü bende kaldı, şimdi bende mükemmel derecede yakışıklı olduğum için haksız da sayılmaz." Yalan söylemediğine şüphem yoktu. Egomun onda dokusunu şu puşttan aldığıma o kadar eminim ki. "Yelzar piçi ne dediğini de duydum sikerim belanı, uzak dur kızımdan." Sırıtmaya devam etti Yelzar. En büyük zevklerinden birisi Toprak'ı beni kullanarak sinir etmekti. Beni aşırı derecede kıskandığını en iyi o bilirdi. Zira bu kıskançlık yüzünden burnu Toprak tarafından yediği bir yumrukla kırılmıştı.
Ters ters baktım dayım olacak şahsa.
"Orada burada sürt bakalım sen Toprak efendi, bir kız çıkıp götünü ağzına çevirip nevrini dönderdiğinde karşında anıra anıra gülmezsem bana da Eva demesinler." Kaşları çatıldı.
"O dediğim zor yalnız yeğenim, öyle birisi doğmadı henüz, var olmamış insanlar hakkında konuşmak ikimize de bir şey katmaz."
"Emim misin Toprağam?" Diyen Yelzar'a gazap dolu bakışlarını yöneltti.
"İnşallah bir gün Ebenin örekesini tersten görürsün." Yüzünü buruşturdu.
"Bana ne ebemin buruşmuş örekesinden." Burada durup kendi dediğine midesi bulanmış gibi baktı. "Gece gece bana söylettiği şeye bak, olamaz öyle bir şey."
"Var mısın iddiasına?" Dedim serçe parmağımı ona uzatarak. Sürekli iddiaya girerken yaptığımız o alışa gelmiş eylemi gerçekleştirerek.
"Bana eğlence çıkacak gibi." Diye mırıldanan Yelzar'ı umursamadık.
"Varım," Dedi anında kendisi de serçe parmağıyla parmağımı tutarak, tabi onun ki benim işaret parmağım kadardı." Nesine?"
Bakışlarım direkt sağ kulağının ardındaki dövmeyi buldu.
Kül ve duman gibi görünen kargaşanın arasına ustaca işlenmiş olan ileriye doğru uzanan el Toprak'ın kulak oluğundan biraz daha yukarıda olan figüre dokundu gözlerim. Hiçbir zaman sevmemiştim bu dövmesini, yok olmak anlamını taşıyordu.
Çok uzun süre önce yaptırmıştı bunu, daha yaşı reşit bile değilken. Annem ve babam çok kızmıştı fakat umurunda olmamıştı. Onun için anlamı daha mı farklıydı yoksa yok olmaktan mı ibaretti bilmiyorum fakat yıllardan beri Toprakta olan her değişime alışan kızıl gözlerim bu değişimi kabul etmiyordu.
"Eğer bir gün, bir kız karşına çıkar da seni kendisine köpek gibi aşık ederse boynundaki ne bok olduğu belirsiz olan o dövmeyi sildireceksin, Yosun." Anında kaşları çatıldı.
"Benim ne çıkarım olacak peki bu işten." Umursamazca omuz silktim.
"Fifty fifty, eğer bende aşık olursam, senin de benden bir isteğin olacak."
"Siktir ordan, duygusuzsun kızım sen, yine benim sevgilim oldu, sende o da yok." Bu sefer kaşları çatılan taraf ben oldum tam konuşacaktım ki Yelzar yırtık dondan çıkar gibi aramızdan çıktı.
"Toprağam istersen iddiaya senin kazanmanı sağlayabilirim." Bana Çapkın bir şekilde göz kırptığında Toprak anından öfkeyle Yelzar salağının yakasına yapıştı. Yine olay çıkacaktı, genelde asla umursamayıp köşeye çekilir köpek gibi dalaşmalarını izlerdim fakat bu sefer gürültü yaparsak asıl o zaman yakalanırdık.
Hızla iki çapsızın arasına girdim. Toprak'ı kolundan tutup çekerken oldukça huysuzdum.
"Dediğine bak! Yanıma adam mı yaklaştırıyorsun sanki?"
"Bu it mi yaklaşsın yanına, Kızıl?"
"Bu itten bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun." Dedim hemen.
"Bu it diye bahsettiğiniz kişi şu an yanınızda farkındaysanız." Yelzar'ı yine umursamadık.
"Hangi itten bahsediyorsun?"
"Hangi birinden bahsedeyim Yosun?" Talibim çoktu fakat kısmetim yoktu. Son kısmet bükücü yosun! "Sınıfın çalışkanı bana açılmak için kağıttan gül yapmıştı, çocuğa yedirdin o gülü hatırlatırım."
"Sadece yedirmişsem daha ne, kurtulmuş. Başka bir yerinde de bitirebilirdim o gülü." Beni aşırı derecede kıskanan baş belası dayım yüzünden evde kalacaktım!
"Sanki sevgili olmaya yüzü var, şunun dediklerine bak. Eğer yapmak istesen Yosun falan dinlemezsin sen." İç ses bir noktada haklıydı yine. Eğer ben bir şeyi yapmak istiyorsam bir dünya gelse durduramazdı. Zaten iddiaya da bu yüzden girmiştim. Kalbim kan pompalamak için atıyordu sadece, onun dışında bir vasfı yoktu bende.
"Salak." Diye söylenerek serçe parmağını yine tuttum. "Hadi söyle sende ne istiyorsan." Dedim umursamazca. Asla yapmayacağıma o kadar emindim ki...
Derler ya kul plan yaparken kadar gülermiş diye işte ben o kaderin çekmesine takılacaktım. Ama o an bunu hiç anlamadım.
Toprak şeytanice sırıttı, yemin ediyorum bu bakışları tanıyordum. Benim adıma hiç hayra alamet şeyler geçmiyordu o kıvrımına tükürdüğüm kurnaz beyninde.
"Eğer sen kaybedersen, ki kaybettiğin an o iti bulup gelmişini geçmişini sikerim ilk önce." Kıskanç Toprak Kırcalıya harcadığım eforla bir binayı tek başıma dikerdim öyle ki bir uğraştı kendisi. "Kakül keseceksin." Dediğinde yüzüne öylece baka kaldım.
"Ne?" Dedim şaşkınca. Kahkaha attı adi herif şok içinde ki sesime.
"Evet, kakül keseceksin. Madem ben dövmemi sildireceğim sende kakül keseceksin." Dediğinde ters ters baktım ona. Kakül kadar sevmediğim bir saç şekli yoktu ve bu uyuz herif bunu çok iyi biliyordu. Tip tip ona bakarken zaten kazanacağıma emin olduğum için iddia sonu el sallayışımızı gerçekleştirdim.
"Kabul, eğer birisine aşık olursam kakül keseceğim." Dedim istemeye istemeye.
"Eğer birisi nevrimi döndürürse ki bok dönderir, dövmemi sildireceğim."
Belki yıllar sürecekti fakat ikimiz de o iddiayı kaybedecektik, hem de en ummadığımız insanlara tutularak...
Yelzar keyifle sırıttı. "Bana çok malzeme çıkacak gibi bu iddiadan." Anında kaşları çatıldı Toprak'ın
"Sana bir bok çıkmayacak, siktirip gideceksin." Kolunu omuzuna attı.
"Ayıp ediyorsun ToprakCım, aşk olsun yani."
"Dua et Kızıl burada yoksa ayıbı o zaman sana gösterirdim ben." Beni de beraberinde yürüttü.
"Emin misin arkadaşın olduğuna?" Dedim bu hallerine gülerek.
"Hiçbir zaman öyle bir iddiam olmadı." Daha çok güldüm bu haline.
Tam senide bırakalım demek için Yelzar’a döndüğümde yerinde yeller estiğini görünce kaşlarım havalandı.
"Harbi yel ha." Dediğimde Toprak umursamazca omuz silkti.
"Yürü hastaneye gidiyoruz." Aptalın ateşi vardı ve asla umursamıyordu.
Tabi, daha da ağırlaştığında onunla uğraşacak olan bir enayi vardı!
"Siktir et hastaneyi, eve gidelim. Uyumam lazım, yarın sabah dersim var."
"İkimiz de o derse gitmeyeceğini biliyoruz Yosun, düş önüme."
"Gideceğim lan valla." Her zaman aynısını söylemesine alışkın olduğum içi omzumdaki kolunu çekiştirdim arabayı bıraktığımız yere doğru.
"Her pazartesi aynısını diyerek yatmaya devam ediyorsun, böyle mi hakim olacaksın?" Homurtuma ters ters baktı.
"Savcı olacağım ben kızım, ne hakimi." Diye söylendi.
"Bok olursun."
"Bana diyen de konservatuvar okumak istemese." Dedi imalı imalı.
"Sana ne be." Diye çemkirdim.
"Çemkirme kız bana." Diyerek kolunu omzuna atıp beni kendisine çekti, bende kolumun birini beline sararak sarıldım, pıtı pıtı arabaya kadar birbirimizle uğraşarak gittik.
Kavga ederdik ama küsemezdik.
Birbirimize laf sokardık ama alınmazdık. Belki bir tişört için birbirimize girmişliğimiz vardı ama başkası konuyu ele aldığında hemen birleşirdik.
Çünkü biz birbirimize girer tekrar barışır, ortalığı karıştırır kenara çekilirdik.
Bazen neredeyse boğaz boğaza düşmanken dışarıdan biri asla bize karışamaz, müdahale edemezdi. Çünkü biz hep bizdik...
Biz hep Toprak ve Eva, Yosun ile Kızıldık.
Birbirimizin arasında tek bir sır bile olmazdı en azından Kızıl öyle sanıyordu.
Kızıl ve yosun arasında hiç bir sır yoktu lakin Toprak'ın Eva’dan sakladığı bir hayatı vardı...
Sadece kendi hayatı değil, Eva’nın yaşadığı hayatın içindeki gerçek hayatıydı.
Yosun kızıl yalan dahi söylememişken Toprak Eva’dan yalanlar içindeki gerçeğe inandırmıştı.
(Yazarrr araya kaynak oluyorrr!)
(Bebeklerim buradan sonraki sahne Eva ve Akın kütüphanehe gitmeden önceki sahne, Akın Eva'ı odasına yolladığında şemsi ile bir konuşması oluyordu ya hani, iste burası ise Akın'ın Evayı odaya yolladıktan sonrası.)
Kafa karıştırıcı olabilir ama açıklayabildiğimi umuyorum.
Takıldığınız yeri sorabilirsiniz.
(Yazar kaynak olmaktan çıkıyorrr)
Yani devam edebilirsiniz aşklarımmmm
●İLAHİ BAKIŞ AÇISI,
●AKIN VE EVA KÜTÜPHANYE GİTMEDEN ÖNCESİ.
"Her şey istediğim gibi olacak anladın mı beni Odra." Gür sesiyle sorduğu sorunun cevabını beklemeden yüzünü sarayın büyük bahçesine bakan camına döndü kral Asrın.
"Siz nasıl uygun görürseniz Efendimiz." Diyerek gerekli saygı gösterisini yaptıktan sonda kralın huzurundan çekildi vezir Odra.
Asrın derin bir nefes çekerek tahtına kuruldu. Kırlaşmış saçları ve yaşlandığını kanıtlamak istercesine yüzlerinde ve ellerimde oluşan kırışıklıklara bakarken derin düşüncelerdeydi. Koca bir ülkeyi hatta evreni yönetmek kolay değildi, nice yaşlarını almıştı ülkesi devleti, feda olundu Dedi içinden. Bir daha olsa bir daha verirdi tüm yaşlarını halkına ülkesine. Lakin yaşlı bedenine ağırlık eden ihtiyarlık değil yüreğinde yanan evlat ateşiydi.
Biricik kızı, Afranı. Ölmüş eşinin emanetiydi. Diğeri ise onun için değerli olan, rahmetli kardeşinin emaneti Mihraydı.
İki emanete de sahip çıkamayışının acısı üç yıldır yüreğini daraltıyordu.
Omzundaki yükün ağırlığıyla cebelleşirken içeriye iki eşi de giriş yaptı.
Birbirlerinden haz etmediklerini gösteren bakışlarını saklayarak ikisi de aynı anda kocasına baş selamı verdiler.
“Kuzeye çıkacak mısın Aksel?” Diye sordu Asrın gözlerini tekrardan cama çevirerek.
“Birazdan yola çıkacağım Efendim, son bir arzunuz var mı diye gelmiştim.” Dedi Aksel
“Nevsal’i götürmeni istemiyorum. Kendine dikkat et, Kuzeye selamlarımı ilet.” Çoğu insan kraliçelerin sarayda göt büyüttüklerini sanırdı fakat kraliçe Aksel ve kraliçe Lirvan çoğu sefere katılır, bazı ülkelerde kralın adına kararlar alır ve onu temsil ederlerdi.
Asrın bakışlarını diğer eşine çevirdi. Lirvan ise Aksel'e “Nevsal bana emanet sen gönül rahatlığı ile git gel.” İki kumanın birbirinden haz etmediğini bilmeyen yoktu fakat ikisi de görevlerini bilir ve yeri geldiğinde birbirini koruyup kollarlardı.
Mesela ikisi de bilirdi kocasının ikisinden birisine bile aşık almadığını. Evet kral Asrın iki kadına da eşit derecede sevgi verirdi fakat aşık değildi.
Aşık olduğu kadını yıllar önce toprağa vermiş iki kadınla da evliliğini devleti ve ülkesi için yapmıştı.
Bu yüzden Aksa da Lirvan da yerini bilirdi.
İki kadında gerekli malumatları krala verdikten sonra çekildiler. Kapının nöbetçileri kraliçeler giderken destur çekip saygılarını gösterdikten sonra muhafızlardan birisi konuştu.
“Prensimiz ve Sıraç hekim geldi Efendim.” Oğlunu kendisi çağırttığı için içerideki hizmetlilere dönerek konuştu. "Hepiniz dışarıya çıkın." Lafını ikiletmesine gerek yoktu, soru sormaya lüzumda. Tek kelime etmeden sadece saniyeler içinde taht odası boşaldığında büyük kapının önündeki muhafızlar kalmıştı sadece.
"Gelsinler." Dedi gür sesiyle. Onunla eş değer olarak kapı açıldı, içeriye Arsal ve Mavi giriş yaptılar. Mavi kralın önünde eğilerek saygıyla selamladı onu. Arsal ise sadece başını aşağı yukarı hareket ettirdi. Asrın'nın dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı.
Oğlu hiçbir zaman önünde eğilmemişti. Tam tamına itaatkâr olmasa da kesinlikle korkusuz bir savaşçıydı gözünde.
Kimseden emir almaz, her zaman bildiğini yapardı. Asrın ilk başta bu dik başlılığa bir son vermek istese de yapamamıştı. Kendi elleriyle büyüttüğü oğluna kendi isteğiyle yön veremedi.
O çok acımasız ve kendi doğrularından giden bir liderdi.
Yeni yetişmeye başladığında bunun ona karşı gelecek çok büyük bir sorun olacağını düşünen Asrın ve ülkenin ileri gelenleri onu yola getirmek konusunda ne yaparlarsa yapsınlar sonucunda hep başarısızlığı elde etmişlerdi.
Asrın ise bu olanlardan artık zerre rahatsızlık duymuyor bilakis kendisinden sonra ülkesini devletini ve halkını emanet edeceği kişinin her zaman kendi izinden yolundan ve doğrusundan gitmesine engel olmuyordu.
Asrın Karahan oğlundan yana tek bir yanlış görmemişti, vicdanı hariç.
Zamanın acımasızlığı oğlundan vicdanını almıştı. Artık buna inanıyordu. Tüm ülkeler ve bu evren onun oğlu hakkında tek bir şey söylerlerdi.
Arsal Karahan'ın Vicdanına bırakın
Çünkü herkes bilirdi ki Arsal Karahan'ın vicdanı yoktu.
"Bizi çağırmışsın baba." Oğluna bakarken sadece kendi gençliğini değil kaybettiği sevdiğinin de gençliğini görüyordu.
Sera Karahan'ın ona bıraktığı emaneti idi çocukları lakin o buna ihanet etmişti.
Üç yıla aşkındır bulamadığı kızı için yüreğine her gün biraz daha kor alevleri sanıyordu. İçine düşen yangın yüreğini kül edip umutlarını parçalıyordu. Evet orada yeğeni de vardı fakat evlat her şeyin üstüydü.
"Baş Kahin Argan yakında burada olur. O gelmeden önce şeytan kızı akşam yemeğimize indireceksin." Eva’yı tanıdığı kadarıyla harekete geçmesi için teşvik gerekiyordu ve Asrın bunu hiç hoş olmayacak bir dilde yapacaktı.
Oysa Eva’nın çoktan harekete geçtiğini nereden bilebilirlerdi ki?
Babasının gür sesiyle sık kirpiklerinin arasına tanrının özenle yerleştirdiği koyu mavi gözlerini ondan ayırmadı Arsal.
"O kızın patavatsızlığı ve hastalığı size karşı olan saygı çerçevesinden çıkmasını sağlıyor Efendim." Mavi'nin ölçülü sesiyle kralın bakışları ona döndü.
Ateş ülkesine ait bile değildi karşısındaki sarışın adam fakat bir çok adamından daha sadıktı.
Mavi Sıraç Semdar bu ülkeye ait değildi ama ait olanlardan daha çok şeyini vermişti ülke uğruna.
"Farkındayım hekim. Ama o mezarlıkta neler olduğunu öğrenmek zorundayız. Kızımı bana getiremeyecekse yaşamasının bir anlamı yok gözümde." Arsal'ın kalbine hançerler saplayan sözler karşılık sadece dişlerini sıktı.
Emir almazdı fakat karşısındaki adama emir de veremezdi, bildikleri vardı ve bunu babası dahi kimsenin şu an bilmemesi gerekti.
Ona kimse dokunamazdı.
Şeytanın kızı sadece ona aitti ve onunla ilgili tüm kararları yine o verirdi.
Eva'nın uykusu arasında söylediği sözler belirdi zihninde.
"Afran Karahan'ın mezarı vardı..." kardeşinin ölmediğine emindi fakat o şeytan kızın, bir şeyler bilip de sakladığına da emindi.
"İsteğiniz yerine getirilecek, izninizle." Mavi tekrardan saygıyla eğildi fakat Arsal bu sefer baş selamı bile vermeden arkasını dönüp gitti. Asrın'ın dudağının kenarı kıvrıldı.
Ele avuca sığmaz oğlu onun gözünde kendisinden daha iyi bir lider olacaktı.
Babasının arkasından ona gururla baktığını görmeyen Arsal öfkeyle adımlıyordu. Avcunu açtığında anında zihninden geçirdiği kolye elleri arasına düştüğünde öfkeyle soludu.
"Ne saklarsan sakla bir adım arkanda olacağım Şeytanın kızı. Sana zarar gelmeyecek kadar yakın, farkında olamayacağın kadar uzak." Avuçları arasında duran ucunda anahtar olan kolyeyi tekrardan yok ettiğinde çoktan babasının yanından çıkmışlardı Mavi ile.
"Onunla kütüphaneye senin gitmen gerekiyordu." Toplantı odasının kapısını açarken neredeyse kapının topuzu elinde kalacaktı.
Yok yok, bu gidişle Eva elinde kalacaktı!
Yaklaşık yirmi dakika önce Eva’nın o etli dudaklarından dökülen cümleler aklına geldi. Gelmemesi gerekiyordu oysa.
"Hangi noktadasın Karahan? Bana da göstersene. Sınırlarını merak ediyorum."
Sesindeki o hileyi iliklerine kadar hissetse de o kadının çevirdiği oyunun bizzat kurbanı olmaya hazırdı.
Lanet olsun ki Eva'nın teninden soluyacağı bir yudum nefes için tüm oyunlarına gelebilirdi. Bilmesine rağmen. Oyun olduğunu çevirdiği dolapları görmesine rağmen...
Bu kadar etkilenmemesi gerekiyordu.
Bir kadının tek bir gülüşünden en ufak bir dokunuşundan bu denli yerle bir olmaması gerekiyordu!
Hayır hayır, kesinlikle planları arasında Eva’ya karşı bu denli bir çekim duyması yoktu.
Bu kabul edilemezdi!
"Kendimi asla sana teslim etmeyeceğim Karahan. Ucu bucağı görünmeyen, dibi ölçüsü bilinmeyen bir uçuruma kendimi teslim ederim, ama senin ne olduğu belli olmayan sonunun nereye varacağı bilinmeyen, iki uçlu duygu durum bozukluğu içerisinde ki karakterine kendimi teslim etmem."
Sözleri bir bir zihninde dönerken yumruğunu daha sert sıktı.
Onu sürekli kışkırtmaktan zevk alıyordu! Adı gibi şeytandı! Fakat biraz daha böyle devam ederse kendisini tutamayacağını çok iyi biliyordu.
"Bardak bırakmayacaksın bu gidişle." Diyen Mavi'nin sesiyle bakışları sağ elinin arasındaki içki bardağını buldu. Öfkeyle ne ara aldığını bile hatırlamıyordu fakat parçalamasına ramak kalmıştı. Bardağı masaya sertçe bıraktığında Mavi onun bu öfke dolu haline oldukça alışkındı.
"Sahi o kızla yattın mı?" Dedi daha dakikalar önce Arsal'ın odasının önünde ona ait olan gömlekle saçı başı birbirine girmiş olan Eva’yı kast ederek. Yattım derse utanmadan bayılabilirdi şuracıkta, bir yandan böyle bir şeyi beklerdi de. Aralarındaki çekimin elektriği etrafa yayılıyordu resmen.
Ne zaman hararetle tartışmaya başlasalar Mavi, Arsal’ın bakışlarında ki Eva’nın boynundan çekerek soluğu kesilene kadar öpmek için çıldıran adamı görüyordu. Resmen bakışlarından anlıyordu bunu, Eva salağı bunu anlamıyor muydu? Pek sanmazdı.
"Ne fark eder Semdar." Dedi Arsal mekanik sesiyle.
"İnkâr etmiyorsun yani?" Dedi Mavi alayla. "Birbirinizden nefret ettiğinizi sanıyordum, gerçi yan yana ateş ve baruttan farkınız da yoktu. İlla ki alev alacağınızı biliyordum fakat bu kadar erken olacağını sanmazdım." Masaya bıraktığı içkiden büyük bir yudum aldı Arsal.
"Öyle bir şey yok, düşmanımın kızıyla yatacak değilim." Öfkeyle soludu fakat içinde yanıp tutuşan o hissi de bastırmakta oldukça zorlandı.
Güldü Mavi. "Düşmanının kızı olduğunu unutmamış olman iyi. Bunu o bilmiyor henüz fakat sen ondan daha çok bilmiyor gibi davranıyorsun."
"Ne demek bu?"
"Ne demek olduğunu siz gayet iyi biliyorsunuz Efendim- " devam edecekken kapı Akın tarafından önce tıklatıldı sonra açıldı. Arkasından ise Elyesa girdi. İkisinin de bakışlarındaki soruyu görebilecek kadar tanıyordu maalesef arkadaşlarını Arsal. Ters ters baktı onlara.
"İstersen sen siktir etmeden biz çıkalım, Arsal." Diye homurdandı Akın bakışlarını kast ederek.
"Birazdan çıkacaksın zaten, Barlas."
"Plana göre Mavi'nin gitmesi gerekmiyor mu?" Elyesa onlara bakarken oldukça huysuzdu.
"Şu çıkardığınız icatları neden en son ben öğreniyorum, Arsal?"
"Öğrenilecek bir şey yok Elya. Akın ve Eva birazdan büyük kütüphaneye gidecekler." Mavi'nin söylediklerine göz devirdi.
"Geri zekalı değilim Mavi, orasını anladım. Ne çevirdiğinizi soruyorum." Kendisine sandalye çekerek rahatça kuruldu Elyesa, tam klasik sizin yediğiniz naneleri ben neden en son öğreniyorum diye çıkışacakken kapı çalınmadan paldır küldür açıldığında içeriye giren Nevsal koşarak abisine ilerledi.
"Abiğğğğğğ." Diye bir nidayla Arsal'ın bacaklarına yapıştığı an Arsal elindeki kadehi hemen masaya bırakıp bacaklarına sürünen küçük kardeşini kucağına aldı.
Küçük tatlı bir baş belasıydı.
"Küçük prensesim." Yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Tombul al al olan yanaklarını sıktı ama öyle hassas dokunuyordu ki onun canını yakmamak için üstüne titriyordu.
Arsal Karahan'ın en büyük zayıflığı kardeşleriydi.
Şimdilik...
Minik dudaklarını Arsal'ın kulaklarına yaklaştırarak sessiz sandığı bir fısıltıyla konuştu."Kolutan Elbelden kaçtım." Deyip kıkırdayışı Arsal'ın yüzünde derin bir tebessüm oluşturdu.
Kolutan Elbel de Komutan Elber demek oluyordu Nevsal’in dilinde.
"Benim askerlerimi atlattığına utanmıyor musun prensesim?" Oysa her adımı annesinden önce Arsal'ın kulağına gelirdi. Afrandan sonra Nevsal'in üzerine daha da düşmüştü.
"Askellelin Ellesaya beceliksiz diyoldu amaaağğğ." Dedi abisine nazlanarak, Elyesa’nın burada olduğunu kesinlikle görmemişti bile.
Çünkü küçük Nevsal’in ilk aşkı babası değil abisiydi...
Elyesa oturduğu yerden sahte bir öksürük sesi çıkartarak kendisini küçük prensese gösterdi, bir anda konuşup onu korkutmak istemiyordu, anlaşılan abisine aşık bu küçük cadı varlığının fark etmemişti.
Oysa Nevsal abisinden sonra yapıştığı ikinci kişiydi Elyesa. Memnunum bu durumdan çünkü çocukları hep çok severdi.
Yüzündeki sırıtışı gizleyerek Arsal'ın yanına ilerlediğinde küçük Nevsal'in görüş açısına girmiş oldu.
Minicik dudakları şaşkınlıkla açıldı. Bakışları tekrardan abisine döndüğünde oldukça endişeliydi. "Elbel kolutan alamızda sıl demişti kimseye söyleme demişti Ağbi yakalandık." Arsal kahkaha attı, diğerleri gibi.
Akın ve Mavi dudaklarında gizleyemedikleri gülümsemeyle bakıyordu bu olaya. Çünkü Arkadaşlarının içtenlikle gülümsediği tek insan kolları arasındaki minicik Nevsaldi.
"Madem sır neden bana söyledin miniciğim?" Dedi Arsal şefkatin eksilmediği sesinde. Nevsal gözlerini kırpıştırıp minik parmağını öne doğru büzülmüş olan küçük dudaklarına yaslayarak düşünüyormuş gibi yaptı.
"Sen kimse değilsin kiiiii, Abimsinnnnnn!" Dedi kocama gülümsemesinin ardından.
Elyesa bu manzara karşısında daha da huzur buldu, severdi çocukları çok severdi hem de. Az kişi bilirdi belki ama içinde sakladığı en büyük dileği anne olmaktı.
"Demek o Elber efendi arkamdan konuşuyor?" Dedi yine de sahte bir ciddiyet getirdiği ifadesiyle. Halbuki hala gülümsüyordu.
Nevsal Arsal'ın kucağından ona geçmek için kollarını uzattığında Elyesa hemen ona kucak açtı.
"Elelsa sen dediğimi duydun muğ?" Düşünür gibi yaptı Elyesa, sonrada maalesef der gibi başını salladı.
"Elbele söylemiyceksin değil miiii?" Dedi sırrı ortaya çıktığı için tatlılık yaparak.
Yanağını uzattı Elyesa "Eğer ki prensesimiz bana küçük bir öpücük bahşederse neden olmasın?" Nevsal hemen Elyesa’nın yanağına minik bir öpücük kondurduğunda Tatlı tatlı gülümsedi.
Elyesa da dayanamayarak onu kocaman öptü, iki yanağına da öpücükler bırakırken Nevsal kıkır kıkır kıkırdadı. O an kimse fark etmedi ama Elya içinden şu cümleyi geçirdi
Bir gün tanrı bana da senin gibi güzel bir kız bahşetsin..
"Eva nelde sen biliyol musun Elessa?" Dedi Nevsal kocaman gözlerini kırpıştırarak.
"Eva biraz meşgul prenses ama işleri biter bitmez o da seni görmek isteyecek, emin ol." Oysa Eva'nın neredeyse gözünün önünde, bir cana kıyacağını hafızasından silindiğini nereden bilebilirdi ki?
"Hadi bakalım kaçtığın Elber’in yanına git, birazdan seni aramaya çıkacaktır." Dedi Arsal sakince. Elber onun burada olduğunu zaten biliyordu.
Elyesa Nevsal’i kucağından indirdi. "Sana söylediklelimi sakın ha Elbele söyleme, bana bil daha sıl velmez." Güldü Elyesa.
"Aramızda Sultanım." Nevsal koşarak odadan çıktığında Elyesa arkasından tebessümle baktı. Gözlerindeki endişeden dahi habersizdi. O fark etmese de odadaki üç erkek çok net görüyordu.
"Endişeli Endişeli bakma Elya, Elber birazdan yanına gidecektir. " Dedi Mavi.
"Endişeli bakmıyorum." Diye homurdandı. Bakıyordu.
"Senin de bundanın olursa kesinlikle çocuğun götünden ayrılmayacağına bahse varım." Dedi Akın gülerek. Elyesa da güldü. İnkar mı edecekti, elbet ayrılmazdı.
"Elber bu ara bakıcılık yaptığı için fazla huysuz, hayırdır ne halt etti de küçük prensesi başına sardın?" Dedi Mavi eğlenerek.
"O biliyor." Dedi Arsal düz sesiyle.
"Konuyu dağıtarak beni atlatacağınızı sanacak kadar salak olmadığınızı umuyorum." Diyerek Arsal'a döndü Elyesa.
"Şehzadem?" Dedi alayla "Ne halt dönüyor burada?"
Ayaklanıp küçük dolaba doğru ilerledi Arsal. Yeni bir içki açarak bardağına doldurdu, masanın karşısında ki berjere kendisini rahatça bıraktı. "Salvor peşinde." Dedi rahtça.
"Farkındayım." Derken oldukça umursamazdı Elyesa. "Onu senin yüzünden öldürmedim hatırlarsan?" İnsanları öldürmeye meraklı değildi, hainler dışında lakin o herifi öldürme istediği diğerlerini öldürmekten daha fazlaydı.
"Evet, öldürmeni istemedim çünkü arkasında kimim olduğunu öğrenmem gerekiyordu, öğrendim." Mavi, Arsal'ın yanına yaklaştı, masanın üstündeki geriye kalan üç bardağı içkiyle doldurdu.
"Cimri piç." Diye de söylenmeyi ihmal etmedi. Bardağın birisini Elyesa’ya uzatırken diğerini kendisine aldı. Akın’a uzatma nezaketinde bulunmadı. Akın göz devirerek kendisi için doldurulmuş içkiyi masadan aldı. "Yalaka piç." Diye o da Mavi’ye söylendi.
"Arkasında kim olduğunu zaten çözmüştün Karahan, o sikim beynin illa ki kanıt istiyor." Dedi Mavi kuru bir sesle.
"Ya da ne istediklerini öğrenmek?" Dedi Akın. "Eva’yı istiyorlar değil mi?"
"Bingo zeki çocuk!" Dedi Mavi abartıyla. "Başka ne olabilir zaten amına koyayım." Göz devirdi Akın.
"Bu aralar bir karın ağrısı var sende ama sikerim senin bağırsaklarını Semdar, Salvor’un derdi Elya, Eva ile ne işi var onu bağdaştırmaya çalışıyorum."
"Salvor’un Eva ile bir işi yok zaten Barlas, ama Ulkar için aynı şeyi söyleyemem." Arsal'ın sesindeki tınıyı anında anladı Akın.
"Sakın Arsal.” Dedi anında ikaz eden bir sesle. “Batı krallıklarla barışı yeni sağladınız, şu an olmaz."
"Ulkar..." Dedi Elyesa düşünceli bir sesle "Güney batıyı, yönetmesi için kurulca teslim ettiğiniz Horgun krallığının Şehzadesi değil mi?"
"Ta kendisi," dedi Arsal içkisinden son yudumu alıp bardağı sertçe masaya bırakarak. "Bu gidişle Horgun krallığının rahmetli şehzadesi olacak."
"Savaş yılına girmek üzereyken bunu yapmak istemezsin," Dedi Mavi.
"Ne yapmak istediğimi çok iyi biliyorum ben Sıraç, benim olana dokunmaya cesaret etsin hele bir, sonrasını ne batısı ne krallığı kurtaramaz." Arsal'ın kendinden emin sesi alışılagelmiş bir şeydi fakat Eva’yı bu kadar kendisine ait kılması normal değildi arkadaşlarının gözünde.
"Ne yapacaksın peki?" Dedi Akın "O kızın peşinde daha çok kişi var ve sen onu neredeyse ülkenin diğer ucundaki kütüphaneye gitmesine müsaade ediyorsun."
"Ayrıca o kızıl şeytan-" Burada durmak durumunda kaldı Mavi çünkü Arsal'ın yönetimdeki net tavrı aklına geldi. Kendince cümlesini şöyle düzeltti. "Yani kızıl karının beyninden ne denli şeytanlıklar geçtiğini bilmiyoruz ve sen onu resmen bizim sakladıklarımıza gönderiyorsun." Eva'nın o kütüphaneden onların aleyhine öğreneceği en ufak bir bilgi hepsini sarsabilirdi.
Bunun gayet farkındaydı, yine de dudakları kıvrıldı. Bu kadar zeki oluşu belki onu kendisine daha da çekici kılıyordu, bilemezdi. Resmen koskoca ülkeler karşısına çıkmaya çekinirken bir sıkımlık canı olan küçücük bir kadının yapabileceklerini düşünüyorlardı.
Çoğu zaman buna deli olsa da hoşuna gittiğini de inkar edemezdi.
Güldü Arsal. "Benim olanın bana karşı savaşı var." Arkasına daha da yaslandı, oldukça rahttı. "Geri durup neler yapacağını izlemek istiyorum diyelim."
"Öylece sana saldırmasına izin mi vereceksin?" Dedi Mavi hayretle.
"Asıl onu durdurmaya çalışırsam o zaman bana saldırır." Bu sefer hepsi şoka girdi.
"Arsal sen bu kızdan bir tık korkuyor olabilir misin?" Dedi Elyesa.
Dudağındaki kıvrım yerini korurken Arsal'ın bakışları kısıldı. Korksa yeriydi çünkü o küçük şeytanın yapamayacağı şey yoktu.
"Onun attığı her adımın farkındayım Elyesa. Ve her zaman bir adım arkasındayım, bana istediğini yapabilir. Kendisine zarar vermediği müddetçe bir kaç herife haddini bildirip ona buna laf sokmasına göz yumabilirim." Hayatında gördüğü en efsane laf sokan insan olabilirdi Eva.
Tam nokta atışı yapıp lafı yerine sokuyordu.
Hayrandı...
"Sen Leyla olmuşsun amına koyayım!" Diye çıkıştı Mavi dayanamayarak.
"O kim lan?" Dedi Akın.
"Ne bileyim amına koyayım, Eva geçen bir muhafızla dalga geçerken söylüyordu." Dedi Mavi alık alık.
Kesinlikle en büyük hobisi muhafızlarını mala çevirip ellerindeki hançer ve bıçaklarını almaktı.
Ruh hastasıydı.
"Her zaman bir adım önde olan Arsal Karahan neden bu kız karşısında geriden gelmeyi kabul ediyor?" Dedi Elyesa düz bir sesle. Oysa sesindeki anlamları içerideki herkes çok net anlamıştı.
“Eğer onun önüne çıkıp karşısında olursam elindeki tüm kozları ortaya sunmaktan çekinmez Elya, eğer benimle birlikte olmayı kabul ederse yan yana oluruz.” Mavi şoka girdi, ciddi anlamda Arsal’ın her sözünün sonunda baygınlık geçirecek gibi elini alnına attı.
“Tanrım, bir ülkenin baş gelemediği, deccalın onu görünce inmekten vaz geçtiği, iblisin hazır ol da durduğu şu herifin el kadar kız karşısında nasıl iki büklüm olduğuna bak, sanırım şekerim düştü.” Kimse onu umursamadı.
“Ne yapacağız peki?” Dedi Akın düşünceli sesiyle “Mavi’nin gitmesini söylemiştin Eva ile ama fikrin değişti.”
“Siz kütüphaneye gittiğinizde büyük ihtimal bir kaç saate Salvor baskın yapacaktır, Elyesa ben göndermişim gibi peşinizden gelecek ama bu baskından Eva’nın haberi olmayacak ve onun kılına bile zarar gelmeyecek.” Hepsi dikkatle onu dinlemeye devam etti. “Baskını sezdiğiniz an Akın sen Ahger yazıtlarını kullanarak eski çarşının ruhlarını harekete geçirecek o büyüyü yapacaksın çünkü-“
“Mavi Ahger soyundan gelmediği için o kitabı kullanamaz.” Diye Arsal’ın cümlesini Elyesa tamamladı.
“Büyüyü yapamaz.” Diye de Akın ekledi.
Ters ters baktı Mavi onlara. ”Beni biraz dışlamaya devem ederseniz, kitabınızı soyunuzu sikeceğim.”
“Bizimle diyılsınn kardişşş.” Dedi Akın uyuz uyuz. Sonra durup kendi kendine küfretti. Eva hepsinin ayarını bozmuştu.
“Adamlar ölmüş amına koyayım ruhları ile ne işimiz var? Zaten bir katliama kurban gitmişler asırlar önce.” Diyen Akınla omuz silkti Arsal.
“Onlar olmazsa Çarşıya girdiklerinde Salvor onları alt eder Eğer Ulkar ona yardım ediyorsa, Eva farkına varmadan onları koruyacak tek şey eski çarşının ruhları. Salvor’u aldığımızda zaten daha çok şey öğreneceğiz.” Diye tamamladı kendini Arsal.
“Eva neden bu baskından ya da planlardan geri Arsal? O da bize yardım edebilir?” Dedi Elyesa.
“Olmaz Elya, eğer şuurunu kaybedip birisine zarar verecek olursa vicdan azabı ona hata yaptırır. O, bu sefer geri duracak. Ne olur ne olmaz sadece kendinizi korumanız için oraya mühimmat bıraktıracağım. Eğer ters giden bir şeyler olursa- “ cebinden bir kolye çıkartıp Elyesa’nın olduğu tarafa doğru itti.
“Ucundaki obdisyen taşı çevrelendiği alanı korur. Eva’nın bünyesi büyüleri alt edebilir fakat obdisyen ışığından çıkmadığı sürece ona dıştan zarar gelmez. Eğer bir şey olursa ne yap ne et onu bu ışınların içine hapset.” İnanamayan gözlerle baktı Elyesa Arsal’a.
“Bağlasan sence durur mu Eva o taşın gücü altında. Mümkün değil.”
“Bağla o zaman Elya, koluna yapış bacağından tut ama bir şekilde onu ve kendini ışınların koruması altına al.” Elyesa obdisyen taşını aldı.
“Bu güç iki kişiyi koruyacak kadar uzun sürmez.” Dedi düşünceli sesiyle.
“Ne yap ne et Elya onu koru.” Dedi Arsal “Ve de kendini de, birinizden birine zarar gelmeyecek.” Sesi net ve aksine yer barındırmıyordu. Bakışları Akın’a döndü.
“Zamanında o kitabı bulup ruhları harekete geçirmen gerekiyor Akın, burada en önemli rol sana düşüyor. “ Akın’ın tek bir hatası her şeyi alt üst ederdi.
“Kraliçe Aksel kuzeye gidecek, sınıra kadar onunla beraber gitmek zorundayım, Mavi sen benimle geleceksin.” Mavi hemen kafasını salladı “Akın sen durumu saniye saniye bana ileteceksin. Onlar ruhların esiri olduğunda Mavi ve ben oraya gelip bu işi bitireceğiz. Anlaşıldı mı?” Dedi sert sesiyle.
Üçü de bir ağızdan aynı anda “Anlaşıldı Efendim.” Dedi
Fakat...
O an için hiç kimse:
Akın’ın o büyü kitabını açamadan patlamada yaralanacağını..
Elyesa’nın Eva’yı korumak için zehirli bir hançer ile ölümün eşiğine geleceğini
Ve Eva’nın hiçbir şey yapamadan sadece kelepçelerin arkasından bunu izleyeceğini bilmiyordu...
●
●●●●Eva Efnan●●●●
●
Bencillik, insan ruhuna lanetlenmiş, yedi büyük günahın sekizincisi olarak kabul görülmüştü.
Kimisine sonradan musallat olur kimisi ise ezelden beridir içinde taşırmış.
Kim kalbinde bencilliği taşımak isterdi ki?
Kim yedi büyük günahın sekizincisi olmak isterdi ki?
Yedi büyük günahı bilemem ama sekizincisi bana mıhlanıp kalmıştı bir zamanlar. Belki hâlâ da öyleydi...
Çok istediğiniz o korkusuzluk var ya hani? İşte benim hayatımın en büyük kabusuydu. İnsan kabuslardan korkar ama ben korkmanın ne demek olduğunu dahi bilmiyordum.
Hiçbir zaman kendimi bu özellikle yüce görmedim çünkü korkusuzluk ve cesaret aynı şey değildi. Ben karakterimi korkusuzluğuma değil cesaretime borçluydum, benim kılıcım korkusuzluk değil yüreğimde büyüttüğüm cesaretim olsun isterim her zaman. Ama bilmiyordum, benimle birlikte büyüyen hastalığım vücudumdaki her duygumu birbirine karıştırıyor beni köreltiyordu.
Korku duygusu onur kırıcı bir şey değildi, bir insanı korktuğu için hiçbir zaman yargılamazdım. Korku hisleri tetikler, insana harekete geçmesi gereken zamanı söylerdi. Tehlikeyi, yanlışı, olmaması gereken şeyleri çoğu zaman bu duygu bize öğretirdi ama ben bunlar tek tek öğrenmeye çalışmıştım.
Bir insan kendini koruması gerektiğini bilemez miydi? Evet, bilmiyordum. Tehlikenin nereden geldiğini anlamıyordum çünkü gözümde hiçbir şey bana göre tehlikeli değildi.
Oysa üstünüze doğru size saldırmak için gelen bir köpeği görünce kaçmaz mıydınız? Doğru olan bu.
Ben kaçmıyordum. O köpek benim gözümde tehlike arz etmediği için kendimi korumak için tedbir de almıyordum. Kendime gelecek zararın farkında değildim.
Tıpkı diğer insanlara gelecek zararın farkında olmadığım gibi.
Zor olmuştu, tehlikeyi öğrenmek benim için oldukça zor olmuştu.
Eğer bir köpek üzerime doğru koşsa hiçbir hamle yapmazdım.
Tıpkı herhangi bit çocuğun üzerine geldiğinde yapmayacağım gibi.
Bu hastalık benim, fark edemediğim tehlikem, hissedemediğim bencilliğim, durduramadığım öfkemdi.
Bu hastalık korkusuzluk en çok da bencillikti.
Annem ve babam her zaman şu yaşıma kadar öğrendiğimi ve toparlandığımı söylerdi hep. Hayır toparlamak şöyle dursun her şeyi daha da dağıttığımı şu an daha net anlıyordum.
“Elyesaaa!” Diye haykırışım hiçbir şeyi değiştirmedi. Sadece boğazım parçalanırcasına bağırıyor yerde kanlar içinde yığılan kıza bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.
Benim için canını ortaya koyan kıza karşı bile bakan gözlerimde can yoktu, bencillik bir urgandı ve her seferinde onu boynumdan çıkarmaya çalıştığımda ayağımın altındaki tabureyi iterek beni nefessiz bırakıyorlardı.
“Seni diri diri yüzeceğim kanı bozuk it soyu! Duydun mı beni!” Salvor beni umursamadan elindeki hançerle tekrardan yerde kıvranan Elyesa’nın yanına geldi.
“Taşının etkisini kaldır bende canını bağışlayayım.” Dediğinde Elyesa acıyla inledi ama direnmekten vaz geçmedi.
“Birazdan tepene binecekler, o an seni nasıl acı içinde kıvrandırarak geberteceklerini bilmek bana ölümü kolaylaştırıyor Salvor.” Susması gerekiyordu ama o bunu yapmıyor.
Kahretsin bilerek yapıyordu! Zaman kazanmaya çalışıyordu.
Kendi canının üstünden kumar oynuyor, vakit kazanıyordu.
“Bırak onu! Taşın etkisi geçecek zaten. Daha fazla zarar verme ona.” Salvor başını iki yanma sallayarak cıkladı.
“Benim zamanım yok şeytan kız, şu an istiyorum ve şu an olacak.”
“Sikerim seni de zamanını da it! Etkisi geçecek diyorum işte.” Diye atıldım öne doğru hırlarcasına.
“Bence arkadaşın elimin altındayken bu denli sözler etmen çok tehlikeli Sürgün sürtüğü.” Elyesa kanlar içinde olmasına rağmen ayağıyla Salvor’un bacağına güçlü bir tekme attığında yaralı olmasına rağmen başında bekleyen adamlar buna engel olamadı.
“Sürtük sensin erkek orospusu!” Acı içindeydi ama hiçbir Lafını esirgemiyordu. Dur be ateşli kızı dur, daha fazla zarar görme.
Salvor inleyerek bacağını geri çektiğinde küfürler ederek Elyesaya sert bir tekme savurdu. “Son kez söylüyorum Elyesa, ya taşın etkisini dindirirsin ya da-“
“Öldür piç kurusu kahpe! Öldür, hiçbir şey yapmayacağım.” Demesine kalmadan Salvor elindeki bıçağı tekrardan karnına geçirdiğinde yerimde öylece ona bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım.
“Bağır çağırsana! Bir şey söylese, öylece duracağına boğazını parçalayacak kadar bağırsana, niye bir cenazenin bakışlarından farksız bakışların. Niye!” İç sesim benim yerime göz yaşları içinde bakıyordu bu olanlara.
“Şansını kaybettin küçük ateşli sürtüğü, oysa yatakta çok iyiydim.” Kansız!
Acı içinde kıvranan Elyesa yumruğunu sıkarak dudaklarının arasında bir şeyler mırıldandı. Etrafımdaki ışınlar sanki daha da güçlendi.
Son kalan nefesini beni korumak için kullanıyordu!
“Yapma.” Dedim buz gibi sesimle “Yapma daha fazla canın yanacak, bırak alsın beni.” Gözlerinden bir damla yaş süzülürken kafasını iki tarafa sallayarak dudaklarını kıpırdatmaya devam etti.
İlletini siktiğimin bakışları beni buldu “Şimdi sıra sende sürgün kızı,” iğrenç bir şekilde baştan aşağı süzdü beni. “Söylentilerden çok daha güzelmişsin, başına gelecekler üzdü beni.”
“Kendi başına geleceğe üzül sen, şu an ki aldığın nefeslere şükret çünkü bir daha nefes alma gibi bir şansın olmayacak!” Güldü.
“Koruyucun da geberdi. Bunlar aslı olamayacak söylemler. Şimdi arkasına saklandığın taşın gücünden çık.” Burada durup kahkaha attı. “Korkusuz olduğunu da söylemişlerdi sanki, olmadığını öğrenmiş oldum.” Hırsla öne atıldığımda bileğimdeki kelepçe derimi daha da soyarak kanattı.
“Çıkamıyorum piç kurusu! Çıksam şu an yaşamıyor olurdun.” Adamlarından birisine işaret verdiğinde Elyesa’nın üstünden kelepçenin anahtarını çıkardı.
“Şimdi sana anahtarı vereceğim ve ses çıkarmadan yanıma gelip uysal uysal dediğimi yapacaksın yoksa arkadaşının kafasını kopartırım. Gerçi ölüp ölmediğini pek bilmiyorum ama.” Son kısımda komik bir şey demiş gibi güldüğünde daha da öfkeyle ileri atıldım.
“Ona daha fazla zarar verirsen asıl o zaman yapacaklarımdan kork Salvor.”
Elindeki anahtarı önüme doğru atacakken aniden titreyerek yoğunlaşan hava sanki her şeyi ağırlaştırdı. Salvor’un eli havada asılı kalırken tüm adamları onunla birlikte dona kaldı. Esen rüzgar, uçan kuşlar, fısıldaşan böcekler bir anda donduğunda etrafa yayılan tüm güç tek bir noktada toplandı ve havadan yere doğru oluşan sis hortumunun içinden bir adam belirdi.
Etrafımdaki ışınlar bile gücün etkisinden bir anda sertçe kırıldığında artık taşın etkisinden kurtulmuştum.
“Kırcalılar’ın veliahdı, Anasırın tek torunu Eva Efnan ile tanışma şerefine eriştim demek.” Esmer teni uzun boyu ve neredeyse ona ait olmadığını düşündüğüm kapkara olan elleriyle karşımdaki adama baka kaldım.
Şu ülkede anasının amından düşen herkes bana koşup sen kırcalılardansın demek için zaman kolluyordu sanırım!
“Kimsin?” Dedim yanına gitmek için öne doğru atıldım fakat bileğimdeki kelepçeler izin vermedi. Sikerdim böyle işi.
Öfkeyle kelepçenin esiri olan bileğime döndüm. İki saattir öfkeden aklıma gelmeyen şey yeni gelmişti. Baş parmağımı kırarak elimden çıkaracaktım. Elyesa’ya bakmam gerekiyordu, burada böyle köpek gibi bağlı kalamazdım.
“Hey hey, ne yapıyorsun sen?” Dedi adam şaşkınca. Abi uhreviliğini bozuyorum kusura bakma ama şu kelepçe denen sikik şeyden kurtulmam lazımdı. Şovunu sonra yaparsın.
“Kör müsün amına koyayım! Şu lanet şeyden kurtulmaya çalışıyorum.” Diye çıkıştığımda şaşkınca baktı bana.
“Osiris.” Dedi ben tam parmağımı kıracakken. Durdum.
“Mısırdan mı geldin?”
“O da nereden çıktı?”
“Ne bileyim öyle saçma sapan şeyler Mısırdan çıkar genelde, yok yer tanrısı yok gök tanrısı bilmem ne tanrısı. Sen neydin tarla tanrısı mıydın neydin sanki?” Böyle şeylere merakım olmadığı gibi inanmazdım da fakat Toprak çok araştırmacıydı bu konularda. Ondan duymuştum bunları da zaten.
“Sen gerçekten hastasın.” Dedi adam şok içinde. Ama bunu kötü anlamda değil gerçekten hastalığıma vurgu olarak söylemişti.
Onu umursamadan parmağımı kırma işime tekrardan döndüm.
“Şuna bak şuna sanki her gün, her öğün parmağını kırıyormuş gibi parmağımı kırma işime döndüm diyor! Geri zekalı iki dakika dur da şu adamı dinlesene.” İç sesimin isyanı içimde yayılarak yok oldu ama yine onu dinleyen olmadı. Yazık.
“Bunu gerçekten yapacak mısın?” Dedi.
“Neyi?”
“O kız için parmağını kırıp kelepçeden kurtulacak mısın?”
“O kız benim yüzümden ölecek!” Diye çıkıştım.
“Eğer beni dinlersen kimse zarar görmez.” Arkamı döndüğümde bir anda onu dibimde beklemediğimden öfkeyle gözlerine baktım. İrkilmedim, geri de çekilmedim. Huyum değildi.
“Ne istiyorsun?” Dedim öne doğru tıslayarak.
“Ben ölümü, yer altını ve yeniden doğuşu temsil ederim küçük kız. Bunun bilinciyle konuş benimle. Arkada yatan kızın on beş dakika içinde kasıklarına saplanan hançer çıkarılmazsa asıl o zaman ölecek.” Dişlerimi sıktım.
“Oyalama beni, her ne haltsan bilmiyorum ama o kız benim yüzümden ölmeyecek.”
“Evet ölmeyecek, senin seçimine bağlı.” Sikerlerdi!
“Ne istiyorsun!”
“Benimle bir anlaşmaya varmanı.” Dedi sakince. Bakışlarım yerde yatan kızın buldu.
“Sana ne istiyorsun dedim.” Elini öne doğru uzattı.
“Bana emrin altındaki askeri, Kasırgayı getireceksin Kırcalı’nın torunu, o zaman arkadaşın ölmez.” Öfkeyle öne atıldım.
“Ne saçmalıyorsun sen! Benim emrim altında asker falan yok, Kasırga kim bilmiyorum bile.” Osiris’in dudağının kenarı usulca kıvrıldı. Bakışları kanlar içinde yatan kızı buldu.
“Onun sayesinde eğitmeye kabul ettiğin askerlerin arasında, Kasırga.” Dediği an Kora ve Elyesa ile yaptığım anlaşmanın hatırası aniden gözümde belirdi.
Kora'nın bileğini kırdım diye ayaklanan taburu sakinleştirip yola getirmem için bana kitlemişlerdi. O taburdaki askerlerden biri olmalıydı Kasırga.
“Karahan hiçbir zaman yanında boş adam dolaştırmaz Kırcalı’nın torunu, emin ol Elyesa askerlerin hükmünü sana devretti ise aklının alamayacağı bir oyun dönüyordur ortada.” Dedi. Ne döndüğünü iyi biliyordu ama söylemeye yanaşmadı.
“Ölüyü diriyi yönetiyorum diyorsun, gidip sen alsana Kasırga denilen herifi. Benden niye istiyorsun?” Bakışlarım sık sık Elyesa’ya kayıyordu. Kız orada can çekişiyor bu dangalak bana ne anlatıyor!
“Askerler kimin emri altındaysa onu yöneten ve yön veren, o kişi olur Eva. Senin rızan olmadan o komutanı alamam. Bana onu verecek misin.” Siyah eli bir anda çenemi bulduğunda bakışlarımı Elyesadan koparmamı sağladı.
“Ne istiyorsan tamam dedim, çıkar şu hançeri!”
“Bana söz ver ve yemin et.”
Başımı çevirerek elinin temasından kendimi kurtardım. Bakışlarını gözümden çekmeden dikkatle baktı. Göz bebekleri öyle hızlı büyüyüp küçülüyordu ki anlam veremedim bu döngüye. ”Ne yemini?” başımın içinde küçük bir hortum döndü sanki, her şeyi içime çekmeye çalışırken Osiris’in gözleri gözlerime mıhlandıkça hortum büyüyor Başımı döndürüyordu.
“Bana söz ver, yemim et.”
“Söz veriyorum, kurtar artık onu.” Bakışlarına inen pus ile göz bebekleri gözlerimi esir aldı. Eli tekrardan çenemi bulduğunda diğer eli ise kelepçedeki elime dokundu. Hipnoz olmuş gibi ona baka kaldığımda tekrardan konuştu “Bana Kasırgayı getireceksin ve bu olanları birazdan unutacaksın, tek hatırlayacağın şey bir hafta sonra Kasırga denilen adamı Gökkara Hanlığına getireceğin.” Bir anda çenemde ki elini çekerek parmağını şıklattığın da beynimde hissettiğim tarifi imkansız sızı ile dişlerimi sıkarak başımı öne eğdim.
Eli hala elimde olan Osiris’in eli kayarak duvarda olan kelepçeye gittiğin de ona dokunmadan dudaklarını kıpırdatarak bir şey söyledi ve bir anda kelepçenin duvara bağlı olan tarafı kum haline gelerek yok oldu yok oldu.
Hızla koşarak Eyesa’nın yanına vardığımda onunla eş değer olarak yükselen öfkeli sese kulak veremedim.
“Osiris!”
Elim hızla hançere gittiğinde hızla çıkartıp kenara savurdum. Elyesa’nın yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda hızla nabzına baktım.
“Oo, efendimiz Karahan teşrif etmiş.” Dedi Osiris alaysı bir tonla. Onlara bakacak halde değildim. Parmaklarım arasındaki yaşam kıpırdamıyordu.
Elyesa’nın nabzı atmıyordu!
“Elyesa.” Elim nabzını aradı ama yoktu, şah damarına yasladığım da elim dahi titremiyordu. Duygularım beni insan gibi yönetemiyordu bile!
“Elyesa aç gözlerini Elyesa, özür dilerim özür dilerim benim yüzümden oldu, uyan lütfen uyan.” Yoktu! Nabzı yoktu.
Üstümdeki tişörtü hızla çıkartıp yarasına bastırdım. Yanıma koşarak gelen Mavi nefes nefese idi. Hızla Eleyesa’yı kucakladı “Nabzı yok, Nabzı yok Mavi.”
“Neler oluyor?” Diyen Salvor’la bakışlarım onları buldu.
Arsal öfkeyle Osiris’e bakarken Salvor ve adamları dondukları noktadan hareketlenip bize saldırıya geçtiklerinde durup öylece bakmaktan başka bir şey yapmıyordum.
“Eva Hanım geri durun!” Kolumu tutup beni çeken Batın ve Devrimi ittim.
“Ne yaptın ona!” Diye kükredi Arsal.
“Bilmem.” Dedi Osiris üstün bir sesle. “Ona sormak ister misin?” Bakışları bana döndü.
“Sana ne söylemiştim ben Kırcalı’nın torunu?” Dişlerimi sıktım.
“Hatırlamıyor musun yoksa?” İleriye doğru atıldığımda Devrimle Batın koluma asıldı.
Arsal’ın öfkeli bakışları beni buldu, iki elini yukarıya kaldırdı. Elini kaldırmasıyla birlikte sanki tüm alevler onun emri altındaymış gibi harlandı.
Az önce peşimizden olan tüm adamlar acılı haykırışlarla alev alev yanmaya başladıklarında Arsal’ın gözlerinden çıkan yangın hepsini küle çevirecek sandım.
Salvor haykırarak yere düştüğünde tüm adamları onunla birlikte yerde alevlerin içinde diri diri yanıyordu.
Cehennemden bir görüntü sandım bir an.
Karahan’ı ise cehennemi yöneten o ateş.
Yanıyorlar, haykırıyorlar ama küle dönmüyorlardı. Acıyı hissediyorlar, derileri eriyip toprağa karışıyordu ama ölmüyorlardı.
“Kuralları çiğnedin Karahan, hala da devam ediyorsun. Konsey ne der sence?” Diyen Osiris’e bakarken gözlerinde insanlık namına tek bir zerre yoktu.
“Senin yaptığın konsey önünde idam demek Osiris. Senin idamını onlara bırakmayacağım.” Kolumu tutan Devrim ve Batın bir anda ateşe değmiş gibi benden uzaklaştıklarında büyük bir alev yığını topraktan can bularak bana doğru yaklaşmaya başladı.
Hiçbir şey yapmıyor sadece bakıyordum. Gözlerim bomboştu, hissizlik tüm bedenimi ele geçirmiş duygularım kendisini kapatmıştı.
Arsal Karahan bana her yaklaştığında alevler bana daha da yaklaşıyordu.
Üstüme doğru gelen ateşe değil bana doğru gelen asıl kor alevine baktı kızıl gözlerim.
Ateş beni es geçerek etrafımı dolandığında Karahan tam karşımdaydı. Büyük bir ateş çemberinde alevler etrafımızda yükseliyor ama bizim gözlerimizde ki ateş bizi yakıyordu.
Üzerimde kalan tek şey yarım siyah bir sporcu atletiydi.
“Ne istedi senden!” Bir adım yaklaştı.
“Bilmiyorum.”
“Senden ne istedi, şeytanın kızı?” Bir adım daha yaklaştı.
“Bilmiyorum.” Dedim tek bir duygu barındırmayan sesimle.
“Bilmeyecekte Karahan.” Dedi Osiris alevlerin arkasından “Ta ki benin istediğimi yapana kadar o bile bilmeyecek.”
“SENDEN NE İSTEDİ!” Kükreyişiyle alevler daha da yükseldi. Dışarıdan tek bir ses gelmezken alevler çembere daha da harlandı.
“Elyesa öldü!” Diye bende bağırdım ona doğru yaklaşarak. Aramızda hiç mesafe kalmamıştı ama aramızda çok mesafe vardı. “ELYESA BENİM YÜZÜMDEN ÖLDÜ VE SENİN TEK DERDİN HATIRLAMADIĞIM SİKİK BİR İSTEK Mİ!” Kolumu tutup beni kendisine çektiğinde sert göğsüne yapıştım. “O ÖLDÜ!”
Kolumu öyle bir sıkıyordu ki bakışlarındaki öfke tüm sinir uçlarıma dokundu. “Öldü demek?” Dedi alaysı sesiyle. “Üzüldün mü yoksa?” Bakışlarım anlam kazanmak için çırpındı.
Hislerim şok içinde duydukları sesin alayına baktı.
Yoktu. Bu adamda Vicdanın V si merhametin zerresi yoktu.
“Sen-“ Dedim dişlerimin arasında soluyarak.
“Görüyor musun bu ateşi Şeytanın kızı?” Dedi yüzünü yüzüme yaklaştırarak “Bu ateş senin sonun olacak ve sen bunun farkına, yanıp kül olduktan sonra varacaksın.” Ondan bir şeyler sakladığımı sanıyordu. Osiris ile bir anlaşmaya vardığımı ve arkasından iş çevireceğimi düşünüyordu.
Öfkesi ateşe, ateşi gözlerime sıçrıyordu.
“Senin dumanı tütmeyen ateşin beni yakmaz Karahan.”
“Senin kıvılcımların bile beni cayır cayır yakıyorsa benim ateşim seni küle çevirmek zorunda, yoksa yanan tek kişi sen olamazsın.”
Gözlerim acıyla kısıldı “O öldü ve sen hala?” Yutkundum “Hala beni ve yaptıklarımı mı yargılama peşindesin?”
“Kardeşim dediğim kız eğer ölseydi şu an burada ki herkes acı çekiyor olurdu Şeytanın kızı.” Herkes acı çekiyordu oysa. Ama ona göre acı değildi. “Elyesa ölseydi gövdesinin üstünde taşıdıkları kellelerinin acısını her zerrelerinde hissederlerdi.” Elini kolumdan çekti. Üzerinde ki siyah gömleği çıkarttı, ben ona şaşkınca bakarken o gömleği üzerime geçirdi.
“Eğer o adam seni yeminlediyse sana öl dese ölürsün aptal kız.” Dedi tüm öfkesi bunun içinmiş gibi “Eğer sana kendine zarar ver derse düşünmeksizin dediğini yaparsın şeytanın kızı. Eğer sana zarar gelecek olursa tüm yeminini kana bularım.”
Bir adım gerileyerek elini kaldırdığında alevler emrine boyun eğdi.
Alevler gitti ama gözlerinden taşan ateş tenimi cayır cayır yakmaya devam etti...
●
●●●●●●●YARIM SAAT SONRA●●●●●●●●
●
Ölüm insanın gözündeki perde gibiydi. Aralandığı an gerçek dünyanın buhranı insana özünü hatırlatır.
Ölümün tek gerçek olduğunu insanlar ancak şu şekilde anlarlardı: Ya ölümün kıyısına geldiklerinde ya da ölümün eşiğinden geçtiklerinde
Acıdır ama değeri hissettirir.
Zordur ama yokluğu öğretir.
Ondan korkmak ise en akıl kârı iştir fakat korkmamak şuursuz duyguların insana bıraktığı anlamsızlıktı...
Kapıların ardındaki canı bekleyen herkeste ölüm korkusu vardı şu an.
Hayır ölümün değil, kaybetmenin korkusu vardı.
İçeride olan üç kişi canıyla savaşırken kapı dışındakilere beklemek düşerdi.
Mavi ve beraberindeki bir kaç hekim saatlerdir canla başla onları kurtarmaya çalışıyordu.
Elyesa, Akın, Nar ve beraberinde kütüphanede görev yapan iki kişi ve kütüphanede bulunan beş sivil halk daha yaralıydı.
Diğer yedi kişi sarayın şehirle birleşimin de yer alan büyük manastırda tedavisini görüyordu.
Onların yaraları derin değildi neyse ki. Hafif sıyrıklarla kurtulmuşlardı. Akın, yedi kişiyi yaralı, otuz sekiz kişiyi ise yarasız şekilde kütüphaneden sağ çıkarmayı başarmıştı. Ama kendisi ve Nar ağır yaralıydı.
Evet, Nar da o esnada kütüphanedeymiş ve içeride olanlardan birisi de oydu.
Bekleme alanında ki koltukta oturan, Elber, İlge ve tanımadığım bir kaç kişi daha vardı.
İlge hüngür hüngür ağlarken yanındaki kadın omuzuna dokundu. “Merak etme iyi olacak.” Dedi teselli veren bir sesle.
“Olsa ne olacak? Benim yüzümden bu kadar acıyı çekmişken onu nasıl iyileştireceğim?” Dedi kısık bir sesle hıçkırarak.
“Hekim asistanının o saatte orada ne işi vardı, İlge?” Elber’in sert sesiyle İlge yaşlı gözlerini ona çevirdi.
“Ne demek istiyorsun?”
“Açık değil mi?” Dedi Elber Mekanik sesiyle “O kızın orada ne işi vardı? Hem de Eva Hanım ve Elyesa Hanıma pusu atılmışken?” Elber onu alenen suçluyordu.
“Nar’ın oraya benim yerime gitmesini ben istedim!” Dedi ilge savunmaya geçerek “Lanet olasıca şefiniz yüz yıl önceden kalma boktan bir kitabı istemeseydi şu an o içeride canıyla boğuşuyor olmazdı.”
“Senin boktan şefinin istediği sikik kitabı o kız neden getiriyor?” Elberin söyledikleriyle İlge başını suçlulukla eğdi.
“Ben gitmesini istedim çünkü...” sesi kısıldıkça kısıldı, suçluluğun ağırlığı omuzlarının düşmesine neden oldu.
Onlar konuşurken adımlarım kapıyı buldu. Burada daha fazla ağlak insan çekemezdim. Benim derdim bana yeter.
Kapıyı ardımdan kapatmamla revir odasının kapısı açıldı. İçeriden çıkan Mavi ve Arsal’ı görünce solgun bakışlarım orada asılı kaldı.
“Onlar iyi mi?” Neden sesimde his yoktu?
Mavi bakışlarını bana dokundurmadı. Biliyordum. O da beni suçluyordu.
“Akın ve Nar’ın durumu iyi.” Dedi Arsal’a bakarak.
“Elyesa?” İşte bu sefer hislerime engel oldum. Titremek isteyen sesimi bastırdım.
Yutkundu Mavi. Bakışları hala Arsal da idi.
“Yüzüme neden bakmıyorsun Mavi?” Dişlerini sıktı.
“Elyesa’nın durumu iyi değil.” Diye Arsal konuştu. “Hançerin zehri onu daha da güçsüz düşürüyor.” İçim titredi ama gözlerim hala bana bakmayan Mavideydi.
“Bana niye bakmıyorsun Sıraç?” Dediğim an hırlayarak bana döndü. “O ismi ağzına bile almaya hakkın yok senin, karşımdaki adamın hatırına sesimi çıkarmayayım, dilimi içime çekeyim diyorum ama beni zorlama.”
Güldüm, belki de şu an en son yapman gereken şeyi yaparak sinirden güldüm. “Size sizden başka zarar veren yok Mavi Sıraç Semdar. Birisini suçlayacaksan o yine sizsiniz.”
“Hâlâ konuşacak yüzün var yani?”
“Sizin bana bakmaya yüzünüz varsa benim konuşmaya yüzüm hayli hayli var.” Dediğimde öfkeyle sarı saçlarına geçirdi parmaklarını.
“Dalaşmaya bir son verin.” Dedi Arsal’ın sert sesi. “Hançerde ki zehrin ne olduğunu öğrendin mi?”
“Kara kök.” Dedi Mavi sert sesiyle “Kara meşenin kökünden elenmiş.”
“Panzehri de Viran Eyaletinde öyleyse. Kara meşe bir tek oralarda yetişir.” Dedi Arsal emin sesiyle. Başını aşağı yukarı salladı Mavi.
“Bana Kara meşenin kökünden getirin. Ben ona panzehri hazırlarım.” Dediğinde alaysı bakışlarım üstünde gezindi.
“Titreyen ellerinle mi?” Dediğimde bakışları tekrardan bana döndü.
“Ne demek bu?”
“Şu demek.” Dedim öne doğru bir adım atarak. “Bana panzehir için başka ne gerektiğini söyleyeceksin ve onu ben yapacağım.” Kireç gibi olmuş yüzüyle bana baktı. Elyesa’yı yaralı bulduğundan beri bembeyaz kesilmişti teni. O andan beri elleri amansızca titriyor, gözlerin içi yaşlarla doluyordu.
O bir doktordu, hiçbir doktor kan görünce eli titremezdi, ta ki o kan sevdiğinin kanı olana kadar...
“Ne saçmalıyorsun sen?” Dedi hiddetle.
“Aynaya bak ve dediklerimi iki kere düşün Semdar. Eminim içeride bu soğukkanlılığının eseri yoktu. Başkalarının yaralarını görmek onlara dokunmak kolay Mavi. İş ta ki kendi sevdiklerine gelene kadar. İşinde iyi olduğunun farkındayım ama bu haldeyken yapacağın tek yanlış Elyesa’nın hayatına oynanan anlamsız bir kumar olur.” Dişlerini daha da sıktığında çenesi seğirdi.
“Yanlış yapmam ben, hele ki o bıçağımın altındaki Elyesa ise!”
“Eva haklı, Mavi.” Diyen Arsal’ın sesi Mavi’nin üstünde bomba etkisi yarattığında ela gözleri alevlendi.
“İkiniz de saçmalıyorsunuz!”
“Yapacağın yanlış onun hayatına mâl olabilir.” Dedi Arsal sakince.
“Hata yapacağımı size düşündüren ne!” Sinirden kesilmiş suratı kızarırken elleri daha da titredi ve ardından yumruk oldu elindeki dosyaya benzer kağıtlar avucu arasında daha da buruştu.
Yüzüne baktım bir kaç saniye ve geldiğim anda anladığım o gerçeği Mavi’nin yüzüne çarpmaktan çekinmedim. “Çünkü ona Aşıksın.” Dediğimde tüm ifadesi yüzünde dona kaldı.
Konuşmadı, kabul etmedi ama inkâr da etmedi. Sadece sustu. Devam ettim. “Çünkü ona aşıksın ve yarasını gördüğün ilk andan beri ellerin amansızca titrerken gözlerin acıyla kısılıyordu, sanki yarayı o değil de sen almışsın gibi, sanki canının yanması canını daha çok yakıyor gibi. Yapma Mavi, zaafın var ve zaaflar her zaman hata yaptırır. Hatanın bedeli zaafını zarar.” Yutkundu. İlk defa Maviyle konuşurken amacım laf sokmak değil bir şeylerin farkına varmasını sağlamaktı.
“Evet, zaafım.” Dedi en sonunda. “Ve yapacağım hiçbir şey onun aleyhine olmayacak.”
“Hazırlan sende benimle geliyorsun. Gidiyoruz.” Diyen Arsal’ı ilk defa sorgulamadan başımı salladım.
“Yalnız onu götürürsen sıkıntı çıkabilir,” Dedi Mavi “O bir insan ve Viran’a girdiğiniz an atmosferi onu zehirler.” Arsal bana düz şekilde bakarken neyden bahsettikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu.
“Aynı zamanda melez.”
“Onu riske mi atacaksın?” Diye sordu Mavi yorgun alaysı bir sesle, sanki bu mümkün değişmiş gibi.
“Onu asla riske atmayacağımı çok iyi biliyorsun.” Dedi Arsal tereddüt etmeden. Bu adam neden bu kadar netti?
Ayrıca niye ben yokmuşum gibi konuşuyorlardı? Ya da Viran neresiydi hiçbir fikrim yoktu ama Elyesa’nın devası oradaysa gitmekten çekinmezdim.
●●●
Dev köprünün bir ucunda üç kişi durmuş karşıya bakıyorduk. İlge’nin zırlaması durmuş yanıma sinmişti çünkü Arsal yanınızda zebella gibi dikiliyordu.
Şu herif kime ne yaptılar herkes böyle çekiniyordu anlamış değilim.
“ilk geldiğin gün eline kelle vermedi mi be. Daha ne yapsın?” dedi iç ses hayretle.
“Biraz daha koluma kene gibi yapışmaya devam edersen seni köprüden aşağı atarım İlge.” Dedim kesin sesimle.
“Efendimize sorar mısın beni neden getirdiğini?” Dedi fısıltı şeklinde. Her boka car car konuşan ilge Arsal’ın yanında süt dökmüş kedi gibi kalmıştı.
“Sen niye sormuyorsun?”
“Henüz canıma susamadım çünkü.” Dedi anında.
“Niye ben soruyorum?”
“Ona karşı çıkıp lafının üstüne laf söyleyebilen tek deli sensin de ondan.” La havle!
“Her boka atılmasını biliyordun sıkıyorsa sen sorsana.” Bakışları bir bende bir Arsal’da gidip geldiğinde derince yutkundu.
Cık diye bir ses çıkardı “Yemiyor.” Ofladım.
“Karahan burada kazık gibi ne bekliyoruz?”
“Keyfimin müsaade etmesini.” Diyen umursamaz sesine göz devirdim.
“Sıçacam o keyfinin tastına.” Diye homurdandım.
Aradan geçen beş dakikanın ardından Kostan aniden arkamızda belirdiğinde İlge bir anda korkuyla sıçradı.
“Nar oldun bu gün başıma he!” Diye söylendim. Sesini çıkarmadı, resmen Arsal’ın yanında konuşmaya yeltenemiyordu millet!
Kostan’a döndü bakışlarım. Elinde ki deri kınlarda olan sapları uzun iki metal vardı. Kınından çıkardığı bıçağı gördüğüm an gözlerim kamaştı. “Fairbairn.” Dedim etkilenmiş sesimle.
“Evet.” Dedi Kostan bıçaklara bakan etkilenmiş gözlerime gülerek.
“Gümüşten değil mi bunlar?” Dedi Arsal
“Evet efendim, tamamı gümüştendir.” Dedi sakince, bakışları bize döndü. “Olası bir saldırı durumunda kullanın bunları, sakın ola bir ölüme yol açmayın yoksa Viranlılarla oluşacak herhangi bir husumet kralımızın hoşuna gitmez.”
“Vi-viran mı?” Diyen İlge’nin şoke olmuş sesine boş gözlerle baktım. “Efendim özür diliyorum ama, Viran Eyaletine bi-biz nasıl gireceğiz?”
“Beni mi sorguluyorsun İlge?” Arsal’ın metalik sesi İlge’nin hık demesine yetti.
“Kimmiş ki bu Viranlılar?” Dedim, İlge cesur ve kendinden emin bir kızdı. Onu bile bu denli korkutuyorsa bu işte bir iş vardı.
“Upir dolu o vilayet haberin var mı? Hatta onlara ait o bölge.” Dedi İlge.
Boş bakışlarım anlam kaybetmedi. “Upir ne be, böcek adı gibi.”
“Eva.” Dedi İlge bir şeyleri anlamamı ister gibi ciddi bir sesle. “Orası Vampir toprakları, anlasa Vampir şehri.” Bakışlarım gümüş bıçakları bulunca artık hangisine şaşırmalıyım diye ayrı ayrı düşünüyordum.
Kostan elindeki siyah peçeyi bana uzattı. “Bu peçe Viranlıların atmosferinden seni koruyacaktır.”
“Atmosfer değişikliği için sence de çok kısa bir mesafe değil mi büyücü? Arada bir köprü var, şu an ölmediysem o köprüyü geçince de ölmem herhalde.” Kostan güldü.
“Sende olan kibir mi yoksa kendinden eminlik mi bilmiyorum Eva ama dikkat et. İkisinin de fazlası zarar.” Büyücünün laflarını dikkate almadım.
Aradaki ince çizginin nereden beri çizili olduğunu görüyordum. Onun bana hatırlatmasına gerek yoktu.
Güneşin batmasına son anlar kala gök yüzü aheste aheste salınıyor, renklerin birbirine karışarak muhteşem bir görüntü oluşturmasına müsaade ediyordu.
Peçeyi taktığımda bıçağı da belime yerleştirdim.
“Ona dikkat etmeniz gerekiyor efendim.” Dedi Kostan Arsal’a doğru beni işaret ederek.
“Kimsenin ona zarar vermesine izin vermeyeceğim.” Dedi Arsal kesin sesiyle.
“Aslında onun kimseye zarar vermemesi için dikkat etmenizi istemiştim ama-“ Dediğinde Arsal’ın dudakları yukarıya kıvrılırken İlge sessizce kıkırdadı.
“Bunun için söz veremem Kostan.” Ters ters baktım onlara. Şemside aynısını söylemişti.
Sanki millete ölüm saçan benmişim gibi davranıyordu herkes!
Hadi ama bir kaç kişiyi dövmek dışında masumdum.
“Bu dediğine kuşları bırak dinozorlar bile güler Evoş sen inanıyor musun?” İç sesim de laf sokmasaydı olmazdı.
Sitemli bakışlarımı bir kaç metre uzağımızdaki köprüyü buldu.
Sislerin arasından yükselen, zamana meydan okuyan eski bir köprü…
Köprü görmek istediğim pek de söylenemezdi son olaylardan sonra.
İki yakayı, iki dünyayı, bağlayan bu taş yapıya bakılırsa yüzyıla aşkındır ayakta olmalıydı. Üzerinde çağların izleri vardı resmen; taşları yıpranmış, kimi yerlerinde çatlaklar belirmiş, ama hâlâ ayaktaydı.
Bende bu şans varken yıllardır yıkılmayan köprü pattadanak yıkılsa şaşırmazdım.
Ayın, parlamak isteyen soluk hali, güneşin batıp gök yüzünü ona emanet etmesini ister gibi bekliyordu.
Bakışlarım köprünün karşısına kaydığında yanımda hissettiğim bedenle bakışlarımı karşıdan çekmedim.
Bir yakasında, vampirlerin karanlık şehri yükseliyor. Gri taş kuleleri, ince ve sivri uçlarıyla gökyüzünü deliyor gibi. Köprünün direkt karşısı devasa ağaçlara yer veren bir ormanı andırıyordu.
Şehrin üstüne çöken bir sis tabakası, ben tehlikeliyim diyen tenha sokaklardan farksızdı.
Etrafta uçuşup bizim hakkımızda fısıldaşan kanatlı şeyleri hep yaptığım gibi görmezden geldim yoksa cidden kafayı yiyecektim. Her kafadan bir ses çıkıyor, kökü toprağa karışmış dal parçası bile konuşuyordu. İnanılır gibi değil.
“Oraya gittiğimizde bana sorun çıkarmanı istemiyorum, şeytanın kızı.” Dedi soğuk rüzgarlar esen sesi.
“Emecenlerin olduğu bir vilayette sana ne gibi bir sorun çıkarabilirim?”
“Sende her yerde her şeyi yapacak potansiyel var.”
“Bunu övgü olarak kabul ediyorum.”
“Övgü olduğunu hiç sanmam.” Gözlerini karşıdan çekerek kızıllarıma mıhladı. “Orada benim sözümü dinleyeceksin, dediklerime karşı çıkmayacaksın, anlaşıldı mı?” Çocuk mu tembihliyordu acaba?
“Tabi efendisi, başka emrin var mı?” Dedim alayla.
“Olduğunda söylerim.” Dedi ciddi ciddi. Sabırdı.
Üçümüz birlikte köprüye doğru adımlamaya başladığında yürüdüğüm için oldukça huysuzdum. “Senin, hubara habara hop deyip bizi bir anda Kara meşe dediğiniz zıkkımın yanına ışınlaman gerek miyor mu?” Dedim inatçı bir tutumla “Ne biçim prenssin sen böyle.”
“Sıkıldığında insanlara sataşmayı bırakmalısın, sürtüştüğün muhafızlardan değilim.” Ters ters baktım. Bu kadar çabuk anlamasa ölürdü!
“Onlar senden daha eğlenceliydi.” En azından yürütebildiğim hançerleri ya da bıçakları oluyordu.
Köprünün yarıdan çoğunu geride bıraktığımızda İlge dut yemiş bülbül gibi suskun suskun yanımızda ilerliyordu.
Onun neden burada olduğu hakkında pek bir fikrim yoktu, sormak gibi bir derdim de.
Çünkü benim derdim değildi.
“Öylede yüce gönüllüdür.” Dedi iç ses alayla.
Adım adımı bulduğunda nihayet karşı tarafa geçmiştik. Bakışlarım benden bağımsız yukarıya kaydığında devasa ağaçların sonunu bulmaya çalıştım. Göz yüzüne kadar süzülen ağaçların dalları rüzgar estikçe hışırtılı sesler çıkartıyor, sis yavaş yavaş yukarıdan aşağıya çöküyordu.
Sus, Dedim kendi kendime. Daha doğrusu beynimin her köşesinden başını çıkartıp bir şeyler söyleyen seslere. Sussalar iyi olurdu çünkü gittikçe sinirimi bozmaya başlıyorlardı.
İlge koluma girerek kulağıma fısıldadı. “Efendimizin yanında salına salına göt baş yayan bir Allah’ın kulu sensin.” Dedi ters ters.
“Ne yapayım sizin gibi eğile eğile önüne mi serileyim adamın?”
“Bakışlarına bakılırsa altına serilsen daha çok memnun kalacak gibi-“ kafasına vurarak hemen onu susturdum.
Bide bana dilinin kemiği yok derler!
“Sen en son zırlamıyor muydun? Git ağlasana bir köşede.” Diye homurdandım.
“Ağladım, hâlâ da ağlayasım var ama Nar iyi olacağı için kendimi tutuyorum. Azcık sen de ağlasan ölmezsin.” Tuhaf çıkan sesinin sebebi bunca olaya rağmen ağlamamış olmamdandı.
Yine de sordum. “Ne demek bu?” Hem ağaçların arasında adımlıyor hem de dedikodu yapar gibi sessiz şekilde konuşuyorduk. Arsal’ın bizi duymadığını sanıyorsa yanılıyordu.
“Elyesa senin yüzünden üç beş yerinden hançerlenip hastanelik oldu, bari nezaketen bir iki damla yaş dökeydin be kız.”
“Üç beş mi?” Dedim sakin sesime karışan öfke ile.
“Kız o kadar hayatını kurtardı şu hallerini görse hançer yarasından ölmez de kahrından ölür.” Beni suçladığı söylemeden suçladığını söylemişti resmen.
“Ne varmış hallerim de?” Derken onu biraz daha kendime çekerek kenara kaydım. Bana laf yetiştirmekten önünü görmediği için yerdeki sarmaşıklara takılıp düşmesini istemedim.
“Umurumda değilmiş gibi davranıyorsun.” Dedi beni göstererek. “Sanki hiçbir şey olmamış gibi bakışların bomboş, ne hissettiğin belli değil ama üzüldüğünü de göstermiyor gözlerin. Onlardan nefret ettiğini fark etmeyecek kadar aptal değilim ama ölmelerini umursamayacak kadar gaddar olduğunu düşünmemiştim.” Dediğinde bakışlarım karanlığın çökmek üzere olduğu ormanda kül rengi gözleri buldu.
İki ihtimal vardı.
Ya ilge gerçekten gaddar ve onların ölmelerini umursamayacak kadar cani olduğumu düşünüyordu.
Ya da gerçekten ne düşündüğümü bana bakınca anlayamadığı için sözlerimden öğrenmek istiyordu.
“Üzülmediğini sana düşündüren nedir İlge?” Diyen Arsal’ın mekanik sesiyle koluma yapışmış olan ilge bir anda boşluğuna gelmiş gibi yerinden sıçradı.
Nar bir bu iki. Utanmayın vefat edince şu dakika.
“Şeyden efendim.” Dediğinde göz devirdim. Sende eğile eğile seril adamın önüne İlge!
“Gözleri fazla anlamsız bakıyor o yüzden.”
“Gözlerinin anlamsız baktığını nereden çıkardın.”
“Bakışları fazla boş ve donuk efendim. Dışarıdan bakan biri onun bu olayları asla umursamadığın kolayca anlayabilir.” Arsal’ın adımları durduğunda İlge de durdu. Kol kola olduğumuz için bende durmak zorunda kaldım.
Arsal’ın koyu mavi gözleri gözlerime tutulduğunda çökmek için can atan karanlık etrafımızı yavaş yavaş ele geçirmişti.
“Gözlerindekini göremeyecek kadar kör müsünüz?” Dedi bakışları bendeyken. Bir adım atarak karşımda durduğunda ilge hemen kolumdan çıkarak geriledi. Arsal’ın tek bir adımı bile karşıdaki insana geri adım attırıyordu ama ben yerimden kıpırdamadan gözlerine bakmayı sürdürdüm.
“Sen ne görüyorsun ki Kralın oğlu?” Sesimdeki donukluk, bakışlarımdaki hissizliğin çok ötesini görüyormuş gibi baktı gözlerime. Bu soruyu her sorduğumda aldığım cevap kalbimin rotasından çıkmasına neden oluyordu.
“Senin senden öteni, kimsenin görmediği, görmeye cesaret edemediğini.” Dediği anda işte tüm ifadesizlik zırhım derin bir darbe aldı. Kalbim yine bildiğini yaptı...
Herkes beni bakışlarım ve hissizliğimle yargılamıştı. Ağlamayışım, umursamaz ve ruhsuz tavırlarım herkese önü açık bir yargı hakkı sunmuş gibiydi.
Bakışlarımın ardındaki kandan denizde ne denli boğulduğumu öyle iyi gizlemiş olmalıyım ki İlge dahil herkes beni ölüm nedir bilmeyen, hasta nedir görmeyen bir gaddar olarak tanımlamıştı.
İşime de gelirdi. Beni ben bilsem yeterdi benim kitabımda, mevzu bahis böylece kapanırdı fakat karşımdaki adam tüm gerçeklerimi, tüm boğulmalarımı, tüm kayboluşlarımı görüyor gibi bakıyordu.
Hem de o kadar gizlemek rağmen...
Arkasını dönüp ilerlemeye devam ettiğinde İlge hızla tekrardan koluma girdi. Bakışlarını görmesem de haylaz bir şekilde üstümde dolaştığına yemim edebilirdim.
“Kızım siz yandırmışsınız.” Dedi hızla. Boş boş baktım. Göz devirdi bakışlarıma.
“Saçmalama da önüne bak. Düşersen tutmam işeyene kadar sana gülerim.” Diyerek hızla yürümeye başladım. Arkamdan pıtı pıtı koştu.
“Aman tanrım gözümle görmesem inanmazdım ama efendimizin de bir kalbi varmış.” Boş bakışlarım kendini korudu.
“Ee ne olmuş varsa.”
“Görünüşe göre bir tek sana çarpıyor.” Dediği anda olduğum yerde duraksadım. What?
“Sana buradan bir çarparım o zaman görürsün sen kalbi böbreği! Simoloya niye seni tava kazan kovaladığını daha iyi anlıyorum. Susmuyorsun ki amına koyayım.” Diye onu arkamda bırakarak hızla Arsal’ın arkasından ilerledim. Allah’tan bu seferki saçmalığını duymamıştı adam!
“Oha lan resmen sende ilk defa kaçıyorsun, aman tanrım didimmm.” Diyen şoke içindeki sesini duymazlıktan geldim.
Bakışlarım ağaçlar arasındaki yıkık dökük evleri, harabeye dönmüş moloz yığınlarını görünce istemsizce iğrendim.
“Şu ormana madem bina diktiniz bari harabesini toplayın, hadi toplamıyorsunuz yenisini yapın bari, ne biçim belediyeniz var.” Homurtumu bir tek ben duymuştum.
“Bir de ben.” Bir halttan eksik kalamazdı iç sesim.
Arsal İlgeye bir şeyler söylediğinde onları dinlemedim. Daha doğrusu kafam onların da söylediğini alsın istemedim. Yeteri kadar sesle doluydu içi. İlge Arsal ne dediyse ikiletmeden ağaçların kuzeye bakan yönlerinde tutan yosunları azar azar elindeki kaba doldurduğunda yanından geçtiğim yıkık dökük evin yıkılmamak için direnen duvarına yaslandım.
Zaten boğuluyorum bir de şu peçe beni daha da sıkıyordu!
Başımı yasladığım duvarın soğukluğu sırtıma yayıldı, ürpermedim. Tam aksi soğuğu hissetmek ister gibi kendimi duvara daha da yasladım. Başım çatlıyordu, öyle bir ağrı vardı ki sanki kafam ikiye yarılacak gibiydi. Etrafımdaki sesler sanki başımın ağrısına inat kulağımda duyuluyor her birinin sesi beni daha da yoruyordu.
Her şey konuşuyordu şu an. Susmuyordu! Dışarıdaki sesler kafamdaki sesler hiç biri sesini kesmeyi denemiyordu.
Kendimi tımarhaneye tıkılmış deli gibi hissediyordum.
Sustur Eva, her zaman yaptığın gibi sen sustur...
Taştan kuştan, böcekten çiçekten Topraktan rüzgardan hepsinden birer fısıltı emanetti zihnime ve ben hepsini aynı anda kaldıramıyordum. Sussunlardı artık.
Yaptıklarım hiçbir zaman bana vicdan azabı olarak dönmemişti ama kanı taze akıtılmış Elyesa’nın canı hançerin ucunda kalmışken bunu yapamıyordum!
İki elimle kulaklarımı kapattım.
Susun artık!
Dışarıdakiler sussa beynimdekiler susmuyordu.
Yüzümde hissettiğim ılık nefesle gözlerimi araladım. Arsal tam önümde duruyordu. Dibimde, yakınımda...
“İyi misin?” Yutkundum.
“Evet.” Dedim, ellerimi başımdan indirirken. Bakışları gözlerime takıldı.
“Neden yalan söylüyorsun, şeytanın kızı?”
“Yalan söylemediğimi biliyorsun.” Söylüyordum...
“Gözlerindeki suçluluk neyin nesi o zaman, Eva?” Bakışlarımı kaçırmak istedim. Her zaman dik dik suratına bakan ben bakışlarımı kaçırmak istedim çünkü birinin beni okumasına tahammülüm yoktu.
Oysa az önce İlge bakışlarımdaki boş ve hissiz insandan söz etmemiş miydi? Bu adam niye diğer insanların gördüğünü görmüyordu bende!
“Suçluluk duymuyorum.” Bir adım daha yaklaştı, iki elini duvara yaslayarak beni kafesi altına aldı, oysa gözlerimi ve sakladıklarımı görmesin diye ondan kaçmak isterken o neden böyle yakınıma gelmişti ki?
“Duyuyorsun, içinde ki his seni yiyip bitiriyor ama sen onu bize açmayı reddediyorsun. Kaçmazsın sen lâl gülü, öleceğini bilsen bile kaçmazsın ama kan damlalarını neden bana dokundurmaktan kaçıyorsun?” Gözlerim iki tarafıma yasladığı ellerine kaydı. Kokusu içime işledikçe kasılan kalbimin ihaneti beni yeterince bozguna uğratıyordu.
“Çok mu umurunda?” Dedim sesimi olabildiğince duygulardan arındırarak.
“Olmadığını mı sanıyorsun?” Dedi tereddüt bile etmeden. “Elyesa’ya olanların suçlusu gibi davranmayı bırakmalısın ve şu üstüne attığın ölü toprağını kenara iteceksin,”
“Benim.” Dedim onun gibi tereddüt dahi etmeden. “Çünkü o beni korumak için ölümle savaşıyor şu an. Mavi beni suçluyor, askerlerin beni suçluyor, ilge beni suçluyor, Akın uyansa o da beni suçlayacak sen de beni suçluyorsun ve şu an bu konuşmanın neden olduğunu ben anlayamıyorum.”
“Seni suçluyor olsam bunu sana söylemekten geri duracak bir insan değilim şeytanın kızı.” Dedi acımasızca “Akın konusuna gelirsek de uyandığı an sende ki suçluluğun belki milyon katı kendisini ezecek, çünkü tüm plan tertibatı onun üstünden dönüyordu ve o hata yaptı.” Bakışlarıma bulaşan şaşkınlığa engel olamadım. Bu saldırı planlı mıydı?
“Evet.” Dedi iç sesimi duymuş gibi “Planlıydı, en azından senin için geleceklerini biliyorduk.” Dişlerimi sıktım.
“Ve bana söyleme gereği duymadınız! Beni öldürmek üzere ya da üstümden deney yapmak için, bilmem kaç ülke peşimde ve ben bunu kurşunların kulağımızdan geçtiği zaman diliminde öğreniyorum.”
“Seni bu işten zarar görmeden çıkarmamın tek yolu buydu, eğer oyun istediğim şeritte gitseydi şu an kimse zarar görmüş olmazdı, Akın’ın ufacık bir hatası ne kadar kana mâl oldu farkında mısın.” Hayretle baktım.
“Onu mu suçluyorsun?” Dedim hayretle “Kendi adamını, kendi arkadaşını?”
“Burada konu kendi adamım ya da arkadaşım değil Eva, onun hatası sonucu canı yananlar.”
“Onu cezalandıracaksın.” Dedim dehşete düşmüş bir sesle “Bunun için de patlamada kaç kişinin canını kurtarıp kendi canını hiçe sayan Akın’ın uyanmasını mı bekliyorsun? Ne yapacaksın onun da mı kellesini önüme yuvarlayacaksın? Senin ölümden öte yolun yok mu be adam?”
Bakışları gözlerime takılıdı, derince yutkundu “Ben sadece ölümden ibadetim Lâl gülü, “ gözleri gözlerime saplı kaldı, kan kırmızısı irislerime bakarken derin bir nefes aldı. “Benim kandan öte gidecek hiçbir yolum yok.” Dedi “Şimdi bana neyin olduğunu söyle. İyi görünmüyorsun.” Eli peçenin üstünden yanağımı bulduğunda olduğum yerde dona kaldım.
“Yanakların alev alev yanıyor. Peçeyi de çıkarmadın, zehirlenmiş olman mümkün değil,” yakınlığından kızardığımı anlamayışına şükür mü etsem dibime girip beni pancara çevirişine küfür mü etsem bilemedim. Ayrıca peçenin üstünden bile nasıl anlıyordu bu adam kızardığımı!
“Önemsiyor gibi davranmana gerek yok.”
“Ne demek oluyor bu?”
“Gayet açık değil mi?” Dedim çenemi dikerek.
“Sen aptal bir kadın değilsin ama bazı zamanlarda gerçekten bir aptal olduğuna ikna oluyorum.” Dedi bir şeyleri anlamıyor olmalıyım ki sesi buna kızgın geliyordu.
“Ne o kralın oğlu, yoksa beni önemsediğini mi itiraf edeceksin?” Dedim hemen alayın ardına sığınarak.
Dudağınım kenarı hafifçe kıvrıldı. “Ağzımdan böyle bir şey çıkmadı.”
“Bana bir şeyleri anlamıyormuşum gibi davranıyorsun ama sen kaçak oynuyorsun,” Dedim yüzümü ona doğru yaklaştırarak. “Ne o Karahan, küçük bir kadın karşısında aklından geçenleri söyleyemeyecek kadar cesaretsiz misin?” Dediğim an elinin birini duvardan çekerek o kadar hızlı çenemi kavradı ki şaşkın gözlerle baktım ona. Benim aksime araya tek nefeslik bir boşluk kalana kadar bana yaklaştığında ılık nefesi peçenin altından bile dudaklarıma çarptı.
“Şu adamı kışkırtmak bir gün başına büyük bir bela açacak ama hadi hayırlısı. O gün memnuniyetle sizi izliyor olacağım.”
“Bazen beni öyle bir kışkırtıyorsun ki aklımdan geçenleri yaptığımda kaçacak delik bulamayacağını akıl edemiyorsun!” Kalbim teklediğinde hiçbir şeyden geri kalmayan karakterim ağır bastı. Şu dilime hiçbir zaman hakim olamıyordum.
“Aklından ne geçtiğini göstermek ister misin?” Dedim arada ki tek nefeslik mesafenin farkında olarak.
“Zevkle.” Dediği an beni sadece laf sokup bırakacak sanıyordum ama o öyle beklemediğim bir şey yaparak beni bozguna uğrattı ki, dudaklarını dudaklarıma bastırdığında olduğum yerde dona kaldım.
“Sana dedim şu adamı o kadar körükleme diye.” İç ses, lanet olsun sana haklısın!
Kalbim kulaklarımda atarken peçenin üstünden dudaklarıma batırdığı dudaklarının her kıvrımını hissediyor ama tadını almıyordum. Beni çıldırtmak ister gibi dudaklarını peçenim üstünden dudağıma sürttüğünde damarlarımdan akan kan akışı tersine döndü adeta, kalbim son sürat göğüs kafesimin delerken donmuş gibi hiç kıpırdayamadım.
“Küçük küçük nefesler alan o dudaklarına neler yapabileceğim hakkında en ufak bir fikrin yok.” Peçenin üstünden dudaklarıma dokunan dudakları kıpırdanıp konuştuğunda karnımda dolaşan garip his kalbime kadar yükseldi.
“Nefsimi senin üstünde tutsaydım emin ol şu an yüzündeki şu sikik peçeyi çıkartır ve seni adını unutturana kadar o duvarda-“ göğsüm körük gibi inip kalkarken kalbim patlayacak kadar hızlı çarpıyordu. “Öperdim.” Dediği an ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtığımda derince yutkundum. Peçenin üstünden dudaklarıma bastırdığı dudaklarını yavaşça geri çektiğinde gözlerimdeki tüm o ölüm perdesi, ruhsuzluk duvarları ve arkasına sığındığım zırhım yerle bir olmuştu.
Öz önce beni öpmüştü ama öpmemişti de.
Şok olmuş bakışlarım onu tatmin etmiş gibi gözleri ışıldadı. Geri çekilmeden hemen önce dudaklarını kulaklarıma yaslayarak “Beni bir kere daha kışkırtırsan işin sonu ya senin ya da benim odamda son bulur.” Açıkça bir tehditti bu. “Ya da odaya bile gerek kalmaz.” Üç adım gerilediğinde olduğum yere çivi gibi çakılı kaldım. Tek yaptığım şok olmuş gözlerle gözlerine bakarken körük gibi yanan göğsümü söndürmeye çalışmaktı.
Kahretsin yine sağdan soldan ateşler basıyordu beni!
“Bence o söndürmeye çok meraklı.” İç ses senin de belanı sikerim! Sus şurada yanıyoruz.
Sapık herif resmen beni öpmüştü!
“Sapık mı?” Dedi iç sesim iftiraya uğramış gibi.
“Kız sen her seferinde adamın bam delinin üstünde tepinmiyormuş gibi nasıl olayın maduruyuma çıkartıyorsun adını! Herifi tahrik eden sensin ya.”
“Efendim istediğiniz kuzey yosunlarını topladım.” Diyerek yanımıza gelen İlge bir an duraksadı.
O yosunlar sana girsin İlge!
Garip bakışları benim ve Arsal’ın üzerinde dolaştığında adi piç hiçbir şey olmamış gibi rahattı, ben ise nefesimi dahi düzene sokamamıştım.
“Eva, sen iyi misin?” Yaslandığım duvardan ayrıldığımda alev alev yanıyordum resmen!
“Geçmişine sövmemi istemiyorsan beş dakika boyunca bana yaklaşmazsın.” Diye hırladığımda ben ne yaptım dercesine baktı.
“Normalde de geçmişime sövmüyormuşsun gibi.” Diye homurtusunu duyacak halde değildim. Karanlık çökmüş gecenin serinliği vardı fakat elimi yelpaze yapıp yüzüne sallarken buldum kendimi. Bir anlık istemsizce yaptığım hareketleri Arsal’ın dudakları kibirle kıvrıldı.
“Hayırdır kızım, yangının mı var?” Dedi İlge olaydan haberi olmadığı için patdadan sorduğu soruyla düşüp bayılabilirdim.
“Ne yanması, yandığım falan yok!” Diye aniden bağırdım, bağırdığımı fark edince dişlerimi dudağıma geçirdim utançla.
“İyi değilsin sen.” Dedi İlge endişe içinde. Yanıma gelerek gözlerime dikkatle baktı. “Atmosferi mi soludun yoksa beyinsiz? Durduk yere bir de sen zehirlenmenle mi uğraşacağız.”
“Atmosferi sana azotuyla birlikte sokmamı istemiyorsan sesini kesersin.” Daha fazla rezillik istemiyordum.
Arsal elimi kaldırarak dudakları arasında bir şeyler fısıldadı, yavaşça eğilerek toprağa dokunduğunda İlge ile etrafımızı çevreleyen bir tabaka oluştu. Hararetli tartışmamızı bırakarak aynı anda Arsal’a döndük.
“Işık görmüş tavşan gibi bakmayı kesin, o ecdadını siktiğimin puştu buraya gelmesi için teşvik olması lazım. Ben gelen kadar sakın işaretlediğim bölgeden çıkmayın, burası güvenli değil. Onu bulup geleceğim.” Bakışları benden kayıp İlgeyi buldu.
“Hiçbir sese aldanmayın, onlar hokkabaz İblisler. Sizi oyuna getirmelerini izin vermeyin. Birazdan geleceğim.” Der demez bir anda kıvılcımların oluşturduğu toz dumanlarının arasından kaybolup giden adama baktım.
Bensiz gidemeyeceğinin farkındaydı, buna asla izin vermezdim ama İlgeyi neden peşimizden getirdiğini hâlâ çözmüş değildim.
“Hani ilgilenmiyordun?” İç sese ters gözlerle baktım.
İlgilenmemek mümkün mü kafamın her köşesinde ayrı bir ses baloncuğu oluştuğu için hangisine cevap bulacağımı bilmiyordum.
“Hala burada olmama neden olan vasfımı anlamış değilim ama umarım efendim seni korumak için beni bu kan emicilere bırakmaz.” Tedirgin sesine bakılırsa Arsal’ın bunu yapıp yapmayacağı konusunda kararsızdı. Kimse onu ve ne yapacağını kestiremiyordu.
“Olabilir.” Dedim onun korkusunu umursamayarak, bide onu teselli etmekle uğraşamazdım zira zır deli olan prenslerinin ne halt yiyeceğini ben de bilmiyordum, ama ilge’nin birazcık aklı çalışsa şu an Arsal’ın onu en az benin kadar koruduğunu anlardı.
Ah korkular...
“Ne demek olabilir!” Diye çemkirdi. “Olur mu öyle şey demen gerekmiyor mu? Yapmaz efendimiz öyle şey diyip içimi rahatlatsana.” Yüzümde bezgin bir ifade olduğuna eminim.
“Ben ne bileyim senin Efendinin ne yapacağına, bana mı kaldı seni rahatlatmak.” Haince sırttım. “Eminim saraydaki muhafızlar seni seve seve rahatlatır.” Az önceki söylediklerinin intikamını elbet alacaktım.
“Ne kadar çirkin bir zihniyete sahipsin.”
“Senin zihniyetin de gül goncaları açıyor sanki, ben ne bileyim Arsal’ın beyninden geçen planı. Yedikleri bokları sonradan öğrenmek gibi körü huylarım var.” Derin bir nefes koy verdiğimde peçeyi çekip atmama az kalmıştı. Zaten az önceki olanlar gözümün önünden gitmezken kalbim aptalca bir ritim bozukluğu içindeydi.
“Sen iyi bilirsin efendimizin ne yaptığını, kıyıda köşede oynaşmayı biliyorsun nasıl olsa.” Kahpeye bak! Bide anlamamış gibi yapıp yerin dibine soktu beni orada.
Yüzümdeki siyah peçeyle İlge’ye ters ters baktım.
“Şöyle bakmayı kesmelisin dolunayın ışığı gözüne yansıyor ve bir iblise benziyorsun.” Aynı şekilde bakmaya devam etti.
“Belki de bir iblisimdir ve asıl amacım seni dolunayın ışığına doğru yatırıp-“ hızla böldü beni. “Bu çok romantik olurdu.” Bu kızın laubaliliği benimki ile yarışırdı.
“Aslında bakarsan ışığa doğru yatırıp her parçanı ayrı ayrı ağacın dibine gömecek şekilde parçalamak daha mantıklı geliyor.” Güldü.
“Kızıl bomba seninle iyi arkadaş olacağımızı biliyordum.” Gülme sırası bendeydi.
“Sen benim arkadaşım değilsin aşçı yamağı.” Yalandan bozulmuş gibi yaptı.
“Aşk olsun Sultanım, oysa daha iyi anlaşacağımızı umuyordum.” Tip tip baktım.
Güvenli alanın içinde birbirimize yaklaşık on dakika boyunca sataştığımızda tüm gün başımı beynimi delecek gibi bana sızısını yaşatan zihnimin derinliklerine çok kısık bir çıtırtı sesi duyuldu. Durdum. Yine oluyordu, olur olmadık anlarda algılarım öyle bir açılıyordu ki kulağıma gelen sesleri normal bir insanın işitebileceğini sanmıyordum.
“Eva, ne oldu?” Diyen İlgeyi işaret parmağımı peçenin üstünden dudağıma bastırarak susturdum.
Rüzgar esti, saçlarıma dokundu ve en sonunda kulağıma fısıldadı.
Buradalar...
Bakışlarım karanlık ormana döndü, kulağımın dibimde duyulan ayak sesleri normal bir insana ait olamayacak kadar hızlıydı, hızlı ve sessiz. Tıpkı avına yaklaşan bir avcı gibi...
İlge tekrardan konuşacakken hızla ona yaklaşarak elimle ağzını kapattım. Tüm odağım rüzgarın sesine, ormanının fısıltısına ve toprak anayı ayakları altına alıp etrafımızda dolaşan avcılara verdim.
“Yardım edin.” Diye bir ses duyuldu, bunu sadece ben değil ilge de duymuştu. Ormanın kasveti arasına karışan boğuk ve acı dolu çocuk sesi bir kere daha duyuldu. “Ne olur bana yardım edin.”
İlge hızla elimi ağzından çekti. “Eva, bu bir çocuk sesi.” Değildi.
“Sessiz ol.” Dedim sakince.
Ağlama sesi şiddetlendi, acı çeken bir çocuğun acı feryatları İlge ve bana en derinden duyulurken İlge’nin göz bebekleri duyduğu her seste küçüldü. Artan göz seğirmeleri ve dolan gözleriyle bana baktı.
“Bizden yardım istiyor Eva, ona yardım edelim.” Kaşlarımı çattım.
“Hayır, kimseye yardım etmeyeceğiz. Kıpırdama sakın İlge.”
“Eva ama o bir çocuk.” Dedi titreyen sesiyle. Lanet olsun değildi!
“İlge burada çocuk falan yok. Duyduğun sesler aldatmaca.” Diye kolundan tutup onu sarstım ama ağaçların derinliklerinden gelen, küçük bir çocuğa aitmiş gibi çıkan acı inleme sesleri onu daha da etkiledi.
Siktir, resmen sesin bile büyüsü vardı ve İlge şu an kendinde değildi. Yoksa böyle bir şeyin tuzak olduğunu anlamayacak kadar aptal bir kız değildi.
Elleri titrerken “Eva, o çocuk yardım istiyor.” Dedi, bakışları da en az elleri kadar çok titriyordu, sol gözünde bir damla yaş süzüldü.
“Yardım edin abla ne olur. Çok kan var ne olur.” Diyen ses acılı sesle İlge’nin gözleri dışarıya kaydı.
Sesin yoğunluğu onu çok fena etkiliyor!
“Sakin ol İlge, hiçbir şey olduğu yok.” Dedim sesimi olduğunca yumuşatmaya çalışarak “O İblisler seni oyuna getirmeye çalışıyorlar, sakin ol.”
“Ama, ama o çocuk bizden yardım istiyor.” Ses yayılarak dört bir yanımızdan geliyordu ama o arka tarafta bir yeri işaret ederek “Bak oradan geliyor sesi, ne olur gidip bakalım.”
“Hiçbir yere gitmeyeceksin, kurtul beynini işgal eden sesten. Seni kandırıyor İlge anlamıyor musun! Burada bizden ve etrafımızı çevreleyen iblislerden başka kimse yok.” Kolunu tutan elimi iterek gösterdiği tarafa doğru atıldı.
“Ne olur yardım edin, çok kan var ne olur. Çok korkuyorum.” Ses bir kere daha yükseldiğinde İlge’nin güvenliğin dışına çıkmaya çalışan bedenini geri çektim.
“İlge! Yapma, tuzak bu. Sana zarar verecekler.”
“Yaralıyım diyor, ya kanıyor diyor duymuyor musun!” Diye bağırdığında ses onu tamamen ele geçirmişti, bakışları tamamen değişmiş tanıdığım İlge yerine şuursuz bir insanın dönmüş bakışları yerleşmişti.
“Çıkmayacaksın!”
“Senden emir almıyorum şeytan soyu!” Diye bağırıp beni itmeye meylettiğinde bana doğru uzanan elini havada yakalayarak ters çevirdim, acı bir burkuk olacaktı ama canından olmasından iyiydi. Ters çevirdiğim bileğini beline yaslayarak kolunu diğer kolumun kilidi altına aldım.
“Bırak beni!” Diye haykırdı adeta delirmiş gibi.
“Kendini öldürtmene izin vermeyeceğim! Bir kişi bile bir kere daha benim yüzümden zarar görmeyecek.” Diye bende ondan daha çok bağırdım. Kendisine gelmeliydi. Etrafa yayılan ses dalgasının yoğunluğunu hissedebiliyordum, yoğunluk arttıkça İlge ellerim altın da daha da çırpınıyordu girmek için.
“Soysuz acımasız kaltak! Orada bir çocuk ölecek ve umurunda değil mi?” Diye bağırdı, aman Allah’ım kesinlikle kendinde değildi “Zaten Elyesa’nın ölmek üzere oluşuna üzülme gereksinimi bile göstermedin. Seni böyle görseydi senin uğruna ölecek olmaktan utanırdı.” Ağır konuşuyordu ama beni kırabilecek bir konumda değildi.
Benim istediğim konumdan bir adım yükselemeyen insanların sözleri beni kıramazdı.
Fakat İlge normalde bunu söyleyecek birisi değildi. Etrafımızı saran ses dalgalarındaki her ne sikim büyü varsa onu delirtmek üzereydi. Ona sahip çıkmalıydım.
Canını yakmadan ona engel olmaya çalışıyordum, istesem onu kolayca alt ederdim ancak bunu yapmadım, canını yakmamak için belirli bir ölçüde onu kontrol etmek zorundaydım.
Ellerim arasında çırpınırken bir anda dört yapraklı yoncanın deseni olan bileğimin neresine dokundu bilmiyorum ama bir anda kızgın demir basmışçasına giren acı ile boş bulunup İlge’yi bırakmak gibi bir hata yaptım.
İlge kollarımın arasından çıkar çıkmaz koşarak güvenli alandan çıktığında çektiğim şiddetli acı bile beni durdurmaya yetmedi.
“İlgee! “ Diye bağırmıştım ki az önce yaralı bir çocuğun olduğunu iddia ettiği taraftan hızla yaklaşan şeyin ne olduğunu bile göremedim, öyle hızlı bir şekilde İlge’nin bileğini kavrayıp karanlığa sürüklemişti ki hareketlerinin hızı beni bozguna uğrattı.
İzin vermeyecektim! Bir kişinin bile canı bir kere daha benim yüzümden yapmayacaktı.
O hızlıysa ben ondan daha hızlı olurdum.
Elimi belime attığım gibi bıçağı kavradım fakat o canavar öyle hızlı hareket ediyordu ki lanet olsun ki reflekslerim ona yetmiyordu!
"Onun hızı senin aklına eş olamaz Şeytanın kızı..."
"Hiçbir hızın alt edemeyeceği zekan seni her zaman yaşatacak."
Rüzgarın esintisi kulağıma fısıldarken hızla koştum, aniden arkamdan belimi kavrayan kollarla hiç düşünmeden elimdeki gümüş bıçağı eline sapladığımda, sanki bıçak saplamamışım da derisini alev alev yakmışım gibi bağıran adam hızla arkamdan kayboldu.
“On adım İlerideki ağacın gölgesinde, seni hafife alıyor ve tanımıyor... Onlara hafife almalarının bedelini ödet.”
Daha hızlıca koşmaya başladığında etrafımda dönen adamın hareketlerine yetişmem imkansızdı ama öfkeöin boyutu onları da beni de aşardı. Karanlığa aşina olmuş gözlerim gördükleriyle dehşete düştü, İlge’nin boğazına yapışmış onu canlı canlı emen adamı görünce kan beynimin her hücresine sıçradı.
O an öyle hızlı bir şekilde yanlarına vardım ki aldığım hızlı solukların boğazımı kavurması dahi umurumda değildi. Arkamdan geldiğini hissettiğim kan emiciyi eğilip kendi etrafımda dönerek elimdeki bıçağı iki dizine de geçirip çıkartarak onu acı içinde dizlerinin üzerine çökmesini sağladım. İlge’nin tek damla kanı kalmayana dek onu emen canavarın omuzuna geçirdiğim gümüş bıçakla az önceki adamdan farksız bir şekilde haykırarak yere serildi. Yerde öylece gözleri kapalı şekilde yatan İlge’yi hızla omuzuma attığımda kaybedecek tek bir saniyem yoktu. Daha önce sırtımda öyle çok ağırlık taşımıştım ki İlge’nin ağırlığı hiçbir şeydi lakin hızlı hareket etmeye çalışmaktan kalbimin sert atışları ve soluklarım birbirine karışıyordu.
O şeyin az önce kolunu bıçakla delmeme rağmen eti iyileşmişti ve bu kadar çabuk düzelmesi imkansızdı. Amansızca çarpan kalbim korkudan değil omuzunda taşıdığım kızla birlikte koşmamdandı, Arsal’ın çizdiği güvenli alana geldiğimde uğultular kulaklarımı tırmaladı "hemen arkanda, arkanda arkanda" rüzgar bir kere daha bana doğruları fısıldadığında tek derdim İlge’yi o koruma alanına sokmaktı fakat arkamdaki yaratık fazla hızlıydı.
Tam güvenli alana girecekken kolumdan tuttuğunda dizlerimin üzerine düşerek tüm gücümü tek bir koluma topladım ve İlge’yi güvenli alana doğru ittiğimde arkamdaki iblis öfkeyle hırladı.
Yerde olduğum için hemen yuvarlanarak ayağa kalkıp güvenli bölgeye kaçacaktım ki tekrardan beni yakalayan iblisin bacak arasına tekme geçirerek ondan kurtulmaya çalıştım. Tanrım çok hızlıydı!
Acı içinde haykıran adam beni de beraberinde sürüklediğinde aynı anda düştük ve bayır olan alanda altlı üstlü yuvarlanmaya başladık. Durmamızı sağlayan şey altımızdaki keskin taşlar ve bitki yığınları olduğunda ben onun altında kalmıştım. Bıçağı ona doğru savururken bileğimi kavramaya çalıştı fakat ondan daha hızlı hareket ederek bıçağı tam avcunun ortasına sapladığımda bir kere daha derisine kızgın demirler girmiş gibi bağırıp kafasını yukarıya kaldırdığında ayın etrafa saçtığı ışıkla birlikte iblisin tüm sureti gözlerimin önüne serildi, dona kaldım.
Olduğum yerde kaskatı kesildim .
Keskin dişleri ve gözlerinin etrafında oluşan kandan damarlara bakarken bile gördüğüm sureti tanımıştım.
Hızla bıçağı geri çektiğimde keskin dişleriyle hırlayarak bana döndüğünde dudaklarımdan sadece tek isim döküldü.
“Yelzar?”
Bu oydu!
Dayımın yakın arkadaşı, bizim evimize gelen, bizimle takılan ve Toprak’ın def etmesine rağmen yakasından düşmeyen baş belası arkadaşı Yelzar Alakardı.
❤️BÖLÜM SONU❤️
Bölümü nasıl buldunuz canlarım?
Yelzar hakkımda ne düşünüyorsunuz?
Bölüm hakkındaki fikirlerinizi mutlaka benimle paylaşın.
❤️Sizleri çokça seviyorum.❤️
Ramazan bayramınız mübarek olsun.💖
💖Hepiniz kendimize iyi bakın.💖
Diğer bölüme kadar görüşmek üzere.
(LÜTFEN OYLAMAYI UNITMAYIN BEBEKLERİM.)
NOT: Bunu söylemekten gerçekten hiç hoşlanmıyorum ama yapılmasından da hoşlanmıyorum. Lütfen kitabımı ve karakterlerimi başka kitap ve karakterlere benzetmesini yapmayınız.
Siz her bana şu şuna benziyor diye yazdığınızda ben hepsini emeğime hakaret olarak alıyorum.
Lütfen emeğime böyle bir saygısızlık yapmayın. Hepinizi çok seviyorum.
❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.78k Okunma |
545 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |