
..
Merhaba aşklarım ben geldim🥳
Geldim de baya zorlukla geldim bu wattpat bana sürekli zorluk çıkartıyor.
Nasılsınız?😇
İyi misiniz?🥰
Umarım iyisinizdir.
Bu arada bölüm baya aceleye geldi yazım yanlışları olursa işaretleyip bana söylerseniz sevinirim yorumlarda.
Neyse çok uzatmayacağım. 💘
Çokça kalp❤️🩷
Keyifli okumalar.
...
Şeytan her daim inkar ettiği ama her seferinde saklanmış olduğu köşesinden usulca ayaklandı.
Gün onun günü zafer onun zaferiydi en nihayetinde.
Bakışları duvarın dibine sinmiş, yanaklarından sicim gibi dökülen yaşlarla çaresizlik içinde oturan kadına dokundu.
Aylar olmuştu.
Ne kızından, ne kocasından ne de kardeşinden haber alamamıştı Senem Efnan.
Bunun acısıyla bir damla daha döküldü gözlerinden.
Günler haftalara dönmüş, haftalar ayları bulmuştu ama Senem elinden hiçbir şey gelmeden zamanın geçmesi dışında hiçbir şey yapamamıştı.
Zaman geçiyor onun çaresizliği daha da artıyordu.
Toprak orada esir kalmış Eva ise Ateşli ülkesine sürgün edilmişti.
Biricik kızı Arsal Karahan'ın vicdanına kalmıştı.
Canı kadar sevdiği kardeşi düşman ülkesine esir düşmüştü.
Bunları biliyordu ama en acısı sevdiği adamın nerede olduğunu bilmiyordu!
Aylar önce onlara ait olan evde tek başına gözlerini açmış ve hiç birinden haber alamadan onları kurtarmak için her yolu denemişti. Fakat olmuyordu! Tüm yolları kapatmışlardı, sanki göklerden bir el onu sürekli kontrol ediyor ve gideceği tüm yollara taş koyuyor tüm çözümlerini baltalıyordu.
Samet olsaydı böyle olmazdı. Samet her zaman bir çözümünü bulurdu. Samet Efnan kıvrak zekasıyla büyünün hüküm sürdüğü ülkede hayatta kalmayı başarmıştı. Ama kendisi...
Acı çekiyordu ve çektiği acı ona sürekli hata yaptırıyordu. Aslında kendisi de zeki bir kadındı fakat bir anda yalnız kalıp tüm sevdikleri yanından gidince mantıklı düşünemiyor çözüm yolu üretmekte zorlanıyordu.
Onlara gelebilecek zararı düşündükçe delirecek gibi oluyordu.
Toprak'ı belki annesi kurtarmıştır diye umdu fakat çok zordu. İnattı kardeşi ve buna müsaade etmeyeceğini adı gibi biliyordu.
Eva...
İstemsizce hıçkırdı.
Samet'in nerede olduğunu bilmiyordu. Kızına ulaşamıyordu, kardeşi esirdi ve tüm güçleri elinden çekilip alınmıştı.
Geriye tek bir çaresi kalmıştı.
Günlerdir aklının içinde dönüp duran ama mantığının asla olmaz dediği şeyi yapacaktı.
Benes Kırcalı'dan yardım isteyecekti.
Annesinden.
Bunca yıl kaçtığı, izini kaybettirdiğini sandığı annesinden.
Belki büyük bir hata olacaktı ama böylede duramazdı.
Böylece beklenemezdi...
...
Bir kaç saniye daha bekleyen muhafız kapının koluna baskı uygulandığında kapı açılmaya başladı. Umursamazca bizi görüp zindana götüreceği anı beklerken şemsi salağı sürünerek saklanmak yerine olduğu gibi donup kalmıştı yanımda.
Kapı tamamen açılacakken arkadan gelen öğürme sesiyle durdu.
"Yardığğm öğğ-" İlgenin zor çıkan sesiyle birlikte gelen kusma sesi aynı anda duyulduğunda kapıyı açmaya çalışan
adamın odağı ona kaydı.
"Hanımefendi iyi misiniz?" Bir öğürme sesi daha geldiğinde yüzümü buruşturdum. Sanırım sandığımdan daha kötü durumdaydı aşçı kız
"Beni tuvalete taşır mısın? Biraz hava almak için çıkmıştım ama daha da kötüleştim, lütfen yardım et."
"Tabi ki de ederim, sizi kucağıma almamda bir problem var mı?" Adamın sorduğu soruyla ilge bir kere daha öğürdü. Muhafızın midesi bulanmış olacak ki "Yürümek isterseniz saygı duyarım." Saygı duyduğundan değil de üstüne kusacağından korktuğu için bunu söylemişti bence.
İlge'nin çatılan kaşlarını hayal
edebiliyordum.
"Kibarlık yaptığınızı mı sanıyorsunuz?" Diyen sesi kustuğu için hırıltılıydı "Beni taşıyın yürüyecek halim yok görmüyor musunuz?"
"Üstüme kurarsanız sizi yere atmak durumunda kalacağım Bayan-" Burada durduğunda İlge'nin sinirli sesini duydum
"Birincisi beni yere fırlatacak kadar kaba olmadığınızı düşünüyorum, ikincisi adım İlge üçüncüsü ise bayan değil kadın!"
"Üstüme kusacak olursanız sizi yere atarım bayan değil kadın ilge." Şemsiyle birbirimize boş boş baktıktan sonra onların uzaklaşma sesinin hemen ardında şemsi derin bir nefes verdi. "Yemin ediyorum kalpten gideceğim bir gün." Ona cevap
vermeden önümdeki kasaya baktım.
"Belgelerin eksik olduğunu fark eder bu puşt. Ne yapacağız?"
"Aktarma yapılmalı. Sen şunu yatağın üzerine bırak ben aktarmayı yapacağım." Vezire iğrenir bakışalar atarak ayağa kalktım. Şemsi bir kaç boş kağıdı yanına çekerek bir şeyler fısıldamaya başladı. O aktarma yaparken bende yeşil donlu veziri ayaklarından çekiştirerek yatağa yatırdım.
"Nerede lan bunun pantolonu?" Şemsi namazda olmasına rağmen ALLAHUEKBER diyerek sorumuza cevap veren anneler gibi hem bir şeyler fısıldıyor hem de yan tarafında duran pantolonu başıyla işaret ediyordu.
"Anasını satayım bir vezire don
giydirmediğimiz kalmıştı." Söylenerek giydirdiğim veziri insani konumda yatırarak şemsiye baktım.
"Şemsi çabuk ol!" Ters ters baksa da sessiz konuşmasını devam ettirdi. Nihayet bittiğinde önündeki boş olan kağıtlarda yazılar yazıyordu, zamanınız azdı. Belgeleri sonrada karıştırabilirdim.
"Sen çık ben birazdan gelirim." Başımı sallayarak vezirin odasından çıktım. Etrafa bakındım biri var mı diye. Temizdi.
İlge da görünmüyordu ortalıkta.
"Şemsi ben odaya gidiyorum, beş dakikaya yanımda ol."
"Emredersiniz hanımım nasıl olsa ayakçınızım sizin!" Diye söylenişini
sallamadım.
Hızlı adımlarla geldiğim yeri döndüğümde derim bir nefes vermedim, zaten rahattım amına koyayım. O adam odaya girse yine panik yapmazdım fakat bir yolunu bulurdum. Eski Eva olsa yine korkmazdı fakat kendini kurtarmak adına bir şey de yapmazdı.
Çünkü korkusuzluk ona hiçbir şey olmayacağını zannetmesine sebep olan saçma bir ego yaratmıştı. Bu egoyu kendi içimde yenmek ve korku duygusunun insanda küçük görülmesine sebep olan bir şey olmadığını anlamak kolay olmamıştı.
Korku insanı harekete geçirir kendisini savunmasında baş rol oynardı.
Kendimi savunmayı öğrenmiştim ama
nerede savunmanız gerektiğini bilmemek en büyük acizlikten biriydi.
Büyükçe bir heykelin yanından geçerken aniden bileğimi kavramak üzere bana yaklaşan eli saniyeler öncesinden hisseden güdülerimle kendimi geriye çekip bana uzanan eli bileğinden kavrayarak heykelin keskin taşına geçirecektim ki karşımdaki kişi benden daha hızlı olduğu içim ben bunu yapamadan kendisini korudu ve bu sefer beni kolumdan kavrayarak heykelin arkadaşında kalan boşluğa çekti.
Hareketleri öyle hızlıydı ki kim olduğunu bile göremiyorum! Sırtım sert bir şekilde duvara çakıldığında öfkeyle belimdeki gümüş bıçağı karşımdaki kişiye doğru doğrulttuğumda gördüğüm sima ile durdum.
"Bir kere daha o şeyi bana saplarsan çok fena bozuşuruz baş belası, mirket." Yelzar öfkeyle elimdeki gümüş bıçağa bakarken öfkem ondan aşağı değildi.
"Ne yapmaya çalışıyorsun kan emici? Ateş prensinin sevgilisini duvar köşelerinde sıkıştırdığını görürlerse hakkında ne düşünürler sence?" Kaşları çatıldı.
"Benim çöplüğümde beni tehdit etmeyi deneme bile küçük böcek, burada ne halt ediyorsun?" Alayla duvara yasladım sırtımı.
"Sevgilimle emecenlere tatile geleyim dedim, fena mı etmişim?"
"Eva!"
"Ne Eva?"
"Dalga geçmeyi bırak, burada ne arıyorsun?" Dedi bundan hiç hoşlanmamış gibi.
"Vallahi bende bilmiyorum Yel, ama sen biliyorsundur. Nasıl olsa beni burası için yetiştiriyordunuz ya çok sevgili arkadaşınla. Bide soruyor musun?" Öfkeli bir nefes soludu.
"Ne yaptığının farkında bile değilsin. Bak bir şeyler çeviriyorsun, Arsal belki farkında değil ama kalıbımı basarım ki boka batacağını bile bile bir halt yiyorsun ve buna izin vermeyeceğim." Güldüm.
"Beni tanımayan birisi bir şey çevirdiğimi anlayamaz Yelzar. Ve sen az önce beni tanımadığını hatta sürgün edilmiş bir sürtük olduğumu onayladın." Dediğim an yutkundu. Dudakları aralandı bir şey
söylemek ister gibi ama tek bir kelime bile edemedi. En sonunda konuşabildiğinde "Tanıyorum seni, bir şeylerin peşindesin ve yapmana izin veremem."
"Öyle mi?" Diyen sesim tamamen ona karşı kullandığım o samimi sesimden çok uzaktı "Ne yapabilirsin? Ya da beni nasıl durduracaksın?" Dişlerini sıktı.
"Lanet olsun kendine zarar vereceksin." Dediğinde ona öyle bir baktım ki gözleri acı ile yoğruldu. "Bana böyle bakma." Sesi kısık ve yalvarır gibiydi ama farkında olduğunu sanmazdım.
"Nasıl?" Dedim nasıl baktığımı bile bile.
"Bir canavara bakar gibi..." Ona hayal kırıklığıyla bakmayı kendime yediremediğim için böyle bakıyordum.
Çünkü Eva Efnan bir tek sevdiklerine kırılırdı...
En çok da sevdiklerine.
Toprak'a, annesine, babasına...
Bir kaç yıllığına da olsa hayatına gitmiş ve Toprak ile birlikte hiç kimsenin arkadaşlık etmediği hep bir kaç adım uzağında durduğu kıza da arkadaşlık eden Yelzar'a
Hepsine çok dargındı içimde ki küçük kız...
"Değil misin?" Dedim acımanın emaresi olmayan sesimle. "Canavar olmasaydınız İlgeyi o hale getirir miydiniz?" Durup düşünür gibi yaptım. "Meraktan soruyorum sadece, her kan görüşünde yanımızdan kaçıyordun ya hani? Bana zarar vermeyip kaç tane insanın canına kıydın?" Başını iki
tarafa salladı hızla bana bir şeyler anlatmak ister gibi aceleciydi.
"Kimseye zarar vermedim Eva, yemin ederim." Sesinde ki acı içime öyle bir oturdu ki dişlerimi sıktım sadece. Tek bir mimiğim bile oynamadı. "Kendimden başka kimseye zararım olmadı..." konuşmadım, baktım. Sadece baktım.
"Bana ifadesiz gözlerle bakma Eva, perdelerini bana çekme. Yabancı değilim sana ben."
"Tüm ailem bana yabancı vampir, en çok da sen." Elimdeki hançeri ona doğrulttuğum da refleks olarak geri çekildi.
"Senden yardım istemeyeceğim. Kuyruğunu kıstırıp bana, bir şeyler yapma diye yalvarmana gerek yok. Ne yaparsam
kendime yapacağım, soran olursa zaten ne sen beni tanıyorsun ne de ben seni. Sana her halükarda bir şey olmayacak." Ona sırtımı dönüp gittiğimde tek söyleyebildiği şey "Kendim için mi korktuğumu sanıyorsun." Olmuştu ama onu duyumsamazlıktan gelerek bize verdikleri odaya doğru hızla ilerledim. Odaya geldiğimde kapıyı kapatır kapatmaz tuvalete koştum, kendimi içeriye attığım gibi çöp kovasını yanıma çekip başımı eğerek içim de ne var ne yok hepsini boşalttım.
Evet yine bir kusma seansına hoş geldiniz.
Yemek yemediğim için mide öz suyumu çıkarmaktan başka bir şey yapamamıştım.
Odaya beti benzim atmış bir sıfatla girdiğimde şemsi çoktan gelmişti.
Işınlanıyordu sanırım.
"Vezirin donundan sonra ben olsam ben de kusardım." Dediğinde ona göz devirerek adımlarımı yatağa yöneltecektim ki durdum.
Arsal'a gelen sandığa bakarken hafifçe sırıttım.
Masanın üstünde duran sandığa kayan gözlerimi takip eden şemsinin olmayan kaşları çatıldı.
"Aklından bile geçirme." Daha konuşmamıştım bile.
"Ne olduğunu bilmiyorsun bile. Açarsak öğreniriz."
"Bu sandık Efendimiz Arsal'a baş belası kuzeninin gönderdiği sandıklara benziyor. Açayım deme sakın." Dediğinde beni daha da meraklandırıyordu. Bir şeyi yapma
dediklerinde daha çok yapasım geliyordu.
"Kimmiş ki bu Ezrak gönderdiği sandığı sadece Arsal açabiliyor?"
"Ezrak Karahan ailesinin yüz karası olarak adlandırılan baş belası biridir. En çok belayı başına, başından da Arsal Efendimizin başına sarar."
"Sonuç olarak sandığa bakabilir miyiz?"
"Eva o sandığı bu zaman kadar veliahttan başka açan olmadı. İçinde ne olduğunu bilmiyorum, açmamak bence daha iyi bir seçenek." Dediğinde sandığın yanına çoktan varmıştım bile.
"Ben diğer seçeneği kullanmayı seçiyorum." Elim kapağa gittiğinde ilk önce açılmadı fakat minik bir çıkıntıya elim
çarptığı an tık sesiyle açıldı. Şemsi her ne kadar açma dese de heyecanla yanımda belirmişti bile.
Ahşap kapağı kaldırdığım an göz göze geldiğim şeyle dona kaldım.
Yuh!
"Lan bu ne?" Diyen şemsinin şaşkın sesine öyle çok katılıyorum ki.
Bu ne!
Gözlerimi kırpıştırıp gerçekliğini sorguladığım şeye bakarken şemsi benim kadar şaşkındı.
"Oğlum bu-" Dedi öğürür gibi "Bu ne lan!" Şaşkınlığına hak veriyordum zira bende böyle bir şey çıkacağını tahmin etmezdim.
"Şah İsmail'in kargosu." Dedim sandığın içine bakarken, daha fazla dayanamayarak öğürdüm.
Sandığın içinde resmen allı pullu tabağın içine oturtulmuş tap taze bir bok vardı!
Rezalet kokuyordu!
"Şah İsmail kim be?"
"Şu an konu şah İsmail mi sence şemsi? Manyağın birisi sandığın içine özenle bok yatırıp göndermiş!" Dedim dehşet içinde. "Hem de tabağın içinde lan."
"Oğlum Arsal Karahan'a bunu göndermeye nasıl cüret edebilir." Dedi şemsi şok içinde. Bir kere daha öğürdüm.
"Üstüne bir de not dikilmiş ona baksana- öğkkkğ." Harbi midem bulanmıştı. Ayrıca bokun içinde cidden not vardı.
Bu Ezrak dedikleri adam manyak mıydı!
Şemsi "Yiyeceğim yeni bokların şerefine kuzen, sevgilerle Ezrak Karahan." Yazısını okurken ben burnumu tutuyordum.
"O mu sıçıp yollamış! Manyak mı bu herif."
"Yok kız bu dağ gergedanı boku nerede görsem tanırım." Diyen Şemsiye ters ters baktım
"Patentini mi aldın şemsi nereden tanıyacaksın!" Bir kere daha öğürdüğümde midesi bulanmış gibi baktı.
"Bir kere daha öğürürsen seni şu camdan aşağı atarım, yeni doğmuş süt danası gibi öğür öğür içim kıyıldı yeter be!" Dediğinde ters ters baktım
"Bok var şemsi bilmem farkında mısın!"
"Kör değilim."
"İyi ki kendisi sıçıp yollamamış!"
"Yapsa şaşırmam çünkü o manyaktan her şey beklerim." Derken bir anda duraksayıp kulak kesildi. "Eva birileri geliyor benim saklanmam lazım." Diyerek öyle hızlı akıp gitti ki arkasından şaşkınca baktım.
"Yılan mısın, yarasa mısın, ışınlanıyor musun yoksa vampir misin anlamadım ne biçim hayvansın." Diye söylenirken hızla sandığı kapattım. Fuhuş operasyonuna girer gibi aniden kapı açıldığında içeriye
giren Akzer'e boş boş baktım.
Bakışları ben ve sandık üzerinde gezindi.
"Açmadın mı sevgili sevgilinin sandığını." Kurduğun cümleye sıçayım.
"Açmadım sevgili sevgilimin sandığını." Dedim iğneleyici şekilde. "Hayırdır?"
"Ne demek hayırdır benim yaşam alanım buralar hep."
"Ateş varisinin sevgilisi odasın da Yalnızken destursuz girdin?" Sırıttı. Akzer'in laubali tavırları beni sinir etmişti tanıştığımızdan belli. Ve ben sinir olduğun insanlara pek de melek olduğum söylenemezdi.
"Çok heyecanlı değil mi? Her an baş başa
basılacakmışız gibi " dediğinde ofladım. Boş muhabbete tahammülüm yoktu. Adımlarımı tekli koltuğa yöneltip kenarına kalçamı yasladım.
"Sadede gel Vampir bozuntusu. Sana harcayacak boş vaktim yok benim. Neden buradasın?" Dediğim yüzünde ki laubali ifade anlık duruma uğradı.
"Zeki bir kızsın Eva." Bu sefer Ses tonunda alay veyahut ciddiyetsizlik yoktu. "Güzel, zeki, seksi ve korkusuz." O bana bunları söylerken ifadesizce onu izlemekten başka hiçbir şey yapmıyordum.
"Hala laf kalabalığı yapıyorsun Akzer," Bakışları hayran bir hal aldığında beni baştan aşağı süzdü. Ruh hastalarını bulma bulundurma ve barındırma kurumu olmuştum amına koyayım! Nerede kafadan
çatlak beni buluyordu.
"Ataların buna da çok güzel bir söz söylemiş ya Evacım. Hacı hacıyı Mekke'de deli deliyi Dakka'da diye." Hasbin Allah iç ses gerçekten!
"Senden bir şey yapmanı isteyeceğim." Dedi.
"Karşılığında ne alacağım?"
Dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı. "Demek ne yapacağın değil karşılığında ne alacağın önemli?" Dedi bundan hoşlandığını belli eden bir sesle. "Ne istediğini bilen kadınları severim."
Güldüm ama samimiyetle alakası yoktu. "Bende kendini bilen insanları severim Akzer, haddini yerini bilmezleri değil."
"Az önce söylediğin şey karşılığını aldıktan sonra ne dersem yapacağın anlamına gelmiyor muydu?"
"Hayır, bana kendi kafanda nasıl bir fiyat biçtiysen öğrenip iki katını yüzüne çarpmak içindi. Senin söylediğin hiçbir şeyi yapacak değilim." Söylediklerimle bir kere daha şaşkınca baktı.
"İşine gelecek bir anlaşma olabilir ve ikimizde karlı çıkabiliriz Eva." Boş bakışlarım yüzünde sürdürmeye devam ettim.
Evet onunla varacağım bir anlaşma hem benim için hem de onun için karlı olabilirdi. Gözlemlediğim kadarıyla Akzer kardeşleri gibi değildi. Hareketleri ve konuşma biçimleri birbirleriyle uyuşsa da iç sezilerim
Akzer'in paragrafın akışını bozan cümle olduğunu fısıldıyordu. Fazla başı dik ve hırslıyı. Kendisine güveniyor ve ne yaptığını çok iyi biliyordu, adımını ve konuşmalarını ona göre atıyordu. Bana nasıl bir teklifle geldiğini bilmiyordum fakat Arsal'ın yanın bana karşı olan hareketleri bile kontrollüydü. Akzer vampir hislerinin onu yönlendirmesine izin veriyordu, bir insanı bir kaç saatte böyle tanımak belki mümkün değildi ama insanları analiz etmekte iyiydim ve karşımda Yelzar gibi bir örnek vardı. O kendisini tamamen Vampir iç güdülerine bırakmıyordu, Yelzar içinde ki insan tarafa izin veriyordu fakat Akzer tamamen bir Vampir gibi davranıyordu.
Evet, Arsal'dan intikam alacaktım. Sözlerimin hiç birisini yabana atacak değildim çünkü Arsal Karahan'dan alınacak bir intikamım vardı ve bunu bu şekilde
yapmayacaktım.
Bir seferlik bir şey olmayacaktı bu. Adım adım, zaman alan ama en derininden vuracak bir şey olacaktı.
Arsal Karahan beni öldürmeyerek hayatının hatasını yapmıştı.
Bunu ise zamanla ve yavaş yavaş öğrenecekti.
Öğrendiğinde ise iş işten çoktan geçmiş olacaktı.
"Arsal'ı seviyorum Akzer. Dışarıdan nasıl bir anımıza denk geldin ve onu arkasından vurabileceğimi düşündün bilmiyorum ama bu olmayacak. Kendini daha fazla yorma. Bu olanlar bu odada kalacak ve bir daha haddini aşacak saçma sapan bir şey ile
karşıma çıkmayacaksın yok-" kapı çalındığında lafım yarım kalmıştı.
"Gel, İlge." Biraz toparlandığında yanıma gelmesini istemiştim bu yüzden gelen kişinin ilge olduğunu tahmin etmek zor olmamıştı. Kapıyı aralayıp içeriye girdiğinde bakışları Akzer'i görünce duraksadı. Kaşlarını çattı bir şey söylemek ister gibi dudakları aralanıp kapandığında dilini ısırıp kendisini susturduğunu gördüm..
Akzer Kan lordunun oğluydu ve Kan varisiydi. Mevkisi ondan çok ve çok yukarıda olduğu için herhangi bir saygısızlığı onu canından bile edebilirdi.
Bakmayın benim Arsal'a sallayıp durduğuma millet burada prense krala gıkını çıkartamıyordu.
Akzer'in bakışları ona döndüğünde gözleri İlgenin boynundaki sargıda oyalandı. Az önce ki tepkilerini gördüğüne emindim çünkü dudağı ukala bir kıvrımla yukarıya bükülmüştü.
"İyi misin İlge?" Dedim bu anlamsız sözsüz bakışmaları bitirmek için çünkü İlge her an Akzer'in üzerine atlayıp saçını başını yolabilirdi. Nar'ın yanında çok endişeli olmuyordum bu konularda ama İlge'ye pek güveniyor sayılmazdım.
Nar, Akın ve Elyesa ise aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Şu zırvalıkların bir an önce bitmesini ve Elyesa'nın panzehrini götürüp iyileşmesini istiyordum.
"İyiyim." Dedi kısaca. Sesi pek de iyi gelmiyordu.
"Arsal'ın kölesi iyileşmiş bakıyorum da." Diyen Akzer ile göz devirdim. Bir sus be adam bi sus!
İlge dişlerini sıktı. "Evet Efendim iyileştim." Dedi ama ses tonunda her dilden küfür vardı. Akzer'in gözleri haylazca parladı.
"Kanım sayesinde iyileştin ve bana teşekkür bile etmeden. Siz Ateşli halkının nankör olduğunu söylerlerdi de inanmazdım." Dediğinde İlge şaşkınca baktı ona. Kızı o hale getirmemiş gibi hiç utanmadan bunu söylemesi ayrı bir davaydı.
"Kan varisi unutuyor olmalı ki beni o hale siz getirdiniz."
"Ee?"
"Bu durumda size teşekkür mü edeceğim?"
"Neden olmasın?" Diyen yüzsüz herif kapıya doğru ilerledi umursamazca. İlgeyi ne denli delirttiğinin farkındaydı bence.
"Beni emdiğiniz için size teşekkür etmeyeceğim." Diye hırladı İlge öfkeyle. Akzer ise çoktan kapıya varmıştı.
"Bir daha ki sefere o zaman." Tam çıkacakken bize dönmeden son lafını İlgeye sokup kapıyı kapatmıştı. O gider gitmez tam ağzını açıp Akzer'e sövecekti ki hızla ağzını kapadım. İlk başta şaşkınca bana baksa da sonradan neden yaptığımı anladı. Bir kaç dakika sonra gittiğine emin olup elimi ağzından çektim. Arsal büyük ihtimal tartışmalarımızı duymasınlar diye odayı güvenli hale getirmişti ama risk
alamazdım.
"Kafasını kopartacağım o vampir bozuntusunun!" Dedi öfkeyle.
"Siktir et." Dedim öfkesine gaz vermemek adına. Haklısın İlge desem arkasından gidip üstüne atlayabilirdi adamın. İlge de biraz kafadan kontaktı.
Bu konuda baya birbirimize benziyorduk.
Sabır çekip sakinleştikten sonra yatağa oturacaktı fakat aklına Arsal gelmiş olacak ki bunu yapmadı.
"Tahminlerime göre yarın saraya gitmiş olursun panzehirle, buradan gidene kadar sorun çıkaramamaya çalış ilge." Dediğimde hayretle baktı.
"Sorun çıkartan ben değilim farkındaysan. Ayrıca o panzehri yarın alabileceğini hiç sanmıyorum çünkü şu kuzen bozuntusu kıskançlıktan işe bok sürecek gibi duruyor." Dediğinde kaşlarım çatıldı.
"Kuzen?"
"Erva, vampir kardeşlerin kuzeni. Prense bir bakışı var, utanmasa kucağına atlayacak ki atlayan sen oldun ondan önce." Anlık bir şey hatırlamış gibi şok olmuştu şekilde baktı bana. "Kızım sen harbi o kadar insanın içinde adamın kucağına atladın lan."
"Sevgilim olduğu iddia ediliyordu." Rahat sesime daha da şaşırdı.
"Kızım adam meydanın ortasında kelle biçiyor sen çöpsüz üzümüm diye kucağına
zıpladın ya." Hala gördüklerine inanamıyor gibi bir hali vardı.
"Anlık gelişti, bence çok büyütülecek bir olay değil." Daha yapacağım çok şey vardı ve bu en küçüğüydü. Arsal beni sevgilisi olarak tanıttığına pişman olacaktı.
"Her neyse. Dediğim gibi Erva seninkine sırnaşıp duruyor ve sorun çıkartacağına kalıbımı basarım, zaten uyuz oluyorum o karıya."
"Hiç bir halt yapamaz, merak etme sen. Sadece Akzer'e bulaşma ve ortalıkta çok dolaşma yine yamyamın birisi yemesin seni." Çok mu komiksin sen der gibi baktığında gülerek banyo kapısının yanına adımladım.
"Ha bu arada, akşama Can arenasının
daveti var. Soylular yavaş yavaş gelmeye başlamış akşama kalabalık olacağı kesin bir de-" durdum. Bu birdenin arkasından pek hayırlı bir şey gelmeyeceğini düşünüyordum.
"Can arenasında sevgilinle karşı karşıya çıkacaksın."
"Saçmalama, sevgilim şu an toplantılarda sürtüyordur ne Arenası." Dediğimde gülmemek için dudaklarını dişledi İlge.
"Maşallah sevgilin olduğunu da çok çabuk kabul etmişsin. İlk başta ortalığı yıkıyordun öyle bir şey olmayacak diye." Göz devirdim.
"Eğlenceli hale getireceğim diyelim."
"Her neyse birazdan yardımcı kadın seni almaya gelecek diye duydum, kendini
arenada bulursan şoka girme."
"Ya saçmalama ne Arenası, sikseler çıkmam ben o saçma sapan yere."
......
"Dilimin bağını sikselerdi de büyük konuşmak yerine büyük lokma yeseydim keşke!" Can arenasına doğru ilerlerken yanındaki kadının kısık gülüşünü duyunca dilimi ısırdım.
Göt verenlerin yarasa gibi kulağı vardı, karınca adımını duyuyorlardı. Çok sinir bozucu.
Arsal denilen herif böyle saçma bir şeye izin vermez diye düşünüyordum lakin ne düşünsem tersini yapan hasta herif yüzünden birazdan herkesin içinde
birbirimize girecektik! Bu sefer kesinlikle elimde kalacaktı.
Ebesinin örekesi varmış gibi tüm kalabalık can arenasına bakarken göz devirip yardımcı kadının beni oturmam için getirdiği yere geldim. Burası arenaya bakan büyük bir balkondu. Ya da başka bir boktu ama ne olduğuyla ilgilenmiyordum hani şu filmin baş dolu aslanla dövüşürdü de kötü krallar da onları yukarıdan oturup izlerlerdi ya o balkonlardan.
"Lütfen daha fazla açıklama yapma." İç sesim haklıydı. İhtişamlı tahta doğru ilerlerken kadın kolumdan tuttu.
"Nereye gidiyorsunuz?"
Hayırlısıyla bi cehenneme uğrayıp geleceğim hanım efendi lütfen beklemede
kalın!
"Oturacaz işte." Kadın şaşkınca baktı. Fazla rahat ve kabul etmesem de odun gibi çıkan sesim onlara çok garip geliyordu. Vallahi kırıtmakla uğraşamayacaktım şu an. Yoksa mükemmel kırıtırdım.
"Lordun tahtına mı? Canına mı susamadığını düşünüyorum."
"Vallahi iyi hatırlattın abla ya susamıştım bende." Bakışlarım alayla beni izleyen İlgeyi buldu. Şerefsiz çok eğleniyordu. Ben gösterirdim ona eğlenmeyi.
"Köle buraya bak hemen!" Dediğimde şaşkınca etrafına baktı kime sesleniyorum Diye.
"Sana diyorum."
"Bana mı?" Dedi kendisini göstererek.
"Yok babana." Dediğimde kafası karışmış gibi baktı. "Sakın babamın konuyla ne ilgisi var deyip Nar'ın vereceği, benim ise kriz geçireceğim o cevabı verme!" Dediğim daha da şaşırdı.
Ağzını açıp büyük ihtimal bana küfredecekken susmak zorunda kaldı. Etraf kalabalıktı.
"Su getirir misin bana canım kölem benim." Dediğimde ters ters bana bakarak gitti. Kalabalık ortama uyuz olduğunu fark ettiğim için ona kaçması için bahane vermiştim. Su getirdiğinden değil yani, he su getirse yok da demem de getirmez o nankör karı.
Toplantıda olduklarını biliyordum. Büyük ihtimal ara verdikten sonra devam edeceklerdi. Şu saçmalık olup bitse de artık Elyesa'nın şifasını götürseydim.
Daha yiyeceğim o kadar halt beni bekliyordu!
Ayrıca da dikkatli olmam gerekiyordu. Arsal'ın o kadar çok düşmanı vardı ki hepsi onu vuracak en küçük açık onun zayıf bir noktası için iki tarafında salya akıtıyorlardı.
Utanmasalar bana yalvaracaklardı. Akzer ise bir şey yapacaktı ama ne yapacağını tam olarak kestiremiyordum şu anlık.
"Arsal'a söyle zeka küpü? Bir kere de Arsal'a söylesen nerene kazık girer acabaa? Git de adama söylesene." Diye
isyan etti iç sesim.
Bu sefer haklıydı ki Osiris konusunda da büyük yalan sallamıştım adama çünkü ne dediğini harfi harfine hatırlıyordum.
Benden Kasırga dene herifi istemişti fakat ben daha iki elimde bir s*ki doğrultamıyordum ki Kasırgayı nereden bulayım?
Osirsi var, Kasırga var, Akzer denen it var, Yelzar ayrı bir dert, Toprak adındaki piç dayım oradan çıkıp bana gelmiyordu! Arsal'ın kardeşi ve kuzenini kurtarma adında kutsal görevlerim ve şemsiyle bir takım yediğimiz boklar ve daha neler neler vardı başımda!
Hay amına koyayım dertsiz başım boktan çıkmaz olmuştu buraya gelince!
"Emin misin? Orada da yeterince boka bulaşıyordun bence. Sana zaman mekan evren fark etmiyor bebeğim." İç ses bir kere de hak ver be...
Düşüncelerin içine öyle bir dalmıştım ki Arenanın önüne toplanan Kalabalığın yüksek uğultusunun kesildiğini bile sonradan fark ettim.
Olduğum yerde kazık gibi dikilirken tüm gözler benim üstüme kilitlenmişti. Bir an duraksayıp bakışlarımı kendime döndürdüm. Kıçım başım açıkta değildi oysa ne diye bakıyordu bu yarasa sürüsü bana
"Sevgilim böyle dalgın dalgın neyi düşünüyorsun?" Diyen Arsal'ın sesiyle bir
anda sıçrayıp onun olduğu tarafa döndü bakışlarım. Resmen heyecandan olduğum yerde kalp krizi geçirecektim utanmasam! Herifin sadece seslenmesi bile kalbime depar attırıyordu!
Hay sikeyim ben kalbimin pompalama düzeneğini!
"Seni hayatım kimi olacak?" Dedim ters şekilde sadece Arsal'ın anlayacağı bir bakışla.
Yanında dikilen Yelzar ve Mirzar'ın göze bizim aramızda gelip gidiyordu. Yelzar bir süre sakince bana baktıktan sonra Arsal'ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Duyduklarından memnun kalmış gibi dudağının köşesi hafifçe yukarıya kıvrılan Arsal'ın bakışları öyle yoğundu ki bana karşı pancara dönmem an meselesiydi.
"Sakin ol Eva, kalp krizi geçireceksin." Diyen Mirzar'ın sesiyle ayaklarımı yere vura vura yanlarına gitmeye başladım çünkü kırmızıdan bordoya doğru gidiyordu rengim!
Susmaları lazımdı artık.
Ters bakışlarla yanlarına vardım. Arsal'ın bana öyle bir bakışı vardı ki tarifi yoktu.
Okyanus gözleri, gözlerimin derinine inmek istercesine gözlerime kilitlendiğinde etrafımızdaki kalabalık umurunda değil gibi bakıyordu kan gözlerime.
Sanki koca bir ringin etrafında Vampir halkı bizi tüm dikkatiyle izlemiyormuş gibi tek odağı benmişim gibi bakan mavilikleri kalbimin ritmine inanılmaz bir hız katıyordu.
Mavinin gözlerinde can bulduğu, okyanusu
ikiye ayıran kandan ize bakarken içimde oluşan hisler gün geçtikçe sanki beni ele geçiriyordu.
Hislerimi sineye çekip, onları susturup ya da sonsuza kadar ortadan kaldırabilirdim fakat bu adamın bana hissettirdiklerini ne yaparsam yapayım gözümün önünden bir an olsun ayrılmıyordu.
Saçmalama Eva! Şu an kos koca bir ringin yanında dikiliyorsunuz! Bizi izleyen vampir halkı, Vampir lordu ve varisleri herkes bize bakıyordu! Gerçekten herkesin içinde dövüşecek miydik?
Ellerini yukarıya kaldırıp bana konuşmam için alan tanıdı. "Seni buraya gömeceğimi bile bile çıkman sence ne kadar doğru Karahan? Klasın sarsılmasın sonra." Durup etrafa baktım, kimsenin bizi duymadığını
bildiğim için rahatça konuşuyordum. "Koskaca Ateşli prensi küçük bir kıza yenildi derler sonra." İşin ciddiyetini kavrayabiliyordum fakat alayı sesimden eksik edememiştim. Bir kaç adım atarak tam karşımda durdu, uzun boyu sebebiyle üzerime doğru eğilirken dudağının kenarında usulca yukarıya bükülen kıvrım kalbimi titretti.
"Desinler şeytanın kızı. Yenilmiş desinler..." Dedi gözleri dudaklarım ve kan gözlerim arasında gidip gelirken. "Arsal Karahan kadınına yenilmiş desinler." Dudaklarıma doğru fısıldayan sesiyle yutkunuşum boğazımda takılı kaldı "Sana yenildim ben bir tek küçük şeytan, sana kandım..."
"Bile bile uydun yani şeytana?" Dedim aklımı başımdan alan yakınlığını yok saymaya çalışarak. Herkes bize bakıyordu ama sanki ondan ve benden başka kimse yoktu. Kokusu ve yok saymaya gücümün yetmediği varlığı tüm insanları etrafımdan soyutluyordu.
Bir kaç adım geri çekildiğinde hala etkisinden çıkabilmiş değildim. Oysa dokunmamıştı bile. Bu adamın varlığı bana ve kalbime zarardı.
Her yaklaştığında kalbimin böyle sıkışıp buradayım dercesine atmasına sebep olmamalıydı! İfademi toplamaya çalışarak gözlerimdeki duygulara bir perde indirdim. Ona karşı olan aptalca zayıflığımın farkına varırsa beni mahvederdi.
Tıpkı onun bana karşı olan zayıflığını fark ettiğim ve onu mahvedeceğim gibi...
Parmağında ki yüzüğü ve bileğinde ki bilekliği çıkartıp yan taraftan hizmetlilerin birisine uzattı. Sürekli parmağında olan yüzüğü ve su yeşili renginde taşları olan bilekliği hep bileğindeydi. O hazırlanmaya başlamıştı fakat ben hala kıpırdamadan onu izliyordum.
"Ne oldu sevgilim? Korktun mu yoksa?" Dediğinde boş bakışlarım alaysı bir hal aldı.
Sevgilim kısmında ise karnımdan uçuşan bir his göğsüme doğru hareketlendi. İfademi korudum.
"Bunu sana düşündüren nedir, kralın oğlu?" Dedim hala yerimden kıpırdamadan.
"Kanıtla o zaman." Dedi üzerindeki gömleğin iliklerini bir bir açarken. Bakışları pür dikkat gözlerimdeydi. Üstündeki sporcu atletine rağmen kasları ben buradayım diye bağırmasaydı keşke.
Gülümsedim, şeytanı aratmayacak, günahın deftere yazılışı kadar acımasız bir gülüştü fakat bunu ondan başka kimse anlayamazdı.
Haki yeşili gömleğimi onun gibi üzerimden çıkartıp attığımda üzerim sadece siyah tişört kot şort kalmıştı. Bende onun gibi tek hamlede ringe atlayıp karşısındaki yerimi aldım.
"Büyük bir zevkle." Dedim ve başımı yana eğerek sevimlice gülümsedim "Sevgilim..."
"O zevk bana ait şeytanın kızı." Dedi ilk atağı benim yapmamı bekler gibi bakarken.
Etraftan bir alkış tufanı koptuğunda tezahüratlar her bir ağızdan farklı seslerle yükselmeye başladı.
Benim dikkatim bir tek ondayken onunki ise sadece bendeydi.
Üzerine yürürken sağ yumruğumu kaldırıp yüzüne savuruyordum, hızlı bir refleksle kendisini geri çekti. Bu hareketine karşılık bu sefer diğer yumruğumla karnına vurmak için kaldırmıştım ki hızlı hareketiyle bileğimden tutup çok sert olmayacak şekilde büküp saldırımdan kendisini korudu, aslında çok sıkmamıştı ama yine de acımıştı. Acının verdiği sinirle bu sefer karnına geçirdiğim dizimden kaçamadı. Acıdığına emindim ama sesini çıkarmadan sadece bir adım geriledi.
"Sadece bu kadar mısın şeytan soyu?" Dedi beni daha da kızdırmak adına. Bir adımlık mesafeyi kapatıp tekrardan yumruğumun gazabına uğratacaktım ki usta manevralarla bütün hamlelerimden kurtulmuştu. Pes etmeyerek tekmemi bacağının en can alıcı bölgesine vurmak için kaldırdığımda ayağımı havada tutarak beni kalçamın üzerime düşecek şekilde fırlattı.
Yumuşak olan zemin sayesinde hırsla tekrardan kalkarak üzerine atıldım. Evet hırslanıyordum, öfkeleniyordum. Ama kaos anlarında içimdeki adını dahi bilmediğim kişinin beni ele geçiren kontrolünden çıkamazken, şu an o kişinin sesini dahi duymamanın şokunu yaşıyordum. Sinirliydim ama kendimdeydim. Sinirliydim ama mantığımın hâlâ beni yönetmesine izin verebiliyordum...
Bu sefer o bana doğru sert bir yumruk savurduğunda esnek vücudum sayesinde belimi bükerek ondan kaçındım ve başımı yana yatırarak gülümsedim.
Sinsi bir gülümsemeydi fakat Arsal'ın bakışları gülüşüme takılı kaldığında yutkundu. Boşluğunu bulmanın verdiği hazla iki adım gerileyip hızla ringin esnek halatlarına sırtımı verip kendimi havalandırıp sol tekmemi öyle bir göğsüne geçirdim ki bu sert hamleme karşılık karşımda başka birisi olsaydı çoktan yeri boylamıştı fakat o bir iki adım geri sendelemekle kalmayıp ayağımdan yakalamıştı. Daha ne oluyor dememe kalmadan ayağımdan beni öyle hızlı çekti ki yeri boylayan ben oldum. Ayaklarının dibine düşeceğim esnada diğer elini de belime atmasıyla yere santimler kala ayağının dibinde asılı kaldım!
Hadi ama resmen hiç ağırlığım yokmuş gibi çok rahat tutuyordu. Ayağımı bırakıp kolumdan tutup beni kaldıracak sandım fakat ters döndürüp beni arkasına doğru attığında eğer hızlı reflekslerim olmasaydı ringden aşağı Yelzar'ın ayağının dibine yuvarlanırdım. Takla atarak hızla ayağa kalktığımda öfkeyle baktım karşımdaki adama ama o bana hayran gözlerle bakıyordu. Koyu mavi gözleri daha da koyulaşmış beni süzerken gözlerindeki ifade yanaklarımın ısınmasına sebep oluyordu. Ben utanmaz bir insanım kardeşim! Niye bu kadar çabuk ısınıyordu yanaklarım. Yine de sinirli şekilde bakmayı sürdürdüm.
"Beni ringden aşağıya atacaktın!"
"Sen göğsümü deldin ben bir şey diyor muyum?" Dedi sırıtarak.
Tekrardan hızla üstüne atıldığımda Arsal elini yukarıya kaldırarak ringin iki metre ötesinden başlayan şeffaf bir alan oluşturdu. Bir an duraksadım. Etrafıma baktığımda bize bakan şaşkın gözleri görüyordum ama onların bizi gördüğünü sanmazdım.
"Ne yaptın?" Dedim etrafıma bakınarak.
"Seni sadece bana özel kıldım. Aç gözlerin seni daha fazla hayranlıkla izlemesine tahammül edemem." Dedi tereddüt etmeden. Fazla mı açık sözlüydü sanki?
"Bencil bir prenssin sen Arsal Karahan."
"Sen ise bana özelsin Eva Efnan." Bu herif kalbime indirmeye ant içmiş olmalıydı.
Aradan geçen on beş dakikada o kadar atağına rağmen canımı yakacak bir şey yapmamış beni yaralamamıştı bile. İstese bunu haydi haydi yapardı ama o canımı yakmamaya çalışarak beni savuşturmuştu. Tabi ben ise düşmanıma vurur gibi bulduğum her fırsatta mutlaka bir yerine izlerimi bırakmıştım. Kanayan burnunu sildikten sonra psikopatça sırttı.
"Ne o Eva, yoruldun mu yoksa?" Dedi alayla.
Kan ter içinde kalmama rağmen "Asla." Dedim hemen.
"Yap atağını o zaman şeytanın kızı." Bir kere daha üzerine doğru koşar adım attığımda yumruğum tam elmacık kemiğindeki yerini alacakken bileğimden tutarak buna engel oldu. Boş durmayıp bacağına tekme atacaktım ki ringin fazla köşesine gelmiştik, kenardaki halatlar ise bana göre normal boyutta fakat Arsal'a göre kısa kaldığı için Arsal gerisim geri ben ise onun üzerine düşecek şekilde ringden aşağı bok torbası gibi serildik. Olayın şokunu atlatamazken altımdaki mavi gözlerin sahibine baktım irice açılmış gözlerle.
Bileğim hala elindeyken diğer elim göğsünün üzerindeydi. Üstüne düşmüş olsam da göğsüne koyduğum elimle aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordum.
Antrenman gibi geçen şu yarım saat beni kolay kolay yormazdı, fakat bir şey vardı.
Yorgunluktan mı yoksa, bu aptalca olan yakınlığımızdan mıydı hızlanan nefeslerim...
O da benim kadar nefes nefese kalmıştı. Ne o hareket etti kalkmak adına ne ben. Soluklarımız birbirine karışırken mantığım bu yakınlığın yanlış olduğunu haykırırken başka bir tarafım o kadar normal karşılıyordu ki...
Yine de mantığımın sesini yok saymayarak kalkmak için göğsünde olan elimi yere koyarak uzaklaşacaktım ki bileğimdeki elini bırakarak aniden belime dolanan kollarla boşluğa gelip resmen adamın üstüne boydan boya serildim.
Başım omzunun üzerindeki boşluğa denk gelince nefesi yanağımdan kulağıma ulaşıyordu. Kas katı kesildiğim için öylece kala kaldım.
"Eva..." Dedi sıcak nefesi yanağımı okşarken. Konuşmadım. Konuşamadım. Belimdeki sarılı kollar ve aklımı karıştıracak cinsten olan yakınlığı yüzünden beynim durmuştu. Kafamı kaldırıp mavilikleriyle göz göze geldiğimde gözlerinde daha önce görmediğim bir şeye rastladım. Ama adlandıramadım.
"Ne- ne yaptığını sanıyorsun sen." Kahretsin kekelemiştim.
"Bu kadar çabuk mu yorulursun şeytanın kızı?" Dedi sanki dediği kavgada yorulmam değilmiş gibi.
"Ben yorulmam kralın oğlu, yorarım." Dedim üstünlükle. Sinsice gözlerini kıstıktan sonra dudaklarında arsız bir gülümseme belirdi.
"Kimin kimi yoracağını zaman gösterecek." Dediğinde bir anda bu cümle sanki zihnimin derinliklerinden bana bir şeyler çağrıştırdı. Ben bu cümleyi daha önce birisinden duymuş muydum?
Ben düşüncelere dalmışken "Kalkmayı düşünüyor musun?" Dedi sanki beni tutan o değilmiş gibi.
"Kollarını çekersen kalkacağım." Dedim tekrardan kalkmaya meylederken ama kolları gevşemek yerine daha da sıklaştı. Bir kere daha göğsüne düşecektim ki bu sefer ellerimi aramıza koyarak buna engel oldum. Kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordu benimle. Bunun farkındalığı canımı sıkarken öfkemi de harlamaya yetiyordu.
Zaten fitil gibi dolaşıyorum ortalıkta beni gazlama Oğlum!
"Yanlış yapıyorsun Karahan." Dedim tehditkar sesimle. Tek kaşı havalanırken gözlerim yine gözlerindeki mavi ve kırmızının karışımına daldı.
"O yanlışı yapan tek ben değilim Efnan?" Dedi boğuk çıkan sesiyle.
"Ben o yanlışın ta kendisiyim zaten." Öfkeli çıkan sesimin yanında her zaman güçlü olduğumu hissettiriyordum kelimelerimle. O yanlış ben iken, o yanlışın kendisiyken, insan daha fazla yanlış yapabilir miydi?
"Başın çok kötü belaya girecek Eva. Aklın varsa kaçarsın." Sesinde değişik bir tını vardı. Konumumuzu göz önünde bulundurmamaya çalışarak;
"Başım zaten belada Karahan. Daha nasıl bir belaya bulaşabilirim ki?" Dedim sorarcasına.
"O belaya bulaştığında diğer bütün belaları mumla arayacaksın." Nasıl bir belaya bulaşacağımı söylemiyordu. O belaya bulaşırsam başıma neler geleceğini ima ediyordu. "Belki de çoktan bulaşmışsındır..."
Beni tanımadığı belliydi. Ben yanlışın ve belanın en koyu tonuydum.
Ben yanlışın ta kendisi, belanın anası sayılırdım. Beni korkutacağını mı sanıyordu?
"Ne yapmamı önerirsiniz lordum?" Dedim saf alay barındıran sesimle.
Bakışları gözlerimin radarında takılı kaldı. Birkaç dakika yine asırlara bedel olacak kadar yavaş geçerken nihayet konuştu.
"Bakma." Dedi yoğun şekilde. Anlamayarak bakmaya devam ettim mavi harelerine. "Gözlerin kanın kıskanacağı kadar koyu, kırmızının kıskanacağı kadar parlakken böyle bakma."
Demesini tabi ki de beklemiyordum. Sessizce yutkunmaya çalıştım. Bakışlarını tek bir an gözlerimden çekmezken kendimi toparlamaya çalıştım.
"Bana aşık olduğunu da söylersin sen şimdi." Dedim alayla fakat onun gözleri fal taşı gibi açıldı. Dur bir dakika, resmen şok olmuştu. Bakışları öylece kala kaldığında boşluğundan yararlanıp üzerinden hızla kalktım. Etraf vampir doluydu fakat bizi görmüyorlardı. Şükür ki.
Arsal da kendisini toparlayıp ayağa kalktığında bakışlarındaki garipliği anlayamadım. Neler oluyordu? Benim söylediğim lafın altında kalmazdı genelde mutlaka çakacak lafı olurdu.
Gözlerini gözlerimden çekmesini sağlayan şey bağıran bir adamın sesi olmuştu.
"Efendi Arsal!" Diyerek meydana girdiğinde boş boş baktım.
Arsal'a baktığımda aynı tepkiyi vermiş olduğumuzu görünce neredeyse gülecektim.
Arsal etrafımızda ki görünmez kalkanı kaldırdığında meraklı gözler bize dönmüştü.
"Efendim Lâl Gülü Açtı!" Diye bağıran Muhafız Arsal'ın ifadesizliğine büyük bir darbe vurdu. "Sera Karahan'ın Lâl Gülü açtı Efendim, pusula yönünü göstermiş!" Demesiyle Arsal'ın gözleri gözlerime döndü.
Yüzünde ki ifadesizliği koruyordu belki ama maviliklerinde ki şaşkınlığı ben çok iyi görüyordum.
"Efendim Lâl gülünün ilk tomurcuğu açtı!" Diyen adamın sesini duymuyormuş gibi bakışları bana oradan da elime indiğinde sıkı sıkı yumruk yaptığım avucuma indi kan kızılı gözlerim.
Niye sıkı sıkı tuttuğumu bilmediğim elimi kaldırdığımda avuçlarım arasında hissettiğim yumuşaklık ile parmaklarımı hareket ettirdim.
Elim tamamen açıldığında ise avuçlarım arasında duran tomurcuk, üç yıla aşkındır rüyalarımda bana gelip kızımı kurtar diye yalvaran kadının verdiği tomurcuktu.
Olduğum yerde buz kestim.
Benim bunca zamandır rüyalarıma giren kadın Sera Karahan'dı.
Arsal'ın annesi.
Ve bana verdiği tomurcuk ise Lâl gülünün tomurcuğuydu.
Arsal'ın bana taktığı lakap annesinin çiçeği miydi?
Bunca zamandır Sera Karahan rüyalarıma girip kızına yardım etmem için yalvarıyordu...
Bir anda tüm rüya gözümün önünde belirdiğin de boynunda urgan olan kızın siması tüm netliği ile zihnimde belirdi.
Boğazında urgan olan kız Afran Karhandı.
Ve onun taburesini itip nefessiz kalmasına sebep olan kişi Arsal'ın yanından gelmişti.
Aslında Sera Karahan bunca zaman bana gerçeği göstermişti.
Düşman içerdeydi.
Düşman yanımızdaydı.
Düşman bizimleydi.
Eva isimsizler Mezarlığına gitmeden bir hafta önce..
Sırtıma inen ağır darbeyle dişlerimi sıktım. Ve sürekli yaptığım gibi içime akıttım acımı. Belli etmedim. Sadece kesik kesik inledim. Bağırmadım. Yalvarmadım. Bunların hiçbirini yapmazdım zaten. Hiçbir
kuvvet bana bunları yaptıramazdı. Başımı gövdemden düşürseler bile.
"Yalvarr!" Diyen arkamdaki orospu çocuğu sırtıma bir darbe daha indirince bileklerimde kelepçeli olan paslı zincirler darbeden dolayı birbirlerine sürtünerek kulak tırmalayan bir ses oluşturuyordu zindanda.
Konuşmadım. Yalvarmadım. Hatta ağzımı dâhi açmadım. Sadece kesik kesik nefeslerimin sesi vardı. O da dayanılmaz acıya dayandığım içindi.
"Önümde diz çöküp yalvardığın an bu işkence bitecek TOPRAK KIRCALI neyin direnişi bu?" Güldüm. Baya baya kahkahayla Güldüm bu dediğine.
"Sikim kadar boyu var puştun dediklerine bak." Dedim tenimde ki acıya rağmen gülerek.
Arkamdaki kanı bozuk sanki beyni varmış da bu dediğime sinirlenmiş gibi bu sefer elindeki kırbacı yere atarak yanındaki masadan başka bir alet aldı.
"Ne oldu Gazer? Güçleriniz önünüzdeki olan savaş yüzünden alındımı?" Devamında sahte bir üzüntü kattım sesime "Çok üzüldüm." Aylardan belli gördüğüm işkencenin çoğu büyülerden oluşuyordu. Fakat yine savaş yılına girmiş olmalılardı. Bildiğim kadarıyla her beş senede bir olan savaştan bir sene önce tüm insanlardaki büyüler ve güçler çekilir, hatta en büyük büyücülerin dâhi ellerinden alınırdı. Gerçi bunlara insan denilirse.
Belirli kişilerde belirli sınırda olurdu.
Arkamdaki piç ve yanındaki birkaç oynaşının da güçleri çekilmişti.
Zaten de sik kadar beyni olmayan bu salaklar büyü ile ne yapacaklardı?
"Ölümün benim elimden ol-olacak Kırcalı!" Arkamdan gelen böğürtüsüne 'tabi tabi' der misali göz devirdim.
"Gırtlağını siktiğimin salağı. Daha konuşmayı bilmiyor." Diye homurdandım. Ön tarafa doğru hırsla gelerek yüzüme yumruğunu indirdiğinde, paslı zincirlerin birbirine olan ani çarpışmasının tok sesi duyuldu yine zindanda.
Yana düşen yüzümü hemen kaldırıp ukalaca baktım. Dudağımın kenarındaki asla geçmeyen yara bir kere daha patladığında ağzımın içine dolan tadın
sebebini çok iyi biliyordum. Karşımda pavyon kaçkını gibi sırıtan Gazer'in yüzüne tükürdüm ağzımdaki bütün kanı. Hırlayarak geri çekildiğinde tekrardan yüzümün diğer tarafına bir yumruk daha indirdi.
Mükemmel yüzümü ne hale getirmişti yavşaklar.
Ayağımı kaldırmaya çalıştım. Olmadı. En son bir muhafızın malzemeyi fena şekilde patlattığım için ayaklarımı da yere zincirlemişlerdi.
"Sahi o sikini patlattığım göt veren nerde?" Alayla Güldüm. "Dizimi geçirdiğimde de hissetmiştim zaten çok ta bir boku yoktu. Boş yere drama yapmasın dibini siktiğim." Burnumdan oluk oluk akan kana rağmen pişkin pişkin sırıttım. Karşımdaki adam sinir krizlerine girerken ben tüm acılarıma siktiri çekerek dimdik ayakta durmaya devam ettim. Vücudumdaki sayısız yara bana çok yardımcı olmasa da ben TOPRAK KIRCALIYDIM kimseye yalvarmaz, hiç kimseye boyun eğmezdim.
"Öleceksin ulan öleceksin hala goy goy derdindesin!" Diğer tarafta bizi izleyen muhafızlardan biri şaşkınca söyleniyordu.
"Ölecek olan sizsiniz ve bunun farkındalığı götünüzün üç buçuk atmasına sebep oluyor." Dedim kendimden emin duruşumu bozmadan. Kral efendilerinin isteği üzerine onların ayaklarına kapanarak yalvarmam gerekiyormuş. Çokta sikimdeydi onların isteği. Bunu yapmayacağımı biliyorlardı. Tek istedikleri geberip gitmeden önce daha fazla acı çekmemdi.
Arkamda olan köpeklerden birinin hırlayarak masaya yöneldiğini gördüm gölgesinden. Masadan aldığı her ne ise sırtıma saplanan derin acı ile ne olduğunu anladım. Namlusu kısa denilmeyecek kadar uzun olan bıçağı köküne kadar sırtımda hissediyordum.
Bedenimdeki bütün ağrıyan noktalar bu sırada durdu. Çünkü elindeki bıçak olan şerefsiz sırtıma saplı olan metali aşağı doğru derin bir kesik bırakacak şekilde kaydırmaya başladı. Tüm sinir hücrelerim bıçağın kaydığı tenime toplanmıştı sanki.
Dişlerimin arasından kesik kesik nefesler alırken yine acının zehrini içime akıtmaya çalıştım. Bu sefer o kadar kolay olmadı. Bıçağın sırtımdaki her hareketini, etimi nasıl kestiğini metalin soğukluğunu tüm hücrelerimde hissediyordum. Saplı olan bıçakla sırtımda boydan boya büyük bir kesik attı. Bıçağı çıkarmadan önce çevirdi ve yavaş yavaş çekti. Acıyı en uç noktalarında sessizce yaşamaya çalışıyordum. Dişlerimi sıkmaktan diş etlerim aşınmıştı. Fakat başka bir çarem yoktu. Sıktığım dişlerimin arasından çıkan sessiz iniltiye engel olamadım. Bıçağı bedenimden ayırdığında oluk oluk akan kanı ılıklığını sırtımda ve tenimde hissediyordum.
"Bu günlük bu kadar yeterlimi acaba?" Diye dalga geçerek güldü Gazer. Diğer soysuzlarda ona eşlik ederek güldüler. Zindanı yavaş yavaş boşaltırken keyifli bir sesle bağırdı birisi.
"Doktor! Gel şunu iyileştir de sonra devam edelim oyunumuza." Zindan tamamen boşaldığın da elindeki ilk yardım çantasıyla Zahir geldi. Etrafına tedirgin bakışlar
attıktan sonra kimsenin olmadığına emin oldu. Koşar adım yanıma gelerek ellerimi ve ayaklarımı çözmeye başladı.
"Efendim, Efendim size ne olmuş böyle?" Telaşlı sesine göz devirdim.
"Zahir, sesini kes işini yap ve git." Dedim kısık sesle. Adı Bora olan adamın gerçek adı Zahirdi. Onu buraya sızdıran kişinin kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. ANASIR krallığının pek sevgili kraliçesi BENES hazretleri.
Yani annemdi.
Ne anne ama!
"Efendim." Etrafa tedirgin bir bakış daha attı. "Bu cehennemden, bu işkenceden kurtulabilirsiniz." Kısık sesle söyledikleri
beni güldürdü. Ağzımda biriken kanın tadıyla yüzümü buruşturdum. Son zamanlarda yemekten daha çok aldığım tatlardan biriydi.
Ağzımdaki kandan tükürerek kurtulmaya çalıştım fakat sonrasında bıraktığı iğrenç tada maruz kaldım.
Oturmak için kendimi yavaşça yere attığımda acıyla inledim. Sırtımdaki derin kesik her hareketimde birbirine sürünüyor arasına hava giriyordu. Ürperir gibi titredikten sonra arkamdan bana bakan üzgün bakışlara döndüm. Tahmin ettiğim gibi Zahir gözleri dolu dolu bakıyordu yarama.
"Bu- bu bu nasıl?" Kekeleyerek konuştuğunda gözünden bir damla yaş süzüldü. "Efendim şeftali gibi ikiye
yarmışlar sırtınızı." Onun üzgün üzgün söylediği şeye ben kahkaha attım.
"Daha kötülerini gördün be Zahir. Hadi dik şunu" Dedim daha fazla ağlamaması adına. Burnunu çektiğinde bir kere daha göz devirdim. Hâle bak, resmen benim ağlamam gerekirken benim için ağlayan ajanımızı teselli etmeye çalışıyordum.
Müthiş!
Fakat Zahir hala salya sümük ağlamaya devam edince dayanamayarak. "Lan, senin neyini buraya sızdırmışlar anlamadım ki amına koyayım, git de ötede dök göz yaşını." Diye söylendiğimde ağlamasına rağmen bir kıkırtı kaçtı dudaklarından.
Çantasından malzemeleri çıkarırken bir an duraksadı.
"Efendim... anestezi iğnesini vermediler. Güçlerimde elimden alındı. Ne yapacağız?" Dedi
"Dikeceksin ne yapacaksın başka, şeftali gibi yarıldı sırtım öylemi kalsın?" hayretle baktı yan taraftan öne doğru eğilerek.
"Efendim sizi diri diri dikmemi istiyorsunuz benden! Nasıl dayanırsınız?" Ters ters baktım.
"Ulan zaten diri diri deştiler diri diri diksen ne olacak?"
"Ama Efendim." Demişti ki böldüm.
"Dik şunu bora." Dedim ciddi bir sesle.
"Ama böyle-"
"Dik şunu!" Bağırmamla susarak el mahkum çıkarmaya başladı gerekli ıvır zıvırları.
Alnımda biriken ter damlacıkları şakaklarımdan boynuma doğru akıyordu. Tuzlu olmaları dokundukları her yarının daha fazla yanmasına sebep oluyordu. Saçlarım terden alnıma yapışmıştı. Leş gibi olmuştum!
Arkamda hissettiğim hareketlilikle zahirin dikmeye başlayacağını anladım. Dişlerimi birbirine kenetleyerek sıktım. Başka türlü bu acının hırsını çıkarabileceğim hiçbir şey yoktu. Derin kesiği temizlemeye başladığında çok kan kaybetmenin verdiği baş dönmesi başımı öne düşürmeme sebep oluyordu.
Fazla kan kaybından altımızdaki zeminin oynadığını, her an gözlerime kara bir perdenin ineceğini düşünüyordum. Kendimi kaybetmemek adına derim derin nefesler alıp vermeye çalıştım.
Nihayet dikmeye başlayınca etimin içine giren iğneyi sonrasında arkasından çekiştirdiği ipliği sonrasında tekrardan batırışını...
Hepsini iliklerime kadar hissediyordum. Yumruğumu sıktığımda nefeslerim daha da hızlandı. Gün geçtikçe çektiğim acının boyutu arşa kadar çıkıyordu.
Kesik kesik inledim. Nefeslerim göğsüme tıkanıyor sırtımdaki acıdan daha büyük bir acı veriyordu. Aniden görüş açımı tamamen kaplayan karanlıkla nereye koyacağımı bilmediğim elimi yere koymaya çalışarak düşmeme engel olmak istedim fakat başarılı olamadım. Eğer arkamda beni tutan zahir olmasaydı yüz üstü devrilecektim.
"Efendim iyi misiniz?" Dedi zahir telaşla. Görüş açımın renklenmesini bekledim fakat olmadı. Karanlık tamamen beni ele geçirmişti. Gördüğüm tek şey bom boş bir boşluktu.
"Devam et zahir. İyiyim." Hırıltılı sesimle dediğimi anladığını sanmıyordum. Yine de devam etti. Gözlerimi sıkı sıkı kapatarak bitirmesini bekledim. Her hareketini derimin altında hissetmem pek de hoş değildi.
Çok şükür ki işi bittiğinde sırtıma büyük bir bandaj sardı. Komikti. Birazdan gelerek o dikişleri zaten patlatacaklardı gerek yoktu böyle zahmetlere.
Bu sefer karşıma geçerek Yüzümdeki yara izlerime pansuman yapmaya başladı.
"Anlamıyorum gerçekten anlamıyorum." Dedi öfkeli bir fısıltıyla "Kraliçe Benes sizi buradan kurtarabilir. Anneniz sizi istiyor. Bunu biliyorsunuz o halde neden bu kadar acıya katlanıyorsunuz?" Anlam veremez sesini umursamadım. Kapalı olan gözlerimi açtığımda görüş açım yeniden renklendi. Tabi zindanda nasıl bir renk varsa o şekilde.
"Onun ne yapabileceği umurumda değil." Derin bir of çekti.
"Size yardım edebilirim." Kaşımın kenarına pansuman yaparken başımı geri çekerek uzaklaştım.
"Senden bir kere yardım istedim zahir. Sende isteğimi yerine getirdin. Başka hiç bir şey istemediğimi söyledim sana." Kızgınlıkla baktı gözlerime.
"O kızın nasıl olduğunu öğrenmemden başka hiçbir şey istemediniz benden efendi-" lafını öfkeyle böldüm.
"Birincisi o kız değil Eva, bir adı var. İkincisi bana aptalca Efendim derken benim yeğenimden o kız diye bahsedemezsin!" Sert sesimle yaptığım uyarıya karşılık şaşkınlıkla baktı bana.
"Onun yüzünden bu halde olduğunuzun farkında mısınız Efendim?" Eva'ya karşı olan ses tonu bile beni kızdırmaya yetiyordu.
"Ne halde olduğumu umursuyor gibi görünüyor muyum sence? Eva'ya bir şey olmasın, ben ister ki öleyim Zahir. Onun için ölmek benim için zor değil. Onun nefes alması benden senden, hatta annen dediğin o kadından daha önemli. " Söylediklerim hoşuna gitmemişti.
"Ondan bu kadar vaz geçemeyecek kadar kim bu kız?" Dedi hayretle.
Gülümsedim.
"Toprak'ın Eva'sı. Yosunun kızılı o." Delirmişim gibi baktı bana. "İnan ne düşündüğünle ilgilenmiyorum. Benim tek derdim yeğenimin canına bir zarar gelmemesi. "
"Siz iyi değilsiniz Efendim. Resmen bir çocuk için koskoca krallığa yüzünüzü çevirdiniz. Onları yok sayarak burada ölümü bekliyorsunuz. Size yardım etmek istiyorum sizin benden onun nasıl olduğunu öğrenmekten başka bir şey istemiyorsunuz." Hayretle kurduğu cümleler benim için çok doğal şeylerdi.
"İşini yaptıysan defol git zahir. Bak seni gammazlamak istemiyorum ama haddinden fazlasını konuşuyorsun. Sen de onlar gibi onun bende ki yerini ölçebileceğini sanan bir aptalsın. Onun bende ki yerini ne sayılara sığdırabilirsin nede kütlesini ölçebilirsin. Şimdi çık git daha fazla konuşma. O Kraliçene, söyle oğlu TOPRAK KIRCALI bu delikte geberip gidecek o da bunu bizzat gözleriyle seyredecek." Belki de gözler önünde idam edilecek... Son sözlerimi söyledikten sonra zindandaki sert duvara yan şekilde yaslandım dikişlerimin taşlara temas etmemesine dikkat ettim. İki elimi tekrardan yerdeki zincirlere bağladı. Yapmak istemediğini gözlerinden anlıyordum ama mecburdu. Yoksa ifşa olacaktı aptal herif.
"O orada keyfine bakarken siz burada acıların içinde boğuluyorsunuz Efendim. Emin olun onun, sizi kurtarmak için kılını dahi kıpırdatmadığının sizde farkındasınız." O da son sözlerini sert şekilde söyledikten sonra zindanı kilitleyerek uzaklaştı. Dimdik duruşum ve ben demir adamım modundan olduğum gibi çıkarak başımı öne eğerek derin bir nefes aldım.
Bunun düşüncesi dâhi canımı bu kadar yakması normal miydi.
Zahirin uzaklaşmasının ardından rahat bir nefes aldığımı sanıyordum ama yanılmışım. Uzaktan gelen postal sesleriyle tekrardan kendimi dikleştirdim. Normalde bir kaç saat boyunca bu itlerin gelmemesi gerekiyordu. Ben biraz toparlar toparlamaz tepemde bitiyordu o Kordan iti. Onun da ecdadını sikecektim de pek vaktim olmayacak gibi. Neyse ölmeden önce bacağımla boynunu kırardım bende. O puşta aşırı kıl olmuştum.
Düşüncelere dalmış bir şekilde karşıdaki duvara bakarken önümde beliren bedenle bakışlarımı yukarıya taşıdım. Ne ara gelmişti, nasıl çıt ses çıkarmamıştı gibi saçma soruları geçeli yıllar oluyordu.
Bu puşt karda yürür de izi belli olmazdı.
Bana üstten bakan adama bir zamanlar kardeşim demişliğim vardı.
O zamana dönemediğim için geçmişimi sikeyim diyebiliyordum ancak.
Uzun süredir geleceğini tahmin ettiğim Arsal bana bakarken her zaman olduğundan daha duygusuz ve ifadesizdi.
Orospu çocuğu, insan olduğunu biraz belli etsen sikecekler sanki.
"Siz çıkın." Dedi arkasında bekleyen dört muhafıza.
"Efendim son dört günde kaç kişiyi öldürdüğünü bilmiyorsunuz o orospu çocuğunun." Diyen muhafıza bakarken oldukça alaysıydı.
"O yüzden mi dört gündür bekçi köpeği gibi kapının önümde bekliyordun karakterini siktiğimin korkağı? Gelsene sen bi." Dedim acı içinde kıvranan vücuduma rağmen kaya gibi bir sesle.
Tam erkeklenip yanıma gelecekti ki Arsal buz gibi olan donuk bakışlarını dört muhafıza döndürdü. "Eğer kendimi bir kere daha tekrar edersem ona kalmadan ben sizi öldürürüm." Dediği an eşek kadar adamların beti benzi attı. Hay haysiyetinize sokayım sizin.
Dördü de tıpış tıpış gittiğin gevşek gevşek geriye yaslanıp karşımdaki piçi deli etmek isterdim ama maalesef sırtımda bir dönümlük bir yarık vardı. Hay amına koyduklarım.
Onlar gittiği an gözlerimde oluşan öfkeye engel olamadım.
Eva'yı benim üzerimden tehdit ettiğini unutmuş değildim.
Üstten bana olan aşağılar bakışlarına
karşılık başımı dikip baktım.
"İyi gördüm seni Kırcalı." Dediğinde sinirden güldüm. Puşt herif.
"Gözünün hala görüyor oluşu senin için güzel bir şey Karahan." Dedim gözünde ki kaşından başlayıp elmacık kemiğine kadar inen kesiğe değdirerek. Alınmak yerine onun da dudaklarında bir kıvrım belirdi. Alaycıydı, samimiyetin ucundan geçmiyordu.
"Niye geldin?"
"Yakında ölecek olan dostumu son kez göreyim dedim, kötü mü etmişim?" Dudakları düz bir çizgide buluştuğunda ses tonu o kadar ifadesizdi ki onu tanımayan bir kişi alay ettiğini asla anlamazdı ama ben bu orospu çocuğunun bir tek
anasından çıktığını görmemiştim, onun dışında her şeyini bilirdim. Yavşak.
"Sikerler yalanını, ne halta geldiysen asla sana onu vermeyeceğim." Eğer bir çıkarı olmasaydı buraya adım dahi atmazdı. Karahan benden nefret ediyordu ve yakında öleceğimi de çok iyi biliyordu.
"Kafana aldığın darbeler seni aptal birisine çevirmiş anlaşılan Kırcalı, ne zaman istediğimi almaya gittim ve eli boş döndüm?" Hiçbir zaman. Sik kırığı!
"İlkin olurum o zaman." Dedim alandan uzaklaştırmadığım sesimle. Eğer uzaklaşırsam acı tüm ağırlığıyla sesime binerdi ve şu an güçsüz görünemezdim.
"Güçlerini senden almadan ölmene izin vermeyecekler, bu işkenceye sonsuza
kadar devam edebilirler." Dediğinde dudaklarımdan aşağılayıcı bir gülüş döküldü.
"Güçlerimi sana vereyim, acısız şekilde öleyim?" Daha da Güldüm. Bu dediğine kendisi inanıyor muydu?
"Senden güçlerini istemiyorum Kırcalı," Dediğinde şaşırdım fakat belli etmedim.
"Niye buradasın o zaman?" O da herkes gibi güçlerimi alıp beni öldürmek istiyordu, daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Aklından ne geçiyordu bu itin.
Bir kaç adım geri çekilip sırtını duvara yasladı.
"Konuşmak için geldim diyelim." Yalanını sikerler.
"Sen ve Konuşmak?" Dedim alayla. "Ne üzerine konuşacakmışız Prensim?"
Bakışlarını duvara dikti, yüzünde oluşan piç kıvrımını sikseler unutmazdım. Neyin peşindesin Karahan?
"Güzel yeğenin hakkında konuşabiliriz mesela?" Dediği an yüzümde ki alaysı gülümseme öyle bir darbe yedi ki tüm ifadem dumura uğradı. Yumruğumu sıktım.
"İyi misin Kırcalı? Yüzündeki tüm kan çekildi sanki?" Bu sefer alay etme sırası ona geçmişti.
"Allah şahidim olsun ki bir zamanlar kardeşim dedim demem senin canını burada alırım Karahan!" Arsal'ın dudağında oluşan alaysı gülüş daha da büyüdü.
İstediğine ulaşmıştı.
"Bir yeğenin olduğunu ve onu ölesiye sevdiğini biliyordum, ama bu kadar güzel olduğunu-"
"Kes sesini!" Diye bağırdığımda sırtımdaki yara öyle bir sızı verdi ki vücudumu dişlerimi sıktım.
Umursamadı "Bazen beni öyle çok sinirlendiriyor ki acaba kafasını o saniye vücudundan ayırsam mı diye düşünüyorum ama sonra bana o kan gözleriyle bakıyor ya-" Dedi içi gidiyormuş gibi.
"Kes sesini Dedim!" Diye öne atıldığımda dikişlerimin patladığını hissediyordum ana şu an umurumda değildi. Bile bile bam telime basıyordu piç!
"Yatağıma dağılan o güzel kızıl saçları insanın aklına olmadık işler sokuyor biliyor musun-"
"Yanlış sulardasın Karahan, çık geri!" Durmadı. Çıldırdığımı bildiği için daha devam etti.
Sırtını duvardan ayırıp bana doğru adım attı. "Aslında bakarsan onu ilk geldiği an öldürecektim. Bana karşı geldiği, benim bıçağımı bana çektiği ilk an onu öldürecektim." Ben öfkeyle solurken o oldukça rahattı.
"Onunla kardeşimin intikamını almayı bile düşündüm biliyor musun Kırcalı?" Dediğinde her gün tepemde dönen o ihtimal onun çoktan aklına kazanmıştı.
Karahan benden intikam alacaktı ve bunu
canımla değil canımın canını yakarak yapacaktı.
Alacağı en aşağılık intikamla canımı yakacaktı!
"Aptal orospu çocuğunun tekisin!" Diye bağırdım zindanı titretecek desibelde.
"Senin gibi kansız karaktersiz olmaktansa Aptal bir orospu çocuğu olmaya razıyım, Toprak!" İşte yüzleşmemiz başlıyordu.
Üç küsur yıl önceki mesele yıllar sonra tekrardan kapısını aralıyordu.
Tonlarca yük sırtımdaydı ama ben tek birini bile kenara atıp rahat bir nefes alamıyordum.
"Kardeşini onlara ben vermedim." Diyemedim. "Afranı sen bana emanet ettin ben canım pahasına korudum!" Diyemedim. Canımı nereden yakacağını bile bile dişlerimi sıkıp sustum.
"Arkamdan iş çevirip beni tuzağa çektin, amına koyduğumun ülkesinde ben sana güvenirken sen annemin bana emanet ettiği canıma hıyanet ettin." Bileğimde ki zincirleri çekerek öne doğru atıldığımda bir dikişim daha paramparça oldu belimde, bu sefer acılı inleyişime engel olamadım.
"Suçlusun Kırcalı, eğer biraz bile vicdan azabı çekmeseydin buradan çıkar giderdin. Ama sen ölümü bekliyorsun." Karşımda durup bir dizini büktü. Ben acıyla mücadele ederken onun acımasız gözleri nefretle üzerimdeydi. "Ölümü bile sana kolay kılmayacağım. Kardeşimin orada geçirdiği
her güne değil her saniyenin acısını sana misliyle yaşatacağım."
"Bilmediklerin var." Dedim hırıltılı sesimle.
"Eva'nın da bilmedikleri var." Eva'nın ismini ağzına aldığı her saniye tüm dişlerini tek tek dökme isteği ellerimi kaşındırırken yumruğumu sıktım "Şu an sen kurtarabileceğini sanıyor." Güldü. "Yakında öğrenecekleri taptığı dayısına karşı bir gram sevgi bırakacak mı bakalım?"
"Ona karşı tek bir yanlışım olmadı Arsal."
"İçinde büyüttüğü şeytanı da mı?" Dediğinde nutkum tutuldu. Dudaklarım aralandı ama tek bir cümle dahi dökülmedi. Nefeslerim boğazıma tıkandı. Elim ayağım amansızca titredi ama tek bir kelimeyi bırak bir harf bile dökülmesi
dudaklarımdan.
Arsal tekrardan doğrulup yüzünde ki ifadeyi tamamen sildi.
"Niye yapıyorsun bunu!" Diye bağırdım. "Geberip gideceğim işte, intikam mı istiyorsun? Gel sen işkence et. Sen öldür ama ondan uzak dur. " O dediğim kişinin Eva olduğunu çok iyi biliyordu.
"Gül goncası gibi teninden yükselen kokusunu duyunca insanın uzaklaşmak gibi bir şansı kalmıyor biliyor musun Toprak?" Sıkmaktan kırılmak üzereydi dişlerim.
"Yapma." Dedim başımı iki tarafa sallayarak.
"Uzun süredir Eva'nın güzel bedeni yatağımı süslüyor biliyor musun Kırcalı?" Dediğinde tüm kayışlarım koptu.
"Sikerim lan senin ecdadını! Alma lan ağzına yeğenimin adını yoksa seni de dilinin bağını da sikerim, duydun mu orospu çocuğu!" Bu doğru değildi! Zahirden sürekli Eva'nın haberini alıyordum ve ondan ölesiye nefret ettiğini biliyordum.
"Senden nefret ediyor, yaklaşır mı lan sanıyorsun yanına? Gözünün önünde bana yaptıklarını bile bile gönlü sende oyalanır mı! Benim yeğenim senin gibi piç kurusuna bakar mı?" Dediğimde yükselen aşağılar gülüşü beni çileden çıkartmak içindi.
"Sence gönlünün bende olup olmaması umurumda olur mu?" Başımı hızla iki tarafa
salladım.
"Yapamazsın Karahan! Seni istemeyen bir kadına zorla dokunacak kadar aşağılık değilsin, tanıyorum seni." Yüzünde sen öyle san der gibi acımasız bir ifade belirdi.
"Ben de seni tanıdığımı sanıyordum Kırcalı ama yanılmışım. Kim bilir belki sen de beni tanımıyorsundur?" Kafamın iki tarafında atan damar tüm beyin hücrelerime işkence ederken sırtımdan aşağıya süzülen ter derin kesiğime karıştı. Yanıp kavrulan yaranın acısını nasıl öfkeden hissetmiyordum bilmiyorum.
"Yapamazsın." Konu Eva olduğunda tüm gardım yerle bir oluyordu. Ona zarar gelebileceğinin düşüncesi bile tüm kontrolümü yitirmeme sebep oluyordu.
O benim yeğenimden çok kızım gibiydi.
Ben kendimi bildim bileli onu koruma iç güdüsüyle büyümüştüm.
Eva Benim kızımdı Eva Benim Kardeşimdi Eva Benim yeğenimdi. Eva hiç bilmediğim bir dünyaya gelmemin sebebi tüm Anasır'ı karşıma almamın nedeniydi.
Arsal Karahan karşıma geçip beni onunla tehdit edemezdi.
Koca bir ülkeye boyun eğmeyip karşı çıkarken küçük bir kızın ismi elimi kolumu bağlıyordu.
"Tüm güçlerimi al, beni öldür bana işkence et ama ona dokunma." Yalvaran sesimi duyan Arsal'ın dudakları küçümseyici bir kıvrımla yukarıya büküldü.
"Birbirinizi niye bu denli koruduğunuzu anlamış değilim ama ikinizden birisinin sonu ölüm Toprak."
"Öldür diyorum ya orospu çocuğu!" Diye bağırdım öfkeyle "Ona dokunma ona yaklaşma ama beni öldür." Güldü. Yalvaran kıvranan hallerim onu eğlendiriyordu.
"Sen burada it gibi ölümü bekleye dur Kırcalı. Benim yapacaklarım henüz bitmedi." Arkasını dönüp zindanın kapısına ilerlemeye başladığında arkasından bağırdım.
"Eğer ölmezsem Afran'a yapacaklarım aklının hayalinin yanında bile geçmeyecek türden şeyler olacak Karahan!" Dediğim an yerinde buz kesti. Arkası dönük bir şekilde öylece kaldığında doğru yere parmak
basacağımı zaten biliyordum. İkimizin sınırı da belliydi ve ikimizde birbirimizin nereden vuracağımızı çok iti biliyorduk.
"Kardeşimin adını ağzına alma!" Diye hırlayarak döndü.
"En son hatırladığım kadar kardeşin bana aşıktı değil mi Karahan?" Aşık mı bilmem ama Afran'ın benden hoşlandığını anlayabiliyordum. O yaşlarında hislerini gizleyemiyor ve yanımda kızarıp kaçamak gözlerle beni izliyordu. "Kim bilir belki yeğenimden önce onu ben bulurum ve kendime ait kıla-" lafımı bitirmeden yüzüme inen yumrukla geriye doğru savrulduğumda artık dikişlerim tamamen sikilip atılmıştı. Acıdan her bir tarafım uyuşmuşken bunu karşımdaki itten gizleyerek burnumdan akan kanla sırıttım.
"Uzak duracaksın kardeşimden!" Diye kükredi adeta çünkü o da Afran'ın bende hoşlandığını fark ediyordu. Kendi kendini yiyip biterse de kardeşine kıyamadığı için ağzını açamıyordu.
Sanki onun çocuk yaştaki kardeşiyle işim varmış gibi kıskanıyordu.
Afran umurumda bile değildi. Çocuklarla işim olmazdı benim. Şu an tek amacım piç abisinin damarına basmaktı. Eva'nın adını her ağzına aldığında ne hissettiğimi anlamasıydı.
"Uzak duracaksın yeğenimden!" Diye aynı şekilde bağırdım. Amına koyduğumun acısı tüm bedenimi kaplamıştı!
Yüzüme bir yumruk daha indiğinde öfkeyle geriledi. Yüzünün her santimi öfkeyle kasılmıştı çünkü yapabileceğimin farkındaydı.
Arsal Karahan beni çok iyi tanıyordu ve en az onun kadar benim de sınırlarım yoktu.
Eğer Eva'ya bir zarar gelecek olursa karşılığını misliyle alacaktı.
Zindanın paslı demir kapısını öfkeyle çarpıp çıktığında acıyla yüzünü buruşturdum. Hatta sessiz bir inilti çıka geldi dudaklarımdan. Belimden sızan kanı hissedebiliyordum, patlayan dikişlerimin acısı sadece belimde değil tüm vücuduma dağıldığında düşen tansiyonum yüzünden kararan gözlerimi açıp kapattım.
Faydası yoktu. Başım dönerken olduğum yere yığıldım, başımın iki tarafına baskı yapan şakaklarımda ki damarın atışı işimi hiç de kolaylaştırmıyordu. Olduğum yerden sürünerek omuzumu duvara verip kendimi
doğrulttum. Vakit düşme vakti değildi de iflahım sikilmişti.
Bir kaç dakika soluklanarak acıyı en derinden yaşarken Arsal'ın dediklerini sindirmeye çalıştım. Saniye dakikaya ulaştı dakika saati yakaladı derken gözlerim yarı açık yarı kapalı bit vaziyetteyken niye bir türlü ölmediğimi sorgular olmuştum.
"Yosun." Dedi küçük bir kız çocuğu pusların ardından.
"Yosunum." Onun sesini duyduğumda yerimden kıpırdamadım. Başımı yasladığım taştayken hafifçe tebessüm ettim. Yine gelmişti. Her gün yanıma gelen hayali küçük Eva yine gelmişti. Evet ilk aralar gerçek sanıyordum fakat başıma aldığım ağır darbeler sonucu bu halüsinasyonları gördüğümü anladım. Pekte şikayetçi değildim.
"Yosun?" Bu sefer Sesi çocuksu gelmiyordu. Yerimden kıpırdanarak sesin geldiği yöne dönmeye çalıştım fakat aniden sırtıma çakılan keskin acı iliklerime kadar ulaşmıştı. İnledim. Bir anda önümde beliren kızıl tutamları görünce önüme eğdiğim başımı hızla kaldırdım. Tam yanımda diz çökmüş olan kan kırmızısı gözlerin sahibine baktım.
Bu sefer bebek değildi. Bu sefer çocuk değildi. Bu sefer küçük değildi.
Karşımda gördüğüm kişi en son sarayda bana çaresizce bakan Eva idi.
En son onu bıraktığım yaştaki Eva.
"Kı-kızıl?" Dedim kekeleyerek. Hayır biliyordum. O da hayaldi.
"Yosun." Dedi dudakları titrerken. Bana hala aynı Eva gibi bakıyordu. Benim Eva'm gibi. Benim kızılım gibi. Benim yeğenim gibi. Benim kardeşim gibi...
"Sen gerçek değilsin." Dedim bunu kabul etmek istemez gibi.
"Çok yaran var yosun. Ne yapmışlar sana?" Kızıl gözleri dolduğunda dudakları da titredi. Elinin birini yanağıma koyarak hafifçe okşadı. Gerçek değildi biliyordum ama bi o kadar da gerçekmiş gibiydi..
"Çok acıyor değil mi?" Gülümsedim ona. Acıdığı halde gülümsedim. Tıpkı en son orada çektiğim acıya rağmen gülümsemem gibi. Fakat o anlamıştı. Tebessümümün ardındaki gerçekleri, tek bir bakışımdan anlamıştı.
"Acımıyor kızılım, acımıyor dayıcım."
Dedim iyi çıkartmaya çalıştığım hırıltılı sesimle.
Kızıl gözlerinden dökülen bir damla yaş yanağına doğru süzüldü. Elimi kaldırarak silmek istedim. Ama ona bile takatim yoktu. Onu bile yapamamıştım.
"Yalan söylüyorsun. Çok ağrıyor. Çok acıyor. Toprak bana yalan söylemez sen söylüyorsun." Dedi gözlerinde ardı ardına sicim gibi dökülen yaşlarla. Evet Eva'ya yalan söylemezdim. Birlikte ablamlara yalan söylerdik belki fakat hiç birbirimize yalan söylemezdik.
Sadece gerçekleri söylemedim...
Onu korumak için...
"Kendini böyle mi avutuyorsun?" Dedi iç sesim acımasızca. Haklıydı...
"Eva da bana yalan söylemez ama sen şu an burada değilsin." Dedim umutsuz çıkan sesime engel olamadan. Sertçe yutkunduğumda boğazımdaki çivileri olan yumru boğazımı parçalamıştı adeta. "Hayalsin..." benim de gözlerimin dolduğunu hissediyordum.
Başını öne eğerek ağlamaya devam etti e
Eva. Bir kaç dakika sonra başını kaldırdığında gözlerinden yaş yerine kanlar boşaldığını gördüm.
Yeğenimin gözlerinden bir bir kan damlası akıyordu...
"Sen hayalini de olsa görüyorsun, Toprak. Fakat kızıl, yosununu çok özledi, kızıl annesini çok özledi, kızıl babasını çok özledi ama dimdik durmak zorunda, orada ki hiç kimseye güçsüz düştüğünü belli etmemek zorunda. Özlemini bağrına basmak zorunda... sende onu yalnız bırakma. Onun gözlerine baka baka gerçeği sakladın ama onu orada sensiz bırakma..." Dudaklarından çıkan kelimelerden sonra Yavaş yavaş kayboldu. Görüş açımdan tamamen silinip gittiğinde yanağımdan kavurucu bir yaş süzülerek dudaklarıma kadar indi.
Yutkunamadığım yumru nefes almamada engel oluyordu. Aile özlemini yüreğimden söküp atmak kolay oldu benim için. Fakat onları söküp atamıyordum. Ablamı, Samet abiyi ve kendimi bildim bileli onu korumak için kendimi adadığım yeğenimi.
Beni var eden aileyi unutabilmiştim fakat beni ben yapan ailemi yüreğimden kazısalar da atamazdım.
"Ölmeyeceğim kızıl. Seni görüp bulmadan. Sana hesap vermeden ölmeyeceğim." Dedim hırsla.
Ölmeyecektim. Buradan kurtulacaktım. Bunu Kraliçe Benes'in yardımıyla yapmayacaktım. Ama burada kurtulacaktım...
⚔
BÖLÜM SONUUU
Mutlaka yorum yapıp yıldızın üstüne basmayı unutmayın bebeklerim.
Seviliyorsunuz😚🩷
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.8k Okunma |
549 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |