28. Bölüm

21. İNTİKAMIN TONU

sadeceSU4
sadecesu4

...

 

Ben geldiğğğmm🥳🥳

 

Hoş geldim dimi?🙊

 

Nasılsınız canlarım iyi misiniz? Umarım iyisinizdir.🌹🤗

 

Bu sefer çok uzun sürmedi bölüm aralığı günahımı almayın rica ediyornumm

 

Neyse çok uzatmayacağım.

 

İki bölüme yakın bir uzunlukta bölümüz. Satır aralarına mutlaka yorum bekliyorum haberiniz olsun.

 

Keyifffli okumalarr Efenimmm.

 

...

 

Kapıdan çıkmadan önce aynanın karşısında kaldım; öylece, nefesimi sayar gibi, elbisenin ağırlığını, yüzüme vurulan ışığın keskinliğini hissettim. İçimde hâlâ olanların taze izi vardı. O kadar çok şey öğrenmiştim ki bir anda hangi birisinin peşine düşeceğime şaşırmış durumdayım.

 

Babamın o defterde ne işi vardı? Babam neredeydi? Madem babamın adı var annemin ki niye yoktu? Babam ve annem dünya da değil miydi?

 

Bir sürü soru yine hücum etmiş şekilde üstüme koşmaya başladıklarında nefes alamadığımı hissettim.

 

Öylesine garip bir yerdi ki bir anda yaşanıp bir anda son buluyordu her şey. Bir saat önce alevlerin içindeyken şimdi aynanın karşısındaydım.

 

Çok garipti.

 

Bir anda yanan ateş bir anda sönmüş, alev alan her şey su dökülmüş gibi dinmiş, çığlık çığlığa bağıran herkesin sesi kesilmişti.

 

Tüm geceyi ateşe veren Arsal gözlerimin içine baka baka şunları söylemişti.

 

"Kanadı kırık kuşumun ruhu için toplanan herkesin soluğunu ateşe vermek benim için zor değil." Diyen hükmedici sesi zihnimden bir türlü çıkmıyordu. "Ama onun tek bir sendeleyişi bana depremler olarak gelir." Akzer'de olan öldürücü gözleri belirdi önümde. "Her türlü kalleşliğini, kahpeliğini görmezden geldim ama ona dokunmamalıydın." Arsal orayı ateşe vermişti çünkü Akzer ruhumu o açık arttırmaya sunmuştu. Her şey öylesine birbirine girmişti ki verebildiğim tek tepki öylece olanları izlemek olmuştu.

 

Akzer ölümden son anda kurtulmuştu. Neden yaptım bilmiyorum ama Arsal'ın onu öldürmesine göz yumamadım. Belki de Yelzar için yapmıştım bilmiyorum ama o itin bu gün ölmesini istemiyordum. Bana anlaşmayla geldiğinde nasıl bir numara çevirmişti bilmiyorum ama Arsal olmasaydı şu an iyi şeyler olmayacağını biliyordum. Herkes acı içinde yanmış ve zihinlerinden tüm yaşadıkları alınmıştı. Sadece acıları vardı. Yelzar öfkeyle "Korkak mısın lan sen insanların zihninden siliyorsun hepsini cayır cayır yaktığını!" Akzer'e olanların öfkesine söylediklerine karşılık alayla bakmıştı Arsal ona.

 

"Eğer işin ucunda onun canı olmasaydı hepinizi karşıma almaktan bir an olsun geri durmazdım Alakar! Burada ki tüm orospu çocukları Eva'mın ruhuna sahip olmayı bırak onun adını dahi içlerinden geçiremez. Hepsi ona sahip olma düşüncesini unutacak yoksa dökülecek kandan ben değil siz korkarsınız." Bir adım daha atıp buz gibi bir ifade ile konuşmuştu. "Kardeşin de içinde hepsini burada diri diri yakma mı ister misin Yelzar?" Dediğinde ise sesini çıkartamamıştı.

 

Şok üstüne şok yaşadığımdan olsa gerek üstümde bir sersemlik vardı.

 

"Haykırışını duymuyorsan bu aşkın ateşi bir tek beni küle çevirir Eva'm." Sol göğsüme vuran ritim anında hızlandığında derin bir nefes verdim.

 

İtiraf etmişti...

 

Ateşlinin prensi bana aşık olduğunu itiraf etmişti. Sol göğsümün altındaki öyle hızlı çarpıyordu ki nefesim kesildi.

 

Arsal Karahan bana aşıktı!

 

Düşüncesi bile içimi kıpır kıpır ediyor, kalbimi kuş gibi çırpındırıyordu.

 

Gözlerime baka baka bana aşık olduğunu söylemişti. İçimde saçma sapan bir sevinç yeşerip gelirken karnım bir ağır ile kasılıp duruyordu bunu her düşündüğümde. Aklımdan çıkmak bilmiyordu ki!

 

Kalbinin ritmi bile hala zihnimde atarken aklıma gelenlerle somurttum. Anneannem bana müjdeli bir haber göndermişti

 

Bir mühürlüm vardı artık.

 

Ne mutlu bana!

 

Acaba yakında beşik kertmem ya da berdelim falan da çıkar gelir mi diye düşünmüyor değildim.

 

Benes hanım kusura bakmayın da ben burada duruyorum size giren çıkan ne de beni elin adamlarına mühürlüyorsunuz?

 

Zaten gidip ateşlinin prensine mal gibi aşık olmuşuz bir de siz başımıza dert açıp duruyorsunuz!

 

O kadar hadise yaşanmıştı ama orada ki herkes unutmuştu. Zaman tüm canlılarla oynuyordu ve bunu tek bir tanrının kulu dahi anlamazken ben bunun yükü altında eziliyordum.

 

Defterin kanlı harfleriyle şeytanın fısıltısı çakışıyordu hala: “Varis...” Ses, göğsümün içinden geliyordu; ne kadar uzaklaşsam da peşimdeydi.

 

Bir adım daha atıp aynaya daha da yaklaştım. Makyajım her anlamda gözlerimi ortaya çıkartıyordu, kırmızı tonlarının kan gözlerime bu kadar yakışacağını düşünmüyordum. Maskaranın uzun kirpiklerimi biraz daha yukarıya kaldırması ve kırmızı ruj ile taçlandırılmış makyajım öyle güzeldi ki sanki bu gözler az önce binlerce insanın diri diri yandığını görmemiş gibi... tenim alevlerin dumanından nasibini almamış gibi ve dudaklarım sanki öfke ile her seferinde aralanmamış gibi her şey normaldi..

 

Elbise… gözlerimde onun rengi dönüyordu. Üst kısmı siyah, kadife gibi sıkıydı; korsetin gizli iskeleti belimin tüm kıvrımlarında sarılıydı. Eteğe doğru renk yavaşça kızılıma dönüyordu; siyahtan kırmızıya inen bir alev gibi... Pilenin her kıvrımı, her katı dokunduğumda yumuşak bir doku hissettiriyordu. İçindeki tül katmanları şeffaf ve inceydi; uçları hafifçe kan renginde boyanmıştı, adım attığımda etrafımda bir duman süzülüyormuş hissi veriyordu. Kollardaki ince organza tüller bile parmaklarımın arasından sarkıyordu, üzerlerinde küçük boncuklar, minik kırmızı taşlar vardı. Işık vurdukça kıpır kıpır, sanki canlıymış gibi görünüyordu.

 

Bedenime yapışan kumaş beni biçimlendiriyordu, bir yapboz parçasının yerine oturması gibi. Boynumda asılı kolye ağırdı; siyah filigran içinde kırmızı taş, çukuruma vurdukça soğuk bir ağırlık hissi veriyordu. Parmaklarımda yüzüklerin soğukluğu vardı; tırnaklarım uzun, koyu kırmızı oje ile sivriltilmişti.

 

Saçlarımı topuz yapmak isteseler de müsaade etmemiştim. Sadece önden bir kaç tutamı arkadan siyah taşları olan bir toka ile tutturmuşlardı.

 

Aynaya bakarken tıpkı bir yabancıya bakar gibi hissediyordum...

 

"Vay vay vay insan kızına bak sen." Diyen şemsinin sesi ile daldığım noktadan gözlerimi ona çevirdim. Beğeniyle süzüyordu beni. Çapkın yerdegezen!

 

"Sürüngenler aşkına resmen taş gibi olmuşsun." Mest olmuş gibi çıkan sesi beni güldürmüştü ta ki gözleri gözlerime dikkatle bakana kadar. "Eva!" Dedi korkuyla. "Senin gözlerine ne oldu?" Sesinde ki endişeye tebessüm ettim. Yorgundu tebessümüm bile.

 

Sadece bir kaç saatliğine şuradan gidip başıma bir tek gökten kaya düşmediği kaldığını söylesem ne derdi acaba? "Sen iyi misin? Ne oldu anlat bana."

 

"Akzer, ruhumu satışa çıkartıp beni açık arttırmaya çıkardı. Ben de o açık arttırmanın olduğu mekana gittim, ama gidiş amacım tamamen farklıydı. Mekana gittiğimde Arsal ve diğerleri de oradaydı. Kanlı defterde babamın adını gördüm; sonra Arsal her yeri ateşe verdi. Akzer’i neredeyse öldürecekti, Yelzar sinir krizi geçirdi. Akın ve Mavi'ye ne olduğunu şoktan göremedim. Arsal bana aşık olduğunu söyledi. Bundan önce, küre ile oyun oynarken, küre bana annemin tüm varlığımı dünyadan sildiğini söylemişti. Annem, dünyadaki tüm varlığımı silip beni Kırcalılara itelemiş; Kırcalıların kraliçesi, yani Benes, nenem oluyor. Kendisi, beni tanımadığım bir herife mühürlemiş ve şu an buradayım." Bir solukta sakince söylediğim her cümlede şemsinin ağzı daha da dehşetle aralandı. Cümlelerim bittiğin de onun ağzı hala on beş karış açık bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu.

 

"İşte böyle oldu." Dedim elimi çeneme götürerek sanki çok normal bir şey söylemişim gibi. Şemsinin ağzı hala açıktı.

 

"Şemsi bir şey söylesene?" Dehşet ifadesinde değişen hiçbir şey olmadı. Hayvanı transa sokmuştum durduğum yerde.

 

"Şemsoş?" Elimi havaya kaldırıp salladığım da yine tepki vermedi. Ben de masanın üstünde duran tarağı alıp kafasına attım.

 

"Ağğğhhhkk!" Kafasına yediği darbeyle acı içinde tısladı ve kendine geldi, ya da ben öyle umuyorum. "Elinin ayarı olmayan, insan kızı! Ne diye kafamı deliyorsun?" Diye bana kızdı.

 

"Oğlum bir girdin şoka error verdin sandım ne yapayım."

 

"Ne elinin ayarı var ne dilinin." Tıs tıs Söylenerek yaklaştı bana doğru. "Oğlum bunların hepsi bir anda sürahiden boşalır gibi söylenir mi?"

 

"Bardaktan olmasın o?" Bir kaç saniye düşünüp bana hak vermiş gibi pullu başını salladı sonra durup bana kafayı yemişim gibi baktı. "Ulan başına bir gökten taş yağmadığı kalmış bana atasözü kültürü yapıyor."

 

"Atasözü değil yalnız o, deyim." Dediğim de kuyruğuyla bacağıma vurdu. Homurdanarak bacağımı tuttum, kırbaç gibi kuyruğu vardı itin.

 

Bana söylenmek için ağzını açmıştı ki aklına ne geldiyse gözleri fal taşı gibi aralandı. "NE DEMEK ARSAL KARAHAN SANA AŞIK OLDUĞUNU SÖYLEDİ!" Şeklinde bir şok yaşadı.

 

"OHAAAA! OLAYYYYY." Diye cırlayışına kulaklarımı kapatmak istedim. "Lan ne yaptın Ne ettin adamı kendine aşık ettin demek. Aferin kız sana." Seni gidi seni der gibi olmayan kaşlarını kaldırdı. "Bunu o mu söyledi gerçekten?"

 

"O kadar şey anlattım buna mı takıldın bir tek?"

 

"Kızım saydığın her şeyin olur yanı var da Arsal Karahan'ın aşık olması... asıl bomba buu!" Derin bir nefes verdim, şemsi bir süre yüzümü inceledi ve tam nokta atışı Dediğim bir çıkarımda bulundu. "Sende ona aşıksın?" Bunu soru olarak değil de emin olduğu bir şeyi söyler gibi söylemişti.

 

Elimi saçlarımın arasına geçirdim sıkıntıyla. Evet, şemsi öyle bir bok yemiş bulunuyordum ama sesli söylemesem olmaz mıydı acaba?

 

"Allah kahretsin!" Dedim öne doğru eğilip. "Şemsi ben ne bok yiyeceğim! Bu kadar derdin içinde bir de bununla nasıl baş edeceğim söyler misin? Ne yapacağım ben?" Sesimde ki çaresizliği gören şemsinin bakışları yumuşadı.

 

"Eva.." Dedi bir şeyleri söylemekten çekinir gibi. "Ben zaten uzun süredir senin Arsal'a aşık olduğunun farkındaydım. Sen geldiğinden beridir bununla baş etmeye çalışıyorsun. Baş etme bırak, aksın. Varacağı yere varsın."

 

"Yapamam şemsi, yapmamalıyım. Hiçbir şeyin aktığı yok. Her şeye ben yön veriyorken nasıl akışına bırakırım? Evet, ona aşık oldum." Dedim, kabullenen çaresizlik içinde çıkan sesimle. "Ona çekilmekten kendimi alıkoyamıyorum! Ondan uzak duramıyorum, o bana her yaklaştığında kendimi ondan uzağa itmek için her şeyi yapıyorum ama eninde sonunda onun yanında buluyorum kendimi." Derin nefeslerim ciğerlerimi es geçip kalbime doldu sandım. "Ben, benden nefret edecek olan adama aşık oldum şemsi! Belki şu an değil ama yakında benden nefret edecek. O zaman nasıl dayanacağım bana olan bakışlarına, Söylesene? Kimse bilmez belki ama ben için için yanarak tükeneceğim."

 

"Sen bildiğin efendimize vurulmuşsun." Demesiyle sinirden gülüp kafasına bir tane çaktım.

 

"Şu an zibil kadar derdim var, ailem beni dünyadan siktir etmiş benim takıldığım noktalara bak amına koyayım!" Bir de kendi kafama çaktım. Aferimdi bana gerçekten.

 

Eva'yı yediği boktan dolayı toplu bir alkışla ayakta alkışlıyoruz. Yüzyılın bokunu bir kerede yemek kolay iş olmadı sonuçta.

 

"Madem ikiniz de birbirinize aşıksınız derdiniz ne?"

 

"Şemsi..." dedim manidar gözlerle. "Olanları bilmiyor gibi konuşma, olmayacak duaya amin demeyi bile aşıyor bu." Bir süre düşündükten sonra bana hak verir gibi kafasını salladı. "Ne yapacaksın peki? Az önce destan gibi anlattıklarının hepsi başına geldiyse daha nasıl bir yöntemle sıyrılmayı düşünüyorsun?"

 

"Hepsinden sıyrılırım da bundan sıyrılamam gibi..." diye homurdandım. Evet yapardım, yıkılsam da kalkardım bir şekilde. Kaybolsam da bulurdum yolumu ama bu sefer kaybolduğum da kaybettiğim de çok farklıydı.

 

"Ondan uzak durmaya çalışacağım şemsi, başka çarem yok. Zaten kıyamet yakın o çalkantıda unutup giderim diye düşünüyorum."

 

İç ses kınayan bir bakış attı "Bok unutursun." Onunla aynı anda şemsi de

"Bok unutursun." Dediğin de hangisine ters ters bakacağımı şaştım.

 

Kendini topluyorsun aptal kız. Mantığının kapısını çalman gerekiyor, sonsuza kadar açık olan mantığımın kapısı bu aralar sürekli bana kapalıydı ama gerekirse önünde yatar, protesto eder bir şekilde açtırırdım.

 

Ağğğ prosesto ediyorum

 

"Bu gece mutlaka o kitabı istiyorum şemsi." Konuşmanın seyrini değiştiremezsem kalbim aptalca düşüncelerden sıyrılamazdı.

 

"Eva..." Dedi, sesi endişeliydi. "Bunu yapacak mısın gerçekten? Bak bu çok tehlikeli. Tamam Arsal senden etkileniyor, aşık olmuş, sana dokunulmazlık koydu falan ama-"

 

"Ne aması?" Diye böldüm kaya gibi bir sesle. "İki gün şemsi, sadece iki gün sonra Toprak'ı idam edecekler ve Arsal'ın bunu dört gözle beklediğine kalıbımı basarım."

 

"Seni öldürebilir farkında mısın!" Dedi şemsi dehşet içinde. Aşktan meşkten konunun bodoslama geldiği nokta hayret edilesiydi.

 

"Ben ona mühlet vermiştim şemsi. Belki sesli dile getirmedim ama ona mühlet verdiğimin farkındaydı ve o süre doldu."

 

"Sadece o kitabın gelmesi yetmez Eva, sen büyü yapamazsın ve ben bir yılanım." Dudağımda hafif bir kıvrım peydah oldu.

 

"Ne gerekti bize Şemsi hatırlıyor musun söylediklerini?" Başını salladı. "Kitap, Yalan, İrade, ve ten dokusu." Dediğimde bunları bana zaten o söylemişti.

 

"Hepsini yaparsın da İrade peki Eva? Karşında ki adam Arsal Karahan, ondan iradesini nasıl çekip alacaksın?" Bakışlarım keskin tırnaklarıma dokunduğunda yüzümde ki şeytani kıvrım yerini koruyordu.

 

"Sen bana kitabı getir sürüngen. Hepsini halledeceğim ben." Dedim kendimden emin bir tonda. Şemsi fazla sorgulamadı beni, sadece endişelendiği için bir kaç şey söyledikten sonra gözden kayboldu.

 

Asla aşağıya inip o topluluğa karışmak istemiyordum. Ayağa kalkıp aralık pencerenin önünde biraz nefeslendim, bakışlarım karanlığa takılı kaldı. Kendimi bir kaç dakikalık sessizliğin kollarına bırakmışken kapı çaldı. "Gelin." Dedim yine o yardımcı kadınlar gelecek diye verdiğim bıkmış nefesle. Kapı yavaşça aralandığında ses gelmedi. İçeriye doğru atılan adımları duyuyordum, kimin geldiğini ise görmeme gerek yoktu. İçime dolan kokusu kim olduğunu tanıyacak kadar zihnime yerleşmişti...

 

Okyanus gözlerinin ağırlığını sırtımda hissedebiliyordum.

 

Yutkundum, son olanlar zihnimin bir köşesinde yerini korurken olmamış gibi davranmak çok zordu. İtirafı, bakışları, korkusu... Başka bir adama aşık olabilme ihtimalimin ona verdiği korkuyu bu denli net görmek beni afallatıyordu.

 

"Hazır mısın?" Dediğinde bile yüzümü ona dönmedim. Sadece karşımda ki karanlığa bakıyordum. Hiç bir ses işitmeden bir anda kulağımın dibinde yanıp sönen alevle sıcak nefesini ensem de hissettim.

 

"Bana cevap vermeyecek misin, lâl gülü?" Bana her lâl gülü dediğin de içim de anlayamadığım bazı duygular kopup geliyordu. Sanki tanıdığım bir histi ama o kadar yabancı geliyordu ki bir türlü anlayamıyordum ne olduğunu.

 

Ona döndüğümde bir adım geri çekildi. Okyanus gözlerinden geçen bir karartı ile beni baştan aşağı süzdü, beğeni dolu bakışlarını görmemek imkansızdı. "Muazzam." Dedi yoğun bir sesle. Kalbime rest çektim, duymayacaktım onu, inat değil mi. Yanıma yaklaştı, "Öylesine eşsiz bir varlıksın ki güzel kelimesi yanında yok olup gidiyor, hiçliğe karışıyor..." Cevap vermedim. Sadece gözlerine baktım, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak onun için bu kadar kolay mıydı? Ben bu gün bir kere daha Arsal Karahan'ın vicdanı ile tanışmıştım. Onun karanlık bir tarafı vardı, aydınlığı nadirdi fakat karanlığı zifiriydi. Gizlemiyordu bunu, aksine karanlığa oynuyordu. Her adımı kumar gibiydi. Zemine sağlam basışı kazanç, çukura düşüşü sarsılıştı lakin hiçbir zaman zararına bir adımı yoktu. Öylesine emin ilerliyordu ki karanlığında ona hükmeden sadece kendisi, zifirisinde kaybolan siz oluyordunuz. Görebildiğim bu kadardı onda. Biliyordum göremediklerim de vardı, derin bir adamdı Ateşlinin varisi. Hal böyleyken daha bu gördüklerim hiçbir şeydi.

 

"Sadece bu gördüklerinle benden nefret ediyorsun güzel Eva. Ya görmediklerin?" Dedi aklımı okurcasına, ya da okumuştu. Bilmiyordum, bu adam hakkında hiçbir şeye emin olamıyordum.

 

Onu çok iyi tanıyordum ama aynı zamanda zerre tanımıyordum.

 

"Benim en azından gördüğüm bir kısım var Karahan." Dedim gözlerine bakarken. "Ama sen daha hiçbir şey görmedin." Bununla birlikte ona tanıdığım son hakkı tanımış ve uyarılarımın sonuna gelmiştim. Bundan sonrası için olan hiçbir şeyde vicdan azabı çekmeyecektim.

 

"Görmek için sabırsızlanıyorum, Efnan."

 

Yanıma gelip kolunu uzattı girmem için. Ona ters ters bakarak da olsa koluna girdim Arsal’la kol kola odadan çıktığımızda, ağır taş duvarların soğukluğu bile üzerimde gezinip duran huzursuzluğu bastıramıyordu. Normalde rahat olan ben Viran'a geldiğimden beri hep içim de bir sıkıntı taşıyarak adımlıyordum, bunu bazen atmosfere yorsamda bu gün içimde ki o sıkıntı başkaydı. Bir şey olacaktı, her ne olacaktı bilmiyorum ama bir şey olacaktı. Altıncı hissim bana hiç hoş şeyler yaşanmayacağını fısıldıyordu ve ben hiçbir zaman altıncı hissimden yana yanılmamıştım. Kanmazan’ın koridorları boyunca yürürken, adımlarımız taş zeminde yankılandı. Tavanda kristal avizeler değil, siyah obsidyenden işlenmiş dikenimsi sarkıtlar vardı. Her birinin ucunda parlayan kırmızı taşlar, sanki kan damlaları gibi süzülüyordu. Sanki her köşesi farklıydı bu sarayın ya da her gecenin sabahına değişiyordu.

 

Aşağıya, Can Arenası’na inen geniş merdivenlere vardığımızda, gözüm kalabalığın içine kaydı. Viran’ın soyluları çoktan toplanmış olmalıydı. Her birinin teni sanki mezardan kalkmış bir ölü kadar beyazdı. Ve şüphesiz yüzlerinden eksik olmayan bir kibir hattı vardı suratlarında.

 

İnsanlardan nefret ediyordum.

 

Ölüp de ölmemişlerden daha çok nefret ediyordum.

 

Madem ölmüşler niye ölmemişler hala

aklım almıyordu. Yelzar bazen çok salak gelirdi gözüme acaba ölmeyi bile becerememesinden mi kaynaklıydı?

 

“Arsal Karahan.” Bir grup vampir yanımıza doğru geldiğin de hafifçe eğilerek selam verdi. Onların gözleri kısa bir süre bana da kaydı, sanki ne aradığımı sorgular gibi. Ben ise karşılık vermek için zahmete bile girmedim, gözlerimi üzerlerinden kaydırıp geçtim. Onlar Arsal ile konuşuyordu ama asla umurumda değildi. Öylece etrafa bakıyordum, Mirzar nişanlısı ile gelen misafirleri ağırlıyor, Yelzar yardımcılara işler yağdırıyor, Akzer ise bir masada karşısında ki adamı dinliyordu ama eli sık sık göğsüne gidiyordu. Nefesi sıkışıyor yanıyormuş gibi terliyor, yüz hatlarını sabit tutmak için kendini sıktığı buradan bile fark ediliyordu. Çektiği acıyı saklamaya çalışıyordu ama pek başarılı olamamış olacak ki masadaki mendili alıp alnında biriken teri sildikten sonra masadan ayrıldı. Kardeşi Ravzar yanına endişe ile geldiğinde sorun olmadığını söylediğini dudaklarını okuyarak anlamıştım.

 

"Kimse yandığını dahi hatırlamayacak ama acısı kırk gün geçmeyecek, neyin acısı ile kıvrandıklarını dahi bilmeyecekler..."

 

Arsal söylediklerinde yalan değildi. Gerçekten orada yanalar acı çekiyordu ve bunun neden olduğunu bilmiyorlardı. Sadece biz hatırlıyorduk ne olduğunu.

 

“Demek ki söylentiler doğruymuş." Diyen adamın sesi ilgimi çektiğinde onlara döndüm, Arsal'ın eli iyice belime sarıp beni kendisine daha da bastırıyordu. "Karahan, Kanmazan’a bu gece yalnız gelmeyecek dediklerinde çoğu kişi abartıyor sandım.

 

"Ama sen…” Gözleri bende sabitlendi. “Sen varsın.” Bakışları benim üzerimde çok oyalanmadan hemen Arsal'a döndü. Sanki bana uzun süre bakmaması gerektiğini biliyormuş gibi beni dikkatle incelememişti. Cevap vermedim, sadece baktım. Kimse ile konuşup muhatap olmak istemiyordum.

 

Başıma iş açmadan şu geceden kurtulmak istiyordum.

 

“Açtın zaten.” İç sesime bıkkınlıkla baktım.

 

“yayını terk ediyorum yeter artık!”

 

“sence döner mi?”

 

“Paşalar gibi döner.”

 

“ooo paşa mı dedin? Bu gün paşa döner mi yiyeceğiz, dayanamam, dayanamam.”

 

“Ne paşa döneri Eva?” Arsal’ın kulağıma doğru gelen sesiyle dilimi ısırdım. İç sesime yanlışlıkla dıştan karşılık vermiştim!

 

“Yok bir şey ya aklıma bir şey geldi de.” Diyerek yalandan gülmeye çalıştım. Kepazeliklerimize son hız kepazelik katmaya devam ediyoruz evelallah.

 

Eva Efnan’dan rezil gündemler için takipte kalın.

 

"Nasıl oldu peki bu?" Aralarından konuşan bir vampir kurtarıcım oldu. Sesin de gerçek bir şaşkınlık vardı. "Şeytanın kızının efsanesi buralara gelmişti ama böyle bir şey-" diye böldü diğer vampir onu. "Hayırlı olsun demek düşer bize ancak, Veyra." Gözlerim kısaca dolaştı üzerinde. Uzun boylu, ince yapılı, omuzlarına dökülen gümüşi beyaz saçları avizenin ışığı altında parlıyordu. Gözleri simsiyah ve donuktu. İnce, siyah kadife bir ceket giymiş, üzerine işlenmiş gümüş işlemeler ışıkta hafifçe titreşiyordu. Parmaklarında uzun siyah taşlı yüzükler var, her hareketinde soğuk bir asalet hissediliyordu, bakışlarım anlık olarak ilerde ki masada olan misafirlerle ilgilenen Ravzar'ı bulduğunda o kısa anda Ravzar'ın dikkatle o vampire baktığını gördüm ama çok kısa sürmüştü, benim gördüğümü görmeden hemen bakışlarını kaçırmış ve yanakları o kısacık anda al al olmuştu.

 

"Gözünden hiç bir bok kaçmasın aman." Diyen iç sese göz devirdim.

 

"Eyvallah, Alvaren." Diyerek onunla tokalaşan Arsal karşısında ki adama kötü şekilde bakmıyordu.

 

"Adamın bakışlarına kadar iyi tanıyorsun demek..." sabır çektim. İç sesimle olan tartışmam dışarıya yansımasın diye normal bir şekilde dururken Akzer bir anda bizim masada belirdi. Herkes çok normal karşılarken ben bu durumu hala normal karşılayamıyordum.

 

Herifler ateşler içinde ışınlanıyordu benim şaşırdıklarıma baktı.

 

Akzer, daha soğukkanlı ve ölçülü bir tavırla yavaşça öne çıktı sanki az önce çat diye belirmemiş gibi. “Hoş geldiniz Vieyna’nın soylu vampirleri.” dedi. Sesinde içtenlik değil, ağırlık vardı. Veyra’nın ifadesiz bakışları Akzer’i anlık süzdü. "İyi misiniz Kan Varisi?"

 

"Teşekkür ederim, neden sordunuz?" Diye karşılık verdi Akzer resmiyetle.

 

"Sesin sanki acı çekiyorsun da gizliyormuşsun gibi çıkıyor. " Dedi masada olan diğer vampirlerden birisi. Resmiyetinin arasına sıkıştırılmış bir iğneleyicilik hissediyordum. Koyu kestane saçları ensesine kadar iniyor, dağınık ve sert görünüyor. Çene hattı belirgin, dudakları her an küçümseyen bir gülümsemeye meyilliydi. Ten rengi diğer vampirlerden daha sıcak duruyordu lakin tavırları ile pek uyuşmuyordu.

 

Akzer hafifçe güldü, bu gülüşün aşağılar bir kıvrımdan ibaret olduğu apaçık ortadaydı ama sözleri onun aksiydi. "İyiyim Koler, endişen için teşekkür ederim ama acı çektirmek tarafımca daha fazla olduğu için dediğin pek mümkün değil." Birbirlerini davet edip düşman gibi laf sokmaları da bambaşka bir olaydı.

 

Derin bir of çekerek Arsal'ın kulağına doğru yaklaştım. Tam konuşacaktım ki baş parmağı bir saniye der gibi dudağıma bastırdığında olduğum yerde kaskatı kesildim. Sıcak teni dudağıma değdiğinde tenim karıncalanır gibi oldu ama onun bu niyetle değil de söyleyeceklerimi vampirlerin duymamasını sağlamak için susturduğunu biliyordum. Yutkundum. Amacım kesinlikle bu değildi. Dudaklarını bir kaç saniye kıpırdattıktan sonra bana döndü.

 

"Söyleyebilirsin."

 

"Çok sıkıldım," Dediğimde bakışları etrafı taradı.

 

"İstersen biraz Ravzar'ın yanına gidebilirsin, burada kalıp öğreneceklerinle başıma iş açmak istersin diye düşünmüştüm ama sen bilirsin." Dediğinde omuz silktim.

 

"Benim yanımda sana önemli bir meseleden bahsedeceklerini sanmıyorum, ayrıca başına iş açmak istesem şimdiye yapardım." Yapmıştım.

 

Bakışları hayran bir hal aldı yüzümde dolaşırken. "Sen zaten başıma yeterince iş açtın." Derken bakışları dudaklarıma takılı kaldığında unutmaya çalıştığım o an ayan beyan ortadaydı. Sakın ola bir aptallık edip kızarayım deme!

 

"Utandığında çok güzel oluyorsun." dediğin de yanaklarım yine yanmaya başladı. Her fırsatta bunu belirtmek zorunda mıydı?

 

"Şunu söylemeyi bırakmalısın." Diye homurdandım.

 

"Güzelsin neden söylemeyeyim?” Diyerek son derece geniş bir cevap verdi.

 

"Sen durup durup niye beni güzel bulduğunu söylüyorsun?"

 

"Ben seni hep güzel buluyorum, durup durup söylüyorum."

 

"İzninle ben şuralara bir seksen bayılmayı düşünüyorum, Eva. Allah’ım insan buna da düşmüyorsa kör kuyulara düşsün!" İç ses suss artık. Bakışlarımı hızla kaçırıp masaya döndüm ve "İzninizle." Diyerek nazikçe baş selamı verip oradan ayrıldım.

 

Aslında izin aldığım falan yoktu ama kararlıydım. Bu gece başıma iş almayacaktım ve sorunsuz bitecekti. Arsal'ın yanından kaçıyor da olabilirdim çünkü bu herif kalbime indirecekti! Dakikalar önce Uzak duracağım diye hırlayan bana kalbimin Arsal diye uluması şoku.

 

"Sakin oluyoruz Evolisaaa!" İç ses şu an beni teselli ettiğini sanıyorsa büyük yanılgıdaydı?

 

Yavaşça Ravzar'ın yanına geldiğimde o da misafirlerine son bir selam verip masalarından ayrılmak üzereydi. Beni gördüğünde ilk yaptığı şey beni süzmek oldu. Ben de tıpkı onun beni süzdüğü gibi onu süzdüm. Elbisesi uzun ve yere kadar uzanıyor, ama eteği tamamen düz değil; ön kısmı hafif yukarı kıvrılmış, arkası ise kuyruğa benzer şekilde uzayıp sürünüyordu. Kumaşı gece siyahı kadife, ışık vurdukça derin kırmızı yansımalar bırakıyor. Bel kısmında gümüş işlemeli ince bir kemer var, üzerine yarasa kanadı motifleri işlenmişti. Kolları dar başlayıp bileğe inerken şeffaf tül ile genişliyor; tülün üzerinde ince gümüş damar desenleri vardı Göğüs kısmı kalp yaka ama çok derin değildi. İki kadın da birbirimizi inceleyerek gelirken ikimizin de gözlerinde beğeni vardı. Ravzar'ı tam tanımıyordum ama gözlerinde herhangi bir kıskançlık ya da nefrete rastlamadım ta ki onları zindana kilitlediğim aklına gelene kadar. Kaşları hızla çatıldı.

 

"Çok güzel olmuşsunuz, Eva Hanım." Dedi imalı bir tonda. Güldüm.

 

"Sizin kadar olmasa da Ravzar Hanım." Dediğimde çatık kaşları hızla inerken siniri saman alevi gibi uçup gitti.

 

"Gerçekten mi?" Dedi adeta şakıyarak.

 

Güldüm. "Gerçekten."

 

Samimiyetle gülümserken çekingen bakışları saniyelik arkaya uğradı ve bakışları anlık olarak alıklaştı.

 

"Abilerin fark edecek." Telaşla bana döndü gözleri. Kime baktığını tahmin edebiliyordum.

 

"Neyi?" O kadar kötü anlamıyormuş gibi yapıyordu ki bir çocuk bile fark ederdi bunu.

 

"Bakışlarını." Dedim devamını getirmeyerek. Birisi duyarsa onun için sorun olabilirdi. Belli ki birileri bilmiyordu.

 

Gözleri yine arkama kaydı ve aynı alıklıkla sordu. "Ne varmış bakışlarımda?" Güldüm belli belirsiz. Ta ki bakışlarım ona kilitlenmiş olan Yelzar'ı bulana kadar. Ya ben çok dikkatliydim ya bu kız aptal bir aşıktı. Hızla kolunu dürttüm.

 

"Aptal kız abin bakıyor." Gözleri fal taşı gibi açıldı.

 

"Hangisi hangisi?" Dedi telaşla. Onun aksine ben sakindim.

 

"Bizi duyuyorlar mı?"

 

"Hayır, normal mesafede duyabiliriz. Çöpe attığın taşı bulduk yoksa kan çıkardı şimdiye." Arada laf sokuşunu umursamadan boş masalardan bir tanesini gösterdim elimle.

 

"Yelzar neredeyse yakalayacaktı Alvaren'e olan bakışlarını." Dediğimde yalancı bir şaşkınlıkla baktı. Bence çoktan yakalamıştı, o piçin gözünden bir uçan bir de kaçan sıyrılırdı.

 

"Ben mi?" Dedi aniden yüksek sesle, etrafta bize dönen bir kaç bakışı görünce hızla yanıma yaklaştı. "Saçmalama Eva. Ne işim olur."

 

"O yüzden mi iki saattir bizim masayı radarından çıkarmıyorsun?"

 

"Gözüm kaymıştır ya da misafirler rahat mı diye bakıyordum tüm masalara bakıyorum." Bakışlarını görmesem dahi rezil açıklamasından yalan söylediğini kolayca anlayabilirdim. Yelzar ters ters bakarken bize doğru adımlamaya başlayacaktı ki yanına gelen bir muhafız ona bir şeyler söyledi ve ikisi birlikte davet salonundan çıktı.

 

"Misafirleri gözleri ile gütmesi gerekenler çalışanlarınız diye düşünüyorum. Ayrıca özel hayatın beni ilgilendirmiyor, bana açıklama yapmak zorunda değilsin ama birisini seviyorsan ya açık açık söyleyeceksin ya da gizli gizli severken yakalanmamayı bileceksin küçük Kan varisi." Dediğim de iç sesim acımasız bir kahkaha saldı. "Kendi götündeki hezene bakmaz, milletin gözündeki saman çöpüne laf eder. Sen ilk önce yanında pancara dönüşmeden Arsal'a bakmasını öğren." Hasbinallah!

 

Ben içsel kargaşa içindeyken Ravzar'ın bakışları durgunlaştı. Derin bir of çekerken gözleri yine o adama kaydı ama hızla bana döndü. "Bir insan yıllardır etrafında dönen birisini göremeyecek kadar kör olur mu sence, Eva?" Diye sordu. Sesinde ki hüznü ve kaybolmuşluğu gizleyemedi.

 

"Bir insan yıllarca etrafında dönenleri göremiyor bazen Ravzar kalmış etrafında dönen kişiyi görsün." Dediğimde benim bakışlarım da o masaya kaydı ama gözlerimin gördüğü tek kişi zaten bana bakıyordu. Göğsümde oluşan kıpırtıyı görmezden gelmeye çalıştım ama çok zordu.

 

"Baksana." Dedi imrenir gibi bir sesle. "Yıllardır tanıdığım buzdan duvarlarla kaplı olan Arsal abi bile sana nasıl içi giderek bakıyor." Onunla aynı cümlede adımız geçtiğinde içimde oluşan ılıklık hissinin tarifi yoktu. Bana gerçekten öyle mi bakıyordu? "Tek bir kadına dahi yüz çevirmeyen adam hiç çekinmeden sana nasıl aşkla bakıyor." Gerçekten iyi bir oyuncu olduğundandır Ravzar yoksa o kalpsiz bana aşık falan olamazdı.

 

"Adam yırtındı ya sana aşığım diye salak!" İç sesim yırtık dondan çıkar gibi her halta muhalefet olmasa içsel inkarım daha da kolaylaşabilirdi!

 

Konuyu değiştirmek istedim. "Ne zamandır âşıksın sen bu herife?" Dediğimde Ravzar bir an gülecek gibi oldu.

 

"Çok kibarsın." Muhtemelen Alvaren'e herif dememi kaba bulmuş olmalıydı. Ravzar benim aksime narin, kibar ve saftı. Kötü anlamda bir saflık değil, tertemiz bir saflıktan bahsediyordum. Masum ve rengarenkti ve bu aşkı umarım onun canlı renklerini söndürmez, gülen yüzünü soldurmazdı.

 

"Üç yıldır." Dedi gülüşünün aksine bir hüzünle. "Üç yıldır ona karşı kalbimde hissettiğim bu hislerle tek başıma baş etmeye çalışıyorum ama çok zor. Vieyna'nın Viran'a gönderdiği büyük soylu bir elçi ve üç yıldır buradaydı ama dört ay önce Vieyna’ya dönmesi gerekti ve onu dört ayın ardından ilk defa görüyorum." Uzun süredir görmemenin verdiği hasret yüzünden bu kadar açık veriyordu demek.

 

"Ona hiç duygularını söyledin mi?" Yutkunup bakışlarını kaçırdı. Dudaklarını aralayacağı an görevlilerden birisi yanımıza gelip onlara özgü olan saygı şekli ile Ravzar'a doğru hafifçe eğilip baş selamı verdi. "Kan lordu sizi görmek istiyor." Bakışları bana döndü. "Geldi mi Kavran?" Diyen Arsal'ın sesi kulağımın dibinde yankı buldu. İrkilmedim ama kokusu içime dolduğunda ele hoşş diye yığılasım gelmişti. "Karaçar salonundalar Efendim. Sizi bekliyorlar." Adama başını salladı, elini belime dolayıp beni yürüttü.

 

"Şu dolunay geçene kadar üstümde denemedik büyü bırakmayacaksın değil mi." Diye homurdandım.

 

"Üzerinde büyü yaptığım yok güzelim, abartma." Yine güzelim demişti! "Üstünde denemek istediğim farklı şeyler varken neden öyle sikko işlerle uğraşayım ki?" Bu adam aşk itirafı yaptığından beri daha da arsızlaşmıştı! Her dakika bana yürüyor, hayran bakışlarını gizleme gereği duymuyordu.

 

Hayır, puştun ağız iyi de laf yapıyordu.

 

〰️🪽Arsal Karahan.〰️🪽

 

Bana alttan alta ters bakmaya çalışan kızıl gözlerin sahibine sanki hiç öfkeden ve kıskançlıktan kudurmuyormuşum düz bir ifadeyle baktım.

 

Ama asla alakası yoktu!

 

Sikerdim böyle işi.

 

Sancar'ın kolyesinden gelen haberden beridir içim içimi yiyip bitiriyordu.

 

Hangi orospu çocuğu benim kadınıma mühürlenmeyi cesaret edecek kadar yürek yemişti?

 

O yüreği bizzat götüne sokacaktım çünkü birisi kalkıp Eva'nın mühürlendiği adam dese dahi sinirlerim kalkıp inmiyordu.

 

Hiç bir herif onun kutsal adının yanında adını bulunduramazdı.

 

Kendime daha da sıkı yasladım aklımdan geçenlerin öfkesini yatıştırmak için. Başımı hafifçe eğerek saçlarına gömdüm burnumu. Bu kokuya gömün beni sesim çıkmaz. Yemin ederim ya kan gözlere ya kızıl tutamlara gömün beni olur da geberip gitme fırsatı bulursam.

 

"Siz sürekli kuyruk gibi arkanızda falcılarla mı geziyorsunuz?" Diye laf soktu. Onu bile çok güzel sokuyordu.

 

Yanmışsın oğlum sen Arsal. Kız laf çarpsa kalbin çarpıyor siksen kurtulamazsın bu hislerden.

 

"İnşallah sikmezler."

 

"Büyücülerimizden mi bahsediyorsun?" Ne dediğini çok iyi anlıyordum oysa ama daha fazla konuşması için sürekli aralık kapı bırakıyordum. Bıdır bıdır konuşup, peş peşe soluksuz laf sokmalarına bile hayrandım. Genelde giren çıkan hep bana oluyordu ama olsundu. Su gibi duru, nehir gibi akıp giden o narin sesi duymak için çok değildi bence.

 

"Hıhı." Dedi yürürken kafasını kaldırdı, benim yanımda kısa ve küçücük kalıyordu. Her seferinde onu sarıp göğsümde koruma iç güdüsüyle dolup taşıyordum. Gözlerinde sakladığı kırılmış küçük bir kız vardı, kimseye göstermeden onu büyütmeye çalışırdı. Kendisi o kadar çok hayal kırıklığı ve yara içindeydi ki yaralı haliyle bile ona siper oluyordu zarar görmemesi için.

 

Eva savunmasız değildi, hatta gördüğüm en güçlü kadındı.

 

Ben olmasam bile burada hayatta kalacağına şüphem yoktu.

 

Bir şekilde insanları manipüle edip dolandıracağını çok iyi biliyordum

 

İbne dayısından aldığı bir özellikti.

 

"Hayır her boku da bilip her şeye yorum yapıyorlar." Gözleri gözlerimdeyken minik bir heyecan dalgası geçti kızıllarından. "Her haltı biliyor madem Galatasaray UEFA'da şampiyon oluyor mu ona da baksın bari." Demesiyle neredeyse kahkaha atacaktım.

 

Dünyadakiler burayı bilmese de Dünyevi şeyler hakkında çok bilgim vardı. Üç yıl öncesine kadar Toprak'ı takip ettirip koruyordum. Dünyada çoğu şeyden haberim vardı da bir tek şu yanımda ki ateş parçasından haberim yoktu. Evet varlığını bilirdim ama böyle bir varlık olduğunu bizzat görmemiştim ve yediğim en büyük halttı sanırım bu.

 

Toprak iti yeğenine aşık olduğumu duysa derimi yüzer dalağımı sikerdi muhtemelen.

 

"Geleceğe dair merak ettiğin yegane şey bu mu gerçekten?" Dedim elim saçlarına giderken.

 

"Evet." Hiç şaşırmamıştım.

 

"Bence yakın gelecekten Galatasaray'dan daha çok ilgi çekecek bir şey öğrenebiliriz.” Normalde cinin yattığı yerleri bilirdi fakat bu sefer imalı sesimi anlamadı.

 

"Ne mesela?" Dedi saf saf. Bazen böylesine masum oluşu öylesine tatlı gelirdi ki gözüme saatlerce bu ifadesini bıkmadan izleyebilirdim.

 

"Meselaa..." Diyerek üzerine eğildiğim de iri gözleri biraz daha irileşti. Vücudunun hafifçe titremesi, göz bebeklerinin büyümesi, yanaklarının pembeleşmesi... Ona her yaklaştığımda teninin bana karşı tepki veriyor oluşu muazzam bir his bırakıyordu.

 

Heyecandan titremesi ama yumruğunu sıkarak durdurmaya çalışması, irileşen gözlerini kaçırarak saklaması, elini ayağını anlık nereye koyacağını bilemeyen halleri, gözlerime dalıp gitmesi, tenime dokunduğunda kasılan teni, bana inat olsun diye yaklaşıp aklımı başımdan almaları... nereden bakarsam bakayım hayran olunası bir detay beliriyordu.

 

"Mesela benden ne denli etkilendiğini bizzat yakın gelecekten izleyerek öğrenebiliriz. Gerçi geleceğe gerek yok sen benden en başından beri etkileniyorsun." Dedim kendimden emin bir sesle. Şimdi vereceği tepkiyi çok iyi biliyordum.

 

İlk önce gözleri şaşkınlıkla aralanacaktı sonra bu şaşkınlığı gizlemek için öfkeye döndürecekti ki bocaladığını anlamayayım. Devamında kaşları çatılacak ve dudakları aralanıp kapanacaktı çünkü o zehir gibi beyninde peş peşe laf sokmak için üretilen kelimeler heyecanından birbirine girecekti.

 

Saniye bile sürmeden gözlerinde ki şaşkınlığın nasıl öfkeye geçtiğini, iki kaşının ortasında oluşan o çukuru ve açılıp kapanan dudaklarını keyifle izledim.

 

Ezberimdeydi. Nefes alış verişinden kalp ritmine kadar ezberimdeydi.

 

Bu kadın her zerresiyle bana aitken hangi orospu çocuğu onu gelip benden alabilirdi!

 

Sivri dili ile beni zehirlemek için dudaklarını aralayacaktı ki aramızda yükselen sesle dişlerimi sıktım. "Arsal buraya gelir misin bi abi!" Diyen Yelzar'ın sesiyle öfkeyle ona döndüm.

 

"Abini siki-" dilimi ısırdım. Yanımda ki küçük şeytan da çok ahlaklı sayılmazdı, yine de küfrümü yuttum.

 

"İlerden sağa dön sen, birazdan geleceğim." Muhafızla Eva'yı gönderdikten sonra gelecek olanı bildiğimden sakince vampire döndüm. Yelzar önce etrafına baktı kimsenin olmadığına emin olmak için sonrada o olağan üstü vampir hızı ile yüzüme doğru yumruğunu indirdi, ilkinde sendelemesem de ikincisinde geriye doğru adımlamak zorunda kaldım. Sesimi çıkarmadım ama o öfkeden neredeyse renk değiştirecekti.

 

"Sera Karahan’dan binlerce kez özür dilerim ama senin gibi bir orospu evladını nasıl dünyaya getirdi!" Bir yumruk daha çaktı ama bu sefer karnıma geldiğin de iki büklüm olmamak için dişlerimi sıktım. Sesimi çıkarmadım çünkü hak etmiştim.

 

"Kardeşimi öldürecektin lan kanını siktiğimin puştu!" Diye hırladı. Sakince dudağımın kenarından akan kanı sildim. Gözleri anlık açtığı yaradan akan kanın kokusuyla damarlandı ama öfkesi her şeyi bastırdı.

 

"Konuşsana amına koyduğumun iti! Konuş!"

 

"Evet, öldürecekti-" bir yumruk daha savurduğun da bu sefer yüzümün diğer tarafına geldi. Orospu çocuğu küçüklükten beri sağlam yumruk atardı.

 

"Ne sikim yaparsan yap arkanda oldum, her bokuna ben de battım bunun karşılığını bana kardeşimin kanı ile mi verecektin Karahan?" Gözlerinin kenarından içine doğru kanlanan kılcal damarları öfkeden ne denli deliye döndüğünün işaretiydi. Şu an karşısında ben değil de başkası olsaydı eğer çoktan kafasını kopartıp eline dikmişti. Tanıyordum, yapardı.

 

Ama o da beni tanıyordu ve yıllardır kardeşinin yaptığı çoğu kahpeliğe kendisi yüzünden göz yumduğumu iyi bilirdi. Ki Akzer'in yediği boklar bunlarla da sınırlı değildi.

 

Kendisini kaç kez kardeşinin elinden aldığımı unutmuş muydu?

 

"Karşılık mı istiyorsun Yelzar?" İfadesiz bakışlarım ve hızlı adımlarımla bende ona ilerlediğim de o benden daha hızlıydı. Arkamda belirip kolunu boğazıma dolayıp sıktı. İstesem aklımdan geçen tek bir kelime ile onu olduğu yerde çırpına çırpına ölmesini sağlardım fakat yapmadım. Onu saniyeler içinde durdurabilirdim. Bunu da yapmadım.

 

Güçlerim tamamen beni terk ederse Yelzar'ın kafamı önüme düşürmesi saniyelerini almazdı çünkü onun vampir hızına hiç kimse yetişemezdi. Onu engelleyen tek şey kadim büyüler ve kitaplar olurdu.

 

"Geri bas Karahan çünkü şu an seni ve o sikik bedeninde ki her parçayı ayrı ayrı dağların eteklerine gömmem için hakkım var. " Bu yüzden karşılık vermiyordum zaten.

 

"Senin it gibi bekçiliğini yaptığın kardeşin asla uzanmaması gereken nadirime dokundu benim, Yel." Benim tek nadirim Eva'ydı. "Öldürsem sesini çıkartamazdın, Eva'ya dua et."

 

"Evet!" Diye hırlayıp itti sırtımdan. Yüzüne döndüm. "Öldürsen sesimi çıkartamazdım ama öldürmedin." Çünkü o açık artırmada bulunduğu viranda duyulduğu an babası bizzat onu öldürmek durumunda kalacaktı.

 

"O zaman derdin ne?" Sakince konuşuyor oluşum onu adeta çıldırttı. Eva’dan öğrenmedim desem yalan olurdu çünkü karşısında ki götünü yırtarken o aheste aheste göz süzüyor ve en sonunda lafı gediğine sokuyordu.

 

Genelde yırtınan ben oluyordum.

 

"Bana yalan söyledin! Sen de, cibilliyetini geçmişine kadar sikeceğim o Sancar da. Ben bizzat kardeşimi öldürtmeye gidiyormuşum amına koyduğumun yerine!" Hala sakince ona bakıyordum ama o delirmenin eşiğindeydi.

 

Dayanamayarak bir tane daha çaktı ama ne ara gelip geçirdi anlamadım bile. Orospu çocuğu bu ne hızdı!

 

"Sikeyim Arsal! Seni öldürmek için Akzer'in fikirlerine uymama sebep olma."

 

"Tutan mı var kanlı? Buyur kardeşinin yanında ol." Dört kardeşti onlar. Mirzar en büyükleri ve otoriter sahibi, babasının sözünden çıkmayan sert kabuklu bir adamdı. Yelzar, en mantıklı davranıp ama aynı zamanda asla kurallara uymayan, asi piçin tekiydi. Lakin bunu kimseye belli etmeyecek kadar da kurnazdı. Akzer belki de Kanmazan'ın en lanet edilesi vampir varisi olabilirdi. Olaysız günü olmayan, hükme baş kaldıran, hiçbir emri adam akıllı yerine getirmeyip işi gücü iblislikte olan illet bir vampirdi. Zekiydi lakin fevriydi. Planları mantıklı ve kurnazca planlardı. Hatta yer yer benim bile sinirlerimi bozabilecek kadar gözüme batardı ama tez aklı ona sürekli hata yaptırırdı. Ravzar'a gelirsek de en masumları diyebilirdim. Üç hayvanın arasında yaşam mücadelesi vererek bu yaşa gelebilmeyi başarması taktire şayandı.

 

Yelzar arkasını dönüp elini ensesine attı. Gözlerinde oluşan o oluk oluk kanlı damarları görmeme gerek yoktu. Bir vampirin sinirlenmesi safir taşını çıplak elle almaya benzerdi. Safir taşı ilk önce tene ılık bir his bırakır ve devamında tüm deriyi aynı saniyelerde çürütür; bir vampir ise saniyeler içinde kabarır ama asla taşmazdı. Öfkesi o kabaran noktada artar artar ama azalmak adına bir gram taşmazdı.

 

Elleri titreyen adama bakarken bir kaç saniye bekledim. Dediğim gibi en mantıklısı ama en asisiydi. Öfkesini nerede nasıl kullanması gerektiğini bilirdi o benim aksime. Ben ise kan görene kadar, soluk yitene kadar, ten çekilene kadar sakinleşemezdim.

 

Beş dakika içinde kendisini dindirirdi Yelzar, bu yüzden o süreyi ona tanıdım.

 

"Senin öfken ancak zincirlere bağlayıp kanına katran karıştırmadıkça dinmiyor Karahan..."

 

Derin nefesleri düzene bindiğin de bana döndü. Gözlerinde ki damarlar ve keskin dişi yoktu. Gözlerin de hala kızgınlığın izleri vardı.

 

“Kanmazan’ın kapısı sana ardına kadar açık Karahan, emrin de buyruğunda başım üstüne. Fakat bir kere daha hanemden birisine ölüm getirmek için o eşikten içeriye girer, emir verirsen seninle farklı şekilde konuşurum. Aramızda ki dostluğun hiçbir değeri kalmaz.” Söndürdüğü öfkenin külünü önüme savurduğunda her sözünün arkasında duracağının farkındaydım.

 

“Çizgilerime basıp, dokunulmazlığıma uzanırsa bu sefer hatır gönül belası dahi önümüzde boyun eğemez Yelzar, kardeşine çekidüzen ver.”

 

"Çizgilerin de dokunulmazlığın da Eva değil mi? Ondan etkileniyorsun ve bu yüzden Akzer'i öldürecektin." İfadesiz bakışlarım onu çıldırtsa da cevabını bildiği sorulara yanıt alamayacağını da biliyordu.

 

"Ölümsün lan Sen!" Diye haykırdı bir gerçeği yüzüme vurarak. "Arsal Karahan'ın olmayan vicdanı! Ölüm diyorlar sana ölümm. Önünde ardında başka hiçbir ek edat yok, sadece saf ölüm diyorlar sana. Sen o kıza başka ne getirebilirsin ki ona aşık olabilme hakkını kendinde görüyorsun."

 

"Hakkın da haddin de kardeşine kadardı Alakar. Devamı seni ilgilendirmez." Güldü. Hem de ağzının ortasına geçirme güdümü dürtecek şekilde.

 

"Hakkını da haddini de sikip attı ama Benes, değil mi?" Alaysı sesi bundan memnundu. "O kızı sana bırakacaklarını mı düşündün? Hayır Efendim, yanlış düşünmüşsünüz. Karşında ki kadın artık ilk geldiği gün sürgün yiyen kız değil Arsal, o artık Kırcalı’ların varisi, Payidar’ın torunu." Yüzüne baktım bir süre. Konuşmadım, eğer konuşursam tekrardan yumruklar havaya kalkacaktı ama bu sefer tek taraflı olmazdı. Bu yüzden yüzüne bakmadan adımlamaya başladım.

 

"İçin sikiliyor piç kurusu, görmüyor muyum sanıyorsun!" Diye bağırdı arkamdan.

 

...

 

🌙

●●EVA EFNAN●●

🌙

 

Odanın dört bir tarafından sızan ince dumanlar duvarların üstüne yosun misali yapışmış rengini dahi göstermiyordu. Arsal, Yelzar, Akın, Mavi ve adını bilmediğim değişik bir adam daha vardı. Sürekli bu guruba dahil olmak canımı sıksa da Elyesa iyileşene kadar sabretmeliydim.

 

Üzerinde yere kadar uzanan, koyu lacivertten siyaha çalan kaftanı olan adama değişik değişik bakmamak için yoğun bir çaba içerisindeydim. Kumaşı kalın ama parlaktı; her kıpırdayışında hafifçe sallanıp yerde sürünüyordu. Omuzlarını geniş gösteren düz kesimi, ona daha da heybetli bir duruş katıyordu ama aynı zaman da cılız ve kambur bir duruşu vardı. Belinde sade, deri bir kemer; kemerin ucunda altın olduğunu düşündüğüm kabzalı bir asa sallanıyordu.

 

Bakışlarım anlık Arsal ve Yelzar üzerinde oyalandı. Arsal'ın dudağının kenarında olan patlaklık ve çenesinin hafif üst tarafında bir kızarıklık vardı. Yelzar’ın görünürde hiçbir şey yoktu. Ne bir yara ne de bir kızarıklık ama burnunun ve ağzının kenarında tam silinmemiş ve kurumuş duran kan lekelerinden anladığım kadarıyla kavga etmişlerdi.

 

Nedenini bilmiyordum fakat birbirlerine kötü kötü baktıklarına göre baya kafa göz dalınmıştı.

 

Aşk olsun yani madem kavga edeceksiniz beni neden yolluyorsunuz? Yabancı mıydım şurada, ben de izlesem ne olurdu?

 

Düşüncelerimin aksine ifadesiz ve mimiksiz gözlerle gözlerinden garip garip şekiller geçen adama pardon amcaya baktım. Şu ortamları oldu bitti ciddiye alıp da normal bakabilmiş değildim. Avcumu açmış sadece dikiliyordum. Elinden gelen ufak cızırtıdan büyüyen duman kısa bir anlığına etrafımı sarmaladı ve dağıldı. Gözlerim tanımadığım adam ve Arsal'ın üstünde gelip gitti. Bu uhrevi oyunlardan çok sıkılmaya başlamıştım.

 

"Kalbinde bir mühür var..." Dedi, "büyük bir güç, büyük bir büyü." İfadesiz gözlerle baktım. Yaşlı adam elimin üzerinde dumanın oluşturduğu küçük hortuma bakarken kaşları çatıldı, "Kahretsin." Gözleri hızla bana döndü. "Akbağ ile Mühürlenmişsin."

 

"Akbağ ne demek oluyor?" Dedi Mavi şaşkınca. Arsal konuşmuyor donuk gözlerle karşısında ki duvara bakıyordu. Ya da boşluğa, bilmiyordum ama bu mühür işi hiç hoşuna gitmemişti.

 

"Akbağ en güçlü mühürlerin başında gelir, bu mühür ölüme bağlıdır ve bir kere birbirlerini gördüklerinde ayrılırlarsa sonucu ölümle bitebilir." Dediğin de Arsal'ın ifadesiz tuttuğu gözleri sarsıldı. Yumruğunu sıkarak öfkeden dolup taşan okyanuslarını adama dikti.

 

"Boz!" Dedi dişlerini sıka sıka. "Ne yap ne et boz bu siktiğimin mührünü!"

 

"Tılsımlıların büyüleri ve mühürlerini onlardan başka kimse bozamaz Efendim."

 

"Kavran!" Dedi dişlerinin arasında. "Ben onu kimseye vermem, anladın mı beni. Bir orospu çocuğu uğruna ölüp gitmesine de izin vermem."

 

Kavran nasıl isimdi be, kavram gibi. Karavana da benziyordu ama konunun bununla alakası yoktu.

 

"Eğer onu bir kere görürse o andan sonra kalbi zaten sadece mühürlendiği adam için çarpacak Prensim. Bizim elimizden hiçbir şey gelmez. Tılsımlıların büyüsünü kimse bozamaz." Onlar hararetle tartışırken ben Kavram amcanın mekanını karıştırıyordum. Niye koç başı falan yoktu diye sürekli düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum doğrusu. Ayrıca bu şişelerde baya şekildi doğrusu, nerede üretiyorlardı acaba?

 

Ben merakla ortalığı karıştırırken Akın gülerek yanıma geldi. "Şu an Arsal kafayı yemek üzere ve sen etrafı mı karıştırıyorsun çocuk gibi?" ilgisizce omuz silktim.

 

"Sizin büyükleriniz ya da tılsımlarınız beni ilgilendirmiyor, Akın. Benim yerime sanki ben yokmuşum gibi konuşmaya devam edilen yerde ben de yokmuşum gibi davranırım." Sakin sesim onu şaşırtmadı. Bana ve tepkilerime alışmışlardı. "Elyesa ortalığı ayağa kaldırmadı mı?" Dedim raftan şekilli şüküllü kristal bir şişeyi elime alırken.

 

"Kaldırmaz olur mu Mavi'nin sakinleştiricisini ona enjekte edip uyutmuştu en son." Kıkırdadım, elimde ki şişeyi de tekrardan aldığım rafa koymak yerine tıpasını çıkartıp burnuma yaklaştırdım. Neden yaptın diye sormayın, amaçsız.

 

"Bunu bozmanın bir yolu olmalı. Eva'yı şu an başka adama vermek-" Diyordu Yelzar fakat lafı Arsal tarafından bölündü. "O sikik cümleyi tamamlama." Resmen sinirden kuduruyordu. Burnuma hafif yaklaştırdığım kokuyla kaşlarım çatıldı. "Napıyon be?" Diyen Akın bana bakarken içime çektiğim çürümüş yumurta kokusu ile midem kalktı. Bu ne rezil kepaze bir kokuydu böyle!

 

"Öğkk" Şişeyi yerine koydum. "Şu iğrenç kokuyu nasıl olur da küçücük bir şişeye tıkabilirsiniz amına koyayım, burnum düştü." Hepsinin öfkeli gözleri bana dönerken yanımda ki Akın güldü. Köy yanarken saçımı taramışım gibi göründüğümün farkında olarak omuz silktim.

 

Sonuç olarak ben yanarken köy neredeydi?

 

"Başın belada, Eva . Ciddiye almayışını senin hakkında duyduklarıma sayıyorum." Namım yine almış başını gidiyordu. "Fakat bu sefer ki öylesine yabana atacak bir mesele değil." Karanlık yollardan geçip zehir gibi sular içmiştim ben bey amca neyden bahsediyorsun.

 

"Yabana atsam da yabandan toplasam da değişen ne olacak? Ben söyleyeyim yerinize, hiçbir şey." Çözüm varsa o arayıp bulsun artık beni, ben aramaktan usanmıştım.

 

Mavi'nin kaşları hafif alayla kavislendi, "Sen her şeye karşı çıkıp ortalığı kaldırıp indirmiyor muydun? Şimdi ne oldu da bu mühür işine sesin çıkmıyor?" Bakışlarım direkt gözlerindeyken bana doğru üç koca adım atıp karşımda dikildi. Parmağıyla kafamı işaret etti. "Sürekli emir veren durdu," Parmağı kalbimi gösterdi bu sefer, "Yerine emir alan mı geçti?" Gözlerimi hiç kimseden kaçırmayı sevmezdim ama Arsal'a döndü bakışlarım, sırtını duvara vermiş öfkeden kasılan çenesini ve yumruk olmuş ellerini görebiliyordum. Belli etmemeye çalışsa da ne denli delirdiği ortadaydı.

 

Tekrardan Mavi'ye döndüm. Bu omurgasız puştla hiçbir zaman yıldızlarımız barışmayacaktı.

 

"Aklım ve kalbim arasında ki gelip geden hesapları kapatmak sana düşmedi sarı." Bir adım atıp yaklaştım, o bana dokunmamıştı ama ben baş parmağımı sert bir şekilde sol göğsüne bastırdım. "Başkasının aşk davasını düşüneceğine kendi aşkında yanmayı öğren ilk önce. Çünkü karşılıksız aşkın nasıl bir şey olduğunu benden daha iyi biliyorsundur.” Ne dediğimi anlamadığı barizdi. Devamını getirmek ise onun için ağır olacaktı fakat geri durmadım. O hiçbir zaman benim hakkımda söylediklerinde geri durmadı, bende durmazdım.

 

Karşılığı karşılık, hodri meydan.

 

“Sevdiğinin sevdiği olması zor değil mi, Sarı?" Bakışları öyle bir dumura uğradı ki bir anlığına soluğu kesildi. Yutkundu, boğazına takılan o telleri hissedebiliyordum. Canım yokmuşçasına konuştuklarında aynı teller ecel gibi sarıyordu benim de boğazımı.

 

Telden dikenler sadece benim canımı yakarsa adil olur muydu?

 

Yeşile çalan ela gözlerinde ki kırılmalarını, her kelimenin ağırlığında ezilişini izledim bir kaç saniye. Belki de zaten farkında olduğu bir şeyi ilk defa sesli duymanın yükünü kaldıramadı.. Elyesa ile aralarında bir elektrik vardı, çekim vardı, hoşlantı vardı ama aşk yoktu. En azından Elyesa tarafında; elimde olmadan sürekli insanları inceler ve insan hareketlerinin neye yorulduğunu çözerdim. Elyesa Mavi'nin ona baktığı gibi bakmıyordu. Evet bir sevgi vardı ama ortada aşk yoktu.

 

Elyesa sanki Mavi'yi unutmak için yara bandı olarak kullanıyordu...

 

Ve Mavi bunun pek ala farkındaydı ama Elyesa'dan gelen her şeye razıydı.

 

Mavi karşılıksız bir aşkın içinde yanıp tutuşuyordu, kendi derdine derman bulmayan gelip burada benim sikimsonik meselelerime karışıyordu.

 

Üzerime atılmamak için can çekiştiğinin farkındaydım, bir kaşık suda boğup öldürebilirdi beni şu dakika. "Kendini böyle başkalarının açığını bularak adice koruduğunu sanmaya devam et şeytan!" Dedi tükürürcesine. "Asıl korkaklık bu ve sen hala korkmadığını sanıyorsun. Sen kalpsizsin lan, bir kalbin olduğunu mu sanıyorsun? Senin yüzünden burada ki insanların başına gelmeyen kalmadı! Geldiğinden beridir lanetin üstümüze gölge gibi çöktü-"

 

"Mavii!" Diye kükredi Arsal ama elimi anında kaldırıp susturdum onu. Devam etmeliydi. İçinde ki zehri kusmasına izin verdim.

 

"Bırak devam etsin, içinde ne de çok şey birikmiş Sarımızın. Döksün rahatlasın." Arsal'ın beni savunuşuna daha da sinirlendi.

 

"Her seferinde onun arkasına sığınarak bir adım geri düşmemize sebep oluyorsun, anla artık sen onun etrafındayken o hata yapıyor ve bizim hata yapma gibi bir lüksümüz yok!" Sinirden kızaran yüzüne bakarken yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.

 

"En çok siz istemediğinizi sanıyorsunuz değil mi? Yanılıyorsun sarı. Ben buraya hür irademle gelmedim, ben sizin cehenneminize güle oynaya atlamadım ve o saçma sapan mühür sikini de ben çıkarmadım! Burada gelip bana yırtınman bir şeyleri değiştirseydi en başından değiştirirdi. Beni burada istemiyorsun ya! Emin ol ben senden daha çok istemiyordum burada olmak." Başka hiçbir şey söylemeden yanlarından ayrıldım. Durdurmadılar, durdurmasınlar da.

 

Kalbimin üstünde saçma sapan bir sıkışma ve huzursuzluk vardı. Mavi'yi kırmıştım ama hiçbir şey karşılıksız değildi. O da benden aşağı sayılmazdı. Tekrardan sakin adımlarla salona ilerlediğim de masamın hala boş olduğunu gördüm. Dans edenlerin arasından kimseye dokunmamaya çalışarak yürüdüm.

 

Bir kaç garson yanıma gelip içki ve ikramlık yiyecek servis ettiğinde içki bardağına hiçbir şekilde uzanmadım. Aslında şu an alıp adımı dahi unutana kadar içmek istiyordum... ama yapmazdım.

 

"Kontrol manyağısın çünkü." Dedi iç sesim. Haklıydı.

 

Üzerimde ki yoğun bakışların farkında olarak sadece boş boş dans edenleri izledim.

 

"Kalpsizsin sen!" Mavi'nin sesi hala etrafımda yankı yapıyordu.

 

Yıkılmış ağaca bakıp çok da sağlam duruyordu, neden devrildi demek kolaydı. İçine düşen kurdu, çürüten zehri görmeden konuşmak ne de basitti değil mi onlar için...

 

Yıllar boyu o zehirle savaştığını ayakta kalmak için ne denli çabaladığını kimse görmez, gölgesine sığınır bir derdin mi var demezdi.

 

Herkes konuşuyordu, gören de görmeyen de, bilen de bilmeyen de, kim açıp baktı lan benim içimi de bilir gibi konuşuyorsunuz!

 

Gerçekten dışarıdan o kadar sarsılmaz mı görünüyordum? Bu söküp atılası kalbin de kırıldığı yerler oluyordu. İnsanım ben, niye robotmuşum gibi davranıyorlardı ısrarla.

 

"Çünkü robot gibi yetiştirildin..."

 

Sabahtır ince ince karnıma vuran sızıyı hissetmemek mümkün değildi. Karnıma giren ağrıları göz ardı etmeye çalışıyordum o ara ama ardı ardına kasıklarıma saplanan ağrıların neyim habercisi olduğunu biliyorum. Reglim neredeyse aylardır olmamıştı ve bunun sancısını misli ile bana yaşatmaya çalışıyordu ki başarılı olduğunu söyleyebilirim. Bu ağrıyı biliyordum, bir haftadan fazla canıma okuduktan sonra olacaktı!

 

Canım şu bir kaç gündür acayip şekilde çikolata çekiyordu, masanın üzerinde tabağa süslenmiş üstleri renk renk olan çikolataları görünce dayanamayıp ağzıma bir tane attım. Aldığım tatla neredeyse gözlerim arkaya kayacaktı ki kendime engel oldum. Muazzamdı, mükemmeldi!

 

Bir kaç tane daha yediğimde gerçek anlamda reglimin yakında başıma bela olacağını biliyordum. Yanımdan geçen garsondan aldığım bir bardak suyu kana kana içtim, istemsizce elim sürekli çikolataya gidiyordu. Neredeyse tabağın yarısını yedikten sonra kendime kızarak tabağı masanın diğer ucuna ittim. Kristal parçalarından oluşan peçetelikten bir tane alıp rujumu bozmadan ağzımı hafifçe silip etrafa bakındım.

 

Bir kaç dakika daha etrafta gezinen gözlerim bir şeyin daha farkına vardı. Bana bakan bir kaç vampir benim olduğum yere kadar gelip belirli bir mesafeden sonrasını geçmiyordu. Ya da geçmelerine izin verilmiyordu. Evet, ilk başta belki yanlış görmüşümdür diye düşündüm ama gerçekten öyle oluyordu. Kaşlarım çatıldı. Yanımdan geçen vampir garsonlar ve bazı vampirler yanıma yaklaşıyordu ama gözleri direkt bana temas edip yanıma gelmek isteyen vampirler gelemiyordu.

 

Ellerimin arasında ki peçeteden küçük bir alev belirip söndüğünde duraksadım. Peçeteyi yavaşça açtığımda ateşle yazılmış olan yazıların kime ait olduğunu bilmek zor değildi.

 

Sen bana bakmasan da benim yönüm hep sana Lâl gülü...

Pusulanın tek yönü de sensin labirentin çıkışı da...

 

Sana yaklaşmak akıllarından dahi geçse benim engelimden geçemez çünkü sen sadece benim düşmanımsın.

 

Harfi harfine yazanları okuduğumda, kızsam mı gülsem mi bilemiyordum gerçekten. Bakışlarım, peçetedeki her harfte uzun uzun dolaşırken, masanın köşesinde minik bir alevin geriye bıraktığı dumanların içinden beliren beyaz bir gül gördüm; elim, farkında olmadan ona gitti. Kan renginde, etrafına sıçramış kırmızı lekeler beyaz gülü öyle güzel gösteriyordu ki hayran olmamak mümkün değildi. Bakışlarım etrafta dolaştı; yüzümde engel olamadığım bir tebessümle onu arıyordum ki bir şeye çarpma sesiyle, neredeyse yere düşecek olan Yelzar’ın küfrünü işittim. "Amına koyduğumun ibnesi buraya kalkan mı koymuş." Dediğinde öfkeli gözlerle o da Arsal'ı aradı.

 

Ardından gelen Mavi'ye ters ters baksam da o umursamadan rahatça yanıma geldiğin de Yelzar salağı olduğu yerde duvar varmış gibi geçemiyordu.

 

Birbirimize sayıp dökmediğimiz kalmamışken şimdi aynı masada yan yana duruyorduk. Ters ters baktım Mavi'ye.

 

"Orospunun yüzüne tükürmüşler yağmur mu yağıyor demiş." Aynı terslikle o baksa da yanımda dikilip bana aç gözlerle bakan vampirlere boy gösterdi. İbne.

 

"İt dönüp dolaşıp sıçtığı ağacın dibine gelirmiş!" Tamamen benim uydurduğum bir sözdü. Ya sabır çekti ama konuşmadı, tembihlenip gelmişti belli. Tekrardan özlü bir söz için ağzımı açıyordum ki anında. "Senin atasözü kültürünle ilgili en ufak bir mısra daha duymak istemiyorum, şirret şeytan."

 

"Ama ben senin yüzsüzlüğünle ilgili satırlarca mısra söyleyebilirdim sarı kafa." Etrafa normal bakışlar atarken sanki yanımda ki adama iğne gibi laf batırmıyormuş gibi gülümsedim.

 

"Emin ol Arsal'ın emri olmasa seninle yan yana bir dakika bile durmam. Her boku bilmekte seni müneccim değil bir ceset yapar sadece," samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedi bana bakarken. "Dost tavsiyesi." Yanımızdan geçen garsonun birisini çevirip aldığı bardağı tek dikişte bitirip masaya bıraktı. Yelzar hala ters ters etrafa bakınıp Arsal'ı arıyordu. Yelzar bileğinde ki saçma şeye doğru bir şeyler söyledi. Sövüyordu bence. Müziğin yüksek sesinden çoğu kişi duymasa da bir kaç masa dönüp bakmıştı. Yelzar küfürler savurarak yanımıza geldi.

 

"Neyse ki dostum değilsin Sarı, senin boktan tavsiyelerini ciddiye almama gerek yok." Umursamazca söylediklerime karşılık tek kaşı havalandı. "Dibe batmışken bile nasıl böyle hayatı iplemez gibi görünüyorsun? Merak sadece." Dedi şaşkın bir sesle. Omuz silktim, Yelzar ise başka dertteydi.

 

"Piçe bak bir de gül vermiş kıza." Yelzar öyle deyince Mavi daha da dik dik baktı. Dahasını nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyordu.

 

"Ne yaptın ne ettin oltana düşürdün ya Efendimizi, helal olsun vallahi. Kadrolu şeytanmışsın." Diyerek elini cebine götürdü ve çıkardığı küçük küreyi bana uzattı.

 

"Bu ne?" Dedim soğuk bir tavırla, halbuki böyle şeyleri karıştırmaya bayılırdım. Belli etmeden göz ucuyla baktım küreye.

 

"Elyesa sana iyi olduğunu söylemek için bu ses küresini yolladı. Kulağına yaslaman yeterli olacaktır." Başka hiçbir şey söylemeden buz gibi bir bakış eşliğinde yanımızdan ayrıldı. Belasını siktirtecekti en sonunda bana!

 

Küreyi kulağıma yasladığımda önce küçük bir açılma sesi ve bir kaç cızırtının ardından Elyesa'nın sesini duydum. "Eva, nasılsın iyi misin. Umarım iyisindir, merak etme ben iyiyim. Mavi denilen süzme odun seninle konuşamadan beni bayılttı. Saraya geldik, aşçı yardımcısının sana çok selamı var. İlge miydi neydi adı, he bir de Nar bir meyveyi denemiş mi ne yapmış hiç beğenmemiş ama yine de yemiş bunu lütfen söyle ağzımın tadı kaçtı Elyesa hanım diye yalvardı sırf bu yüzden söylüyorum." Kendi kendine kıkırdadı söylediklerini saçma bulmuş olacak ki. "Her neyse saraya gelince konuşuruz kendine dikkat et." Ve ses küresi elimde buhar olup uçtu. Onun iyi oluşuna sevinmiştim.

 

"Bu Arsal ve sen ne ayak Eva?" Diyen Yelzar'ın kıskanç sesini umursamadım.

 

"Sevgilim ya hani?"

 

Kaşları çatıldı. "Saçmalama."

 

"Saçmaladığım yok, bildiğin şeyleri bana sorarak çenemi yormaya bir son versen iyi edersin." Bir kaç saniye yüzüme baktı, ses tonumdan sanki bir şey yakalamış gibi buz kesti.

 

"Eva," Dedi tereddütle. "Her neyin peşindeysen sana kaçıncı kez vaz geç dediğimi bilmiyorum ama Vaz geç. Kendine zarar verdireceksin." Ofladım. Ona cevap vermek üzereydim ki, yer anlık ayaklarım altında oynadı ama çok kısa bir andı, dışarıya yansıtmadım. Başım mı dönmüştü hafiften ne?

 

Uyarılarını aldırmayışımla bir adım daha yaklaşıp bana gizleyemediği endişeli gözleri ile bakıyordu. "Eva sana karşı dürüst olacağım." Dediğinde kafamın içi hafifçe döndü sandım. Bir kaç saniyeliğine gözlerimi açıp kapatarak kendime gelmeye çalıştım, bedenim hafif hafif uyuşuyordu fakat laftan da geri kalmadım.

 

"Sen mi?" Dedim alayla. "Senin varlığın bile yalan," o kırmamaya çalışarak sesini yumuşatırken ben acımasızca devam ettim. "Sen ölüsün ama nefes alıyorsun, sen yaşamıyorsun ama ayakta duruyorsun, Yelzar." Ellerim etrafta ki yiyecekleri gösterdi. "Sen bu kadar nimet içinde bile damardan akan bir damla kana muhtaçken-" elim masada ki çatala gitti ve bileğime yasladım, Yelzar hızla bileğimi kavradı. İfadesiz gözlerle bakıp sakince kendimi geri çektim. "Bir damla kanım aksa benim dahi kim olduğuma bakmazsın o kan için gözün dönecekken bana dürüstlükten bahsetme." Dediğimde söylediklerimin ağırlığında ezildi. Belli etmemeye çalışmak gibi bir çabaya da girmedi. Sözlerimin ağırlığında ufalandığını saklamadı.

 

"Her ne dersen boynum kıldan ince gelincik, ağzıma da sıçsan yine de ben yapmam gerekeni yapıyorum." O konuşurken bakışlarım ondaydı ama kafam neden bulanıyordu bilmiyorum. Odağımı ona vermekte zorlanırken o konuşmaya devam etti. "Toprak iki gün sonra Darağacına gidecek." Dediğinde eline ateşten bir hançer alıp ciğerime saplasa bu denli cayır cayır yanmazdı belki. Bakışlarını kaçırdı ve yutkundu, canı yanıyordu. "Bunu sana acı vermek için değil artık davranışlarına çekidüzen vermen için söylüyorum. İstediğin kitabı oraya bıraktım kimse görmeden ama bundan sonra benden böyle bir şey isteme ve Arsal'a itaat etmeyi öğren. Yoksa yaşamak senin için imkansız hale gelir. Toprak için yapabileceğin hiçbir şey yok." Dediğinde dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı anlık, sonra birbirine bastırarak engel olmaya çalıştım fakat başaramadığım için kafamı geriye yatırıp kahkaha attım.

 

"Sen ne anlatıyorsun?" Dedim gülüşlerimin arasında. Şaşkınca baktı bana. Toprak'ın ölüm haberine böyle bir tepki vereceğimi düşünmüyordu sanırım. "Senin?" Gülüşümü aniden bozup ona baktım. "Karakterin harbi bu kadar bozuk muydu?" Dediğim de daha da şaşırdı. İstifimi hiç bozmadan devam ettim. "Yelzar Alakar, Toprak Kırcalı'nın kardeşim dediği adamın karakteri... gerçekten bu kadar mıydı?"

 

"Eva-" konuşmasına izin vermedim. "Karşıma geçip hayatta kalabilmem için bana nutuk çekeceğine haysiyetini nerede bıraktıysan oraya git ve al derim, kan emici." Onu aşağılık bir varlığa bakar gibi süzdüm. "Ama aptallık bende ki seni dayımın yerine koyabileceğimi düşündüm zamanında." Bunu söylerken sesime karışan hayal kırıklığını gizleme gereği duymadım. Yelzar geldiğimden beridir en büyük hayal kırıklıklarımın toplandığı listede zirveye oynuyordu. "Eğer Toprak bir gün olmazsa, yanımda olabilecek bir ağabey olarak gördüm seni. Ama hata bende... Ben sana fazla değer vermişim. Zamanında gülüp geçtiğim sözler şu an acısını çıkartıyor benden. Yelzar, sen benim başımı yere de eğerdin ama ben dimdik durdum." Düz sesimle yüzümde tek bir mimik oynamıyordu. Benimle her yalnız kaldığında beni korumaya çalışıyormuş gibi görünmeyi bıraksa iyi ederdi yoksa her seferinde ağzının payını bir öncekinden daha ağır bir şekilde verecektim.

 

Aramızda geçen sessizliği yanımıza gelen Arsal ve Mavi bozar sanmıştım ama Arsal sadece Yelzar'ın gözlerine baktı bir kaç saniye, o an aralarında konuştular. İki adamda konuşmadan konuştuklarına yemin edebilirdim, dudakları kıpırdamadı ama sadece gözleriyle anlaştılar. Sanırım duyduklarımı sindirmemi istiyor olacaklar ki üçü de üstüme gelmedi fakat benim düşüncelerim çok farklıydı çünkü kafamın İçi bulanmıştı. Ciddi anlamda bulanmıştı. Bir kaç kere gözlerimi açıp kapattım tekrardan kendime gelmek için ama başımın dönmesiyle farkında olmadan Arsal'ın kolunu tuttum.

 

"İyi misin?" Sesinde endişe saklıydı. Saçmaydı ki iyiydim. Başıma gelen bu kadar şeyden ve dertten sonra kendimi neden kuş gibi hissediyordum şu an? Başımı salladığımda ona cevap vermek için dudaklarımı araladım ama yanımıza gelen bir vampir misafirle söyleyeceklerimi yuttum. Onlar konuşurken asla dikkatimi verip dinleyemiyordum, kafam neden uçmuş gibiydi? Halbuki içmemiştim de, kendimi çakır keyif hissediyordum. Mirzar'ın nişanlısı ne ara gelmişti diğer vampirler ne ara masadan gitmişti hiç anlamadım doğrusu. Kafam o kadar dönüyordu ki kızın adını dahi bulamıyorum karışıklıktan.

 

Sahi bu karının adı neydi!

 

"Erva yok, Yelzar. Saatlerdir arıyoruz ama yok ortada en son dün görmüşler." Bakışları beni bulduğunda söyleyeceklerinde tereddütlüydü. "Eva’yla." Dediğinde kafama dank eden gerçek ile dudaklarımı sırdım.

 

Ben o kızı nasıl unutmuştum!

 

... 

 

"Geri zekalı tırtıl ne yaptın kuzenime?" Diye bana kızan Yelzar'a öfkeyle baktım. Zaten kafam kazan gibiydi bide bu mal bağırıp duruyordu.

 

"Çıktığı yere sokmamışımdır her hal de Yelzar, şuraya bir yere koymuştum işte." Tip tip baktı.

 

"Eşya mı lan bu da şuraya bir yere koyuyorsun?" Diye çıkıştı. "Ulan dua et sarhoşsun yoksa canına okurdum." Derken bana bir dünya söylenmeye devam ediyordu. Ayrıca sarhoş falan değildim ben! Ne müsanepetti yani! Onun doğrusu öyle değildi sanki.

 

Kanmazan’ın geniş salonuna açılan taş odanın ortasında, ağır kokular saçan devasa havuzların yanına geldiğimizde tüm huysuzluğum üzerimdeydi. Ne büyük yerler vardı bu yoluna tükürdüğümün topraklarında.

 

Duvarlardan süzülen kırmızı damlalar, çatlak taşlardan toplanıp şu değişik şekilli olan havuzlarda birikiyordu. Bayık bakışlarım havuzdayken cidden sendelememek için havuzu izliyormuş gibi duraksadım bir kaç saniye. İçmemiştim oysa! Hangi şerefsiz bana nasıl alkol vermişti?

 

Sudan başka bir şey almamıştım yoksa o suda mı bir haltlar vardı?

 

Havuzun yüzeyi canlıymış gibi kıpırdıyor; koyu kırmızı dalgalar, loş ışıkta siyaha çalan bir parlaklıkla kabarıp duruyordu. Bu benim umurumda değildi şu dakikalarda. Kırmızı damlalar inşallah kan falan değildi çünkü burnuma gelen kokular birbirine karışmış durumdaydı ve kusmak istemiyordum. Yanımda ilerleyen Yelzar ve bir kaç muhafız bozuntusuna ters ters bakmak boynumun borcuydu çünkü tarif etmeme rağmen o salak kızı bulamamışlardı.

 

"Kes be!" Diye cırladım en sonunda söylenmelerine dayanamayarak. "O kuzenin olacak şırfıntı da Arsal'a asılmasaydı. Şıllığa bak gözü düştü adama gözü!" Kan beynine sıçramıştı zannımca. Gözleri muhafızlara dokunduğunda bir baş işareti yaparak onları gönderdi.

 

Adımlarım sendeler gibi olduğunda Yelzar düşmeyeyim diye davrandı ama toparlamıştım kendimi. "Hani gerçek değildi ulan sizin bu sevgililik oyunu. Sen de mi aşık oldun bu orospu çocuğuna!" Diye deliye dönüyordu. "Ayrıca kaç kadeh içtin kızım sen ayakta dahi duramayacak kadar kötüsün? Sen kontrolünü yitirmeyi sevmezsin, neden bu kadar içtin?" Konuştuğu o kadar kelime içinde takıldığım tek noktaya gözlerimi belertip baktım.

 

"Saçmalama! Ben kimseye aşık değilim altı üstü öpüştük görmedin sank-" lap diye ağzımdan kaçırdıklarımla Yelzar'ın adımları dona kaldı ve sanki ağır çekime alınmış gibi boynu kıtırdayarak bana döndü.

 

"Sen bide o piç kurusuna karşılık mı veriyordun!" Sakin sesteki gizli öfke bu oluyordu sanırım. Yırtınsa bu kadar etkili olmazdı. Dudaklarımı dişledim. Bu alkol denen meret bana hiçbir Allah'ın günü iyi gelmemişti ya!

 

"Şey-" Böğürerek böldü beni hayvan. "O cibiliyetini siktiğim seni öptü hadi, sen de karşılık mı verdin tokadı indireceğine!"

 

"Vallahi ilk ben öpmüş bulundum." Çıldırdı.

 

"Lan elin adamını nasıl öpersin sen." Boş boş baktım.

 

"Sana ne, Toprakla siz orda burada sürterken bir şey diyor muydum ben?" Sıkıntıyla elini saçlarına daldırdı yolmak ister gibi.

 

"Kahretsin, sizin bu lanet oyun gerçeğe dönerse Toprak da o delikten çıkarsa taş üstünde taş bırakmaz." Dediğinde hıçkırarak bakışlarımı kaçırdım. Kalbim onun adını duyunca bile güm güm atarken şu cümle çıktı dudaklarımdan. "Olmayacak öyle bir şey." Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından çenemin altında hissettiğim Yelzar'ın parmağı ile gözlerim ona döndü.

 

"Küçük sansarım onun adı geçince bile kalbinin ritmi hızlanıyor. Sen kimi kandırıyorsun?" Gözlerim dolsa dolardı o an ama sadece boğazım düğümlendi. Kalbimin atışlarını duyabilecek kadar keskindi vampir duyuları.

 

"Yelzar." Dedim dolu dolu. Eğer alkol tüm damarlarıma akın etmeseydi Yelzar ile şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık. "Ben çok yanlış bir şey yapıyorum. Geri dönmeye çalışıyorum olmuyor, kilitlenip kaldım oraya. Ne bir adım ileri gidiyor ne de geri." Harfler ağzımdan yuvarlanarak çıkarken sesimin titrediğini duyan Yelzar'ın bakışları ciddileşti.

 

"Ona aşık oldun değil mi, Eva?" Dedi, bakışlarımı kaçırdım.

 

"Yapmam böyle bir şey." Dedim inatçı bir kız çocuğu gibi.

 

"Elimizde mi sanki kalbimizin kararları?"

 

"Olmak zorunda." Diye mırıldandım zorlukla. "Benden nefret edecek olan bir adama aşık olup kendime daha fazla zarar veremem." Yelzar'ın gözleri kısıldı bana dikkatle bakarken.

 

"Her ne yaptın bilmiyorum ama kalbinin sesine bakılırsa ona karşı boş değilsin. Toprak bu durumu öğrenecek olursa ağır olay çıkar." Sert bir soluk verdim. İçim içime dar geliyordu.

 

"Ölecek o zaten Yelzar, sen korkman gereken kişiden korkmaya devam et. Sen sahibini dalama yeter." Dedim boğazıma oturan yumruyu yutarak. Alkol beynime kadar işlemek üzereydi ve tamamen kendimi kaybetmeden bu konuyu kapatmam gerekiyordu.

 

"Erva'yı buldunuz mu?" Yanımıza doğru gelen Ravzar’a minnettardım. Çünkü konuşursam susamayabilirdim.

 

"Şurada bir yerdeydi ya." Dedim yerlere bakınarak. Ravzar ters ters baktı. "Kuzenimden tam olarak ne istediğini sorabilir miyim? Hayır yani bunu yapan başkası olsa çoktan başı boynundan düşmüştü ama şu an seninle yerde para arar gibi kuzenimi arıyoruz." Parmağını tehditkâr şekilde bana salladı. "Eğer ona zarar verdiysen seni pişman ederim, Eva!" Bana doğru salladığı parmağına boş boş baktım.

 

Şu an çok sinirli olduğunun farkındaydım ama bu farkındalık bende bir farklılık yaratmıyordu. Ayrıca bu nasıl bir cümleydi amına koyayım!

 

"Sevgilim nerede?" Dedim onun öfkesini bir yerlerime takmadan. "Buradayım." Diye bir anda arkamda belirişiyle şaşırmak yerine yüzümde kocaman saçma bir gülümseme belirdi.

 

"Seksi prensim ve yamağı gelmişş!" Diyerek Arsal'a sarıldığımda şok içinde bakıyordu Mavi ve diğerleri.

 

Mavi’nin, "Yamak ben mi oluyorum?" Demesi o kadar da komik değildi ama kahkaha attım.

 

"Kes şu saçmalığı!" Diye bağırdı ne ara geldiğini bilmediğim Akzer. "Erva’ya eğer bir şey olduysa seni burada lime lime ederi-"

 

"Ona karşı sesini bir desibel daha yükseltirsen sana neler yapacağımı o zaman gör, Akzer." Arsal'ın sakin çıkan sinirli sesiyle Yelzar da bir şeyler söyledi. Umurumda olmadı. Dünya yansa ben de bir odun atardım şu dakikalarda, üstümde öyle bir genişlik var.

 

Onlar tartışırken Arsal’dan uzaklaşıp Erva'yı bağladığım havuzun yanına geldiğimde ağzı kapalı kız öfkeyle bakıyordu bana. Bantlamıştım.

 

Gururluydum.

 

Bana bulaşmayacaktın kızım, Sende vampir hızı varsa bende de Eva şeytanlığı var. Sence hangimizin ki daha atik?

 

"Neredeyse kafanı kopartacakken gümüşle yaktın ya kızı cayır cayır." Gelişmeye çok takılmamak lazım iç ses.

 

"Kız, yılan yuvası, ne yapıyorsun?" Dedim yaygın bir sesle. Havuzun kenarında tir tir titreyen kız bana beni öldürecek gibi bakıyordu. Tekrar gururlandım.

 

Yelzar ve diğerleri sesimi duyar duymaz yanıma koştuklarında gördükleri manzara ile şok oldular. "Geri zekalı, Aptal! Onu ne hale getirmişsin!" Bağırarak kuzenine koştu Ravzar. Erva’nın ağzında ki bandı çekmesi ile Erva yırtınırcasına bağırdı. "Ruh hastası manyak! Sen ne hakla beni buraya bağlarsın kaltak orospu." Yüzümü buruşturdum cırtlak sesiyle.

 

Maviye dönüp "Sanırım biraz kızmış." Dediğim de güldü.

 

"Ayıp etmiş ama olacak iş değil, insan buna kızar mı?" Ona hak verir gibi kafamı salladım.

 

"Değil mi? Altı üstü dünde beridir havuzda donuyor." Öfke ile üzerime gelen Ravzar'ı Yelzar tuttu.

 

"Hasta mısın kızım sen?" İlk defa onu böyle öfkeli görüyordum, pamuk şeker gibi kızı ne hale getirmiştim iki günde. Tebrikleri kapıdan kabul ediyorum.

 

İki kuzen de üzerime doğru hızla atıldı.

 

"Seni geberteceğim!" Erva çıldırmış gibi bağırarak aniden önümde bittiğinde vampirlerin niye bu kadar hızlı hareket ettiklerini düşündüm. Başka hiç derdim yok sanki. "Senin gibi bir sürgün sürtüğü benim kim olduğumu biliyor mu! Sen kime dokunmaya cesaret ettiğinin farkında mısın kaltak!" Boğazıma yapışmak üzereyken elleri havada asılı kaldı.

 

O an kafam yerinde olsa belki bir ihtimal kendimi geri çekip kurtulabilirim ama kafam öylesine yerinde değildi ki kendimi koruyacak durumda değildim. Belki de çekemezdim bilmiyorum.

 

Konu bu değildi şu an. Sevgilim olacak herif bizi koruyordu demek. Gerek yok aşk kuşum sen önce kendi götünü kolla, şenlik var yakında şenliiikk.

 

Arsal'a dönüp elimle durması için bir işaret yaptım. Erva'nın eli tekrardan boğazıma dokunmaya kalkmadı. Ama yine yırtındı. "Korkaksın! Arkanda ki adamın arkasına sığınmaktan başka yaptığın hiçbir halt yok."

 

"Dün seni yakalayıp bağlarken arkamda ki adam yoktu, Erva." Dedim tüm nezaketim ve hanımefendiliğimle, "Ayrıca." Dedim ve devamı pek de nezih olmadı. "Sen kimsin de bana bağırıyorsun lan şıllık!" Diye kükredim adeta. "Sevgilimin koynuna girmeye çalıştığını görmüyor muyum sanıyorsun kızım!" elinden gelse beni şu saniye öldürürdü. "Senin koyun gütmüşlüğün kadar bizim çoban sikmişliğimiz va-" diyecekken Arsal hızla ağzımı kapattı.

 

"Senin atasözü kültürüne sıçayım." Diyen Yelzar'ı varla yok arası duymuştum.

 

Arsal'ın ağzım da ki elini çekip Ravzar'a döndüm. "Kendini parçaladığın kuzenin Elyesa'nın ölmesini umursamadan Arsal ile yakınlaşmak için panzehrin malzemelerinden kök özünü döküp kaynağına Arsal ile baş başa gitme planları yapıyordu ne anlatıyorsun sen bana?" Alkolün damarımda dolaşan her bir damlası konuşmamı zorlaştırsa da gayet açıktı söylediklerim. Herkes şok olmuş şekilde bakarken Arsal beni aniden kucağına aldı "Bu kadar saçmalık yeter. Gidiyoruz küçük ayyaş." Bakışları Yelzar'ı buldu. "Sen de topla bunları, eğer bir kişi daha Eva'ya zarar vermeye niyetlenirse Olacakların sorumluluğunu bu kez almam." Az önce olanlar kafamdan öyle hızlı uçup gitmişti ki neşeyle elimi boynuna dolayıp "Uçursana beniiiiii!" Diye bağırdım, nasıl bu denli kafamın uçtuğuna anlam veremeyen Arsal'ın yüz ifadesini görünce kahkaha attım.

 

Çok tatlıydı yaaaa

 

"Rahat dur." Dedi ama eli belimi sarıyordu düşmemem için. Bakışları Yelzar'a döndü. "Belanı katman katman sikeceğim senin, ilk önce kendi belam ile uğraşayım senin ki sonra." Diyerek beni kucağında götürmeye başladı. Bacaklarımı beline sararak daha da sıkı boynuna doladım kollarımı. Kafam duman, dünyam dönüyordu ama şu an karşımdaki adamı görmek kalbimin şaha kalkmasına depar atmasına neden oluyordu!

 

Etrafta ki şaşkınlık nidalarını duysam da umursamadım. O da umursamıyor olacak ki benimle birlikte çıktı.

 

Kucağında benimle zorlanmadan yürürken başımı boynuna gömüp içime derince bir nefes çektim. “Çok güzel kokuyorsun." Diye mırıldandım boynuna doğru mest olmuş bir sesle. Merdivenden adımlarken duraksadığını hissettim. Başımı boynundan çekip gözlerine bakmak istedim. Yine o şaşkın ifadeli bakışı beni güldürdü. Yaklaşıp yanağına küçük bir öpücük kondurduğumda olduğu yerde taş kesildi.

 

Şaşırması normaldi çünkü hiçbir zaman ayık kafayla ona sırnaşmazdım.

 

"Sen çok yakışıklısın biliyor musun?" Dedim sarhoşluğun verdiği yaygın sesimle.

 

Dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı. "Öyle miymişim?" Diyen sesi keyifli geliyordu.

 

"Eveeett." Dedim kocaman gülümserken. Diğer yanağına da öpücük kondurdum, sonra alnına diğer yanağının üstüne, altına. Onu öpücüklere boğmaya başladığımda bir adım daha atacakken diğer adımı da duraksadı. Elimi saçlarına geçirerek tekrardan boynuna gömüldüğümde teni alev alev yanıyordu.

 

"Eva." Diye mırıldandı boğuk çıkan sesiyle. "Kızım rahat dur elimden bir kaza çıkacak."

 

Başım boynundayken mırıldandım "Bana ne! Sen beni öperken öpüyordun ben niye öpemiyormuşum?"

 

"Beni öpmek mi istiyordun." Dedi gülerek. "Gerçi öptün de."

 

"Hıhıı."

 

"Ne zamandır?" Sorusuyla birlikte başımı tekrardan kaldırıp elimi alt dudağıma koyarak düşünmeye başladım.

 

"Bilmiyorum ki? Uzun süredir var ama biliyor musun." Dedim hemen heyecanlı heyecanlı. Eğer ayıkken bana böyle bir soru yönetseydi kafasına yemediği şey kalmazdı, ayrıca böyle boktan bir cevap da vermezdim ama şu an içimde ki dürüstlük abidesinin çenesi durmuyordu..

 

"Sen?" Dedim merakla yüzümü yüzüne yaklaştırarak. Bakışları gözlerimden dudaklarıma düştüğünde onları emdiğimi yeni fark ettim. "Sen ne zamandır istiyordun." Benim de bakışlarım dudaklarına indiğin de karnımda bir şeyler kıpır kıpır etti. Dudaklarının tadı aklımdan silinmiş değildi, silinecek gibi de değildi.

 

"Seni ilk gördüğümden beridir şeytanın kızı." Bakışlarını bir türlü dudaklarımdan ayıramıyordu.

 

"Öpüşelim mi?" Dan Diye sorduğum soruyla gözlerinde ki yoğunluk dağılırken okyanuslarına yine şaşkınlık beliriverdi.

 

"Ne?" Dedi anlık, alık alık.

 

"Öpüşelim hadi!" Dedim elimi çırparak sanki çok iyi bir şey söylemişim gibi.

 

"Sen bu dediklerini yarın hatırlayacak mısın?" Tekrardan elimi çeneme koydum düşünür gibi yaparken.

 

"Bilmemmmm!" Neşeyle şakıdım. "Hadi öpeyim seni!" Dedim dudaklarımı uzatarak ona doğru, işaret parmağını iki kaşımın arasına koyarak beni uzaklaştırdı.

 

"Benden uzak dursan iyi olur küçük ayyaş." Sesi eğlenir gibi geliyordu, ama ben eğlenmiyordum! Somurtarak tekrardan başımı boynuna gömdüm bu sefer daha sert bir şekilde boynunu ısırdığım da aniden acıyla karışık boğuk bir sesle "Eva!" Diye Gürledi, başımı boynundan çekip ters ters baktım. Duygularım çok hızlı değişip birbirine giriyordu resmen.

 

"Sen kontrolünü kaybedecek şekilde içecek birisi değilsin, her şeyi hesap edip adım atan birisi bu kadar içmez, hele sen asla." Kafasında oturmayan şeyler var gibi gözlerime bakarak anlamaya çalışıyordu.

 

"İçmedim kiii." Dedim en sevimli bakışımla, sevimli olmayabilirdi de emin olamadım şimdi.

 

"Yalan söyleme, körkütük sarhoşsun." Yine düşünür gibi yapıp aklıma gelenlerle heyecanla başımı kaldırdım.

 

"Ben sadece çikolata yedim ki bide su içtim." Çocuk gibi neşeyle elimi çırpıyordum.

 

Duraksadı. "Sakın masalara dağıtılan çikolatalardan yedim deme."

 

Hiç düşünmeden. "Yedim." Demiş bulundum.

 

"İyi halt ettin, o çikolataları yerken likörlü olduklarının farkında mıydın peki?” Hayatımın belirli bir bölümünü dahi şu an bilmiyorum ben sence o likör dediğini algılayabilir miyim?

 

“O ne demek oluyor öyle?

 

“Her çikolata bir şişe viskiye eş değer demek oluyor küçük şeytan. Alkollü çikolataydı onlar!" Öyle bir şey mi vardı ya? "Sen kaç tane yedin?"

 

Elimle yedi yaparak bağırdım mutlulukla "On beş tanee!" Belki de daha fazla.

 

"Yani bırak bu geceyi hayatını hatırlamayacak kadar yedin?" Dediğinde anın da cilveli cilveli güldüm. "Hayatım sensin niye hatırlamayayım, Hayatımmmm?" Dediğimde artık yaşadığı şokun şokunu yaşıyor gibi garip garip baktı. Bir an duraksar gibi olduğumda elim ağzıma gitti ve istemsizce bir öğürme geldi. Hızla kucağından inmeye çalıştım ama o benden önce davranıp önüne ilk gelen lavaboya soktu beni. Bir kere daha öğürdüğümde üstüne doğru kusuverdim. Lavabonun önüne getirmişti ama geç kalmıştı. Beni yere bırakmadan üstüne midemde ne var ne yok boşalttığımda şok içinde bana baktı, ben ise ondan daha büyük bir şok yaşıyordum.

 

"Üstüme kustun." Şaşkın sesi umurumda olmadı, benim derdim çok başkaydı.

 

"O kadar yemiştim ben onları hepsi boşa gitti." Diye hüzünle baktım çıkardıklarıma, neredeyse ağlayacaktım. Arsal'ın dudakları aralandı ama bir bulantı daha mideme saplandığında benim aklıma gelmeyeni o yaparak hızla başımı lavaboya eğdi. Bu sefer o kadar çok kusmasam da midem biraz olsun rahatlamıştı. Arsal saçımı arkadan toplayıp suyu açtı ve ağzımı iyice yıkadı. Kafamın içi hala bulanıktı ama bir detay gözümden kaçmamıştı.

 

Arsal benden tiksinmiyordu.

 

Hiç iğrenmeden ağzımı temizledikten sonra yavaşça yüzümü yıkayıp doğrulmama yardımcı oldu. "Ayakta durabilecek misin, güzelim?" Dediğinde kusmak beni öyle yormuştu ki başımı sallayarak cevap verdim fakat hala kolundan tutuyordum. Ondan destek alışıma tebessüm ederek üstünde ki gömleğin düğmelerini çıkarmaya başladı.

 

"Soyunacak mısın?" Dedim hala alkolün etkisinden çıkamayan sesimle.

 

"Hayır, sadece gömleğimi çıkaracağım yoksa seni taşırken üzerine bulaşır." Söylediklerinde art niyet yoktu. Keşke olsaydı!

 

Yaptığı açıklamayı asla gale almadım.

 

"Ben de soyunayım mı?" Dedim hevesle. İki eli de gömleğinin üstünde duraksadı. Alev alev yanan mavilikleri beni bulduğunda sol omzundan düşen elbisemin askısına, dağılmış saçıma ve sürekli emip ısırdığım için muhtemelen şişen dudaklarıma bakarken yutkundu. Gözlerine inen o yoğun hissi allak bullak olan kafama rağmen iliklerime kadar hissediyordum. Hızla başını benden çevirip gömleğini tamamen çıkardığında görüş açıma giren kaslı vücut ile gözüm şenlendi.

 

Hey maşallah hey maşallah.

 

Sen buralara nereden geldin? Yaradan’a kurban olurum

 

"Bu ara çok açım biliyor musun?" Dedim gözlerimi bir an olsun vücudundan çekemeden. Ya Rabbim, her katına ayrı ayrı meleklere mi dizdirdin bu nasıl bir vücuttur, şu karın kaslarından aşağıya atın beni oralardan pata küte düşüp öleyim.

 

Ben ahlaksız bakışlarla onu resmen dikizlerken hafifçe öksürdü uyarı anlamında ama umursamadım. Ona doğru bir adım attığımda Arsal geriledi. "Eva..." Dedi can çekişir gibi. Kendisini zor tutuyor gibiydi. Ben onun üstüne geldikçe o arkaya doğru geriliyordu.

 

"Canım nasıl baklava çekiyor anlatamam." Bana alık alık bakan adam elim taş gibi olan kat kat karın kaslarını bulunca nefesi kesildi. Her dokunuşumda elimin altında kasılan teni öyle sıcaktı ki...

 

"Beni tuvalette sıkıştırdığının farkında mısın?" Dedi hırıltılı sesiyle. Tek dokunuşumla göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Arsal Karahan’ı bu denli etkilediğini sarhoş Eva fark etmedi ama ayık Eva olsaydı kalp spazmı geçirirdi heyecandan.

 

"Evet." Dedim hiç çekinmeden.

 

"Hiç utanmıyor musun koskoca prensi tuvalet köşelerinde taciz etmeye?" Sesinde ki yoğunluğa rağmen alay ediyordu. Elim biraz daha aşağıya doğru giderken "Hayır." Kışkırtıcı sesim elimin altında ki teni daha da yaktı. "İstediğim adama dokunmaktan neden utanayım ki?" Diye mırıldandığım da sabrının son damlasına ulaşmış oldum. Aşağıya doğru inen elimi kavrayarak beni ters çevirip göğsüne yasladı. Öyle hızlı yapmıştı ki neye uğradığımı şaşırdım.

 

"Sana öyle bir gece yaşatacağım ki unutamayacaksın." Dedi dudaklarını kulağıma yaslayarak arzuyla. Sesin de bunu yapmak için can atan o tutku iliklerimi titretti. "Ama kafan alkolün etkisiyle değil de benim etkimle sarhoş olacak." Bir eli kışkırtıcı bir yavaşlıkla karnıma doğru yılan gibi kıvrıldı ve beni kendisine daha da yasladı. "Bu yüzden beni daha fazla tahrik etmek istemezsin çünkü nasıl bir noktada olduğumu bilmiyorsun. Senin için nasıl tutuştuğumu sarhoş gözlerin görmüyor olabilir ama ayık olan Eva şimdiye nasıl bir ateşin içinde olduğunu görürdü." Başka bir şey söylememe fırsat vermeden beni kucağına alıp lavabodan çıkardı. Alkol damarlarımda gezinmeseydi eğer şimdiye utancımdan yerlerde debeleniyordum ama şu an utanç bünyeme uğramadı. Tam tersi arsız bir kız sürekli ona dokunmam için içten içe beni dürttü.

 

Ondan nefret ediyordum, ama onun için yanıyordum! Onu görmek dahi istemiyordum ama gözlerimin değdiği her noktada da olsun istiyordum. Tenime dokunan teni rahatsız etmeliydi beni. Neden her seferinde ona arsızca sırnaşıyordum o halde!

 

Alkolün verdiği etki çoğu hislerimi zirvede yaşamama sebebiyet verirken ben şu an öfkeli olduğum adamın kucağında kafamda bir milyon tane şey varken sadece yakışıklı yüzüne bakmaktan başka bir derdim yoktu.

 

"Arsal." Dedim yaygın bir sesle.

 

"Efendim." Dedi hala beni kucağında götürürken.

 

"İstenmeyen tüyler evde mi kaldı?" Bakışları bir an karşıdan bana düşse de yüzünde ki tebessümü gördüm.

 

"Hayır yavrum, evlenmişler." Anladım dercesine başımı salladım.

 

“Arsal." Dedim yine.

 

"Efendim, güzelim?" Dedi tekrardan.

 

"Sınavda barajı geçersek boğulur muyuz?"

 

"Can simidi atarlar, bir şey olmaz." Aydınlanmış gibi kafamı salladım.

 

"Arsal."

 

"Efendim Yavrum?"

 

"Soğuk savaş mikrodalgada ısıtılır mı?" Bana garipçe baktı.

 

"Savaşı bilmemde ben seni çok fena ısıtacağım, sus artık." Dedi sabrı kalmamışçasına. Ona soru soracağım derken iyice dibine girdiğimden her konuşmamda sıcak nefesimden etkilenir gibi gerilmişti.

 

"Arsal."

 

"Efendim, Eva." Dedi yine sakin kalmaya çalışarak.

 

"Üç yanlış bir doğruyu nereye götürüyor?"

 

"Cehennemin dibine."

 

"Arsal."

 

"Ne, Eva ne?" Demişti ki yüzüne çıkan elimle duraksadı. Ona her dokunduğum da genişleyip küçülen göz bebekleri beni büyülüyordu. Hafif kirli sakalı elime rahatsız etmeyecek şekilde batarken tüm ciddiyetimle aklımda ki o soruyu da yönelttim. "Şirin baba var da şirin anne niye yok." Dedim gerçek bir merakla "Şirin baba o kadar çocuğu nerden yaptı, gargameli mi sikti-" hızla eli ağzımı kapattı.

 

"Eva gözünü seveyim sus." Dedi hızlıca. Adımlarını da aynı şekilde hızlandırdığında elinin altından mırıl mırıl konuşmaya devam edişime hafifçe tebessüm etti ama susmak bilmiyordum. Nihayet zor da olsa beni odaya getirdiğinde yatağa oturmamı sağlayıp gardıroba yöneldi, kaçıyordu sanki.

 

Arsal gardırobu açmış elime gelen ilk siyah gömleği üstüne geçirmişti. Şu an neden manzaramı kapatıyordu ki? Biraz daha bakaydım ya ne olacaktı! Gömleğin düğmelerini iliklerken kapı çaldı. Öfkeyle kapıya yöneldiğinde karşısında ki çalışan adamlardan birisini görünce sakinleşmeye çalışarak "ne var" adlı bir bakış attı. Kafam dönüyordu fakat şu bakışı bana atsa yeminle yerine otururdu. Herife öldürecek gibi bakması normal değildi. Adam eli titreye titreye bir poşet uzattığında bakışları adamın eli ve poşette gidip geldi.

 

"Efendim bu poşeti Kan varisi Akzer efendi gönderdi- bunu, yani poşeti." Herif konuşmayı unutmuştu. Arsal çatık kaşlarla adamın elindekini alıp tek kelime etmeden kapıyı suratına kapattı. Hayvan.

 

Poşetin içine dair bakmadan yatağa fırlatıp tekrardan gardıroba döndüğünde sarsak adımlarım yatağın üstün de emekleyerek poşete doğru ilerledi. İçinde ki paketi çıkardığımda mutlulukla kutuyu açtım.

 

Üstümde saçma bir neşe vardı.

 

İçinde ki prezervatifi çıkaracağım an Arsal bana döndü ve dönmesiyle donup kaldı. Bir kaç saniye öylece bana baka kaldığında "Senin ecdadına sokayım Akzer. Yaka yaka cinsini cibilliyetini sikecektim aslında!" Diye küfrederek bana doğru atıldı. Hemen geri çekildim.

 

"Eva bırak onu güzelim, oyuncak değil." Dediğinde sırıttım.

 

"Biliyorum kiii." Bir kere daha bana uzandığında yatağın diğer tarafına kaçtım.

 

"Şu an elinde ki şeyi balon sanacak kadar kafan dumanlı."

 

"AA balon mu bu?" Dedim heyecanla, derken hızla önümde bitip elimden kaptı.

 

"Balona mı benziyor sence?" Elimdeki prezervatifi alıp masaya attı açılmış paketle birlikte.

 

"Prezervatif." Dedim bilmiş bilmiş. "Ver de kullanayım." Şok içinde baktı.

 

"Nerene takacaksın acaba?" Dedi alacağı cevaptan korkar gibi.

 

"Yar-" Hızla ağzımı açmış cevap veriyordum ki bu gün bilmem kaçıncı kez yaptığı gibi elini ağzıma bastırıp susturdu beni.

 

"Ya versene!"

 

"Kızım manyak mısın?" Dedi sabrı tükenmiş gibi. Elimden tutup beni banyoya yönlendirdiğinde bu sefer sorun çıkarmadan peşinden ilerledim.

 

Saçımda ki tokayı çıkartıp bir kere daha yüzümü yıkadı, "Seni nasıl ayıltacağımı inan bilmiyorum." Diye söylendi. Sırıttım. Bir elim yakasını bulduğunda uzun boyu yüzünden onu aşağıya yüzüme doğru çektim. "Ayılabileceğim çok hararetli yöntemler biliyorum..." diye dudağına doğru fısıldadığımda aklı başından gitti. Derince yutkunduğunda bakışlarım etli dudaklarını buldu. Alt dudağımı ıslatıp yüzüne doğru daha da yaklaştığımda göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Tam onu öpecektim ki eli hızla boynuma dolanıp beni durdurdu. "Bu gün İrade telimin üstünde öyle çok zıplıyorsun ki." Dedi alev alev yanan nefesi dudaklarıma çarparken, "Eğer koparsa kontrolümü kaybederim ve bu olsun istemezsin, küçük şeytan." Aniden yan çevrilmiş şekilde Arsal'ın tek eliyle koltuk altına sabitlenip eşya gibi götürülürken buldum kendimi.

 

Beni yatağın kenarına oturtup önümde diz çöktü. Elleri topuklu ayakkabıma gittiğinde önüm de diz çöken adamın nefes kesen manzarasına bakıyordum, yanakları hafiften kızarmış, kaşları çatık ve saçları dağınıktı, gömleğinin açılan üç düğmesi bana mükemmel bir görsel şölen sunuyordu.

 

"Mart ayına girmiş kediler gibi bakma bana." Diyerek güldüğünde bakışlarımı açık göğsünden yüzüne çevirdim. Dediğini dahi algılamış değildim ama şu an önemli olan nasıl bu kadar güzel güldüğüydü. Yanıyordu, sanırım bu safer hiç bir yerde ateş dahi olmadan her yer yanıyordu. Ya da ben yanıyordum, bilmiyorum. Elbisenin içinde öylesine daralmıştım ki parçalamam an meselesiydi. İki ayakkabımı da çıkartmıştı önümde ki adam.

 

"Üzerini çıkartmana yardım ederdim ama rahat duracağını sanmıyorum." Bir kaç saniye durup ne yapacağını düşünüyordu ki ellerim aniden elbisemin göğüs kısmına gitti ve Arsal daha ne yapıyorsun demesine kalmadan cart diye elbiseyi ikiye ayırdım.

 

"Evaa." Dedi bana alttan şok içinde bakan adam. Melül melül baktım.

 

"Çok sıcak ama napayım?" Bana sen adam olmazsın bakışı mı atıyordu yoksa başka bir anlamda mı bilmiyorum ama başımın dönmesi yüzünden sanırım artık karşımda iki Arsal vardı, üç de oluyorlardı arada. Ne dört mü? Ben birisi ile baş edemiyordum!

 

"Ama ben şimdi hanginizle sevişeceğim." Diye isyan ettiğimde Arsal garipçe baktı bana.

 

"Ne demek hangimizle!" Dedi Sert sesiyle. "Benden başka kim var burada?"

 

"Ben de onu diyorum ya senden başka sen var işte bak." Ona sol tarafını gösterdim. "Senden bir tane daha var orada, ve orada da" Diyerek sağ tarafı ve arkasını gösterdim, gerçi gösterdiğim yer sağ tarafı olmayabilirdi de bilemiyordum.

 

"Eva saçmalama güzelim, benden bir tane var. Tamam mı?" Dedi sanki bir çocuğa laf anlatır gibi nazik ve tane tane. Omuz silktim.

 

"Ama ben hangimizle sevişeceğim!" Diye yıkılmış bir ifade ile dert yandım. O bana çıldırmışım gibi bakarken ben ağıtlar yakacaktım.

 

〰️ARSAL KARAHAN〰️

 

Tanrım! Lütfen sen bana mukayyet ol yoksa ben kendime olamayacağım.

 

Derin bir nefesi öylesine zor aldım ki karşımda ki kadının gözlerinden başka bir noktasına bakmak kontrolümü tamamen yitirmeme sebep olabilirdi. Saçı dağınık, dudakları şiş, elbisesini önden yırttığı için göğüs dekoltesi tamamen gözümün önündeydi ve onun şu an tek derdi hangi ben ile sevişeceğiydi!

 

Benden bir tane olduğuna onu ikna edemiyordum.

 

Eğer bu geceyi atlatırsam irademin alnından öpecektim çünkü şu an bir taraflarım çok kötü durumdaydı ve boynuma dolanan yaramaz kızın kolları bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

"Arsall." Dedi, yine taptığım o ses tonuyla. Onu tekrardan kucağıma aldım. Asla itiraz etmeden bana daha da sokuldu. Alkollü olmadığı bir anda bunları yapsaydı onu kimse elimden alamazdı ama şu an kafasını yerinde oynatan alkolün cefasını ben çekiyordum!

 

Eva'yı tekrardan banyoya götürüyordum çünkü soğuk bir duş belki kafasını yerine getirirdi. O kadar yediği likörlü çikolatanın üstüne kendisine gelmesi kolay olmayacaktı. Aslında bunu yapma taraftarı değildim ama ne ayılacak gibiydi ne de uyuyacak!

 

Onu kollarımda banyoya götürürken Eva adeta ateş gibiydi. Artık alkolün yoğun etkisi ile ayakta bile duramıyordu ama gözlerinde o deli kıvılcım vardı. Sarhoştu, kendinde değildi ama yine de bana meydan okuyordu, bana karşı gelmekten sarhoşken bile vaz geçmiyordu. Delirtiyordu beni! Soğuk su aslında onu daha çabuk kendine getirirdi ama kıyamadım, üşürdü. Ilık hale getirip açtım, aniden gelen suyun şokuyla hafifçe titredi. “Arsal…” diye fısıldadı, parmakları gömleğimin açık yakasından göğsüme dokundu. Suyun altında titreyerek bana yaslandı, dudakları boynuma sürtünür gibi oldu. Bir an nefesim kesildi. Onu geri itmek istedim ama ellerim omuzlarına dokunduğu anda göğsüme vuran yüreğim daha da hızlandı. “Kes şunu, Eva!” dedim sertçe, yoksa duracağı yoktu bu arsız kadının! Umursamadı, hatta kıkırdadı. Yine aynı düşünce dolaşıp durdu aklımda; İmkan olsa da tek yanağında olan o bir gamzede gömülüp gitseydim.

 

Parmak uçlarında doğrulup dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım. Sarhoştu, ne yaptığını bilmiyordu. Bu hâliyle onu öpersem bu bir çalma olurdu, ondan faydalanmak olurdu.

 

Kendine mukayyet ol Arsal!

 

Onu ayıltmam gerekiyordu. Elleriyle boynumu sararken ben yırttığı elbisesinin yan tarafında ki fermuarına uzandım. Sırılsıklam olmuştu, üzerinde kalırsa hasta olacaktı. Fermuarı indirirken Eva son derece tetikleyici bir gülüş sundu. “Acelecisin…” dedi. Nefesimi kesiyordu. İrademin ar damarını sikerdim!

 

“Sus,” diye hırladım. Sabrımın sonundaydım. Parmaklarım titredi; onca herifi üst üste koyup gebertirken bile elim titremezdi benim ama bu kız beni altüst ediyordu. Elbisesi üstünden sıyrılıp düşerken bakışlarımı kanın kıskandığı gözlerine sabitledim. Üstünde ki siyah iç çamaşırı takımını fark edebiliyordum ama gözlerim bir an olsun tenine kaymadı. Sadece gözlerine baktım.

 

Ben kontrollü bir adamdım ama bu kadının yanında hepsi yerle bir oluyordu.

 

“Arsal-” diye mırıldandı, konuşmasına izin vermeden hızla ağzını kapattım. Söylediği her şeyden zaten sabah yeterince pişman olacaktı ve daha fazla aleyhine bir şey konuşmasına müsaade edemezdim.

 

“Kendine gel!”

 

Elimi ağzından çektim ama o, gözlerimin içine bakarak tekrar güldü. Her saniye ip daha da geriliyordu içimde. Onu oracıkta duvara yaslayıp arzuma yenilmek işten bile değildi.

 

Ama Eva bu değildi. Bu, alkolün ona verdiği yön bana verdiği bir işkenceydi!

 

Sarhoşluğun verdiği hevese yenilip sabahına benden nefret etmesine izin vermeyecektim.

 

Yeterince nefret ediyordu zaten.

 

Su tenini arındırırken ben onun başını avuçlarımın arasına aldım, bedenini sudan uzaklaştırıp soğuk tarafı aktif ettim. Elimle hafifçe yüzüne soğuk damlaları çarptım. Gözleri kısık kısık bana baktı, bir anlığına ciddileşti. “Arsal…” deyişi bir ömre bedeldi. Sanki biraz olsun ayılır gibi olmuştu. “Bana olan aşkın bitecek biliyorsun değil mi?”

 

Güldüm "Öldüğüm de mi?” Bakışlarından milyon tane anlam geçti ama hiç birisini söylemedi, Gülüşüm büyüdü. Sarhoşken bile ketumdu.

 

Kızıl iri harelerini bir saniye olsun çekmiyordu gözlerimden. Nefesim hâlâ hızlıydı, içim yanıyordu ama kendime hükmettim. Askıda ki havluyla bedenini hızla sarıp onu tekrardan kucağıma aldım. Yatağın yanında ki kitaplığın önüne geldiğimizde bakışları sadece gözlerimdeydi. Kızıl saçları ıslandığından daha da koyu bir renge kavuşmuş, gözleri bulanık bakıyordu. Ona her baktığımda aklım daha da karıştığı için kendimi geri çekecektim ki birden boynuma kollarını doladı, çekişi zayıftı ama beni yeterince kendisine yaklaştırdı. Dudakları, beklemediğim bir hızla dudaklarımı bulduğun da tüm alarmlar son sesiyle göğsümde çalmaya başladı. Birkaç saniyeliğine nefesim kesildi. Yüreğim göğsüme dar geldi. Yumuşak dudakları öylesine tehlikeliydi ki tıpkı onun gibi...

 

Yapmamalıydım, onun sarhoşluk arzusuna boyun eğmemeliydim. Ben isteklerine ve tutkularına yenik düşen bir adam değildim lakin karşımda ki kadın her gün beni başka bir yenilgimle tanıştırıyordu ve bu sefer ki öylesine bir şey değildi.

 

İrade duvarıma balyozla vurulmuşçasına inen bir darbeyle tüm kontrolüm bir anda elimden kayıp gitti. Boynumdan saçlarıma kadar uzanıp ensemi okşayan nazik ve yumuşak ellerin büyüsü beni tamamen ele geçirdi. Tüm direncim onun beni talan eden dudakları arasında uçup gittiğinde hırlayarak tenime inatla istila eden o dolgun dudaklara karşılık verdim.

 

Bedenim her zerresi yanıp sönerken kucağımda dikleşip ayaklarını aşağıya sarkıttı. Düşmemesi için kalçalarından tuttuğum an bacaklarını belime kollarını boynuma doladı. Üst dudağını iki dudağımın arasına alıp hırsla emdiğimde o da alt dudağımı ısırırcasına dişi ile iz bırakıyordu. Dilim diline dolanıyor, ağzında ki alkol tadı dudaklarıma öylesine tatlı geliyordu ki aklımı yitirmek üzereydim.

 

Hükmediyordu; boyumun yarısı kadar olan bir kadın benim kucağımda bana hükmediyordu. Şehvetli dokunuşlarına elimden geldiğince sakin karşılık vermeye çalıştım ama en sakin halim bile onu nefessiz bırakıyordu. Arkada ki kitaplığa sırtını hırsla yasladım, içimde cayır cayır yanan ateşe rağmen sırtı acımasın diye nazikçe yapmıştım bunu ama onun hareketleri nazik değildi ve içimde ki vahşi iç güdüyü daha da tetikliyordu.

 

Verdiği karşılıklar öylesine cüretkardı ki çıldırmak üzereydim, güzel tenine zarar vermek istemiyordum fakat bir türlü rahat durmuyordu! Saçlarımı çekiştirip ağzıma doğru inlediğin de kendimi daha sert yasladım ona. Kitaplıktan bir kitap düştü, umurumda olmadı, başımı sağa sola çevirip onu nefesi kesilene kadar öptüm, adeta kaya gibi olmuştum.

 

Boynuma dolanan kollarından birisini onunla uğraşmaktan tam olarak kapatamadığım gömleğimin bıraktığı açık göğsüme gitti. Bana dokunmak istemesi, beni istemesi...

 

Elleri çekinmeden geniş omuzlarımda dolaşıyor tırnaklarını bilerek tenime sürtüyordu. Beni daha ne kadar çileden çıkartabileceğini deniyorsa devam edebilirdi! Ellerim dolgun kalçasından ince beline keşif yaparken kucağımda kıvranışıyla hırlayarak kendimi bir kere daha ona bastırdım. Kitaplıktan bir kaç kitap daha düştü. Onu da umursamadık. Yıllardır teni tenimin tek ihtiyacıymış gibi öptüm.

 

Kıvrak hareketleri, kadınsı dokunuşları tenime geri dönülmez bir yangın bırakıyordu.. "Bu kitaplıkta tek bir kitap kalmayana dek seni-" Devamı hırltılarım arasında dudaklarında kayboldu. Kucağımda ki bedenini kitaplıktan ayırıp yatağa yatırdım. Boynumdan tekrardan gömleğime ilerleyen alev ateş ellerini bileklerinden tutup yatağa sertçe yasladım. Baş parmağımı hızla atan nabzına yaslayıp okşadım, parmak uçlarımda atan nabzı göğsümde çarpan kalple eş değerdi. Ağzıma doğru bir kere daha içli içli inlediğin de kendimi ona bastırıp daha da sert öpmeye başladım. Saçlarımı çekiştirip boynuma bıraktığı keskin izler, hevesle verdiği karşılıklar akıl namına bende hiçbir şey bırakmıyordu.

 

İkimiz de durdurulamaz bir noktada arzudan delirmiş gibi birbirimizi öperken ben kendime engel olamıyordum.

 

Hiçbir zaman onun karşısında kendime ve duygularıma engel olamamıştım ama Eva bir yerde dur demeyi biliyordu fakat şu an ikimiz de isteklerimize yenik düşmüştük. Sıcaklığı, dokunuşu beni yakıyordu. Zaman bir anlığına durmuştu, bütün dünya sadece ikimizden ibaretti. Ya da dünya sikimde bile değildi, benim dünyam tamamen ondan ibaretti, elim havlunun altına gidecekken gerçeklerin ağır darbesiyle beynimden vurulmuşa döndüm.

 

O kendinde değildi!

 

Eva kendinde değildi!

 

O sarhoştu ve ne yaptığını bilmiyordu!

 

Siktir! Ben ne yapıyorum o zaman!

 

Arka arkaya beynimde yankı bulan cümlelerle bocaladım. Onu istiyordum. İnkar edemeyeceğim kadar çok istiyordum. Aniden dudaklarımızı ayırdığım da altımda bana irice açtığı şaşkın gözleri ile bakıyordu. “Hayır, Eva,”

 

"Arsal, ne oldu?" Diye mırıldandı alkolün verdiği kararsız sesiyle. Oysa ben onun kendinden emin çıkan sesine aşinaydım. O her zaman kendinden emin bir kadındı.

 

Bana bile kafa tutabilecek kadar cesur.

 

Kimsenin caydıramayacağı kadar kendinden emin.

 

"Şu an kendinde değilsin, değil mi Güzel şeytanım?" Dedim bunu kabul etmek istemesem de. Kendinde olmadığı için ne yaptığını bilmiyordu. Sonradan buna pişman olacaktı. Hem de çok!

 

Onun benden pişmanlık duyması ölümle eş değerdi sanki...

 

"Canını yakacağın bir kadını niye bu denli umursar ki bir insan Arsal..." İç sesimin haykırışını dinlemedim.

 

O bu haldeyken ondan faydalanmaktı her dokunuşum ve ben bunu fark edemedim o bana yaklaştığı an.

 

"Gerçekten istediğin zaman, kendinde olduğunda yaşayalım bunu lâl gülü, eğer yaşanacaksa..." Dedim gözlerinin içine bakarken. "Yapacakların pişmanlığın olmayacağı zamanda gel bana." Son irade kırıntılarıyla dudaklarımı alnına bastırıp üzerinden kalktım.

 

Ayağa kalkıp bir kaç dakika sakinleşmeye çalıştım, bu süre zarfında Eva'dan hiç ses çıkmadı ki bu benim yararımaydı. Şu an yapmam gereken biraz olsun sakinleşmekti, onunla ilgili zihnim de dolaşan görüntüleri silip atmam gerekiyordu kafamdan, sakin ol oğlum sakin ol.

 

Neredeyse üç dakikaya yakın kendimi biraz sakinleştirme vakti verdim ama fazla uzatamazdım, saçları ıslaktı ve hasta olabilirdi. Bakışlarımı ona dokundurmadan tekrardan yanına geldim, yatakta oturur vaziyette havlusunu tutarak bekliyordu. Suçlu bir kız çocuğundan farkı yoktu şu an. Sanki az önce ki ateşi o yakmamış gibi masum masum tırnaklarıyla oynuyordu.

 

Yavaş yavaş ayılmaya başlaması biraz olsun işimi kolaylaştırır. Canıma okuduktan sonra ayılsındı tabi!

 

Elim havluya uzanmadan önce dikkatle baktım kızıl gözlerine. "Üstündekileri çıkarmam gerekiyor, hasta olursun yoksa. Çıkartabilir miyim?" Dediğimde yanakları al al olmuş bir vaziyette başını salladı. Kafası yavaş yavaş yerine geliyor olsa da hala gözleri bayık bayık bakıyordu. Elime rast gele gelen tişört ve pijama şortu alıp yanına getirdim. Sakince üstündeki ıslak sutyeni çıkardım, gözlerimi bir saniye olsun gözlerinden ayırmadım. Yanakları daha da kızardığın da bakışlarını kaçırdı, hafifçe tebessüm ettim. Gözleri yarı baygın ve kapanıp duruyordu, nihayet uykusu gelmişti yaramaz cadının. Tenine göz ucuyla bile bakmadan hızla tişörtü üstüne geçirdim. "Alt tarafı sen giy olur mu?" Yavaşça güzel kokusundan uzaklaştım. Başını salladığında bu sefer de saçını kurutmak için küçük bir havlu aldım ama hemen dönmedim arkamı. Bilerek uzun süre oyalandım ki sarhoş hali ile işi uzun sürer diye.

 

"Tamam mısın?"

 

"Hıhı." Diyen yorgun sesiyle yatağa tekrardan oturup saçlarına yöneldim.

 

Koparmaktan korkarcasına yavaşça havluyla saçını kurulamaya başladım. İlk başta bir iş olarak yapsam da şu an dokundukça havaya karışan saçlarından yükselen o mest edici kokuyu duymak için bilerek saçları ile oynamaya başladım.

 

Öyle güzel ve yumuşaktı ki büyülenmemek elde değildi. Ne kadar süre saçı ile öylece oyalandım bilmiyorum ama yavaşça bana doğru yaslanan kızın bundan sıkıldığını düşündüm, fakat Eva'nın yüzüne baktığımda gözleri kapalı sızıp kalmıştı. Göğsüme yaslanan kızın mest edici kokusunu daha rahat duyabilmek için nazikçe saçlarını aralayıp başımı boynuna doğru yaklaştırdım, aldığım koku içime işlendi ilmek ilmek.

 

"Kıyametler kopsun da saçının tek teli kopmasın..." diye mırıldandım boynuna doğru. Bir süre öylece yaşadığımı hissettin güzel kokusunda o ise yavaşça bana dönüp sokuldukça sokuluyordu. Kucağıma yerleşip başını göğsüme yasladığında tebessümüm uzun soluklu olmadı.

 

İçime oturan ağırlık varlığını sürdürüyordu...

 

Güzel yüzüne bakarken göğsümde öylesine fırtınalar koptu ki engel olmak istedim, dursun istedim... olmayacaktı!

 

İzin vermeyecektim!

 

Gözlerimin önünde mühürlüsüne aşık olursa ne yapardım helak olmaktan başka? Ya da saçlarına başka bir piçin eli değerse gökleri yerlere katmaz mıydım. Bana bakan gözleri aynı şekilde başkasına bakarsa ölüp gitmez miydim!

 

Lanet olsun!

 

Tüm imkanlarımı imkansız kılmamalıydın Eva...

 

"Yalvarırım," kulağına doğru fısıldadım. "Al sürekli oynadığın bıçakları sapla göğsüme ama gözlerimin önünde başkasını sevme. "

 

Biliyordum. Ağzıma sıçacağını, sike sike biliyordum hem de.

 

"Düşmanının kızına bu denli tutulmamalıydın Arsal."

 

Tutulmak öylesine sönük kalırdı ki kollarımdaki kadına karşı hissettiklerimin yanında.

 

Biliyordum, o da seviyordu fakat benim dur diyemediklerime dur diyebilecek kabiliyetteydi. Bense ondan gelecek en ufak kırıntıyla yerle bir olacak kadar dayanıksız.

 

Arsal Karahan bir tek Eva Efnan karşısında hükümsüzdü, bir tek ona karşı dirayetsizdi, bir tek ona merhametliydi fakat bunu görmüyordu.

 

"Her şeye rağmen oyununa karışmadın mı? İstediklerine engel olmadın mı?" Acımasız gerçekler her saniye daha da yığılarak dağlar oluşturuyordu önüme.

 

"Kitapla ne yapmak istiyor olabilir ki Arsal." Dedi Yelzar. Sesi düşünceli aynı zamanda buruk gibiydi.

 

Eva’yı bana gammazlamaktan nefret ediyordu ama yapacaklarının kendisine zarar vereceğini de biliyor ve endişeleniyordu.

 

Yelzar gerçek anlamda Eva'ya zarar gelmesini istemiyor, onu koruyordu.

 

"O kitabı alsa dahi kendisi büyü yapamaz, hadi yaptı başkasına yaptırdı diyelim... ne yapacak? Onunla nasıl Toprak'ı kurtaracak?" Ben Eva'yı yeni tanımaya başlıyordum ama Yelzar üç yıla aşkındır onu tanıyordu ve hala Eva'nın ne yapacağını kestiremiyordu. Bu Yelzar'ın yeteneksizliği değil Eva'nın şeytanlığından geliyordu.

 

"O kitapta gizlenmiş ve yıllanmış kadim güçlerin nasıl ortaya çıkabileceğine dair büyük büyüler ve çeşitli ayinlerle dolu..." Diyerek düşüncelerimi dillendiren Akın ile Yelzar'ın bakışları anlam kazandı.

 

Bir kaç saniyelik sessizliğin ardından Mavi aydınlanmış gibi tüm yüz hatları değişti. Ayaklandı. "Toprak'a güçlerini kazandırmaya çalışıyor..." Eva'nın her hamlesi burada ki herkesi şoka sürüklüyordu. Zeki ve seksi oluşu başıma belaydı. "Bunu yapması mümkün değil. O kitaba ben dahi dokunup hiçbir kadim büyüyü açamazken Eva'nın açması mümkün değil."

 

"Ne yapacaksın peki?" Dedi Yelzar huzursuz bakışları bendeyken. "İzin verecek misin bunu yapmasına?" O şeytanın eline büyük büyülerin, kadim sırların gizli olduğu kitap geçerse neler yapabileceğini düşünmek istemiyordum.

 

Tanrım, resmen elimin altında ki küçücük kıza sahip çıkamıyorum ve o herkesi ayakta uyutuyordu!

 

Ele avuca sığmıyor! Bağlasam dahi baş gelinmiyordu.

 

"Yapamam Yelzar, eğer Toprak'ı kurtaracak olursa kurulun koyduğu beş büyük yasadan biri çiğnenmiş olur-"

 

"Siktir lan!" Diye böldü beni. "Kurulu murulu çok mu sikine takıyorsun sanki? Sen resmen Toprak'ın ölmesine göz yumuyorsun." Dedi öfkeyle. Bakışlarım değişmedi.

 

"Bir şeyleri sikime takmıyorsam halkın gözüne soka soka yapmıyorum bunu gerzek, ayrıca bu zamana kadar beş büyük yasadan birisini çiğnemek nasip olmadı ama emin ol çiğnemek istersem o orospu çocuğu Toprak için olmayacak bu." Ses tonum bana göre sakindi ama Yelzar sakin olmadığımı biliyordu.

 

“Biz bir şekilde gizleriz ama o korkusuz manyak tüm ateşliye duyurur.” Yapardı.

 

"Tüm herkes Toprak'ın idamını konuşuyor ve yakında Eva' da duyacaktır. Bu gece benden o kitabı istiyor Arsal ben ne yapacağım?" Yelzar oturduğu koltuğa kafasını geriye atıp yutkundu.

 

"Ona istediğini vereceksin." Odada ki tüm gözler bana döndü, küresinden bakışlarını kaldırmayan Sancar bile.

 

"Ona o kitabı vermen çok riskli Arsal, Eva'yı ele geçirmeye çalışan şeytanın varlığını bile bile ona o kitabı veremezsin." Dedi Mavi endişe ile. Omuz silkip geriye doğru yaslandım. "Kitabın benzerini onun istediği yere bırakın ve birkaç adamı pusuya yatırın, bakalım güzel sevgilimin yardakçısı kimmiş. Adamlar gelen kişiye dokunmasın, plan Eva'nın istediği gibi gidecek." Odada ki hiç kimse karşı çıkmadı Yelzar haricinde. "Onu kandıracaksın?" Bundan hoşlanmamıştı. Ben de onu kandıracağım için mutlu değildim ama onu durdurmamın başka yolu yoktu.

 

"Özür dilerim güzel Eva'm." Benden nefret edecekti... "Her ne yapıyorsan buna izin veremezdim." Güzel saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığımda kulağına yanlış gitmesini istediğim bir diğer bilgiyi de yarın sabah en acı şekilde duyacaktı.

 

Toprak Kırcalı yarın öğleden sonra idam edilecekti ve Eva henüz iki gün olduğunu sanıyordu...

 

🌙

♤●EVA EFNAN●♤.

🌙

 

Kirpiklerim birbirine adeta yapışmıştı, daha gözlerimi açmadan beynime nüks eden ağrı ile istemsizce inledim. Bu ağrılardan yakında kafam kopacaktı fakat bu seferki öylesine keskindi ki yüzümü ekşittim, gözlerimi açmaya çalıştım.

 

Başım kazan gibiydi!

 

“Ahh!” kafamın iki tarafını sıktım. Ne sikilesi bir ağrıydı bu! Gözlerimi ovaladım, görüş açımda ki pus dağıldığında kendimi Arsal ve bana verdikleri yatak odasında buldum.

 

Dün gece hakkında niye hiçbir fikrim yoktu?

 

Yerimden doğrulduğumda bakışlarım üstüme indi. Anlık çıplak göğüslerimle bakıştım, ne oluyor lan! Hızla yorganı kendime bastırıp etrafıma baktım. Kimse yoktu ama banyodan su sesi geliyordu.

 

Ben niye çıplaktım!

 

Bakışlarım dün üstüme giydiğim elbiseyi aradığında göğüs kısmı yırtılmış şekilde koltuğun tepesinden aşağı sarkmış bulunca gözlerim irileşti.

 

Dün ne olmuştu!

 

"Hatırla, hatırla, hatırla!" Diye kafamın iki tarafına vurduğumda beynim çalkalandı.

 

"Ahhğ" Dedim acıyla. Banyonun kapısı açıldığında hızla elimle göğsümü kapatıp yorganın altına sakladım bedenimi.

 

Saçından süzülen sular göğsünden karın kaslarına doğru akarken, nutkum tutuldu. Arsal odaya altında sadece bir eşofmanla giriş yaptı. Bakışlarım yara izleri olsa da kusursuz görünen vücudunda takılı kaldığında göğsüm hızla inip kalkmaya başladı. Kalbim yine temposundan şaştığında onu uzun uzun süzdüğümün farkında bile değildim.

 

"Dün gece bakmaya doymuşsundur diye düşünüyordum oysa." Diyen keyifli sesini duyunca yutkunarak hızla gözlerimi kaçırdım. Yanaklarım cayır cayır yanmaya başladı. Allah'ım inşallah o malum boku yememişizdir. Amin.

 

"Yine kızardın." Dediğinde çekingen bakışlarım ona döndü. Zevkten dört köşe olmuş bir ifadeyle bana baktığını görmek sinirlerimi tepeme çıkardı. Gözlerim yatağın yan tarafında duran tişörtüne kayınca uzanıp onu da yorganın üstünden göğsüme bastırdım.

 

"Arkanı dön." Dedim pürüzlü sesimle.

 

Son derece rahat bir tavırla "Niye?" Deyişi insanı delirtirdi.

 

"Arkanı dön."

 

"Görmediğim şey mi?" Demesiyle kızaran yanaklarım artık alev aldığın da gözlerimi bir kere daha kaçırdım. Allah'ım ne olur bu boku yemiş olmayayım.

 

Düşmanımı mezara sokacağım derken koynuma sokma şokunu kaldıramazdım!

 

Bana doğru gelmeye başladığında yerimde dikleşip yorganı daha da göğsüme yapıştırdım. Yutkunuşum boğazıma takıldı. Gelme adam gelmeee!

 

Yatağın yanında, tam önümde durduğunda bakışlarım duvardaydı fakat göğsümün inip kalkışan engel olamıyordum. Üzerime doğru eğildi, işaret parmağıyla çenemi tuttu. "Aslında bu kadar utangaç biri değilsin güzel Eva, neden bu kadar kızardın?" Bilerek dudaklarıma doğru konuşuyordu. Sıcak nefesi tenime çarptı, kafamın içinden bir kaç kesit geçti, net değildi. Anlayamadım.

 

"Dün gece..." Dedim kısık bir sesle. Devamını getirmeye cesaretim yoktu.

 

"Dün gece?" Dedi koyu mavilikleri daha da koyulaşırken. Bakışlarımı tekrardan kaçırmak istedim fakat boynunda fark ettiğim izle Gözlerim daha da irileşti.

 

Boynunda bir kızarıklık vardı morarmaya yüz tutmuş bir iz, diş izi...

 

Şok için de kaldım.

 

Dudaklarım aralık kazandığında neye baktığımı fark etmiş gibi dudakları kıvrıldı.

 

"Küçük vahşi bir kedi yaptı bunu dün gece." Dedi dudaklarını kulağıma yaklaştırıp. Üzerime o kadar çok eğilmişti ki ferah kokusuyla harmanlanmış şampuanının kokusu doldu içime. Yatak başlığına kendimi yapıştırdığımda üzerimdeki adamın keyfine diyecek yoktu. "Nasıl yaptığını biliyor musun?"

 

"Arsal..." diye mırıldandım zorla nefes alıyormuş gibi. Ama üzerimde oluşundan değil kalbimin sıkışmasındandı. Sürekli car car konuşan dilim şu dakika içime kaçmıştı.

 

"Efendim güzelim." Diyen sesi kalbimin depremlerinin şiddetini daha da arttırıyordu.

 

"Dün gece ne oldu?" Cesaretimi zorla toplayarak sorduğum soruyla biraz geri çekilip yüzlerimizi hizaladı.

 

"Bilmem, ne oldu?" Benimle alay mı ediyordu. Utancımı bastırıp öfkemi çıkarmaya çalıştım ama çok zordu. Şu an en büyük duam yer yarılsa da yerin dibine balıklama, çivileme fark etmeksizin girmekti.

 

Bir elimi göğüslerimi gizleyen yorgana bastırıp diğer elimi çıplak göğsüne koydum. Sert sıkı göğsüne dokunmak bile içimi kıpır kıpır ediyordu. Lanet olsun! Geri çekildi ama ben ittiğim için değil istediği içindi.

 

"Benime dalga geçme dün gece ne oldu!" Dedim kendimi toparlayarak.

 

"Hatırlamıyor musun?"

 

"Hatırlasam sana mı sorarım zate-" diyecek oldum ama yatağın yan tarafına düşen kitaplığı görünce dilim damağıma yapıştı. Zihnimde bir şeyler döndü ama çok pusluydu. Ayırt edemiyordum.

 

Üstümden çekildiğinde kıyafet gardırobuna doğru yöneldi. Arkasını dönmesini fırsat bilerek hemen tişörtünü üstüme geçirip ayaklandım. Onun tişörtü olduğundan bana çok bol ve uzun gelmişti.

 

Her yerim ağrıyordu resmen!

 

Ağzımı açmış konuşacaktım ki masanın üzerinde gördüğüm paketle adeta elektrik çarpmışa döndüm. O paket şey paketi değildi değil mi? Prezervatif....

 

Arsal şok içinde baktığım noktaya bakınca gülmemek için kendisini zor tutuyor gibi yanaklarını ısırdı.

 

"Bu ne?" Diye bağırdım. "Bu-" Ben daha fazla konuşamazken Arsal başını geriye yatırıp gür bir kahkaha attı.

 

Bir de gülüyor muydu!

 

Sorduğum soruyu ciddiye alıp cevap verdi “Prezervatif.” Tekrardan bağırdım.

 

“Biliyorum aptal, ne için o!” binlerce ihtimal beynimde dönüp dururken o oldukça rahattı.

 

“Söyleyeyim mi ne için olduğunu?” Bu adam insanı çıldırtırdı. Dudaklarını aralamıştı ki tekrardan bağırdım. Ne için kullanıldığını duymak istemiyorum.

 

“Söyleme!” hızla koşup ağzını kapattım. Nasıl da eğleniyordu adi!

 

“Burada ne işi var! O şey niye açık Arsal!” elimi ağzından çekti.

 

“Sen açtın.” Tövbe haşa! Bu ne münasebet, bu nasıl iftira bu nasıl yalandı!

 

“Ben mi açtım?” Şaşkınlığın bir üst seviyesi neydi bilmiyorum ama bizzat yaşıyorum şu saniyeler.

 

“Evet sen açtın, illa takacağım dedin.”

 

Boş bulunup ”Kime?” Deyiverdiğim de dilimi ısırdım. Dilimi damağıma diksem kim ne derdi ki!

 

Arsal ise bu rezil soruma daha rezil bir cevap verdi. “Kendine.”

 

“Kendime?”

 

“Evet kendine.” Tasdikledi beni. Sinirim tepeme çıktı, me saçmalıyordu bu adam!

 

"Yediğim bir şeye ilaç katıp beni yatağa attın ve şimdi de benimle dalga mı geçiyorsun?" Diye sordum sert sesimle. Bana bakan yüzünde sen ciddi misin der gibi bir ifade vardı.

 

"Emin ol yatağa atılan sen değil ben oluyorum bu durumda." Dedi pişkince. "Geceyi hatırlamadığın için böyle söylüyorsun ama hatırlasan böyle konuşamazdın." Dolaptan hâki yeşili bir gömlek geçirdikten sonra eli altına gittiğinde şok içinde bağırdım. "Ne yapıyorsun!" Cırtlak çıkan sesimle yüzünü buruşturdu. "Üstümü değiştireceğim izin verirsen." Hızla arkamı döndüğümde iki elimle şakaklarımı ovaladım. Hatırlamıyordum! Giyindiğine emin olduğum bir süreden sonra tekrardan döndüğüm de aynada saçlarını düzenliyordu. Derin bir nefes aldım.

 

"Arsal... bak hiçbir şey hatırlamıyorum ve eğer aramızda bir şey geçti ise bilmeye hakkım var." Aynadan bana kısa bir an baktıktan sonra dudağın da oluşan kıvrımla tekrardan kendisine döndü.

 

Cevap vermedi! İtlik yapıyordu. Derin bir nefes aldım. Yanından geçip kendime bir kaç parça eşya aldıktan sonra bilerek omuzuna çarpıp banyoya sinirle adımladım.

 

Kapıyı kırmak ister gibi kapatırken "Geri zekalı! Geri zekalı!" Diye söyleniyordum. "Resmen seni kandırmış sen de aptal gibi sorguluyorsun, ne söylemesini bekliyorsam?" Üstümde ki tişörtü sıyırıp atacakken "Benimle birlikte olma düşüncesi seni bu kadar geriyor mu gerçekten Eva?" Diyen Arsal'ın sesi ile elim tişörtümün eteklerinde asılı kaldı. Ona döndüğümde bakışlarım saçma bir şekilde kapının kilidine dokundu. Kapıyı kilitlesem ne olacaktı ki adam alev alev istediği yerde beliriveriyordu!

 

"Bunu soruyor musun bir de?" Dedim şaşkınca. "Mutlu mu olmalıyım buna? Akşam ile ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum farkında mısın?" Bir kaç adım atıp karşımda durdu, geri çekilmedim.

 

"Sana rağmen sana dokunmadım şeytanın kızı, merak etme. Beni ne sanıyorsun bilmiyorum ama sarhoş bir kadından faydalanacak kadar düşmedim."

 

"İçmedim bile ne sarhoşluğu?" Sesim bu sefer daha sakindi, rahatlamıştım.

 

"Dün ki yediğin çikolatalar yüzünden oldu, alkol içerikliydi onlar." Demesi ile puslu bir görüntü anında yerine oturdu. Dur bir dakika... dün Arena gecesi için hazırlanmıştım... evet evet aşağıya indiğimiz, çikolata yediğim, Yelzar ile konuştuğum ve bir şeyler daha da vardı sanki...

 

"Erva'yı bağladın." Diyen Arsal ile unuttuğum bir parça daha yerine oturdu. Lan ben o kızı havuzların oraya bağlamıştım! Şimdiye donup ölmüş müdür acaba? Gerçi o vampir bozuntularına ne olacak ki!

 

"Buldunuz mu onu?" Dediğimde bana olan bakışlarından tam bir baş belası olduğum çok net anlaşılıyordu, sesli dile getirmesine gerek yoktu.

 

"Oraları hatırlamıyor musun?" Şakaklarımı ovdum. Normalde içtiğimin sabahı her şeyi hatırlardım fakat kontörlümü kaybedecek kadar da içmiş olmazdım hiçbir zaman.

 

Biraz daha düşündüm, Erva'yı bulduğumuz, Ravzar'ın üzerime atıldığı görüntüler kesik kesik beynime dolduğunda bakışlarım anlam kazandı. Erva'nın bana dedikleri bir bir netleştiğin de kan beynime sıçradı "O kancı orospuya yıldız geçidi açmazsam bana da Eva demesinler." Diyerek kapıya yönelmiştim ki Arsal hızla tuttu beni. "Kız bir dur, dünden beridir seni zapt etmeye çalışıyorum." Dedi bezmiş bir sesle.

 

Ona cevap vermek için sert bir şekilde döndüğüm de bir perde daha aralandı gözlerimin önünden. Yine böyle dip dibeydik ve lavabodaydık. Duraksadım.

 

"Soyunacak mısın?"

 

"Hayır, sadece gömleğimi çıkaracağım yoksa seni taşırken üzerine bulaşır."

 

"Ben de soyunayım mı?" .

 

"Bu ara çok açım biliyor musun?"

 

"Canım nasıl baklava çekiyor anlatamam."

 

Her hatırladığım cümlede ağzım aralanıyor şok için de gözlerim irileşiyordu. "Ağzımın ayarını-" demiş bulundum. Arsal keyifle beni izlerken devamını hatırlamak istediğime pek de emin değildin. "Lavaboda beni sıkıştırdığını hatırladın demek küçük ayyaş, namusumu zor kurtardım elinden, bıraksam bana oracıkta-" hızla ağzını kapattım. "Tamam sus Allah’ın cezası sus!" Diye yükseldim ve kollarının arasından çıktım. "Çık duş alacağım daha fazla hatırlamak istediğimi düşünmüyorum."

 

Arsal benimle dalga geçerek çıktı. Daha fazla düşünmemeye çalışarak duş alıp kişisel bakımımı yaptıktan sonra hızla üzerimi giyindim.

 

Dışarıya çıktığımda ise karşımda Arsal yerine başka bir adam duruyordu...

 

●İLAHİ BAKIŞ AÇISI●

 

Öğleden sonra güneşin keskin ışınları, Ahar topraklarına bıçak gibi düşüyordu. Taş zemin ısınmış, toz havalanmış, kalabalığın nefesi ağırlaşmıştı. Meydanın orta yerinde, ziftle karartılmış kalaslardan kurulmuş yüksek bir darağacı duruyor; kalın urgan, gölgesi zemine halka gibi düşen bir karanlık çiziyordu.

 

Ahar askerleri mızraklarıyla çemberi daraltmış, halk adeta avaz avaz bağırıyordu “İntikam! İntikam!”

 

Bu onlar için büyük bir intikamdı, bu onlar için yıllar sonra ortaya çıkmış bir hesaplaşmaydı, artık hesap kesilecekti. Öç alınacaktı.

 

Kalabalığın sesini anlık kesen şey ortalıkta yankılanarak kalabalığı yaran ayak sesleri oldu. Toprak ağır zincirlerle sürüklenerek meydana götürülürken halk peş peşe ellerine ne geçerse Toprak'a fırlatıyor bir an önce ölmesi için çırpınıyorlardı.

 

Kırcalı hiç sesini çıkarmıyor başı dik bir şekilde yürüyordu, ne zincirlere direniyordu ne de ölüme...

 

İçinde tek bir ukde kalmıştı o da uzun zamandır göremediği yeğenini bir kez olsun görme isteği... Bu mümkün değildi, biliyordu. Pişmandı, sadece pişman...

 

Kendisinden ölesiye nefret ediyordu uğruna ölümü göze aldığı yeğeni. İyi olsun, canı yanmasın, ister ki kendisini tamamen silsindi.

 

“Affet.” Dedi içinden. “Affet kızılım.” Bu gün iki adam da Eva’dan af dilemişti fakat Eva hiçbirisini duymamıştı....

 

Kendine verdiği bütün sözler yerle yeksan olmuştu Toprak’ın. Tek dileği ölmekti artık. Ona gösterilen yol da biçilen kaderde sadece Ölmekten ibaretti.

 

Bileklerindeki halkalar her adımda şangırdayarak bileklerini daha da yüzdü ama acıyı hissetmedi, her tarafı uyuşmuştu ve şu an hiçbir acı içinde ki acıyı geçebilecek ağırlıkta değildi.

 

Başını kaldırıp kral Gökten'in olduğu tarafa baktığında Arsal’la göz göze geldi. Gökten, boktan yaverleri, bir kaç tane Toprak'ın sikinde olmayan önemli adamları ve Arsal... yanlarında dikilen simaları da çok iyi tanıyordu. Yelzar, Akın ve Mavi'nin gözü de pür dikkat kendisindeydi.

 

Anlaşılan hepsi bu gösteriye şahit olmak için gelmişti. Donuk gözlerle baktı Toprak hepsine. Acı yoktu, korku yoktu, his yoktu. Sadece tuğlalarla örülü bir sur vardı ifadesinde.

 

Ölümün de yaşamın da bir anlamı olmadığını görüyordu o duvara bakanlar.

 

Duvarların ardını ise sadece kendisini bilenler bilirdi, tıpkı şu an olduğu gibi...

 

Arsal’ın Bakışlarında tek bir duygu kırıntısı yoktu ama içinden geçenleri en iyi dostu, kardeşi dediği adam, Toprak bilirdi. Öfkeli, nefret dolu ama anıların depreştiği bir karmaşa içindeydi Arsal.

 

"Sen benden nefret edebilirsin Karahan, ama bana zamanında kardeşim dedin. Bunu asla değiştiremezsin." Dudaklarını oynatarak söylediği şeyi çok net anlamıştı Arsal ama bir tepki vermedi. Sadece izledi

 

İkisinin arasında yılların kardeşliği ve günün ihaneti aynı anda dolaşıyordu.

 

Bilerek gitmişti Arsal Toprak'ın yanına.

 

O zindana gitmiş onu kışkırtmıştı ki çıksın o cehennemden. Çünkü Toprak Kırcalı isterse çıkamayacağı delik yoktu. Sadece istemesi lazımdı ve Arsal biliyordu ki Toprak orada kendisine yaptıklarının cezasını çektiriyordu.

 

"Bile bile canını yaktın Arsal." Toprak ile yüzleşmesinin üzerinden daha beş dakika geçmeden yanında ki kız ona sorgular gözlerle bakıyordu. "Onu hayatta tutan sadece Eva ve sen alçakça Eva'nın üzerinden onun canını yaktın!" Diyen Elyesa oldukça sinirliydi. Toprak ve Arsal'ın tüm konuşmalarını zindanın dışında sadece kendisi duymuştu ama Elyesa bile Arsal'ın dediklerini kaldıramamıştı.

 

"Elya." Dedi uyarı anlamında. Başı yeterince zonkluyordu, bir de onun sikmesine gerek yoktu. Ayrıca söylediklerinden kendisi de memnun değildi ama mecburdu. "Neden?" Elyesa anlam veremiyordu bu olanlara, Toprak’ı bu şekilde vurmasını istemiyordu.

 

"Elya, Toprak eğer buradan çıkacak olursa sadece yeğeni için çıkar. Bunun için bile çıkmıyorsa gerçekten bedelini ödemek istediği bir şey vardır ve ölümünü bekliyordur. Ben sadece onu denedim." Elyesa bir kaç saniye yüzüne baktı, zeki bir kadındı. Anlaması uzun sürmedi.

 

"Sen onun önüne yem attın. Eğer Toprak çıkıp gelirse suçsuz ama Eva'ya rağmen çıkmayıp ölümü bekliyorsa yaptıklarının bedelini bu şekilde ödemeyi göze alan bir suçlu oluyor."

 

Ve Toprak Kırcalı tüm suçu kabul ederek ölmeyi seçmişti. Kendisini aklamak yerine hak ettiğini bulmayı...

 

"Ne oldu Yel?" Diye sordu Akın Yelzar'a. Bakışlarını asla Toprak'a dokunduramıyor, içinde Eva'ya verdiği sözlerin nasıl tek tek buhar olup havaya karıştığını, ne denli anlamsızlaştığını görüyordu. Oysa Eva ona nasıl da güvenen gözlerle bakıyordu, yanında olmasından mutlu olarak belki de ilk defa karşısında değil de yanında birisini görmenin sevincini yaşamıştı...

 

Yelzar bunların hepsini paramparça etmişti.

 

İçinde ki suçluluk duygusu sadece Eva'ya değil "Yanındayım, her zaman kardeşimsin" dediği adamın ölümünü bizzat izlediğindendi de...

 

Oysa bu dört adamında birazdan urganın acımasız keskinliğinde ölüp gidecek olan adamla sırt sırta verdikleri bir mazileri vardı ve hiçbirisi de şu an buna dur demiyordu.

 

Bunun için çırpınan tek kişi sadece Eva'ydı ve Yelzar Eva'nın arkasından iş çevirerek umutlarını bir bir çürütüp öldürmüştü.

 

Düşünüyordu, Eva’ya ne hesap vereceğini düşünüyordu.

 

Eva'ya nasıl dayın öldü hem de gözlerimizin önünde öldü, ama hiçbirimiz kılımızı kıpırdatmadık, hiçbirimiz elimizi uzatıp onu o urgandan çekip almadık diyecekti...

 

Oysa onlar böyle bir durumda olsa Toprak öleceğini dahi bilse onları bu durumdan çekip çıkarırdı.

 

Toprak bakışlarını onlardan çektiğinde muhafızlar onu darağacına doğru sürükledi. Urgan hazırlanırken kalabalık tekrar coştu. "Ölüm, ölüm, ölüm!" Demelerine göz devirdi Toprak. "Amına koyduğumun itleri bir iki dakika sussa da huzur içinde ölüp gitsem." Tüm olanlardan sonra huzur içinde ölebileceğini sanmazdı.

 

Meydana bakan taş balkonun üzerinde, Ahar Kralı Gökten ayakta duruyordu. Dudaklarının kenarında taşlaşmış bir çizgi… Emrinin anlamı meydandaydı.

 

Bu, yalnız bir infaz değil, ilan edilmiş bir hesaptı. Çünkü yıllar önce, Anasır Krallığı yüzünden oğlu ölmüştü. Bugün darağacının tepesinde duran esir, o krallığın prensi Toprak'tı. Adaletin diliyle konuşulsa ceza kalabalığın diliyle konuşulsa öçtü bu.

 

İntikamdı...

 

Toprak’ın elleri arkadan zincirliydi; yüzünde dövülmelerin izleri, bakışında sönmemiş bir diklik. Asla başını öne eğmiyor gözlerinde korkuya dair tek bir iz yoktu. Urgan boynuna yerleştirilirken başını kaldırdı; kalabalık bir deniz gibi dalgalandı, sesler bir uğultuya karıştı. Kral Gökten ayağa kalktı. Sesi, meydanı kesen bir kılıç gibiydi: “Akıttığınız kan yerde kalmayacak! Oğlumun kanı yerde kalmadı! Soyunun bedelini sen ödeyeceksin, Toprak Kırcalı!” Kalabalık coşkuyla haykırdı. Taş meydan sarsıldı. Toprak başını kaldırdı, zincirli ellerine rağmen dimdik durdu. İçinde tek bir istek vardı, son nefesinde tek ailem dediği insanların yüzünü görebilmek...

 

Herkes coşkuyla bağırıyor halk kan istiyordu fakat o sırada, kimsenin fark etmediği bir şey oldu. Hava ağırlaştı, uğultular arasında görünmez bir titreşim yayıldı. Toprak’ın göğsünden yukarıya doğru keskin bir sancı yükseldi. Urganın sıkışmasından değil, bambaşka bir yerden… İçinde bir şey parçalanıyor, başka bir şey doğuyordu. Ani bir acı sanki tüm ruhunu kapladığın da boğuk bir haykırış koptu dudaklarından. Ne olduğunu anlamayan halk şaşkınca bakarken Arsal ve diğerleri merakla balkona daha da yaslandılar.

 

Dizlerinin üzerine çöktü. Zincirler göğsünü sıkıyormuş gibi bedeni titremeye başladığında buna engel olamıyordu.

 

Halk bu çöküşü korku sandı ve daha da coşkuyla bağırmaya başladı. Fakat Toprak’ın yüzünde korku yoktu; gözlerinde yabancı ama tanıdık bir parıltı belirdi. O an herkes hâlâ idamın gerçekleşmesini beklerken, yalnızca Arsal’ın gözleri farklı bir şey gördü...

 

Toprak ruhunun düğümlerle bağlanmasının acısını çekerken Arsal aniden elini havaya kaldırıp "Durun!" Diye bağırdı ve bu tüm coşkulu sesleri bıçak gibi kesilmesi için yetti.

 

Toprak tekrardan acı ile haykırdığında bileğinde ki zincirler basıncın yarattığı bir patlama gibi koptu. İleriye doğru sarsılarak düştü, elleri hızla başının iki tarafını bulduğunda bir kere daha ruhu koparcasına bağırdı ve balkonda ki herkes o an aşağıya indi.

 

Havada ki yoğunluk dalga dalga Toprak'ın etrafını sardığında yumruklarını sıkarak başının iki tarafına defalarca kez vurdu.

 

Delirmiş gibi bağırıyor ardı ardına kafasına vuruyor, elektrik akımına uğramış gibi titriyordu. Acıyı iliğinden kemiğine kadar hissediyor, ruhuna atılan ilmekleri ve birleşen ruhu görmüyordu. Sadece bedeninden ayrılmadan başka ruhlara bağlanan ruhunun acısını çekiyordu.

 

Muhafızlardan birisi onu öldürmek için ileriye doğru atıldığında Arsal hızla öne geçerek onu durdurdu ve Toprak'a doğru yaklaştı.

 

Tüm acı çığlığı bir anda duran Toprak'ın gözleri havaya dikildi, acısı yavaş yavaş onu terk etti ve ruhuna işlenen diğer ruhun varlığı ile gözlerini kalabalığa çevirdi. Arsal gördüğü şey ile olduğu yerde taş kesildi.

 

Toprak’ın bakışlarının içinde Afran’ın izi vardı. Kardeşine özgü o keskin bakış çizgisi, o küçücük ama sarsıcı ifade… Afran’ın gözlerinden tanıdığı o ışık... hepsi saniyeler içinde Toprak’ın gözlerinden geçip gitti ve Arsal hepsini gördü.

 

“Hayır... bu bu imkansız.” diye düşündü. Halk tekrardan intikam diye haykırıyor, Gökten öfkesini kusmaya devam ediyordu, ama Arsal için bütün meydan susmuştu. Kardeşinin ruhunu Toprak’ın içine bağlayan bir büyü yapılmıştı... Yasaklı, tehlikeli, yapılması bile imkânsız görülen bir büyü… Ve bunu yapan tek bir kişi olabilirdi.

 

"Yapmış..." Dedi Akın şok içinde, Arsal'a döndü. "Eva, Afran ve Toprak'ın ruhlarını birleştirmiş..." zaman asıl o zaman durdu Arsal için...

 

Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu.

 

Eğer Toprak ölürse ruhunun bağlı olduğu kardeşi de ölecekti...

 

Eva Efnan Arsal Karahan'a daha önce kimsenin yapamadığı, cesaret çizgisinden dahi geçemediği o intikamın ilkini almıştı. Arsal’ın yüzünde ya da bakışların da bir değişim olmadı lakin içinden her bir parça yere devrilerek onu sarstı.

 

Hayatında ilk defa bir insana güvenmeyi seçmişti ve o kişi ilk dönüşünde sırtından vurmuştu.

 

Deliler gibi aşık olduğu kadına güvenmeyi seçmişti, Arsal ilk defa birine güvenmeyi böylesine istemişti ama unuttuğu şey ona çok kötü bir darbe vurmuştu.

 

İntikamını alacağını haykıran kadın ne zaman söylediğini yapmamıştı ki şimdi yapmayacaktı?

 

Ve dahası vardı...

 

Arsal artık bunu daha iyi anlıyordu.

 

Tutulduğu kadın bir şeytandı...

 

Tenine değil ama ruhuna işkence ettiği kadın kurnazdı...

 

Arkasında kimsenin olmadığı Eva bir orduydu ve elinde ki tek silahı kan gözleriydi...

 

Eva onu bugün öyle acı bir noktasından vurmuştu ki vurduğu yara henüz kapanmamış kardeşini kurtaramadığı her gün, için için kanayan bir yaraydı.

 

İlk darbesi sayılmazdı ama son darbesi de olmayacaktı. Bu aşk hiçbir zaman düşmanlıktan çıkmayacaktı ama birbirlerinden de ayrılamayacaklardı...

 

Tüm şaşkın kalabalığın ortasın da meydanda üç el kurşun patladı.

 

Tüm ses bıçak gibi kesildi...

 

Su aktı yoluna gitti, rüzgar esti tersine gitti, yağmur yağdı oluğuna düştü ve üç kurşunda aynı bedenin farklı yerinde acı verdi.

 

Herkes birbirine baktı, kimin nasibi kana bulandı aradı bir süre gözler lakin üç kurşuna da sahiplik yapan tek kişi Ateşlinin prensi Arsal Karahan oldu...

 

Eva intikamını almış sayılmazdı ama en sarsıcı darbeyi vurmuştu, Eva Efnan en koyu tondu ve aldığı öç de en dipten gelen renkten olmuştu...

 

🦋BÖLÜM SONU🦋

 

Mutlaka yorum yapmayı unutmayın ballarım🌹

 

Yıldızın üzerine basarak oy verirseniz mutlu olurum.

 

❤️Sizleri çok seviyorum❤️

 

Diğer bölüme kadar sağlıcakla kalın

 

❤️Çokça kalp❤️

 

Instagram hesabım_ sadecesu4

 

 

Bölüm : 14.10.2025 21:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...