20. Bölüm

17. bölüm

sadeceSU4
sadecesu4

●Eskiden bir kesit●

 

Yine hayatta en sevmediğim toplum olan akraba topluluğunun içindeydim.

 

Hem de bu sefer en kalabalığından

 

Düğün olanından!

 

Çalan yabancı şarkıya göz devirerek masadaki içeceğime uzandım fakat bardaktaki altın işlemeli uzun çizgi desenlerini görümce onunda göz devirerek masaya bıraktım.

 

Görgüsüzün oğlu olmuş çekmiş çükünü koparmış! Bizimkiler de aynı şekilde.

 

Sülalem hep zengindi. Anlayacağınız bizde zengin babaların zengin piçleri oluyorduk.

 

"Biz içinde değiliz kardeş! Sen hiç garsonluk yapan zengin gördün mü?" İç sesimin isyanı hakkıydı ama ben böyle şeylerden gocunmazdım.

 

Dedem zengindi vesselam. Adamın koskoca şirketi vardı. Büyük şirketin de haliyle büyük hissedarları oluyordu. Şirkette hisselerin büyük kısmı amcamlardaydı ama bizdeki de az sayılmazdı. Babam kendi mesleğini kendisi seçmek istemişti. İşinde öyle iyiydi ki ismini altın harflerle yazdırıyordu. Samet Efnan dendiğinde herkes bi duruyordu çünkü onun elinden uçan da kaçan da kurtulamazdı. Bazen Toprakla biz bile kaçamıyorduk öyle bir olaydı Babam. Elbet şirket işlerini de yürütüyordu fakat önceliği mesleğiydi.

 

Babam diye söylemiyorum on elinde on bir marifet.

 

Babamla bir sorunun yok ama akraba sevmiyordum. Babacım kusura bakma ama o sülaleden senin nasıl çıktığını hala anlamış değilim.

 

Baba tarafımdan bir tek babamı seviyordum.

 

İçkiler dağıtıldı, mezeler verildi. Amca kızımın evlenmesinin şerefine iki gün iki gece düğün bayram olacakmış. En lüks otellerde gelen misafirler için yer ayrılmış hiçbir masraftan kaçmamışlardı.

 

Gören görmeyen kraliyet ailesine gelin gidiyor sanırdı. Şunlar evlense de gitseydik artık. Hayır ben onların şahsi varlıklarına gıcık olurken bunlar bir de evlenip evlenip çoğalıyorlardı başımıza.

 

Bizim olduğumuz masada bir kere daha göz gezdirdiğimde karşımda duran Serdar amcamın karısı olan Serpil yengemle göz göze geldik. Bu kadında kem gözleriyle sürekli beni kesiyordu! Sapık mıydı neydi? Onun yanındaki gevşek amcama onun yanındaki kendini bir bok sanan amca kızım olan Sultana bakarken baygınlık geçirip ölmeme saliseler vardı.

 

Yakın olan yan yana iki tane masanın çevresinde içkilerimizi yudumluyorduk. Bizim masanın yan tarafında olan sevgiden ölüp bittiğim babaannem de hiç nene vibe yoktu maşallah. Kadın benden genç görünüyordu. Sıkı sıkı topuz yaptığı beyaz beyaz saçları ve hemen dizinde biten etek takımı ile oldukça resmi ve kendinden taviz vermez görünüyordu. Babaannemi sevmeme nedenim anneme ve Toprak'a olan karşı tavrıydı. Toprak'a ben kardeşim derken onun benim abime sığıntıymış gibi bakmasına müsaade edemezdim. Babaannemin yanında ise oldukça şık bir takım giymiş olan dedem de ikisini yudumluyordu. O da az değildi!

  

Babamın bu aileden çıkmış olması imkansızdı!

 

Cidden kimyamın uyuştuğu tek Allah'ı kulu babamdı sanırım baba tarafımda.

 

Babam demişken bakışlarım babamın ve annemin olduğu yere değdiğinde babamın annemin kulağına bir şeyler söylediğini annemin de yanakları kızararak buna güldüğünü gördüm.

 

Onların cilveleşmesine tebessüm ettim. Cidden hala liseli aşıklar gibi olduklarına inanamıyordum.

 

Bakışlarım son olarak yanımda ki Nemrut misali oturan dayımı buldu. O kadar memnundu ki bulunduğu ortamdan, birazdan herkesi yeşil gözleriyle dövecekmiş gibi bakıyordu. Yosun gözleri annem ve babama kaydığında sabır dileyerek başka yöne baktı. Evet sevgili dayım ablasını yirmi yıl geçmesine rağmen hâlâ babamdan kıskanıyordu.

 

"Etrafa bok atan bakışlarını biraz yumuşatırsan sevinirim dayıcım." Kulağına doğru eğilerek söyledim yüksek müzik sesinden duymaz diye.

 

"Bana diyen de sanki etrafa mutluluk saçıyor! Serpil yengeye biraz daha öyle bakmaya devam edersen kadın ağlaya ağlaya masadan gidecek." Umursamazca omuzumu indirip kaldırdım.

 

Onu bilmem ama benim gitmeme az kalmıştı.

 

Omzuma dokunan el ile o tarafa doğru döndüm. Tanımadığım ve benim yaşlarımda olduğunu düşündüğüm çocuk bana bakarak gülümsedi. "Hayırdır lan izmarit" demek isteyen yanımı bastırarak tüm hanım efendiliğimle aslında içimden "Ne Var" ama dışardan duyulacak şekilde "Buyurun" Dedim.

 

Omzumdaki elini çekmeden kulağıma eğilerek bu güzel geceyi onunla devam edersem kendisi için daha da güzel olacağını söyledi. Peki gecenin onun için güzel olması benim ne kadar umurumdaydı? Masaya gelen beşinci kişi olabilirdi. Gelenlerin çoğu dans için teklif sunarken birkaçı onunla tanışmamı istemişti. Bakışlarımı babama değindiğinde kıskançlıktan çatlasa da beyefendi modundan çıkmamaya çalışıyordu. Gelen herkese öldürücü bakışlar atsa da sesini çıkarmıyordu.

 

Gelen çocuğu kibarca geri çevirerek yolladığımda bana alayla bakan Toprak'a "Ne Var" dercesine baktım.

 

"Bahse varım bir kişi daha gelirse Samet abi buradaki erkek sineğe kadar hepsini tek tek sıradan geçirecek." Gülerek arkama yaslandım. Bir zamanlar şeytan diye korktukları kız büyüyüp serpilince arkasından koşmaları komik duruyordu.

 

"Bende bahse varım, şu karşıdaki markajcın birazdan gelip kucağına atlayacak." Gülerek söylediklerime göz devirdi. Karşı masamızdaki bir kız iki saattir temiz Toprak'ı kesiyordu. Hatta zumlamıştı desem yeriydi. Gelenler bir tek bana değil Toprak'a geliyordu. Maşallah kısmetimize diyecek yoktu. Toprak'la biraz daha uğraştığımda babam masadan kalkarak yanıma geldi. Ne yapmak istediğine bakarken az önce gelen çocuklar gibi elini uzatarak konuştu.

 

"Bu dansı bana lütfeder misiniz Eva Hanım?" Dedi kibar bir İstanbul beyefendisi tadında.

 

Tabi götüm kalkacak yer aradığı için hemen sırıttım. Masadakiler bize bakarken düşünüyor gibi gözlerimi yukarıya kaldırdım. "Çok fazla talibim var beyefendi bilemedim şimdi..." babamın kaşları hafifçe çatıldığında kahkaha atarak ayağa elini tuttum. Dizlerimin bir karış üzerinde biten gece mavisi elbisem vücudumu sarıyordu. "Bak kıymetimi bil o kadar kısmetim çıktı ben seni seçiyorum pikachu." Babamda Gülerek beni dans pistine yürütmeye başladı. "Beni bahtiyar ettin kızım çok sağol." Çalan slow şarkıya ayak uydurmak adına babama yaklaşıp elimin birini omzuna diğerini de avucuna koyarak yavaşça dans etmeye başladık.

 

"İlk aşkım karşımda bana dans teklifi ederken onu reddetmek olmazdı." Dedim keyifli bir sesle. Babam güzel koyu kahveleri şefkatle baktı kızıllarıma.

 

"Zaten gelenlerden birini kabul etseydin asıl o zaman olmazdı." İçindeki kıskançlığı saklayamaması beni eğlendiriyordu. "Bu kadar kıskanç olursanız sizinle işimiz çok zor olacak Samet Efnan." Sözlerime tebessüm etti.

 

"Asıl siz bu kadar güzelken bu baba size gelen her erkek sineği öldürmeden sakin kalması zor olacak." Kahkaha attım. Bayılıyordum babamın bu kıskançlıktan beni sarıp saklama isteğine. Eve bağlayacak kadar olan bir saplantı değildi. Sadece hep yüreğine bağlayacak olan bir baba hissiydi. Birkaç dakikanın ardından yanımıza gelen annem ve Toprak'ta biraz uzağımızda dans etmeye başladılar.

 

Babam bakışlarını benden çekerek anneme çevirdiğinde koyu kahve gözlerinden okunur bir aşk kıvılcımları oluştu. Yıllar geçse de babamın anneme olan bakışlarındaki aştan, tutkudan sevgiden hiç birşey kaybetmeyişi inanmadığım aşkın varlığını gözüme gözüme sokmasını sağlıyordu. Trip atar gibi omuz silktim. "Ama böyle olmaz ki sayın savcım. Sizin bedeniniz yanımda fakat aklınız şu an karınızda." Sahte sitemimle annemden bakışlarını çekerek bana baktı.

 

"Ufak bir kıskançlık sezdim sanki?" Başımı iki yana sallayarak güldüm.

"Bu kadar belli etmesen mi?" Dedim şakayla. Babamın gözleri tekrardan anneme kaydı, sonra bana döndüğünde gözlerinde o hiç bitmeyecek olan sevginin sonsuzluğunu gördüm.

 

"Sevgi ve aşk saklanılması değil haykırılması gereken hislerdir." Babamın ciddi sesiyle söyledikleri dinledim. "Saklanılacak ya da utanılacak bir şey hiç değil. İçindeki hisleri belli etmemek sadece insanın kendini yormasıdır."

 

"Karşıdaki kişiyi yücelterek kendime olan saygımı kaybettirmek de iyi bir şey değil bence." Başını salladı.

 

"Karşıdaki kişi duygularını kendi egosunu beslemek için kullanıyorsa zaten ortada aşk denilen kavramın harfi bile geçmemiştir güzel kızım." Babam beni hiçbir zaman âşık olma erkeklerden uzak dur diyerek yetiştiren bir mağara adamı olmamıştı. Her zaman aşkın gerçek olduğunu ve doğru kişi hayatına girdiğinde bunu o an anlayacağımı söylerdi. Hiçbir duyguyu küçükken kafama vura vura beynimin içinde bitmesine sebep olmamıştı.

 

"İnanmadığım kavramların açıklamasını anlamaya çalışmakta çok zor." Söylediğime güldü.

 

"Bunu zaten kavram üzerinden değil." Elimdeki elini anlık olarak çekerek kalbimin üzerine koydu. "Buranla hissettiğinde anlarsın bir tanem." Babamın şefkati sesine karşılık dudaklarımdan eksik olmayan tebessümüm genişledi. Gözlerim başka bir masada olan Ali amcama ve şu an azarladığına emin olduğum kızı Sedaya kaydı devamın da ise bizim masada olan Serdar amcamın kızına.

 

"Sence baba, duygular dışarıdan gelen müdahalelerle ölür mü?" İlk başta anlamasa da baktığım yere bakınca ne demek istediğimi anlamıştı babam.

 

"Kuzenlerinden mi bahsediyorsun?" Başımı ağır ağır sallayarak tekrardan babama baktım.

 

"Sence hangisinin duyguları daha çok terbiye edilmiş?" Babamın gözleri yeğenlerinin üzerinde gidip geldi.

 

"Ali amcan kızı sedaya çok baskı yapıyor, evet seviyor. Sevmek gözünden sakınmaktır fakat ruhunu sıkmak değil." Ali amcamın kurulda ve şirkette büyük söz sahiplerindendi. Bakıldığında medeniyetin anasından gelmiş gibi dursa da oldukça kıskanç ve kısıtlayıcı bir babaydı. Babam Bunun yüzünden sürekli kardeşiyle tartışsa da babamı dinlemiyordu Ali amcam. "Serdar amcan da Ali amcan gibi Sultana baskı yapıyor." Dinlemeye devam ettim babamı. "Sence hangisinin ruhu daha yaralı?" Babamın sorusuyla baktım tekrardan kuzenlerime. Dudaklarımı araladım.

 

"Sultan babasını dinliyor gibi yapıyor ama yaptıklarının hiçbirinden Serdar amcamın ya da annesinin haberi yok. Muhtemelen arkadaş sandığı bir avuç salağa anlatarak onlardan akıl alıyor ve yaptığı hataların üzerine hata ekliyordur." Babam dikkatle dinliyordu beni, bir yandan da yavaş yavaş dans ediyorduk.

 

"Seda daha farklı... O daha küçükken çoğu duygu onun içinde öldü. Belli etmiyor söylemiyor olabilir, fakat içerisinde aşka dair olan o bölme şu an babasının beynine beynine vurduğu o sözler yüzünden yerle bir olmuş durumda. Güvenmiyor, güvenemiyor. Amcam iyi bir halt ettim kızımı namuslu yetiştiriyorum sanıyor fakat kızının içinde ki insani olan duyguların celladı olduğundan haberi yok." Babam bana bakarken gözlerinden hüznün ve acımanın derin hisleri geçti. Yeğenlerinin gördüğü fiziksel olmasa da ruhsal şiddetin farkında fakat elinden hiçbir şey gelmemesi onu mahvediyordu.

 

"Hiçbir anne babanın çocuğunun içindeki insani duyguların katili olmaya hakkı yok.

 

Hiçbir babanın ya da annenin kızının ya da oğlunun kalbinde beslediği o hisleri onun kafasına vura vura öldürmeye hakkı yok." Söylediklerimle kafasını ağır ağır salladı Babam.

 

"O yüzden sana her zaman şunu diyorum güzel kızım. İçinde hissettiğin Hiçbir duygu kırıntısından pişmanlık duyma. Korkmadığını biliyorum fakat bunları saklayarak kendini daha da içine kapatma. Fiziksel yaraların kapandığı bu evrende ruhundan aldığın hiçbir yaranın kanaması dâhi durmaz. Benim kızım yaptığı hata bile olsa bundan pişmanlık duymak yerine nasıl düzeltirim diye düşünür." Babamın söyledikleriyle elini elimden çekerek boynuna sıkı sıkı sarıldım.

 

Hayatta bana verilen en büyük şansımdı Babam.

 

Ve en büyük aşkım.

 

Her küçük kızın ilk aşkı her zaman babası olmalıydı bence.

 

Şarkı bitip yeni bir şarkıya geçtiği o anda ki o kısa sürede Toprak'ın ve annemin atışmalarını duyar gibi oldum. Başımı yasladığım babamın omuzundan hafifçe onlara doğru baktığımda annemin kısa boyu nedeniyle Toprak'a boynunu kaldırarak bir şeyler söylemeye çalıştığını görünce güldüm.

 

Annem her ne söylüyorsa Toprak buna Gülerek başka bir şey söylüyor annemde kaşlarını çatarak kardeşinin kafasına hafifçe vuruyordu. Toprak'ın günlük annemle uğraşma ve onu delirtme saatlerinden biriyle karşı karşıya olmalıydık.

 

Toprak Gülerek bir şeyler anlatıyor annem daha da kızarak ona hızlı hızlı laf yetiştiriyordu. Sesleri duyulmuyordu, duyulmasa bile annemin altta kalmayacağını biliyordum. Boyuna bakmayın siz daha onun yarısı yerin altındaydı. Babamla dans ede ede onlara doğru yaklaştığımızda annem bizi görür görmez gülümsedi.

 

"Kocamı alabilir miyim artık." Annemin bıkkın çıkan sesine gülmeden edemedim. "Şu dayını da al başımdan şimdi elimde kalacak." Toprak'a bakarak ters ters söylediklerine kahkaha attık. Babam nazikçe annem yanına yaklaşarak belinden kavrayıp dansın devamını beraber etmeye başladılar. Hızla masaya gidip çantamı ve telefonumu aldım. Fırsat bu fırsattı. Bizimkiler aşık ve maşuk modunda tatlı tatlı cilveleşirken Toprak ile arazi olma zamanıydı. Bu günlük bu kadar akraba dozu yeterdi. Artık on sene yeterdi bu doz bana. Elime telefonu alır almaz arama düştüğünde ekranda beliren Yelzar iti yazısına göz devirdim. O piç de beni mirket eniği diye kaydetmişti. Telefonu ağzına sokacaktım en son o olacaktı.

 

"Ne var."

 

"Eben var Eva bilir misin güzelim?" dedi ters ters.

 

"Yo nereden bileyim. Çıkarken oradaydım ama teknik ekiple tanışma fırsatım olmadı." Telefonun diğer ucundan gülüşü duyuldu.

 

"Sende yapımda ve yayında emeği geçenlere teşekkür etseydin bari."

 

"Var oluşumdan ötürü asıl onların bana teşekkür etmesi gerekir bu durumda." Dedim Egodan götüm tavana varmışken.

 

"Vardı mı?" dedi Yelzar eğlenen bir sesle. ne dediğini çok iyi anlasam da sordum.

 

"Ney?"

 

"Kıçın diyorum tavana yapıştı mı? Egodan millet burnu hava da gezer bizimkini kıçı havada." Yanımda beliren Toprak sinirle telefonu elimden kaptı. Tabi bu arada çoktan düğünden kaçmış dışarıya doğru yürüyorduk. Yarın annem kepçe kepçe ağzımıza edecekti ama kotam dolmuştu.

 

"Ne diyorsun ulan sen pezevenk." Dediğinde yine birbirlerine girdiklerini bildiğim için umursamadım. Arabada bizi bekleyen Yelzar'ın yanına vardığımız da iki salak yine birbirine girmişti fakat her zaman ki yaptığımı yaparak onları sallamadım.

 

Birbirimizle atışarak oradan uzaklaştık.

 

● 

  

 

● 

 

Sağ elimin altında hissettiğim sıcak nefesler yüzünden huysuzca homurdandım.

 

Neden bir insan uyurken elini koklarsın ki?

 

Elimi göğsüme çekerek diğer tarafa döndüğümde bu sefer pürüzlü ve sıcak hissi sırtımda hissettim.

 

"Eva." Diyen ses kısık ve temkinliydi ama şu an uykumu böldüğü için oldukça sinirimi bozuyordu. Bir kez daha huzursuzca homurdandım.

 

"Kız kalksana." Diyen şey arkadan belimi dürttüğünde sinirle elimi belime attım. Uykuluyken bile peşimi bırakmayan reflekslerim çok hızlı bir şekilde beni rahatsız eden şeyi kavradığında; pürüzlü nemli ve kalın şeyin ne olduğunu düşünmeden alıp diğer tarafa savurduğumda "Elinin ayarını sikeyim insan kızı!" gelen cıyaklamayla gözlerim aniden açıldı. Yatakta hızla doğrulup etrafıma baktığımda duvara amele sümüğü gibi yapıştırdığım şemsiyle bakıştık anlık.

 

"Ayy şemsoşş!" Dedim aceleyle ayağa kalkıp.

 

Tıslayarak kuyruğuna bakan şemsinin öfkeli elipsleri bana döndü. "Ne yetim sümüğü gibi alıp duvara savunuyorsun be! Bizim de bir karizmamız var."

 

"Salak kuyruğun çizilmiş karizma derdinde misin?"

 

"Neee!" Diye cırladı "Kıymetlim çizilmiş mi?" Hızla kuyruğuna baktığında kahkaha attım. Şemsinin kırmızı çizgisi özene bezene baktığı kuyruğuydu.

 

Neyseki sert fırlatmamıştım. Bir şeyi yoktu.

 

"Ne işin var be senin burada?" Dediğimde mala bakar gib baktı bana.

 

"Atmosfer beyninin hücrelerini küçültmüş herhalde Eva, konuştuk ya." Dediğinde anlık jeton dank etti.

 

"Viran da işimize yarar bir şey çıkabilir Eva."

Dediğinde ellerim başımın iki tarafındaydı. Başımı kaldırıp baktım şemsiye.

 

"Kafesteki kuş virandan gelecek harita diye arka arkaya sayıklamıştı şemsi," sesim beynimin içi gibi karmaşıktı. "Ama gittiğimde ne bulacağımı nasıl bulacağımı bilmiyorum. Her şey üst üste gelmişken kendi başıma bir şeyleri çevirmeye çalışmaktan yoruldum." Ve daha yeni başladığımızı söylüyordu içimden bir ses.

 

Şemsi yanıma yanaşıp ayaklarıma dolanarak tam karşımda dikildi. "Olanlar senin suçun değil, Elyesaya bir şey olmayacak. Ben buralarda doğup büyüdüm ve Elyesa Hafzan'ın neleri atlattığını bilsen bunun hiçbir şey olmadığını bilirdin."

 

"Bilmiyorum şemsi bilmiyorum, her şey birbirine girmiş bir halde ve her açtığım bir düğümün ardından beni bekleyen kör düğümleri görmek artık sinirlerimi bozuyor."

 

"Dediğin gibi her düğümün ardındaki kör düğüm. Sen birbirine girmiş tüm zamanı ilmek ilmek yerine, düzene sokuyorsun Eva. Sadece biraz sabret." Diyen şemse bana karşı oldukça merhametli bir ses kullanıyordu. Sesindeki sevgiyi hissetmek beni mutlu etti.

 

"Ben gittikten sonra gel peşimden sürüngen, oraya gittiğimde kafam çalışacaktık merak etme."

 

Konuştuklarımız beynimde yanıp sönerken sırıttım.

 

"Şemsoşşş." Dedim

 

"Sıradaki yiyeceğimiz bok nedir?" Bakışımdan anladığı şeyi çok doğru anlamıştı.

 

"Yarım saat önce bir karı geldi, sessiz konuştuğunu sanıyordu ama yanılıyor. Dışarıda bir kalabalık ya da davet gibi bir şey olmalı. Beni almak için gelecektir birazdan, sen de o sırada Sağ kol Astor'un odasına girip onu etkisiz hale getireceksin." Bir anda kurduğum cümlelerle şaşkınca baktı.

 

"Kızım ne ara geldin ne ara bunları düşünüp plan yaptın be? Sen atmosferden ölmeyecek miydin neredeyse?" Kafasına vurdum.

"Sende ne meraklısın benim ölmeme!"

 

"Ölmeni istesem seni hiç uyandırmazdım uykucu insan kızı, az önceki kadını bende duydum çünkü odada saklanıyordum. Kadın sadece bunları değil on altı saattir uyuduğunu da söyledi."

 

"Oha amına koyayım uyumamışım Ölmüşüm." Bana hak verir gibi kafasını salladı.

 

"Utanmasan bir mağaraya girip kış uykusuna yatacakmış-" Şemsi bana laf sokacakken bir anda kulak kesildi. "Karı geliyor benim uzamam lazım hemen." Deyip saniyeler içinde akarak odanın içinde kayboldu.

 

"İbne işini biliyor." Birkaç saniyenin ardından tanımadığım bir kadın içeriye girdi.

 

"Uyanmanıza sevindim Eva Hanım bende sizi uyandırmak mecburiyetinde kalacaktım." İyi ki kalmadınız hanımefendi çünkü şemsi o mecburiyete kaldığı için ben tarafından duvara posteri çıkarıldı.

 

"Hayvanı öyle savunmasan iyiydi be." İç ses haklı ama olmuşla ölmüşe çare yok maalesef.

 

"Biraz daha sert savursaydın hayvan olmuş değil ölmüş olacaktı." Elimin ağır olması benim suçum değildi.

 

"Millet nerde?" Öyle bir sordum ki sanki her gün vampir arkadaşlarımla tavla atıyormuş gibi bir edaydı.

 

"Can arenasındalar." Dedi kadın ellerindeki kağıt poşetleri yatağın yanına bırakarak. "Bunlar Can Arenası için, bunlarda akşam olacak davet için giymeniz söylendi." Bana bakıp gülümsedi. "Kapının önünde sizi bekliyorum, hazırlanın gelin." Kadın çıkar çıkmaz saklanan şemsi hemen ortaya çıktı.

 

"Ulan it oğlu it sana Viran Eyaletine gideceğim dediğimde insan söyler bir vampirlerin kan emecenlerin içine gidiyorsun Eva aman dikkat et diye." Şemsiye çıkıştım.

 

"Sürpriz olsun istedim." Dedi yüzsüz yüzsüz.

 

"Hıhı mükemmel sürpriz oldu." Ona ters ters bakıp banyo olduğunu düşündüğüm kapıdan içeriye girip üstümü değiştirdim.

 

Tarzları çok eskiyi yansıtmıyordu, daha doğrusu yaşayışları, giyinişleri taht dönemine uymuyordu ama demokrasileri de yoktu. Garipti.

 

Benim için getirilen kıyafetler ise daha çok bizim dünyamıza uygundu.

 

Sanki benim için seçilmiş gibi...

 

Üstüme giydiğim kot şort ve haki yeşili gömlekle banyodan çıktım. Kot şort yüksek belliydi ve gömleğim tam orada bitiyordu, altıma ise siyah bir sporcu atlet giymiştim.

Bakışlarım yatağın yanında etrafı gümüşle çevrili olan aynaya dokundu. "Tipimin geldiği son nokta içler acısı."

 

"Ne varmış be tipinde." Şemsi olduğu yerde dikilecek bana yüzümü incelemeye çalıştı.

 

Dikildiğinde neredeyse benim boyuma geliyordu gavat.

 

"Az buçuk kaymış ama idare eder." Ters ters baktım.

 

"Allah razı olsun, bu motivasyon konuşmasını alıp ne yapsam daha başka." Güldü tıs tıs

 

"Sana dediğimi eksiksiz yap, çatal dilini ikiye ayırırım." Şemsiye son lafımı soktuktan sonra saçımı gelişi güzel bir topuz yapıp kadının yanına ilerledim. Sanırım vücudum atmosfere uyum sağlamaya başlamıştı çünkü nefeslerim hırıltılı ve zorlukla çıkmıyordu.

 

Küçük bir kapının önüne gelip içeriye girdiğimizde kadın bir düğmeye bastı ve üç saniye sonra kapı aralandı. Dışarıdaydık.

 

Yok anasının gözü. Dışarı acayip derecede kalabalıktı.

 

"Kalabalığın sebebi Can Arenası günün de olmamız." Dedi kadın etrafa olan boş bakışlarıma karşılık. Çokta umurumda değildi ama ayıp olmasın diye başımı salladım. "Sevgiliniz sizi bekliyor." Dediğinde uykunun verdiği mallık mı desem yoksa boş bulunmak mı desem kadına şu cevabı verdim. "Ne sevgilisi be?"

 

"Eva Hanım prens Arsal'dan bahsediyorum, sevgiliniz değil mi?" Dediğinde göz devirmek istedim. Gram bir panik barındırmayan tavrımla konuştum.

 

"Haa sevgilim, ben ona genelde bıldırcınımmm, gönlümün çöpsüz üzümümüm, ömrümün minnoş törpüsü diyorum." Dediğimde kadın yüzüme baka kaldı. Madem bu oyunu oynamak istiyordu, bakalım hangimiz daha güzel gol atacak.

 

"Prens Arsal efendiye mi söylüyorsunuz bunları?"

 

"Yok kayın babama söylüyorum."

 

"Kral Asrın hazretlerine mi!" Kadın şoktan bayılacaktı, ayrıca mükemmel esprilerim şu an burada küme düşüyordu.

 

"Beni hayatımın anlamcağızının yanına götür hemen." Diyerek kadını beklemeden ilerlemeye başlarım.

 

Bakalım Karahan bana ne kadar süre dayanabilecek.

 

Kalabalığı yararak ilerlediğimizde birkaç basamak aşağıdaki ringin önünde duran adamlara kısaca göz gezdirdim.

 

Hepsi pür dikkat ringde dövüşen kadın ve adama bakıyordu. Ringdeki kişi büyük abi Mirzardı ve karşısındaki kadın ona doğru atak yaptığında yüzünü sol tarafa son anda çevirdiğinde neredeyse burnunu kırabilecek bir hamlede kurtarmış oldu kendisini. Kadın bir iki adım geri çekilip başını yana yatırıp masumca gülümsedi sanki adamın yüzünü dağıtmaya çalışmıyormuş gibi, Mirzar"ın dudağının köşesi ukalaca kıvrıldı. Ağzını açıp bir şey söylediğinde sesini kalabalıktan tam duyamasamda sanırım "Yap atağını." Demişti. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki gözlerimle onları takip etmek bile zor oluyordu.

 

Kadın tekrardan ona doğru yaklaşıp bir yumruk savuracakken Mirzar hızla kolunu ters çevirip kadının sırtını, göğsüne sertçe yaslayarak kulağına bir şey fısıldadı. Kadına her ne dediyse kadın kıpkırmızı oldu ama hoşuna gittiği belliydi, sarı saçlarını geri savurup boştaki elini adamın boynuna çıkartıp hafifçe okşadı, o da kısık sesle bir şey fısıldadığında Mirzar'ın gözleri koyulaştı, kadın bunu fırsat bilerek dirseğini Mirzar'ın karnına geçirip hemen kıskacından kurtuldu.

 

"Neden herkesin önünde dövüşüyorlar?" Dedim yanımda beni incelemekte olan kadına. Sevgilisi olduğu hareketlerinden belliydi ama niye milletin içinde dövüşüyorlardı? Kadına doğru hamle yapıyordu fakat kıyamıyordu.

 

"O Mirzar Efendinin nişanlısı Efsun Hanım, bu biz vampirlerin bir geleneğidir. Can Arenası denir çünkü karşındaki kişi senin canındır." Boş boş baktım.

 

"Sikimsonik işler yani." Diye homurdandığımda birkaç vampirin ters bakışları bana dödü.

 

"Geri zekalı seni duyuyor bu şeyler! Ona göre konuşsana." Diye azarladı iç ses beni. Onu da umursamadım.

 

Bakışlarım yan yana duran Arsal, Yelzar ve akzere döndü. Arsal tanımadığım bir adamla konuşuyordu. Yelzar'ın yanında bir kız vardı. Bakışları sürekli Arsal'ın üzerinde oyalanıyor, Arsal'ın ona bakmamasına rağmen gözlerini kaçırıp tekrardan ona hayran hayran bakıyordu.

 

"Akzer'in yanında ki kız kim?" Dedim kadına bakmadan direkt gözlerimi kıza dikerek.

 

"Erva Hanım, kendisi Varis vampirlerin uzaktan akrabası. Aşağı Virandan geldi, Arsal Efendinin geldiğini duyunca." Sonunu özellikle altını çize çize söylemişti tepkimi ölçmek için.

 

Tabi ki de her kıskanç sevgilinim yaptığı gibi kaşlarımı çatık nefretle baktım kıza.

 

Evet sahte sevgilimizin taliplerinden biri olmalıydı. Bu iş sandığımdan da eğlenceli olacaktı.

 

"Bence rol yapmıyoruz Eva. Çünkü kız gerçekten Arsal'ın ağzına girmek ister gibi bakıyor. Bence Arenadakileri indirip Erva denen şıllığı oraya gömelim." İç ses sus aklıma deli deli fikirler sokma.

 

Şeytanice sırıttım.

 

"Karizmatik bıldırcınımmm! Ben uyandım." Diye kalabalığı yararak bağırıp Arsal'a doğru koşmaya başladım. Arkamdaki kadının şokunu görmesem de hissedebiliyordum. Etraf çok kalabalık ve gürültülüydü, sadece birkaç kişi duyup bana dönmüştü. Bunlar da duyuyor mu duymuyor mu belli değil amına koyayım.

 

Arsal'ın bakışları o kadar insanın içinde bir anda bana döndüğünde kalbimin kasıldığını hissettim. O kadar kalabalıkta gözleri tek seferde yerimi biliyormuş gibi beni bulmuştu. Kalbimin ansızın bu detaya hızlanmasını es geçmeye çalışarak role girdim.

 

"Çöpsüz üzümüm, petibör bisküvimm!" Diye bağırarak yanına koştuğumu görünce kaşları belli belirsiz çatıldı. Yanındakiler şoka girmiş şekilde bana bakarken koşarak Arsal'ın boynuna atıldım. Boyu çok uzun olduğu için zıpladığımda sarıldığım adamın geçirdiği şoka kahkahalarla gülebilirdim. Şaşkın olsa bile bir kolu belime sarılarak düşmeme engel oldu.

 

Yüzümü ona çevirip cilveyle gülümsedim. "Geçirdiğimiz güzel geceden sonra sabah seni görmek isterdim Aşkitom." Dediğimde Yelzarın arkamdan savurduğu küfürleri umursamadım. "işve cilve anlayışına sokayım."

 

Arsal'ın mavilikleri daha büyük bir şok dalgasıyla dalgalandığında dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşüme engel oldum.

 

"Aşkiton mu?" Dedi şaşkınca. Öyle tatlı göründü ki gözüme bir an.

 

"Evet hayatımmm." Dediğimde bakışları gözümde alık alık takılı kaldı. Yaklaşıp yanağına bir öpücük bıraktığımda olduğu yerde buz kesti. Onu ilk defa öpüyordum, bunun farkındalığı midemde uçuşan o hissi on misline çıkarsa da kendime hakim olarak oynadığım oyuna devam ettim.

 

"Bu ne terbiyesizlik." Diyen sesle başımı çevirip sesin geldiği yere baktım. Az önce Arsal'ın ağzına girmek üzere olan Erva kıskanç bakışlarıyla bize bakıyordu.

 

Kudur.

 

"Niye sevgilimi öpmemin nesi yanlış?" Deyişim Arsal'ı bir kere daha şoka soktu.

 

Şu adama yaşattığım hayatının şokları bitmiyordu.

 

Söylediğim şeyle Erva öfkeden deliye döndü ama belli etmemeye çalışarak "Herkesin içinde böyle olmanız münasip mi sence?"

 

Diyerek bakışlarındaki kıskançlığı engel olmaya çalıştı "Hem karşındaki bir prens."

 

"Sen diyanet bakanı mısın? Onu istediğim her yerde öperim, benim çünkü o." Bir anda böyle bir cevabı beklemediğinden şaşkınca baktı. Belimi tutan Arsal'ın elleri sıkılaştığında gözlerim ona döndü.

 

Mavi gözlerine inen yoğun koyuluğu görünce yutkundum. Hadi buyur. Diğer elini bacaklarıma dokunup beni yerden havalandırdı, ona yetişemediğim için üzerime doğru eğiliyordu fakat bacaklarımı beline sarıp kollarını kalçamın altına geçirerek beni kucağına aldı.

 

Karşısındaki insanlara bir açıklama dahi yapmadan benimle birlikte yanlarından hızlı adımlarla ayrılmaya başladığımızda dişlerimi dudağıma geçirdim, şimdi boku yemiştik.

 

"Nere götürüyorsun beni!" Diye çemkirdim anında az önceki cilveli sesimi yok ederek.

 

Çatık kaşları ve koyu gözlerini bana çevirip kızınca baktı. "Biraz daha konuşursan seni herkesin içinde öyle bir öperim ki, ne ahlak kalır ne münasiplik!" İçeriye girip karşımıza gelen ilk odaya girdiğimizde omuzlarına vuruyordum.

 

"Bıraksana beni dağ adamı! Bırak."

 

"Hani senindim küçük şeytan? Az önce şakıyordun bülbül gibi-" Burada durup yüzünü buruşturdu "Bıldırcın gibi." Kendime engel olamayıp kıkırdadım

 

Girdiğimiz oda büyük bir kütüphaneydi, kendimi iterek kucağından çıktığımda ayaklarım yere bastı.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Dedi kızgın adımlarla üzerime doğru gelerek.

 

Omuz silktim. "Sevgili rolü oynamıyor muyuz? Rolümü hakkıyla yerine getiriyorum diyelim." Tek kaşı havalandığında üstüme daha da geldi, ben geri adım atmayınca omuzumdan tutup beni arkadaki kitaplığa yaslayınca yutkundum.

 

"Demek rolünü hakkıyla yerine getiriyorsun?" Bakışları dudaklarıma düştüğünde gözlerine inen yoğunluk yanaklarımın ısınmasına sebep oldu. "O zaman benim de rolünü hakkıyla yerine getirmem gerekiyor bu durumda." Yüzünü yüzüne doğru yaklaştırdığında kalbimin atışı kulaklarımda yankılandı. "Şimdi seni öpsem..." Diyerek elini yanağıma dokundurdu. "Kimse yadırgamaz, ne de olsa sevgilinim değil mi?" Dudaklarım şaşkınca aralandığında yüzü daha da bana yaklaştı, ılık nefesi dudaklarımın üstünde beni yakıp kavururken gözlerimde her ne gördüyse memnuniyetle kıvrıldı dudakları.

 

Üstten bana attığı hükmedici bakışları beni her zaman sinir ederdi ama şu an beni saçma bir şekilde heyecanlandırıyordu.

 

"Hayır..." Diye zorla konuştum "Yalnızken rol yapmamıza gerek yok."

 

"O zaman seni meydanın ortasında öpebilirim demek oluyor bu?" Götünden anlama deyince de sen Arsal! Zaten zorla nefes alıyordum ani şeyler söylemesene oğlum.

 

"Beni öpmeye bu kadar istekli olduğunu bilmiyordum." Dediğimde ukala kıvrımı arttı. Yanağını yüzüme sürterek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı, nefesim kesildi.

 

"Sana öpmek dışında neler yapmak istediğimi bir bilsen şeytanın kızı..." boğuk sesi soluğumu kesti bir kez daha.

 

Kendini topla kızım! Sen onu ağına düşürmeye çalışıyorsun herif seni ayak üstü götürüyor. Başımı geri çekip arkamdaki kütüphaneye yasladım. İki elimi göğsüne yaslayarak ittim onu. Tabi bir santim bile kıpırdamadı.

 

"Bana asılıyorsun!" Dediğim an cevabı yapıştırdı adi herif.

 

"En azından senin gibi herkesin içinde kucağına atlamıyorum."

 

"Bekle sen! Dışarıya çıktığımızda sana küflenmemiş küflü peynirin diye seslenmezsem bana da Eva demesinler!" Anında kaşları çatıldı.

 

"Gebertirim seni!"

 

"Çıkışa gel lan!" Dediğimde yine şaşkınca baktı bana.

 

"Yirmi beş yılın şokunu bir günde çıkardın benden ruh hastası kadın."

 

"Sende yirmi yılın sabrını bana bir kerede kullandırdın sahtekar herif!" Biz birbirimize girmişken kapı tıklatıldı.

 

İkimiz de aynı anda "Gelme!" Diye bağırmamıza rağmen Yelzar sırıtarak içeriye girdi.

 

"Gelme demekten ne anlıyorsun it!" Diye hırladı Arsal bana olan öfkesini Yelzardan çıkarır gibi. Onu göğsünden iterek raf ve onun arasından çıktım.

 

Yelzar'ın bakışları bana dokundu, beni baştan aşağı ağır ağır süzdü. Rahatsız olmadım, ondan rahatsız olmuyordum, beğeni dolu bakışlarını görünce kaşlarım havalandı.

 

Bu bakışı nerede görsem tanırdım!

 

Toprak'ı benim üzerimden delirtmek için kullandığı beğeni dolu bakışlara zamanla alışmış hatta komik buluyordum. Ama şu an öyle değildi.

 

Bana doğru ilerlerken gözlerindeki beğeni daha da artıyordu. Sarıya çalan kehribar gözlerinde beni tanıyıp tanımadığına dair tek bir spoiler bile yoktu. Sanki daha önce görmediği birine beğeniyle bakar gibi yapıyordu.

 

Kalbim burkuldu.

 

O da bana Toprak gibi yalan söylemişti ve hala söylemeye devam ediyordu...

 

"Arsal'ın şeytanı dediklerinden daha da güzelmiş." Bana yabancıya bakar gibi bakıyordu. "Senin gibi puşt beni ağaca çarptığında beynim çalkalanmış olmalı bu güzelliği şimdi fark etmemin başka açıklaması yok."

 

Yelzar Alakar bir sahtekârdı.

 

"Onu kaç günlüğüne kullanıp atacaksın Ateşli prensi?" Dediğinde Dudağımın kenarında ateşten bir kıvrım peydah oldu.

 

Yüzüme yakışan yeni bir maskeyi kendime suretlediğim de içimdeki ona ait anılarla dolu olan tarafa artçı bir deprem meydana geldi.

 

Sevdiğim tüm insanlar benim gibi maske değiştiriyormuş, oysa ben onlara karlı maskelerimi kullanmazdım çünkü bu kendimi koruma yöntemimdi.

 

Şu an ise tüm ifadesizlik zırhımı üstüme geçirmiş karşımda ki adama bakıyordum.

 

"Kes sesini kan emici!" Diyen Arsal'ın Buz gibi sesi tenimi üşütmedi bu sefer. Onun sesi buzdan tenimi üşütecek kadar soğuk olurdu her zaman. Fakat tenim zaten buz kesmişti yeterince, daha fazla üşüyemezdi.

 

Yanıma gelip karşımda durdu.

 

Son bir şans dedi içim de yelzara edinen yer. Onu seviyordum. Her ne kadar birbirimize girsek de o Toprak'ın arkadaşıydı ve bana da çok güzel arkadaşlık etmişti.

 

Yalanlarına rağmen...

 

"İlge nerede?" Dedim gözlerine bir yabancıya bakar gibi bakarak. Hafifçe güldü.

 

"Küçük kardeşim onunla itinayla ilgileniyor merak etme küçük şeyta-" kendim bile farkına varamadığım bir hızda ilerleyip Yelzar'ın yakasına yapıştığımda şaşkınca göz kırpıştırdı.

 

Karşısında o küçük kız yoktu. Gözlerimi bağlayıp benimle her antrenmana başladığında üstümde vampir güçlerini kullandığını anlamak zor olmamıştı.

 

"Eğer o kıza bir zarar gelecek olursa hepinizi diri diri yüzerim ibliss." Donuk sesim ve boş bakışlarımı gördüğünde yüzündeki ifadeyi daha da örttü.

 

Bir şans daha diye bağırdı içimdeki ses, tek bir şans...

 

Topraktan kalanımız o bizim, Toprak'a bizi götürebilecek biri olabilir...

 

Ellerimi yakasından Arsal'ın eli tarafından çekildiğinde beni yanına çekti. "İlge iyi, Elyesa için gerekli olan şifalar geldiğinde onları götürecek." Dişlerimi sıktım. "Benimle birlikte can arenasına geleceksin Şeytanın kızı." Kulağıma doğru akan ılık nefesine kanma diye bağırdı kalbime düşman tarafım.

 

"Seni orada yenmem için mi?" Dedim öfke dolu bir alayla.

 

"Hayır, sana orada yenilmem için." Arsal Karahan'ı kimse yenemez demek oluyordu bu...

 

Öfkeyle ona bakmaya devam ettim. "O ringe çıkmayacağım Karahan."

 

"Neden sevgilim?" Kalbim aniden hızlandığında yüzüme inen kırmızılık yanaklarımı cayır cayır yakıyordu. Sadece küçük aptal bir kelimesi nasıl üzerimde bu denli bir etki bırakırdı! Kendi kendime kızarken Yelzar hafifçe güldü, ters ters dönerken yüzünde alayın mesken tuttuğu bir ifade ile bana sol göğsümü işaret etti.

 

"Sakin ol, kalp krizi geçireceksin. Kalbinin hızlanışını duyabiliyorum." Dediğinde dudaklarım aralandı. Arsal'ın yüzünde oluşan serseri gülümseme kalbime bir darbe daha indirdiğinde hızla ondan uzaklaştım. Onun yanında hiç koşup hareket etmediğim halde nefes nefese kalmam normal değildi.

 

Öldürücü bakışlarım Yelzara döndü. Öfkeyle omuzumu Arsal'a çarpıp kapının önüne geldiğimde kapıyı öfkeyle araladım fakat çıkmadım. Arkamdan bana sırıtarak bakan iki adama dönen kızıl gözlerimdeki kırgınlığı gizledim. Ses tellerimde erimek bilmeyen buzlar donuk çıkan sesimin en büyük katiliydi.

 

Bakışlarım Arsal'a döndüğünde gözlerinde ki kendinden emin ifade tek bir an bile silinmedi. Ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlıyordum. Bana şeytan diyen adam şeytanın yattığı yer, yürüdüğü yol, izlediği plandı ve ben artık bunu anlamıştım.

 

Oyun mu istiyordu? Şu an başlatırdım. İlk golü o atmıştı bana. Yelzar'ın kendi tarafında olduğunu göstererek yapmıştı hem de bunu.

 

Bir şeylere izleyerek çözmeye küçük yaşta öğrenmiştim. Hem de bunu Toprak'ın yardımı işe değil kendim başarmıştım.

 

Karşımdaki adamı tanıyordum. O zekiydi, kurnaz ve her daim ilk hamleyi benden bekleyip önceden hamlemi bile tahmin ederek kendi adımını ona göre atıyordu.

 

Arsal Karahan bana şeytan derken nasıl bir yanılgıda olduğunun farkında mıydı?

 

Asıl benim şeytan aklım onun arkasından iş çevirirken zorluk çekiyordu!

 

Herkesi ayakta uyuyabilirdim. Evet yıllardır ailem beni ayakta uyutmuştu ama üstümdeki şeytan tüyü bana her seferinde daha da iyisini yapabileceğimin temennisini veriyordu.

 

Arsal Karahan'ın arkasından vurmuyorsa gözlerine baka baka yapardım bende yapacağımı.

 

Benim oradaki bakışlarımdan bile Yelzar'ı tanıdığımı anlayacak kadar kurnazdı. Onu konuşturduğuna ve benim hakkımda çoğu şeyi öğrendiğine kalıbımı basardım.

 

Peki, Yel?

 

O neden beni Arsal'ın yanında tanımamazlıktan geldi?

 

"Çünkü onun tarafı belli..." Dedi iç ses kırınca. Bakışlarıma ölümün soğukluğunu serptim. Gözlerim iki adamın üzerinde gelip giderken Arsal da durdu. "Beni sakın bir daha aptal yerine koymaya çalışma Karahan, seni kendi ateşinde öyle bir yakarım ki ne yandığını anlarsın ne öldüğünü." Dediğim an gözleri adeta parladı. Resmen gözleri zevkle ışıldadı!

 

Anlamıyordum!

 

Bu adamı çözüyor oluşum onun hoşuna mı gidiyor yoksa sinirlendiriyor mu anlamıyordum. "İlk adımını attın, sayını aldın." Bakışlarım Yelzar'a döndü. "Sıra bende." Kapıyı açıp gidecekken açtığım an burun buruna geldiğim sandıkla geriledim.

 

"Özür dilerim, Eva Hanım." Dedi elinde orta boylarda bir sandık tutan muhafız.

 

Yav ben lafı koyup havalı havalı odaya terk edecektim sen nerden karşıma çıktım kertenkele boku!

 

Elinde ki sandığı göstererek "Bu Arsal Efendiye, Ezrak Karahandan geldi." Dediğinde Yelzar'ın arkadan attığı kahkahayı duyunca anlamaz gözlerle onlara baktım.

Yelzar hala gülerek Arsal'a bakıyordu fakat Arsal küplere binmiş bir suretle muhafıza dönmüştü. "Onu odama götürün! Sakın yanına birisini yaklaştırmayın, eğer herhangi birisi açacak olursa ecdadını sikerim." Dediğinde neden bu kadar sinirlendiğini anlayamadım fakat o kadar sinirliydim ki biraz daha yanlarında kalıp tepemi attıramazdım.

 

Kapıyı çarparak çıktım.

 

Hadi ama hiç havalı olmadı!

 

Az önce olsaydı daha fors olurdu.

 

Şemsinin yanına gitmek için adımlarımı hızlandırdım. Yanımdan geçen beş tane vampir muhafız hızla yanımdan geçip gittiklerinde görebildiğim tek şey ellerindeki büyük avize olmuştu. Taşlarla dolu ihtişamlı avizeler bakarken göz devirdim.

 

İşiniz gücünüz şov.

 

Beşi de dikkatle avizeyi götürürken oldukça hızlıydılar. Arkalarından giderken ne aceleci ne de yavaştım, sakince salına salına ilerledim arkalarından. Büyük davet salonuna götürdüklerini emindim.

 

Bu Arenanın peşinden soyluların ve büyük isimlerin yer aldığı bir davet olacağına emindim. İşime gelirdi çünkü etraf ne kadar kalabalık olursa o kadar görünmez olurdum.

 

Yürürken ayağıma çarpan bir şeyle duraksadım. Bakışlarım yere dokunduğunda işaret parmağım boyutunda olan ince zarif turkuaz bir taş vardı. Avizeden mi düşmüştü acaba? Uzaktan bakıldığında bile parlak görünen taşın sol köşesi çatlaktı.

 

"Çok güzelmiş." Dedim taşı dikkatle incelerken. Bir kaç saniye daha baktıktan sonra duvarın bir kaç santim üstüne monte edilmiş metal çöp kutusuna attım.

 

Bir şeyleri sevme sürem bu kadardır.

 

Kanmazanı keşfe çıkmaya karar vermiştim çünkü neden olmasın?

 

Alışkanlık olmuş olacak ki vampir muhafızları dahi atlatarak ortalıkta fink atıyordum. Halbuki bana kimse diyemezdi.

 

Ben bu güne bu gün Karahanların müstakbel Sevgilii Sultan Evaydım

 

Burada töre de bendim nizamda!

 

"Destuurr!" Diye gaza gelip bağırdığımda arkamda elinde içki kolisi taşıyan çalışan aniden korkuyla sıçrayıp elinde ki koliyi yere dökecekken ön taraftan hızla gelen vampir kız ışık hızında koliyi yere çakılmadan yakaladı.

 

Vay be.

 

"Gülçem, dikkat etsene güzelim." Diyen Kız on sekiz yaşlarındaydı. Kolinin ağırlığını fark etmiş gibi biçimli ve güzel kaşları çatıldı. Kırklarının ortasında olduğu belli olan kadının gözleri saygı ve sevgiyle büyüdü.

 

"Sana bunu niye taşıtıyorlar? Vampir ordusuna kıran mı girmiş?" Bakışları etraftan geçen askerlerden birisine döndü.

 

"Muhafız buraya gel." Dediği an adamın birisi elindeki işi bırakıp koştu hemen yanımıza.

 

"Buyurun Sultanım." Dediğinde gözlerim kıza takılı kaldı bir kaç saniye. Bu kız ilk geldiğimizde Yelzarların yanında dikilen kızdı.

 

"Kadınlara ağır koliler taşıttırdığınızı görmeyeceğim bir daha muhafız," Bakışları Gülçe dediği kadına döndü.

 

"Sen işine dön gülçem, asker halleder." Gülçenin kırışmaya yüz tutmuş göz çevresi güldüğünde daha da kırştı.

 

"Benim işim bu Sultanım, özür dilerim aniden Eva hanım tepki gösterdiğinde korktum." Muhafız koliyi yanımızdan götürdüğünde Kız yaşlı kadına gülümsedi.

 

"Olur mu öyle şey, yardıma ihtiyacınız olduğu an askerler size yardım edecektir." Kadın minnetle gülümsedi. Gözlerindeki sevgiyi görebiliyordum.

 

"Sağ olun Ravzar Sultanım."

 

"Sen sağ ol Gülçe, kolay gelsin." Kadın hızla işinin başına döndüğünde Ravzar bana döndü. Açık kahve saçlarına güneş vurdukça sarıyı andırıyordu, yüzü hafif uzun ama yanakları tombuldu, sıcacık gözleri bana gerçekten samimiyetle bakarken güldü.

 

"Kusura bakma güldüğüm için, az önceki tepkin komikti. Garip bir kişiliğin var ama çok enerjiksin. Birbirimizi gördük ama tanışma fırsatımız olmadı. Ben Ravzar Alakar." Dedi elini öne uzatarak. Uzattığı eline karşılık bende sıktım elini.

 

"Eva Efnan. Vampir kardeşlerdensin sanırım?" Dedim. Tamamen olmasa da birbirlerine benzer yönleri vardı.

 

"Evet maalesef doğru." Dediğinde o üç abiden ne çektiğini söylemese de sesinden anlamıştım. "Memnun oldum oldun bu arada Eva, açıkçası seni Arsal abinin yanında gördüğümde çok şaşırdım." Bakışlarımdaki soğukluğu uzaklaştırmaya çalıştım çünkü karşımdaki kızı kırmak istemedim. Kırılgan ve narin bir kız olduğuna yemin edebilirdim.

 

"Sürgün kızı nasıl Ateşli prensinin yanında diye mi?" Derken oldukça ifadesizdim. Ravzar'ın bakışlarından anlık şaşkınlık geçse de hafifçe gülümsedi. Güleç bir insan olmalıydı ki yakışıyordu da.

 

"Yanlış anlaşıldım sanırım. Seni aşağılamak için kurmadım az önceki cümlelerimi tam aksi Arsal Abi sana öyle baktığına göre senin konumun hepimizden."

 

"Nasıl yani?" Güldü Ravzar.

 

"Ateşli prensini kendine nasıl kör kütük aşık ettiğini görmüyor musun Eva?" Bunu söylerken herhangi bir kıskançlık ya da nefret yoktu sesinde. Tam tersi buna mutlu olmuş gibi görünüyordu.

 

Rolünü iyi oynar o demek istedim fakat bunun yerine "Evet evet çok aşığızdır birbirimize." Görme ravzar ayaklarımızın dibine kelle yuvarlama mı dersin, birbirimize bıçak çekme mi dersin, bağır çağır kan vahşet hepsi bi arada. Bu aşk değil de ne.

 

"Sende çok seviyorsun belli." Dediğinde kaşlarımı çatmak istedim. "Gözlerin ona bakarken ve başkasına bakarken ki olan ifadeyi görünce dedim ki Arsal abim gerçekten sevecek tek kadın bu." Arsal'ı sevdiği sözlerinden de gözlerinden de belli oluyordu. Onu abileri gibi seviyordu. Sıkıntı şu ben sevmiyorum! Ne münasebet falan yani.

 

"Tabi tabi biz mükemmel bir aşk yaşamaktayız, ölürüz yani." Bu oyun biraz daha devam ederse gerçekten bu olacak gibi.

 

●Eva odadan çıktıktan sonra ARSAL KARAHAN'dan●

 

Öfkeli adımlarının sesini gitmesine rağmen kulaklarımda duyuyordum.

 

Aman tanrım, bir kadın öfkeliyken seksi olabilir miydi?

 

Eva öfkeliyken her dudaklarını kıpırdattığında aklımdan geçen şeyleri duysa kesinlikle arkasına bakmadan kaçardı çünkü düşüncelerimin boyutu o her yakınıma geldiğinde arşa kadar çıkıyordu.

 

Yelzar'a ait olan okuma salonunda sadece ben Yel ve muhafız kaldığında Muhafızın elinde ki sandığa tahammülsüz gözlerle bakıyordum.

 

Sandığı tutan adam irkilerek hızla çıktı. Kafayı yiyecektim! Başımda az dert varmış gibi sıradaki bela önceden rezervasyon almıştı resmen!

 

Ezrak piçiyle uğraşacak zamanım yoktu.

 

Yelzar'ın eşek gibi sırıttığını bildiğim için ona dönmeden sırtımı az önce Eva'yı yasladığım kitaplığa yasladım.

 

O kitaplığın önünde ona neler yapmak istediğimi bilse bir... Hele o bıdır bıdır konulan dudakları... sınırdaydım, hissediyorum çok feci sınırdaydım. Başımda bir milyon tane dert varken bile kafam şu kızla doluydu!

 

"Senin sandık geldiğine göre çok geçmiş olsun kardeşim." Diyen pezevenk oldukça zevkli görünüyordu. Zevkine sıçardım.

 

"Başımda az dert varmış gibi bir de bu orospu çocuğuyla uğraşıyorum!" Ezrak ailenin yüz karası olarak adlandırılan amcamın oğluydu ve yıllar önce evlatlıktan red yedikten sonra bir de sülaleden siktir edilmişti.

 

Piç kurusunun götünü toplamaktan bıkmıştım çünkü ne zaman bir belaya batacak olsa bana bir sandık gönderiyordu!

 

O sandığın tahtaları ona tek tek sokacaktım.

 

Kapı çalındığında Akzer kafasını uzattı, gözleri odayı taradığın da Eva'nın olmadığını anlayıp umursamaz bir edayla içeriye girdi.

 

"Kızı sırtlayıp götürdüğünü görünce şimdiye yatağa atmışsındır diye düşünüyor millet ama sen burada ağabeyimle baş başa olmayı seçmişsin." Bu gün özellikle sabrımın bam telinde tepiniyor olmalılardı!

 

"Geçmişini siktirme Akzer! Zaten sinirim tepemde belanı arama." Yılışık herif sırıtarak yanıma geldiğinde kaşlarımı çatarak baktım.

 

Bu vampir kardeşler fazla rahattı ve umursamazdı. Birisini öldürmek farz olmuştu.

 

"Aslında bir sevişsen bırak ülkeyi evren rahatlayacak da sen ortalıkta pimi çekilmiş bomba gibi dolaşıyorsun." Akıl verir gibi başıyla kapıyı gösterdi "Sevişmiyorsan da dövüş bence iyi gelecek Prensim." Dediğinde buz gibi bakışlarım yüzünde oyalandı bir kaç saniye. Yüzündeki alaysı ifade saniyeler içinde dağılırken iki eli aniden başının kenarını tuttuğunda ona doğru adımladığım her saniye zihnine verdiğim ateşin acısını gözlerinde görebiliyordum.

 

"Sikik herif." Diyerek öne eğilip başını daha sert tuttuğunda kardeşine yaptığım eziyet Yelzar'ın sikinde değildi açıkçası. Bunların kardeştik ilişkisi bambaşka bir boyuttaydı.

 

"Dursana it oğlu it!" Diye dizlerinin üzerine çöküp acıyla hırlayan Akzer'in yanına vardığımda acıdan gözlerine dolan yaşlara şahit oldum.

 

"Abi bir şey yapsana." Dediğinde Yelzar kendisini sandalyeye attı umursamazca.

 

"Abin olduğum şimdi mi aklına geldi puşt?"

 

"Orospu evladı!"

 

"Seni anama söylediğimde bakalım bunu tekrarlayabilecek misin?" Yelzar sırıtarak ona baktığında Akzer'in zihnine verdiğim tüm ateşi aniden söndürdüm. Rahatlamış gibi yere tamamen kendini bıraktığında dışarıya çıktım.

 

Değişik orospu çocukları. Ne halt oldukları da belli değil amına koyayım.

 

Hızlanan adımlarım kan lordunun taht odasıydı. Şimdiye oraya geçmiş olması gerekiyordu çünkü konuşmak istediğini söylemişti.

 

Birisinin beni izlediğinin farkındalığı ile ilerlerken arkamdan gelen tanıdık ses yüzünden adımlarım durdurdum.

 

"Prensim, uzun süredir konuşamıyoruz." Diyerek bana doğru koşan adım gelen Erva'ya donuk bakışlarımla döndüğümde gülen yüzü aniden bozulsa da yine de gülümsemeye çalıştı.

 

"Evet öyle." Dedim soğuk sesimle. Bana kalırsa tek bir kelime bile konuşmamışızdır.

 

"Uzun süredir buraya gelirsin diye

 

bekliyorum." Dediğinde yüzüne bakmaktan başka bir şey yapmadım. Sesini inceltip tatlı sandığı şekilde gözlerini süzmesi benim için bir şey ifade etmediğini anladığını düşünüyordum ama yanılmışım.

 

Arenada Eva'ya attığı kıskanç bakışları elbet fark etmiştim ama çok kısa bir andı. O an o ortamda Eva varsa başka bir kadının verdiği tepkiler dahi umurumda olmuyordu. Hatta o ortamda Eva yoksa dahi benim aklım Evadaydı.

 

Şu an ne yapıyordu acaba.

 

Kesin sinirden kudurup arkamdan iş çevirmek için o zeki beyninden türlü türlü oyunlar döndürüyordu.

 

Siktir.

 

Beni oyuna getirmeye çalışması bile hoşuma gidiyordu, o bakışlar yok muydu o bakışlar. Uğruna ölünesi kulu köle olunası bakışlar...

 

"Ateş varisi, beni duyuyor musunuz?" Diyen Erva yüzünden daldığım kan gözlerin büyüsünden çıkmak zorunda kaldım.

 

"O kız." Dedi hafif çekingen bir sesle. "Sizin seçeceğiniz türden biri değil. Belki bana düşmez ama o sizin yanınıza yakışmıyor, sizin mevkinize uygun bir karakteri olduğunu sanmıyorum, sizi herkesin içinde rezil etti resmen." Dediğinde yüzümde tek bir mimik oynamadı.

 

"Eva." Dedim o kadar söylediği şeye karşıt ifadesizce.

 

"Anlamadım?"

 

"O değil, adı Eva. Ayrıca dediğin gibi ne sana nede başkasına laf düşmez. Ben ona layık mıyım diye düşünürken sen onun benden aşağı olduğunu düşünemezsin. O kadın benim yanımda ama her zaman benden bir adım ilerde, benden önce ona saygını göstereceksin çünkü o Ateşlinin prensesi olacak kadın." Her kelimemde şokla irileşen gözlere daha fazla bakmaya gerek duymadan yanından geçip giderken arkadan dayanamıyormuş gibi çıkan sesini duydum.

 

"Ne buldunuz ki onda bu kadar?"

 

"Aradığımı bilmediğim her şeyim o benim Erva. Şansını zorlama, ona zarar verecek bir şey de yapmayı sakın aklının ucundan geçirme." Söylediğime her şeye daha da şaşkınlıkla bakıyordu çünkü bunları benden duyabileceğini düşünmüyordu.

 

"Onu koruyorsun." Diyen fısıltısı kıskançlık dolu bir hüzünle çıkmıştı. Ona dönmeden başımı hafifçe çevirip baktım.

 

"Aslında bakarsan bu uyarıyı onu korumak için yaptığım söylenemez."

 

Erva aşağılayıcı bir şekilde güldü, küçük gördüğü kişi Evaydı. Büyük bir yanlıştaydı. "Ondan korkmam mı gerekiyor. O herhangi bir insan ve bana hiçbir şey yapamaz. Benim vampir güdülerimin yanında zayıf ve güçsüz kalır. Bence bu uyarıyı ona yapmalısınız."

 

Dudağımın kenarında oluşan alaysı kıvrımla bakışlarım önüme döndü. Ona cevap verme gereği duymadan devam ettim yoluma. O şeytanın korumaya ihtiyacı yoktu, karşısındaki kişiden zerrece korku duymazdı.

Şöyle bir bakılırsa buradaki herkesin korumaya ihtiyacı vardı fakat Eva'nın yoktu. Benim birle vardı resmen!

 

O şeytanın bana bile ne yapacağı belli olmazdı Erva gelmiş ne konuşuyordu!

 

Kan lordunun yanına vardığımda yanında ki Veziri Astor'a son talimatını vermiş, huzurundan gitmek üzere olduğunu gördüm.

 

"Siz nasıl Emredersiniz Lordum." Dedikten sonra saygıyla eğilip beni gördüğünde aynı şekilde beni de selamladı. "Emrettiğiniz askerler on dakika içinde istediğiniz yerde olacak Efendim." Diyen Astor başımla onayladım.

 

Hazırlanmış olan uzun masadaki sofraya davet etti beni. Çeşit çeşit yemeklerin olduğu sofraya oturdum fakat yetmeyecektim. O şeytanın aç olduğunu biliyordum, gelmeden önce görevlilerin birisine odaya yemek bırakmalarını söylemiştim fakat Eva kim bilir neler çeviriyordur. O sinirle çıkıp odaya gitmeyeceğini adımın Arsal olduğu emindim.

 

"Viran'ın yeni şehri Esad'a saldırıda bulundular." Dedi Kan lordu. Biliyordum. Henüz kimin yaptığını bulamamıştım fakat çok sürmezdi. Şüphelendiğim birisi vardı ve ben şüphelerimde hiçbir zaman yanılmazdım.

 

"Biliyorum, bir kaç araştırma yaptım. Kim olduğunu bulduğumda karşınıza çıkartacağım." Bakışları dikkatle yüzümde oyalandı.

 

"Efendim." Dedi. Evet benden yaşça büyük ve bir ülkenin başında olabilirdi ama tüm ülkelerin birleştiği ana merkez Ateş ülkesiydi ve ben o merkezin çekirdeğiydim. "Nasıl sonuçlar elde ettiniz bilmiyorum fakat bizim şüphelendiğimiz hatta elenen elimizde o olduğuna dair deliller olan bir kişi var." Dediğinde bakışlarında ve ya duruşu kendinden emindi fakat söyleyeceği şeyi söyleyip söylememek arasında kalıyordu.

 

"Kimmiş o Kan lordu?" Dedim arada kalmış olan adamı aklımda ki ismi bana söylemesi için teşvik ederek.

 

"Kuzeniniz Ezrak Karahan." Dediğinde dişlerimi sıktım.

 

.....Eva Efnan.....

 

Etrafa bakındığımda her zaman ki olan kalabalık muhafız topluluğu yoktu çok şükür, bu ibneler kan emiyorum diye kendilerine çok güveniyordu. Şemsi buraya gelmeden önce bana vampirlerin ininin krokisini göstermişti. Kuş bakışıyla ve kimin nerede kaldığını detaylıca anlatmıştı fakat hiç dinlememiştim.

 

Kafam çok doluydu ama hiç dinlememişken bile dinlemiştim şemsiyi çünkü şu an Astor'un odasının sarayın ya da köşkün mü artık ne boksa nerede olduğunu tahminen biliyordum.

 

ilk defa gelsem de nereye gitmem gerektiğini iyi biliyordum.

 

Etrafa tekrardan kontrol bakışı attıktan sonra duvarın kenarından ayrılarak büyük koridorda sessiz adımlar atmaya başladım.

 

Arsal'ın dediğine göre güvenlik amacıyla şehrin belirdi kısımlarında kapsamlı ve etkili bir büyü altındaymış ki vampirler birbirlerini duyamasın, büyünün yetmediği yerde ise kutsal taşlar devreye giriyormuş. Haklılar çünkü bunlara güven olmazdı.

 

Duvarın üzerindeki nakış gibi olan işlemeleri renklerin uyumuyla dekore edilmiş olan saray size hem eskiyi hem de modernliği anımsatıyordu. Her ne kadar Ateşli sarayı kadar olmasa da burası da ihtişamını koruyordu

 

En ince detayına kadar düşünülmüş sanki her köşesinden buram buram emek kokusu yükseliyordu. Kızıl saçlarımı topuz yapmıştım fakat tokaya inatla tutunmak istemeyen bir kaç tutamım önüme dökülmüştü. Gözümün önüne gelen saçımı üfleyerek oradan çekmeye çalıştım ama kendileri aynı hızla tekrardan gözüme girmişti. Hırsla kulağımın arkasına sıkıştırsam da çok fazla orada duracağını sanmazdım. Ben saçımla cebelleşirken yükselen postal sesleriyle kendimi büyük kolonun arkasına attım.

 

"Komutanımm!" Diye seslendi muhafızın biri koridora doğru.

 

"İlerde olabilir. Çabuk bulalım yoksa Efendi Arsal geç kaldığımız için bizi ipe dizer." Dedi başka bir ses. Kendilerini ipe dizecek şahıs onların Kralı bile değildi! Milleti nasıl bu denli sözü geçebilirdi ki?

 

Zorba!

 

"Oğlum gelin aşağı bakalım. Nere siktirip gitti bu adam da!" Başka biri öfkeyle söylendi. Adımları yavaş yavaş yaklaşıyordu.

 

"Hayırdır Söner, nereden geliyor bu yüreğin bolluğu. Adam bir hazır ol dese paçaların ıslanıyor." İlk başta bağıran muhafızın alaysı sesine bir kaç tanesi gülmüştü.

 

"Siktir git lan!" Sesleri iyiden iyiye yaklaşıyordu.

 

"Başka yerde ürüyün ulan! Sizi mi dinleyeceğiz." Kendi aralarında bağrışan adamlara göz devirdim. Normal biri yoktu çevrede.

 

Benim olduğum kolonla aralarında neredeyse yirmi adım var, yoktu.

 

"Oğlum onu bunu boş verinde şu Eva dedikleri kız nasıl taşmış be." Evet yine bir hayranım daha.

 

"Harbi lan, bir içim su gibi." Dedi birisi içli içli.

 

"Arsal Karahan sizi sike sike şu kolona oturtur beyler bu konuşmalarınız kulağına giderse. Şeytanın kızı bir ilki gerçekleştirmiş." Nefesimi tutmuş onları dikkatle dinliyordum.

 

O ilk neydi ki?

 

"O kızın güzelliğine dayanabilecek tek bir insan evladı olacağını sanmam. Buna efendimiz de dahil." Yutkunarak daha da yaslandım olduğum yere. İkimizin adını aynı cümlede başkasının ağzından duymak çok garip hissettiriyordu.

 

Ve artık tam kolonun önündelerdi. Belki birisi bir adım atsa beni görecekti. Sakinliğimden ödün vermeden olacakları bekledim. Her ne olursa olsun kendimi kurtaracak bir yol bulurdum.

 

Ve beklediğim oldu muhafızın birinin ayağı görüş açımı girdiğinde tam olduğum yere dönüyordu ki arkadan gelen ses adımı durdu.

 

"Komutan aşağıdaymış beyler ve hepinizi bekliyor. İki dakika içinde aşağıda olmazsanız sizin için iyi şeyler olmayacağını belirtti." Koridorun diğer ucundan gelen muhafızın sesi adeta kurtarıcı gibi yardımıma koşmuştu.

 

"Çabuk olun çabuk." Apar topar yanımdan uzaklaşan asker topluluğu sayesinde sindiğim yerden ayrıldım. Etrafa bir bakış daha attıktan sonra ilerleyerek gideceğim yere daha hızlı gitmeye başladım.

 

Etrafa kolaçan bakışlar atarak ilerlemeye devam ettim. Tahmin ettiğim gibi bu tarafta kimse yoktu.

 

Kapıyı yavaşça açarak içeriye girdim. Tabi girdiğimde gördüğüm manzaraya şaşkınca bakakaldım. Tamam her türlü karşılamayı bekliyordum da Amuda kalkmış bir vezir görmeyi beklemiyordum elbet. Sırtı ve başı yatağın üstünde yaslı olup ayakları havaya kalkmış olan Astora bir kaç dakika göz kırpıştırarak baktım.

 

"Şemsi bu adamın hali ne?" Diyebildim en sonunda. Kuyruğunun üzerine doğru dikilmiş olan şemsi sırıtan bir edayla baktı bana.

 

"Sus, sus iki saattir buna gülüyorum zaten." Dediğinde cins cins baktım.

 

Ben burada gizli bir görev havasıyla ajan modunda muhafızları atlatarak odaya geliyordum. Görev arkadaşımdaki kaygıya baktı!

 

"Oğlum adamı muma çevirmişsin ne yaptın?" Dedim hayretler içinde.

 

"Ya ne bileyim ben okuduğum gibi yaptım büyüyü önce uyudu sonra uyandı sandım birden bu konuma geçti." Her işimde bir saçmalık çıkmasa şaşardım gerçekten!

 

"Şemsi ben de hiç büyü yapmadım ama yapsam da böyle olmazdı bence. Bu ne ya!" Söylenmemi umursamadı.

 

"Eva, evaa bak bak aklıma ne geldi?" Dedi heyecanla yanıma gelerek. Ona baktığımda tıs tıs gülmeye başladı.

 

"Vezir nalları dikmiş." Yaptığı espriye hunharca gülen şemsiye değişik bir varlığa bakar gibi baktım. Karşıma çıkan bir allahın kulunda akıl yoktu! Hayvanında da yoktu.

 

"Biraz daha zorlarsan sende kuyruğunu dikeceksin! Salak, sana veziri etkisiz hale getir dedim vezir parmağı yap demedim!"

 

"Bak sen öyle deyince aklıma ne geldi."

Gülmekten lafı yarım kalmıştı. "Şimdi bu böyle vezir ya. Bende bunu bayılttım. Eğer imam olsaydı imam bayıldı mı olacaktı." Diyerek daha büyük bir tıslama eşliğinde kahkahasını saldı.

 

Tüm ajanlık havamı ve gizli görev ciddiyetimi yerle bir eden şemsinin gülmekten çatlamasına baktım.

 

Yanımdaki hiç bir eleman akıl baliğine eremiyordu!

 

"Yanımıza yardımcı diye getirdiğimiz elemana bak!" Söylenerek gözlerimi vezirden çektim. Çünkü biraz daha bakarsam şemsiden daha çok gülecektim.

 

Duvarın yanına gidip etrafı yoklamaya başladım. Ben duvarları şemsi ise ahşap zemini temkinli adımlarla yokluyorduk. Etrafı inceliyor bir yandan da birinin gelip gelmediğini anlamak için sessizce kapıyı dinliyordum.

 

Tabloların arkasına çekmecelerin dolapların derken ayağımı attığım zeminden gelen sesle durdum. Kafamı çevirip şemsiye baktım. Tekrardan yavaşça ayağımı ahşap zemine vurduğunda yerden gelen o boşluk sesi içeriyi doldurdu. Eğilerek yere baktığımda ahşap zeminden farkı olmasa da dikkatli olan birinin gözüne çarpabilecek şekilde belirgin olmayan bir bölme vardı. Gözlerim Yan tarafta duran büyük komedine kayınca bu bölmenin üzerinde olduğuna yemin edebilirdim. Çünkü orada çok önemli belgeler vardı, öylece ulu orta yerde durduğunu sanmazdım. Elimi altının boşluk olduğunu düşündüğüm zemine giderken elime dolanan şemsiyle durmak zorunda kaldım.

 

"Eva sen ne yaptığını sanıyorsun!" Dedi dehşet içinde. Ona anlamaz gözlerle baktığımda daha da şaşırdı.

"Eva sen aptal bir kız değilsin. Oranın güvenlikli olduğunu anlamadığını söyleme bana?" Hala suratına alık alık bakmaya devam ettiğimde "Eva sen iyi misin? Böyle pervasızca hareket etmezsin. Bir şey mi oldu?" Yarım saat önce Arsal ile olan yakınlaşmamız aklıma gelince sıkıntıyla ofladım. Gerçekten iyi değildim!

 

"Vezirin öyle durduğuna bakma sandığından daha kurnaz ve akıllıdır. Bunu sen daha iyi bilirsin ki düşmanını hiçbir zaman hafife almaman gerekir." Haklı olmasının verdiği suçlulukla suskunca şemsiyi dinlemeye devam ettim. "Ya ses ile Ya da ten teması ile açıldığını düşünüyorum." Dedi düşünceli sesiyle.

 

"Ondan başka biri dokunursa ne olur?" Soruma karşılık göz devirdi.

 

"Sen daha burayı açamadan önce kapıdan muhafızlar gelir sonrada kendini ya darağacında bulursun şanslıysan da zindanda. Çünkü şu an yaptığımız devlet sırrını ülke belgelerini izinsiz ve habersiz almak, karıştırmak hatta onların dilinde çalmak. Ve bunun suçu çok ağır." Şemsiye hak verircesine başımı salladım.

 

"Zaten çalıyoruz ya şemsi?"

 

"Bu atmosfer sana asla yaramadı İnsan kızı!" Beni azarlamasına göz devirdim.

 

"Ne yapacağız peki?" Önce bana baktı sonrada ayaklarını havaya dikmiş şekilde uyuyan vezire. Adamı bu konuma nasıl getirdiğini sormak bile istemedim o an.

 

"Sanırım biraz kas gücü gerekecek. Çünkü vezirimizi buraya taşıyıp elini sisteme koymamız gerekiyor. Umarım ki güvenlik parmak izlerine göre uyarlanmış olsun." Kendi kendine konuşur gibi yaparken yavaşça dolandığı kolumdan aşağı inerek baktı bana.

 

"Sığır gibi adamı bana mı taşıtacaksın şemsi?" Dedim sitemle. Çatal dilini çıkararak güldüğünde somurtarak ayağa kalktım.

 

"Bir gün o çatal dilin elimde kalacak ve ben onu ya kör düğüm yapacağım ya da bağırsağına kadar ikiye ayıracağım." Söylene söylene amuda kalkmış vezirin yanına geldiğimde bir an adamın götüyle bakıştık. Üzerinde sarayın garip kıyafetleri olduğu için kıçı başı zor seçiliyordu.

 

Daha başıma ne gelebilir dedikten sonra salak gibi ayağından tutmak yerine adamın altındaki kıyafeti tutup çekiştirdiğimde ayağı yatağa devrilmiş ama altındaki pantolon gibi olan bez parçası elimde kalmıştı. Evet şu an resmen vezirin donunu sıyırmıştım! Elimdeki beze bir de vezirin yeşiller içerisindeki donuna baktığımda ağzıma gelen mideme zor hakim olarak öğürür gibi oldum. Arkadan şemsinin devasa kahkahası duyulunca gerçekten olduğum yerde tepinmek istiyordum.

 

"Allahım beni yanına al lütfen!" Benim feryat nidalarıma daha da çok güldü şemsi.

 

"Lan sarayın pavyoncu komutanı bile senin kadar çabuk don çıkarmamıştır." Tıs tıs gülmelerinin boğazında kalmasının sebebi elimdeki kıyafeti şemsinin suratına geçirmem olmuştu.

 

"Bana bak çatal dil seni ikiye büker çanağa anten yaparım! Yeter lan gülme artık!" Yüzündeki bezden kurtularak gülmeye devam etti. Onu umursamadan vezir kolundan çekiştirerek şemsinin yanına kadar sürükledim. Şemsi şaşkınca bana baktığında ne var dercesine omuz silktim.

 

"Maşallah ayı gibi adamı hiç zorlanmadan buraya getirdin." Hayran sesine gülmek istesem de yapmadım. Vezirin sağ elini alarak bölmeye yerleştirdiğimde neler olacağını bekledim. Umarım ses düzeyli değildir çünkü o zaman bu işi yapmamız daha zahmetli olurdu. Bir dakika boyunca ses gelmedi tam ikinci dakikaya girdiğinde minik bir tık sesiyle ahşap zeminin üzerine doğru bir kol çıktı. Şemsiye baktığımda onaylayan gözlerle devam etmemi işaret etti. Vezirin eliyle işimiz bitince sanki vebalıymış gibi diğer tarafa attım.

 

Kolu tutup kendime doğru çektiğimde altından kasa çıktı. Üzerinde sayılar olan kasayı görünce kaşlarım istemsizce çatıldı.

 

"Buyur burdan yak! Nasıl bulacağız şimdi bunun şifresini?" Diye homurdandım.

 

Kasanın üzerinde doldurulması gereken dört boşluk vardı. Şemsi bilmiyorum der gibi bir yüz ifadesiyle baktı bana.

 

"Ne koyabilir sence?"

 

"Ben nereden bilebilirim? Müneccime mi benziyorum oradan bakınca." Ters ters baktım.

 

"Şemsi kaç yıldır burada değil misin sen. Az çok tanımışsındır milleti. Tahmin et bari."

 

"Oğlum ben burada mı yaşıyorum sanki."

 

"Senin dünyan sonuç olarak ben mi bileyim sen dururken!" Dedim sinirle.

 

"Ulan benim dünyam diye tüm eyaletin şifresini bilmek sorunda mıyım?" haklıydı kalleş sürüngen .

 

"Yaparsın sen." Dedim umutla. Düşünür gibi yaptı. Bir süre öylece bekledik fakat zamanımız yoktu!

 

"Şemsi!"

 

"Bir bekle kızım ya." Dedi sakince. Sonrada bir şey hatırlamış gibi elips gözlerini irileştirdi. "Benim buraya geldiğim yıl. Savaştan bir yıl sonraydı... o savaşta vezirin karısı ve bir oğlu öldü... karısını bilmem ama oğlunu çok severdi."

 

"Oğlunun doğum yılını mı koydu diyorsun yani?" Dedim.

 

"Aslında öyle bir şey değil bence. Sadece oğlunun değildir." Her zaman ki şemsiden daha olgun bir yılan vardı sanki karşımda.

 

"Nasıl bir şey?" Dedim.

 

"Çocuğu çok küçük karısı da çok gençti."

 

"Yani?" Dedim bundan ne çıkarmam gerektiğini çözmeye çalışarak. Sonra elipslerine baktığım yılanın anlamamı istediği şey anlık yanıp söndü kafamın üstünde.

 

"İkisinin de öldüğünde olan yaşlarıı!" Dedim irileşen gözlerle. Tam da o dediğinden der gibi kafasını salladı.

 

"Yaşlarını biliyor musun. Lütfen biliyorum de." Dedim artık bıkkınca.

 

"Karısı otuz sekiz, oğlu da on bir yaşında olması lazım."

 

"Çok gençlermiş..."

 

"Savaşlar genç yaşlı, çocuk yetişkin demez Eva. Bu savaş düzeni asırlardan beridir var ve asırlardır ölenler ve arkasında ağıtlar yakarak kalanların haddi hesabı yok."

 

O an geldiğim yerinde buradan farkının olmadığını anladım. Orada kundaktaki bebeği dâhi öldürmeye muhtaç kansızlar vardı. Hiç suçu olmayan masumları zorbalayan. Sadece orada doğup büyüdüğü için bile öldürülen insanlar vardı. Anlaşılan adaletin tam sağlandığı bir ülke yoktu.

 

Kasada rakamları bir bir tuşlamaya başladım. Son rakamı yazacakken kapının çalmasıyla şemsi korkuyla yerinden sıçradı. Ses çıkarmasın diye aceleyle elimi ağzına kapattığımda kapı tekrardan çalındı. Şemsiyle birbirimize bakarken bu kadar rahat olmama ters ters baktı. Elimi ağzından çektim.

 

"Vezirim destur var mı?" Arkadan gelen muhafızın sesiyle yan tarafa çuval gibi fırlattığım adam sergi misali yere serilmiş şekilde yatıyordu.

 

Bir bu eksikti zaten.

 

"Vezir efendi?" Dedi tekrardan.

 

"Şimdi boku sağlam yedik." Dedi şemsi fısıldayarak. Benim gözlerim ise birazdan açılacak olan kapıdaydı.

 

"Astor Vezirim içeriye giriyorum." Dedi tekrardan adam sorar gibi. Gel amın oğlu gel!

 

Şemsiyle yerimizden kıpırdamadan sadece kapıya kilitlenmiş şekilde bakıyorduk.

 

"Haklısın şemsoş. Bu sefer naneyi yedik..."

 

.... 

 

Gözlerini varla yok arası zorla araladı Akın. Kulağının yanında dit dit diye öten kalp ritimlerinin sesi o anlığına da olsa başını ağrıtmış gibi yüzünü buruşturdu.

 

Yerinden doğrulduğunda üstünde olan hastane kıyafetlerine bakarken algıları kapalı ve neden burada olduğunu bilmiyordu.

 

Saniyelik sürdü bu.

 

Çok değil bir kaç salise içinde her şey gözlerinin önünden film şeridi geçmeye başladığında yerinden öyle bir sıçrarcasına doğruldu ki dikişleri bu ani refleksle ona inanılmaz bir sızı verdi. Etrafına bakındı.

 

Burası hastane odasıydı lakin sarayda olduğunu biliyordu.

 

Lanet olsun onun yüzünden her şey mahvolmuşu.

 

"Nar." Döküldü anlık dudaklarından. O kısacık saniyelerde çoğunluğu kurtarsa da içeride Nar ile kilitli kalmıştı ve eski çarşının ruhlarına ulaşacak büyüyü yapamamıştı.

 

Elyesa, Eva, Mavi, Arsal hepsi gözünün önünde bir bir geçerken telaşla ayaklandı.

 

Vücudunun her santimini bıçaklarla kesiyorlarmış gibi sızlıyor adım atmaya çalıştığında dikişleri onu zorluyordu. Vaz geçmedi. Kendisini zorlayarak odadan aceleyle çıkmaya çalıştı lakin beyaz hastane kıyafetine bulaşan kanı görünce bir küfür savurdu. Dikişi patlamıştı ama bu da umurunda olmadı. Herkes iyi miydi? Birisine bir şey olmuş muydu? Elyesa iyi miydi? Eva iyi miydi? Mavi ve Arsal zamanında yetişip Salvorun elinden onları kurtarmış mıydı? Aklında dönen binlerce senaryo ve binlerce kötü ihtimalle kapıyı aralayıp sarayın revir bölümünde ki Mavi'nin odasına yönlendi. Hızlı adımlarla atmaya çalışıyordu lakin çok zordu. Her adımında canının hepsi ağrıyan o noktasında toplanmış gibi ona acı veriyordu fakat o bunu umursamadı. Alışkındı. Daha önce de yaralanmış hatta daha kötülerini görmüştü. Dayanamayacağı bir şey değildi ama içine ilmek ilmek işlenen suçluluk ve korku acısına acı katıyordu. Benim yüzümden birisine bir şey oldu mu?

 

İşte bu düşünce tüm acılarına katman katman sızı ekliyordu.

 

Mavi'nin kapısının önüne geldiğinde Mavi içeride yoktu, iki tane hemşire vardı. Kapı hafif aralıktı ve iki kadının da yüzünden düşen bin parçaydı.

 

"Akın beyin sorumunu verdin mi Eji?" Dediğinde Eji kafasını olumluca sallarken bir yandan da elindeki eldiveni çıkartıp çöpe atıyordu. Yerine temiz bir eldiven giyip ilaçların yanına ilerledi.

 

"Onun durumu iyi. Bana kalırsa bu günlü yarınlı uyanır. Nar da öyle fakat Elyesa hanım için pek öyle düşünmüyorum." Dediği an Akının soluğunu bir hançer saplandı. "Salvor köpeğinin ona sapladığı hançer zehirliymiş Bej. Kaç gündür yoğun bakımda canıyla cebelleşiyor. Durumu ne iyiye gidiyor ne kötüye. Daha doğrusu Mavi hekimime bunu söyleyecek cesaretim yok ama o panzehir olmadıkça Elyesa hanımın durumu iyiye gitmeyecek gibi görünüyor."

 

Öylece olduğu yerde dona kaldı. Ne içeriye girip siz ne anlatıyorsunuz böyle diyebildi ne de hareket edebildi. Öylece dona kaldı. Dikişlerinden sızan kan daha da üstündeki kıyafete bulaştığında kızlar konuşmaya devam etti.

 

"Prensimiz o panzehri getirecek Bejya. Ona şüphem yok. Elyesa hanımı bir şekilde hayatta tutacak çünkü Efendi Arsal ona çok kıymet veriyor. Elyesa onların gizli gözdesi. Onların yanında bir kız çocuğu gibi gözleri parlıyor ama..." Dedi Eji devamını getiremeyerek.

 

"Kız çocuğu gibi parlayan gözlerine hiçbir zaman ona ait olan bir çocuk bakamayacak. " Akın duydukları ile dona kalırken Bej devam etti. "O kansız it ondan bunu hiç acımadan aldı, kasıklarına saplanan bıçak Elyesa Hanımın tüm annelik ihtimalini sıfıra indiriyor." Dediğinde Akın'ın nutku kurudu. Eki acıyla kalbini bulduğunda arkadan yaklaşan kişiyi dahi duymamıştı vicdanının olan acı baskısından.

 

"Eğer kurtulursa buna pek üzülmez diye düşünüyorum. Elyesa Hanım örnek aldığım bir kadın ve işini ailenin önüne koyuyor her zaman önceliği işinden yana. Onu evli ve çocuklu hayal edemiyorum biliyor musun. Bence çok takılmaz buna."

 

Oysa Elyesanın kalbinde büyüttüğü, en derinlerinde sakladığı hisleri bir gün hep anne olmaktan yanaydı.

 

Bunu uzaktan bakan kimse Elyesa da göremezdi fakat beraber büyüdüğü kızın hayalini elinden almıştı, bir kere daha sarsıldı bu gerçekle.

 

"Akın?" Dedi Mavi üçüncü kez. Öyle çok dalmıştı ki girdiği düşüncelere, ne kanayan dikişlerini görmüş ne de Mavinin sesini duymuştu.

 

Algıları duyduklarını sindirmek adına bir kaç dakikalığına dışa kapanmış gibi öylece kala kaldı.

 

"Akın." Diyen Mavi'nin sesi hüzünle karışık bir mutluluk barındırıyordu. Onun uyandığına mutluydu ta ki gözleri karnında ki patlamış olan dikişleri yüzünden sızan kanı bulana kadar. "Ulan neden kalktın sen?" Diyerek hızla yanına gelip koluna girecekken Akın bocalamış şekilde ona döndü.

 

"Elya..." diyebildi. Gerisi gelmedi. Getiremedi.

 

"İyi olacaksın Akın. İyi olacak o kardeşim." Dedi Mavi yorgun gözlerine rağmen ona teselli vermeye çalışarak. O bir hekimdi ve profesyonel olmalıydı. O profesyonellik ise bıçağının altına yatan canından çok sevdiğin insanlar olduğunda titremeye eli titriyor, dolmayan gözleri doluyordu. Her can onun elleri arasında ve onu kurtarmak için canla başla çalışır soğuk kalınlığını korurdu lakin silah tutmuş nasırlı eline verilen neşter bile titriyordu konu sevdiği olunca.

 

"Kız çocuğuna götür beni Semdar. Onu görmek istiyorum." Dedi acı içinde ki sesi ile.

 

İki adamda eli kalbinde dit dit atan makineye bağlı olan kalbin her atışına binlerce kez şükür etti.

 

Akın odaya adımını attığı an koyu kahve gözleri saklamış olan şişmiş göz kapaklarını çevreleyen sık kirpiklere baktı. Yüzü solgun ve teni benzi atmıştı.

 

Mavi içeride girmiş yorgun ve acı içinde olan gözlerle yatan kadına bakarken Akın'ın adım atmaya dahi cesareti yoktu. Elyesaya bakan gözleri hızla yere düştüğünde derince yutkundu.

 

Yüzü yoktu.

 

Kendisinin yüzünden canıyla mücadele eden kıza bakmaya yüzü yoktu.

 

Bir adım attı yanına doğru gitmek için. Her adımında vicdanı onu daha da gerilemesi için köşeye sıkıştırdı.

 

Kardeşim dediği kızın en büyük hayalini elinden almıştı. Baş ucuna vardığı kızın yüzüne bakamadı. Elyesa'nın yüzüne bakamadı, kardeşim dediği kızın yüzüne bakamadı...

 

"Ne yaptılar ona?" Akın Barlas'ın sarsılmaz sesi vicdanının ona vurduğu her darbede daha da titredi.

 

"Kasığından yaralandı, kaç saattir ameliyattaydı ve yaralandığı hançer zehirliymiş Akın..." yutkundu Mavi.

 

Kafayı yemek üzereydi. Nasıl olabilirdi! Nasıl böyle bir hataya düşerdi, madem başarısız oldu neden ölmemişti. Bakışları Mavi'nin yorgun ve bitkin yüzünde dolaştı. Uykusuzluktan morarmış olan göz çevresi ve gözlerinde belirginleşen kanlı damarlara baktı. Karşısındaki adamın saatlerce onların kurtulması için ter döktüğüne emindi.

 

"Nar iyi mi? Eva ve Arsal'a bir şey oldu mu?"

 

"Nar'ın durumu iyiye gidiyor merak etme. O da uyanır bu günlü yarınlı. Arsal ve Eva'ya gelecek olursak Viran Eyaletine gittiler." Dolaptan çıkardığı ilaçları alıp Elyesa'nın baş ucuna geldi. Serumuna kattığı ilaçlar onun direncini biraz daha arttırdı ama nereye kadar bilmiyordu. Tek istediği bir an önce Eva'nın panzehri yapıp Elyesaya ulaştırabilmesiydi. Ulaştıracaktı da.

 

Ne ara olmuştu nasıl olmuştu bilmiyordu fakat Eva'nın verdiği sözü yerine getireceğini biliyordu.

 

Bunun garantisini ona kimse vermemişti fakat Mavi Eva'ya inanıyordu. Elyesa iyi olacaktı.

 

Hayali kalbinde gömülü kalacaktı belki hayatı boyunca fakat yine de iyileşecekti.

 

Açılmış yarasına saplanan ani acı ile dişlerini sıktı Akın. Gözlerini zorlukla kızın yüzüne çıkardı. "Özür dilerim." Dedi kısık bir sesle. "Sen beni affetme ama ben çok özür dilerim Kız çocuğu." Gözünden bir damla yaş süzüldü.

 

"Beni bağışlama ama benden de nefret etme."

 

●Bölüm sonu●

 

Kusura bakmayın canımın içleri. Bu günlük sizlere iki bölüm attım. Diğer bölüm geciktirmemeye çalışacağım zaten iki saattir diğer bölümü atmaya uğraştım Wattpar bağlantı olduğu halde bağlantı yok diyor ve VPN de açık. Deli oldum. O kadar acele ettim ki yetiştirmek için en sevdiğin şey olan bölüm isimlerini bile koyamadım.

 

Sizlerden tekrar tekrar özür diliyorum. Umarım bölümleri beğenirsiniz.

 

Müsait olduğum anda tekrardan iki bölümüde gözden geçirip hatalarımı düzelterek isimlerini koyacağım.

 

Değişiklik yaparım fakat yazım yanlışlarını düzeltip bir kaç kelimeyi düzeltmekten ibaret olur.

 

Hepinizden tekrar tekrar özür diler ve Bayramınızı kutlarım.

 

Hepinizi çok seviyorum. Hayırlı bayramlar canlarım.

 

Diğer bölüme kadar sağlıcakla kalın.

 

Yorum ve oylamayı unutmayın.

 

🦋🤍🦋

 

 

Bölüm : 06.06.2025 23:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...