26. Bölüm

20 KÜLE ÇEVRİLEN KALPLER

sadeceSU4
sadecesu4

🪽

Ben geldim canlarım, nasılsınız? İyi misiniz?❤️

Alıntıdan sonra uzun bir ara geçti farkındayım ama zor bir dönem atlattım. Bundan sonrası nasıl olur bilmiyorum ama ben elimden geldiğince sizlerle olmaya çalışacağım. Bazılarınız isyan etmiş madem bir iş yapıyorsun tam yap, bu kadar uzun sürmemeli bölüm aralıkları diye. Haklısınız, bir şey diyemem ama bilmenizi isterim ki benim hayatım tamamen bu kitabı yazmaktan ibaret değil. Evet seviyorum yazmayı, hem de her şeyden çok ama yapmam gerekenleri geride bırakamam.

İşlerimi, derslerimi, ailemi bir yerden sonra hepsini aynı anda idare etmem gerekiyor ki benim kitap yazdığımı sadece bir iki arkadaşım dışında kimse bilmiyor.

Ailemden ya da çevremden korktuğumdan saklamıyorum, yanlış anlaşılma olmasın lütfen. Sadece kendi yolumda kendi kararlarımla ilerlemek istiyorum.

Kitabı bırakacağına dair yorumlar ya da bana mesaj atanlar olmuş. Onları bile yeni yeni görüyorum, tiktok hesabıma Instagram hesabıma uzun zamandır yaşadığım dönem sebebiyle girip ilgilenemiyordum ama yavaş yavaş toparlamaya çalışıyorum.

Bırakmak isteyenlere bir şey diyemem, sadece şu zamana kadar yanımda kalıp benimle birlikte oldukları için çokça teşekkür edebilirim. Kararlarınız ne olursa olsun sizi hep sevdiğimi ve saygı duyacağımı bilin.

Şimdilik size söyleyebileceklerim bu kadar.

Beni anlayacağınızı umuyorum.

🦋

Gelelim bölüme, bu bölüm iki bölüm uzunluğundadır. Bölümün bütünlüğü bozulsun istemedim açıkçası bu yüzden iki bölümde paylaşmadım. Part iki yazan yerde dinlenip sonra devam edebilirsiniz.

Yorumlarınız ve düşünceleriniz beni yazmak adına daha motive ediyor. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin.

Keyifli okumalar...💙🪽

.

.

Haftalar önce...

Elinden bir bir süzülen kan damlaları yeri boyarken avuçları arasında küçücük kalan kolyeye bakmaktan başka çaresinin olmayışı öyle acı veriyordu ki Arsal'a tarifi yoktu. Onu bile kana bulamış, tertemiz dokusunu kirletmişti. Şakakların da saplı kalmış ağrı geçmek bilmiyordu. Neredeyse günlerdir uyumadığını da göz önüne alırsa geçmesi olanaksızdı zaten. Yılların verdiği uykusuzluğu bir kaç saatliğine gözlerini kapatarak alması mümkün değildi. Ya da zehir olmuş geceleri, bitmek bilmeyen kabusların son bulması artık imkansızında imkansızıydı gözünde Arsal'ın. Ya da kendisi öyle sanıyordu...

Ta ki, o gelene kadar.

Eva Efnan...

Düzen tutmayan, olaysız günü geçmeyen hayatının ortasına bomba misali düşmüştü! Tüm dengelerini alt üst etmiş, en büyük çelişkisi olmuştu. Arsal Karahan'ı ikileme sokup, kararlarını düşündüren tek kadın hatta tek kişi olabilirdi.

O başka bir boyut ve bu dünya arasında sıkışıp kalan ilk ve tek İnsandı...

"Ne insanı! O bir şeytandı" diye iç geçirdi sinirle.

Yüz yılların asır boyutuna kadar ulaştığı bu iki evrende bu zamana kadar her iki tarafta birbiriyle iletişime geçmemiş, hatta o dünyada yaşayan insanların bu boyuttan haberi dahi olmamıştı. Ta ki o güne kadar

Senem Kırcalı ve Samet Efnan'ın karşılaşmasına kadar. Birbirlerini nasıl buldukları ya da nasıl tanıştıkları Kırcalı'lar tarafından sır gibi saklanıyordu. Efsanelere göre farklı boyutlardaki insanların birbirine âşık olması imkansız, bunun yanı
sıra da en büyük suçmuş. Onlar bu suçu işleyen, bu kuralı çiğneyen ilk kişilerdi.

Senem Kırcalı'nın en büyük günahı ise işlediği suçun yanı sıra iki dost krallığı birbirine düşürmesi, her iki tarafında çok kan döküp birbirinden çok can almasına sebep olmasıydı. Anasır ülkesi ve Ahar ülkesi arasındaki dostluk bağı bir gecede kopmuş, savaş iki krallığı da hazırlıksız yakalamıştı. Her iki devletin kanlı savaşı son bulduğunda, iki devleti birbirine kırdıran Senem'in işlediği suçun cezasını vermek kendi ülkesine değil Ahar krallığına izin verilmişti. Katliamdan farksız olan haksız savaşta üç oğlundan en büyüğünü kaybeden Ahar kralı Gökten'in, acısı taze ve öfkesi büyüktü. En bombası ise Ahar ülkesinin Ateşli ülkesi ile yıllardır süren bir barış içerisinde olmasıydı. Evet, Eva'nın anne tarafı olan Anasır ülkesi, hem Ateşli ile kanlı bıçaklı düşman hem de Ateşlinin kardeş ülkesi olan Ahar ülkesiyle düşmandı.

Yıllar geçmiş öfkesi daha da büyümüştü, herkesin beklentisi ise yakalanan suçlulara karşı ölüm fermanıydı.

Gökten çok zeki ve beklenmedik bir kraldı.

Efnan ailesini ülkelerine getirdikten sonra herkes Senem ve Samet'i ayırmasını hatta öldürerek cezalandıracağını düşünürken kral Gökten yine en beklenmedik olanı yaptı.

Önce Senem'i kızından ve kardeşinden ayırıp onları dünyalarına geri gönderdi sonra da düşman oldukları ülkenin veliahdını esir aldı. Bu sayede hem kızını ondan alarak Senem'e ceza verdi hem de Anasır krallığının ondan aldıkların canın karşılığında can aldılar. Ondan aldıkları en büyük oğlunun intikamını Payidar Kırcalı'nın oğlunu öldürerek alacaktı.

"Peki Samet?" Diye düşündü Arsal.
Samet neredeydi? Onu da Senem ile birlikte dünyaya gönderdikleri söylentisi dönüyordu ama yalandı. Samet Efnan yoktu.

Eva anne ve babasının dünyada olduğunu düşünüyordu fakat babası nerede kimse bilmiyordu...

Fark ettiği bir şey vardı ki bu uğurda suçu günahı olmamasına rağmen en zararlı çıkan kişi Eva'ydı.

O farklı boyutlardaki iki kişinin çiğnediği yasağın sonucuydu, Eva büyük bir suçun meyvesiydi. O ne bu dünyaya aitti, ne de o dünyaya.

Her iki dünyanın birleşimi, o bir melezdi.

Sigarasından son bir nefes daha çektiğin de yan tarafında ki duvara bastırıp söndürdü. Ay ışığı tüm karanlığı aydınlatmak ister gibi dünyaya vuruyordu ama güneş kadar başarılı değildi. Hala aydınlığa kavuşamamış gök yüzünün altında ki bir çok kötülük karanlığın içinde gizliydi.

"Kara kara ne düşünüyorsunuz, Efendim?" Diyen Mavi'nin sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Elinde ki temiz havluyu Arsal'a uzattığın da kanlı ellerini umursamazca sildi. Öylesine sakindi ki sanki az önce her bir bedenden acımasızca ruhlarını koparmamışçasına rahattı. Elleri kana
bulanmış her seferinde silmesine rağmen gitmiyor yıkamasına rağmen çıkmıyordu.

Alışkındı.

"İçeriyi temizledim mi?" Dedi Mavi'nin sorusuna soru ile cevap vererek. Omuz silkerek Arsal'ın yanında ki duvara geniş sırtını yasladı. Bu bir evet demekti.
"Paket gönderilmeye hazır mı?"

"Hazır hazır olmasına da." Diyerek o da cebinden bir dal sigara çıkartıp yaktı. Karşıya bakan gözleri Arsal'ın eline dokunduğun da elinde ki kolyenin kime ait olduğunu çok iyi biliyordu. Düşüncelerin için de kaybolan Arsal kolyeyi elleri arasında hiç bırakmak istemez gibi sıkı sıkı tuttuğunun farkında değildi.

Afran'a aitti kolye. Arsal hiç kimseye belli etmese de her gün kardeşinin özlemi ile için için tükeniyordu ve buna rağmen dimdik ayaktaydı. Mavi, Akın ve Elyesa görüyordu bunu bir tek. Babası dahi oğlunun içini göremezken bu üç arkadaşı konuşmasına bile gerek kalmadan onun acısını anlar ve hissederdi. Cümlesine devam etti Mavi "Puskan'ın kardeşini lime lime ettik az önce, şimdi de hediye paketi gibi sardık. Ya Afran'a zarar verirse?" Dedi Mavi endişe içinde. Arsal kardeşinin adı dahi geçince ciğerine ateş basmışlar gibi hissetti fakat şu anki öfkesinin üstünü hiçbir şey bastırmamalıydı.

"Cesaret edemez Mavi. " dedi kendinden emin bir sesle. "Onu saklayan en büyük güç Afran'da. Afran'ı öldürdüğü an onu bulmak saniyelerimizi almaz. Ve o itin en çok korktuğu şey ölüm. Ölümün ona yapacaklarımın yanında hiç kalacağını bilmiyor... ama öğrenecek." Kardeşini bulana kadar bu yolda kimseye acımayacaktı. Tüm Hatif soyunu elleri ile öldürmesi gerekse dahi yapacaktı. Üç yıldır ciğerine taşlar basılmış gibi ağrıyor, kalbi sökülüyordu. Kardeşini o cehennemden çıkaracaktı.

Ama şimdi ama yarın...

Annesinin emanetini oradan söküp alacaktı...

"Peki Eva, bu oyunun neresinde Karahan?" Dedi Mavi bakışlarını aya çevirerek... evet Eva'dan pek haz almadığı gerçekti fakat suçu olmayan birisini göz göre göre ölüme teslim edecek kadar kalpsiz de değildi. Herkesin aklında aynı soru vardı; abisinin bile yapamadığını bu küçük kız nasıl yapacaktı? Yapıyordu, farkında olmasa dahi yapıyordu. Eva geldiğinden beri Afran için hiçbir şey yapmadı sanılıyordu fakat o kadar açmıştı ki Arsal'ın önünü tüm düşmanlar bir bir açığa çıkıyordu. Hepsi küçücük bir kızın gelişinden adeta kıyamet kopacakmış gibi bir korkuya düşmüştü. Hepsinin hedefi Eva'ydı ama hiçbirisi ona ulaşamıyordu. Mavi çok iyi biliyordu Arsal'ın onu nasıl koruduğunu. Eğer başka bir ülkede olsaydı Eva ne kadar güçlü olursa olsun yaşayamazdı çünkü herkes onu hedef almış durumdaydı ama Arsal hepsini bir bir bertaraf ediyordu

"İlk geldiğinde bu oyunun yanına dahi yaklaşmadığını düşünüyordum Mavi... ama Eva her şeyin tam ortasında, mezarlığa gidişi ise en büyük kanıtı." Dediğinde bir sigara daha yakmıştı çoktan. İçine çektiği her hava haramdı zaten kardeşini oradan alamadığı her saniye, bu zıkkımı içine çekse ne olacaktı. "Eva sadece bu oyunun değil her şeyin merkezinde ve dört tarafı çakallarla çevrili, kimi seçecek kimin yanında olacak bilmiyorum ama Eva henüz gücünün farkında değil." Bir nefes daha doldu ciğerlerine ama sigaranın zehirli dumanından başkası değildi.

"Babanız çok endişeli Efendim." Dedi Mavi araya mevki saygısını koyarak. "Bu kızın, kızını kurtaracağına şüphesi yok mezarlığa gittiğinden beri ama ona güvenmiyor... Eva bizi arkamızdan vurabilir." Bunun en çok farkında olan belki de Arsal'dı.

"Vurabilir değil Mavi, vuracak." Dedi emin şekilde. Ve merakla ne yapacağını bekliyordu doğrusu. Şu zamana kadar karşısındakiler iki kelimeyi bir araya zor getirirken bu kızın cesareti hayran olunasıydı..

Bir kuş uçtu sonra rüzgar esti, karanlık dağıldı ama etkisi kaldı, etraftaki ıssız ormanın sık ağaçları arasından gelen sese kulak kesildi Arsal. Beklediği kişi geliyordu ve çok geçmeden gelmişti de. Küçük bir yelin etrafında döndürdüğü yapraklar minik bir hortuma yol açtı, ağaçlar kıpırdadı, uçan kuş karanlığın için de yuvasına vardı ve karalar içinde olan bir adam aniden Mavi Ve Arsal'ın önün de belirdiğin de adam hemen dizlerinin üzerine çöktü. "Size ve sizinle olanlara selamlar olsun Efendim Ulu Arsal." Önce toprağa sonra Arsal'ın ayak uçlarına sonra da alnına dokundu eli ve yavaşça ayağa kalktı. Arsal ifadesizce baktı karşısında ki adama. "Efendim, rahatsız ediyorum affedin." Dedi adam tüm itaatkarlığı ile. "Devam et." Dedi Arsal, "Beklediğiniz haber geldi, Kasırga size bir mesaj gönderdi" Diyen adam elinde ki parşömen kağıdı Arsal'a verdikten sonra önünde saygı ile eğildi.

"Emrinizdeyim Efendim." Dedi. Aslında bu istediğiniz başka bir şey var mı Efendim demekti.

"Gidebilirsin Akşan."Dedi Arsal sadece, Akşan tekrardan eğildikten sonra gözden kayboldu.

Arsal boş parşömene bakarken elleri arasında belirmesini istediği mührü parşömenin ortasına bastığında tüm yazılar ortaya belirdi. Arsal dikkatle okudu ve zaten bildiği bir gerçeği bir kere daha kanıtlı şekilde ortaya çıkışını izledi.

Mavi memnuniyetsizce baktı, "Şu Kasırga iti de her deliğe giriyor amına koyduğum, sıçan sanki." Diyen ters sesini umursamadı "Ne olmuş?"

"Bayır gebermemiş." Dedi bakışları kağıttayken "Biliyordum o orospu çocuğunun ölmediğini, yakında gammazı ile birlikte onu da mezara soktuğum da çifte mezar açmak zorunda kalır artık Anasırlılar." Dediğinde de Mavi şaşırdı.

"Ölmemiş mi o Bayır ibnesi. Vay amına koyayım çakalın birisi eksik diye seviniyorduk."

"Merak etme yakında ikisi birden eksilecek." Diyen Arsal bakışlarını parşömenden ayırıp karanlığa izin vermeyen aya çevirdi.

"Eva'yı takip eden Bayır mı dersin?" Dedi Mavi.

"Bizzat değil ama bir şekilde takip ettirdiğine emindim zaten, ülkeye izinsiz giren kişi de küçük kız kardeşi. Beni aptal mı sanıyor yoksa kardeşini öldürmeyeceğimden çok mu emin bilmiyorum ama o kız biraz daha Eva'nın etrafında gezerse o zaman gizlendiği delikten çıkmak zorunda kalacak."

●●●

♤.ŞİMDİKİ ZAMAN.♤

●●●

Hatalar insanı var eden, bazen ise varlığını altüst eden en büyük yıkımdı.... Anlık bir öfke, yersiz bir söz, yenilemeyen zaaflar ve önü alınamaz arzular biz insanları geri dönülmez yollara sürükler ve gölge misali ya önünde ya da arkasında belirir ve etrafından asla ayrılmazdı...

İnsanlar hata yapardı, insan hata yapardı... ama bu... nefes almak öylesine güçtü ki kalbim güm güm atıyordu. Alev alev yanan mavi gözleri öyle yoğundu ki bayılmama ramak kalmıştı. Kapıya yaslı olan bedenim bilmem kaç voltluk elektrik akımına uğramış gibi titriyordu.

Biz ne yapmıştık...

Nefes nefese gözlerine baka kaldığım adamın yakışıklı yüzüne bakarken kalbimin hızı daha da artıyor göğsümden fırlayacak gibi oluyordu.

Darmadağın olmuştuk...

Bakışlarım gözlerine takılı kaldı. Kaçırmak istedim olmadı, uzaklaşmak istedim ama yapamadım. "Öyle güzelsin ki." Dedi öne düşmüş saçlarıma uzanan parmakları ile. Yanaklarım cayır cayır yanarken onun bakışları gözlerimden saçlarıma geçti. Sanki parmakları arasında tuttuğu bir tutam saç değil de dünyanın en değerli varlığını tutar gibi bakıyordu.

"Kızardın." Dediğinde kalbim göğsüme dar geldi. "Yanakların al al olduğunda öyle tatlı oluyorsun ki..." Dedi iç çekerek. Dilim lâl olmuş gibi tek kelime edemiyor sadece gözlerine bakıyordum. Saçlarımı burnuna yaklaştırıp kokusunu içine çekti. "Ölürüm..." diyen sesi bu sefer zihnimde duyuldu. Konuşmadı. Sadece gözlerime bakıyordu ama sesini duyuyordum. "Tek bir nefeslik kokun uğruna ölürüm, öldürürüm güzel Eva'm." Demesiyle dudaklarım aralandı.
Yüreğim bu denli sıkışmışken daha fazla konuşup beni bayılma derecesine getirmemeliydi.

"Yanlış." Dedim titreyen sesimle. Biraz daha yaklaştı sanki mümkün gibi. "Yanlış olan ne güzel Eva'm." Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Seni öpmem mi?" Göğsümden yükselip gelen hisler her kelimesinde daha da yoğunlaşıyordu. Eğer biraz daha uzaklaşmazsam olacaklara engel olacak gücü kendimde bulamıyordum.

Titreyen elimi kaldırıp göğsüne koyduğumda beni daha fazla zorlamak
istemediğinden olsa gerek geriledi. Benden uzaklaşması ile oluşan boşlukla sarsıldım. Yapma Eva! Neler oluyor sana!

Böyle hissetmemem gerekiyordu...

Hislerim beni dört bir yandan sıkıştırmaya başladığında kalbimin çarpışı nabzımın atışına kadar her şey kulaklarımda uğulduyor sanki odanın duvarlarına çarpıp tekrardan tenimde duyuluyordu.

Bu adamın üstümde böyle bir etki bırakmaması gerekiyordu.

Ben bu denli kapılmamalıydım.

Arsal Karahan'a bu denli kanmamalıydım.

"Yanlış." Dediğimde sakin ifadesi ile bakışlarını sürdürdü ama onun da göğsü
körük gibi inip kalkıyordu. O da benim kadar dağılmıştı ama en azından bir kısmını gizleyebiliyordu. Ben darmadağınık bir halde önündeydim.

"Ben hata yaptım." Dediğimde bir adım atıp bana doğru yaklaştığında normalde asla yapmayacağım bir şey yaparak titreyerek geri doğru adımladım. Titremem tamamen tenime dokunan teninin bıraktı histen gelen bir heyecandı. Geri adım attığımı gördüğünde kaşları hafifçe çatıldı. Alışılmışta hiçbir zaman geri adım atmayacağımı bildiğinden hoşuna gitmesi gerekirdi ama bu sefer ondan kaçıyor oluşum hoşuna gitmedi.

"Hata yaptın?" Dedi dişlerini sıkarak. Az önce ki sisli ve bana yoğun bakan maviliklerine inen karartı yutkunmama sebep oldu. Ben geri adım attıkça o üstüme geliyordu. O geldikçe kalbin küt küt atıyordu. "Az önce ikimizin de deli gibi istediği o yakınlaşma hataydı öyle mi?"

"Arsal." Dedim ismi dudaklarımdan yalvarır gibi çıkarken. Her adımında daha da öfkeli atıyor gözleri sinirden kararıyordu. "Öptüm ben seni Eva!" Dedi söylediklerime inanamıyormuş gibi. "Ve sen de beni öptün ve bunun hata olduğunu mu söylüyorsun?" Sırtım aniden buz gibi duvara sertçe çarptığında dibimde bitişine engel olamadım. Kaçmak için yan tarafa yöneldiğimde bir eli kolumdan tutup beni tekrardan duvara itti. Canımı yakmamak için uğraşıyor ama eli öfkeden titriyordu. "Beni ilk önce gözlerin ile kandırdın ve sonra güzel kokuna bağımlı yaptın. Kan damlasını yok sayıp, alevleri kıskandıracak kadar güzel rengi olan o saçlarının yumuşak dokusuna aldandım. Yetmedi şimdi gül goncası gibi olan tenine her dokunduğumda daha fazlası için beni bitiren o hislere rest çekmişken bana dokunup bu bir hataydı diyerek benden kurtulamazsın!" Dediğinde dudaklarım aralandı ama tek bir kelime edemedim. Ne diyeceğimi bilemedim. Hiç kimsenin susturamadığı dilimi Arsal Karahan lâl ediyordu ve ben öylece ona bakmak dışında hiçbir şey yapamıyordum.

Nefesimi bir süre toparladıktan sonra kendime gelmeye çalışıp silkelendim. "Bir anlık bir hata yaptım, tamam mı? Sadece anlık olan bir şeydi. Bana karşı ne hissediyorsun bilmiyorum kralın oğlu ama en diplere gömsen iyi edersin çünkü benden sana, senden bana hiçbir şey olmaz." Dikkatle beni dinliyor her kelimemde gözlerinde gördüğüm o kırılmalara fırtınalara nasıl engel olmaya çalıştığına bizzat şahit oluyordum. Çırpınan kalbime, karnımdan yükselen hislere ve her şeye rağmen şu cümleyi kurdum. "Seni istemiyorum Arsal Karahan. Ve hiçbir zaman da istemeyeceğim. Sen sevmeyi bilmezsin, sevilmeyi de hak etmezsin." Dediğimde elektrik çarpmış gibi eli öyle hızlı kolumdan ayrıldı ki teni teninden her uzaklaştığında olan o boşluk acı bir belirişle canımı yaktı. Gözlerinde ki hayal kırıklığına şahit olmak beni bitirdi ama ifademi bozmadım. Bir kaç adım geri çekildi ve yutkundu. Gözlerini gözlerimden çekmedi ve hayal kırıklığıyla kaplanan gözlerine saniyeler içinde dolan öfke ateşleri ile tenime sanki iğneler battı. Dişlerini sıkmaktan belirginleşen çenesiyle alnında belirgin bir şekilde atan damarıyla boynunu sağa sola çevirdi. Çıkan kütürtü sesiyle inip kalkan göğsüm daha da hızlandı ama kendime engel olmaya çalıştım.

Tam rahat bir nefes aldığımı sanırken bir anda kendimi hiç bir dokunuş dahi hissetmeden dibinde buldum. Evet o bana yaklaşmamıştı ama dudaklarından çıkan bir kaç fısıltı beni ona itmişti. İşaret ve baş parmağı çenemi kavradı.

Öfkesine rağmen sert değildi ama parmak uçları cayır cayır yanıyordu.

"Demek beni karşına almakta ısrarcısın güzel Eva'm." öyle bir Eva'm demişti ki sanki hiç kimsenin değil sadece onundum. "Benim ülkeme adımını atarak her şeyi başlatan sen oldun." Dedi sıcak nefesi dudaklarımdan akıp giderken. Yutkundum. "Kalbime kan sıçratan senin kan gözlerin oldu, öfkeme dem vuran senin, nefesim saydığım kokun oldu..." nefes almayı unutmuş onu dinliyordum. "Her şeyi sen başlattın ama devam ettiren ben olacağım." Elim kendiliğinden ters kelepçe şeklinde sırtıma mıhlanmış kıpırdatamıyordum. Yanağını usulca yanağıma sürterek kulağıma ulaştı ve derinlerden gelen fısıltısın da okyanusun amansız dalgaları vardı.

"Ama karşında tanıdığını sandığın o Arsal olmayacak." Ve tek bir nefesle alabora oldum.

Her şey tepetaklak oldu sanki ve ben onun okyanuslarında mahsur kaldım.

Ne engel olabildiğim bir esaretti bu ne de engel olmak istediğim.

🪽

Bakışlarım belirli bir noktaya dalmıştı. Ama sadece dalmıştı. Nereye baktığımı, neye baktığımı bilmiyordum, niye ya da neden baktığımı da. Karma karışık bir halde öylece belirli bir yere kilitlenmiş kalmıştım. Hislerim içeride savaş halinde, kalbim küskün beynim öfkeli, düşüncelerim iç içe ve daha neler neler birbirine girmişti.

Sadece öylece duruyor içimde ki kaosu izliyor ama hiçbir şey yapamıyordum.

Kalbim kırık mıydı?

Bilmiyordum?

Hislerim çökmüş müydü?

Onu da bilmiyordum.

Bir tarafım doğru olanı yaptın diyordu ama diğer tarafım sen ne yaptın diye ağıtlar yakıyordu ve hangi tarafım doğru hangi tarafım yanlış bilmiyordum.

Nefes almak için dışarıya çıkmıştım ama her yer dar geliyordu.

Daldığım noktadan ayrılmak istedim ama yapamadım. Burası neresiydi neden gelmiştik hiçbir fikrim yoktu. Sadece nefes almak istiyordum.

"Az önce onun dudaklarında nefes vardı ya Eva. Onun teninde yaşam vardı ama sen her şeyi ateşe verdin." İç sesim bana oldukça kızgındı.

Sakin adımlarla ilerlerken gördüğüm manzaraya karşı dahi içimde bir kıpırtı belirmedi. Oysa Burası çok güzeldi. Bu varlıkların hak etmediği kadar güzeldi. Cennetten bir parça kadar güzeldi. Büyük bir ırmak, onun etrafında renk renk her türden güzel mi güzel çiçekler, bir çok türde meyve ağacı ve ırmağın üzerinden geçen tahtadan bir köprü.

O kadar güzel bir görüntüydü ki büyülenmemek elde değildi, fakat ben bunlara dahi boş gözlerle baktığıma emindim. Irmağın yanına yaklaştığımda suyun duruluğu ve berraklığından içindeki minik balıklar ve taşlar görünüyordu. Köprünün yanına yürüdüm. Üzerine çıkıp ilerisine bakmaya çalıştığımda suyun içinde yüzüp çırpınarak oyun oynayan ördekleri ve kazları görmemek imkansızdı. Köprünün kenarlarına yaslanarak nazik nazik akan suyu izlemeye başladım.

Bir an şüpheye düştüm acaba yine mi rüya görüyorum diye. Böyle güzel yerleri ancak rüyamda görüyor ve güzel başlayan tüm rüyalarımın sonunda nefes nefese kalkıyordum.

Suyun içine dalan gözlerim daha önce gördüğüm bir rüyayı düşürdü aklıma.

Güzelliğine kandığım bir şelalenin yanındaki su birikintisinden çıkan bir ayna.

O aynada olan ben.

Ama asla ben olmayan o.

Karışık ama bir o kadarda anlamlı...

Zaman saati...

'Kader değiştirildi gelecekle oynandı.' Demişti bana aynadaki suretim.

Sonrası? Madem kader değişti bunun cezası neden bana kesildi. Yada daha kesilecek mi?

Peki "V" O ne içindi. Sol göğsümü yakarak çizilen V harfinin acısını hatırlayınca yüzümü buruşturdum. Rüya olamayacak kadar gerçek. Rüya olamayacak kadar acı vermişti kalbime.

Gördüğüm tüm bu rüyalar ya saçmalıktan ibaretti. Yada bana gönderilen işaret. Nedense ilki daha olanaklı gelmişti. İçimden bir ses hâla gözlerimi bir tımarhanede ellerim ve kollarım bağlı şekilde açacağımı söylüyordu.

Omuzuma dokunan el ile düşünce diyarımdan süzülerek çıktım. Yavaş ve sakince omzumda ki yabancı olduğunu düşündüğüm elin sahibine baktım Tahmin ettiğim gibi tanımıyordum. Kahve gözlere, kumral saçlara sahip olan bu adamı daha önce görmediğime emindim. Fazla sert olmayan yüz hatları, belirgin olmayan bir çene yapısı vardı. Üzerini baştan aşağı sim siyah giyinmiş kahve gözlerin sahibi bana dikkatle baktı.

"Dalmış görünüyordun. Ürkersin sandım ama şu an bakışlarından ben korktum." Dedi hafifçe gülümseyerek. Aynı şekilde bakmaya devam ettim. "Her zaman ki bakışım bunlar, senin korkacağın varmış." Umursamadan önüme döndüm. Agresif ergen triplerine girmek değildi derdim ama beynimin içi tıka basa dolu olduğundan konuşmaya mecalim yoktu.

"Gerginsin sanırım?" Dedi ılımlı yaklaşmaya çalışarak.

"No problem." Kesinlikle No problemdi Eva yani, baya hem de. Hiç aklında bir ton soru yok, bin bir tilki dolaşmıyor değil mi kafanın her köşesinde? Kalbin dakikalar evvel sana dokunan tende kalmadı sanki, hı?

Off offtu gerçekten.

"Kendine gel!" Diye fısıldıyordu yine iblisim. "Ne yaptığını ne yapacağını biliyorsun." Dişlerimi sıktım. Sürekli konuşuyor bana gaz verip zihnimde ateşler yakıyordu. Susmalıydı.

"Anlayamadım?" Dedi adam, gözlerimi saniyelik yumdum, bana fısıldayanı geri ittim. Ne ile boğuştuğumun farkında bile değildi, tıpkı diğerleri gibi. Onun konuşmasına gerek yoktu. Ne yapmam gerektiğinin de ne yaptığımın da farkındaydım. Düşüncelerime karışıyordu ama hislerime karışamazdı, bilinç altıma yerleşiyordu ama irademe oynayamazdı. Buna izin veremezdim.

Kafamın içinde ki kaosa rağmen donuk gözlerle tekrardan bana dikkatle bakan adama dönerek kalçamı köprüye yasladım.

"Gergin değilim." Dedim düz sesimle.

"Peki, sen öyle diyorsan." Elini uzattı. "Sancar ben... Sancar Kırat." Uzattığı eline boş boş bakarken acaba sıksam başıma hangi tür belalar alacağım diye düşünmeden edemedim.

"Eva Efnan." Uzattığı elini sıktım, çok uzatmadan geri çektim.

"İsmin de güzelmiş." Dediğin de tek kaşım havalandı 'De derken?'

"Senin gibi." Diyerek lafını tamamladı. Eyvallah koçum diyerek el ense çeksem ne yapardı acaba?

"Yaparsan herif şaşırmaz bence. Çünkü kış uykusundan uyanıp mağarasının önünde aç aç etrafı kesen ayılar gibi bakıyorsun Adama!" İç sesim geç bile kalmıştı.

"Eyvallah." Dedim onu yanıltmadan mağaradan çıkmış gibi. Yüzümde tek bir mimik değişmedi. Katıksız bir odun olduğumu sürekli söylerdi Yelzar.

"Arsal söylediği an niye tepkisiz kalmıyorsun? Böyle bir şey ima dahi etse tüm kan yüzüne toplanıyor da bu adam söylediğin de neden yaprak dahi kımıldamıyor sende? Fark et artık şunu aptal kız."

"Konuşmayı pek sevmiyorsun sanırım." İçerisi çok karışık bir saniye verir misin bana Sancar.

"Öyle diyelim." Sancar hafifçe öksürüp bana yakın olmamasına rağmen biraz uzaklaşıp o da köprüye yaslandı.

"Eğer rahatsız ettiysem özür dilerim. Sadece fazla düşünceli ve karamsar görünüyorsun, biraz konuşursam kafan dağılır diye düşündüm." Hiç bir endişe barındırmayan sesimle sordum. "Düşüncelerimi mi okudun?" Bunun düşüncesi dahi korkutucuydu fakat oldukça sakindim. Sorduğum soruda ciddiydim ama tek bir panik barındırmayan sesimle Sancar kaşlarını hafifçe kaldırdı.

"Bunu ciddi mi soruyorsun yoksa dalga mı geçiyorsun anlayamadım?" İfademe olan bakışları ve duygusuz sesim kafasını karıştırmıştı. "İstersem yapabilirim ama karşımdakilerin düşüncelerine ve fikirlerine saygım var bu yüzden asla dinlemem, rahat olabilirsin."

Omuz silktim. "Zaten rahatım."

"Hiç mi korkmuyorsun zihninden geçenleri duyarım diye?" Dedi şaşkınca. "Yanımda ki çoğu kişi amansızca titrer tek bir yanlış düşüncemi duyarsa diye ama senin umurunda değil." Dudağımın kenarında hafif bir kıvrım oluştu. Umurumda değil değildi aslında... Sadece hissedemiyordum. İnsan buna yönelik bir endişe duyardı; ama endişelerin kaynağı korkulardı. Bende o yoktu. Düşünürdüm, her şeyi bir şekilde kılıfına uydururdum. Olmuyorsa neden olmadığını sorgulardım ama hiçbir şeyin olmamasından korkmazdım. Bence insanlar korkudan değil de korkmamaktan korkmalıydı.
Ben korkmayı bilmediğim için bana gelen tehlikeleri de göremiyordum. Dışarıdaki hiçbir şeyin farkına varamıyordum. Korku insana kendini savunmasını fısıldardı; ama bende o yoktu. Bunu öğrenmek, canımı en çok yakan şeylerden biriydi.

İnsanlar bunu asla anlamıyordu. Bir insanın kendini savunması gerektiğini bilememesi... Ne kadar acı bir şeydi. Ben yıllarca hangi durumda kendimi korumam gerektiğini, hangi anda geri çekilmem gerektiğini hislerime, reflekslerime öğrenmeye çalıştım. Ama içimde o kıvılcım hiç yanmadı.

Korkudan ağlar ya insanlar, ben ağlayamazdım. İçlerine bir sıkıntı düşer, bilirlerdi ki o sıkıntı bir işaretti: "Tehlike geliyor, korunmalısın." Oysa ben o işareti hiç alamazdım. Bende o yoktu.
Bu yüzden başkalarının içgüdüyle yaptığı şeyleri ben aklımla öğrenmek zorunda kaldım. Her refleksi tek tek, kanla, yarayla, kayıpla. Ve bazen düşünüyorum: Belki de beni en çok yaralayan, korkusuzluğum değil... Korkmayı öğrenememekti.

Asla baktıkları pencere kadar dar değildi, asla gördükleri kadar değildi, ne denli zorlandığımı yalnızlık hissini nasıl yaşadığımı kimse bilemezdi. Bu yüzden çıkıp bana bencil, şiddet yanlısı, öfkesini kontrol edemeyen birisi diyemezlerdi, çünkü ben bedelini yeterince ödemiştim ve ödemeye de devam ediyordum.

"Kimsin?" Dedim bakışlarımı tekrardan suya çevirerek.

"Söylemiştim-" böldüm.

"Sancar olduğunu anladım Sancar ama ne ayak olduğunu anlamadım?" Neredeyse tanıştığım herkes benim peşimde ya da anne tarafımın düşmanı çıktığı için artık yanıma gelen herkesin bir çıkarı olduğu için bana yaklaştığını düşünüyordum ki öyleydi zaten.

"Sana zarar vermek değil amacım. Zaten önceden tanışmamız gerekiyordu ama Elyesa'nın başına gelenler ve sizin Viran'a gitmenizle bu süre uzadı." Dedi sakin sesiyle. "Babamın seninle konuşması gerekenler var." Dediğinde boş boş suratına bakmak istedim. "Kâhin. Büyük kâhin Argan." Benim bildiğim tek 'argan' argan yağ. Ben nerden bileyim argan kâhini. Ha birde büyükmüş, zaten küçük olanını da tanımam etmem.

"Hayırdır, bu sefer de evreninizi kurtaracağıma dair bir kehanet mi indi?" Dedim kuru bir sesle. "Ölmemeniz için kurban mı vereceksiniz beni tanrılarınıza?" Dediğimde bir kaç saniye baktı suratıma. Mimiksiz suratım ve ifadesiz sesimle ciddi bir şey söylediğimi düşünebilirdi lakin dediklerim alaydan ibaretti.

"Çok garip birisin." Dedi. Bakışlarım ona döndü. "Dedikleri kadar ilginç ve merak uyandırıcı." İltifat eder gibi değil de gerçekten gördüğü bir şeyi söyler gibiydi ses tonu. "Afran hakkında bazı gelişmeler var ve sana ihtiyaçları olduğunu biliyorsun. Uzun süredir Hatiflerden ses yok ve senin gelişinin onları gerdiği ortada."

"Henüz hiçbir şey yapmadım." Güldü.

"Gelişin bile yetti Eva emin olabilirsin, neler yaptığının farkında değilsin. Mezarlığa gitmişsin ki mezarlığa gidip de dönebilen olmadı, hatta gidebilen nadir kişiler arasındasın yaptıkların bunlarla sınırlı da değil." Dediğinde bu sefer gülen taraf ben oldum.

"Adım çıkmış desene." Gülüşüm tamamen samimiyetten uzaktı. "Afranın kurtarıcısı yüce Eva, baş belası Lanet Eva, Arsal'ın fahişesi Eva, siz hangi konumu uygun görürseniz ben ona göre şekil alabiliyorum nasıl olsa değil mi?." Gülerek söylüyordum belki ama öfke içten içe yakıyordu içimi.

"Fahişe mi?" Dedi Sancar şaşkınca. "Senin haberin yok mu?"

"Neyden?"

"Sana ülkede öyle bir yakıştırmayı bırak, bunu aklından geçirebilen tek bir insan bile yok." Dediğinde bu sefer şaşırmıştım işte.

"Nasıl yani?"

"Arsal sana bunu söyleyen herkesin meydanda canını bizzat elleriyle aldı. Öyle bir kişiden beş kişiden bahsetmiyorum. Katliam yaptı desem yeri. Hem de bunu ülkenin gözü önünde hiç çekinmeden yaptı. Çoğu kişi gördü görmeyenler de duydu ve o günden sonra bunu hiç kimse aklının ucundan dahi geçirmedi, Eva. Arsal o gün kendinde ki senin yerini herkese gösterdi. Bunu yaparken asla gocunmadı." Dediğinde Sancar'ın yüzüne baka kaldım. Arsal gerçekten böyle bir şey yapmış mıydı? Benim adımı temize çıkarmak için kan mı dökmüştü?

Şaşkınlığımı gören Sancar samimice gülümsedi. "Belli ki haberin yoktu. Evet, ülkede pek sevildiğin söylenemez ama sana hiç kimse bir şey söylemeye cüret edemiyor, seni görmeyip tanıyanlar dahi hakkında kötü bir şey düşünmeye cesaret edemiyor." Burada durup güldü. "Gerçi sevilmemen de normal, tüm kadınların peşinde koştuğu uğruna ölüp bittiği prens onların yüzüne bakmazken senin peşinden koşuyor."

"Kimsenin peşimden koştuğu yok." Diye
homurdandım memnuniyetsiz sesimle ama kalbimin göğsüm de ne denli hızlandığını biliyordum.

"İçeriye geçelim mi? Şimdiye gelmişlerdir."

"Kim?" Dediğimde dudağının kenarı hafifçe yukarıya büküldü ve yürümeye başladı. Arkasından boş boş baktım. Gitmek istemesem de başa bela merakım yüzünden peşine düştüm.

Dışarıya çıkarken geçtiğim büyük kapılardan geçerken ikimizin de sesi çıkmıyordu.

Merdivenlerden çıkarken yükselen sese kulak kesildim. Sesler tanıdıktı. İnce halı kaplı basamaklar altında koca bir boşluk uzanıyordu. Duvarlara asılmış ağır tabloların altından sarkarak inen şamdanlar, titrek ışıklara daldı gözüm bir anlığına. Her adımımda o titrek gölgeler merdivenlere eşlik ediyordu, sanki birileri sessizce arkamdan yürüyordu. Yukarıya çıktığımda gördüğüm yüzlerle bir an duraksadım.

"Mavi oturmayacağım diyorum sana." Diye koluna yapışan Mavi'yi itmeye çalışan Elyesa ve koltukta yan yana oturup Akın'ın kaşına pansuman yapan Nar'ı gördüğümde baya baya şaşırdım.

"Ağhh Nar!" Diye kızdı Akın. "Kızım deldin ya." Dediğinde Nar sinirle bakıyordu Akın'a.

"Özür dilerim Akın Bey isterseniz Asuyu çağırayım o gelip yapsın eli naziktir hem." Diye laf sokan Nar'a bakıp sabır çekti Akın.

"Asu en azından yarama pansuman yapıyordu senin gibi bana yara açmadı." Diye sitem etti Akın. Nar'ın gözleri irileşti.

"Kaşınızı ben mi patlattım Akın Bey?" Dediğinde Akın hiç beklemeden "Evet." Dedi. Hafifçe tebessüm ettim. Onların bu salak ama tatlı atışmalarını özlemiştim.

"Akın Bey ben sadece odama gidiyordum, peşime gelirken kaşınızı kapıma astığım çiçek desenli aksesuara siz çarptınız."

"Kızım başımı beynimi yemedin mi ben de geleyim Eva'yı görmek istiyorum diye. Ayrıca süs sandığın o sikik şeyi kapıdan söküp atacaksın!" Gülüşüm büyürken Sancar'ın bana baktığını hissetsem de ona bakmadım.

İçeriye tekerlekli sandalye ile giren Elber'e irice açtığı kahve gözleri ile baktı Elyesa. "Yatalak değilim Mavi, abartma istersen." Diye çıkıştı. Mavi tam itiraz edecekti ki bakışları Sancar ve benim olduğun tarafı bulunca duraksadı.

"Dönmüşsün." Dediğinde yanımda ki Sancar başını salladı. Mavi benim olduğum yöne bakmadı bile, beni suçluyor olmalıydı. Haksız da sayılmazdı. Elyesa'ya ilerledim.

"İyi misin?" Dediğimde o da bana doğru ilerlemeye başladı. Herhangi bir sarsılma ya da aksaklık yoktu adımlarında. Gözleri ışıl ışıl ten rengi yerindeydi. Her zaman ki gibi yine ilk o bana sarıldığında gülümsüyordu. "Ben her zaman iyiyim kızım. Ne bakıyorsun bunların abarttığına." Sarılışına karşılık verirken oldukça dikkat ediyordum. İçim de ki kendisini suçlayan taraf ağır basınca bakışlarımı yere indirmek istedim ama yapmadım.

"Nasıl bu kadar çabuk kendine geldin?" Dedim ayrılarak. Yarası çok derindi ve bu kadar çabuk ayaklanması mümkün değildi "Bende aynısını sorguluyorum." Diyerek kendisini koltuğa attı, Mavi ters ters bakıyordu bana. Çarpacaktım en sonunda bir tane.

"Mavi iyiyim diye uyandığımdan beri beş yüz kez dedim." Diye bıkkınca soludu Elyesa.

"Ne yani bu Vampirlerin panzehri de neymiş böyle iki saatte şahlandırdı sizi Elyesa Hanım?" Bir kaç gündür Mavi'yi görmüyordum ve çenesini asla özlememiştim.

Bana kedi yavrusu gibi bakan Nar'a ilerlediğimde kocaman gülümseyerek bana sarıldı. "İyisin." Dedi kulağıma fısıldayarak. "İyiyim." Dedim. Sesim netti ama hislerim pek bunu doğrulamıyordu.

"Elyesa?" Diyen Arsal'ın sert sesini duyunca yutkunmamak için zor tuttum kendimi. Nar'dan uzaklaşırken bana bakan Akın yorgunca gülümseyerek hafif bir baş selamı verdiğinde bende başımı sallayarak selamını kabul ettiğimi gösterdim.

"Senin burada olmaman gerekiyordu." Dedi Arsal ona yaklaşarak. Arsal'ı tanımayan buz gibi sorduğu sorunun içinde ki endişe yoğunluğunu göremezdi. Ama Elyesa net şekilde görmüştü.

"İyiyim Prensim, vallahi." Dediğinde Arsal Elyesa'ya sarıldı. Sesinde ki ve hareketlerinde ki donukluğa rağmen kız kardeşine sarılır gibi sarılmıştı Elyesa'ya. Öyle bir bağrına bakıyordu ki aralarında ki o güçlü bağı görmemek mümkün değildi.

"Dinlenmek gerekiyordu, neden buradasın? Uyanalı saatler oldu soluğu hemen burada mı alır insan." Elyesa gülerek geri çekildi. Normalde çok gülen bir kız değildi, ciddi ve kendinden emin duruşu ile tanışmıştım ilk önce Elyesa'nın ama o sevdiklerine karşı farklı bir taraf barındırıyordu.

"Arsal gerçekten çok yoruldum ve sıkıldım, ne olur bu günü de normal geçirsek eski günlerde ki gibi?" Dedi adeta kedi yavrusu gibi Arsal'a bakarken. Tebessümümü bastırdım

"Elyesa bu gün önemli bir toplantı yapmamız gerekiyor, Sancar da bu yüzden gel-"

"Efendim lütfen ama, ne olur yani eskiden Yönetime gittiğimiz günleri yad etsek? Hem yaralıyım ben ahh-" Diyerek acıyla yarısını tuttu, tamamen oyun yapıyordu. "Benim gibi yaralı bir insanı kıracak mısın gerçekten?" Dediğinde Arsal ona bakarken küçük yaramaz kız kardeşine bakan ağabeylerden pek bir farkı yoktu.

"Ben senden ne çekiyorum böyle dünden kalma" Dediğinde Elyesa'nın kaşları hızla çatıldı.

"Dünden kalma falan değilim ben!" Dediğinde bunun aralarında olan bir şaka olduğunu anlamıştım, kim bilir neden öyle diyordu Arsal ona.

"Ne yapacağız peki?" Diye sordu Mavi.

"Yönetim zamanın da ne yapardık ki?" Diye düşünür gibi konuştu Akın. Mavi ters ters baktı.

"Ne mi yapardınız?" Dedi aklına gelen şey onu çıldırtmış gibi. "Ulan hekimlik seviyesinin üçüncü aşamasında Karasefer şehrini yöneten adama ilaç yaparken içine Baldıran otu koyup şaka yapıyorum diye herifi bana öldürtmüyor muydunuz amına koyayım! Sizin yüzünüzden yönetene ve yöneticiye direkt suikasttan ülkeden sürgün ediliyordum!" Bir kaç saniye düşündü. "Sahi hangi şerefsiz yapmıştı onun?" Dediğinde Elyesa ters ters baktı.

"Sensin be şerefsiz." Diyerek kimin yaptığını gayet belli ettiğini düşünüyordum. "Beyinsiz salak sen benim maket temel harcımın içine Kireç yerine un koymadın mı! Senin yüzünden sınıfın ortasında hoca bana unlu mamul yapmak istiyorsan evinde bazlama aç kızım dedi! Rezil oldum tüm yönetim sınıfına." Dediğinde Akın ters ters baktı ikisine de.

"Amına koyayım hadi siz aranıyormuşsunuz da bulmuşsunuz belanızı, benim ne suçum vardı? Ayrıca hala söylemediniz hangi kahpe 'hocam Akın'ın yönelimi farklıymış, uzun süredir sizden hoşlanıyor ama açılamıyormuş' dedi!" Dediğinde Nar ile ağzımızdan aynı anda bir kıkırtı kaçtı. Akın ters ters bize baktı, bu olay onu baya derinden etkilemiş olmalıydı.

"Ben yaptım." Diyen Arsal ile sanki aldatılmış gibi elini kalbine götürüp şaşkınca gözlerini irileştirdi. "Ulan piç senin yüzünden o adam beni üç ay derse almadı, iki sene boyunca da dersten geçirmedi, götümü yırta yırta geçtim." Dediğinde Arsal umursamadan kendisini rahatça koltuğa attı.

"Siktir lan." Dedi sakin bir sesle. "Geçen dönem kaldığın dersten geçmek için sınıfında ki kızın birinden not dilendin o da vermeyince ben prensin sol kuluyum kalbi benden tarafta sana ayarlarım bir şeyler diyerek kızı başıma musallat etmedin mi? O kız yönetim boyunca beynimi sikti senin yüzünden." Dediğinde Akın kan beynine sıçramış gibi baktı.

"Amına koyayım yönetimde ki tüm kızlar peşindeydi zaten o dönem, şimdi de öyle de konu bu değil. Ne olurdu kardeşin için bir kaç kıza katlansaydın?" Arsal omuz silktiğin de Sancar bu sefer kafası karışmış gibi baktı. "Madem her şey dökülüyor söyleyin o zaman hangi özürlü baş büyüler dersine ait kitabın kapağını hayvan gibi ısırdı lan?" Dediğinde bir anda koltuğa ne ara gelip kurulduğunu görmediğimiz Yelzar konuştu.

"Kanka onu yanlışlıkla ben ısırdım." Dediğinde Nar ve Elyesa aynı anda korku ile sıçradı. Ne ara gelmişti Allah bilir.

"Aklımı aldın ruh hastası." Diyerek baş parmağını damağına koyup başını geri
atan Elyesa. Yelzar hızla önünde bitiverdiğinde birbirlerini özlemle kucakladılar. "İyi misin kız dünden kalma." Dediğinde Elyesa geri çekilip bir tane kafasına vurdu. İstese kaçardı ama bunun yerine güldü Yelzar. Tekrardan sarıldılar ama Yelzar oldukça dikkat ediyordu yarasına. Onların yanındaydım ama onlarla değildim, hepsinin birbirinde mazisi vardı ve birbirlerine değer veriyorlardı ve ben bir figüran gibi kalıyordum aralarında...

Yelzar'ın bakışları bana döndü ama bir şey söylemedi, bende söylemedim. Sancar o sırada öldürecek gibi Yelzar'a bakıyordu. "Kitabı niye ısırıyorsun amına koyayım hayvan mısın sen?" Dediğinde Yelzar asla alınmadı. Umursamazca omuz silkerek

"Seni ısınmamdan iyidir Kahin evladı." Dediğinde Sancar yüzünü buruşturdu.

"Şunu her seferinde orospu evladı der gibi demezsen sevinirim." Yelzar sırıttı. Yaramaz bir çocuk gibiydi.

"Ee ne yapacaksınız?" Dediğin de Mavi biraz düşünüp bir fikir sundu. "Kara kadeh oynasak?" Dediğinde Yelzar yüzünü buruşturdu. "Akşama Kanmazan da Arena gecesinin daveti var, sarhoş gidersem babam beni Viran sınırlarına sıçırtmaz."

"Labirenti oynayalım desem ondan çıkmazsak sıkıntı şimdi. İşlerimiz var." Dedi Akın.

"Labirent?" Diye sordu Nar bir anda ama tüm bakışlar ona döndüğünde hemen kıpkırmızı kesildi. Akın'ın dudağı kıvrıldı. Nar'ın utanması hoşuna gidiyordu. "Hepimiz zihin yolu ile aynı labirentin için de uyanacağız ve yolu bulmaya çalışacağız." Bakışları Elyesa döndü. "Genelde ikili takım oluyorsun ve her takım labirentin bir diğer ucunda uyanıyor, bir keresinde labirentten çıkamayıp iki gece bedenlerimiz uyuya kalmıştı, çünkü zihin olarak orada bulunuyorsun ve labirentten çıkamazsan uyanamıyorsun." Nar'ın gözleri korku ile irileşti.

"Ama bu çok tehlikeli." Yelzar sırıttı. "Ve de eğlenceli, genelde benim yanımda kim olursa ilk o çıkıyordu Labirentten." Ters ters Arsal'a baktı. "Ha bir de şu şahsiyetle olursan."

"Sadece labirentin içinde dönüp duruyor musunuz öylece?" Dediğinde Elyesa devam etti bu sefer. "Hayır, zihnin de ki korkular ve seni geren şeyler labirentte bir bir karşına çıkıyor ve onları geçmeniz gerekiyor. Eğer onları atlatamazsan çıkamıyorsun." Nar bembeyaz kesildi.

"Ama bu ço-çok korkutucu bir şey." Dediğinde Mavi ve Elyesa aynı anda. "İşin eğlencesi o ya." Dediler. "Ama o çok uzu. Sürer." Elyesa durdu ve Sancar'a heyecanla baktı. "Hatırlıyor musun çok önceden sadece sizin tapınakta ki arkadaşlarınla oynadığın bir oyun vardı, zarlı küreli bir şeydi, neydi adı ya."

"Sekiz zar mı?" Dediğinde Elyesa heyecanla Sancar'ın yanına oturdu. "Evet evet onu oynayalım hadii." Öylesine heyecanlı söylüyordu ki hiçbiri onu kıramazdı.

Yaklaşık on beş dakika sonra hepimiz yuvarlak bir masanın etrafına oturduk. Nar ilk başta oynamak istemediği için zorluk çıkarsa da Elyesa'nın ısrarı yüzünden değil de Mavi hekiminin korkusundan oturmak zorunda kaldı. Ben ise tamamen kalabalığın kurbanı olduğumdan oturmak durumunda kalmıştım. Arsal'a elimden geldiğince bakmamak istiyordum ama gözüm sürekli bana ihanet edip onu buluyordu ve ona her baktığımda onun mutlaka bana bakıyor olduğunu görmek kalbimi hızlandırıyordu.

Dikkatimi dağıtmaması adına masaya odaklandım. Masada büyük beyaz dikdörtgen bir platform oyunun zeminini oluşturuyordu. Masanın tam ortasında yanıp sönen bir küre vardı. Ne yapacaklarını tam anlayamadığım için Sancar'ın anlatımına dikkat kesildim.

"Oyun şu şekilde: Platformun şu kırmızı köşesinde ki tuşa bastığımız an rast gele birimizin adı yazacak ve o kişi zar atacak, yüzünde ki sayıya göre bize bir soru belirleyecek. Sol elimizi küreye bastırdığımızda kürenin yüzeyin de sorunun cevabı bizzat görüntü şeklinde görünecek bu sayede yalan söyleme ihtimali ortadan kalkacak çünkü küre tamamen zihninizden geçeni gösterir, genelde ilk düşündüğünüzü gösterir." dediğin de yanımda oturan Nar'ın gerildiğini ve sessizce yutkunduğunu hissettim. Devam etti Sancar. "Bazen oyun kendiliğinden eş seçer ve iki kişi küreye değil de karşılıklı yazanları yapmak zorunda kalır. Anlaşılır anlattığımı düşünüyorum." Diyerek hepimize baktı tek tek. Herkes anlamıştı.

"Hadi başlayalım, bir kere oynamıştım çok eğlenceli bir oyundu." Diyerek el çırptı Elyesa. Sancar gözlerini kapatıp eli ile bir hareket yaptığında oyun başladı ve kırmızı düğmeye bastı. Sarı ışıkların çevrelediği harflerde Akın yazıyordu.

"Şansımı sikeyim." Diye mırıldandığını duysam da zarı eline alıp iki kere avucunda salladı ve attı.

Gelen sayı altıydı.

Platformun etrafından sızan minik sis boğucu değildi ama ortama uhrevi bir hava katıyordu.

Akın'ın sorusu ya da yapması gereken şey siyah harflerle platformdan yukarıya yansıyarak belirdi.

Kendi tenini çiz ve kanını masaya damlat.

Yazanları okuduğumuz an hepimizin gözleri Yelzar'ı buldu. Sanırım bu oyun Akın ve onun arasında olacaktı. Akın tereddütle baktı Yelzar'a. "Beni emmeye falan kalkmazsın değil mi lan göt veren?" Dediğin de Yelzar ters ters baktı.

"O kadar iradesiz bir vampir miyim amına koyayım?" dediğin de Nar hariç hepimiz sanki anlaşmış gibi "Evet." Dediğimizde teessüf eder gibi baktı.

"Saçmalama Akın, yap şunu." Dediğin de Akın tereddütte de kalsa cebinden bir bıçak çıkartıp avcunun ortasına bir kesik attı. Sanki hiç canı yanmıyormuş gibi hiç tepki vermeden kanını damla damla masaya akıttı. Hepimizin gözleri Yelzar'ın üzerindeyken onun bakışlarında en ufak bir değişim olmadı. Kanın kokusunu çok net aldığına adım kadar emindim. Hiçbir tepki vermeden masanın en köşesinde metalden olan peçeteliği alıp, "Gözüme de soksan umurumda olmaz Barlas, al şunu." Diyerek Akın'a uzattı. Kana bakarken gayet stabildi ifadesi.

Akın bir süre yüzüne baktı ve anında 'hadi lan ordan' ifadesi belirdi yüzünde. "Şurada bayanlar var ama gelmeden önce karnını doyurmadıysan beni de burada siksinler Alakar, en son açım açım diye götümde dolaşıp zorla benden beslenmedin mi lan sen. Havan kime amına koyayım?" Dediğin de Yelzar şeytanca sırıttı. Tabi ki de toktu. Vahşi hayvanat. Bakışlarım Sancar'ın yanında ki Arsal'a bir kere daha kaydığın da Yelzar 'da olan Okyanus gözleri bu anı bekler gibi yine bana döndü, bu sefer gözlerimi kaçırmadım ama bakışları öyle yoğundu ki yüzümü farkında olmadan elimle yellemeye başladım, niye öyle bir halt etti bilmem ama yanıma oturan Mavi iti ben salak salak Arsal'a baka kalmışken sessizce fısıldadı. "Hayırdır Şirret şeytan yangın mı var?" Dediğin de ters ters baktım. Bunu sessizce sorduğu için masada ki Yelzar hariç kimse duymamıştı o da vampir yetileri sayesinde dinlemişti. Öyle keskindi ki kulakları kalbimin ritmini dahi duyduğunu söylemişti. "Ortalığı ateşe verirsem görürsün yangın mı var kıyamet mi Sarı kafa." Diye tısladığım da Arsal bana serseri bir şekilde gülümsedi. Bu herif beni tehdit etmemiş miydi az önce yukarıda. Yok ben bunun belasını...

"Sırada ki isim Mavi." Diyen Sancar'ın sesi kavgamızı bölmek için uyarı niteliğindeydi. Mavi zarı attığında beş gelmişti. Bir kaç saniye için de sorusu belirdi.

Hiç kimseye söyleyemediğin en kirli düşüncen...

Yazan yazıyı gördüğümde de itina ile Mavi'ye dönüp bizzat kapak yaptım.

"Evet pislik yuvası, inan öğrenmek
istemiyorum ama söyle bakalım." Dediğim de Mavi şok olmuş şekilde ekrana bakarken farkında olmadan bakışları Elyesa'ya döndü. Yeşile çalan ela gözlerin de ki koyulaşmayı görmemek imkansızdı. Elyesa fark etmeden dişini dudağına geçirdiğin de Mavi'nin gözleri oraya takılı kaldı ve derin bir nefes verdi.

"Küreye elini koyman lazım." Diyen Sancar ile Mavi daldığı dudaklardan irkilerek çıktı.

"Yook!" Diye bir anda farkında olmadan sesini yükselttiğin de neredeyse kahkaha atacaktım.

"Ney yok?" Diye sordu Akın adice arkadaşını sıkıştırarak. "Ben elimi kestim ama kardeşim, yapacağın tek şey elini küreye dokundurmak." Elyesa kıpkırmızı kesildiğinde Mavi de ondan farklı değildi. En kirli düşüncesini az çok tahmin edebiliyordum.

"Hadi amına koyayım yapacaksan yap." Dedi Yelzar sıkılmış gibi. Mavi'nin ela gözleri öfkeyle harlandı.

"Kürede onun çıplak vücudunu görürseniz hepinizin gözünü çıkartmak zorunda kalırım kardeşim bu yüzden hiç gerek yok." Mavi'nin hiç utanmadan söyledikleriyle Elyesa resmen morardı, Akın onun bu haliyle oldukça eğleniyordu. "Elyesa hayırdır güzelim, sen neden kırmızıya döndün?" Akın'ın bu kadar piç olduğunu yeni öğreniyordum. Elyesa daha da kızardı.

"Yapmam." Diyen Mavi ile Sancar ofladı. "Yapmazsan sıradakine geçemeyiz, yapmak zorundasın." Dediğin de Mavi'nin saç diplerine kadar sinirden kızardığını gördüm.

"Erkekler dönecek lan o zaman arkasını!" Dedi dişlerinin arasından, hiçbiri itiraz etmeden arkasını döndüğünde Mavi gözlerini Elyesa'ya değdirmemeye çalışarak elini küreye bastırdı ve kürenin geniş yansımasında ki pus renklenerek dağıldı. Eğer başka bir şey düşünerek dokunsa dahi küre her zaman doğrusunu seçip alıyordu zihninden. Ekran tamamen netleştiğinde küreye bakan Elyesa, Nar ve bendim. Mavi dahi gözünü kapatmıştı, hayal ediyor olabilir ama böyle canlıymış gibi ekranda görmeye dayanamazmış gibi can çekişen bir ifade vardı yüzünde.

Yatakta upuzun kahverengi saçları yastığa serpilmiş olan Elyesa'nın üstü tamamen çıplak değildi Allah'a şükür, ama çok da giyinik sayılmazdı. Göğüs uçlarına kadar belli eden kırmızı dantelli bir sutyen takımı vardı üzerinde, kasıklarının bitiminde kadınlığının hemen önünde kırmızı dantelli külotu süsleyen inci taneleri vardı. Elyesa alt dudağını ısırarak zaten ortada olan hatlarını kapattığını sanan sutyenin kenarlarında olan kopçalarını çıkartarak hafifçe doğruldu ama hala yatar vaziyette ve sutyeni göğsündeydi fakat biraz daha doğrulsa sıyrılıp düşerdi üzerinden. Komedinin üzerinde ki minik bir bal şişesini alıyor ve karşısında ki kişinin gözlerine baka baka balı havaya kaldırıp ağzına ince bir su misali akıtıyordu, ağır çekimdeymiş gibi ince ince süzülen ballar dolgun dudaklarından taşarken seksi bir şekilde alt dudağını yalayarak balı iyice emdi ve yavaşça iki göğüs oluğuna dökmeye başladı ve o sırada yatağa yaklaşıp Elyesa'nın üzerine doğru eğilen Mavi bu görüntüye adeta büyülenmiş gibi bakıyordu.

Devamını kaldıramayacağım için tam durdurun şunu diye cırlayacakken benden önce Elyesa cırladı. "Tamam, tamam durdurun şunu!" hızla küreye doğru atıldığında eli ayağına dolaşmış gibi elini Mavi'nin eline koydu, amacı kesinlikle elini küreden uzaklaştırmaktı ama Mavi'nin açılan gözleri ile eli elinin üzerinde dona kaldı. Yeşile çalan ela gözleri alev alev yanıyordu. Bakışları Elyesa'nın pancara dönmüş yüzünde gezindi kısa bir an. Gördüklerimiz yüzünden utanacağını sandım ama Mavi'nin yüzünde son derece arsız bir gülüş belirdi. Elinin üstünde olan eli hafifçe kendisine doğru çektiğin de aralarında sadece ben ve Nar olduğu için Elyesa Mavi'nin dibinde buldu kendini.

"Emin ol, en az hangisi kirli ise onu düşünmeye çalıştım ilk, diğerlerini bir bilsen..." dediğin de Elyesa şok içinde kaldı. Ama bakışları farkında olmadan Mavi'nin dudaklarına kaydı, aralarında ki elektriği ben bile hissediyordum. Elyesa'nın solukları hızlandığın da Mavi'nin koyulaşan bakışları altında nefesi kesiliyordu. Nar ve ben hiç sesimizi çıkartmadan onlara bakıyorduk.

Evet, yine aralarındaydım, kafamı kaldırıp neredeyse öpüşmelerine milimler kalan çifte bakarken Nar'a bakıp sırıttım. Sonra kafamı kaldırıp "Öpüşürseniz kusarım." Dediğim de Elyesa girdaptan çıkar gibi aniden kendisini geriye attığın neredeyse sandalye ile birlikte düşecekti. Arkasını dönen tayfa tekrardan önüne döndü ama ben haince sırıtıyordum.

Masada ki herkesin bakışları bir Elyesa da bir Mavi'de gelip giderken yüzümü buruşturup Maviye baktım. "Bir ay boyunca bal yemeyeceğim sanırım." Dediğim de hülyalı gözlerini Elyesa'dan çekip bana öldürücü bakışları ile baktı. Omuz silktim. "Boku yedin oğlum, artık ölene kadar bununla dalga geçerim. Bu nasıl fantezi amına koyayım." Muhtemelen devamın da o balları Elyesa'nın vücudundan temizliyordu, dili ile...

"Eva!" Diyerek iki eli ile yüzüne kapatan Elyesa'ya bakarken de gayet eğleniyordum. Bu oyun çok eğlenceli olmaya başlamıştı.

"Sıra sana da gelir nasıl olsa şirret şeytan." Dedi Mavi intikam ister gibi. Omuz silktim.

"Emin ol benim fantezi dünyam seninkine bin basardı." Dediğim de. "Görmek için sabırsızlanıyorum." Diyen Arsal'ın sesi ile bu sefer kızarmaya başlayan ben oldum. Mavi anında haince sırıttı. Elyesa ise çok nezih bir biçimde bana hak ettiğim bir kapak çekti.

"Sırada ki isim kim?" Diyerek hızla Sancar'a döndüm ama o da gülmemek için kendisini zor tutar gibi bakıyordu. Keser döner sap döner olayı biraz bana dönmüştü. Bu kadar çabuk döndüğünü bilmiyordun.

"Yelzar." Dediğin de Yelzar zarı attı. İki geldi ve soru belirdi.

Özlediğin kısa bir anı... Yazan yazıya bir süre baktı ve tek kelime etmeden elini küreye bastırdı.

Ve saniyeler içinde kürede bir görüntü belirdi; görüntü de üç adam vardı. Arsal, Yelzar ve Toprak.

Bakışlarım dikkatle Toprak'a kaydı. Sağ bileğinde bir yıldırım dövmesi vardı, bu dövmeyi on altı yaşında yaptırmış, on sekiz yaşların da beğenmediği için sildirmişti. Muhtemelen o yaşlar aralığındaydı. Üç adamın da yüzünde ergenliğin getirdiği bir olgunluk ama yaşım verdiği bir küçüklük vardı.

Arsal ve Toprak her ne olmuş ise kahkahalarla gülerken Yelzar onlara ters ters bakıyordu.

"Orospu çocukları beni dışlamayı ne zaman bırakacaksınız?" Dediğin de neredeyse gülecektim. Resmen onları kıskanıyordu. Toprak onun omuzuna gülerek vurduğun da Yelzar aynı huysuz bakışlarını sürdürmeye devam etti.

Toprak yerinde dikleşerek anlık dudaklarını birbirine bastırıp ciddiyetini topladı ve Yelzar'a bakarak. "Sayın bayan size olan duygularım körüklenerek artıyor ney lan." Diyerek sonlarına doğru ciddiyetini yerle bir edip öyle bir kahkaha attı ki Arsal ile birlikte daha fazla gülmeye başladılar. Hayvani boyuttaki kahkahaları ile yüzümü ilk önce yalandan buruşturdum sonrasında ise nedensiz bir tebessümde buluştu dudaklarım. Bakışlarım anlık olarak küreden çekip Arsal'a baktığım da yüzü ifadesizdi ama bakışlarında ki özlemi görebiliyordum. Onlar üç yakın arkadaşlardı. Şimdinin kanlı bıçaklı düşmanları eskiden omuz omuza veren dostlardı...

Birbirlerinden bu denli nefret edecek kadar ne olmuş olabilirdi ki?

Ya da en başa alırsak bunlar nasıl dost olmuşlardı? İki devlet birbirine düşmandı ve iki veliaht birbirlerine dosttu.

Öylesine çok boşluk vardı ki dolması gereken onları doldurmadan ilerleyemiyordum. Her seferinde bilmediklerime takılıyor, bana anlatılmayanların cevabı benin cevaplarıma ulaşmama engel oluyordu.

Gözlerim tekrardan küreyi buldu.

Yelzar onlara ters ters bakıyordu. "Bana diyenlere bak amına koyayım." Toprak'a döndü bakışları. "Oğlum sen daha dün yönetimin oradaki kızla iki saat flörtleşip kız 'sen kimlerdendin' deyince ben Kırcalılardanım dediğin an kız avaz avaz bağırarak kaçmadı mı yanından?" Dediğinde Toprak'ın gülen ifadesi anında bozuldu. Bu sefer gülen Yelzar'dı. "Kız arkasına bile bakmadan nasıl can havliyle koşuyorsa yönetimin süs havuzuna düşmüş." Dediğin de bu sefer Arsal ve Yelzar gülüyor Toprak onlara ters ters bakıyordu, öldürücü bakışları Arsal'ı buldu. "Sen ne gülüyorsun lan göt veren, yine bizde bir çaba var sen oturup sikinle tango yapıyorsun. Biz en azından ekmeğimizdeyiz." Dayımın piç olduğunu her zaman söylerdim. Arsal umursamazca omuz silkti. "Karıya kıza ayıracak vaktim mi var lan benim, sizin gibi boş işler adamı miyim ben?"

"Götüme bak götüme." Dedi Yelzar ters ters. Üçünün de oldukça eğlendiğini çok iyi biliyordum. "Ateşlinin betondan prensi Arsal Karahan hazretleri." Ve küre yavaş yavaş puslanmaya başladığında Yelzar elini indirdi. O anın devamında da öncesinde çok eğlendikleri yüzlerinden görülmeyecek gibi değildi.

Madem bu kadar yakınlardı nasıl şimdi böylesine soğumuşlardı.

Birbirlerini ölüme terk edecek kadar mı nefret etmişlerdi? Bakışlarım kürede takılı kaldığında bir kere daha dayımın beni nasıl ayakta uyuttuğunu anladım. Toprak'ın bir ayağı sürekli buradaydı... Toprak sürekli buraya geliyordu...

Bir süreliğine bir durgunluk olsa da oyun devam etti. Nar'a en zayıf yanın ne denildiğin de kürede bir kadın belirmişti, ne kadar sorsak da söylemek istemeyerek sırasını geçiştirmişti. Elyesa'ya zihninden ilk geçen saçma bir düşünceyi göster dediklerin de Akın ve Yelzar'ın düğününü kürede izlemiştik ama kötü olanı Yelzar'ın üstünde bir gelinlik olmasıydı. Yelzar küfürler ederken Akın "Kestir de karım ol lan." Gibi bir fikir sunması ile kahkahalara boğulmuştuk. Onların bu yanını ilk defa görüyordum, şaşkındım ama nedenini bilmiyorum sanki yıllardır bir aradaymış, onlarla birlikteymiş gibi de ortama ayak uyduruyordum, yalnızlık hissi ne ara uçup gitmişti farkında dahi olmamıştım.

Oyun devam ederken bu sefer platformda yanan isim Arsal oldu. Sırtımdan akan bir ürperti hissettim nedensizce. Arsal istifini bozmadan kendisi için belirecek olan soruyu bekledi.

Seni etkisinden çıkartamayan, aklından silinmeyen bir an...

Yazılan harflere bakarken bir an sıkıntı ile gözlerini yumduğunu gördüm. Bu soru hiç hoşuna gitmemişti ki benim de öyle. Neden bilmiyorum ama kürede herhangi bir kadının yüzü belirir hissiyatı kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Beni ne ilgilendiriyordu ki! Belki unutamadığı etkisinden henüz çıkamadığı bir kadın vardı, ya da eski bir sevgilisi... saçmaydı! Beni niye ilgilendiriyordu ki? Başka bir kadına dokunmuş olması göğüs kafesime bir sızı verdi... var mıydı gerçekten öyle
birisi? Kanımda dolaşan o merakın yanı sıra bastıran kıskançlık ile gözlerimi yumdum. Saçmalamaya devam ediyordum!

"Hadi Prensim." Dedi Elyesa merakla.

Arsal gözlerini bana çevirdiğin de sıkıntıyla bir kere daha ofladı...

Elini küreye bastırdı ve bulanıklığın arasında netleşen görüntü ile küreye baka kaldım.

Kürenin yüzeyinde Arsal ve ben vardık... Bir yatak odasındaydık ve üzerimde sadece bir sutyen vardı ama sanki burada ki erkeklere göstermek istemez gibi üzerim bulanıktı, çıplaklığım görünmüyordu ancak onun zihninin her köşesinde kazılı olduğunu bana olan bakışlarından anladım. Yutkunmamak için zor tuttum kendimi.

Küre de ki anı çok iyi hatırlıyordum...

Midemden kalbime doğru yükselen hissi yok sayıp küreye döndüm.

Elin de ki tişörtü almak için ona doğru eğildiğim de aldığı derin nefesleri ve yüzünün nasıl seğirdiğini çok net görüyordum. Kendisini tutmaya çalışmaktan kıpkırmızı olmuş bir vaziyetteydi. "Kıpırdanıp durma elimden bir kaza çıkacak." Boğuk ve hırıltılı çıkan sesi ile bakışlarım ona dönmüştü, ben onun aksine gayet normal görünüyordum. Sanki hiç etkilenmiyormuş da kalbim deli gibi çarpmıyormuş gibi...

Herkes pür dikkat bizi izlerken yüzümde
oluşan o şeytandan emanet gibi olan sinsi kıvrımı gördüm. Burada ki kimse görmüyordu ama çıplak tenimin onu ne denli çıldırtıp zorladığının farkındaydım.

Zayıf noktasını yakalamanın verdiği mutlulukla ona doğru biraz daha yaklaşıyordum, o an şeytanlıktan ne yaptığımı bilmezken şu an kıpkırmızı kesildiğimin farkındaydım. Bu anımız zihninden çıkmıyor muydu?

Dışarıdan gözle görülür elle tutulur olan o çekimi iliklerime kadar hissettim...

"Prensim," diyordum güya masum bir sesle ama asla alakası yoktu, tişörtümü almak için eğildiğinden önümde diz çökmüş vaziyetteydi. Koskoca Ateşli prensi benim önümde diz çöküyor ve bundan gocunuyor gibi durmuyordu.

"İyi misiniz?" Sesimde ki şehvetle elimi üç düğmesi açık olan gömleğinden göğsüne bastırıyordum ve bana alttan bakan adamı ne denli bertaraf ettiğimi o an fark etmesem de şimdi çok net görüyordum. Kasılan tenini ve mavi göz bebekleri şokla irileşmiş nefesi hızlanmıştı. Bakışlarım ona döndüğünde onun koyulaşmış Okyanus gözleri zaten benim üzerimdeydi, o anı sanki zihninde sürekli dönüyormuş da küreye bakmaya gerek durmuyordu, gözleri pür dikkat bendeydi. Okyanuslarında belirgin bir öfke göreceğime emindim, o ise bana yoğun gözlerle bakıyordu. Sanki bu kadar insanın içinde sadece tek bir dokunuşumun onu nasıl etkilediğinin ortaya çıkması onun için sorun değildi.

Yüzüme kanın oturduğuna emindim, gözlerimi ondan kaçırıp küreye çevirdim.

"Yanıyorsunuz." Sesimde ki hilebaz kadın gün gibi ortadaydı. "Uyanamadın her halde?" Diyordu. "Uyanık olduğumun farkındasın." Yakıcı bakışlarını önümde eğilmiş olmasına rağmen gözlerimden çekmedi. Elim hala hızla inip kalkan göğsündeydi.

"Eğer uyanık olsaydın ateşle oynadığını bilirdin." Yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında yüzlerimiz arasında milimler bırakmıştı... "Bilmiyorsun." Sıcak nefesi dudaklarıma her vurduğunda deli gibi etkilenen tek tarafın o olmadığı gerçeği önüme ayan beyan serilmişti.

"Bilmiyorum." Kısık sesine ayak uyduruyordum. "Öğretsene bana," dediğimde yakıcı bakışlarının yanında
gözleri öyle bir koyulaştı ki elinin birisiyle boynumu kavrayıp beni daha da dibine çekecekken her zaman uyumadan önce yastığımın altına sıkıştırdığım bıçağı hızlı bir el hareketiyle boğazına yasladım. Küreyi izleyen herkes sanki bir filmin en heyecanlı yerindeymiş gibi aniden dikleşmişlerdi,

"Herkes benim ateşimde üşür ama sen cayır cayır yanarsın şeytanın kızı." Diyen boğuk sesi şimdi dahi beni öylesine etkiliyordu ki nefeslerim hızlandı. Bakışları boğazına yasladığım bıçaktan etkilenmiş gibi görünmüyordu. Sanki şah damarı elimin altındaki metalde atmıyormuş gibi öylesine normal bakıyordu ki herkesin ağız şok içinde ayrıldı. "Herkes benim ateşimde donarak can verir ama sen benim ateşimde yanan ilk kişi olursun." Derken tek bir tereddüt yoktu gözlerin de.

"Ya sen benim kanımda boğulursan?" Ve bu andan sonra birbirimize olan şehvet dolu bakışlar düşmanca bir hal alıyordu ama ortada asla yok sayamayacağımız bir çekim vardı, alevler etrafımızı sarmış gibiydi. "Söylesene Arsal önünde diz çöktüğün bir kadına karşı nasıl bir galibiyetin olabilir ki?" Kendimden emin çıkan sesimde tek bir tereddüt dahi yoktu.

Herkes donmuş şekilde kaldığın da benim bakışlarım masanın üzerinde kilitli kalmıştı

Görüntü yavaş yavaş kürenin ekranında beliren bir ses ile kaplandı ve tamamen yok oldu.

Bir süre kimseden çıt çıkmadı, herkes izlediği şeyin şaşkınlığını yaşıyor olmalıydı. "Sen ne arıyorsun ulan o kızın odasında dalyarak?" Diyerek ilk tepkiyi veren tabi ki de Yelzar oldu.

"Sana ne lan! Sana hesap mı vereceğim." Diyen Arsal'ın gözleri hala bendeydi.

"Elimde kalacaksı-" Diyerek öne atılan Yelzar'ı yanında ki Sancar tuttu. "Tamam sakin." Akın'ın "Sana ne oluyor kardeşim?" Demesiyle Yelzar bu sefer ona ters ters bakıyordu. "Sen böyle her sike karışır mısın Barlas?" Akın omuz silkti.

"İlgimi çekerse neden olmasın?" Onlar birbirine girdiğin de benim tek duyabildiğim Elyesa'nın şaşkın sesi olmuştu.

"Arsal Karahan bir kadının önünde diz mi çökmüştü yoksa ben mi yanlış gördüm?" Öylesine bir dehşetle sormuştu ki sanki asla mümkün olmayacak bir şeymiş gibi. İrileşen kahve gözleri Arsal da idi.

"Sen?" Niye bu kadar şaşırmıştı ki? "Ateşlinin prensi bir kadına boyun mu eğdin." Dediğin de kafamı kaldırıp Arsal'a baktım. Gözleri yine sadece bendeydi. Kulaklarımda duyulan ses kalbimin hızı mıydı? "Nefes al aptal sansar!" Yelzar'ın kıskanç sesi ile nefesimi tuttuğumu dahi o an fark ettim. "Kalp krizi geçirecekler amına koyayım!" Diye isyan ederek ayaklandı, onun da mı kalbi benim gibi yerinden çıkacak gibi atıyordu.

İkimiz de hiç konuşmadan sadece birbirimize baktık, Yelzar'ı tekrardan sakinleştirdiklerin de bu sefer yanan isim benimki oldu.

Zarı attığım da sekiz geldi ve platformda belirecek olan yazıyı bekledik. Ve beliren yazıyla masaya sanki bomba düşmüş gibi bir gerginlik kapladı.

En büyük ihanetin...

Yazan yazıya bakarken yüzümde en ufak bir değişim olmadı. Mesela kalbim anlık bir endişe sızısıyla sızlamadı, masanın üzerin de sabit duran ellerim titremedi, vücuduma telaş adına hiçbir akım uğramadı. Sadece yazıya bir kaç saniye baktım.

"Ne yapacaksın şimdi?" dedi şeytanım kulaklarımın dibinde, "Ne olacak şimdi!" çırpınışlarına dahi hiçbir duygu kırıntısı dökülmedi yüzümden.

"Yapmayacak mısın, Efnan?" Arsal'ın sesi ile düz bakışlarım ona döndü. Dudaklarım hafifçe kıvrıldı ama şeytanım sanki daha da çırpındı. Onu görmüyor olabilirdim ama ateşten kanatları o çırpındıkça ruhumu yakıyordu, acı veriyordu.

"Eva istemiyorsa yapmaz Arsal, bunu ona zorlayamayız." Diyerek bana arka çıktı Yelzar. Alayla kısıldı gözlerim. Çok düşüncelidir emecen arkadaşımız. Onun korumasına ihtiyaç duyduğumu düşünecek kadar aptal mıydı gerçekten?

"Neden yapmasın?" Dedi Mavi, sözlerin de onlara ihanet edeceğimi çok iyi bilen birisinin eminliği vardı. Sanki gözleri ile görmüş gibi... "Oyun bu sonuçta," ela gözleri yüzümde gezindi. "Mızıkçılık mı yapacaksın?" Yüzümde ki kıvrım daha da büyüdü.

Hiç düşünmeden elimi küreye bastırdığım da bana endişeli gözlerle bakan Yelzar'ın bakışlarını hissedebiliyordum. Çevirdiğim oyunlar ortaya çıkar diye korkuyordu... derinlerden gelen tiz bir kahkaha sesi zihnimde duyuldu. Oysa benim sakladığım hiçbir şey yoktu. Ben sadece söylemiyordum, söylememek ve saklamak aynı şey değil çünkü yaptığım her şey ortadaydı. Sadece onlar göremiyordu.

Kürenin yüzeyin de ki pus yavaşça dağıldı, saniyelik bir görüntü belirdi. O kadar kısaydı ki ne olduğunu kimse seçemedi.

Geri gitti.

Belirdi.

Geri gitti.

Neredeyse bir dakikaya yakın bir süre boyunca bekledik ama hiçbir görüntü net değildi, hiç kimse görünmüyordu, saliselik gelip gidiyordu. Bir kaç saniye daha devam etti ve kürenin kendisi buğulu bir yüzeyle tamamen karardı.

"Amına koyayım küreyi bile bozdu, ne illet bir belaymışsın." Diyen Mavi'yi takan olmadı. Küre tekrardan beyaz dumanlar eşliğinde aydınlandığın da üstünde ki yazıları görünce işte o zaman şaşırmıştım.

Kürede beliren kelimelere bakarken herkes şaşkınca göz kırpıştırıyordu. İfadesiz bakışları anlam kazanmayan sadece Arsal vardı.

Zihnine erişemediğim tek varlıksın...

Ve devamında küreden bir ses yükseldi;
"Zihin duvarlarını aşamadım, iradeni kıramadım. Göremediğim ilk ve tek varlık oldun, dile benden ne dilersen Eva Efnan." Masanın etrafın da ki herkes hiçbir şey demeden şaşkınca bakarken elimi çekmeyi unuttuğum küre bir anda parmaklarım arasında çatladı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan etrafımı aniden sarmalayan o buhar bir anda beni içine çekti, kan akışım tersine akıyormuş gibi damarlarım gerilmeye başladı. Başıma saplanan ağrı ile bedenim bir boşluğa çekildiğinde, ilk başta düşüp düşmediğimi dahi anlayamadım. Gözlerimi açtığımda ayağımın altındaki taş zemini hissettim. Sert, soğuk... bir dakika, neler oluyordu?

Kısa bir an etrafa bakındım, bakındım, bakındım ve dudaklarımdan durumumun özeti olan bir kelime firar etti.

"Hassiktir." Bence gayet yeterliydi çünkü gerçekten aklıma kaybetmiş bulunmuyorsam şak diye kendimi kürenin içinde buluvermiştim.

Bir kere daha hassiktir yani!

Başımı kaldırdığımda gördüğüm manzaraya alık alık baktım bir kaç saniye. Yedi çift göz bana şaşkınca bakıyordu. Hepsi bir ağızdan konuşuyor Arsal'ın telaşlı gözlerini buradan dahi görebiliyordum ama seslerini duyamıyordum. Sancar küreye eğilmiş, ellerini bana uzatıyor, bir şeyler mırıldanıp beni çıkartmaya çalışıyordu.

Şu an gerçekten yaşanıyor muydu?

Aşk olsun küre hanım yani o kadar derdin arasında sende mi? Resmen beni içine hapsetmişti.

Amına koyayım bir kürede hapis kalmadığım kalmıştı!

Az önce kürede yankılanan ses bir anda etrafımda yükseldi. "Bir dilek hakkın var... Dile benden ne dilersen, Eva Efnan." Sesin uğultusu kulaklarımı tırmaladı, yüzümü buruşturdum.

"Tamam da bu kadar şova ne gerek vardı, oturduğum yerden de söylerdim yani ben dileğimi." Diye homurdandım. Ciddiyetsizliğim hoş değildi ama gerçekten olacak iş de değildi!

Kafamı bir kere daha kaldırdığım da Arsal'ın bana doğru eğildiğini gördüm. Dudakları kıpırdıyordu ama sesi bana ulaşmıyordu. Dudaklarından okuduğum kadarıyla Sancar'ın getirdiği kürenin yedi ceddine ve ecdadına çokça övgülerde bulunuyordu.

Telaşını okuyabiliyordum, gözlerinin içine işlemişti.

Gebersindi!

Kürenin sesi nereden geliyordu bilmiyorum ama ben karşıma bakıyordum, boşluktu... hiçbir şey yoktu. Sadece ucu bucağı görünmeyen bir bilinmezlikti. Derin bir nefes verirken dudaklarımdan eksik olmayan alaysı bir gülüş belirdi. Bakışlarım hiçliğe karıştı.

Güldüm kürenin ne olduğu belli olmayan sesine. "Sen bana ne verebilirsin ki?" Dediğim de sesim aşağılar gibi değil de sitem eder gibi çıkmıştı. Bana ailemi veremezdi beni bu cehennemden çekip çıkartamazdı, içimde katile evrilmek için beni her saniye daha da dibe batırmaya çalışan şeytandan kurtaramazdı. O sadece basit bir küreydi, bana bunları verecek kadar güçlü değildi... daha doğrusu eski Eva olsaydı bunları isterdi ama artık istemiyordum. Sadece gerçekleri öğrenmek, yılardır at gözlüklerimi neden çıkarıp etrafa bakmadığımın cezasını çekmek istiyordum.

"Bana bilmediğim bir şey söyle Küre, öğrenme olasılığımın çok az olduğu ama eninde sonunda karşıma çıkacak bir şey..." Bir süre ses gelmedi, etrafımı daireler şeklinde sisler sardı, tek kelime etmedim. Sakince bekledim, tepemden bana endişe ile karışık bir şaşkınlıkla bakan gözlere bakmadım. Çok sürmeden küreden yükselen ses havada yayılarak kulağıma duyuldu. "Senem Kırcalı senin ve dünya arasında ki tüm bağı kesti..." sessizliğin içinden yükselen sesle bir kaç saniye duraksamak zorunda kaldım, donuklaştı bakışlarım.

"Nasıl yani?"

"Annen Eva, dünya ile olan aranda ki tüm fiziki ve manevi bağını bitirdi, orada ki tüm yaşantıların tamamen yok oldu. Seni tanıyanlar, Senin tanıdığın herkesin zihninden silindin, okuduğun okullarda ki kayıtların, imzaların, bulunduğun etkinlikler, girdiğin karakollar... hepsinden adın ve varlığın silindi. Sen sanki o dünyada hiç yaşamamışsın gibi daha önce var olmamışsın gibi herkesin zihninden yok olup gittin." Kürenin sesi etrafımda ki siste dalgalanarak yükseliyordu, bakışlarım karşıda ki boşlukta değildi artık. Bakışlarımın kendisi bizzat boşluktu...

Ensemden başlayıp şakaklarıma kadar uzanan dönme hissi tüm vücudumu sardı, herhangi bir adım atamıyordum ama atsam dahi ikinciye takatim kalmaz düşerdim. Başımın içinde uğuldayan ses kesildiğinde, ben de sustum. Sanki boğazıma keskin uçlu taşlar tıkılmıştı. Yıllardır tereddüt etmeden tutunduğum her dalın, bir bir elimde nasıl kırılıp kaldığını şahit oldum...

Kardeşim dediğim dayım... İçime eli kanlı bir şeytan emanet etmişti, gün geçtikçe beni ele geçiren, her gün zihnimde onu yenmeye çalışarak irademi elde tutmaya çalıştığımı bilse yine de bana böyle bir zehri verir miydi? Nasıl onunla savaştığımı görse yine de bana kıyar mıydı? Bana her sarıldığında güven sandığım o sıcaklık, meğer gün geçtikçe ruhuma acı vermek için irademi çürüterek gizlice içime yerleştirilmiş bir zehirmiş... Ben ona tek bir şüphe dahi duymadan çocukça bir saflıkla sırtımı yaslarken, o beni adım adım ateşe yürütmüş.

Annem... Benim annem. Neden yapmıştı, ben yanlarına dönebilmek için çırpınırken o tüm yaşamımı bir anda silip atmış mıydı gerçekten?

Nasıl yapardı? Beni büyüdüğüm evden silebilmiş miydi mesela? Sürekli Toprak ile didiştiğimiz balkondan, filmler izleyip kahkahalara boğulduğumuz salondan, babamla birbirimizi ıslatarak suladığımız bahçeden, eğitim yaptığımız spor salonundan... hepsinden silebilmiş miydi beni?

Hepsi yaşanmışken nasıl sanki hiç orada var olmamışım gibi sanki orada nefes almamışım gibi bir anda yok olur?

Gün geçtikçe güvendiğim tüm dağlar bir bir yıkılıyordu. Öğrendiğim her gerçek beni sonuca ulaşmam için tutunmam gereken umutlar değil miydi? Öyleyse neden öğrendiğim her şey bildiklerimin aksineydi?

Öğrenmekle değil bizzat görmekle cezamı çekmiştim. Ve babam... Sırtımı dayadığım en güçlü bildiğim ama tamamen yaslandığım an ilk yıkılan dağım. Beni değil, annemi seçmiş. Hayır, canımı yakan bu değildi. Canımı yakan bu olanların nedensizliğiydi?

Hiçbir şey bilmemek dünyada ki en ölümcül hastalıktı ve çırpına çırpına devasını yani gerçekleri ararken insan bu uğurda yitip gidiyordu. Gözlerimin içi alev alev yanarken görüş açımı puslandığını dahi fark etmemiştim, gözlerim doluydu.

Küreden bir ses daha yükseldi.

"Artık Eva Efnan değil Eva Kırcalı olarak bu dünyada varsın, Eva. Artık Anasır krallığının soyunu temsil eden bir varis, onların ülkesine ait olan bir bireysin. Bundan sonra iki dünya arasında olan bir melez değil, Kırcalı'ların veliahdısın, kimliği değişmiş, varlığı unutulmuş lanetlenmiş bir ruhsun...." Ve bu son sözler kırılma noktası oldu. Gözlerimi kapattım. İçimde çığlıklar eşliğinde fırtınalar koptu ama dışarıdan tek bir ses bile yoktu. Çığlık atamadım, sarsılmadım. Çünkü bu bir sarsıntı değildi. Bu, bizzat yıkılıştı. Omuzlarımda taşıdığım yük teker teker üstüme çöktü. Ben sadece onların ağırlığının altında sessizce ezileceğimi sandım ama öyle olmadı. Bu sefer dimdik duramadım mesela, boğazıma oturan yumruyu yutamadım. Derman olmayan dizlerim bir anda çözüldüğünde olduğum yere çöktüm ve yanaklarımdan cayır cayır süzülen yaşlarla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Öylesine ağladım ki sanki yılların öfkesini bir anda çıkarabilecekmiş gibi, gözlerimden süzülen her damla şeytanıma bir bir güç verdi.

Ben ağladıkça yıkıldım, o ayaklandı.

Ben hıçkırıklarla tükendim, o tekrardan nefes aldı.

Benim dizlerim zeminde parçalandı ama onun tüm yaraları bir bir iyileşti. Ben alçaldıkça, o yükseldi. Ben dağıldıkça o birleşti.

İlk geldiğim günden beri tek bir damla dökmeden biriktirdiğim yaşlar yanaklarımdan dizlerime koyduğum ellerime damladığın da bakışlarım ellerime indi.

Kan vardı...

Yaş sandığım o ıslaklık kandı, gerçek sandıklarım yalandı, ailem beni arkamdan vurmuştu, beni bir dünyaya itmişlerdi, beni dünyamdan silmişlerdi, tüm her şeyi hiçlik olarak kılmışlar benim tutunduğum o geçmişi bir kalemde silip atmışlardı.

Peki ne kalmıştı geriye, ne?

Cevabı, yanaklarımdan akan o ıslaklık fısıldadı

Hiçbir şey.

Aşklar buradan sonrası ikinci part isterseniz biraz dinlendikten sonra devam edebilirsiniz.😊😊

●İkinci part

...

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

 

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

 

Cahit Sıtkı Tarancı...


...

Bakışlarım masanın üzerindeydi, konuşmadan sadece elimde ki ıslak bez ile yüzümde ki kanı temizliyordum. Masanın çevresinde ki yedi yüz de bana dikkatle bakıyordu. Tek kelime etmemiştim aynı zamanda onlarda. Az önce yıkılmamış gibi sakince elimde ki ve yüzümde ki kanı temizledim ve kafamı kaldırıp bana bakanlara baktım. Kimisi endişeli, Kimisi korkmuş, Kimisi ne diyeceğini bilemez şekilde bakıyordu ama hepsinin ortak noktası meraktı.

Tek bir kişi bana benim gibi ifadesiz bakıyordu, ne kadarını görmüşlerdi bilmiyordum ama ağladığımı gördükleri dehşetlerinden belliydi.

"Lavaboya gitmem gerekiyor." Dedim ayağa kalkarak hepsi aynı anda sanki sözleşmiş gibi ayaklandı. İstemsizce güldüm. Ağızları açılıp kapanıyordu ama kimse konuşamıyordu. Hadi ama ben bile bu kadar dehşete düşmemiştim.

"Sen tamamen tükendin..."

Kimse konuşamazken Arsal aralarından sıyrılıp yanıma geldi ve tek kelime etmeden elimden tutup beni yönlendirdi. İtiraz etmeden peşinden gittim.

"Her şeye gücün yetiyor sanıyordum, gözlerinin önünde küre beni içine çekip hapsetti." Sesimde hiçbir duygu yoktu. Bunu suçlamak için söylememiştim, sadece gözümden dökülen kanın dahi umurumda olmadığını gösteren o Eva'nın şekline bürünmeye çalışıyordum. İlk defa bu kadar zorlanıyordum. Arsal'ın duraksayacağını hissettim ama hiç konuşmadan yürümeye devam etti, yaptığı tek şey ellerimi daha sıkı tutmak oldu. Kapıyı açıp bir yere girdiğimizde lavabo olduğunu düşündüm ama geniş bir mutfaktı. Kafamı kaldırıp ne olduğunu dahi bakacak halde değildim, sadece mutfak olduğunu düşünüyordum yanılmıyorsam.

Beni içeriye çekip kapıyı kapattığı an sırtım kapıya yaslandı. "Kürelerin büyülerine hiç kimse müdahale edemez çünkü onlar kendi gücü ile mühürlü ve dıştan hiçbir etken onları etkilemez, tıpkı onlar da dış etkenleri etkileyemediği gibi. Lakin sen farklısın, kürenin tüm işleyişini tersine döndürdü tenin." Bakışları gözlerimde dolaştığında acıyla gözlerini yumup bana yaklaştı. Kokusu etrafımı sardığın da bu kadar acı ve yalanın içinde ben gerçeğim dercesine beni sarmalıyordu. Yapmamalıydım, nefret etmem gerekiyordu ondan, edemiyordum... uzak durmam gerekiyordu, duramıyordum... şu an acım göğüs kafesimi kırmak ister gibi bana baskı yaparken ona sınır koymam gerekiyordu Ama lanet olsun hiç biri olmuyordu!

"Acını gördü Eva... herkesin içinde için için yandığını gördü. O tanıyor seni, onların yanında dik durmaya çalışacağını biliyor. Oysa senin yaslanman lazım, soluklanman lazım..." İç sesim bile yıkılmış tutunacak dal arıyordu ben kime yaslanacaktım.

"Yok olmuş." Dedim titreyen sesimle. "Her şey hiç olmuş." Acının çığlık çığlığa bağırdığı kısık sesimi duyduğu an beni kendisine çekip sarıldı. Karşılık verdim, kimsem kalmamışçasına boşluğa itilmiştim ve ben o boşlukta sürekli bu adama çekiliyordum. Düşmanım olan adama, nefret ettiğim adama, Âşık olduğum adama...

Eli yoncanın olduğu bileğimi bulduğunda baş parmağı onu nazikçe okşadı, dokunuşu sanki, ölmek ister gibi yavaşlamış olan kalbime hız kattı, acı ile yanıp kavrulan ruhuma ise kovalarca su döktü ve yine zihnimde ne kadar ağırlık varsa Arsal Karahan hafifletti... onları benden çalmadı, onların varlığını yok saymamı sağlamadı ama yüküme ortak oldu. Elimi ezen o taşı kaldırmak yerine o da eli o taşın altına koydu.
Kaldıramazdı, çünkü beni ben yapan onlardı, kaldıramazdı çünkü varlığım onlardan ibaretti. "Seni sana dar edenler seni var edenler güzel Eva..." Dedi içime işleyen sesi. "Onları senden almaya hakkım yok ama istersen çekip alırım." Başım omuzuna yaslıydı, onu görebilecek şekilde kaldırdığım da olumsuz anlamda salladım kafamı. Benimle birlikte o taşın altında ezilmeyi kabul ediyorsa yanımda kalabilirdi, beni ezen o taşı sadece ben kaldırabilirdim çünkü, başka hiç kimse olmayacaktı bu.

Güldüm. "Tamamen düşmanız artık Karahan, nefret ettiğin o Kırcalı'lardan birisi de karşında artık." Hiçbir zaman onlardan biri değildim.

"Değilsin." Dedi eli yanağıma dokunarak. "Soy ismin bir şekilde değişecek ama emin ol bu şekilde değil." Dediğin de dona kaldım. Ne demek oluyordu bu. Ona şaşkın şaşkın bakmam yüzünde bir tebessüm oluşturdu. Biz nasıl düşmandık aklım almıyordu doğrusu.

"Birbirine çekilen ama aslında birbirinden nefret etmek zorunda olan düşmanlarsınız... tüm kurallara göre kanlı bıçaklı olmanız gerekiyor, ama siz..."

"Ne şekilde olacakmış o?" Dediğin de yüzü yüzüme doğru eğildi, yutkundum.

"Eğer düşündüğüm o ihtimali gerçekleştirirsen emin ol ne şekilde olacağını tahmin bile edemezsin." Kararan bakışlarının ardından sezdiğim tehlike rüzgarları bana açık açık bir şey söylüyordu. Bir şeylerin peşinde olduğumu biliyordu, evet bir çok şeyin peşindeydim ama hangisini bildiğini bilmem imkansızdı. Aynı anda bir çok tuşa basmıştım ama hangisinde yakalanmıştım hiçbir fikrim yoktu. Belki hepsini biliyordu belki hiç birini...

"Böyle bir şey olmayacak." Ellerim ensesine çıktı, acıma dost oluyor, bana destek oluyordu ama o hep düşmanımdı... biz hep düşmandık. Onun da eli tıpkı benim gibi boynumu buldu ve beni kendisine çektiğin de neredeyse dudağı dudağıma dokundu. "Olduğun da emin ol bu pozisyonda konuşuyor olmayacağız küçük şeytan." Dudaklarını kışkırtıcı bir şekilde dudaklarıma sürttüğünde aklım başımdan gitti, nefesim göğsüme hapsoldu ve kalbimle birlikte çırpınmaya başladı ve bana işkence eden dudaklar dudaklarıma öyle bir baskı uyguladı ki neredeyse inleyecektim. Bir eli belimi tutup beni geri geri yürüterek bu sefer kapıya değil duvara yasladı, bir süre öylece birbirimizin dudaklarında kala kaldık. Öpmedi, öpmedim. Sadece hissettirdi, varlığını, kokusunu ve o an anladım ne yapmaya çalıştığını. Tenime değen teni ruhuma bir el uzattı sanki, tüm terk edilmişliğin içinde, yara almış kanatlarıma bakarak bana iyi gelmeye çalışıyordu... Arsal Karahan bana yalnız olmadığımı hissettirmeye çalışıyordu. Herkesin terk ettiği bu koca dünyada benim yanımda olmaya çalışıyordu

Hissettirmedi demek isterdim, ruhuma dokunamadı, kırılmış kanatlarımı görmedi demek isterdim ama tüm çıplaklığıyla görüyordu.

Arsal Karahan laneti yüzünden tüm geçmişi silinen bir ruhun elini tutuyordu.

"Geçmiş geleceği etkilemez...geçmişin geleceği belirlemez... şimdiki yaşanan hiçbir yaşantı geleceği değiştirmez. Çünkü onlar da geçmişte gelecek olarak bilinenlerdi.. çünkü onlar da bir zamanlar gelecekti..." yanlıştı, şeytanımın inatla fısıldadığı saptama hiç bir zaman doğru olduğunu düşünmeyeceğim bir görüştü.

Seni var edenler silinmez, geleceğin geçmişi silemez, geçmişte olan her adım geleceğin yoludur. Geçmişte yaktığın her mum geleceği aydınlatacak olan ışıktı...

Unutmam için mi yapılmıştı tüm bu olanlar? Öyleyse unutmayacaktım, unutturmayacaktım.

"Burada Elyesa ile kalıp güzel kafanı topla ve aklında ki ben kimsesizim düşüncesini def et." Bu düşünceden kurtulamayacağımı biliyordu. "Gitmem gerekiyor ama gitmeden önce karnını doyuralım Güzelim." Dudaklarımın üstünde her konuştuğunda kıvılcımlar çıkıyordu sanki. Ben burada acıktığımı dahi unuturken o sürekli bana bir şeyler hazırlayıp zorla yediriyordu... bir an düşündüm, Arsal gerçekten sürekli bana yemek hazırlıyor, başım ağrıdığı an cebinden ilaç çıkartıyor, ne zaman kafam dolu olsa bir şekilde beni o kargaşadan çıkarıyordu ve ben bunun farkına şu an varıyordum...

Kalbimin telaşla atışına rağmen bileğime dokunan parmaklarından ruhuma ince ince akan ılıklık tüm vücuduma inanılmaz bir rahatlama bıraktı.

Yine yapmıştı, nasıl yapıyordu bilmiyorum ama teninden tenime şifa akıyordu...

Bedenini bedenime yasladığın da dudakları tüm hırsı ile dudaklarımda dans etti. Duramadım, yapamadım, belki tüm bunların içinde aklım da sadece onun olması haksızlıktı ama karşımda ki adam hokkabazdı ve tüm hilelerini üzerimde kullanmaktan çekinmiyordu. Dudaklarımı aralayarak ona aynı istekle karşılık verecektim ki kapının aniden açılması ile onu göğsünden itmeye çalıştım, itişimle değil de kendisi benden uzaklaşıp sinirle kapıya baktığın da bize bakan şaşkın gözlere öldürecek gibi bakıyordu.

"Biz şey için gelmiştik Efendim, şey yani böldük özür dileriz ama şey yani-" Nar'ın saçma sapan kekelemesini Yelzar yırtınarak böldü.

"Ne oluyor lan bu aşağılık Evde!" Demesi ile Arsal işaret parmağını kaldırıp bir işaret yaptı. Yüzü görüş açımda olmadığı için ne yaptığını görmemiştim ama Yelzar dişlerini sıkarak diyeceği şeyi yuttu. "Mavi Elyayı uyutmak için bir şeyler verdi, uyandığın da bunu yaptığı için canına okuyacak ama umurumda değil, Akın piçi yukarıya çıktı Sancar ve ben sik gibi sizi bekliyoruz çabuk gelirseniz iyi edersin." Başka bir şey demeden arkasını dönüp gitti. Arsal arkasından bir kaç küfür ettiğini işittim ama net duyamadım.

Arsal Nar'a bakarak "Akın'ı çağır." Dedi, bakışları kısa bir an bana döndü, bir şey söylemek ister gibi dudakları aralandı ama sonra vaz geçti.

 

NAR BALCA

 


Efendi Arsal'ın emri üzerine bana denilen odaya doğru yürükken bile hâlâ içimde ki korkuyu bastıramıyordum. Elimi kalbime çıkardım, resmen hala gümbür gümbür atıyordu. O oyunu oynarken akla karayı seçmiş, saliselere kadar saymıştım bitsin diye. Bana tek kârı uzun süredir görmediğim annemi göstermek olmuştu, içim onun özlemi ile titredi, bana emanet ettiği o takıya dahi sahip çıkamamışken özlemi buram buram içim de tütüyor beni bitiriyordu. Öyle zordu ki onun yokluğu...

Odaya doğru yürürken dolan gözlerimi kırpıştırdım ağlamamak için.

Annemin görüntüsünü bir kere daha özlemle bağrıma basıp kendime unutturmaya çalıştım, yoksa ağlardım başaramadıklarım yüzünden...
Başımı hafifçe salladım, sakın he kızım Nar. Sakin oluyoruz ve zırlamıyoruz. Şunu kendime her gün yüz bin kere tekrar etmekten gına gelmişti! Şu an oraya takılıp kalmamam gerekiyordu. Bana emredilen Akın Bey'i çağırmaktı. Çok da iyi birisini seçmişlerdi Akın Beyi çağırmak için! Ben adamdan köşe bucak kaçmaya çalışıyordum ama bir şekilde kendimi onun karşısında buluyordum, inanılır gibi değildi!

Kapının önüne geldiğimde elim havada asılı kaldı. Kalbimi tekrar yokladım, daha da hızlanmıştı! Utanmasa çıkacaktı yerinden, alt tarafı adamın odasına gelmiştim, niye böyle heyecanlanıyorum ki off! Onunla konuşmak, hele ki gözlerinin içine bakmak bana her seferinde tuhaf bir baskı hissettiriyordu. O anları hatırladıkça tüylerim diken diken oluyordu. Onun gözlerine baktıkça o geceyi hatırlıyordum ve bana en ağır gelen ise benim her saniyesi aklımdan çıkmazken onun o geceye dair hiçbir şey hatırlamamasıydı.

Bu her yönden benim için iyi olmalıydı ama değildi, yapamıyordum. Aptalca ona baka kalmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Sonuçta o, prensin sağ koluydu. Bense yalnızca Mavi hekimin asistanı. Mevki farkımız aramızda görünmez bir çizgi gibiydi. O çizgiyi aşmamalıydım. Ama kader sanki bana oyun oynar gibi her seferinde beni ona bakmaya, gözlerine dalıp gitmeye zorluyordu!

Hadi ama kader adamın gözlerine dalıp gitmem için ne diye beni zorlasın!

Kapının önünde derin bir nefes aldım. "Akın Bey..." diye seslendim. Sesim hafifçe titremişti ama duymadı. Bir kez daha seslendim, sonra bir kez daha... Yine bir karşılık gelmedi. Kapıyı araladığım da içeride kimse yoktu. Bana tarif edilen yerdeydim oysa. Kafam karışmış bir şekilde içeriye sarsak adımlar atarak girdim. Bazen farkında olmadan olmamam gereken yerlere bodoslama dalmak gibi saçma huylarım vardı ve bu hep başıma dert açmıştı. Alık alık içeriye bakarken banyo olduğunu düşündüğüm kapıyı hangi akılla araladım bilmiyorum ama yüzüme çarpan buharla irkildim. Hiii! Adam duş alıyordu ve ben salak gibi banyoya mı girmiş bulunuyordum.

Az önce kendimde yakındığım şeyi saniyeler geçmeden yapmam... Aman tanrım tam bir aptaldım, elim göğsümdeki kalbime gitti tekrardan, yapışıp kalacaktı bir gün oraya. Yine hızlanmıştı! Tanrım şu an beni rahmetine davet edersen gelmek isterim yemin ederim! Kaçmak için hızla döndüğüm de kapı aniden kapandı. Korkuyla yerimden sıçradığım da duşa kabinin kapısı aralandı ve o çıktı. Çığlık atarak elimle gözlerimi kapattım, bir şeyler söylüyor ama duyamıyordum bağırtımdan. En sonun da ağzıma uygulanan baskı ve gözlerim de ki elim çekildiğinde irice açtığım şaşkın gözlerle karşım da ki adama baka kaldım.

Sarıya yakın kahve tonlarında ki hareleri memnuniyetsizdi.

"Kızım ne zil gibi ötüyorsun?" Dediğin de ne diyeceğimi bilemedim. Hakka yürümek istiyorum, yol ne tarafta olursa olsun!

"Akın Bey ben sizi bir an çıplak görünce-" Derken çıplak göğsü ile bakıştım ve tekrardan avaz avaz bağıracaktım ki üzerinde ki havluyu fark edince sustum. Bağırmayacağıma emin olduğun da benden bir adım uzaklaştı. İri gözlerle ona baka kalmış bir adet salak gördüğünün farkında olmadan ona şaşkın şaşkın bakıyordum. Göğüslerinden süzülen damlalar, kaslarının arasından yol bularak aşağıya akıyordu. Saçları ıslak, alnına düşen birkaç tel gözlerini daha da belirginleştiriyordu.

Gözlerimi kaçırmam gerektiğini biliyordum ama başaramadım; istemsizce ona dalıp gidiyordum

Ona olan bakışlarımın elbet farkına vardı, bana üstten küstah gözlerle bakarken dudaklarında kendini beğenmiş bir kıvrım vardı. Aşağılık herif o kadar yakışıklıydı ki kalbimi yerinden hoplatıyordu! Say kızım Nar, kalbin sakinleşene kadar say. Bir, iki, üç, dört, beş-

"Altı, yedi," Diyerek içimden saydığım sayıyı devam ettirdiğin de aniden yerimden sıçradım. Tanrım ne olur zihnimi okumuyor olsun. Ağzımın on karış açık kaldığını çeneme koyduğu parmağı ile ağzımı kapattığında anladım. "Sakin ol balca kız, heyecanlandığın da, sinirlendiğin de ve Mavi'ye sabır göstermen gereken zamanlarda içinden sayı saydığını biliyorum."

"Nasıl?"

"Bazen farkında olmadan dışından sayıyorsun. İçinden saydığın da her sayıya bir kere gözlerini kırpıyorsun." Sesi yumuşaktı ama içinde bariz olan bir alaycılık vardı.

Bunları bilmesi bile beni şokların Nirvanalarına çıkartıp indiriyordu.

Yanaklarımın pembeleştiğini hissettim. Geri çekildim, onun büyüsüne kapılmamam gerekiyordu. Girdap gibiydi ve ben içine çekilmemek adına kendimle öyle büyük mücadele ediyordum ki, o da bunun farkındaydı. Bilerek üstüme geliyordu, kaçtığımı görüyordu.

"Ben sadece sizi çağırmaya geldim. Prens," boğazım düğümlendi. Onun adını bile anmaya cesaret edemedim. "Pre- prensimiz sizi görmek istiyor." Kekeleyerek de olsa zorla cümlemi bitirdiğim de kalbim çırpınmaya başladı. Beni etkilediğinin farkında olan adamın yüzünde ki ukala kıvrımı büyüdü. Bana doğru bir adım attığın da yüreğim yerinden hopladı, titreyen bacaklarımla bir adım geri çekildim fakat onun durmaya niyeti yoktu. O yaklaştıkça içimdeki irade duvarları bir bir yıkılıyordu. Kaçmak istedikçe ayaklarım ağırlaşıyor, sanki yere mıhlanıyordu. "Beni çağırmaya geldin, öyle mi?" diye fısıldadı, bakışları gözlerime kilitlenmişti. Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. "Evet... sadece o kadar." Bir adım daha attı, artık aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. Ondan kaçma girişimimi bertaraf eden sırtımın soğuk duvarla buluşması oldu. Omzum duvara değdiğinde nefeslerim göğsümde tıkanı kaldı. Gözlerim ondan kaçsa da her seferinde yakışıklı yüzünü buluyordu.

"Peki neden yanakların birer elmaya döndü?" diye sordu, gözlerinde alayla karışık bir merak vardı. Yutkundum. "Yanlış görüyorsunuz." Gülümsedi. Elini duvara koydu, tam başımın yanına... Kaçış yolumu kapatmıştı. "Benim gözlerim pek yanılmaz, balca kız." Göğsüm ağzımdan çıkacak diye korkudan dudaklarımı aralayamıyordum. İçimde yanıp sönen kıvılcımlar büyürken diğer elini de duvara yasladığında tamamen beni abluka altına aldı. Belinde neredeyse düşecek gibi olan bir havlu ve derin kaslarının arasından süzülen o damlalarla bana bu kadar yaklaşması yüreğimi çaresizce çırpındırıyordu. Aramızdaki mesafe artık nefeslerimize kadar inmişti. Yaklaşma be adam yaklaşma! Yığılıp kalacağım şimdi banyo fayanslarına boylu boyunca.

Kısmetse ruhumu teslim etmek istiyorum, üç vakte kalmadan alırsanız çok memnun olurum! Tanrım ne saçmalıyordum, aklımı allak bullak ediyordu yakınlığı. "Akın Bey... Lütfen..." dedim, titrek ve yalvaran bir sesle. Ondan kaçmak için çırpınan fakat deli gibi etkilenen hallerim onu oldukça eğlendiriyordu, kısık bir gülüşle fısıldadı. "Merak ediyorum, Nar..." bilerek mi böyle dudaklarıma üfler gibi konuşuyordu, şu an buraya bayılıp kalayım diye mi? "Nereye kadar kaçacaksın?" Nefesim kesildi. Dudaklarımı araladım ama söyleyecek bir söz bulamadım. Onun nefesi dudaklarıma vurdukça sanki tüm bedenim uyuşuyordu. Bacaklarım titriyordu ama yerimden kıpırdayamıyordum. Garip bir hisle karnımda kelebekler art arda çırpındıkça nefesim daha da sıkışıyordu.

Kaçtığını biliyordu işte Nar!

Resmen beni köşeye sıkıştırmıştı adi herif. Deli gibi etkilendiğimi görmemesi imkansızdı.

"Akın Bey... lütfen..." dedim kısık bir sesle. Daha da yaklaştı, "Ne lütfen, balca kız?" Elinin birisini duvardan çekerek önüme düşen kısa saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Tek dokunuşu nefesimi keserken elimi ayağımı nereye koyacağımı unuttum.
Parmağıyla yanağımın kenarına hafifçe dokundu. Tanrım en kısa sürede yanındayım çünkü bu adam sonum olacak!

Refleksle başımı çevirdim, ama o bu kaçışımı bile oyun gibi görüyordu. "Nar," dedi, ismimi telaffuz edişi hem yumuşacıktı hem de sert bir emir gibiydi. "Gözlerini benden istediğin kadar kaçır. Ben zaten baktığın her yerde olacağım." Yanaklarımın ne denli yandığını, dokunuşu altında nasıl acizce beklenti içinde olduğumu bilmek çok kötüydü. Akın Barlas beni öylesine etkiliyordu ki uzaklaşamıyordum ondan. Yine de başımı dikip cesaretimi toplamaya çalıştım. "Siz... çok ileri gidiyorsunuz." Ama bunu söylerken sesimdeki kararsızlığı o da fark etmişti. Gözlerim yalan söyleyemiyordu.
Akın hafifçe eğildi, alnımız neredeyse birbirine değecek kadar yakındı. "İleri mi?" diye fısıldadı, sesi güler gibi çıkmıştı.

"Senin kalbinin atışı, çayır gözlerinin bakışı beni bu denli çağırırken, ileri giden ben mi oluyorum?" Soluklarım boğazımda düğümlendi. Ellerim çaresizce havada titredi, sanki onu itmek istiyor ama dokunmaya da korkuyordum "Ben... ben sadece görevimi yapıyorum," diyebildim sonunda. Ama bu sözler bile içimdeki yangını gizleyemedi. O ise bunu duyunca iyice eğildi, mesafe kavramı aramızda yok olup gitti, gözleri dudaklarıma kaydı. "Görev..." diye mırıldandı, alaycı bir tınıyla. "Görevin o kadar önemli ki bunun uğruna banyoma girecek kadar," Buradan sonra sesi kısık ve boğuktu "Beni çıplak görmeyi göze alacak kadar önemli?" Sırtım duvara iyice yaslanmıştı, kaçacak yerim kalmamıştı. Kalbim öyle bir çarpıyordu ki, sanki göğsümden çıkıp onun ellerine düşecek gibiydi.

"Ben duş aldığınızı bilmiyordum." Dedim sesimi zorla bulup. "Hmmm." Dedi yanağını yanağıma sürterek, kirli sakalları tenimi rahatsız etmedi. Keşke etseydi!

Gözlerimi yumduğum da farkında olmadan elimi omuzuna koydum, tutunacak yer arıyordum ve ondan kaçarken ondan destek alıyordum. Çılgınlıktı bu!

Yapamazdım, yapamazdım, olmazdı! Onu deli gibi istiyordum ama olmazdı! "Akın Bey... yapmayın..." dedim son kalan direnç kırıntılarıyla, sesimde yalvarış vardı. Durması gerekiyordu çünkü biraz daha ileri giderse irade duvarım tamamen parçalanacaktı. "Yapmayayım mı?" dedi fısıltıyla. "Ama senin gözlerin bana 'dur' demiyor ki, Nar." Yutkunuşum boğazıma takılı kaldığında sanki büyülenmiş gibi sadece ona bakıyordum. Dudaklarım aralanmıştı ama tek kelime çıkmıyordu. İçimde fırtınalar kopuyor, aynı anda hem kaçmak hem de kalmak istiyordum.

Akın gözlerime baktı, "Seni öpmek istiyorum, Nar." Daha fazla nasıl kalbim hızlanır diye düşünüyordum fakat öğrenmiş oluyordum bu cümleden sonra. Çırpınıyordu, hem de bedenimi sarsacak kadar...

"Akın..." Dedim nefesi dudaklarımı yalarken. Konuş artık konuş! Neden onun adından başka kelime dökülemiyordu dudaklarımdan.

"Uzun süredir aklımın her köşesindesin ve ben artık dayanamıyorum." Bakışlarını dudaklarımdan çekemiyordu. Benim gözlerim de onun vişne rengi dudaklarını bulduğun da farkında olmadan alt dudağımı ısırdım. Bakışları daha da koyu bir hal aldığında göğsü hızla inip kalktı. "Bana bir cevap ver," Dedi arzu dolu bir sesle. "Kendimi zor tutuyorum ve bunu senin iznin olmadan yapamam." Aramızda ki akımın kurbanı olmuşum gibi sadece titreyerek kesik kesik soluyor, ne dudaklarımı aralayıp 'evet' diyordum ne de 'hayır'. Ben cevap vermeyince yutkundu, gözlerini yumdu. Bir kaç saniye bekleyip bir adım geri çekildiğin de boşluğunu öyle çabuk hissetti ki tenim, canım acıdı. Gözlerini açtı ama bakışları yerdeydi. Gözlerin de hayal kırıklığı vardı ama belli etmemeye çalıştı. "Gidebilirsin, Nar." Sesin de ki o arzuyu duymamak imkansızdı, onu istemediğimi düşündüğü için kendisine hakim olmaya çalışıyordu, iznimin olmadığı bir öpücüğü benden çalmayacak kadar düşünceli bir adamdı.

Bakışlarım öylece ona takılı kaldığın da ikinci defa Akın Barlas'ın çekimine yenildim, ilkin de kendime uzak duracağım diye verdiğim tüm sözler bir anda paramparça oldu. İleriye doğru adımladım, ne yaptığımı bilmiyordum sadece isteklerim ve arzum ile hareket ediyordum. Benden uzun olduğu için hızla elimi ensesine atıp onu aşağıya kendime doğru çektiğim de dudaklarımızı birbirine bastırdım. Aniden şok olmuş gözleri irice açıldığında ben çoktan büyüsüne kapıldığım dudaklarını öpmeye başlamıştım. Şaşkınlığı uzun sürmedi. Şokunu hızla atlattığın da iki eliyle yüzümü kavrayıp açlıkla dudaklarını aralayarak öpüşüme karşılık verdi.

Tüm beynim, algılarım uyuşmuştu, sadece o ben ve onun için atan kalbim vardı. Şu an hiçbir şeyin önemi yoktu. Benim kim olduğumun, onun kim olduğu, olan hiç bir şeyin önemi yoktu. Sadece biz vardık. İki dudağıyla üst dudağımı kavradığın da ona öyle hevesli karşılık veriyordum ki hatıraların içinden çıkıp gelen arzu bacaklarımı sızlattı. Elim ensesinde ki saçları kavrarken diğer elim belirgin çene kemiğini okşuyordu, aklımı başımdan alıyordu! Tek istediğim oydu, sadece o. Ama bu bile yeterli gelmiyordu, dudaklarımı onun için daha çok araladım. Başını sağa sola yatırarak öpüşünü derinleştirdiğin de yanaklarını okşayan elim titredi. Eli belimi bulduğunda anın getirdiği yoğunluktan hareket ettiğimi dahi anlamamıştım. Duşa kabinin soğuk camına yaslanan sırtımla nefes nefese birbirimizden ayrıldık. Dudaklarım cayır cayır yanıyordu, aralanan gözlerinde ki arzu kasıklarımı sızlattı. Dilimle alt dudağımı yaladığım da ne denli şiş olduğunu hissedebiliyordum, gözlerini dudaklarımdan ayıramıyordu. "Nar..." Dedi yoğun sesiyle. Yapabildiğim tek şey hızla inip kalkan göğsümle alttan alta ona bakmak oldu. Nasıl bakıyordum bilmiyorum ama Akın boğazından çıkardığı hırıltılı bir sesle tekrardan dudaklarıma yapıştığında itiraz etmeden kabul ettim. Elleri belimde nazikçe dolaşırken dudakları hırsla öpüyordu. Başı sonu olmayan kör bir istekle birbirimizi öpüyorduk. Tekrardan nefes nefese ayrıldığımız da kalbimin atışı kulaklarımda yankılandı. "Eğer şimdi gitmezsen..." Dedi Akın nefes nefese, "Seni tekrardan öpeceğim ve emin ol bunun sonu asla gelmez. Arsal'ın emri sikimde bile olmaz." Bunu söylerken ki olan kararlı bakışları yalan söylemediğinin en büyük kanıtıydı.

Bu gün bir kere daha anlamıştım ki onun etkisinden kurtulmak bağlandığın bir maddeyi bırakmaya çalışmak gibiydi. Sürekli gözümün önünde, teni tenimdeyken ondan uzak duracağım diyerek ettiğim yeminlerimin hiçbir anlamı kalmıyordu...

●●●EVA EFNAN●●

Arsal'ın silah zoru ile yedirdiği yemek sonrası gerçekten biraz da olsa toparlanmış hissediyordum. Vücudum tüm sıkıntıların beraberinde direncini düşünüyordu ve aç kalışım beni daha da güçsüz kılıyordu. Onlar da yiyordu ama uzun süre yemeseler bile yorgun düşmüyorlardı, insanlardı ama tamamen değillerdi de. Arsal gittiğin de sarsak adımlarla Elyesa'nın olduğu odayı aramaya başladım. Güçlü durmaya çalışmak önceden bu kadar zor gelmezdi ama şu aralar beni baya zorluyordu. Gözlerimi her kırptığım da inanılmaz bir şekilde yanması da cabasıydı.

Her zaman yaptığım gibi karanlık tarafa atacaktım içimdekileri ki gözler önünde bulunmasın.

"Büsbütün karanlığın içindesin zaten, daha ne denli bir karanlıktan bahsediyorsun... zaten her şey karanlıkta kayıp ve sen her yolunu aydınlattığın da karşına başka bir şey çıkıyor.." İç sesim bu aralar alaycı değildi, o da karamsarlığın içinde boğuluyordu.

Sus Eva, şimdilik...

Sonra Eva, çünkü sonrası kesinlikle olacak...

Açtığım kapı ile yatakta gözleri kapalı şekilde yatan kızı görünce bakışlarım bir kaç saniye üzerinde oyalandı. Şimdi kimse yoktu yanımda, beni görecek, vicdan azabı çektiğimi bilecek, benim de atabilen bir kalbim olabileceğini düşünecek kimse yoktu...

İlk karşılaştığımız gün neredeyse öldüreceğim ama benim hayatım için tüm hayallerini hiçe sayan kadın koyu kahve saçları yatağa dökülmüş şekilde uyuyordu. Kaşları hafif çatıktı. Muhtemelen gözleri kapanmadan önce Mavi'nin onu bayılttığını anladığı için iki kaşının ortası çatık şekilde bir çukurdaydı. Yanına gelip yatağın kenarına onu rahatsız etmeyecek şekilde oturdum. Bir süre çehresin de dolaştı gözlerim; dışarıdan soğuk, itici ve kendini beğenmiş bir egoist olarak görünen kızın içinde yufka bir yürek, sevdiklerini ne pahasına olursa olsun korumak için savaşan bir cesaret, işini hakkıyla yerine getiren azim, ön yargılı gibi görünüp aslında insanları farklı bir pencereden bakarak çözen zeki bir kadın vardı.

"Özür dilerim, Mimar kız." Dedim koyu kahve saçlarına dokunarak. "Sanırım haberin yok, yoksa bana böyle canınmış gibi sarılmazdın. Öğrendiğinde zaten nefret edeceksin ama ben yine de özür dilerim." Derin bir nefes çektim. Elim altına giydiği eşofman tarzı rahat olan kumaşa dokundu. Yarasına kadar indirdiğimde yarasın da herhangi bir sargıya rastlamadım. Yaranın olduğu yerde izler vardı sadece. Bir kaç dakika baktım o izi incelemek adına ve düşündüm. Osiris'in süresinin dolmasına çok az kalmıştı. Saraya gidip himayem altına verdikleri askerlerle artık tanışma vaktim geldi. Kasırga denen herifin kim olduğunu bir türlü öğrenememiştim. Adam sır gibiydi. Ne şemsi onun hakkında bir şey biliyordu ne de muhafızlar. Ağızlarını yoklar gibi oldum ama ya ağızları sıkı ya da gerçekten Kasırgayı tanımıyorlardı.

Yeteri kadar çöküp ağlamıştım, bundan sonrasında öyle yapmayacaktım. Odanın geniş balkonunun kapısından gelen seslerle kaşlarım çatılsa da kıpırdamadım. "Kızım gördüm diyorum ya sana buradaydı az önce!" Diyordu ince bir kız sesi.

"İlk defa göreceğim onu. Ay çok heyecanlı herkes onu konuşuyor." İtişe kakışa balkonun aralık kapısından içeriye giren iki kanatlı minik insanla duruşumu bozmadım. Bunlar perilerdi. Onları arada görüyordum ama bu aralar rastlamamıştım.

"Hiii!" Diye bir nida döküldü sarı saçları ayak uçlarına kadar gelen küçük periden. Kafamı tam çevirip onlara bakmasam da sanki balkonun kapısına bakarak düşüncelere dalmışım gibi görünüyordum dışarıdan.

"Ay çok güzel gerçekten." Dedi diğer kız, onun saçları diğeri kadar uzun olmasa da neşeyle başımın üstünde turlar atıyordu. En sonunda tam karşımda durduğunda benim onu görmediğimi düşündükleri için rahatça konuştu. "Bu kıza şeytanın kızı diyenler utansın, Luma." Büyülenmiş gibi çıkan sesi beni neredeyse güldürecekti.

"Haklısın, Pera." Dedi diğer kız kanat çırparken. Tebessüm etmek istedim onların bu heyecanına.

Şemsiye sormuştum bir keresinde.
Perilerin var olduğunu herkes bilirmiş ama onları hiç kimse göremezmiş. Ne hayvanların konuştuğunu ne de perilerin varlığını büyücüler de Kâhinlerde göremez, hangi büyüyü yaparlarsa yapsınlar onları ortaya çıkartıp görünür hale getirememişler.

"Niye görülmüyorlar peki şemsi?" Demiştim merakla.

"Onlar için bir sınır ya da ülke yoktur, Eva. Onlar istedikleri yere girip çıkarlar, özgürdürler. En fazla devlet sırlarının gizli olduğu odalara ya da devlet büyükleri dışında kimsenin açmaması gereken kitaplara yaklaşamamaları için büyü yapılır o ise nadirdir. Onları casus olarak bile kullanmak isteyenler oldu ama hiç kimse onları görünür kılamadı. Perilere görülmeme özgürlüğü, hayvanlara ise duyulmama cezası verilmiş vakti zamanında." Dediğinde duraksadım.

"Görülmemek özgürlükte, duyulmamak neden ceza ki?" Dedim.

"Çünkü onlar zamanında insanların emrinde helak olurken, hayvanlar konuşabilmesine rağmen ses çıkarmamış derler eskiler. Sonradan ise devran dönmüş, hayvanları insanlar duyamaz olmuş perileri ise göremez ama bundan en çok hayvanlar zararlı çıkmış." Dedi düşünceli sesiyle.

"Çünkü periler esaretten kurtulmuş ama hayvanlar insanlara mahkum kalmış."

Evet, böyle bir konuşma geçmişti aramızda uzun zaman önce. Ben neden görüyorum peki dediğimde sen insan değilsin ki demesiyle kafasına oje şişesini fırlatmıştım ama orası çok da önemli değildi.

"Gözlerinin beyazında bile kan var, inanmıyorum..." ilk başta ne demek istediğini anlamasam da sonradan fark ettim. Aynaya hiç bakmamıştım ki sanırım bakmama gerek yoktu, gözlerimde kan lekeleri kalmış olmalıydı.

"Benes Kırcalı'ya ne kadar da benziyor."
Dedi en sonunda diğeri de yanıma gelerek. Bakışlarımı kapıdan çekmedim. "Ama Eva'nın gözleri kan rengi. Onun ki kızıl fakat Eva'nın ki baya kan kızılı." Benes Kırcalı...

Anneannem oluyordu kendisi.

"Bence Eva çok daha güzel, saçlarının rengi sorsan kızıl ama o da benzemiyor bence. Torunu ona benziyor ama eşi benzeri yok," Dedi Pera şaşkınca. Luma durup kafası karışmış gibi baktı arkadaşına.

"O nasıl anlamı olmayan bir cümle be." Dedi küçücük burnunu kırıştırarak. Bir süre sessizlik oldu ama küçük kanatlı şeyler çok gevezeydi.

"Böylesine dalmış ne düşünüyor acaba?"
Diyen Luma'nın sesi oldukça meraklıydı. Kanatlarını çırparak arkadaşının yanına geldi.

"Ne düşünecek altüst olan hayatını düşünüyordur. Karahan'ın vicdanından o da herkes gibi nasibini almış." Dedi Pera üzgün bir sesle. Luma ise onun aksini düşünüyormuş gibi başını iki tarafa sallayarak "Evet Efendi Arsal'ın eline düşmektense yılanlarla dolu bir mağaraya düşmeyi tercih ederim. Hem böyle Kışlar deresinde yanan yüreği varmış gibi kalması normal. Sonuçta iki gün sonra dayısı idam edilecek, kim olsa üzülür." Demesi ile bir an ruhun bedenimden çekildi sandın. Üzerime buzdan bir örtü serilmişçesine tüylerim diken diken oldu, buz kestim. Bakışlarımda ya da ifademde bir değişim olmadı ama içimde büyük bir kıyamet kopuverdi.

"Yakında felaketler ardı ardına gelecek gibi hissediyorum Pera. Zaten az önce aşağıda da duydum, Batıya gideceklermiş. Efendi Arsal öyle söylüyordu. Bağış gecesinde bu sefer kesinlikle ölümlerden ölüm beğendirecek." Dediğinde içime oturan hisse rağmen elimi saçlarıma geçirerek sanki onlar hiç yokmuş gibi ayağa kalkıp balkonun önüne doğru yürüdüm. Eğer biraz temiz hava almazsam soluksuz kalacak gibi hissediyordum. İki peri de konuşarak peşime takıldı.

"Kız bu bağış gecesinin olayını Arel biraz anlattı ama ben bir halt anlamadım." Dedi Pera. Luma kafasına vurdu. "Salaksın çünkü." Dediğinde aralarında kısa bir boğuşma yaşansa da Luma duymayı beklediğim açıklamayı arkadaşına anlattı.

"Bu bağış gecesi bildiğin gecelerden değil aptal kanat. Açık arttırmada satılanlar büyük bir meblağa sahip antika ya da eski savaş yıllarından kalma hazineler değil, ruhlar!" Dediğinde bakışlarımı bir yere sabitleyip onları dikkatle dinlemeye devam ettim.

"Nasıl ruhlar?" Dedi Pera hala anlamayan gözlerle. "Ölmemişlerin ruhlarını mı satıyorlar!" Diye cıyakladı.

"Vallahi orayı tam bilmiyorum ama sanırım eceli yakın olanların isimleri ruhlar defterinin sayfalarında kanlı şekilde beliriyormuş. Oraya büyük ihtimal Toprak Kırcalı'nın ruhuna çekilen güçlerini almaya gidiyordur, herkes biliyor Anasır'ın veliahdında yılların gücü olduğunu." Dediğinde dişlerimi sıktım.

"Ölürse nasıl alacaklar ki?" Dedi Pera varla yok arası sesiyle. Sanırım Luma'nın dediklerini anlamadığı için aptal gibi hissediyordu.

"Vallahi senin zeka seviyene uygun nasıl anlatırım bilmiyorum Per." Dedi Luma umutsuzca. "Hadi gidelim sen yorma kafanı bunlara kanattaşım." Luma kolunu Pera'nın omzuna atarak yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Gözlerimi bir kaç saniye yumduktan sonra sakinliğimi korumaya çalıştım. Öfkeyle hareket edersem tüm planım mahvolurdu. Benim acilen şemsiyi görmem gerekiyordu ve bu açık arttırmaya katılacaktım. Ne yapıp ne edip bir şekilde gitmek zorundaydım.

Kapı yavaşça tıklatıldı. İçeriye giren Nar ile bakışlarım ona döndü. İyi görünüyordu, bu kadar kısa süre içinde iyileşmesi normal değildi ki onlar normal bir insan da değildi. Bunu da düşününce bekli normal birisine göre iyileşme hızları daha hızlıydı? Bakışları kısa bir an Elyesa'ya değip yavaşça yanıma doğru ilerledi. Yanakları hafifçe kızarık ve yüzü nemliydi.

"İyi misin Nar?" Dediğimde başını salladı.

"Yaran ne alemde?"

"Ben çok ağrı yaralanmadım, belimin sol tarafında bir dikiş var sanırım ama onu da hissetmiyorum. Mavi hekimimin geliştirdiği bir ilaç, çoğu tedavide hastaya acıyı hissettirmemekle birlikte çabuk iyileşmeye de teşvik ediyor." Bakışları Elyesa'ya döndü.

"Haberi yok değil mi?" Dedim. Nar hüzünlü gözlerle kafasını salladı. "Yok, Mavi hekimim iyileşme sürecini olumsuz etkiler diye hiçbir şey söylemedi." Derin bir nefes çekti. "Elyesa hanım da hiç sormadı sanki biliyormuş da umurunda değilmiş gibi." İkimizde bir süre sustuk. Bakışlarım zeminde oyalandığın da dudaklarımı araladım. "Nar senden bir şey isteyebilir miyim?" Dedim kuru bir sesle.

"Ne istersen." Dedi anında. "Sana canımı borçluyum ben Eva." Bir süre neyden bahsettiğini anlamadım fakat sonrasında ilk karşılaşmamızda onu kurtardığımdan bahsettiğini idrak ettim. Balkondan içeriye geçtim, konuşmalarımızın duyulmasını istemiyordum.

"Borç falan yok, istediğimi yapacaksın sadece." Peşimden gelip karşımda durdu. "Benim bu gece Arsal ve diğerlerinin katılacağı açık arttırmaya gitmem gerekiyor." Dediğimde Nar'ın gözleri şaşkınca irileşti.

"Mümkün değil." Anlık çıkan yüksek sesi ile dilini ısırdı. Bakışları Elyesa'yı rahatsız edip etmediğini kontrol ettikten sonra "Eva saçmalama, oraya gidersen Arsal bu sefer seni yaşatmaz. Nereye gideceklerini bile bilmiyorum-" Demişti ki tüm soğuk kanlılığımla onu böldüm.

"Biliyorsun, en çok da sen biliyorsun Nar." Dediğimde gerildi.

"Neyden bahsettiğini anlamıyorum." Ses tonunu sabit tutmaya çalışıyordu fakat titreyen elleri ona apaçık ele veriyordu. Sakince bir adım attığım da bakışları kanlı gözümde takılı kaldı. "Merak ediyorum Nar, ellerin de mi gerçekten oynadığın oyun için titriyor, yoksa bastıramayacak kadar acemi misin?" Rengi attı ama belli etmemeye çalıştı.

"Eva, bak biliyorum o küre seni çok kötü etkiledi ve şu an kafan yerinde değil. Başka zaman konuşalım mı?" Sorusuna cevap vermemi beklemeden arkasını dönüp gidecekti ki sert bir şekilde kolundan tuttum. "Öptü Akın seni değil mi?" Dediğim de göğsü korkudan hızla inip kalkmaya başladı. "Sen de karşılık vermişsin, gerçi uzun zamandır seni arzuladığını gayet belli ediyordu." Dişlerini sıkarak bana döndüğün de beyaza kesen suratı korkudan kıpkırmızı oldu.

"Ne yapmaya çalışıyorsun, söylediklerinin bir anlamı yok şu an farkında mısın?" Başımı geriye attığım da adem elmamın kıpırdamasına izin verdim, dudaklarım da şeytanımdan emanet olan bir kıvrım belirdi.

"Salağa yatmayı kes, Nar!" Diye sesimi yükselttim. Elyesa, Mavi'nin verdiği ilacın ağır etkisindeydi ve duvarların ses geçirmediğini az önce anlamıştım. "Akın'ın büyü kitabına ulaşamamasının sebebi sen olduğunu bilmiyorum mu sanıyorsun?" Dediğim an yerinde buz kesti. İfadem de tek bir mimik dahi oynamadı. Akın, Nar yüzünden büyü kitabına ulaşamamış Elyesa ve ben Salvor'un tuzağında kapana kısılmıştık ve tüm bunların sebebi Nar'dı. "Aptal mı sanıyorsun sen beni?" Dedim üzerine doğru adımlarken.

"Eva-" gözlerine dolan yaşlara bakarken soğuk kanlılıkla bir adım daha attım.

"Her şeyi biliyorum ben Nar. Daha ne kadar masum ayakları ile herkesi parmağında oynatacaksın diye merak ediyordum." Kolunu bırakıp üzerine gittim. "Na-nasıl?" Diyebildi kekeleyerek. Yanımda taşıdığım gümüş bıçağı hızla çıkartıp boynuna yasladığımda nefesi kesildi. Öyle hızlı yapmıştım ki o da bunu beklemiyordu. "Tek bir şey merak ediyorum, o da Akın'ın gözlerine böyle masum bakarken nasıl onu kardeşim dediği kızla vurabilecek kadar-" dolan yeşil gözlerini büyüterek öfkeyle bağırdı.
"Devamını getirmeyi aklından bile geçirme!" Nihayet sesini yükseltebiliyor oluşuna alayla baktım.

"Puskan'a itlik yaptığın ortaya çıkarsa ne olur sence, Nar?" Dediğimde yerinde öyle bir titredi ki, eğer boğazına yasladığım bıçak olmasa şimdiye yere yığılmıştı.

"Yalvarırım-" Tahammülsüzce böldüm onu. "Sakın!" Dedim buz gibi sesimle. "Sakın bana yalvarmaya kalkma." Bıçağı boğazından ayırıp uzaklaştığımda tahmin ettiğim gibi titreyen ayakları onu taşımadı. Güçsüzce yere yığıldı. Gözlerinden yaşlar ardı ardına süzülürken içimde ki şeytanın istediği gözlerle onu süzüyordum. Acımasız ve aşağılar gözlerle. Hafifçe dizlerimi kırıp ona doğru eğildim, göz yaşları içinde bana bakarken "Böyle masum yüzlü olup da nasıl şu yatakta uzanan kadının tüm hayallerini katledebilecek kadar acımasız olursun?" Ağlamalarının gözümde hiçbir değeri yoktu. "Hepsini de geçtim, sana kapılıp giden Akın'a rağmen nasıl kardeşim dediği kıza zarar verdin" demiştim ki durdum. "Gerçi Akından tek sakladığın bu değildi, değil mi? Akın sonuçta-" Aceleyle ağzımı kapattığın da başını titreyerek iki tarafa salladı, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.

"Ne olur, yalvarırım yapma." Dedi tir tir titreyen sesiyle. "Beni ister ki öldür ama-" Devamını getiremedi, getirmesine de gerek yoktu zaten.

"Akşam beni oraya sokmanın bir yolunu bulacaksın, Balca kız." Dedim Akın'ın ona hitap ettiği gibi. Gözlerinde gördüğüm pişmanlık mı yoksa korku mu bilmiyordum ama göz yaşlarını silerek ayağa kalktığında karşımda dimdik durmaya çalıştı.

"Tek hain ben miyim?" Dedi bastıra bastıra. "Söylesene! Puska'nın, Hatiflerin tek haini ben miyim?" Yüzümde oluşan o şeytani ifadeyi görünce olduğu yerde kaskatı kesildi.

"Ben hiç inkar etmedim ki Nar, kafeste ki kuştan beri benim tarafım belli." Dediğimde tüm düşüncelerim puslu olan o güne döndü. Evet çok karışıktı, hepsi birbirindeydi ama aklımda olan tek şey Arsal'ın asla yapmayacağımı sandığı her şeyi yapmamdı. İntikam yeminlerim hiçbir zaman içi boş sözler olmamıştı, her ne kadar uğruna savaştığım herkesin beni sırtımdan bıçakladığını öğrensem de ayakta durmayı başarabilecek kadar çok düşmüştüm.

"Sen Arsal'a ihanet ettin!" Dedi ağlamaktan kısılan sesi ile. "Sana aşık olan Ateşli prensine ihanet ettin. Hem de ona kalbini kaptırmışken. Gelip burada bana ahkam kesiyorsun ya Eva, sen söyle her şeyi ezip geçebildin de kalbini nasıl ezip geçebildin, söyle bana?" Dediğin de yanaklarından süzülen yaşlarla benden bir cevap bekliyordu. O da Akın'a aşık olmuştu ve bunun yükü altında eziliyordu. Başını hızla iki tarafa salladı. "Yaptığın onca şeyi öğrendiğin de ne olacak! Sen sanıyor musun ki o seni affedecek he?" Demesiyle söylediğim tüm kelimeleri Eva seçip söylerken bu sefer şeytanım söz hakkı istedi ve dudaklarımı araladı. "Ben onu asla affetmemişken ondan beni affetmesi için bir çaba göstermeyeceğim çünkü benim tüm kartlarım açık." Yüzümde aşağılar bir gülüş peydah oldu.

"Nasıl saklayabiliyorsun ondan?" Dedi titreyerek, bakışlarım bir süre suretinde dolaştı.

Yakalanmıştı...

Arsal onu yakalamıştı...

Arsal aptal bir adam değildi ve asıl aptallığı bu işe girerek kendisi yapmıştı. Altında nasıl bir sebep vardı bilmiyorum ama eşelemeyecektim. Kendimde olmadığımı hissediyordum ve bırak şu an Nar'ın nedenlerini sorgulamayı onun o ince boynunu kırıp balkondan aşağıya atmaması için şeytanımı dizginlemekle uğraşıyordum.

"Ben hiçbir şey saklamadım Nar. Aslında bakarsan en açık olan kartlar benim ama siz kendi kartlarınızı saklamaya çalışmaktan ortada olan hiçbir şeyi görmeyecek kadar körsünüz. Nar Balca, eğer bir şeyi saklamak istiyorsan görülebilecek en orta yere koyacaksın ki kıyıda köşede aramaktan gözlerinin önündekini görmesinler." Yutkundu.

"Bunu ona söylemeyeceksin değil mi?" Kütüphane mevzusundan bahsediyordu. Arsal'ın buraya kadarını öğrenip de devamını öğrenemeyeceğini düşünmesi kendi aptallığıydı.
Ben öğrendiysem Arsal'ın bilmemesinin imkanı yoktu ama bunu Nar'ın bilmesine gerek yoktu şu anlık.

"Eğer dediğimi yaparsan anlaşmamızda hiçbir sorun çıkmaz."

Duraksadı. "Anlaşma?"

"Eğer beni Puskan'a ifşa edersen canını alma işini Arsal'ın eline dahi bırakmam Nar." Dediğim de yutkundu. Gayet net anlaşıldığımı düşünüyordum. Arkamı dönmüş onu düşünceleri ile baş başa bırakacaktım ki konuştu.

"Arsal'ın bu gece yapacağı tek şey Toprak'ın güçlerini almakla sınırlı olmayacak Eva." Durdum, Arkamı dönmeden dinlemeye devam ettim. "Arsal Karahan bu gün oraya son kez yaşama hakkı verdiği Yelzar'ın kardeşi Akzer'i de öldürmeye gidecek. Çünkü onun kotası doldu ve Yelzar aşağıda kardeşinin öleceğinden habersiz Arsal ile iş birliği yapıyor." Bunları duymak benim için yetmişti.

.

.

♤●İLAHİ BAKIŞ AÇISI ●♤

.

.

Oda loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Perdeler sıkıca çekilmiş, dışarıdan tek bir ışık bile sızmıyordu. Sadece masanın üzerindeki bakır kandilin titrek alevi süzüle süzüle duvara yansıyordu. Kahin oğlu, yere çizilmiş eski işaretlerin tam ortasında bağdaş kurmuştu. Önünde kocaman bir obsidyen kâse vardı. İçine su ve bazı otlar koymuş sadece dudaklarından çıkan bir kaç sözcükle suyun rengi kapkara oldu. Tütsülerin keskin kokusu havaya yayılıyor, odanın havasını daha da bunaltıcı kılıyordu. Alınan her nefeste içlerine dolan dumana artık alıştıkları için onları sersemletmiyordu.

Mavi ve Akın, Sancar'ı dikkatle izlerken Arsal başını duvara yaslamış kafasında ki düşüncelerden kurtulmaya çalışıyordu. Şu an düşünmesi gereken şey Eva değildi. Hayır kesinlikle o olmamalıydı fakat kana bulanan gözleri aklına her geldiğin de bir katliam yapmak istiyordu. Süzülen bir damla yaşı dahi kendisini nasıl etkileyecek diye düşünürken Eva'nın güzel gözlerinden bir bir damlayan her damla kana karşılık kan akıtacaktı. Bu oyunun böyle biteceğini bilse asla izin vermezdi lakin Elyesa'ya kıyamamıştı, kahve gözlerini irice açıp ona şirinlik yapması elbette küçük Afran'dan bulaşan bir özellikti. İçine dolan sıkıntı göğsünü daraltıyordu.
İlk defa onu öyle görmüştü. Eva Efnan belki bir çok kez yıkılmıştı ama ilk defa bu denli paramparça olmuştu. Gözlerinden bile saklardı Eva ne denli yıkıldığını ama Arsal hep hissetmişti. Tamamen içine dönük olan bu kızın ıstırap için de yanışını nasıl hissedebilirdi ki? Hissediyordu...

"Yapamam." diyordu içinde ki ses sızı içinde. Onun canı zaten misliyle yanıyor bir de sen yakma diyordu. Eli ile sağ şakağına sertçe iki kez vurdu, patlamak istercesine atmayı kesmeliydi artık şakaklarında ki damar! Başını tekrardan dik tuttuğun da görüş açısına Yelzar girdi. Ölüydü, Vampirlerin hepsi yaşayan ölüydü ve istese tek bir duygu dahi barındırmadan yaşarlardı fakat elini ensesine atmış gözlerin de ki dalgalı buruklukla Sancar'ı izleyen arkadaşını çok iyi tanıyordu. Eva'nın dağılışını görmüştü ve o görüntülerle baş etmeye çalıştığını biliyordu. Eva'ya ne denli değer verdiğinin farkına varmıştı ve Yelzar bunu göstermekten çekinmiyor, gerektiği yerde Eva için ona karşı çıkıyordu fakat günün sonunda yine Arsal'ın yanında olmak zorundaydı.

Sancar ellerini kâsenin üzerine uzattığında, siyah suyun yüzeyinde dalgalanmalar belirdi. Bu dalgalar normal bir suyun kıpırtısı değil, gölgelerin içinden başka kapılara aralanan ince uzun bir yoldu. Akın ve Mavi her seferinde ilk defa görüyormuş gibi Sancar'ı izlerken Sancar'ın gözleri bir anda beyazlaştı.

Mavi'nin dudaklarından kaçan "Hassikti-" kelimesi Akın'ın iri parmakları arasında boğuldu. "Her seferinde aynı tepkiyi verme anasını satayım." Diye Maviye kızdı. Mavi ters ters baktı. "Gözü götüne akar gibi bir anda aşağıdan yukarıya kayıyor amına koyayım ne yapayım?" Onlar kendi aralarında tartışırken Sancar konsantre olması sebebiyle değişen sesi ile onlara uyarı anlamında öksürdü.

Artık başlayabilirdi. Kendisi yerinden dahi kıpırdamadı ama ruhu suya doğru eğildi onun yerine. Bedeninde can bulan ruhuna hükmedebiliyordu Kâhin oğlu.

Dikkatle izledi sudaki hareketlenmeleri, yakın bir geleceği izliyordu şu an Sancar, bir kaç saat sonrasını. Dudaklarından dökülen yabancı kelimelerle suyun yüzeyinde tanıdık simalar bir bir belirginleşti. Titrek dalgaların arasında beliren karanlıkta keskin bakışlarıyla ayakta duran kişi Arsal'dı. Yanında, gölgenin içinden ağır bir sessizlikle beliren Akın, Mavi ve kendisi vardı. Otoritesiyle, sanki bulunduğu mekânın kendisine boyun eğdiği bir tavır taşıyordu arkadaşı her zaman ki gibi. Dudaklarını bir kere daha aralayarak suyun dalgasına yön verdi ve yüzeyinde Yelzar ortaya çıktı. Bakışları huzursuz, sanki üzgün gibiydi.

Bir kere daha suyun yüzeyi bulanıklaştı ve Sancar tekrardan istediği görüntüler için dudaklarını araladı lakin kalbine soğuk bir his aniden baskı uyguladı. Olduğu yerde irkilerek dikleşti ama gücünü ve odağını verdiği sudan ayrılmadı. Suyun yüzeyine yansımasını istediği Eva yoktu. Ne kadar odaklansa, ne kadar derin nefes alıp içinden eski sözleri tekrar etse de, Eva'nın siluetine bile dokunamıyordu. Su bulanıyor, görüntü bulanıklaşıyor, sanki görünmez bir perde onun varlığını engelliyordu. Derin bir nefes çekip dişlerini sıktı. Bu kız gerçekten de lanetlenmiş bir ruhtu. Eva, Sancar'ı ikinci kez şoka uğratmıştı. İlkinde atalarından kalan kürenin tüm düzenini alt üst etmiş ona karşı çıkarak zihnine kilit vurmuştu, şimdi ise geleceğe yönelik hiçbir görüntüde yoktu. Eva Efnan garantisi olmayan başı sonu belirsiz bir karanlıktı. İstediği herkesi görür zihnine ulaşabilirdi Sancar ama şu an elinde ki gücü onu yetersiz kılıyordu.

Tekrardan suya odaklandı. Bu sefer yüzeyde belirginleşen siluet onu şaşırtmadı. Hepsini görebiliyordu ve gördüğü görüntüde ki beş adamın da yönü tek bir tarafa bakıyordu: Tahminine göre o noktada Eva vardı. Ama Sancar bunu göremiyordu. Adeta başka bir kuvvet Eva'yı hem sudan hem gözlerden gizliyordu. Bu durum, kahin oğlunun içine ağır bir huzursuzluk bıraktı. Çünkü geleceği görmekte ustaydı, fakat ilk kez bir yüz tamamen saklı kalıyordu. Kâsedeki karanlık su dalgalanarak yükseldi ve birden duruldu. Görüler kesildiğinde, Sancar alnından süzülen teri sildi. Şaşkındı, çok şaşkındı hem de. Eva yoktu, ne sesi ne görüntüsü, Eva'ya dair gölge bile yoktu.

Arsal gözlerini Sancar'a çevirdiğinde terleyen vücudunu ve titreyen ellerini gördü, burnundan süzülen bir damla kanı görmesiyle de kaşları çatıldı istemsizce. Sancar sadece kendisini çok zorladığında bu tepkileri verirdi. Bakışları Sancar ile aynı saniyelerde suya düştü. Kahin oğlunun normale dönmeye çalışan gözleri dikkatle suya bakarken suyun yüzeyinde birden kırmızı lekeler belirdi. Damlalar ağır ağır yayıldı ve kase tamamen kırmızıya bulandı. Sancar irkildi çünkü bu onun kanı değildi, kâseyi tutan parmakları titredi. Bakışları direkt Arsal'ı buldu ve tekrardan gözleri, kanlanmış suya dikildiğinde dudakları kendi kendine kıpırdadı. "Bu Eva'nın kaderi Arsal. Geçmişi mi geleceği mi bilmem ama bu Eva'nın kaderi..." Dediğinde Arsal'ın koyu mavi irisleri kanlı suda oyalandı ve bu gün ikinci kez kalbine sanki ardı ardına hançerler saplanırcasına bir acı hissetti.

Kan Eva'nın ne kaderiydi ne de geçmişi...

Kan Eva'nın ta kendisiydi... Arsal'ın içinden geçenler dudağından dökülmedi.

"Başka ne görüyorsun?" Dedi ifadesiz sesi ile. Sancar'ın zihni oldukça yorulmuştu ama odağını tekrardan suya verdi. Görüntüde Akzer belirdi. Bakışları sertti, gözleri acı çekiyor gibiydi. Sanki o da suyun içinden Sancar'a bakıyordu. Sancar bu anın sıradan bir an olmadığını çok iyi biliyordu. Sesler duydu, acı, çığlık, feryat hepsi birbirine karışmıştı. Kulaklarında yankılanan uğultuyu hiçe saydı "Onu göremiyorum. Eva'yı... Sanki karanlık onu saklıyor. Yalnızca kan, suya düşen birkaç damla kan." bu gün kürenin içinde hıçkırarak ağlayan kadının gözlerinden akanda kandı. Kan Eva'nın mı?" Görüntü titredi, sonra birden dağıldı. Kandilin ışığı söndü.. Sancar derin bir nefes aldı.

"Ne gördün?" Dedi Yelzar, için de bir sıkıntı vardı, dilinin ucunda ama dudaklarından dökülemeyen bir şey vardı ama o da henüz anlamlandıramamıştı.

Sancar gözlerini kapattı, boğazında yutkunan ağır bir sır vardı. Arsal'ın kardeşini diri diri yakıp öldüreceğini Yelzar bilmemeliydi. Bunun ağırlığını içinden geçirse de dudakları farklı bir cümle için aralandı. "Sana söyleyeceğim tek şey şu, Yelzar: Ruhların satıldığı açık arttırmada dikkatli ol. Orası... senin sandığından daha karanlık." Yelzar kaşlarını çattı, dilinin ucuna gelip zihnine uğramayan bir ihtimal vardı ama bir türlü birleştirip ne olduğunu anlayamıyordu. Sadece kendisine sıkıntı veriyordu.

"Senin bu uhrevi işlerine aklım ermez benim Sancar ama benden bir şeyler sakladığını hissediyorum." Dedi Yelzar sert sesiyle. Vampir içgüdüleri onu nadir yanıltırdı.

"Bazı şeyleri bilmemek, yaşamak için tek şansındır." Yel' in kaşları çatıldı. Normal şartlarda önemli bir iş üzerinde olduklarında hepsi disiplinli ve ciddi olurdu fakat şu an kendisinden bir şeyler saklanıyordu.

"Bana kâhinlik taslama o su kasesine sokarım seni Sancar, dilinin ucunda ne varsa çıkar. Canımı sıkacak bir iş gelirse başıma ilk senin tepende biterim."

"Beni tehdit mi ediyorsun, Vampir." Dedi Sancar tıslarcasına.

"Nereden anladığın sana kalmış!" Dedi Yelzar da geri durmayarak.

"Tanrı değilim piç kurusu, bir şeylerin farkına varıyorum ama ona müdahale edemem. Zaten öğrenmeniz gereken bir şey olsaydı adı gelecek olmazdı." Sancar'ın aşırı bilimsel konuşmasına göz devirdi Yelzar.

"Farkındalığını sikeyim senin." Diye homurdandı ters ters. "Sakin ol lan sabahtır ota boka yükselip duruyorsun." Aralarına giren Akın'a döndü Yelzar bu sefer. "Sana ne lan it, hem sen hayırdır? Geldiğinden beridir yüzün şekilden şekle girdi gülmemek için, yüzün felç kalacak." Akın hemen Kaşlarını çattı.

"Ben de fark ettim onu. Oyunda böyle değildin kardeşim ne oldu müjde mi aldın?" Şu an hiçbir şey Akın'ın keyfini bozamazdı. İbne Arkadaşı Mavi bile. "İnşallah o müjdeyi benim asistan vermemiştir sana." Akın'ın bir süredir Nar'dan hoşlandığını elbet anlamışlardı.

"Aşağı da ki kısa saçlı kızdan mı bahsediyorsun?" Dedi Sancar.

"Evet, kendilerini muayenehanemde bastım da." Akın, Mavi'nin omuzuna sert bir yumruk geçirdi.

"Höst lan! Yavaş gel, kız düşmüştü onu tutuyordum." Diye bir savunmada bulundu.

"Amına koyduğum kız altındaydı o mu seni tuttu sen mi onu?"

"Mavi sana çok güzel şeyler tuttururdum da ortam müsait değil, siktir git benimle uğraşma." Onların sürtüşmesinin sonsuza kadar sürebileceğini bilen Sancar Arsal'a döndü "Ona dair ne hatırlıyorsun, Karahan?" Dedi merakla. O dediği kişinin Eva olduğunu odada ki herkes çok iyi biliyordu. Arsal bir süre durdu, bakışları bir noktada sabit kalırken eli istemsizce göğsünde ki minik el izine gitti. Göğsünde taşıdı o küçük parmakların sahibi yukarıda Elyesa'nın yanındaydı ve kendisinin... neyiydi sahi?

Düşmanı mıydı, esiri miydi?

Kanlısı mıydı, kandığı mıydı?

Hoşlandığı mıydı, etkilendiği miydi?

Sahi Eva onun neyiydi?

Tek bildiği geçmişinde o vardı... Kan gözlü kız. Eva onun geçmişiydi, unuttuklarıydı, belki daha fazlasıydı ama tamamı yoktu zihninde. Buğuluydu, pus vardı ama net bir görüntü yoktu.

Tek bildiği kan gözleriyle ona bakan, uğruna ölüp öldürdüğü bir kadın olduğuydu.

Canını yaktığı, canını daha çok yakacağı ve kendisini helak edip, yüreğine kor düşüren o kadın.

Kendisinin bir nebze de olsun hatıralarında gün yüzüne çıkan ama kendisini bir nebze olsun hatırlamayan o kadın...

Düşüncelerinin içinde birbiriyle boğuşurken Sancar'ın yıldızın ay ile iç içe geçmiş şekilde olan kristal kolyesinin ucundan dalgalanarak yükselen ışık hepsinin istemsizce dikkatini çekti. Sancar hızla eliyle kolyesini avcu içine aldı ve onun gücüne tüm ruhu ile inanarak gözlerini yumdu. Saniyeler geçti sadece, gözlerini açtığında gözleri korkuyla karışık bir endişe ile Arsal'ı buldu.

"Arsal..." Dedi, sesi bunu nasıl açıklayacağını bilmez şekilde çıkmıştı, biliyordu söyleyeceği şey karşısında ki adamın tüm dünyasını bir anda başına yıkılmasına sebep olacaktı. Dudaklarını araladı ama kelimeler dökülmedi, Arsal'ın kaşları çatıldı, sabahtan beridir içinde kendisine bile itiraf etmek istemediği bir sıkıntı vardı ve Sancar'ın bu ses tonu ile içinde ki sıkıntı kalbine sızılar saldı...

.

.

●♤●EVA EFNAN●♤●

.

.

Gelmiştim.

Yine tek başıma kimsem olmadan istediğim yere gelmiştim... Batıya. Nar'dan aldığım kolyenin ucunda ki taş beni buraya getirmişti. Yapacağım tek şey perilerin bahsettiği o defteri bulmaktı. Arsal ve devamındakilerin gözümde bir değeri yoktu, sanki bu gece ölecek çok insan vardı da kalbim de hiç birine karşı bir acıma hissi yoktu. Ben bu kadar merhametsiz bir insan değildim, düşüncelerimde bile acıma hissi, vicdanımın sızlayıp elimin varamadığı yerler varken ben asla böyle düşünmezdim. İçimde ki şeytanın tüm vücuduma hükmetmeye çalıştığını hissedebiliyordum.

Tek bir merhamet yoktu şu an mesela? Akzer ölecekti, ya da Yelzar kardeş acısı ile geberecekti artık umurumda değildi.

Yahut öyleydi de şeytanım beni bastırmaya çalışıyorsa?

Farkındaydım.

İçimde ki çelişkinin beni iki taraftan çekiştirip kendi saflarına çekmeye çalışan duygularımın dahi ne yapmaya çalıştığının farkındaydım.

En çok da bu farkındalık yoruyordu beni. Aptal bir insan olmak hiçbir zaman isteklerim arasında olmamıştı ama her şeyi bilip tek başıma doğru şekilde hareket etmeye çalışmak benim en büyük sınavım olmuştu.

Bakışlarımın dalıp, boşluk verecek hiçbir detayı yoktu bu cehennemin içinde.

Baktıkça şaşkınlık beni ele geçirmiyordu artık ama ruhumu sıkan bu ortam midemi her zaman olduğu gibi bulandırıyordu. Salon katedral büyüklüğünde, tavandan sarkan kristal avizeler loş bir ışık yayıyor ama ışıkta altın parıltısı değil, sanki söndürülmüş mumların son alevi gibi solgun, buz gibi bir aydınlık vardı. Duvarlarda aynalar asılı, fakat bu aynalarda kimsenin yansıması yok yalnızca bulanık gölgeler dalgalanıyor, izleyen her kesin kalbine uğursuz bir basınç bırakıyor gibi etraftakiler yaklaşmak istemiyordu. Yanından geçiyor, dönüp bakmıyorlardı.

Sahnenin ortasında yükselen kadife kaplı bir kürsü var; üzerinde işlemeler var ama altın değil, damar damar kıpkırmızı, sanki yaşayan bir organizmanın parçasıymış gibi iğrenç bir görüntü veriyordu ama herkes için çok normal geliyordu. Burada ki her detay mideme ağır bir bulantı veriyor, boğazıma doğru yükselen acı sıvının sebebi oluyordu. Gözlerim sürekli bir yere dalıp gitmek istiyor, etrafımı sarmalayan bir güç bana ulaşmaya çalışıyordu. Buna izin vermemeye çalışmak bedenime amansız bir yorgunluk ve ağırlık veriyor adım atmak bile eziyete dönüşüyordu.

Sakinim, hiçbir şey yok. Zihnim benim elimde iradem benim emrimde ben ne istersem vücudum öyle davranacak. Kendime bunu tekrar tekrar söyleyerek etrafımda dönen ağırlıktan kurtulmaya çalıştım.

Kürsünün hemen önünde camdan büyük bir küre duruyor. Kürenin içinde kıvranan ışık parçaları, çığlıkları boğulmuş gibi yankılanan yankılarla titriyordu. Satılacak olan ruhlar bunlar mıydı?

Her biri farklı renklerde yanıp sönüyor, bazısı solgun mavi, bazısı kırmızı bir kor gibi, bazısı ise simsiyah bir boşluk. Hepsi bu küreye hapsedilmiş, bedenlerinden ayrılmalarına rağmen özgür kalmamış birer mahkum gibiydiler.

Mekânın geri kalanı ise bir tiyatro salonu düzeninde, basamaklı oturma yerleri siyah deriyle kaplı. Koltuklarda oturanlar insan kılığında görünse de gözleri fazla parlak, gülüşleri fazla uzun, yüzlerindeki maskelenmiş ifadeler fazla hareketsiz...

İnsan değildi bunlar amına koyayım!

Kimi ellerinde ince uzun bastonlar, kimisi ise tırnaklarıyla koltuk kenarını oyuyordu. Bulunduğum ortamlar gittikçe daha da garipleşiyor. Salondaki hava ağır, demir ve küf kokusu karışımı; her nefes içeri çekildiğinde ciğerleri yakıyor sanki. Bu evrende bir çok yerde bulunmuş başıma bir çok iş almıştım ama en mide bulandırıcısı ve havası ile insanın içini huzursuzluğa boğan tek mekan burasıydı.

İnsan ruhu satan bir mekandan daha normali de beklenmezdi elbet...

Arka tarafta devasa bir saat asılı her ruh satıldığında, çan gibi ama daha çok bir mezar taşı devrilirken çıkan ses gibi tok bir vuruş yankılanıyordu.

Zaman burada ileriye değil, geriye akıyormuş gibi hissettiriyordu!

Hizmetkârlar siyah cüppeler giymiş, yüzleri maskelerle kapalı. Ellerinde tepsi gibi duran şeffaf kaplarda ruh parçacıkları taşıyorlar; tepsiden yükselen cılız inlemeler insanın iliklerine garip bir his bırakıyordu.

Fısıltılar etrafta uğulduyor ama kimse konuşmuyormuş gibiydi, belki de ruhların kendileri kaderlerine ahlıyordu. Açık artırma ilerledikçe sanki salonun kendisi nefes alıyor, duvarlar hafifçe kabarıp iniyor, tavandaki avizeler kalp atışı gibi titriyordu, etrafıma bakakalmamam gerekiyordu ama kendime mani olamıyordum. Ve daha saçma sapan bir sürü his ve ölü ile dolu olan bu yer gerçekten benim bile manyak psikolojimin kaldıramayacağı bir seviyedeydi.

Aralarından geçip gidiyordum ama hiç biri bana dönüp bakmıyordu, öylesine göz önündeydim ki kimsenin umurunda değildim.

Buraya girişim kolay olmamıştı, rüzgarın getirdiği mi yoksa şeytanımın fısıldadığından mı bilmem ama içeriye girerken bilmem gereken o cümleleri öğrenmiştim.

Ruhun değerini sadece karanlık bilir, yaşamın değerini ruhu satılanlar...

Beni buraya getiren ve kapıları aralayan o kelimeler bunlardı...

Sadece bu cümle beni içeriye almalarına yetmişti ama bunu şeytanımdan öğrenmek bana her zaman üstü üste sırtıma yüklenen yüklere bir yenisini getirmişti.

Artık şunu anlıyordum ki buraya gelmem ve burada bulunmam gerekiyordu...

Eğer kaderin çizgisinde, zamanın örgüsünde bir yerde olmam gerekiyor ise orada oluyordum, bir şekilde oluyordum. Birinin yardımı ya da kollaması ile değil, zamanın ve geleceğin sürüklemesi ile oluyordum. Eğer bir yerde öğrenmem gerekenler varsa orada, eğer bir yerde dökmem gereken kanlar varsa orada buluyordum kendimi... Nasıl olduğunun önemi yoktu. Olacak olmasının zorluğu vardı...

Arsal, Mavi, Sancar ve Akın hepsi yan yana oturmuştu, planları neydi ya da Arsal ne yapacaktı bilmiyordum ama gözleri benim üzerimdeydi. Burada oluşuma şaşırmış mı bilmiyordum, kızmış mı memnun mu olmuş onu da anlayamıyordum. Bakışları beni takip ettiğinde de yerinden kalkmak istedi ama kalkmadı, durdu. Gözleri gözlerim de iken ortaya sunulan ruhun rekabeti bir anda sis gibi tüm salonu kapadığında göz gözü görmez oldu. Kısacık olan bu boşluğu değerlendirip hızla adımlarımı oradan uzaklaştırıp onlardan kaçtım.

Bir şekilde tekrardan karşıma geçeceğinin farkındaydım ama önce bilmediklerimi bilmem lazımdı. Kaybolacağımı dahi bilsem yine de bu bilinmezlikte hislerimin beni götürdüğü o yolu izlemeye başladım.

Ağır adımlarım eski bir kapının önün de durdu. Kapı ahşap ama yıpranmış, yüzeyinde çatlamış vernikler ve yer yer kan lekesi gibi koyu kırmızı izlerin yoğunluğu vardı. Nefes almadan, tek bir tereddüt bile göstermeden kapıyı ittim, menteşeler kulak tırmalayan bir gıcırtıyla açılırken metalin ince bir uğultusu buhar gibi odaya sızdı.

İçerisi karanlık, sadece tavandan sarkan tek bir sararmış ampul hafifçe yanıyor. O ışığın altında, odanın ortasında eski bir masa duruyordu. Masanın üzeri, büyük ve kalın bir defterle kaplı: Kanlı sayfalar, her biri kurumuş ve koyulaşmış kırmızı lekelerle dolu, bazıları sayfalarına yapışmış tüyler ve tellerle birlikte. Defter, ruhların adlarını ve sahiplerinin değerini yazıyor; sanki her sayfa geçmişin acı ve korkusunu emmiş gibi titriyordu. Ruhların acı çığlıkları mıydı yoksa bu titremelerim sebebi?

Gözümü kırpmadan, tüylerini diken diken eden bir sessizlik içinde içeri adım atıyor ayaklarım altında ki tahtadan zemin hafifçe çatırdıyordu. Oda küçük, havasız ve yanmış mum kokusu yayıyor, insanı rahatsız eden bir kasvetle boğulmuş gibi basık duruyordu. Köşelerde eski sandıklar duruyor, bazı heykellerin kırılmış kafaları ellerinden sarkıyor, kırmızı ve siyahla lekelenmiş kağıtlar duvarlarda uçuşuyordu... tanrının lanetleyip huzurundan kovduğu her şey burada saklanıyormuş gibi her taraf ağır bir günah kokuyordu.

Deftere yaklaşırken, kan lekeleri parlıyor sanki bana inatla gözlerime sıçrayan laneti yansıtıyordu. Elim sayfalara dokunduğun da ruhların acısı parmaklarıma yapışıyor gibi hissediyor ama yüzümde tek bir mimik çizgisi bile yok, ama şu an karşılaştığım şey...

Elime bulaşan kanlara bakarken ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

Avşar kahır.

Tural Yeraltı

Meri Sarakak

Askın Sura

Fetar Arın

Mirşar kesen

Bilecik Karaca

Serkat Ordun

Ve daha bir çok isim her harfinden kanlar akarak defterin sayfalarında yazıyordu. Boğazıma oturan o isime bakarken sakince nefes almayı sürdürüyordum. İçim de ki yangınlar tüm yüreğimi fethetmişken sadece baktım.

SAMET EFNAN.

Babamın isminden süzülen kanlar zehir olup göğüs kafesime damladı. Her damlası etimi lime lime edercesine beni parçalarken öylece baktım.

"Baba..." döküldü sadece dudaklarımdan, başka hiçbir şey değil. Baba...

Ölmek için ruhun bedenden çıkması mı lazım? Yanmak için tenin alev alması mı lazım? İnsan tek bir kıvılcım dahi olmadan cayır cayır yanabiliyormuş, ruhu bedenden kopartılmadan ölüm içinde ölüm bulabiliyormuş...

"Her şey sırası geldiğinde meydana çıkacak, düğümler çözülecek, karanlık aydınlanacak, cevapsızlar cevaplanacak.."

"Zaman kapısı açıldığında Eva..." diye fısıldayan ses omur iliğime kadar akıp gitti. "Gölgeler dağılacak, yollar açılacak, perdeler aralanacak, fırtınalar duracak her şey sırası geldiğinde yerini bulacak ve sen o vakte kadar rüzgar hangi yöne eserse oraya savrulacaksın." Elimde ki kanlı defter parmaklarım arasından kayıp düştüğünde gözlerimi kapattım. Şeytanım fısıldamaya devam etti. "Düşeceksin, kanlar içinde kalkacaksın. Yaralanacaksın ama iziyle kalacaksın. Seveceksin ama cefası içinde boğulacaksın ve en önemlisi güveneceksin ama en büyük yanılgın güvendiğinden gelecek..." fısıltısı öyle uzaktan geliyordu ki ama arkamdaydı, biliyordum. Bana bakıyor beni görüyor belki de okuyordu.

"Sen benim kötü tarafımsın." Dedim onum fısıldayan sesine rağmen net şekilde. "Ruhuma ıstırap, kalbime şersin. Ama ben sana uymayacağım, ben senin çizdiğin yola sapmayacağım." Dediğimde arkamdan yaklaşan şeytanımın eli sol tarafımdan kalbime yaslandı. Durdum, irkilmedim ya da bir tepki vermedim.

"Senin kötü tarafın kalbine dalgalanan harfte can bulmuşken sen bana kötülük diyemezsin." Kulağıma yaklaştı. "Kalbine imlenen V tüm kalbini acımasızca işgal etmiş zaten."

"V kim?" Dedim çatallaşmasına engel olmaya çalıştığım sesimle, zira ruhuma uygulanan baskı şeytanımın bana oyunuydu.

"Varis..." Dedi ve etrafımda oluştuğunu görmediğim tüm duman bir anda dağılarak görüş açımı netleştirdi ve karşımda beliren adama bakarken kulağımda yankılanan isme engel olamıyordum...

Varis

Varis

Varis...

Kulağımda yankı bulan ismin aksine karşımda bana bakan adam bambaşka birisiydi. "Artık nasıl yaptığını sormayacağım." Dedi Arsal bana doğru adımlarken. "Nasıl geldiğini nasıl bulduğunu ya da kendini ateşe nasıl bu kadar kolay atabildiğini..." Hükmedici sesi öfkeliydi. Karşımda ki Arsal, sadece bir adam gibi değil; adımlarıyla odaya geceyi getiren bir fırtına gibiydi. Güçlü adımları taş zemine her bastığında yer titredi, gölgesi duvarlara yayıldı.

Gözlerim ayaklarım altına boydan boya serilen kanlı deftere takıldı, ama kalbime saplanan o uğursuz fısıltıdan sıyrılıp başımı bir kere daha kaldırıp kan gözlerimi onun okyanuslarına diktim. Gözleri, cehennemden alınmış iki köz parçası gibiydi. İçinde öfkenin, kararlılığın ve açıklanamaz bir çekimin kıvılcımları aynı anda yanıyordu. Bakışları üzerimde kilitlendiği anda, odanın havası ağırlaştı; nefes almak, göğüs kafesime taş bağlanmış gibi zorlaştı. Her adımında bana daha çok yaklaşıyor ama ben yerimden kıpırdayamıyordum. Duydu mu bilmiyorum, şeytanımı görüyor mu ona eşlik mi ediyor yoksa sadece zihnim de dolaşıp beni manipüle mi ediyor bilmiyordum!

Belki de ben bildiğimi sandığım şeyleri bilmiyordum ama karşımda ki de benden aşağı olmayacaktı.

Dışarıdan önce bir uğultu geldi. Sonra o uğultunun arasına çığlıklar karıştı. Ve her şeyi o zaman fark ettim.

Her yer yanıyordu.

Arsal'ın ardından kapı aralığından giren alev, içeriyi cehennemden bir zemin gibi sardı. Koridorun ötesinde koşan insanların gölgeleri görünüyordu; kollarını çaresizce havaya kaldırıyor, boğazları parçalanırcasına haykırıyorlardı. Yanan etin keskin, mideyi kaldıran kokusu havayı doldurmuştu.

Arsal'ın gözlerinde tek bir tereddüt yoktu. O ateşini yakmış, herkesi cehennemin içine sürmüş, alevleri canlarının üzerine salmıştı.

Alevler her yerdeydi. Ateş her yerdeydi. Düştüğü her yerde dokunduğu her tende acıydı. Aman Allah'ım yapmıştı gerçekten.

Arsal Karahan her yeri, her şeyi ateşe vermişti.

Çığlık sesleri kulağımda arka arkaya yankılanırken feryatlar birbirine karışıyor çığlıklar amansızca büyüyordu. Etrafımızda ki her şey yanıyordu. Her şey herkes...

Ateş her yerdeydi.

Acı her yerdeydi

Çığlıklar tüm duvarları inletiyordu.

Her yeri ele geçiren ateş bana doğru geldiğinde dumanları sanki bana itaat eder gibi ayak uçlarımda durdu ve tenime dokunmadı. Arsal Karahan'ın ateşi bana dokunmuyordu. Onun ateşi beni yakmıyordu.

Etrafımda adeta kıvranan ateş bana dokunmak için can atıyor ama bana yaklaşamıyordu. Herkes canı için acı içinde bağırırken kulağıma gelen o tanıdık sesle durdum. Dışarıdan Akzer'in acı çığlıkları içeriye kadar ulaştı. Kulaklarımda şeytanın uğultusu hâlâ varlığını sürdürüyordu, ama o çığlık uğultunun kalın duvarlarını yarmaya Yetmedi.

Ta ki onun haykırışını duyana kadar.

"Akzer, Hayır! Arsal yapamazsın bunu."
Yelzar'ın sesi yanık et kokusunun içinde yükselerek duyuldu. Arsal'ın bakışı bir an bile benden ayrılmadı. Onun gözünde ne çığlıkların anlamı vardı, ne yanmış bedenlerin... O, sadece bana bakıyordu.

Bakışı, ateşin ortasında bile kalbimi sıkıştırdı.

"Sen hastasın!" Diye bağırdım fakat sesim ona gitti mi bilmiyordum. Aramızda sadece bir adımlık mesafe vardı ama alevler uçurumlar kadar uzağa taşıyordu sanki ruhlarımızı...

Etraftan yükselen acı dolu inlemeleri, çığlık çığlığa bağıran insanların sesini sanki haz duyuyor gibi dinliyordu. Onun gözlerine ilk baktığım günkü gibi bakıyordu koyu mavi irisleri. Tek bir acıma duygusu barındırmadan en ufak bir vicdan azabı çekmeden...

O bile alev alev yanıyor ama canı yanmıyordu. Adımımı attığım her yeri ateşe vermişti. Ateşler etrafımdaydı ama bana dokunmaktan korkar gibi bana değmiyor etrafımda dalgalanıp yükseliyordu. Ayaklarım yere çakılmış şok içindeydim.

"AKZEER!" Diye bir kere daha haykırdı Yelzar.

"Arsal yapma!" Diye kükrercesine bağırıyordu Yelzar dışarıdan. "Arsal tanrı aşkına Akzeri çıkarmama izin ver, Arsal!" Diyen yakarışıyla gözlerimi Arsal'a kilitledim. Duymadı Arsal onu. Umursamadı. Bakışları sadece benim üzerimdeydi.

"Gördün mü görmek istediklerini? Ulaştın mı varmak istediklerine?" Dediğinde yutkundum.

"Ben ulaşmak istemediklerime ulaştım Arsal ama sen görmeye dayanamayacağın kandan kurtuldun." Görmeye dayanamayacağı tek kan ayaklarım altında olan defterin sayfalarında yazacak olan kardeşinin kanlı adı olurdu.

Yoktu. Afran Karahan bu defterde yoktu ama benim babam vardı.

Onun canından bir parça yoktu ama benim yüreğimden bir parça vardı

"Kardeşinin adı kanlı defterde yok." Dedim tek bir duygu barındırmayan sesimle. "Onun adı yok ama onun için her yeri ateşe verdin, herkesi ölüme terk ettin." Akzer bir kere daha acı içinde çığlık attı.

"Buraya kardeşimin ölüm listesinde olup olmadığını öğrenmek için mi geldiğimi sanıyorsun?" Sesi alevleri yarıp kulağıma ulaştı.

"Başka ne amacın olabilir?" Onun metalik sesi benim buzdan sesimle çarpışıyor ve alevlerin içinde yok oluyordu.

"Arsall!" Diye bir kere daha bağırdı Yelzar kardeşinin acısına dayanamaz gibi.

"Onu öldürecek misin?"

"Ölümü en çok da o hak ediyor, lâl gülü."

"Yanıyorlar." Dedim, sesimde öfke ya da bir nefret yoktu "Suçu olan da yanıyor olmayan da! Adaletin bu mu senin?" Dediğimde sadece gözlerime bakmaya devam etti. Ağzını açmadı ama gözlerinde söylemek istediği öyle çok şey varmış gibi bakıyordu ki bana sanki benden yana tek bir iz tek bir ışık bekliyordu.

Ama yoktu bende, karşımda gördüğüm adam kalbimi titreten bir caniydi sadece.

Acı olan ise kalbimin atışı, daha acı olan ise şeytanımın bakışıydı.

İkiye bölünmüş gibi hissediyordum.

İki taraf da beni çekiştiriyor ama ben hiçbir çizgiden aşmıyordum, tek bildiğim her iki tarafında da baskısına yenilmek istemediğimdi.

"Öldürecek misin herkesi?" Dedim alevleri göstererek "Herkesi ateşinde cayır cayır yakarak öldürecek misin?" Bana dokunamayan ateşi beni ele geçirmişken asıl ateşte yandığını sanan dışarıda ki insanlardı.

Oysa ruhumda sürekli dönüp duran cümle bana gerçeği açıklıyordu. Önüm okyanus arkam kor alevdi. Geri adım atsam yanacak ileri gitsen boğulacaktım.

"Burada ki herkes kanadı kırık bir kuşun ruhunu satın almak için toplandı." Dediğin de tüm ifadesiz bakışım sekteye uğradı. "Buraya adımını atan herkes cayır cayır yanmayı da, ateşin yakıp öldürmeyişini de hak ediyor." Tenimden esip geçen soğuk rüzgar sırtımdan aşağıya buz gibi bir his bırakıp gitti. Tüm alevlerin içinde tenim ilk önce üşüdü sonra ise yanmaya başladı.

"Kardeşimin o defterde ismi olup olmadığını tek bir emrimle öğrenirim İstersem Efnan. Ben buradayım çünkü sen varsın, ben buradayım çünkü ortaya bahsini koyabileceklerini sandıkları kanadı kırılmış olan ruh sana ait." Dediğin de yutkundum.

"Benim gibi bir kızın ruhunu ne yapacaklar Karahan, ben kimim ki?" Dediğim de hiç düşünmeden "Lâl gülüsün, sen Sera Karahan'ın müjdelediği tüm bu düzeni yıkıp geçecek olan o gülsün, sen yıllardır açmayan tomurcuğun eşi benzeri olmayan o mucizesisin." Her kelimesinde gözlerim biraz kısıldı.

"Tüm düzen sana ait." Dedim bir gerçeği yüzüne vurarak.

"O zaman beni de yıkar geçersin," Dedi ve okyanuslarından kan lekelerime birer birer anılar yansıdı. Gözlerimin önünden rüyamın her bir kesiti şerit gibi geçti, Sera Karahan, lâl gülü- Durdum, bakışlarım ona döndüğünde sadece gözlerimi bir kaç saniye baktı ve tüm unuttuklarım bir bir önüme döküldü.

"Efendim Lâl Gülü Açtı!" Diye bağıran Muhafızın sesi kulaklarımda yankı buldu, "Sera Karahan'ın Lâl Gülü açtı Efendim, pusula yönünü göstermiş!" Unuttuğum, unutturulduğum tüm o kesitler bir bir önüme dökülürken dudaklarım aralandı.

"Efendim Lâl gülünün ilk tomurcuğu açtı!" Diyen adamın sesi kafamda arka arkaya dönüp durdu

Tüm anılar bir bir bardaktan boşalırcasına önüme döküldüğünde unutulan düşüncelerim tüm zihnimde kol gezdi.

Sıkı sıkı yumruk yaptığım avcum da ki tomurcuk... o tomurcuk üç yıla aşkındır rüyalarımda bana gelip kızımı kurtar diye yalvaran kadının verdiği tomurcuktu.

Olduğum yerde buz kestim.

Benim bunca zamandır rüyalarıma giren kadın Sera Karahan olduğunu bir kere daha idrak ettim.

Arsal'ın annesi.

Ve bana verdiği tomurcuk ise Lâl gülünün tomurcuğuydu.

Muhafızı müjdeler içinde gelip açtığını söylediği tomurcuk. Arsal'ın bana taktığı lakap annesinin çiçeğiydi.

Sera Karahan üç küsur yıldır rüyalarıma girip kızına yardım etmem için yalvarıyordu.

Her şeyin farkına o an varmıştım fakat şu an zihnim, oturttuğu önemli bir detayı tekrardan canlandırıyordu. Gördüğüm rüya hatırladıklarıma karıştı. Boynunda urgan olan kızın siması tüm netliği ile zihnimde belirdi.

Boğazında urgan olan kız Afran Karahan'dı. Onun taburesini itip nefessiz kalmasına sebep olan kişi Arsal'ın yanında gelen adam...Sera Karahan bana her rüyamda aynısını göstererek aslında gerçekleri ortaya koyuyordu, Düşman içlerindeydi, düşman yanlarındaydı...

Her şey birer yapboz parçası gibi yerine yerleştiğinde gözlerim öfkeyle harlandı. "Bana bildiklerimi unutturdun." Diye hırladım ileri doğru atılarak.

"Seni korumak için yapmak zorundaydım. Senin lâl gülü olduğunu öğrendiklerinde daha fazlası peşine düşecekti ve ben hepsini öldürmekten bir an bile tereddüt etmezdim Eva, ama sen..." dediğin de adem elmasından geçip giden yutkunuşunu izledim. "Sen henüz benim diğer tarafımla tanışmadın, bırak tanışmayı görmek dahi istemezsin... Senden anılarını, öğrendiklerini almam ben Eva, alamam. İstesem yapardım. Sen tüm bu olanları bir bir öğrenirken ben en başında seni etkim altına alıp kandırabilirdim ama yapmadım. Yapamayacağımı sandın ama yanılıyorsun Şeytanın kızı. Ben en başından beri nedenini bilmediğim bir tolerans içindeydim sana karşı. Sana alan tanıdım, sana gerçekleri bulabilmen için zemin hazırladım. Bunun karşılığında senden istediğim tek şey kardeşimdi ama artık sadece bu değil..." gözlerimin içine baka baka kurduğu cümlelerde yalan aradım, en ufak bir yalan kırıntısı aradım ama yoktu. Ya gerçekten yalanı yalan içinde söyleyerek beni en başından beri kandırıyordu, ya da en başından beri doğruyu söylüyordu. "Artık isteklerim arasında sende varsın. Ben istekleri ve arzularıyla hareket eden bir adam değilim ama sen beni her seferinde sana mecbur bırakıyorsun. Uzun uzun konuşmayı sevmem ben Eva, ama geldiğinden beri en çok sana konuştum." Dediğin de boğazımda ki yumrunun gitmesi için defalarca kez yutkundum ama gitmedi.

"En çok bana konuştun, en çok benim canımı yaktın, her seferinde beni kullanarak isteklerine ulaştın." Dedim, ikimizin sesi de acı içinde bağıran insanların arasına karışıp gitti.

"Affet..." Dedi o da boğazına yumrular oturmuşçasına "Hepsinin nedenini sana açıklarım ama sen sadece beni affet."

"Niye?" Dedim. Artık aramızda mesafe yoktu ama çok şey vardı. "Bana bir sebep verebilir misin Karahan?" Buğulu gözleri yüzümün her zerresinde dolaştı.

"Sebep mi istiyorsun?" Dedi, başımı ağır bir şekilde salladığımda parmaklarımı büyük eli arasına alıp sardı. Avuçlarının arasında elim küçücük kalmıştı, elimi alıp sol göğsüne yasladığında son hız göğsünü delercesine çarpan kalbi kalbimde çarptı. "Haykırışını duymuyorsan, bu aşkın ateşi bir tek beni küle çevirir Eva'm." Dediğin de elime son hız çarpan kalbi, göğsümü delip çıkmak istercesine çarpan kalbimle birlikte atıyordu sanki.

"Sana daha nasıl bir sebep verebilirim bilmiyorum, senden nasıl uzak dururum bilmiyorum. Senden uzak durmak zorundayım ama ben gözlerine sıçrayan kan lekelerine kadar sana muhtaçken yapamıyorum." Sesi gittikçe yaklaşıyor, etrafta ki tüm çığlıklar boğuk bir gürültüye dönüşüyordu. "Nefret ediyorsun benden, hakkındır, sesimi çıkartırsam namerdim Eva, ama..." devam etmesi için gözlerine baktım "Ama?" Sesim zorlukla çıkmıştı. "Başkasını sevme, başkasına bakma, kalbinin hızını duyabiliyorum ama başkası duyarsa kahrolurum." Dediğinde yakarışı yutkunmama sebep oldu. Bir şey vardı. Bir şey öğrenmişti ve bu ona acı veriyordu.

"Neyden bu kadar korkuyorsun?" Kısık sesim ikimizin arasında nefeslerimize karıştı. .

"Eva..." dedi acı içinde ki sesi. "Benes Kırcalı seni annenin isteği ile himayesi altına aldı, dolunay geçmedense kalbine bir adamı mühürledi."

Tüm zamanın akışı tersine döndü sandım, kalbimin atışı az önceki itiraf karşısında çırpınırken bir anda yavaşladı, işittiğim her kelime nabzımım hızını normalin bile altına düşünürken hala elimin altında ki kalp son hız çarpıyordu...

..BÖLÜM SONU..

 

Mutlaka yorum yapmayı ve oylamayı unutmayın canlarım.

 

❤️❤️❤️Çokça kalıp❤️❤️❤️❤️

 

Instagram hesabım_ sadecesu4
Tiktok hesabım_ kitapsever
kitap.269

 

💙Seviliyorsunuz.💙

 

Diğer bölüme kadar sağlıcakla kalın🪽

 

Bölüm : 27.09.2025 19:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...