
Aşklarım elimden gelen en hızlı şekli bu saati buldu ancak. Bölüm ismi bile yok o derece bir acele. Ben şimdilik bunu atayım arkasından diğeri de gelecek.
Bölüm adlarını da ancak yarına koyarım çünkü sizi daha fazla bekletemem.
Yazım yanlışları için kusura bakmayın.
Seviliyorsunuz.
Yorum artı oylamayı unutmayın.
Keyifli okumalar.
🦋
"Gözlerimi kapatınca nasıl göreceğim Yosun?" Dedi Eva ters ters gözlerine siyah kravat bağlayan Toprak'a.
"Görme diye kapatıyoruz ya, kızıl."
"Görmezsem nasıl dövüşeceğim?"
"Görmeden dövüşmen lazım zaten."
Eva ters ters bakmak istedi fakat gözleri çoktan Toprak tarafından bağlanmıştı.
"Daradevil çekmiyoruz burada! Gözlerim kapalı nasıl sizi göreceğim!" Diye isyan edişine köşeden onları izleyen Yelzar güldü.
"Küçük köstebek, amacımız gözlerin kapalıyken duyularının nasıl çalıştığını görmek, hadi ama birkaç kez Toprak ile öyle dövüşmüşsün."
"Yelzar seni köstebeklerin deliklerine sokarım, adım var benim." Diye homurtusuna güldü. "Ayrıca onda piç dayımdan dayak yedim!"
"Bileğimi kırdığını ne çabuk unuttun!" Dedi Toprak huysuzca. Eva gözlerindeki siyah kravatı gösterdi.
"Görmemişim ya kusura bakma." Yaptığı espriye kahkaha atarken Yelzar ve Toprak tip tip baktı, Eva bunu görmese de hissetmiş gibi sırıttı.
"Kaliteli espriden hiçbir zaman anlamayarak ölecek iki zevksizsiniz."
"Ya da esprilerin kaldıramayıp ölecek iki mağdur." Diyen Yelzar Elini kaldırıp Toprak'a yönlendirdiğinde Toprak sırıtarak beşlik çaktı.
"Sıçarım zırzırınıza! Ben görmüyorum diye birlik olan itlere bak. Hatırlatırım dayıcım, arkadaşım dediğin herif geçen Kadıköy'de çıkan kavgada bizi satıp kaçtı!" Yelzar ve Toprak'ın bakışları birbirini bulduğunda Eva onların gözlerindeki anlamı görmediği için anlayamadı ama Toprak çok iyi biliyordu.
Eva'nın sıra dışı özellikleri yüzünden genelde pek arkadaşı olmazdı. Çok da arkadaş canlısı sayılmazdı zaten de fakat Yelzar son bir yıldır yanlarındaydı ve Eva onu bir arkadaş olarak görmüştü, fakat Yelzar'ı korkak olarak yargılıyordu sürekli. Fakat sonra bunun yanlış olduğunu düşünüyordu.
Sonuçta ikisi de hukuk okuyordu ve sicilleri temiz kalmalıydı, kavgalarına karıştığı doğruydu fakat fark edemediği bir zaman diliminde Yelzar onları bırakıp kaçardı.
Eva bunun nedenini hiç bilmezdi ama Toprak çok iyi biliyordu.
“
Dünyaya adım attığından beri kana çekilen arkadaşını göndermek için çok uğramıştı fakat o ısrarla yanında kalıyordu. Yelzar korkak değildi, hiçbir zaman kaçmazdı fakat bünyesi insan kanının kokusunu aldığı an içindeki Vampir içgüdülerine engel olamıyordu. Evet kendi ülkesinde bir şekilde kana karşı koyabiliyordu fakat dünyada işi sandığı gibi gitmemişti.
En ufak bir kan damlasında gözleri kana bulanıp damarları genişliyor ve açlıkla atıyordu.
Eğer o anlarda Toprak ve Eva'nın yanında kalırsa yaşanacak olanlardan korktuğu için her zaman kendisini bir yere kapatıyor ve Vampir güdülerini bastırana kadar oradan çıkmıyordu.
İşkenceyi, hem de öyle bir işkenceydi ki bunu sadece Toprak bilirdi, Eva bilmezdi.
Zaten anne ve babası Yelzar'ın burada olmasından memnun değildi. Yelzar'ın ne olduğunu biliyorlardı.
"Bu piçi ne yapacaksın ben sana yetmiyor muyum?" Dedi Toprak ters ters. "Daha dün çıktık ya karakoldan." Eva kıkırdadı.
"Evet bugün de evden kaçtık, annem belamızı sevecek."
Yelzar bakışlarını Topraktan çekip başka yere çevirdiğinde, Toprak ve Eva'nın atışmalarından uzaklara gitti zihni. Aklına buraya ilk geldiği gün Senem'in söyledikleri sözler düştü.
"Senin ne işin var burada!" Demişti Senem ona bakarak öfkeyle. Evet Yelzara borçluydu fakat burada olmamalıydı.
"Aşk olsun Kırcalılar'ın prensesi, misafir böyle mi karşılanır?" Yelzar'ın laubali cevabı elbet Senem'i kızdırmıştı.
"Sen bir Vampirsin Yelzar! İnsanlara zarar verirsin, bizim dünyamıza benzemez burası. Orada kana karşı koyduğun gibi burada yapamazsın! İnsan kanı seni etkiler." Demişti. Haklıydı.
Eva onu korkak birisi olarak bilebilirdi ama canavar olarak bilsin istemezdi.
Eva burnunu kırıştırdı. "Bu hanginizin kravatı? Leş gibi ter kokuyor, çaput falan yok muydu?" Dediğinde Yelzar daldığı düşüncelerden sıyrıldı.
"Benim kravatım gelincik, yepyeni o uydurma." Dediğinde susup Eva'dan alacağı milli cevabı bekledi.
"Gelinini damadını sikerim senin Yelzar! Adım var benim." Güldü.
Eva'yı sinirlendirmek gibi lanet olasıca bir hobisi vardı. Hayvan isimlerini duyunca çıldırıyordu.
Ama Yelzar'ın favorisi her zaman gelincik ve köstebek olacaktı.
Toprak birkaç adım geri çekilerek kendi elleriyle hazırlattığı ringe baktı.
Bunu Samet abisine yaptıralı neredeyse altı yıl olmuştu. Ring, klasik bir dövüş arenasının temel özelliklerini taşıyordu. Kare şeklindeki platform, zeminden yaklaşık bir metre yüksekte duruyordu.
Dört köşesi vardı; her köşede siyaha boyanmış metal direkler yükseliyordu. Geleneksel ringlerde görülen kırmızı ve mavi köşe renkleri burada yoktu.
Hepsi mat siyaha boyanmıştı Toprak. Bu yerin amacı yalnızca dövüş değil, gözlem gibiydi.
Küçük yeğeninin gün gün nasıl geliştiğini gözlemlediği bir alandı.
Tıpkı kendisinin de onunla birlikte geliştiği gibi...
Zemin, ayakların kaymaması için hafif pürüzlüydü. Ringin etrafını çeviren üç sıra kalın ip, metal halkalara sıkıca gerilmişti. İplerin üzerinde yumuşak koruyucu süngerler vardı ama altı yılın yıpranmışlığı bu kaplamaları çatlatmış, bazı yerlerinden içindeki lifler dışarı fırlamıştı.
Köşe minderleri yıpranmıştı. Bazılarının köşeleri açılmış, içindeki sünger dışarı taşmıştı. Çünkü sık sık burada antrenman yapıyorlardı.
"Hadi başlayalım." Dedi Yelzar Eva'ya doğru hızlı bir manevra yaparak. Vampir iç güdüleri devreye girdiğinde bakışları kısıldı.
Toprak geniş ringin kenarında durmuş onları izlemeye başladı.
Ringin zemininde çıplak ayaklarıyla duran Eva'nın nefesi düzenli, ama kulakları her zamankinden daha tetikteydi.
"Gel bakalım yel efendi." Diye Yelzarı kışkırtmayı ihmal etmedi.
Karanlık, sadece göz kapaklarının ardında değil, tüm çevresini sarmıştı. Fakat o bunu korkutucu değil, arındırıcı buluyordu. Bazen de gülünç çünkü Toprak ile de birkaç kere bunu denemişlerdi. Görmediği için yargılamıyordu. Sadece hissetmesi gerekiyordu.
Ringin etrafı sessizleşti ama Eva'nın zihni tüm güdülerini devreye sokmuş, çalışıyordu. Duruşu sağlamdı. Dizleri hafif bükülü, ağırlığını parmak uçlarına vermişti. Nefesi sakin, her hücresi tetikteydi.
Tamamen karanlığın emrine uyarak Yelzara doğru bir yumruk savunduğunda karşısındaki normal bir insan olsaydı o yumruk tam burnunun ortasına gelirdi fakat Yelzar vampir güdülerini devreye sokarak hızla kendisini Eva'nın arkasına attı. Arkadan gelen tekme darbesiyle öne doğru savrulan Eva "hay ananı sikeyim." Demiş bulundu birden. Ağzından kaçan küfürle dudaklarını birbirine bastırdı.
"Anana çok selamlarımı yolla, Yel." Dediğinde Yelzar sırıttı.
Eva bir kere daha hislerini devreye soktuğunda tüm duyuları kulağında toplandı fakat ayak seslerini duyamıyordu. Nefes alışveriş yoktu sanki. Nabız yoktu.
Bir an içinde filizlenen şüphe ile dudakları aralandı.
"Piç kurusu beni burada bırakıp gittin mi yoksa?" Lafı biter bitmez yelzar hızka karnına bir yumruk geçirdiğinde hızlıca bileğini yakalamaya çalıştı fakat olmadı. Öfkeyle bir yumruk daha savurduğunda bu seferki darbe arkadan gelince daha da sinirlendi.
"İkinizin aynı anda hayvan gibi üstüme gelmesi ne kadar doğru!" Diye isyan ettiğinde Toprak'ın dudağının kenarı yukarıya doğru büküldü.
"Mızıkçılık mı yapacaksın kızıl? Hadi ama ikimizi yenemez misin?" Dedi ona gaz vermek için yaslandığı yerden. Oysa kılını bile kıpırdatmamıştı.
Yelzar öyle hızlı hareket ediyordu ki Eva onu iki kişi sanmıştı.
"İkinizi de birbirine dikip bayrak diye evin önünde sallandıracağım!" Diye kızdı Eva. İkisi de aynı anda üstüne gelmemeliydi. Hem daha on altı yaşındaydı. Asker gidi hissetmeye başlamıştı kendisini zira aldığı eğitimler askeriyede yoktu!
Her türlü savunma sporunu daha küçük yaşta öğrenmeye başlamış ve on iki yaşına geldiğinde bu düzenden sıkıldığı için bırakmıştı. Rutin sevmezdi, pek düzen delisi de sayılmazdı. O yüzden ne gerek vardı ona göre.
Kontrolü Toprak ele aldığında ise işin rengi değişmişti çünkü şu hayatta bir şeye hayır dediyse ona bir tek Toprak evet dedirebilirdi. Başka hiçbir Allah'ın kulu değil.
O gün bu gündür beraber yaptıkları çalışmalar sıkılaşmış, hatta ağırlaşmıştı. Toprak onu daha da Sert eğitmeye başlamıştı. Daha on beş yaşında olmasına rağmen oldukça olgun ve her şeyin farkındaydı Toprak ve buna göre hareket etmesi gerektiğini elbet biliyordu, onu buradan ve geldiği yerden korumalıydı, olur da koruyamazsa ki bu ihtimal onu ölüp bitiriyordu onun kendisini nasıl koruması gerektiğini öğrenmesi gerekiyordu.
Onu bu zorlayıcı eğitime ikna etmesi zor olmamıştı çünkü o bir savcı kızıydı ve tüm düşmanların ilk odağı her zaman karşıdaki kişinin ailesi olurdu. Tek sebep bu da değildi, Eva'nın hastalığından olduğunu düşündüğü şiddet yanlısı bir tarafı vardı ve bu tarafı aldığı eğitimlerle beslediğini düşünüyordu. Ama savcı kızı oluşu onun kendisini koruması ve Toprak'ın onu eğitmesi için iyi bir bahane olmuştu.
Bunun için tüm donanımıyla eğitildiğini sanırdı Eva, hele ki babasının ele aldığı bir davanın azılı suçlusu onu ve başka bir savcı kızını kaçırıp zorla babasından istediğini almaya çalıştığından beri savunma derslerinin ve eğitimlerinin ağırlaşmasını yadırgamamıştı.
Sorun değildi Eva'ya göre, korkusuzluk hastalığı onun şiddet yanlısı tarafını daha da aktif ettiği için öğreneceği teknikleri kullanmaktan geri durmazdı.
İki kişinin etrafında dolaştığını düşünerek tüm hisleriyle odaklandı. Sessizlik vardı, nasıl adım sesini bile duymazdı, Ama bir hareket de vardı...
Eva'nın duruşundan ne düşündüğünü anlamaya çalıştı Toprak, yelzar ona her darbe vurduğunda kendisini savunmaya çalışıyor fakat bir şeye de şaşırıyor gibi duruyordu.
Toprak'ın bakışları Yelzar'a döndüğünde gözleri ile ayaklarını işaret etti. O çok sessizdi ve Eva'nın henüz tam olarak gelişmemiş iç güdüleri buna anlam veremiyordu.
Oysa hastalığının ilerleyen dönemlerinde kulağında uğuldayan uğursuz uğultuya rağmen karıncanın dahi adımlarına kadar duyacak kadar yoğunlaşacağını bilmiyordu...
Hele ki diğer evrende içgüdülerinin onu yöneteceğini hiç...
Yelzar hızını kesmedi ama ayak seslerini ona duyurdu. Eva işittiği seslere kulak verdiğinde aniden sol yanından bir darbe geldi. Hava çatladı sanki. Refleksle sağ kolunu kaldırıp gelen yumruğu engelledi, ardından hızla geri döndü ve alçak bir tekmeyle Yelzar'ın diz kapağını hedef aldı. Can yakıcı bir hamleydi.
"Bacağımı siktin attın." Diye homurdanan Yelzar ile zaferle sırttı ama zaman yoktu. Yelzar kahpesi çoktan pozisyon değiştirmişti bile. Eva dizlerinin üzerinde kayarak savrulan ikinci darbeyi kıl payı savuşturdu. Avuç içini yere bastı, kendi etrafında döndü ve bir çırpıda ayağa kalktı. Gözleri bağlı olmasına rağmen çevresini hissediyordu. Ama bir sorun vardı. Rakibi çok hızlıydı. Normal değildi. Fakat Eva bunu yadırgamadı çünkü karşısında iki kişi olduğunu düşünüyordu.
Eva, Yelzar'ın yönünü kestirince öne atıldı. Göğsüne yumruk attı-yahut öyle sandı. Bir boşluğa çarptı. Yelzar bir anda arkasına geçmişti, ama o arkadan gelen darbeyi dayısından sandı.
İçgüdüsel bir çığlıkla dirseğini savurdu, Yelzar'ın çenesine çarptı. Sert bir çatlama sesi geldi. Hemen ardından dizini kaldırdı, gövdeye vurdu. Ama vampir tek adım geri bile çekilmedi. Sadece başını eğdi, gülümsediğini hissetti.
Yelzer başını omuzuna eğerek hafifçe gülümsedi, iyiydi ama yeterince değildi.
Şu anlık...
Yirmi beş dakika sonra...
Teri, şakaklarından süzülüp çenesine ulaşırken, karşısındaki adımlar sessizdi fakat duyabileceği bir sessizlikteydi. Yelzar adımını Eva'nın duyabileceği şekilde atarken hızından ödün vermedi, neredeyse yarım saate yaklaşan antrenmanları onları bir hayli yorarken Toprak dikkatle onları izliyordu.
Gece dövüşü son derece iyi ilerliyordu fakat Eva katın boşluğunu bir yumruk daha yediğinde gövdesinde oluşan morlukları hissedebiliyordu, Yelzar ise elinin tersiyle burnunu sildiğinde kan çoktan durmuştu bile.
Bu manyak kızı Toprak çekirdekten yetiştirmiş diye düşündü, ever öğrenmesi gereken çok şey vardı fakat burnunu ve işaret serçe parmağını kırdığını göz önünde bulundurursa yine de iyi ilerleme kaydetmişti.
Kemikleri ve derisi hızla işlettiği için kanamasının durması çok sürmedi, eğer normal bir insan olsaydı acısı daha fazla olurdu fakat ruhsuzluğu tenine yansımıştı, fakat aynı şekilde değil.
Ruhumdaki yaralar durmaksızın kanarken teninde ki bir yaranın iyileşmesi dakikaları almıyordu.
Yelzar bir anda tekrardan hareket etti. Neredeyse sessiz, rüzgârı yaran bir gölge gibi. Eva sadece omzuna değen ani bir hamle ile varlığını hissetti. Refleksle geri çekilip döndü; sağ eliyle yumruk attı ama hiçbir şeye çarpmadı. Hemen ardından sol dizini savurdu yine boşluğa gitmişti.
Etrafında bir tür atıp çevresini yoklarken ringin köşesine ne denli geldiğini bile fark etmemişti. Daha önce ringin yanından kapının üstüne koyduğu şişeyi hedef almak için birkaç bıçak saplamıştı kauçuklara, vurduğu tekme boşa gittiğinde bir anda dengesini kaybetti, kolunu arkaya doğru attığında sapladığı bıçağın diğer taraftan çıkmış keskin ucu kolunu boydan boya kesince Toprak hızla olduğu yerden ayrılarak Evaya koştu, "Ne oldu öyle üç saniye içinde?" Dedi bıçağı görmediği için şaşkınca.
"Dün saplamıştım amına koyayım niye çıkarmadınız!" Diye öfkeyle soludu Eva.
"Ne bileyim ben hangi birini nereye sapladığını?" Diye çıkıştı Toprak. Bir yandan da üstünde ki tişörtü çıkartıyordu, çıkardığı tişörtü Eva'nın yarasına bastırdı. "Hangi ruh hastasının on iki binlik bir bıçak zulası olur ki?"
"On beş bin!"
"Ne ara on beş oldu amına koyayım daha geçen sene on iki bin değil miydi?" Dedi şok içinde.
"Ben hastanelik olana kadar kaldığımız o bir aydan sonra oldu on beş bin!" Her yılın belirli zamanlarında bir aylık ve oldukça zor bir süreçleri vardı, bunu hem ruhun arınması hem de bedenlerinin güçlenmesi için her yılın bir ayında geçirdikleri süreçti. Belki de en zor eğitimleriydi.
"Sen hastanelik oldun da ben pavyonluk mu oldum! Ulan senin yüzünden iki gün baş parmağım kırık kaldım." Dediğinde Eva gözünde ki kravatı çıkarttı.
"Sus be, senin yüzünden hastaneye kaldırıldım." Dedi Eva dik dik baktığı dayısına.
"Ben neredeyse morga kaldırılıyordum!"
"Kedi götünü görmüş, ben bu yaradan ölürüm demiş." Toprak tam cevap vermek için dudaklarını aralayacakken hızla arkasını döndü. Gördüğü boşlukla şaşırmadı çünkü Yelzar gitmişti.
"O ibne nereye gitti yine?" Dedi Eva ters ters.
"İşi çıkmıştır." Diyerek geçiştirdi Toprak, Eva çok umursamadı çünkü Yelzar'ın aniden ortadan kayboluşlarına alışmıştı.
"Sen yarana pansuman yap, birazdan geldiğimde hastaneye gideriz." Diyerek ayaklandı Toprak.
"Nereye? Ayrıca ne hastanesi, gitmiyorum ben."
"Sınıftan Resulü aramam lazım çocuğa seni yarım saate ararım Dedim üç saat oldu." Yalan değildi bu yaşanmıştı fakat resulü aramayacaktı.
Ters ters baktı Eva, onu umursamadan ringden atlayarak, ayaklanarak mutfak olarak kullandıkları küçük kilere adımladığımda Toprak'ın dudakları kıvrıldı. Hiçbir şeye sikine takmayan gamsız bir yeğeni vardı. Yarasına bile bakmamıştı, gözlerini ona daha iyi laf sokabilmek için açtığına bahse vardı.
Yüzündeki gülümseme silinmedi o küçük mutfağa girene kadar, Eva gözden kaybolduğunda hızla kapıya yöneldi.
Samet'in ona bıraktığı büyük dağ evinin kapısını araladı. Elbet parasını ödemek istemişti fakat Samet ona "Oğluma bir şey verirken para mı alacağım!" Diye kızarak kabul etmemişti. Hem okuyor hem de büyük bir şirkette yüklü bir miktara çalışıyordu. Kıvrak zekâsı ile kavrayamayacağı iş manipüle edemeyeceği insan yoktu.
Hızla dağ evinin geniş bahçesinden çıkarak ormana doğru ilerledi.
Yelzar'ın durumunu tahmin edebiliyordu. Geleli neredeyse bir yıl olmuştu ama o vampir içgüdülerini bastırmakta oldukça zorlanıyordu.
Bir kilometre İlerideki mağarada olduğunu bildiği için hızlandı "İt oğlu it sen vampirsin biz nasıl oraya kadar gidelim!" Söylenerek ilerlemeye devam etti, o sırada mağaranın içinde nefes nefese olan Yelzar'ın durumu pek iyi değildi.
Ayakları taşlara takıla takıla ilerledi. Her adımda dizlerinin bağı çözülüyordu ama duramazdı. Arkasında bıraktığı koku hâlâ burnundaydı, taze, sıcak, davetkâr...
"Lanet olsun!" Dedi içindeki güdüyü bastırmaya çalışan boğuk sesiyle. Ağzının kenarında bir titreme vardı, bastırdığı içgüdünün yankısıydı bu. Kan kokusu hâlâ genzindeydi.
O an oradan kaçmak, kendini geri çekmek... insanüstü bir çaba gerektirmişti. Tırnaklarının etine batmasına aldırmadan yumruklarını sıktı. Ayakları tökezledi, bedenini taşıyan kaslar her adımda daha da çözülüyordu.
Sonunda kendini mağaranın karanlığına attığında dizlerinin üstüne çöktü. Göğsü, kontrolsüzce inip kalkıyordu. Tırnaklarını taşa geçirdi. Parmakları acıdı, ama umurunda değildi. Acı, ona engel olabilecekse her türlü işkenceye razıydı.
Dişlerini sıktı. Boğazı hâlâ yanıyordu. Midesinden gelen boşluk hissi, açlıktan çok daha derin bir şeydi; bu, varoluşunun ta kendisiydi.
Onun varoluşu kandan ibaretti...
"Yapamam bunu," diye fısıldadı, ama sesi inançsızdı. Sesinde ki acıyı o an tanrı ve ondan başka kimse duymadı.
Mağaranın içi serindi. Fakat onun teni yanıyordu. İçindeki canavar, taş duvarlara çarpa çarpa içinde daha da büyüyordu sanki.
Damarlarından yükselen açlık, onu parçalara ayırmak istiyordu.
Gözlerini sımsıkı kapattı. Zihnine dolan görüntülere engel olmaya çalışıyordu fakat çok zordu!
Eva'nın aniden dengesini kaybetmesiyle arkasındaki bıçağın kestiği kolunu ve bir bir damlayan kanın kokusunu zihninden silmeye çalıştı. Başını taş duvara yasladı. İçgüdülerine engel olamadığı için dişlerini çıkarmış, gözlerinin etrafındaki damarlarından akan kan, kabararak gözler önüne serilmişti.
Derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı fakat aldığı her nefes ona düşmanmış gibi boğazını jiletledi adeta.
Kanın kokusu hala burnundaydı, hâlâ oradaydı, sıcak, yoğun...
"Hayır, hayır, hayır." Diye inledi başını iki tarafa sallayarak.
Karanlık içgüdü ona doğru fısıldadı "Sadece bir ısırık... Eva olması şart değil, başka birisi de olabilir..." Parmaklarını taş zemine bastırdı, eklemleri beyazlaşana kadar sıktı.
“Yeter...” diye inledi, sesi mağarada yankılandı, bu tonu tanıyordu ve bir yıldır onunla savaşmaktan yorulmuştu.
O canı ile boğuşurken içeriye söylenerek giren Toprak'ı net duyamıyordu bile.
"Amına koyduğumun dalyarağı, ne çabuk geliyorsun şu siktiğimin deliğine." Dediğinde Yelzar kan ter içinde bile olsa arkadaşına göz devirdi.
Köy yanarken orospu saçını tararmış; o hesaptı Toprak'ın ki çünkü Yelzar ne dertteydi o ne dertteydi.
"Derdini siktirme de siktir git şuradan, bir yerini ısırıp Eva'ya dayı borçlanmayacağım." Dediğinde Toprak onu umursamadan mağaranın diğer tarafındaki oyuğa doğru ilerledi, son bir yıldır ne zaman Yelzar duygularını bastırmasa soluğu bu mağarada aldıkları için gerekli sistemi döşemişlerdi. Düğmeye basarak karanlık mağarayı aydınlattığında oldukça huysuzdu.
"İt oğlu it, senin zorun ne? Bir damla kana da böyle kalkamaz ama!"
"Orospu evladı döl akıtmaya mı kalkıyor kalkan! Sanki Keyfimden burada sürtüyorum!" Dedi nefes nefese.
Toprak onun için birkaç hayvandan kan alarak burada biriktiriyordu. Kan bankalarından da kan alabilirdi fakat insan kanının tadına varırsa ona engel olamamaktan korkuyordu. Bardağa doldurduğu hayvan kanını Yelzar'ın yanına getirip ona uzattı.
"Her seferinde benim mi seni beslemem lazım. Kansız puşt, alıp zıkkımlansa!" Yelzar aldığı bardağı tek dikişte içtiğinde sırtını tekrardan soğuk mağara duvarına yaslayıp sakinleşmeye başladı.
"Ayağa kalksam Ebenin örekesini tersten görene kadar kanını somuracağım amına koyayım, derdin önüme koyduğun bir bardak kan mı?"
"Kanımı helal etmiyorum sana!"
"Sikerim senim kanını, Allah bilir hangi hayvandan aldın."
"Bırakacaktım kuruyup geberecektin burada!" Diyen Toprak doğrulup ayağa kalktı.
"Eva bir şey dedi mi?" Dedi, Yelzar normale dönen sesiyle. Artık acı çeker gibi değildi sesi. Biraz da olsa rahatlamıştı.
"Yelzar nerede dedi, bende cehenneme kadar yolu varmış bir uğrayıp gelecek dedim." Dediğinde Yelzarı'n dudağının kenarı yorgunca kıvrıldı.
"İki ihtimal var," diye mırıldandı Yelzar. "Ya benden şüphelenecek ve bir bokluk olduğunu anlayacak ya da beni korkak bir orospu çocuğu sanıp her ortadan kaybolduğumda kaçtığımı düşünecek."
"İkinci ihtimal daha yüksek. Çünkü geçen nezarette sana bolca sövdü kaçtın diye."
Gerçekten de öyle olmuştu.
"Sanırım cidden siktirip gitmem gerekiyor yoksa burada birisinin başına bir iş getireceğim." Dediğinde Toprak ters ters baktı.
"Her dediğimi ciddiye aldığını düşünmüyordum." Homurtusu Yelzar'ı güldürdü çünkü sık aralıklarla kendisine siktir çekiyordu.
"Gidersen seni bu sefer öldürürler, salak salak konuşmada seni aklamamı bekle."
"Aklanacak bir sik yok ortada, ayrıca buraya kaçmak için değil sizin iyi olup olmadığınızı görmek için geldim." Toprak Yelzar'ın olduğu yere adımlayıp onun gibi duvara yaslanarak oturdu.
"Yasak amına koyayım yasak, market mi burası keyfin istediğin de girip çıkasın!" Yelzar'ın kıvrımı daha da derinleşti.
"Bana yasak da sana helal mi amına koyayım? Sende aynı boksun." Toprak'ın huysuzluğu devam etti.
"Piç ben senin gibi onu bunu emmiyorum, ayrıca bana da yasak ama sizinkiler senin yokluğunu anladıklarında vampirler tüm ülkelere dağılıp şehir şehir gezerler. Bir yolunu bulup seni suçsuz şekilde göndereceğim." Dünyaya gelmek büyük bir suçtu onların geldiği yerde ve Toprak yeterince suç bataklığına batmıştı.
Yelzar'ı da bu bataklığa sokmayacaktı.
"Akzer ne yaptı? En son öldürecekti seni?" Umursamazca omuz silkti Yelzar. Küçük kardeşinin onu öldürme girişimleri sikinde değildi.
"O piç de kaçmam için zaman kolluyordu, götü kalkmıştır benden kaçtı sanarak." Güldü Toprak.
"Adamın evreni ele geçirmesine vesile olacak tüm alternatifleri sikip attığın için olabilir mi?"
"Arsal buna izin verir miydi sanıyor dibini siktiğimin iti!" Diye öfkeyle hırladı Yelzar. "Mezara koyacak parçasını bırakmazdı, hayatını kurtardım hergelenin." Karşıya bakan kehribar gözleri Toprak'a döndü. "Hadi ben bir şekilde kardeşim olacak iti kurtardım, ya sen?" Dediğinde bakışlarını mağaranın nemli duvarına çeviren Toprak oldu bu sefer.
"Bilmiyorum Alakar, bilmiyorum." Dedi çaresiz bir sesle. "Sıkışıp kaldım,"
"Toprak kararının sonucunda ölecek olan bir can var, üstelik o kardeşin." Dedi Yelzar her zamanki alaycı tonunu ortadan kaldırarak. "Tekçe'yi ölüme itebilir misin?" Dediğinde Toprak'ın göğsünden bir sızı geçti. Sadece uzaktan gördüğü küçük kız kardeşi Eva'dan iki yaş küçüktü ve ölüm çocuklara yakışmazdı.
"Eva ne olacak peki Yel?" Sesindeki ıstırabı Yelzar çok net duymuştu.
"Tekçe'den vaz geçersen ölecek ama Eva'dan vaz geçsen bile ölmeyecek." Dedi onu bir şeylerin farkına varmasını sağlamak için.
"Ölecek!" Diye hırladı Toprak içinde ki öfkeye mâni olamayarak. "Bedenen bir şey olmayabilir ama ruhu paramparça olacak."
Bu kararın ağırlığı onu ezip bitiriyordu.
Önümde iki yol vardı.
Ya küçük kız kardeşi Tekçe Kırcalıyı seçerek hayatını kurtaracak ve Eva'yı param parça edecek, ya da Eva'yı seçip doğru düzgün göremediği kardeşini ölüme itecekti.
"Lanet olsun!" Kapana kısılmıştı, buraya gelmelerinin cezası daha da ağır olacaktı, hissedebiliyordu. "Ona bir katil hırkası giydiremem Yelzar! Kahretsin ne yapacağımı bilmiyorum! Tekçe'yi ölüme bırakamam ama Eva'yı da ölümün kollarına bırakamam çünkü ondan iradesini alacak bir canavar ile savaşırsa kaybeder."
"İyi düşün Kırcalı. İşin ucunda iki can var ve ikisi de canın sayılır. Ya Tekçe'yi yaşatırsın ya da öldürürsün. Eva'ya gelince..." Deyip susmak zorunda kaldı. Onun derinliklerine bir canavar salmak zorunda kalacaksın diyemedi, onu ona bırakarak iradesine ve kana karşı açtığı savaşta tek bırakacaksın diyemedi...
"Eğer yaparsam bunu..." Dedi Toprak çaresiz çıkan sesiyle. "Affeder mi beni?" Derin bir nefes almak istedi ama nefes yumru olup oturdu boğazına. "Kızıl yosununu af edebilir mi? Ona bağışlayacak olduğum canavara rağmen affeder mi beni?"
"Eva Toprak'ı affeder mi?"
"Kızıl yosununu affeder mi?"
.......
Gördüğüm kişi ile olduğum yerde dona kaldım. Hatta şok geçirdim desem yeriydi. Dudaklarımdan çıkan ismin her harfi bile hayretler içinde çıkmıştı.
Bu olamazdı. Bu gerçek olamazdı.
Karşımda kana susamış bir vampir vardı ve bu vampir bir zamanlar bizimle birlikte olan, arkadaşım sandığım, Toprak'ın dostu Yelzardı.
Bir kere daha tüm dünyam baştan aşağı üstüme devrildi çünkü yine bir yalanın kurbanı olmuştum. Yosun'un bana söylemediği bilmem kaçıncı sır daha açığa çıkmıştı...
Dişlerini öne doğru çıkartıp, kanlanmış damarlı gözleriyle bana doğru atılacakken duyduğu sesle durdu. Birkaç saniyenin ardından eli hızla yüzümdeki peçeye gittiğinde ise yüzünde ki tüm canavar maskesi bir anda düştü.
İçime çektiğim derin bir soluk anlık olarak boğazımı yakıp geçti ama anın şokundan umursamadım.
Öne doğru çıkmış dişleri içine çekilirken, kanlanmış gözleri bir anda bildiğim o kehribar rengine döndü ve en az benim kadar şaşkın bir sesle konuştu.
"Eva..."
Bakışları şaşkınlıkla harmanlanırken tekrardan dudaklarını aralayacak oldu fakat aniden sırtına saplanan bir şeyle acıyla haykırdı, ben daha ne olduğunu anlamadan bir anda üzerimden fırladığında hızla doğruldum.
"Sen nasıl ona dokunursun!" Diye kükreyen Arsal elini havaya kaldırdığında havalanan yelzar'ın sırtındaki gümüş hançeri gördüm.
Yerden havalanan yelzarı elini sola çevirerek bir anda hızla ağacın gövdesine çarpmasına neden olduğunda hızla olduğum yerden kalkıp yuvarlandığımız bayır yerden tırmanmaya başladım.
"Sen ona nasıl dokunursun! Sen benim olana nasıl zarar verirsin, İblis." Diye bağırdığında tüm orman titredi adeta, yelzarı defalarca kez ağaca çarptığında kırılmadık kemiği kalmadığına emindim. Hızla yanlarına vardığımda Arsal'ın yanında duran iki adama rahatça kollarını birbirine bağlamış onu izliyordu.
Arsal Yelzar'ı bir kere daha sertçe yere çarptığında yüzü gözü kan içinde acıyla inledi, aman Allah'ım! Öldürecekti onu.
"Şaftını siktin abimin." Diyen adamın umursamaz sesiyle ikinci şoku yaşadım.
Gözlerinin önünde abisi yerden yere vuruluyor ve onun tek dediği şey bu muydu?
Arsal hırlayarak Yelzarı köşeye fırlattığında hızla az önce konuşan adama döndü ve elinin tek bir hareketiyle yerden alevler çıkarak adam yükselmeye başladı.
Boğazıma iğne iğne batan his burnumu yakıp kavururken aldığım nefeslerin beni neden zorlandığını anlayamadım.
"Seni de sikeceğim orospu çocuğu! Nasıl ona dokunursunuz! Hele yerde yatan kız öldüyse sen asıl o zaman ölümlerden ölüm beğen Akzer iti!" Dediğinde anın şoku ile unuttuğum İlge'ye döndü bakışlarım hızla.
Yerde kan içinde yatan kızın yanına ilerleyecekken gözleri bana ilişen Arsal'ın bakışlarımdaki öfkeye endişe tohumları serpildi.
"Peçeyi neden çıkardın." Elinin altındaki adamı da bok torbası gibi bir köşeye fırlatıp yanıma geldiğinde yüzümde her ne gördüyse bakışlarında ki endişe çoğaldı.
"Siktir! Yüzün Kireç gibi olmuş, hırıltılı nefes alıyorsun. Zehirlenmişsin." Dediğinde
Yelzar'ın şoku ilge'nin şoku derken bir de atmosferin zehirli olduğunu unutmuş olmam şoku ile şok nirvanalarının tüm kotalarını sikip attım!
Siktir kere siktir, atmosfer zehirliydi, İlge ölüyordu, yelzar ipte unutulmuş don gibi ağacın kolunda asılı kalmıştı ve ben şu an mal gibi Arsal'a bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum!
"Zehirlense ölürdü, bir şey olmaz." Diyen umursamaz ses Yelzarın elli kez çarpıldığı ağaca yaslanmış rahatça olanları izliyordu. Dayandığı ağacın üstündeki Yelzar aniden pat diye önüne düştüğünde acıyla inliyordu.
"Abi şu sikik hançeri çıkartsan mı?" Dedi inleyerek.
"Şimdi mi abin olduk puşt?" Diyen adam oldukça umursamazdı. "Ayrıca onun sapı da gümüş, saplayan söyle o çıkarsın." Diyerek ayağının ucuyla kardeşini itti.
"İbne..." Diye inledi Yelzar sağ omuzunun hemen arkasına saplanmış olan bıçağa doğru uzandığında teni yanıyormuş gibiydi, eli bıçağın sapına dokunduğunda tekrardan acıyla inleyerek elini çekti. Acı çekmesine daha fazla dayanamadığım için Arsal'ın yanından geçerek ona doğru ilerleyecekken başıma saplanan keskin sızı ile hafifçe tökezledim.
"İyi misin?" Diyerek kolumdan tutan mavi gözlere bakmak istesem de boğazımı tırmalayan his izin vermedi. Birkaç saniye bekleyip kendime gelmeye çalıştım.
"İlge.." Diyerek İlgeye doğru gitmek istediğimi belirttim. Yelzar acı çekiyordu fakat ilge ölecekti. Ayrıca ona çok sinirliydim. Arsal yavaşça kolumu bıraktığında yavaşça ona doğru ilerledim.
Yer sanki ayaklarımın altından kayıyor gibi sallanıyordu, ya da zihnimin fay hatları bir bir patlıyordu bilmiyorum.
"İlge?" Diyerek yanına diz çöktüğünde kanlar içinde ki kızın boğazına dokundu elim.
Çok kötü görünüyordu.
Bileğinden zayıfça atan nabzına ulaştığımda derin bir nefes verdim.
"İlge, iyi misin?" Dedim yanağına hafifçe dokunarak.
"İlge." Acıyla mırıldandığında kirpikleri kıpırdadı ama açamadı.
"İyi olacaksın." Dedim toza bulanmış saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak. Bir kişi daha benim yüzümden zarar görmeyecekti.
"Efendim..." Diye mırıldandığında sesi varla yok arasıydı, ne dediğini tam anlamadığım. İçin dudaklarına baktığımda diğer mırıltıları hiç anlaşılmadı ama dudaklarına okuduğun kadarıyla bir ismi sayıklıyordu fakat acıdan sesi çıkmıyordu.
Kulağına yaklaşarak fısıldadım. "Sakin ol." Acısı daha da artıyordu. Daha fazla kan kaybederse ölecekti Arsal'ın Yelzar'dan sonra fırlattığı adama döndü bakışlarım.
"Onu bu hale sen getirdin, sen iyileştireceksin." Buz gibi sesim ve donuk bakışlarım eklendiğinde adının Akzer olduğunu öğrendiğim adam Arsal'ın fırlattığı yerden ayaklanarak geldi.
Normal bir insanı o şekilde bir yere fırlatılsa kesinlikle kırılmadık kemiği kalmaz ve ayağa kalkamazdı ama bu iblis ayaklanıp bize doğru geliyordu!
"Sana şeytan iblis diyenler utansın! Bunlardan âlâ iblis mi olurmuş canım şuna bak zombi gibi dirilip dirilip geliyorlar." İç ses nadir görülür şekilde sana katılıyorum.
"Karnımızı doyurmak da suç oldu." Diyerek yüzsüzlüğünü konuşturdu.
Bakışlarım değişmedi.
"Onu bu hale sen getirdin." Tek bir duygunun yer almadığı bakışlarım gümüş bıçağın saplı olduğu Yelzar'a dokundu. "Onu siz kandırdınız, siz iyileştireceksin." Yerimden doğrulduğumda alaycı bir tavırla bana doğru yürürken bir anda güvenli alanı unutmuş olmalı ki belirli bir yere geldiğinde elektrik çarpmış gibi bağırarak yere düştü.
Yerdeki Yelzar acı çekmesine rağmen güldü. Manyaktı bunlar amına koyayım!
Boğazımdan istemsiz öksürükler dökülürken vücudum sanki bana yük gibi gelmeye başlamıştı. Zehirlenmem bilmiyordu!
Geri geri giderek ayağa kalktığında yanmış teni birkaç saniye içinde kendisini yenildiğinde kötü kötü Arsal'a baktı.
Güvenli alandan çıktığımda tekrardan bana doğru gelecekti li Arsal'ın Buz gibi metalik sesi ortamda duyulunca durdu.
"Ona yönelik bir adım daha atarsan neler olacağını biliyorsun." Akzerin adımları durduğunda hayretle baktı.
"Bir köle parçasını bana çok mu görüyorsun Prensim." Alay eden sesiyle bakışları yerdeki İlgeye dokundu "Diğer kölen ölecek gibi ama bizim canımız sağ olsun ne olacak."
Arsal bir anda alevlerin içine çekilip kaybolduğunda aniden Akzerin arkasında belirip elinde ki gümüş bıçağı boğazına yasladı. Akzer canı çekilircesine bağırırken Arsal konuştu.
"Bir daha onu aşağılamaya kalkarsan hançer göğsüne iner Kan emici ve sizin ülkenizde oluşum sikimde değil seni ve devamındakileri yerle bir etmek bana zor gelmez." Akzeri bıraktığında Ağaca yaslanmış olan en büyük abi nihayet konuştu.
"Arsal Karahan sevgili yapmış he?" Dedi alayla. Kardeşinin birisi yerde sürünüyor diğerinin boğazına bıçak yaslanmış adamdaki derde bak!
"Duy da inanma." Dedi gerçekten şakın çıkan bir sesle. Bu kadar derdin ve şok dalgasının içinde birisinin daha katılmasıyla bakışlarım Arsal'a döndü ama o yalanlamak için tek bir kelime dahi etmedi. Tam konuşacaktım ki İlge'nin acı çeken halini görünce dudaklarımı birbirine bastırarak sustum. Yelzar'ın yanına gidip hançeri tek seferde çıkardığımda ona olan bakışlarım bir yabancıya bakar gibiydi.
Sızlanarak yerinden doğrulduğunda bakışlarımdan ne istediğimi anladı.
"Onu ancak kanını içen kişi iyileştirebilir kızıl kız." Dediğinde onun da beni tanımıyormuş gibi davranması işime geldi.
"Akzer." Dedi büyük abi.
"Ne Mirzar ne?" Dedi ters ters. Küçük ve huysuz bir piçti.
Başım döndüğünde geriye doğru istemsizce geriledim, birisi belimi kavradığında ona doğru hızla dönecektim ki kokusu burnuma dolan Arsal bileğimi tutarak beni göğsüne çekti.
"Sakin ol güzelim, melez olduğun için insan tarafın burayı yadırgıyor. Biraz zaman alacak ama vücudun buranın işleyişine alışacak." Kulağıma doğru nazikçe fısıldadıkça vücudum gevşiyordu, bakışları bize şaşkınca bakan iç kişiyi bulunca ekini yukarıya kaldırıp bir şeyler mırıldandı.
"Karşındaki üç orospu çocuğu ve devamı vampir olduğu için en ufak şeyi duyuyorlar, sesleri bazen seçemeseler de konuşulanı met şekilde duyarlar, ona göre davran." Dediğinde aslında kulağıma fısıldamıştı ama Yelzar söylendi.
"Ayıp oluyor prens efendi, topraklarımıza izinsiz girdiğiniz için şu an esir sayılırsınız." Dediğinde şaşkınca baktım, aramızda mesafe vardı ve fısıldamıştı. Oradan buraya söylediği herşeyi duymuştu.
"Kes sesini iblis, seninle işim bitmedi.
Beklemede kal." Dediğinde yine homurdandı ama umursamadım
Ona bakarken ki ruhsuz bakışları bana döndüğünde öyle hızlı yumuşamıştı ki neredeyse gülecektim.
"Beni de mi duyuyorlar?"
"Sana büyü pek etmediği için duyuyor olabilirler ama beni duymazlar," Çünkü yelzar konuştuktan sonra araya büyü çekmişti, artık büyü yaptığını, yaparken ne yaptığını biliyordum "Ona göre davran ve sakın sözümden çıkma. Dediklerimin zıttına gitme." Ters ters bakarken bakışlarım üç adama döndü, diğerlerinin boş bakışlarından bir şey anlaşılmasa da Yelzar itine bakınca anlamıştım duymadıklarını.
Çevreye veya içinde olduğum bir alana yapılan büyüler bana yine etki etmiyordu ama çevreye etki ettiği doğruydu.
"Çocuk mu tembihliyorsun?" Dedim bakışlarım ona dönerken, dikkatle bana bakıyordu.
"Çocuk bile daha çabuk anlardı."
"İlge ölmek üzere olmasa sana demediğini bırakmazdım biliyorsun değil mi?" Hafifçe güldü.
"Çok düşüncelisin sen ya." Diyen iç sese kulak asmadım.
Arsal'ın bakışları Akzere döndüğünde homurdanarak ilge'nin yanına adımladığında kalkanı yine unutmuş olacak ki sınıra geldiğinde duvara çarpmış gibi boşluğa çarpıp acıyla bağırarak düştü.
Geri zekalı gerçekten.
"Şu sikik şeyi kaldırsana ilk önce!" Diye hırladı acı içinde. Arsal onu umursamadan kalkanı kaldırdı. İlge'nin yanına geldiğinde bakışları kanın az da olsa hala akmaya devam ettiği boynuna kayınca gözlerinin etrafında aniden dolan damarlarla şok oldum. Nasıl bu kadar çabuk değişiyordu, öne doğru hızla çıkan iki keskin dişini görünce öne atıldım ama Arsal kolumu tutarak buna engel oldu.
"Akzer!" Diye uyardı Arsal onu. Uyarısıyla birlikte gözlerinin etrafında kabaran damarlar ve dişleri geri çekilirken huysuzca homurdandı.
"Tadı çok güzeldi oysa." Bileğini ağzına getirip dişleriyle bir kesik açtığında bileğinden akan kanı İlgenin boynuna yasladı. Sadece saniyeler içinde kan kanı kapattı ve İlgenin açılan yarasındaki kan dururken derisi kendini yenileyerek yara tamamen kapandı.
Artık şok olmamam lazımdı ama imkânsız gibi bir şeydi bu.
"Şimdi Kanmazana gitmemiz gerekiyor, destursuz geldiniz ya hani?" Diyen Miraz'a umursamazca bakarak elimi kavradı Arsal.
Benim bakışlarım yerde yatan ilge de iken o beni çekiştirdi.
"Akzer İlgeyi getir." Dedi.
"Sarayının bekçilerine mi benziyorum prens efendi?" Dedi Akzer ters ters.
"Kızı o hale getirmeseydin emin ol kendi ayağıyla da yürüyebiliyordu. İt gibi ürümede kızı al." Akzere söve söve ilgeyi kucağına aldı.
Çok değil birkaç dakika sonra ilge gözlerini araladığında kendisini Akzer'in kucağında bulunca ciyaklayarak ondan uzaklaştı, Devamı ise çok hızlı gerçekleşti. Ya da ben öyle hissettim çünkü nefes almak güçleşiyor ayakta durmak daha eziyet haline alıyordu fakat belli etmedim.
Kanmazan dedikleri yere geldiğimizde alışkın olduğum o kalabalık yoktu, belki de geç vakit olduğundan böyleydi.
Mirzar, Yelzar ve Akzer daltonlar gibi sıraya dizildiğinde yanlarında bir benim yaşlarımda bir kız daha eklenmişti. Harbi daltonlara dönmüşlerdi.
Bakışlarım etraftaki birkaç askerde dolaştı, onların meraklı gözleri ise bende ve İlge arasında gidip geliyordu.
Aç aç ilgenin boynunda kurumaya yüz tutmuş olan kana bakmalarına içimden göz devirdim.
Ne biçim ortamdı amına koyayım!
Gözlerim en sonunda bize tip tip bakan ve neredeyse ellilerinin sonunda olduğunu bas bas bağıran adama dokunduğunda gerçek anlamda göz devirmemek için kendimle savaştım. Karşımızda ki adamın yüz ifadesi bu olanlardan hiç hoşnut olmadığını belli ediyordu.
"Sanki biz çok memnunuz! Keyif mi aldığımızı sanıyorsunuz!" Diyen iç ses sosyal medyaya bağlamıştı yine.
"Destursuz gelmek yakışmadı Karahan. Diyen adam yelzar'ın babası olmalıydı. Duruşu bakışı hatta yüz hatları dahi öyle çok birbirlerine benzerdi ki sanki aralarında ki tek fark babasının yaş aldığından dolayı yüzünde beliren kırışıklıkları ve ak düşmüş saçlarıydı. Bir diğer farklılıkları ise Yelzar'ın kehribar gözlerinin aksine babasının gözleri siyaha yakın tonda bir kahve rengiydi.
Böyle bir benzerlik beklemediğim için adamı çok uzun incelemiş olmalıyım ki gözleri bana döndü, birkaç saniye beni inceledi ve ardından yanımda üstü başı kan içinde olan ilgeyi gördüğünde gözlerinde hiçbir değişim olmadı.
Etrafımızdaki birkaç vampir askeri İlgenin kanına aç gözlerle bakıyordu fakat onun gözlerinde herhangi bir açlık belirmedi, otoritesini koruyan bir ifadeyle bize baktıktan sonra Arsal'a tekrardan döndü.
"Destursuz gelmek ne demek bilirsin değil mi Ateşli prensi?" Dedi adam bakışlarını Arsal'ın yüzünden ayırmadan. Ona saygı duyduğu bakışlarından bile belli oluyordu
Bu Arsal kimdi ve neden herkes ona saygı duyuyordu? Hayır yani adam milletin toprağına izinsiz giriyor ama hükümet utanmasa ayaklarını yıkayacak.
"Karşı krallığa esir demek kan lordu, bana bildiklerimi öğretmeye kalkma. Geleceğimi zaten biliyordun." Diyen sesi kendinden emin ve soğuktu.
Adama bak sanki kendi memleketi gibi adamın topraklarında ona posta koyuyordu.
Tekrar söylüyorum arkadaşlar bu Arsal kimdi ve neden her bokta hükmü vardı?
Ayrıca esir mi demişti o? Halim olmamasına rağmen sırıtarak ona döndüm, bunu kaçıramazdım. "Demek esir olacaksın he?" Keyfime diyecek yoktu. "Memnuniyetle izlerim." Bakışları bana döndüğünde eliyle küçük bir hareket yaptı. Bunu onların bizi duymaması için yaptığı bir büyü olduğunu biliyordum.
"Ben esir olacağım da sen tahta mı oturacaksın sanki, şeytanın kızı?"
"Olabilir sonuç olarak zindan köşesinde sürünmeni izlemek bana zevk verecek." Dedim ona gıcık vermek istercesine.
"Sana zevk verebilecek farklı alternatiflerimde var." Dediğinde atmosferin verdiği bir salaklıktan olsa gerek "Ney?" Diye sorduğumda diliyle alt dudağını ıslatıp serseri bir şekilde bana göz kırpana kadar jetonum düşmedi.
Anında kaşlarım çatıldı. "Sen sapık bir prenssin Arsal Karahan, işin gücün benimle flört etmeye çalışmak." Dedim memnuniyetsiz sesimle.
"Alternatiflerimden bahsetmemiştim oysa, sen kendin düşünüp buldun. Artık aklına ne geldiyse?" Alaysı sesiyle yanaklarıma oturan kana engel olamadım. Olur olmadık yerlerde çıkıp gelen şu utanma dürtülerime sinir oluyordum!
"Sen bana böyle rahat rahat yürüyorsun ama bir gün ben sana yürürsem yürüdüğün yolu şaşırırsın." Dişlerini dudaklarına geçirdi.
"Sen bana bir yürü ister ki o yol bana girsin." Dediğinde neredeyse kahkaha atacaktım ama dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü gizlemeye çalıştım. Koyu mavi gözleri nadir görünen gamzeme dokunduğunda bakışları öyle hayran bir hal aldı ki, bir kere daha kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissettim.
Gelen öksürme sesiyle kendini hatırlatmak isteyen kan lorduna döndüğümüzde kaşları çatık bir şekilde bize bakıyordu. Bizi duymamıştı değil mi?
"Bizi duymadıklarını söyle."
"Duysalar ne olacak?" Dedi umursamazca.
Bu ihtimalle gözlerim irice açıldı.
"Az önceki rezil anların sadece ikimiz arasında kaldığını bilmemin rahatlığıyla huzur içinde yaşayacağım." Sırıttı. Yaşayamayacaksın demek oluyordu bu!
"İnşallah tüm halkının önümde pantolonun düşer de rezil rüsva olursun uyuz herif!" Diye bağırdım.
"Pantolonumu çıkartmamı istiyorsan bana bunu doğrudan da söyleyebilirsin güzelim." Allah'ım nefes alamıyordum. Atmosfer ayır Arsal ayrı çarpıntı yapıyordu.
Yelzar yanımıza yaklaştığında aramızda olan dalga bir anda dağıldı "Oynaşmanız bittiyse sayın Prensim, babam sizi bekliyor." Dediğinde Arsal bakışlarını ona yöneltti. Bakışlarında ki ifade öyle hızlı değişmişti ki şaşırmamak elde değildi.
"Bitmedi Yelzar, var mı bir itirazın?" Diyen buz gibi sesi az önce benimle konuşurken çıkan tonla yakından uzaktan alakası yoktu.
Yelzar bakışlarını gördüğünde sanki buna alışık gibi sırıtacaktı ki babasını görünce bunu yapmaktan vaz geçti.
Atmosferi soluyan genzim yanıp kavruldu. Dişlerimi sıkarak kendimi ayakta tutmaya zorladım. Başımın döndüğü bir gerçekti ve canımın acıdığını gizleyebilirdim fakat ayaklarımın altındaki zemin kayacak gibi olduğunda gözlerime inmek için can atan o karanlık perdeye engel olamıyordum.
Dayan Eva, bira daha kızım.
"Kuralları biliyorsun Karahan." Dedi. "İzinsiz gelmişsin, eyvallah sana saygımız sonsuz ama yanında getirdiğin kadınlar, sebebi ziyaretini öğrenebilir miyim?" Adam destursuz geldiniz deyip neden geldiğini öğrenmek için Arsal'a rica mı ediyordu?
Gerçekten çok saçmaydı.
"Kurallara karşı gelecek bir şey yapmadım Kan lordu." Her seferinde nasıl kendinden bu kadar emin olabiliyordu anlamış değildim.
"Gelişinin nedenini biliyorum prens Arsal. Ama kuralları çiğnediğinin farkındasın." Diye üstlendi. Kendini zor tutuyordu, sanki bir sınır vardı ve onu geçmemek için tüm sabrını zorluyordu.
Kendinden emin duruşundan tek bir saniye bile taviz vermeyen Arsal'ın üstüm bakışları adamın üzerinde dolaştı. Onun bakışları ise benim gözlerime kenetlendi. Sadece birkaç saniye baktıktan sonra "Yanımda ki kadın şu an iyi değil Kan lordu." Dedi düz bir sesle, bunu nasıl anlamıştı? "Sevgilim atmosferinizin zerinden etkilendi, onu güvenli bir alana koyduktan sonra zaten sizinle konuşmam gerekiyor." Millete posta koyduktan sonra bir de yaşına hürmeten siz diyordu.
Edep sen ne güzel şeysin.
Ayrıca sevgilim demek bir insanın ağzına bu kadar mı yakışırdı.
Bir dakika, Sevgilim mi?
Ney!
"Atmosferin zehri beyninde yan etki yaptı bu kızın vah vah." Diyen iç sese bile kulak veremedim çünkü Arsal'a şaşkınca bakmamak için kendimle savaş veriyordum.
"Bu kadın mı?" Dedi Kan lordu benimle aynı şaşkınlığı paylaşır gibi. Arsal'ın ciddi yüzü öfkeyle kasıldı. "Bu diye hitap ettiğin kadın benim kadınım Efendi Korhan, ona yönelik konuşurken kullandığın kelimelere dikkat et." Dediğinde başımdaki ağrının sancısı kalbime vurdu. Lanet olsun şu an herkese alenen sevgili olduğumuzu ilan etmişti!
Tam ağzımı açıp itiraz edecekken karşımızdaki adamın dikkatle bana bakarken bende önce konuştu. "Atmosferimizden bir tek insan ırkı zehirlenip ölür prens Arsal, kadının tam olarak nedir?" Ebenin amıdır affedersiniz ama. Şu an öldüm öleceğim adamın derdine bak. Bu sefer beni kimse susturamaz deyip öne atılacakken Arsal'ın eli belime sarılarak beni kendine çekti.
"Bunları sonra konuşuruz. Şu an müsaade istiyorum." Arsal hem beni hem karşımızdaki adamı susturduğunda Korhan adamlarının birisine işaret verdi.
"Efendi Arsalı ve sevgilisini en iyi şekilde ağırlayın," Dediğinde öfkeyle Arsal'a döndü bakışlarım. Bizi izleyen Yelzar, kardeşler ve birkaç kişi daha vardı fakat umurumda olmadı. Adamı takip ettiğimizde bizim için gösterdiği odanın önüne geldik.
"Sağ olasın koçum sen gidebilirsin." Dedi Arsal genç yardımcıya.
"Başka bir arzunuz olursa emrinizdeyim Prensim." Arsal başını salladığında ben onları umursamadan öfkeyle odaya girdim. Peşimden giren Arsal'a döndü bakışlarım.
Bir çivi daha boğazıma saplandığında şakaklarımdaki damarlar tik tik atıyor kulaklarımda yankı yapıyordu adeta. Sesler uğulduyor, yükselip alçalıyordu. Birileri bir şeyler diyor ama ben sadece gürültüsünü duyuyordum.
Tüm sesleri sineye çekerek baktım karşımdaki adama. Az önceki soğuk bakışları dağılmış gözlerine endişeniz tohumları ekilmişti.
"İyi misin?" Dedi birkaç adımda bana yaklaşarak. Sustum. Gözlerinin içine bakarak tüm olanları kafamdaki onca gürültüye rağmen ölçüp biçtim.
Sonra ise her şeyi kafamda oturttuğumda ona olan bakışlarım tamamen değişti.
Karahan yine oyununu oynamıştı.
Bir şekilde herkesi parmağında çeviriyor ve bunu asla gizlemiyordu.
Öyle bir oyun çeviriyordu ki aslında her şey ortadaydı fakat herkes saklı olduğunu sandıkları şeyleri kuytu köşeye bakarak arıyordu.
Karahan ise tüm piyesini ortada döndürüyordu.
Ona olan bakışımdan anladığımı anladı.
Nasıl anladı bilmiyorum ama anladığını gözlerine bakarak anladım.
Öyle bir çelişkiydi ki öyle bir adamdı li kendi içimde çözdüğüm her şeyin cevabı ama hiçbir şeyin sonucu değildi. Nasıl oluyordu nasıl yapıyordu bilmiyorum, karmaşıktı.
Gözlerinde bir öfke belirlesin bekledim. Çünkü tek kelime etmeden anlamıştım neyin peşinde olduğunu fakat onun gözlerinde gördüğüm ifade çok başkaydı.
Parıltı.
Evet, gözlerinde ışıldayan minik bir parıltı yakalamıştım.
Bu adamı anlayamıyordum!
Onun ne yaptığını anlamam oyunlarını çözmem, kurduğu tuzakları fark etmem niye hoşuna gidiyormuş gibi bakıyordu
Zihnimi ele geçirmek istercesine peş peşe yükselen uğultuların ve olan tüm bu şeylerin öfkesiyle ona bağırdım "Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?"
"Sesini volümünü düşür şeytanın kızı." Sakin sesine öfkeyle bakarken bir yandan da boğazımı tırmalayan hissi durdurmak için öksürdüm. Şu lanet olasıca yere tam olarak ne zaman uyum sağlayacaktı vücudum?
"Sakince geçip dinlen, kendini yorarak daha fazla direncini düşürme." Sakin sesine beni daha da delirtiyordu bilmem farkında mıydı?
"Bana yediğin haltı açıklayacaksın! Böyle olacağını bile bile mi İlgeyi getirdin." Hesap soran sesimle kaşları çatıldı. "Onu neredeyse öldüreceklerdi!"
"Eğer planlarında birisinin ölmesi gerekiyorsa ölürdü Efnan, ölmediğine göre ortada herhangi bir sorun yok.." Kendini savunma şekli beni daha da delirtti.
"İlgeyi elçi beni de yanında figüran olarak getirmişsin! İlge ilacı götürecek olan görevlin, bende burada senin sevgili sıfatın adı altında kalacağım öyle mi?" Dediğim de kaşları daha da çatıldı.
"Eğer bunu yapmasaydım ikinizde yasak topraklara izinsiz gitmekten geberip giderdiniz, sizi koruduğumun farkına var artık." Dediğinde şaşırsam da belli etmedim.
Onları ve sikik kurallarını bilmiyordum fakat eğer söylediği gibi ise beni de ilgeyi de yaşatmazlardı. Ben yine prensesi kurtaracak olan kız sıfatıyla hayatta kalırdım belki ama ilgenin hiçbir kurtuluşu yoktu. Evet Arsal'a dokunamazlardı ama bize istediklerini yaparlardı.
Arsal'ın buraya gelme amacı Elyesa için gerekli ilacı temin etmekti. İlge götürecek görevli olarak seçildiğinde bu sefer ben sıfatsız kalıyordum ve Karahan beni de sevgilisi olarak tanıtmıştı ki yanında kalayım!
Piç kurusu zekiydi ama bana her seferinde şu sikik planlarından bahsetmiyordu, kendi çabamla çözmek zorunda kalıyordum.
"Kusura bakma!" Diye bağırdım "Fahişen konumundan sevgilin, namusum mertebesine ulaşınca ne yapacağımı bilemedim." Dediğimde ilk önce ne dediğimi anlamadı fakat sonradan Turali, fahişen iması yaptığını ve onun bunu düzeltmediği aklına gelmiş gibi dişlerini sıktı.
"Senin benim için önemli olduğunu orta yerde belli ederek seni kurtlar masasına mı sunmamı mı isterdin benden?" Dediğinde kalbim kasılsa da öfkem kalbime rest çekti.
"Ben senin için önemli değilim, senin için önemli olsaydım tüm ülke ve geriye kalan herkes fahişen olarak bilmezdi beni!" Diye üzerine yürüdüm. Artık tamamen dibeydik. Öfkeden kulaklarımdan kan akacaktı!
"Kendine şu yakıştırmayı yapmayı kes artık!" Diye o da sesini yükselterek üstüme geldiğinde dişlerimi sıkarak bağırdım.
"Bağırma bana!"
"Bağırtma o zaman sen de!" Karşısında durduğum öfkeden gözüm dönse de vücudumu zor götüren bacaklarımda direnç kalmamıştı.
"Bana şeytan diyorsun ya, asıl şeytanın tillahısın sen. " Dedim nefret eden sesime rağmen burnuma dolan kokusunu ciğerlerime çekerek.
Dibine girmemi fırsat bilmiş gibi o da derince bir soluk aldı. Lanet olsun nasıl bit çelişkinin içinde cebelleşiyorduk!
Üzerime doğru eğildiğinde gözleri benim gibi öfkeli bakıyordu ama kendisini dizginledi.
"Yaptıklarımı şu an sana açıklayamam şeytanın kızı, ama zamanı geldiğinde hepsini anlayacaksın." Dedi sakin olmaya çalışarak.
"Hiçbir sebep seni ben tarafından haklı olarak çıkartmaya yetmez, arkamdan iş çeviriyorsun ve sonra gelip seninle birlik olmamı istiyorsun. Sana güvenecek göz var mı bende?" Dediğimde dudağı yukarıya doğru büküldü ama tamamen sinirden olduğu çok açıktı. Başını sağa sola çevirdiğimde çıkan kütürtü sesi ve alnında atan damar son raddede olduğunu gösteriyordu. Ağzımı açmış konuşacaktım ki kolumdan tuttuğu gibi beni kapının yanında ki duvara yasladı, çığlık atacakken büyük avcunu dudaklarıma bastırdı.
"Eğer yaptıkların ben tarafından aklanmazsa sen o zaman bak bakalım başına neler geliyor." Ellerimi kaldırıp dudaklarıma bastırdığı elini çekmeye çalışırken iki elimin bileğini tutarak yukarıdan duvara bastırdı. "Arkandan iş çeviriyorum öyle mi dersin, Efnan?" Dedi, yüzünü yüzüme yaklaştırarak. Beynimin iki tarafında çığlık çığlığa bağıran hisleri tutmak öyle zordu ki, beni zehirlemeye çalışan atmosferin beni çarpmaya çalışmasıyla birleşince işler daha da zorlaşıyordu. "Senin çevirdiklerin peki? Ya da bana şu hiç bahsetmediğin kolye." Dediğinde beni köşeye sıkıştıran seslere rağmen dişlerimi sıktım.
"Onu bana geri vereceksin."
"Öğrenmek istediklerimi öğrendikten sonra neden olmasın?"
"Ne istiyorsun?" Dedim ileri doğru atılmış olmam yüzünden burunlarımız birbirine değdi.
"İstediğim şey açık şeytanın kızı, arkamdan iş çevir, benden istediğin kadar intikam al ama bana ihanet etme yoksa-"
"Yoksa?" Dedim tıslayarak.
"Yoksa işler ikimiz için başka bir boyuta geçer ve Karahan'ın vicdanıyla asıl o zaman yüzleşirsin." Kafamı çevirip gözlerimi duvara diktiğimde öfkeden kuduruyordum.
Bu adamla asla ortak bir noktada anlaşmaya varamayacaktık!
"Ben mükemmel bir ortak nokta biliyorum, bak şurada kocaman bir yatak var bence ikimizin de anlaşabileceği harika noktalar var." İç sesimi elimden gelse boğardım. Nenem pekmez kaynatır dedem sikini oynatır o hesap ben ne dertteydim o ne dertteydi.
Sakinleşmek için ikimizde bir süre nefeslendiğimizde ben ona bakmıyordum ama onun gözleri pür dikkat bendeydi.
"Sevgilim olmayı kabul et." Dedi bir anda. Gözlerim irileşerek ona döndüğünde ne dediğini fark edip hemen toparladı.
"Oyun olarak düşün, ikimizin de de çıkarları doğrultusunda yanlış bir bilgiyi doğruymuş gibi yayacağız hepsi bu."
"Asla," Dedim anında "Yaz dizisi klişeleriyle uğraşacak vaktim yok benim, Karahan."
"Eğer bunu yaparsan tüm sarayın sana karşı olan tavrı değişir. Yanımda durduğun sürece, sevgilim olarak bilinirsen kimse sana zarar veremez."
"Kendimi koruyacak donanıma sahibim ben kralın oğlu, senin ismini yanıma ekleyerek hürmet göreceğime sonsuza kadar sürgün kızı olarak kalırım." Dediğim de derin bir nefes aldı.
"O kadar zorsun ki." Dedi küfreder gibi "Benimle hiçbir anlaşmaya yanaşmıyorsun, nasıl bir yere varacağız seninle?"
"Seninle asla bir anlaşmaya varmayacağım,"
"Bana güvenmediğin için mi? Bende sana güveniyor değilim şeytanın kızı ama bu ipte iki cambazız, yerimizi bilirsek kimse yere düşmez." Başını hızla iki yana salladım, bir ağrı daha saplandığında zihnimin bir köşesinde söndürmeye çalıştığım yangının alevi acı bir şekilde tüm zihnimi ele geçirdiğinde gözlerimin önü anlık kararır gibi oldu. Kendimi ayakta tutarken bir anda bacaklarımın bağı çözülünce Arsal hızla diğer eliyle belimi kavradı.
"Vücudun alışacak, biraz daha dayan." Diye fısıldadı kulağıma doğru.
"Bu ipte iki cambazız kralın oğlu." Dedim fısıldayarak "Ve birimiz düşecek, " boğazıma batan dikenler ve nefes aldıkça beni daha da nefessiz bırakan havanın oksijeni sanki ölmemi istiyordu... "O düşen kişi ben olmayacağım, düşeni de asla tutmayacağım." Dedim asla acıma olmayan sesimle.
"Ben ise dengeni kaybettiğin her anda arkanda olacağım Şeytanın kızı, düşmene izin vermeyeceğim." Diyen fısıltısı yanağımdan kulağıma ulaştı, kafamın içinde bana yük olanlar ve atmosferin beni dışlayışı tüm direncime ağır bir darbe vuruyordu.
Rüzgar esiyor ama fırtına koparcasına… Ateş her yeri ele geçirmiş acının en koyu tonuna ulaşmak istercesine… Sesler binlerce kez yankı yaparak rüzgarın ve ateşin içinde bana çarpıyordu ve nefes almak daha da güçleşiyordu. Bilinç altımın yorgunluğu ve iki günün uykusuzluğu direncime bir darbe daha indirdi.
Dayanmaya çalıştım, bendim çünkü bu. Hepsi bendi. Yanan ateş, esen rüzgar, çığlık çığlığa yankılanan ses bendim...
Dayanacaktım, zorundaydım ama ilk defa bir dayanak istedi yüreğim.
"Rüzgarı dindiririm, ateşi durdururum, zihninde sana yük gelen sesleri sustururum ama onları senden alamam Lâl gülü... " tüm sesleri dağıtıp kendi melodisini bana duyuran Arsalın sesi ile ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi açtım, eli hala belimdeydi ama ben duvara yaslanmaya çalışıyordum. Ondan destek almamak için kendimi duvara itmiştim.
Her şeye rağmen sesi iyileştirmek ister gibi duyuluyordu kulağımda. "Sen onlarla varsın... seni sen yapanı elinden almak haddim değil, yapamam da."
Çarmıha gerdiği Ellerimi duvarın iki tarafına yasladığında kısık sesi, bileğime dokunan baş parmağı beni alt üst etti. Tam nabzımın attığı yaşamıma bastırdı işaret parmağını.
Bir çığlık daha koptu bilinç altımın fay hatlarından, çığlık yükseldi depremim oldu.
"Sadece şimdilik sussun." Dedim onun kadar kısık bir sesle. Yapamıyordum, her zaman başa çıktığım kendi savaşımda bu sefer tek bir silahım dahi yoktu.
İçimdeki şeytan beni dürtüyor her şeyin benim yüzümden olduğunu fısıldıyor, yarattığı cehennemin yangınlarına kibirle bakıyordu. Vicdanımda yanan ateşe bir bir odun atıyordu.
Öfkem benim silahımdı ve vicdan azabı öfkeyi köreltirdi.
Vicdan azabının mesken tuttuğu zihnim aldığı darbelere karşılık veremiyordu.
Arsal'ın yüzü yüzüme yaklaştığında nefesimi tutmuş şekilde onu izlemeye başladım. Kulaklarımın dibinde çarpan kalbimi duyar diye ödüm koptu.
Tüm karışıklığa rağmen benliğimde kendine yer edinebiliyordu, nasıl oluyordu bilmiyorum ama yapıyordu...
Ben Eva Efnan ilk defa bir şeyi bu denli istemedim. İlk defa kendime hakim olamadığım için içime düşen endişe kalbime doğru yol aldı. Oysa kalbim zaten amansızca çarpıyordu.
"İstersen sustururum," Dedi bakışları yüzümün her zerresinde dolaşırken "İzin ver zihninin sana verdiği yükü azaltayım, lâl gülü..."
"Beni ben yapana, dur mu diyeceksin?"
Diye fısıldadım, nefeslerimiz birbirine çarparken yutkunuşuma zor engel oldum.
"Seni sen yapan, sana bugün fazla..." yüzü daha da yaklaştığında ılık nefesi yanağımdan boynuma doğru aktı "Seni sen yapan bugün canını daha çok yakıyor... hepsiyle başa çıkacak kadar güçlüsün, benimle bile başa çıkacak kadar güçlüsün sen ama sen ilk defa zorlanıyorsun. İzin ver unutturmayım," Bakışları dudaklarıma düştüğünde okyanuslarının değdiği her yer alev aldı. "Birkaç dakika sadece..."
"Yapamazsın kralın oğlu, kaldırdıklarımı kaldırırsın ama benim yerime kaldıramazsın." Bakışlarını dudaklarımdan kızıl gözlerime çıkardı.
"Birkaç dakikalığına da olsa zihninin sana verdiği ağırlığı yaşamayacaksın, elimden gelse hepsini senden alırım ama sen benim ilk imkansızlığımsın..." gözlerimi kapattığımda kendimi ona teslim ettiğimi anladı.
Evet, delilikti belki ama yaptım.
İlk defa çığlık çığlığa bağıran mantığımı sineye çekerek önüne ardına bakmadan ona güvendiğimi açıkça belli ettim.
Oysa ben ona zerre kadar güvenmezdim, tıpkı onun da bana güvenmediği gibi...
Sıcak nefesi yanağımı bulduğunda sesimi çıkarmadım, diğer eli de bileğimi daha sıkı kavrayıp duvara daha da yasladığında parmak uçları bu sefer de bileğimdeki dört yapraklı yonca desenine dokundu.
O dokunana kadar cayır cayır derimin altına işlendiğini fark etmemiştim. Acısı bileğimin üstünden tüm vücuduma yayılmışken Arsal'ın burnu yanağıma sürterek aşağı indi. Derin bir nefes aldım, o ise derim bir nefes çekti içine. Ben yaşamak için o ise yaşadığını anlamak istercesine yapmıştı bunu...
Parmak uçları yoncanın üstünde hareket ettiğinde derimi yakan yoncanın her yaprağına sanki bir bir su döktü.
Baktığı her yere ateş saçan adamın parmakları tenime dokunan alevi söndürdü.
Yutkunuşum eşliğinde başı boynuma indiğinde içine derin bir nefes çekti, iki eli bileğimdeyken birisi nabzımın üstünde yaşamımı kontrol ediyor diğeri ise kızgın demirler basılırcasına bana acı veren bileğime deva oluyordu.
Az önce birbirimizi öldürecek kasar nefretle bakarken şu an o yarama şifa, kokumla devayı buluyordu sanki.
"Ne denli bir eşsizliksin farkında bile değilsin." Dedi boynumdaki dudakları, nefesim kesildi. Dudaklarını asıl yaşamıma şah damarıma bastırdığında duvardaki ellerim hareketlendi, hareket ettirmeme izin vermedi. Daha da duvara yasladığında içimdeki dürtüyle dehşete düştüm. Parmaklarımı saçlarına geçirip onu daha da kendime bastırmak için kendiliğinden kıpırdayan ellerim benden bağımsız hareket etmişti.
Dudakları sürünerek boynuma öpücükler bırakmaya başladığında inlememek için kendimi zor tuttum. Bu nasıl bir histi böyle?
Bileğimi yakan dört yapraklı yoncanın her yaptığı onun dokunuşları altında sönerken vücuduma yaptığı işkence son buldu. Beni köşeye sıkıştıran herkes kaçacak delik arayarak kendi açtıkları savaşta mağlup oldular. Onun yerine çıkan duygular, kalbimin ortasında çıkmış olan filize dokundu.
Ne ara büyüdüğünü, onu nasıl kalbimin ortasına yerleştirdiğimi bilmiyorum, hatırlamıyorum ama tüm hislerimi ezip geçecek kadar güçlü olduğunu yeni öğreniyordum.
Burnunu boynuma bastırarak derin bir nefes soluyan adam sanki hiç soluk almamış gibi derin bir nefes verdi.
"Seni sen yapanlarla bana aitsin. Sana, sen de fazla geldiğini sandıklarınla bana aitsin.
Sevdiklerinle nefret ettiklerinle benimsin şeytanın kızı..." Başını zorlukla boynumdan çıkardığında derince yutkundum.
"Değilim..." fısıltısı dudaklarımdan zorla çıktı.
İki bileğimi de duvardan indirdi ama iri elleri hala onları kavrıyordu. Duvara yaslı bedenimi kendi bedenine yasladığında yanaklarımın ne denli kızardığını hayal bile edemiyordum. Elinin birisini tekrardan belime yerleştirerek beni kendisine daha da yasladığında başım ancak göğsüne geliyordu, tam kalbine.
Ve çaresizce çırpınan tek yüreğin benimki olmadığını anladım o an.
Kokusu içime daha da işlerken iki gündür uyumadığım için ağırlaşan göz kapaklarıma engel olmaya çalıştım.
Uyku bana haram kılındı sanıyordum şu iki gündür ama onun kalbime ilmek ilmek işlenen kokusu buna bir son verdi.
"Uyu benim güzel şeytanım, seni sana dar eden zihnine rağmen uyu..." uyu diyen sesine neden itaat ettim bilmiyorum ama gözlerim tamamen kapanıp bilincimi kapı dışarı etmek için beni zorladı. Ona karşı çıkamadım. Karanlık her yanımı sarmaya başladığında zihnimdeki ağırlık, bileğimdeki acı son bulmuştu.
Arsal Karahan bana ne yapmıştı bilmiyorum ama huzurlu bir karanlığın içine çekildiğimde suçluluk duygum bile köşesine saklanmış bana uzaktan bakıyordu. Yaklaşamıyor, bana ağırlık yapamıyordu.
Ve ben o gün ilk defa alenen düşmanım olan adamın kollarına kendimi bıraktım.
Hem de kendi izin verdiğim irademle.
Hem de sonsuz hızda çarpan kalbimin ritmiyle...
Son hatırladığım kokusunu soluduğum adamım beni kucağına aldığıydı. Sonrası istesem de yoktu.
Tek bir cümleyi kabul etti bilincim, onu işittikten sonra kendisini uykunun kollarına bırakarak beni saf dışı bıraktı.
"O gün geldiğinde benden nefret ediyor olacaksın ama ben senin uğruna ölmeyi, senin uğruna yaşamayı bile göze alacak kadar sana tapıyor olacağım Şeytanın kızı..."
●İlahi bakış açısı●
Kucağındaki kıza bakarken az önceki tüm öfkeli bakışları bir anda tuzla buz oldu Arsal'ın. Bu küçük baş belasına uzun süre öfkeli kalamayışına sövdü. Ona sarılan ellere bakarken derince iç çekti.
"Ben seninle ne yapacağım güzel Eva?" Diye mırıldandı kızın güzel yüzüne bakarken. "Ya da bu olanlarla." Kalbi amansızca göğüs kafesine vuruyor, Eva ona her baktığında aniden kasılıyordu. Tek bir bakışı bile içinde garip hislerin büyümesine sebep olurken bu kadar derdin arasında bu kıza karşı ne hissettiğini çözmeye çalışmak oldukça zordu.
"Batıyoruz şeytanın kızı." Bakışları yine kızın güzel yüzünde dolaştı, ona sürekli bakmak istiyordu. Evet, hastalık derecesinde oturup saatlerce o güzel yüzünü izlemek, öfkelendiğinde kızarışını, utandığında yanaklarının pembeleşmesini, sinirlendiğinde kaşlarını çatışını, birine laf sokmadan önce kalkan tek kaşını... Hepsi ve daha fazlası ezberindeydi. Ve saatlerce izleyebilirdi, günlerce, aylarca, yıllarca diye düşündü.
"Ben sana doğru çekiliyorum ama sen benden kaçmaya çalışıyorsun, sence bu oyunu kim kazanır?" Bilmiyordu, ama tek bildiği bu oyunu kazanmak istediğiydi.
Eva'yı yavaşça yatağa doğru götürüp yatırdı, ayakkabılarını çıkartmak için ondan uzaklaşacakken Eva'nın eli yine yakasını kavramış, alacaklı gibi sıkı sıkı tutuyordu. Arsal'ın yüzünde bir gülümseme belirdi.
"Ah baş belası, bana git deyip yakamı da bırakmıyorsun..." biraz uğraştıktan sonra yavaşça Eva'nın elini yakasından bıraktırabilmişti fakat Eva huysuzca mırıldandı dudaklarını öne doğru bükünce istemsizce güldü. Uyurken bile inattı. Ayakkabılarını çıkartıp üstünü örttü. "Sen burada uyu güzel kızım, benim öldürmem gereken bir it var." Son kez uyuyan kıza baktı aslında yapmayacaktı fakat dayamayarak alnına tüy gibi hafif bir öpücük bıraktı. Onun izni dışında yapmıştı, yaptığı doğru değildi fakat Eva'ya kalsa Arsal onsuzluktan geberse bile kendisine yaklaştırmazdı. Kan kırmızısı mı yoksa alev kızılı mı olduğunu bilemediği güzel ipeksi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken öyle nazikti ki tek bir teli kopar diye ödü koptu. Bunun düşüncesi bile kendisini dehşete düşürüyordu. Odadan çıktığında hızlı adımları öfkeyle daha da perçinlendi.
Girdiği odanın kapısını bırak çalmayı, kırılırcasına açtığında içeride olan Yelzar duştan çıkmış üzerini giyiniyordu, Arsal'ın geldiğini öfkeli adımlarından duyduğu için onun olduğu tarafa bakmadan pantolonunu giyerek doğruldu. Eline geçen ilk siyah gömleği de üstüne geçirirken ifadesiz bir şekilde konuştu. "Beni çıplak görmek istiyorsan on beş dakika önce gelmen lazımdı Ateşli prensi." Umursamaz sesiyle gömleğini iliklerken bakışları öfkeli gözlere döndü.
"Seni öldürmek için geldiğimin farkındasındır umarım." Dedi Arsal kapıyı aynı sertlikle çarpıp Yelzar'ın odasındaki küçük dolaba ilerlerken, sorma gereği duymadan dolaptan çıkardığı içkiyi ve yan taraftaki olan küçük bardak rafında olan içki bardağını alarak kadehi açtı.
Yelzar'ın dudağının kenarı usulca kıvrıldı "Bunu yapacak olsan yıllardır yapardın Karahan, Toprak'ı bile öldürmeye elin varmamış benim mi işimi bitireceksin?" Arsal koltuğa kendini atarak bacak bacak üstüne attı. İfadesiz yüzü öfkeyle kasılırken seğiren gözüne engel olamadı.
"Eva'yı nereden tanıyorsun?" Dedi direkt lafı dolandırmadan. Salak değildi.
"Onu tanıdığımı nereden çıkardın?" Dedi Yelzar kendisine de bir bardak alıp kadehten içki dökerken. Sesi alaysıydı.
"Yelzar o ağacı bu sefer sana sokarım." Dediğinde anlık olarak elli defa vurulduğu ağacın acısı aklına gelince yüzünü buruşturdu Yelzar.
"Tüm kemiklerimi kırdın piç kurusu!" Umursamazca bardağından bir yudum daha aldı Arsal. "Vampir değil misin, bir sikim olmaz sana."
"Eva ile sevgili falan değilsiniz değil mi?" Dedi Yelzar keyifli bir yudum alarak bardağından, Arsal'ın kaşları çatıldı. "Sana nasıl baktığını gördüm, nefret ediyor senden." Derken daha da keyiflendi. Arkadaşını sinirlendirmek her zaman ona acayip bir zevk verirdi.
"Bir halt bildiğin yok senin!"
"Niye? Sana nefretle bakmasını sen sağlamadın mı? Ne bekliyordun sana âşık falan olmasını mı? O kız hiçbir zaman duygularını dinleyen bir insan olmadı. Eğer alınacak bir intikamı varsa gerekli kabın olduğu şekle girer o kadar. Fakat sana karşı bi şekle girmemiş. Saf nefretle bakıyordu." Arsal'ın kalbi kasıldı. Yutkunmak istedi ama yapmadı. Elini havaya kaldırıp içinden mırıldandığı sözcüklerle odaya ses kalkanı çekti. Zaten odalarda onlara özgü yalıtım vardı fakat işini garantiye aldı. Bu ibneler her boku duyuyordu.
"Onu nereden tanıyorsun?" Yelzar derin bir nefes aldı. Araya ne girerse gitsin tüm ülke birbirine düşmanda olsa. Eyalet krallığı baş kaldırsa da karşısındaki adam onun için değerliydi, mazi vardı. Arkadaşlık kolay kolay unutulmuyordu, kardeşliğe dayanmış bir dostluk yüzünden birbirlerini öldüremeyişleri bazen canlarını sıksa da yapacak bir şey yoktu.
"Hiç kimse bilmiyor ama senin bilmemen imkansız çünkü müneccim gibi bir boksun. Üç yıla yakın burada değildim, ama bunu kimse anlamadı." Çünkü herkesin beynine burada olmadığına dair her şeyi silip sanki buradaymış gibi hatırlamalarını sağlamıştı.
Bunu yapan ise Topraktı.
"Biliyorum," Nereye gittiğini bilmese de gittiğini biliyordu. İşler başından aşkın olduğu için çok üzerinde durmamıştı, ama şu an böyle deyince anında bir şeyler kafasında oturdu.
Dişlerini sıkarak karşısındaki adama baktı. "Üç yıl boyunca onların yanında dünyadaydın." Dedi "Yasağı çiğnedin Yelzar."
"Evet." Diyen yelzar'ın gözleri oldukça manidardı "Yasak çiğneme konusunda eline su dökemem oysa, nereden geliyor şimdi bu hassasiyet?" Her sözünde Arsal'ın tepesini ne denli attığını bilse de umursamaz tavrından ödüm vermedi. Arsal'ın karşısında konuşabilen nadir insanlardandı hatta Arsal'ı delirtip kendisini öldürtme noktasına kadar getirmişliği öyle çoktu ki saymakla bitmezdi.
"O üç yıl da Eva ile aranda bir şey oldu mu?" Sesindeki o kıskanç ölümcül tonu duyan Yelzar'ın bakışları ciddileşti.
"Diyelim oldu, seni ilgilendi-" cümlesinin devamını getiremeden olduğu yerden aniden duvara yapıştırıldığında acıyla inledi. Arsal elini havaya kaldırıp daha öfkeyle yanında bittiğinde aniden duvardan sürünerek yere inen Yelzar bu sefer de boğazına sarılan öfkeli ellerin gazabından kurtulamamıştı. Evet hızlı olabilirdi fakat karşısındaki piç ondan güçlüydü.
"Seni bu sefer öldürürüm kan emici, bir saniye düşünmem. Emin ol evin, krallığın, toprağın umurumda olmaz nefesini şu an keserim. Onunla aranda bir şey oldu mu?" Yelzar Arsal'ın Buz gibi çıkan sesiyle tüm umursamazlığından sıyrıldı.
"Siktir." Çıktı dudaklarından zorlukla. "Sen ne yaptın, Arsal?" Dediğinde Arsal bakışlarını yüzüne sabitlerken daha da sıktı Yelzar'ın boynunu.
"Kendimi tekrar ettirme bana, Yelzar!" Dedi sabırsızca fakat Yelzar göreceğini görmüştü. Boğazını tutan elini hızlı bir manevrayla büküp kendisini kurtardığında Arsal birkaç adım geri çekilip öfkeyle baktı arkadaşına.
"Eva'ya âşık mı oldun it oğlu it!" Diye soludu öfkeyle. "Hayatına alabileceğin son kadın bile değilken hem de?"
"Hayatıma kimi alıp almayacağımın kararını sen vermiyorsun vampir." Dediğinde Yelzar'ın ifadesi dehşetle doldu.
İnkar etmemişti.
"Arsal, Eva imkansız değil. İmkansızın da imkansızı! Sen bunu bile bile nasıl ona kapılırsın?" Dedi endişeyle. Arsal'ın öfkesi bir nebze olsun azalmazken kalbine inen sancı tüm vücuduna dağıldı adeta.
İmkansızın da imkansızı...
"Elimde mi sanıyorsun!" Diye bağırdı delirmiş gibi "Bakışına, gülüşüne karşı koymaya çalışmak kolay mı sanıyorsun? Bana çakmak çakmak bakan kan gözlerin beni bu denli yakacağını nereden bilebilirdim." Sona doğru çıkan çaresiz sesini kendisi fark edemese de Yelzar çok net duymuştu. Arsal'ın her zaman kendinden emin çıkan sesindeki o tının değişimini sadece onu çok iyi tanıyanlar anlardı. Geriye kalan ise ona baktığında sadece buzdan cayır cayır yanan bir alev görürdü.
"O benim dostum." Dedi Yelzar "O Toprak'ın yeğeni ama sanki benimde bir parçam," Derken bakışları Arsaldaydı "Eva'nın canı Toprak ve sen onun canını canıyla sınadın. Daha bilmediği o kadar şey varken sadece buna tutunarak bile senden nefret ediyor. Bu yaptığın ne kadar doğru? Zaman ilerledikçe o içinde ki şeytanla restleşmeye başlayacak ikisinden birisi kalacak geriye. Eva yavaş yavaş tüm düğümleri çözecek ve tüm yolların sonu sizin kanlı bıçaklı düşman olmanıza çıkıyor. Bütün ihtimalleri sen benden iyi bilirken nasıl Eva'ya âşık olursun?"
"Ona aşık değilim!" Diyen sesi o kadar da net değildi. "Kahretsin." Dedi Yelzar. Elini alnına vurarak derin bir nefes aldı. Suçlayıcı gözlerini yere dikip tekrardan aynı hızla Arsal'a çevirdi.
"Ulan puşt, ülkende peşinde koşan kaç milyon kız var haberin var mı? Ülkenden olmayıp başka ülkelerin prensesleri bile sana dibi düşerken sen gidip nasıl en olmayacak hatuna yandırdın?" Dediğinde Arsal tekrardan kendisini ikili koltuğa atarak şakaklarında zonklayan sızının gitmesini umdu.
Nerede sikilesi bir iş gelip onu buluyordu!
Yelzar da karşısına oturduğunda Aklına gelenlerle kehribar gözlerinde muzır bir ifade geçti. Hatta kendine engel olamayıp güldü.
"Bakalım Toprak Yeğenine âşık olduğunu duyduğunda ne tepki verecek." Az önceki ciddi ifadesi öyle hızlı dağıldı ki Arsal göz devirdi "Çok eğlenceli günler beni bekliyor."
"Sen öyle san Alakar." Dedi Sert bir sesle. "Ayrıca Evaya aşık değilim!" Dediğinde Yelzar yav he he der gibi elini salladı.
"Eva ile birlik olup Toprak'ı kurtarmak gibi aptalca bir işin peşine düştüğünüzü duyarsam eğer yapacaklarımdan kork Yelzar." Diyerek önceden uyarısını yaptı Arsal çünkü Eva'nın sıradaki hamlesi Yelzar olacaktı. O burada kimseye güvenmiyordu ve Arsal kendisi varken güvenecek yeni bir dal olarak Yelzara konsun istemiyordu.
"Oyunu hiç adil oynamıyorsun!" Diye kızdı Yelzar "Onun elinden silahlarını alıp sana karşı koymasını bekleyemezsin. Kendi çöplüğün olduğu için onu her koldan etkisiz hale getiriyorsun ve onun sana karşılık vermesini mi bekliyorsun?"
"Onun en büyük silahı kanın kıskandığı gözleriyken asıl silahsız kalan benim." Diye mırıldandı Arsal. "Ayrıca onu karşımda değil yanımda istiyorum, eğer benimle anlaşmaya varmasını sağlarsam her şey onun için de benim içim de kolay olacak."
Dediğinde Yelzar derin bir of çekerek başını koltuğa yasladı.
"Benden onu görmezden gelmemi mi istiyorsun? Onu tanımıyor gibi yapmamı, yardım isterse geri çevirmemi mi?" Dedi "Mümkün değil. Eva kimseden kolay kolay yardım istemez ve bana yardım için gelip yüzünün suyunu döktüğünde onu geri çeviremem."
"Ne yapacaksın onunla birlik olup ayağımı mı kaydıracaksınız dangalak." Diyen huysuz homurtuyu umursamadı Yel.
"Benim bir şey yapmama gerek kalmadan o seni yeterince kaydırmış kardeşim, çok geçmiş olsun." Dediğinde Arsal'ın öldürücü bakışlarıma maruz kalsa da alışkın olduğu için sallamadı.
Devamında olan konuşmaları ise her ne kadar hoşuna gitmese de Arsal'ın dediğini yapacaktı.
Eva yine her halükarda yalnızdı fakat yalnızlığı onun en büyük silahıydı en ölümcül darbelerini her zaman yalnızken yapardı…
🤍BÖLÜM SONU🤍
Diğer bölüm de geliyor.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.76k Okunma |
543 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |