♡

♡

♡
Düşüncelerinizi ve fikirlerinizi mutlakaaa yorumlarda bekliyorum canlarr. Düşünceleriniz benim için çok değerli 🤍
...
🌬 Bazı itaatler boyun eğmek değil, en büyük baş kaldırma işaretidir
Aynaya baktığımda gördüğüm yansıma hiçbir zaman ben olmadım. Gördüğüm kişi ve bildiğim kişi aynı değildi çünkü.
Hani derler ya aynanın karşısına geçin ve ben kimim sorusunu kendinize sorun diye. Bunu aynanın karşısındaki kişiye değil bildiğin kişiye sormalıydı.
Tüm insanlar zaten aynanın karşısındaki kişiyi görüyor ama senin bildiğin kişiyi göremiyorlar. Ne dışarıdaki insanlar ne de aynanın karşısındaki kişi. Tek gerçek bildiğin kişidir.
Onun ne istediğini en iyi ise sen bilirsin.
Yanlışlarım oldu ama bunların doğrularımı götürmesine izin vermedim. Hayatın acı gerçeğidir oysa yanlışın doğruyu katlettiği. Ben her yanlışımda bir doğrumu öne sürmedim ki doğrularım beni terk etsin.
Ben her hatamda kendimi suçlamadım ki bir çıkış yolum olsun.
Ama bu sefer yapamamıştım sanırım.
Her şeyin sorumlusu aynada baktığım kişiydi.
Oysa ben aynadaki kişiye değiş bildiğim kişiye bakardım.
Yanlışlarım doğrularımı götürdü,
Oysa ben yanlışıma karşılık hiç bir doğrumu öne sürmezdim.
Her hatamın ağırlığı dağlarca yük olup omuzlarıma bindi
Oysa ben hatalarım olsa bile kendimi suçlamazdım.
Aynada baktığım kişi beni suçladı ve doğru olduğunu sandığım bütün yollar yanlış çıktı
Bir fotoğraf kadar acı, bir anı kadar geri dönülmezdi. Çünkü o karedeki mutluluğu bir daha asla aynı dozunda hayatında olamayacaktı. Soluğum tıkanıyor ciğerlerim parçalanacak kadar hızlı koşuyordum.
Biliyordum varacağım yeri ama her seferinde sanki ilk defa gelmişim gibi oluyordu. Bildiğim adımları sanki bilmiyormuş gibi atmak gördüğüm yerleri sanki hiç görmemiş gibi bakmak mümkün müydü?
Nefes nefese kaldığımda elimi duvara yaslayarak soluğumu düzene sokmaya çalıştım. Zordu, çok zordu. O kadar koşmuşken kalbim patlayacak kadar hızlı çarpıyorken, zordu. Bir basamağa daha adımımı attığımda ayağıma dokunan ıslaklığın kan olduğunu bilecek kadar çok geçmiştim bu yoldan.
Üst kattan gelen çığlıkların kahkahalarla karıştığı anı birazdan arkamdan koşarak beni yakalayacak olan kadını hepsinin saniyesine kadar biliyordum ne zaman gerçekleşeceğini. Çünkü bu başıma ilk defa gelmiyordu. Kanın ılık ve ıslak hissi ayak parmaklarıma doluştu. Yeni akıtılmıştı, hâlâ bedenden yeni ayrıldığını gösteren bir sıcaklığa sahipti.
Kanlı basamaklara adımlarımı atıp hızla yukarıya koşmaya devam ettiğimde arkamdan çığlıklarla gelen kadının tam on sekizinci basamakta omuzumdan yakalayıp beni duvara fırlatırcasına yaslayacağına kadar biliyordum. Bildiğim halde koşuyor bildiğim halde sürekli aynı kanın üzerinden geçiyordum.
Buz kesmiş eller çıplak omuzuma dokunup sırtımı sertçe duvara çarptığında her zamanki yaptığımı yaparak boğazına sarıldım.
Kimdi bilmiyordum, neden beni kovalıyor ya da neden ben her zaman aynı kanlı basamaklara basıyordum, bilmiyordum!
Yüzünü görüyor ama hatırlamıyor, hatırlasam da tanımıyordum, bazen ise hiç yüzünü dahi görmüyordum. Şu an olduğu gibi.
Boğazımı öldürmek istercesine sıkan kadını her zaman nasıl uzaklaştırıyorsam kendimden şimdi de öyle yaptım. Dizlerimi karnına vurup omuzlarından tuttuğum kadını kanlar içindeki merdivenden aşağı yuvarlanmasını sağladım. Aynı çığlıkları aynı seste ve aynı tonda bağırarak aşağı yuvarlandı.
Gelmeyecekti, öldü mü bilmiyorum ama gelmeyecekti. Tıpkı her zamanki gibi. Siyah elbisemin uçlarına bulaşan kanının ağırlığını hissedebiliyordum üzerimde. Elime topladığım elbisemle daha hızlı koşarak basamakları geride bıraktım. Yine kanlı basamağın otuz ikincisine adımımı attığımda aşinası olduğum o acı ses duyuldu.
"Annee! Anne kurtar beni buradan annee!" Sürekli duyduğum ve kim olduğunu bilmediğim bir kızın sesi. Çaresiz çığlıklarla yardım istiyor, yalvar yakar bağırıyordu. Merdivenlere daha hızlı tırmanıp yukarıya varmaya çalıştım.
Kahkahalar ve çığlıklar birbirine karıştı. Feryatlar ve haykırışlar tüm merdiven basamaklarına sindi. Adımlarımı hızlandırdım.
"Al onu, o cehennemden." Kulağımın dibinde olan nefesle aceleyle arkamı döndüm. Kimse yoktu. Önüme ve arkama baktım, yoktu. Olmadığını bildiğim halde etrafımda sesin sahibini aradım.
Boynumda gelen fısıltıyla omurgamdan aşağı akan ılıklık kalbimi üpertti. Dönmedim bu sefer arkamı. Yoktu çünkü, o arkamda değildi. Topladığım eteğimi avuçlarımın içinde daha da sıkarak bitmek bilmeyen basamakları koşarak geride bıkamaya devam ettim.
"Kurtar onu... lütfen, Kurtar onu.."
Boynumdaki nefesi hissediyordum. Fısıltısı kulağımı aşıp içime işleyecek kadar derindi. Kimdi bu kadın? Bana neden bu kadar yalvarıyordu? Her seferinde niye benden umut bekliyordu?
Benim onu kurtaracağımdan nasıl bu kadar emindi?
Koşmaya devam ettim. Ve beklediğim yere gelmiştim. Gördüklerime her seferinde şaşırıyordum, halbuki ilk görüşüm değildi hiçbiri.
Gökten yere doğru inen urganların ucunda sallanan cesetleri ilk görüşüm değildi mesela. Damlayan kanların oluşturduğu göle ilk defa gelmiyordum ben.
Cesetlerin ayak uçların da devrilmiş olan taburelerin yarısı pisliğin içine batmış durumdaydı.
İntihar etmiş cesetler ve altlarında göl gibi birikmiş olan kan kokmadı, oysa kan da insana has olan bir şey değil mi? İnsana ait olan her şey ise pis değil mi?
"Kurtar onu!" Arkamdan gelen sesin sahibi bu sefer oradaydı. Arkamı dönmesem de bunu biliyordum. Her seferinde olduğu gibi.
"Yapamıyorum işte!" Dedim buz gibi bir sesle, "Neden ısrarla bunu benden istiyorsun?"
"Bırakma onu orada. Kurtar onu bu intihardan" Yan tarafıma dikilen kadın elini kaldırıp urganla sallandırılan cesetleri gösterdi. Yumruğumu sıktım. Her defasında benden bir kızı kurtarmamı istiyordu ama ben sürekli geç kalıyordum. Ben o kızı hiçbir zaman kurtaramıyordum.
"Annee! Anne ne olur al beni buradan." Küçük bir kız çocuğunu andıran sesle bakışlarım ölülerin arasında taburesi devrilmemiş olan tek urganı buldu. Yanımdaki kadını bırakıp oraya doğru koştum. Büyük alanda her taraf kandı, ortalık can pazarına dönmüştü. Etrafta duyulan kuş sesi bile ortamı daha da geriyordu. Kızın olduğu tarafa koşmaya devam ettiğimde yine yetişemeyeceğimi bile bile nefes dahi almadan onun yanına gidiyordum. Ne olacağını biliyordum. Sürekli yaşadığım bu döngüde ayağıma dalın, taşın nerede takılacağına kadar biliyordum hatta.
Fakat bu sefer o kısır döngü kendisini başa sarmadı.
Urgan boynunda, eli arkasında bağlı olan kız on altı on yedi yaşlarında görünüyordu. Boncuk boncuk yaş döktüğü gözlerine bakıyordum ama saniyeler içinde hafızamdan siliniyordu yüzü. Simasını hafızama kaydedemeden sıfırlanıyor geriye kalan tek şey ise kızın ağlama sesleri ve yakarışları oluyordu. Kızın yanına varmama on adım kala bir anda sert bir şeye çakılarak yere düştüm.
Önümde arkamda hiçbir şey yoktu ama ben sert bir şeye çarpmıştım. Bir kere daha kızın yanına gitmek için adımladığımda önümde görünmeyen hayali bir kalkan beni engelledi. Diğer taraf görünüyor ama elimi uzattığım an bir cama çarpmış gibi diğer tarafa geçmeme izin vermiyordu. Kahrolasıca! Neden geçemiyordum! Belki bu kızı kurtarırsam bu kadın da beni rahat bırakırdı. Yumruğumu o tarafa doğru attığımda ses gelmiyor elim o tarafa geçmiyordu.
Kızın yakarışları büyürken arkadaki kadının sözleri yine banaydı.
"Kurtar onu... lütfen kurtar onu." Yankılanarak kulağımda duyulan ses işimi daha da zorlaştırıyordu. Düz ve ifadesiz gelen ses bu sefer ağlamaktan kısılmış ve boğuk geliyordu.
Kendimi bir kere daha o tarafa doğru itmeme rağmen bir türlü önümdeki görünmeyen engeli aşıp da kızın yanına varamıyordum.
"Kurtar onu, Kurtar." Kadının sesini ensemde hissedince tüylerim diken diken oldu. Sonra her şeyin aksi bir şey oldu. Sürekli kendini tekrar eden o kesite bu sefer farklı kişiler dahil oldu .
Tam karşımızda sanki benim geçtiğim o kanlı yoldan geçmiş gibi nefes nefese koşan o adamı gördüm. Üstü başı kan toz içinde kalmış saçlarının dipleri terden ıslanmış ve alnına yapışmıştı. Benim gibi o kızın olduğu yere koşarken yanında bir adam vardı. Kimdi, neyiydi bilmiyorum ama tanımıyordum. Yüzü diğerlerinde olduğu gibi saniyeler içinde hafızamdan siliniyor kim olduğunu anlayacak kadar fırsatım olmuyordu.
Buradaki kimsenin yüzü hafızamda kalmazken onun gözlerindeki acı görebileceğim kadar netti.
Bakışları boynunda urgan olan kıza bakarken öfkeyle harlanıyor acıyla büyüyordu.
"Kurtar onu, Kurtar onu, kan gözlü kız."
Sesler çoğalıp kulağımda yankılanıyor bağırış ve feryatlar birbirine karışıyordu. Arsal yumruğunu görünmeyen kalkana defalarca kez vurmasına rağmen benim gibi diğer tarafa geçemiyordu.
"Annee! Anne kurtar beni." Kızın ağlamaları çoğalıyor o bağırdıkça Arsal daha da öfkeyle görünmeyen kalkana vuruyordu. Elimi bir kere daha uzattığımda yine o camsı dokuya çarptım. Olmuyordu! Lanet olsun, olmuyordu! O kızı kurtarsam belki bu işkence biterdi ama olmuyordu! Kalkana yumruk atan ellerimin üstünde başka bir el hissedince yan tarafımdaki kadına döndü bakışlarım.
Yüzü netti artık. Görebiliyordum. Anlık olarak zihnimden uçup gitmiyordu. Zihnime kazınan ilk uzvu ise gök mavisi gözleriydi. Kadın otuz yaşlarında var yoktu. Daha büyük de olabilirdi ama öyle güzeldi ki yaşını göstermiyor, siyaha yakın koyu kahve saçları omuzlarına dökülüyordu. Kadın her kimdi bilmiyorum ama gök mavisi gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu. Ona doğru döndüğümde sol avucumun içine bir şey sıkıştırıp yumru haline getirdi ve sıkı sıkı kapattı.
"Al onu oradan." Güzel Mavi gözlerinde bir damla daha yaş yanağına süzülürken yutkundum. "Kızımı o cehennemden kurtar Eva..." dedi ağlamasına rağmen pürüzsüz sesiyle.
Ne dudaklarım aralanıyor Ne de tek bir kelime çıkıyordu ağzımdan. Öylece durmuş kadının mavi gözlerine bakıyordum. Başımı çevirip kızıl gözlerim Arsal'ı bulduğunda bakışlarımız kesişti. Niye gözlerinden hiçbir ifade okunmuyordu? Nasıl bir insan bu kadar boş ve ruhsuz bakabilirdi?
Aynaya baktığında gördüklerine şaşırmıyorsun ama ete kemiğe bürünmüş halini görünce mi şaşırıyorsun? Aynadaki yansımanda Ne görüyorsun ki Eva?
Kulağıma dolan sesler beni içine girdiğim şeyden kurtulmam için zorluyordu.
Aynaya baktığımda gördüğüm boş bakışlar ete kemiğe bürünüp bana karşılık verdi
Arsal Karahan tıpkı benim gibi ruhu olmayan bir ceset gibi bakıyordu.
Arsal'ın bakışları benden ayrılıp yanımdaki kadını bulunca gözlerinde gördüğüm o duygu özlemdi. Kadına olan bakışlarında devasa bir özlem vardı.
Her şey çok hızlı geçip farklı rüzgarlara dayanıyor, rüzgar her ateşi duman dahi görmemiş okyanuslara taşıyordu.
Kanın Nil nehri gibi ortadan ayırdığı okyanuslar özlemin acısı ve öfkenin nefretiyle büyüyordu.
Arsal bir kere daha yumruğunu kalkana geçirdiğinde yine olmadı. Yanında hiçbir şey yapmadan olanları izleyen adam sonunda hareket etti. Bir adım attı, bir adım daha ve bir adım daha attığında Arsalla ikimizin de geçemediği o kalkan sanki yokmuş gibi sınırı aşıp boynunda urgan olan kızın yanına yaklaştı. Rahat bir nefes aldım. O kızı kurtarırsa belki bu işkence biterdi, belki bu olanları bir daha görmezdim.
Yavaş ve sakin adımlarla yürüyen adam taburenin üstünde elleri bağlı ve boynunda dolanmış iple ağlayan kıza baktı. Cebindeki bıçağı çıkartarak kızın bağlı olan ellerini kesti. Bir adım geri çekilerek gözlerini Arsal'a çevirdi. Arsal'ın irislerindeki öfke harlandı ve yumruğunu daha da sıkarken çene kemiği seğirdi. O adama neden böyle öfkeyle bakıyordu?
Gözlerim dikkatle adamın üzerindeyken adam öyle beklemediğim bir şey yaptı ki donup kaldım.
"Kızıımm!" Yanımdaki kadının acı haykırışıyla kızı kurtaracağını sandığım adam tabureye tekme atıp kızın ayaklarını yerden kesti. Soluksuzca olanları izlerken kanım dondu, kız ellerini boğazındaki ipe götürüyor çekiştiriyor, çıkarmaya çalışıyordu. İmkansızdı. Yanındaki adam hareket etmeden çırpınan kıza bakarken sadece birkaç dakika içinde çırpınan kızın hareketleri dudu ve elleri iki yanına düştü.
Yanımdaki kadının yakararak ağlayışları, Arsal'ın öfkeyle bağırışları etrafımı sararken çivi gibi çakılı kaldığım yerden kıpırdayamadım. Yumruğumu öyle bir sıkıyordum ki kadının avuçlarımın arasına koyduğu şeye bakmayı dahi unutmuştum. Yan tarafa döndüğümde kadının orada olmadığını gördüm ama sesi kulaklarımdaydı. Avucumu gevşeterek bana verdiği şeye baktığımda acı sesi hâlâ netti.
Avuçlarımın arasındaki gül tomurcuğuna kilitlendi kızıl gözlerim.
Sesler kulağımdan içime işlerken beni çekiştiren şeyin ne olduğunu anlamıyordum. Başım dönüyor sesler birbirine giriyordu. Kulağımda ardı ardına duyulan sesler boğuklaşırken olduğum yerden sıçrayarak kalktım.
Tam dibimde olan Mavi ürkerek geri çekilirken ağzından çıkan küfürleri duyabilecek durumda değildim.
"Hay ebeni si-" dudaklarını birbirine bastırarak küfrünü yuttuğunda nerede olduğumu bilmiyordum. Gözümü ovalamak için elimi yüzüme çıkardığımda ellerimdeki zincirleri görünce kaşlarımı çattım. Etrafıma bakınca buranın bir zindan olduğunu anlamak zor olmadı.
"Çıkar şunları." Dedim elimdeki zincirleri göstererek.
"Bileğindekilere rağmen boğuyordun adamı. Sence çıkarır mı sanıyorsun?" Elyesa'nın öfkeli sesiyle ona döndüğümde yanında dikilen Akını gördüm.
"Ellerini birbirine dikmediğime dua et sen, kızıl şeytan! Baygın baygın boğazımı tırmaladın. Öldürüyordun lan beni!" Bakışlarım boğazına inince gerçekten tırnak izleri ve sıkıldığı için parmak izlerinin kızarıklığı varıdı.
"Uykumda saldırmam ben! Bana her ne verdiyseniz o yüzden olmuştur." Bu pek de doğru sayılmazdı ama onlar bunu bilmese de olurdu. Mavi denilen adamın ela gözleri öfkeyle irileşti.
"Sus, yoksa ya elini dikerim ya da ağzını." Dediğinde küçümseyici bir nida döküldü dudaklarımdan.
"Diksene." Kafamı dikip baktığımda Elyesa denilen kız bana katlanamıyormuş gibi gözlerini devirdi. Ona da aynı sinir bozucu ifademi yolladığım.
"Bana attığın o hançerin hesabını soracağım sana. Şimdilik bu delikte kal sonra bizzat icabına bakacağım. " Sesindeki aşağılamayı zerre umursamadım. Alaysı ifadem bozulmadı.
"Emin misin?" Dedim "Bir saniyelik arayla şu an alnında mükemmel bir imzam olacaktı, gerçi sen bunu göremeyebilirdin ama olsun." özellikle sinirini bozmak için kullandığım tonlamayla öfkeden yumruklarını sıktı. Üzerime doğru gelecekken Akın kolundan tutup onu kendine çekerek durdurdu. Buğday renkli teni ve o tonlara yakın saçları vardı. Gözleri sarıya yakın bir açık kahve tonlarındaydı. Her anlamda göze hitap ediyordu, Mavi de öyleydi ama beni ilgilendirmezdi. İnsanlıkları yoktu sonuçta, dış görünüşlerinin bir önemi olmazdı.
"Akın bırak kolumu şunu parçalayayım!" Bana doğru atılmaya çalışan kızı kolundan daha da kavrayıp kendine çekti Akın.
"Sakin olur musun? Şu an olmaz." Dedi kızı yatıştırmak için. Elyesa'nın bana atılmaya çalışan hallerine bakarken dudağımın kenarı sinsice büküldü.
İnsan çatlatmakta üstüme yoktu.
"Akın, sen Elyayı götür bende bu şeytanın bir şeysi var mı diye kontrol edip geleceğim. Dedik o kadar Arsal'a o ilacın dozu çok yüksek diye dinlemedi." Mavinin son cümlesiyle kaşlarım çatıldı.
"Ne verdiniz lan bana." Dedim tıslarcasına.
"Zehir canım, kısmet olursa üç vakte kadar geberip gideceksin." Mavinin alaysı tonuna öfkeye hırlayarak üzerine atılmaya çalıştım ama iki bileğimde de olan zincir yüzünden bu girişimim başarısız oldu.
"Ay hoşt!" Diye bir adım geri çekilen Mavi, Elyesa ve Akına bakarak "Yürüyün gidelim bu köpek bir yerlerimizi ısıracak."
"Senin gibi mundarın neyini ısıracağım be!" Diye cırladım.
"Ha sıkıntı benim mundar olmam yani, köpek olduğun kısmı kabul ediyorsun?" Dediğinde gerçekten bileklerimde zincir olmasa şimdiye kafasını kopartmıştım.
"Asker!" Dedi Akın gür bir sesle "Kızın kapısının önünde bekle. Sabaha kralın karşısına çık-" Akın cümlesini tamamlamadan acıyla bağırarak elimi boynuma attım. Titreyen elimi boynuma atarken tüm vücudum titredi.
"Kıza baksana Mavi!" Dedi Akın aceleyle, "Dedim, o doz bu kıza ağır gelir diye!" Acı inleyişlerim devam ederken Mavi bana korkan gözlerle bakıyordu.
"Salak salak konuşma, ilaçtan vücudu tepkimeye girmiş olabilir. Bakmalısın." Akının söylediklerine ters ters baktı.
"Ya zaten ölmeyecek mi? Bırak burada ölsün gitsin işte." Bu çocuğun kafasını koparmak farz olmuştu. Daha da acıyla inleyince Mavi aceleyle gelip bana baktı. Üzerime eğilmesini fırsat bilerek üzerindeki anahtarı inceden yürüttüm. Farkına bile olmadı. Titremelerimi yavaştan azalttığımda zar zor nefes alıyormuş gibi yaptım. Kendimi zorlayarak kendime getirmiş gibi buğulu gözlerimi kaldırıp Maviye baktım.1
"Emil Jannings ve beraberindekiler seni görse Oscar aldıklarına utanırdı! " oscarlık performansım iç sesim tarafından onaylandığına göre başarılıydı.
"Ne oldu kız? Felç mi kaldın?" Dedi rahat rahat. Ben değildi sen kalacaksın yakında sarı kafa.
"Felç kaldıysan da normal yani. O kadar dozla en az on gün uyuman gerekiyordu, sen iki saat anca uyudu-" demesine kalmadan kafamı burnuna geçirdiğimde geri savrulup kalçasının üzerine düştü. Burnundan akan kanla küfürler savurdu.
Boşuna küfrediyordu kırmamıştım sonuçta, kıra da bilirdim.
Elyesa endişeyle Mavinin yanına diz çöktü. "Şeytan soyu!" Diye bağırması beni daha da delirtiyordu ama belli etmedim. Dudağıma yerleştirdiğim sahte bir gülümsemeyi onlara gönderdim.
"Ölmeye mi çalışıyorsun, Eva?" Dedi Akın sakince diğerlerinin aksine. "Bunun için uğraşıyorsan kendini yorma, sabaha hükmün verildiğinde zaten kurtulma şansın yok." Üçü de zindandan çıktığında Mavinin üstünden aldığım anahtarı duvarın dibindeki boşluğa ittirerek sakladım. Zindanın önündeki muhafız ciddiyetle dikilmeye başladı.
Sırtımı duvara vererek derin nefesler çektim içime. Vermesi zor oldu ama dudaklarımın arasından kaçan solukla bakışlarımı sol avucuma kaydı. Rüyanın etkisi üstümden gitmiş sayılmazdı.
Tam tamına üç senedir sürekli aynı rüyayı görüyordum.
Her gün olmasa da sürekli gördüğüm bu rüya yakamı bırakmıyordu. Her kelimesine kadar ezberlediğim rüyam bugün ilk defa farklı bir şekilde zihnime yerleşmişti.
Üç yıldır rüyamda yüzünü göremediğim adam hep Arsalmış.
Zincirin bağlı olduğu ellerimi şakaklarıma bastırdım. Her şey o kadar karışıktı ki hiçbir parça diğerine uymuyordu. Birleştirilen hiçbir yapboz doğru yerinde değildi. Hangisini yanlış yere koyduğumu anlamak bile bu kadar zorken nasıl hepsini doğru şekilde birleştirecektim bilmiyorum!
Bu lanet olasıca yerde neden kaldığımı bile çözememişken sikik bir rüyanın tabirini çözmeye çalışmam çok saçma.
Bakışlarım muhafızın üstünde gidip gelirken kızıllarım sol elindeki yüzük parmağının çevresindeki izde oyalandı. Yüzül yoktu ama uzun süredir yüzük taktığı aşikardı. Onu incelemeye devam ederken bakışlarım gözlerini çevreleyen mor halkaya kaydı. Çok değil birkaç günün uykusuzluğu vardı üzerinde. Bakışlarım ellerine indiğinde parmaklarının üstünde ki yara izleri beni şaşırtmadı. Büyük ihtimal bir kaçgün önce duvara ya da sert bir yere yumruk atmıştı.
Manzaraya bakıldığında karısından ayrılmış mutsuz bir erkek görüyordum.
Elimizde güzel bir malzeme var. Sadece birkaç tutam bilgi daha olsa tadından yenmezdi ama artık olsun doğaçlama bir şeyler yapacağız. Sahte bir öksürükle boğazımı temizledim.
"Bence de aldattı." Dediğimde ciddiyetle dikilen adamın bakışları bana döndü.
"Bence de diyorum, aldattı." Dedim tekrardan dalgın haline bakılırsa ilkinde ne dediğimi anlamamıştı.
"Ne diyorsun sen?" Şu erkekler kadınları korkutmak için niye sesini kalınlaştırmaya çalışır anlamıyorum ki.
"Karının seni aldatmasına üzüldüm, bence sende üzülmelisin." Dedim yalandan dudaklarımı büzerek. Adamın ifadesinde bariz bir şaşkınlık geçse de kendisini çabuk toparladı. Doğru noktaya parmak bastığımı anlayınca buradan yürüdüm.
"Ne dediğini anlamıyorum. Sesini kes ve otur." Gayet de anlıyordu oysa. İfadesiz yüzünü karşısına çevirip bana bakmayı reddetti.
Hadi ama bakacağını ikimiz de biliyoruz.
"Siz erkekler anlamadan dinlemeden karara varma konusunda neden bu kadar inatçısınız?" Kaşları çatıldı, cevap vermedi. Birazdan söyleyeceğime de cevap vermesindi hadi.
"Belki bildiğin gibi değildir diyeceğim ama sana mi inanayım duyduklarıma mı?" Dediğim ilgisini çekmiş olacak ki bakışları tekrardan beni buldu. Dudağım kıvrılacakken bunu durdurdum. Ciddiyet gerekiyordu şu an.
"Daha dün gelmiş biri bu ülkeyle alakalı ne duymuş olabilir ki?" Dedi inanmadığını belli ederek. "Kıçını kurtarmaya çalışıyorsan boşuna uğraşıyorsun. Sabaha hükmün verilmiş olur." Dediklerini duymamış gibi yaparak gözlerimi yalandan irileştirdim.
"Aaa." Dedim şok nidasıyla. "Kafandaki ne senin!" Boşluğuna gelmiş gibi elini kafasına attı.
"Ne varmış kafamda?" Dedi eli hâlâ kafasında bir şeyler ararken. Çok gerçekçi oynamış olmalıyım ki elini iyice kafasında gezdirdi.
"Gülmek yok Eva, devam." İç sesime uymam gerekiyordu.
"Ay pardon boynuzmuş, boynuz. Bu kadar uzadığını fark etmedin mi?" Dedim sinir bozucu bir gülümsemeyle. Dişlerini sıkarak demir parmaklıkları öfkeyle tuttu.
"Seni kimsenin eline bırakmaz ben öldürürüm." Öfkeden kuduran sesine doğru yolda olduğumu gösteriyordu.
"Merak ediyorum bu kadar güvendiğine değdi mi?" Kızaran yüzü hakim olamadığı sinirindendi.
"Seni ilgilendirmiyor şeytan soyu!"
"Haklısın, az önce de buradan çıkan arkadaşının karının evine gidecek olması da beni ilgilendirmiyor." Dediğimde yutkundu. Gözlerindeki ateş öyle bir büyüdü ki biraz daha zorlarsam zindana girip beni öldürmesi işten bile değildi.
"Eğer ölüm saatini erkene çekmeye çalışıyorsan devam et!" Diye hırlayarak demirleri sarstı. Hayvan biraz daha zorlarsa parmaklıkları kıracaktı.
"Ben uyuyacağım sen de ne halt edersen et. İki insan gibi konuşulmuyor sizinle de." Sanki adamı hiç delirtmemiş gibi sırtımı döndüm. O da öfkeyle yerine geçerken aklıma bir şey gelmiş gibi aceleyle yerimden doğrulunca ne oldu dercesine bana baktı.
"Hiç boynuzların kapıya çarpmasın diye uyarmak istedim de." Dediğimde hırlayarak bir kere daha demir parmaklıklara atıldı. Umursamadan yönümü dönüp gözlerimi kapattım. İçine ektiğim şüphe tohumları onu uzun süre zapt etmezdi.
İkisinin arasındaki farka gelecek olursak birinin olma olasılığı içten içe bitirirken diğerinin olmama olasılığı insanı bitirirdi. Bu durum kişiden kişiye değişebilirdi.
Bende bu adama şu an birinci tarifeyi uygulamıştım. Olmaması için içten içe dua ediyor ama ruhunu kemiren şüphe onu bitiriyordu. Uzun süre bu halde beklemezdi. Sabredemezdi.
Çok değil yarım saat sonra bana seslenen muhafızın neden seslendiği çok iyi biliyordum.
Geri zekalı sanki benim adım şeytandı.
"Kız şeytan soyu?" Yok ben bunun anasını si... neyse. Uyuduğuma emim olmaya çalışıyordu. Yine ses vermediğimde uyuduğumdan emin oldu. Uzaklaştığını ayak seslerinden anlamak zor değildi. İçine düşürdüğüm kaygı yüzünden ayrıldığı ama sevdiği karısının yanına gidiyordu. Eğer ona zarar vereceğine dair en ufak bir ışık olsaydım asla böyle bir şey yapmazdım. Bu adam karısını seviyordu ve umarım karısı onu gerçekten de aldatmamıştı.
Maviden aldığım anahtarla bileklerimi çözüp ayağa kalktım. Aniden kalkmam yüzünden mi bilmiyorum bir anda başım döndü. Başımı iki tarafa sallayarak kendime geldiğimde demir parmaklıkların önündeydim.
Bir insan hiç mi normal şeyler yaşamaz? Evet yaşamıyormuş.
Başıma daha bundan kötü ne gelebilir dedikten sonra bir tek kıyametin kopmadığı kalıyordu. Hayatta ki şansımı sorduklarında şöyle açıklayabilirim ki; incir ağacı çiçek açtığında şansım bana dönüyor ya da direkt o incir ağacı şans olarak bana giriyor bence, ayrıca o ne saçma bir sözdü ve şu an o kadar derdin içinde tek takıldığım yerin incir ağacı olması daha da saçmaydı.1
Nereye gitsem demir parmaklıkları bulmam şaka mı?1
Çok düşünmeye gerek yoktu. Saçımdaki tel toka ile kilidi zorlanmadan açtım. Alışık olduğumuz ekşınlardı bunlar. Etrafımı kolaçan ettiğimde etrafta kimse yoktu. Başıma tek bir muhafız bırakacaklarını sanmazdım. Muhtemelen biraz ilerde bir düzine adam beni beklemekteydi. Çıkış yerine zindanın içine doğru ilerledim yalın ayak.
Evet hâlâ ayağımda bir ayakkabı yoktu
İlerlemeye devam ederken ayağıma dokunan fare bokları yüzünden kusabilirdim. Çok nemli ve yosunluydu burası. Zindanların içindeki cesetlerin kokusu ileriye gittikçe daha da ağırlaşıyordu. Çürümüş cesetler kurumuş kemikler, bunlar gerçekten insanlıktan nasibini almamış canilerdi. Burnumu tutarak ilerlediğimde bir delik veya bir havalandırma bulmayı umut ettim. Aksi taktirde bir düzine adamı dövmek zorunda kalacaktım.
Biraz daha ilerlerken karanlığa yansıyan ufak ışığı gördüğümde sevinçle adımlarımı hızlandırdım. Şükürler olsun ki şu deliğe bir havalandırma koyacak kadar akılları varmış. Işığın vurduğu zindanın yanına geldiğimde kare şeklinde köşede sızan ışığa baktım. Küçüktü ama geçemeyeceğim kadar değil. Tek soru neden burayı en azından demir yardımıyla kapatmadıklarıydı. Tel toka sayesinde orayı da açarak içeriye girdim.
Bakışlarım zindanın köşesindeki manzarayı kaydı. Sadece kemikleri kalmış olan cesedin elleri arasında duran demirden pencerede oyalandı. Muhtemelen yıllar önce buradan kaçmak için pencereyi uzun uğraşlar sonucu çıkartmış ama çıkamadan ölmüştü. İskeletin yanına gidip minnettar bakışlar attım.
"Kime niyet kime kısmet be kuru kafa." Kadın mı erkek mi pek bir fikrim yoktu "Neyse sağ ol yinede. İşimi kolaylaştırdın." Elini sıktığım kurumuş kemikler komple elimde kaldı. "Bana da elini veren kolunu alamıyor." Yaptığım espiriye gülen olmayınca kendi kendime güldüm. Çok kaliteliydi bence.1
Kapıyı arkamdan kapatarak kare kadar olan o deliğe çıkmaya başladım. Taşlara basarak elimi duvardaki boşluklara koyarak kendimi yukarıya ittim. Taş duvar olduğu için tırmanmak zor değildi. Elimi attığımda sallanan taşlar çok güven vaat etmiyordu ama devamdı. Elimi biraz daha ileri uzatıp ayağımı yukarıya çektim. Bastığım taş bir anda kayınca ayağım boşluğa düştü. Ayağımı nereye koyacağımı ararken ilk gelen şeye bastığımda bir kırılma sesi daha geldi. İnşallah biri duymazdı. Başımı eğip yere baktığımda iskeletin kafasına basmıştım. Kafa tası yere yuvarlanıp yüzü bana dönük şekilde kaldı. Mahcup bakışlarım bir kuru kafada bir de çıkardığım kolunda dolaştı.
"Ay kusura bakma o senin kafan mıydı? Görmemişim." Adam çıkış yolumu yıllar önce bana açmış ben gelmiş adamın üzerinde tepiniyordum. Neyse yapacak bir şey yoktu. Kendimi dışarıya ittiğimde ayaklarım bir anlık boşlukta sallansa da biraz daha yukarıya çıktığımda bu delikten kurtulmuş oldum.1
Derin bir nefes verip olduğum yerden kalkarak etrafa baktım. Daha doğrusu baka kaldım.
İhtişamlı sarayın ihtişamlı bahçesi olurdu herhalde.
Çimenlerin içine döşenmiş küçül küçük taşlardan olan yol, o yolun vardığı gösterişli kamelyalar, adını bile bilmediğim çeşit çeşit çiçekler ve en son büyük bir münakaşa yaşadığım ağaçlar. Derin bir nefes soluduğumda türünü bile bilmediğim çiçeklerin hoş kokusu ciğerlerime nüfus etti. Çiçek sevmezdim ama burnuma dokunan soft koku insanı mest ediyordu.
Arkamı dönüp baktığımda o minik taşların oluşturduğu yolun küçük bir köprüye vardığını gördüm. Göz kamaştıran bir peyzajı vardı. Sadece etrafıma baktığımda bile böyle büyüleyici bir görüntü veriyorsa içinde gezip dolaşıldığında kim bilir insanı ne kadar etkilerdi.
Etrafı inceleme isteğimi bastırıp küçük adımlarla ilerledim. Etrafta sabah sabah öten kuşlardan ve köprünün altında akan o sudan gelen sesten başka bir ses yoktu. Ortalıkta ne bir muhafız ne de bir saray görevlisi vardı.
Yeni yeni aydınlanmaya başlayan gökyüzündeki kapalı mavinin her tonu buğlu bir görüntü veriyordu kızıl gözlerime. Saat dört buçuk beş civarı olmalıydı. Etrafa temkinli bakışlar atarak yürümeye başladım ama hâlâ kimse yoktu.
Bu kadar basit olamazdı değil mi?
Bu işte bir bokluk vardı. Büyük bahçenin ağaçları arasına girmeyi reddettim. Mümkün değil gidip o ağaçlarla tartışamazdım. Bir şekilde çıkışı bulmalıyım.
Duvar diplerine sinerek gitmekle bir yere varamazdım. İlerde büyük bir yapıt daha vardı. Daha önce görmediğim bir mimari, rastlamadım bir tasarımdı. Müştemilat olma olasılığı vardı ama başka bir şey de olabilirdi.
Etrafa kolaçan bakışlar atarak ilerledim. Saray kadar olmasa da burasıda baya büyüktü. Etraftaki heykeller ve üzerinde hangi dil olduğunu bilmediğim yazılar vardı.
Etraf sessiz, in cin top oynuyordu. Şu an üzerimde iz yol bilmemenin verdiği büyük bir çelişki vardı. Ne tarafa gitsem hangi yola girsem sonunun bir yere varamayacağı hissi içime bir yılan gibi usulca sürünüp yerini almıştı.
Aklım hâlâ bu olanları almazken içimde bir yerlerde hep bir gariplik olduğunu biliyordun zaten sesi yükseliyordu.
Evet, her zaman bir gariplik olduğunu hissediyordum. Gerek bende gerekse ailemde bir sorun vardı. Kendimi hep diğer arkadaşlarımdan akrabalarımdan farklı hissetmişimdir. Bir şey vardı hep. Beni onlardan ayıran, bana farklılık katıp beni anormal kılan bir şey.
Akla hayale gelmez, zekaya mantığa sığmazdı. Her şeye aykırı olan bu durumun ne doğru düzgün bir açıklaması ne de gerçekçi bir yanı vardı.
Ama gerçekti. Sinir bozucu bir şekilde gerçek.
Çıkacaktım bu cehennemden. Her ne olursa olsun Toprak'ı da annemi ve babamı bulup çıkacaktım buradan.
Sessiz ilerleyişim devam ederken kulağıma boğuk bir ses ilişti. Etrafa bakındı kızıllarım hızlıca, kimse yoktu.
Aynı ses tekrardan duyulduğunda bastırılmış boğuk bir çığlık olduğuna eminim oldum. Çok kısık ve bir anlıktı ama duymuştum. Büyük yapıtın arkasına doğru hızlı hızlı adımlar atarak ilerleyip kafamı duvarın köşesinden uzattığımda gördüklerim kanı beynime sıçrattı.
Üç tane ayı gibi adam bir kadını zorla götürüyorlardı.
Ağlaya ağlaya çırpınan kız onlardan kurtulamıyor bağırmaya çalışsa da ağzını kapatıyorlardı. Kimse yok muydu bu lanet olasıca memlekette!
Gündüz vakti ayı gibi üç adam, kızı götürüyordu ve bir allah'ın kulu yoktu ortalıkta. Kısa saçlı kız çırpınmaya devam etti ama gücü yetmiyordu. Gördüğüm görüntüye tahammül edemedim. Olduğum yerden öfkeyle çıkıp kızı sürükleyen şerefsizlerin yanına ilerledim. Biri hem ağzını kapatıyor hem de belini kavramıştı sürüklerken, diğerinin eli kızın kalçasında dolaşıyordu. Kız çırpındıkça kalçasına sert bir şaplak atıp kızı daha da ağlatmaya devam etti. Şerefsiz piçler! İkisi kızı sürüklerken biri arkadan geliyordu. Sessiz adımlarla arkadan gelene yaklaştığımda nefes nefese aceleyle yürüdüğünü gördüm.
Heyecanlıydı puşt evladı. Hiçbir suçu olmayan kızın canını yakmak için bu kadar heyecan iyi değildi. Hızlıca elimle ağzını kapattığımda o daha ne olduğunu anlamadan tek elimde boynunun iki tarafına sert bir baskı yaparak sesinin çıkmasını engelledim. Dirseğini arkaya savurarak karnıma vurmaya çalıştı ama boşluğa gitti. Ağzını ve burnunu iyice kapatırken boğazındaki baskıyı arttırıp onu nefessiz bıraktım. Çok değil yaklaşık on beş saniye içinde kollarıma yığılarak bayıldı. Bu taktiği Yosundan öğrenmiştim. Sevgili dayıma buradan çok teşekkürlerimi iletirim.
Adamın üzerini aradığımda bıçaktan başka bir şey bulamadım. "Bu şerefsizlerde ne biçim asker, silah falan yok mu?" Sessizce söylenerek diğer iki piçin yanına yaklaştım. Çırpınan kızın saçlarını arkaya iten it gülerek konuştu.
"Farkındayım güzelim baş başa olalım istedin ama üçlü olsun güçlü olsun derler." Kız daha çok ağlamaya başladı ama ellerinden kurtulamadı. Son damla da taştığına göre artık şovumu yapabilirim.
"Yerinizde olsam o kızı bırakırdım beyler." İki adamın bakışları beni bulduğunda ufak çaplı bir şaşkınlığını ardından hemen ifadelerine kaliteli bir piç olduklarını belli eden bir ifade belirdi. Gözleri vücudumda gezinirken sırıttı biri
"Ooo güzelim sen de kimsin?" Birazdan öğrenecekti kim olduğumu.
"Kızı bırakın dedim." Çırpınan kız durmuş mutlulukla bana bakıyordu. Yeşil gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Adamın birisi kızı diğerine ittiğinde kız yere çakılacakken diğeri kolunu zorla çekiştirerek vücuduna yasladı. O kıza biraz daha hayvan gibi davranmaya devam edecek olurlarsa boyunlarını kırmak benim için zor olmazdı.
"Sende katıl aramıza güzelim." Bana doğru yaklaşarak kızı tutan adama baktı. "Hem daha eğlenceli olur seni temin ederim, katıl bize." Buz gibi bakışlarım bu mikropların üzerindeyken yalvaran gözlerle bana baktı ellerinin arasındaki zavallı kız.
"Lü- Lütfen." Dedi tir tir titreyen sesiyle. "Lütfen beni bunlarla bırakma." Kolunu tutan adam hayvan gibi onu daha da kendisine çekerek saçlarını avuçları içine topladı.
"Niye öyle diyorsun Nar, bence çok eğleneceğiz." Adı gibi yüzü de güzel olan kız daha çok ağlamaya başladı. Yanıma gelip kolumu tutan adam bana seksi olduğu sandığı bir şekilde göz kırptı. "Gelmek ister misin, kızıl arı." O arı birazdan seni soktuğunda göreceğim sendeki bu gevşeklikleri.
"Kızı bırakın, son kez uyarıyorum." Dedim tereddütsüz. Beni çekiştiren adam kahkaha attı. "Duydun mu Behçet, son uyarısıymış." Bir kahkaha daha atacakken arkada baygın olan arkadaşlarını görünce gülen ifadesi bir anda durdu.
"Küçük orospu-" demesine kalmadan yakasından tutup tam burnu kırılacak şekilde ayarlayıp kafayı gereken noktaya gömdüm. Gelen çatırtı sesine bakılırsa yine ölçüyü tam ayarında tutturmuştum. Santim şaşamazdı. Bunu beklemiyor olacak ki mala dönen adam kendine gelmeden yumruğumu elmacık kemiğine geçirdim. Kendinden geçen adam sersemleyerek üzerime atılacaktı ki çıplak ayağımla göğsüne attığım tekmeyle yere kapaklandı.
"Baran." Diye bağıran adam kızın kolunu bırakıp üzerime atıldı. Yan taraftaki ağaca koştuğumda ondan kaçtığımı sanan asalak peşimden geldi, ağacın gövdesine basarak üstüne sıçradım. Göğsüne yediği tekmeyle yere yığılıp öksürüklerle ayağa kalkamaya çalışan adamın karnına ardı ardına tekme attım.
Arkadan gelen Nar'ın sesle sırtıma saplanacak bıçağı bir anda arkamı dönerek engelledim. Bıçağı yüzüme savurarak üzerime yürüdü.
"Şimdi seni delik deşik ettim kaltak."
"Gelsene piç kurusu!" Üzerime bir kere daha atıldığında bileğini yana büktüm, bağırmasına fırsat vermeden diz kapağının arkasına attığın tekmeyle önüme düştü. Kırılan eli umurumda değildi. Özellikle kızın kalçasına dokunan elini seçmiştim. Her bir kemiği ayrı ayrı kırılması gereken bir kanı bozuk için azdı bile. Elleri titreyen Nar bana büyük bir taş getirdiğinde ona göz kırptım.
"Ay çok sağ ol şekerim." Tereddüt dahi etmeden taşı adamın kafasına geçirip bayılttığımda işim bitmiş oldu.
Elleri titreyen kız bir saniye bile düşünmeden bana sarıldı. Bunu beklemediğim için donmuş şekilde kaldım.
"Teşekkür ederim, teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." Diye fısıldadı ağlamaktan kısılan sesiyle. O bana sarılırken ben bazı şeylerin idrakine yeni varıyordum. Burası bir saraydı ve koskoca bir krallıktı. Buraya kadar elimi kolumu sallayarak gelmiş ve üç tane adamı bayıltana kadar dövmüş ve bir allah'ın kulu da görmemişti. Çünkü etrafta kimse yoktu.
Düşen jetonun etkiyle dudaklarımdan bir "Hassiktir." Nidası kopup geldi. Durumun özetiydi. Narı kollarımdan uzaklaştırıp kızın yüzüne baktım ama hiçbir şeyden habersiz, az önceki yaşadıklarında dolayı korkuyla bakıyordu gözleri. Yumruğumu sıkıp buradan uzaklaşmaya meylediyordum ki arkamdan gelen alkış sesiyle gözlerimi yumup içimden binlerce kez hassiktirler çektim. Kahretsin!
O yöne döndüm ama beni neyin beklediğinin farkında olarak.
Beni izleyen iki muhafız ve o dört tanıdık simayı görmek zaten tepemde olan sinirlerimi arşa taşıdı.
Üzerimde gezen mavi gözlere kilitlendi bakışlarım. Tüm dikkatiyle bana bakıyordu. Şerefsiz piç! En başından beri beni izliyordu değil mi?
Nasıl bu kadar aptal olabilirdim!
O zindandan çıkacağımı ve bir şekilde kaçacağımı bildiği için etraftaki askerlerini çekmişti. Öfkeyle bakan gözlerim hoşuna gitti. Dudağının köşesinde oluşan o kıvrımla bana bakarken ne yaptığını anladığımı anlamıştı.
Nar'a baktığımda ne olduğunu anlamadığını ve gerçekten suçsuz biri olduğunu gösteren gözlerle bize bakıyordu. Ağlamaktan kızarmış yeşil gözleri ve çırpınmaktan ter içinde kalmış alnına kakülleri yapışmıştı. İfademi tutmak istersem de öfkeli adımlarım Arsalın yanını buldu.
"Biliyordun." Dedim tıslarcasına. "Kaçacağımı da bu kızı kurtaracağımı da biliyordun!" Maviliklerinde ki üstünlük ifadesi beni deli ediyordu!
Az önce bayılttığım adam uyanarak etrafına alık alık bakışlar attığında Arsalı gören gözleri öyle hızlı kendine gelip kendine çeki düzen vererek ayağa kalktı ki hızla yanımıza gelirken aceleden sendelemişti.
Titreyen bacaklarla Arsalın önünde diz çöktü. Ben ona dik dik bakarken başkaları onun karşısında korkudan tir tir titriyordu.
"Akın." Dedi Arsal gözleri benim üzerimdeyken "Nar'ı götür buradan ve yarası var mı diye kontrol ettir." Akın Arsalı ikiletmeden Nar'ın kolundan tutarak onu götürmeye çalıştı ama Nar kolunu geri çekti.
"Gelmiyorum ben hiçbir yere!" Dedi kısık sesiyle. Bağırmaktan konuşmaya takati kalmamıştı.
"Sana zarar vermeyeceğim." Dedi Akın onu götürmeye çalışırken ama Nar öyle çok korkmuştu ki kolunu ondan kurtarmaya çalışıyordu.
"Bırakın beni! Uzak durun benden! Lütfen dokunmayın." Diye çırpınmaya başladı. İçimde bir yerlerin sızladığını hissettim. Her kadına yaşattıkları bu travmayı onlara ölüm olarak geri iade etmek istiyordum. Her seferinde.
"Emirlerime karşı mı geliyorsun, Nar?" Arsalın çelik gibi sesiyle Nar yerinden sıçradı desem yalan olmazdı.
"Hayır efendim ben öyle bir şey demek istemedim." Arsal'ın yanında öyle zor konuşuyordu ki kekelemişti. Bu herif niye millete korku salıyordu?
Arsal'ın sesini duymak bile Nar'ın ödünü kopartmıştı. Şu an öyle çok titriyor ve korkuyordu ki efendisinin ona dahi dönmeden kendisine hitaben konuşması bile kalbine indirebilirdi.
Dış görünüşünün altında yatan bir canavar vardı.
Evet prensinin her kadının arzusunu uyandıracak kadar yakışıklı ve göz alıcı olduğunun elbet farkındaydı ama ona göz ucuyla bile bakmak insanın korkudan geberip gitmesine sebep olabilirdi. O kadar ki katı o kadar ki sertti.
O yakışıklı ve çekici bir meleği andırsa da şeytanın ateşini donduracak kadar soğuk ve ürkütücü, cinin yattığı yeri bilecek kadar kurnazdı.
Her kadının mest edecek kadar güzel düşmana korku verecek kadar tehlikeliydi.
Yüzünün güldüğü nadir görülürdü alaysı gülüşlerini saymazsa. Onlar bile karşı taraftaki hedefini daha da delirtmek içindi. Gerçek değildi.
Karşı karşıya durmuş olan Efendisi ve az önce onu kurtaran kıza baktı. O gelmeseydi başıma neler gelirdi düşüncesi bile midesini bulandırıyordu. O kıza minnettardı ama neden birbirlerine bu kadar öfkeli bakıyorlardı anlamıyordu.
Bir tek Nar değil etrafta olan hiç kimse anlamıyordu.
Olanlara akıl sır erdirebilen yoktu ama herkes bilirdi ki Arsal bir şey yaptıysa her zaman mantıklı bir açıklaması ve geçerli bir nedeni olurdu. Şu an karşısında kendisine öfkeyle bakan kadının bu kadarını yapabileceğini tahmin etmemişti. Evet Evayla ilgili bazı öngörüleri vardı ama karşısındaki kadının bu kadarını yapacağını düşünmüyordu.
Ama onu bitirecek olan bir şey varsa o da vicdanıydı. Eva Efnanın engel olamadığı bir öfkesi üstünü bastıramadığı bir vicdanı vardı.
En başından beri kaçacağını biliyordu. Muhafızları yolundan bilerek çekmişti ki küçük şeytanın neler yapabileceğini rahatça izleyebilsin. Gerçi yoluna koysa da ortada bir muhafız bırakmıyordu.
Elyesa neredeyse siniri krizi geçirmek üzereydi çünkü burada olana hiçbir şeyi anlayamıyordu. Yanındaki Maviyi dürtüp 'neler oluyor?' Adlı bir bakış attığında Mavi onu hemen anladı ama dudağını bilmiyorum der gibi büktü. Biliyordu oysa ama Elyesadan gizli iş çevirdiklerini ona söylerse muhtemelen onu parçalar, her parçasını ayrı bir dağın eteğine gömerdi.
Onun yalan söylemesi Elyesa'nın ona inanacağı anlamına gelmiyordu. Gram inanmasa da ortalık gergin olduğu için sesini çıkartmadı.
"Götür onu Akın." Arsalın metali andıran sesiyle sesini bile çıkartamadım Nar. Kolundan tutup onu çekiştiren adama ayak uydurmak zorunda kaldı sadece.
Kızı zorla sürükleyen Akın'ın yüzünde hiçbir duyguya yer yoktu. Arsalın böyle bir halt yiyeceğini tahmin edebiliyordu ama bu şekilde olacağını düşünmüyordu. Eva'nın bu oyunu anlaması uzun sürmemişti ama geç olmuştu. Eğer Nar'ı umursamadan yoluna devam etse bile Arsalın ona kaçma fırsatı vereceğini sanmıyordu.
O itin kafasında kaç tane tilki dolaşıyor tanrı bilirdi.
Hiçbirinin kuyruğu bir diğerine değmezdi.
"Şerefsiz it, neyin peşindesin!" Diye homurdandı ağzının içinden. Kolundan tutup çekiştirdiği kızın ona ayak uyduramadığını çok sonra fark etti. Resmen kızı sürüklüyordu.
Kafasını çevirip ona korku dolu gözlerle bakan kıza baktığında onu bir yerden tanıdığını ama şu an için çıkaramadığını fark etti. İlla ki sarayda görmüşümdür diyerek umursamadan önüne döndü. Prensin yanından uzaklaştığına kanaat getiren Nar kolunu tutan adamın elini itmeye çalıştı. Az önce uysal uysal duran kızın bir anda çırpınmaya başlamasıyla Akın duraksadı.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" Dedi buz gibi bir tonda. Nar kolunu onun esaretinden kurtararak uzaklaştı.
"Rahat bırakın beni lütfen." Dedi saygısını elinde tutmaya çalışarak. Sonuçta o Arsal'ın sağ kolu en güvendiği adamı ve arkadaşıydı. Kraliyetten olan birine karşı saygılı ve sizli konuşmalıydı. Akın'ın tek kaşı havalanırken sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu.
"Düş önüme beni daha fazla sinirlendirmek istemezsin." Akın'ın bu kadar soğuk oluşu Nar'ı ürkütse de belli etmemeye çalıştı. Çok başarılı sayılmazdı.
"Siz Efendimizin emrini yerine getirebilirsiniz, bundan sonrasını ben halledebilirim." Akın'ın sabrı iyiden iyiye taşıyordu.
"O puştun emrini yerine getirmek için uğraşıyorum şu an." Bir anda boşluğuna gelip söylediği şeyle Nar'ın gözleri irice açıldı. Yeşil gözlerini belertip ona korka korka bakmasının sebebi bile Arsaldı. Milleti niye bu kadar korkutuyordu bu adam anlam veremiyordu.
"Yani efendinin emrini işte, artık ne sikimse-" bu seferde ettiği küfürle dilini ısırdı. Gerçekten işi başından aşkındı ve şu an uğraştığı detaylara baktı!
"Karşınızda bir kadın olduğunu hatırlatırım." Nar'ın dik baş tutumuyla ama bir o kadar kısık çıkan sesiyle homurdanarak kızın kolundan tutup tekrardan yürütmeye zorladı.
"Bırakın beni!" Diye cırlayan Nar'ı duymazdan geldi.
"Bırakır mısınız beni!" Diye lütfederek bağırdı bu sefer de. Akın ters ters bakmamak için verdiği çabayı gözlerini yumup birkaç derin nefes soluyarak yuttu.
"Sesini kes ve yürü." Ürkek bakışlar atan Nar'ın artık tepesi atmıştı. Bir kere daha çırpınmaya başladığında Akın bu sefer onu bırakmadı.
"Bırakın artık beni!" Diye bağırmaya devam etti. Zaten başına iğrenç bir olay gelmişti ve şimdi de zorla alıkoyuluyordu. Hiçbir şey anlamadığı yetmezmiş gibi kimse de bir şey anlatmıyordu!
Akın adımlarını durdurup ona bağıran kıza tek kaşını kaldırarak baktı. "Az önce Arsal'ın önünde dut yemiş bülbül gibiydin ne o, bir anda aslan kesildin. Bu kükremelerini efendine karşı da yapsaydın ya." Sinirden kuduran Nar kolunu çekmeye bir son verip karşındaki küstah adama baktı.
"Sabah sabah başıma gelmeyen kalmamış bir de sizinle uğraşmak istemiyorum. Lütfen." Dedi üzerine basa basa. "Lütfen beni bırakın." Akın'ın öfkelenen ifadesine anlam veremese de Yeşil gözlerini kırpıştırarak baktı yanındaki adama.
"Başına gelecekleri bildiğin halde kabul etmeseydin sende." Dedi Akın sert bir dille. Nar Akın'ın neyden bahsettiğini bilmiyordu. Kafası karışmış bir şekilde baktı.
"Ne kabul etmesi? Ben hiçbir şeyi kabul etmedim!" Akın inanmadı kıza.
"O çok ürktüğün efendinin işlerine bulaşmasaydın o zaman." Devam etti "Merak ediyorum nasıl bu kadar gerçekçi oynayabildin?" Nar anlamıyor anlamadığı için daha da sinirleniyordu. Kolunu zorla ondan kurtardığında tekrardan bağırdı. Anlaşılan bağırmadan konuşamıyorlardı.
"Tekrar söylüyorum ben hiçbir şey kabul etmedim!" Akın bir adım atıp kızın yüzünü incelemeye başladı yalan söyleyip söylemediğini kontrol etmek için. Sarıya çalan kahve gözlerini kızın ağlamaktan şişmiş olan Yeşil gözlerine dikti.
Gözlerinde yalana dahi herhangi bir iz aradı ama yoktu. Sadece korkmuş ve ürkmüş bir kızın bakışları vardı.
Aklına gelen şeylere de inanamadı. Arsal bir kızı askerlerine emir vererek zorla taciz ettirecek kadar şerefsiz değildi.
Tamam, kabul ediyordu arkadaşının arada bir ibneliği tuttuğunda onu kimse yolundan dönderemezdi ama bu kadarını yapmazdı.
Karşısında gerçekten taciz edildiği için ağlayan bir kadının olduğunu anlaşmasıyla sarsıldı. Gözlerinde öfkenin çıngıları çalarken gerçekten bunu yapan muhafızları elleriyle öldürecekti. Bunu yaptıran Arsal'ın da belasını sikecekti.
Arsal ise ayakları altına yatmış ona yalvaran muhafıza asla acıma göstermeyecekti. Onun emri sadece kızı alıkoymak yönündeydi. Masum bir kızı taciz edip onu ağlatmak değil. Onu parçalamak ister gibi bakan kızıl irislerden gözlerini ayırmazken ayağının dibinde tir tir titreyen heriften yükselen "Efendim be-" lafını sakin ama hiddetli bir tonda böldü
Nar'ı sürükleyerek götüren Akını umursamadım. İçimde tuttuğum ama gözlerime yansıdığına emin olduğum bir ifadeyle baktım bana ifadesiz bakan maviliklere
Ona taciz eden muhafız arsalın ayakları altında titrerken "Efendim be-" diyecek oldu ama sözü Efendisi tarafından kesildi
"Kes sesini." Arsal'ın sert sesiyle eşek kadar adamın titrediğine şahit oldum. Utanmasa altına yapacaktı. Arsal'ın mavilikleri kızıl irislerimi delip geçerken sinirden yumruklarımı sıkıyordum. Ayaklarının altında ona yalvaran bir adam yokmuş gibi sakin ve umursamazdı. Yavaşça üzerime doğru eğilerek yüzlerimizi aynı hizaya getirdi.
"Eğer bir işe baş koyduysan yapman gerekir, şeytanın kızı." Dedi tok sesiyle
"Kaçmak için çıktıysan kaçmak-" gözleri gözlerimdeyken elinin tek bir hareketiyle yerde ayaklarına kapanan adamın kafası hiçbir kesici alet olmadan ayaklarımızın dibine düştü.
"Öldürmek için çıktıysa öldürmek." Sesinde ne bir tereddüt vardı ne de iğne ucu kadar vicdanın izi.
Gözleri gözlerimdeydi ama ne yaptığını elbet biliyordu. Bu olanları o tezgahladıysa neden kendi adamını öldürmüştü?
"Ayrıca bu herif niye İki de bir önümüze kelle iteleyip duruyordu!" İç sesimin haklı isyanına bir şey diyemedim.
"Çıktığım yoldan dönen bir insan olmadım hiçbir zaman," Dudağının köşesi varla yok arası kıvrıldı. Elini kaldırıp baş parmağını göğsümün biraz üstüne kalbime bastırdı.
"Sen olmadın ama burası var ya," dedi kalbimin üstüne iki kere bastırarak "burada sakladığın vicdan seni bitirecek. Burada sakladığını sandığın ama seni kontrol eden vicdanın seni bitirecek." Dedi, parmağını indirdi. Bilerek yapmıştı. O adamlardan o kızı bilerek zorla alıkoymasını istemişti ki görünce ne yapacağımı anlamak için. Vicdanıma oynamıştı.
"Şimdi kralın karşısına çıkacaksın, ister zorluk çıkartırsın bayıltarak götürürüm. İster kendi rızanla gidersin, tatsızlık çıkmaz. "Alaysı gülüşümü dudaklarıma kondurdum.
Tabi ki de zorluk çıkaracaktım.
Az önce bayılttığım pardon Arsal'ın öldürdüğü adamdan aldığım bıçağı cebimden çevik bir hareketle çıkartıp Arsal'ın boynuna yasladım. Arkadaki muhafızlar atak yapmak için bize doğru atıldılar ama Arsal elini kaldırıp dur işareti yaptı. Bunu yapacağımı bekliyormuş gibi hiç şaşkınlık yoktu maviliklerinde. Bu adamın her seferinde bir sonraki hareketimi tahmin ediyordu ve bu asla hoşuma gitmemişti.
Bir elim yakasındayken diğer elimdeki bıçağı şah damarına iyice bastırdım. Mavi gözleri dikkatle beni izliyordu. Ne yapacağımı ölçüp hareketlerini izliyordu.
"Bana emir verme, kralın oğlu." Bıçağı yaslamak için yakasına iyice kendime çektim. Boyum yetişmiyordu! "Beni iki şık arasında bırakabilecek son insan bile değilsin." Dudağının köşesi kıvrılırken o kadar alaysıydı ki ona gönderdiğim bakışları ve ifadeyi misliyle bana iade ediyordu.
"Esaretim altına girdiğini kendine yediremiyorsun." Dedi kendinden emin sesiyle. "Etrafa saldırıp güç gösterisi yapıyorsun ama esirimsin Eva." Boğazına daha da yasladığım bıçakla bakışları değişmedi. Ellimi hareket ettirsem bir solukluk canını kollarımda verirdi ama o bundan hiç korkmuyordu.
Sanki bıçak onun değil benim boynuma yaslıydı.
"Ben kimsenin esiri değilim!" Diye bağırdım. "Sizden de yapacaklarınızdan da korkmuyorum! Bir canım mı var alacağınız? Al onu da o zaman." Öfkeden titreyen sesimle katil olmama az kalmıştı. Kimsenin esareti altında yaşam süremezdim ben. Eğer esir olacaksam ölmeyi yeğlerim. Gözüm dönmüş şekilde ona bakarken öfkemin boşluğundan yararlanan adi herif bir anda elimdeki bıçağı kavrayarak aldı ve boğazıma yasladı.
Soğuk bıçağın demiri artık benim boğazıma yaslıydı.
Korkmadım, endişe dahi etmedim bıçak beni keser, canım yanar diye.
Eva Efnan ne zaman korkmuştu ki şimdi korkusundu?
Boğazımda bir bıçak yaslıyken bile ona böyle korkusuzca bakmam Karahan'ın hoşuna gitmedi. İfadesizlik zırhı kırılırken çenesinden dişlerini sıktığını anlıyordum. Bıçağı boğazıma daha da yasladığında bakışları öfkeyle kısıldı.
"Sana olmadığını sandığın bütün korkuları yaşatacağım, Eva Efnan." Dişlerinin öyle bir sıkıyordu ki sesi hırıltılı duyuluyordu.
Deli oluyordu. Etraftaki tüm insanlar onun önünde korkudan titrerken benim bu kadar rahat olmam onu kudurtuyordu.
"Sana yaşatacaklarımın yanında bir hiç kalır, Arsal Karahan." Konuştukça boğazıma batan bıçağı umursamadan başımı dikerek baktım. Hareketlerime daha da sinirlendiğine emindim ama onun dudağında küstah bir kıvrım yeşerdi.
"Seninle çok eğlenebileceğimizden eminim şeytan soyu." Dedi düz sesiyle. İfadesini o kadar çabuk değiştirip saklayabiliyordu ki hayret ettim. "Ama o kadar yaşar mısın bilmem?" Bıçağı kenara savurup bir adım geriledi. Saldırmaya hazırlanırken bir anda etrafa dolan muhafızlarla dişlerimi sıktım. Bu iş beni bayağı zorlayacaktı ama olsun hep zor bir insanımdır.
"Akın, şunun zincirini biraz da sen tut." Mavi'nin sesiyle tepemde olan sinirlerim artık daha da fırlamak üzereydi.
"Lan ben köpek miyim puşt!" Diye bağırıp Maviye atıldığımda Elyesa diğer bileğimdeki zinciri çekiştirip beni durdurdu.
Ayaklarımı ve ellerimi zincirleyen kanı bozuklara bunu çok fena ödetecektim! Evet Arsal'ın bir tabur adamını üst üste koyup dövmüştüm ama pire gibi hepsi üzerime üşüşünce son durumum buydu.
"Köpeksin tabi, adamın kulağını ısıran ben miydim?" Dedi beni kınarcasına.
"Seni parçalarım, ismi Mavi ama rengi sarı olan piç kurusu!" Zincirler bileğimde olmasa muhtemelen Mavi'nin kanı elimde olurdu!
"Bence renk konusuna girmeyelim, kızıl şeytan." Dedi iğneleyici bir sesle.
"Tartışmayı bırakın." Dedi önde yürüyen Arsal piçi. Sanki beni zincire vurmamış gibi bir rahatlıkla yürüyordu ilerde. Kolumdaki zinciri hayvan gibi çekiştiren muhafız yüzünden dengemi kaybedip düşer gibi tökezledim.
"Elinin ayarını çektirme lan bana! Yavaş ol." Diye bağırdığımda bir anda irkildi. Biri değil hepsi korkaktı.
Ortam müsait olsa ben onları çıktıkları yere kadar sürüklerdim de neyse...
Kurbanlık daha misali elimden ayağımdan çekiştire çekiştire beni büyük bir alana soktuklarında derin bir nefes aldım. Sabrımın sonuna kadar kullanılacağı bu mekanda daha fazla olay çıkartmamak için kendimi uyardım, ama işte...
Sarayın en ihtişamlı yeri burası olmalıydı. Yüksekte duran taht, her işlemesiyle detayıyla altın kaplama olduğunu ve ben çok değerliyim der gibi bağırıyordu. Tıpkı etraftaki çoğu eşya gibi. Yüksek tavandan aşağı inen büyük ve gösterişli avize tüm ortamı aydınlatacak güçteydi. Bazı duvarlardaki detaylar ince ince işlenmiş her birinin üzerinde emek olan işlemelerdi. Büyük camların kenarlarını süsleyen ipek perdeler, duvarlara yapılmış olan muhteşem freskler, gerçek anlamda hem tarihin hem de modernliğin karışımı olan bu saray insanı cezbedecek bir güzellikteydi, içindeki insanlarını saymazsak.
Kalabalığın yanına getirip fırlatırcasına tahtın önüne ittirildiğimde elimdeki zincirlerle beni iten muhafızı boğmayı aklımın bir köşesine not ettim. Dengemi kaybetmeyip ayakta durduğumda etrafa baktım, yine boş bir kalabalık vardı.
Sanki film çeviriyoruz burada ve yine o kutsal yükseklikte, sakallarında ki siyahlık alıp başını gitmiş yerine ak düşmüş bir şekilde oturan yaşlı ama oldukça sağlıklı görünen bir adam. Siması ve heybeti Arsalı andırıyordu ama gözleri siyaha yakın hatta neredeyse siyah olan koyulukta bir kahveydi.
Onun yanında onun kadar olmasa da yaşı bariz bir şekilde ilerlemiş olan bir kadın, birkaç tane saçma sapan elbise giyen adamlar ve etrafta uçan aptal periler.
Geldiğim noktaya inanamıyordum.
"Demek sürgün edilen insan kızı sensin." Dedi kral. Cevap vermedim, sadece yüzüne baktım. Ağzımı açmadım ama binlerce lanet ettim içimden. Konuşmadım ama çığlık çığlığa bağırıyordu sessizliğim. Tek bir kelimem bile diğerini bulup cümlelerime dökülmedi. Gözlerimle çok şey söyledim ama bunu onlar duymadı, öfkemi örtbas etmek için derin nefeslerimden yardım istedim bunu kimse anlamadı,
"Cevap vermeyip dik dik bakma cesaretin taktire şayan doğrusu küçük kız." devam etti. "Ama bilesin ki akıldan yoksun cesaret aptallıktır derler. Sen tam o çizgidesin şu an." Dudağımın köşesi kıvrıldı.
"Çizgiyi aşmamam için ne önerirsiniz?" Sesimde öyle bir alay yatıyordu ki farklı edilmemesi imkansızdı. Kaşları hafifçe çatılan kral belli etmemeye çalışsa da sinirlendi.
"Öncelikle bu küstah tavrından vazgeçmeni öneririm kızıl şeytan. Yoksa başın gövdene verdiği ağırlıktan seni şu an kurtarırım." Dedi keskin bir demiri andıran sesiyle.
"Bana bu iyiliği yapar mısınız efendim." Dedim ciddiyetsiz bir tavırla. Kralına saygısızlık etmemi sindiremeyen bir asker arkadan bana doğru gelmeye meyletmiş olacak ki kral elini havaya kaldırıp onu durdurdu. İsterse durdurmasın.
"Korkmuyorsun değil mi?" Dedi bunun cevabını bildiği halde. Cevap vermedim. İfadesiz yüzüm de tek bir kıpırtı bile can bulmadı. Ne içimde her saniye filizlenip köklerini öfkeme dolayan siniri, ne de her saniye taşmakta olan sabrımı kimseye göstermedim
Bu halim onu daha da kızdırsa da sakin kalmaya çalıştı. Ama pek başarılı olduğu söylenemez.
"İtaat edeceksin!" Dedi kesin bir dille.
Çarpık şekilde güldüm. "Etmezsem?" Kaşları daha da çatılırken artık öfkesini saklama çabası yoktu.
"Seni burada öldürtürüm şeytanın kızı." Dedi sinirle. Ah şu kızıl gözlerim. Aslında yoluna ölünesi gözlerim var ama bu Allah'ın zevksizleri ne anlardı.
"Ölümü dileyen bir kızı ölümle tehdit edecek kadar aptalsınız." Dedim yangına körükle giderek. Ölümse ölümdü artık, kimseye itaat etmeyecektim.
Hayatım boyunca kimseye boyun eğmemiştim. Şimdi ne halt oldukları bellisiz birkaç aptala köle olmaya niyetim yoktu.
Annem ve babamda benden vaz geçmişken artık gönül rahatlığı ile geberip gidebilirdim.
Kolumdaki zincirleri tutan muhafızlar büyük bir baskıyla ileri doğru çektiğinde neredeyse dizlerimin üzerine düşecektim.
Kimsenin önünde diz çökmezdim. Sinsi bir bükülme oldu dudağımın kenarında.
Toprak ne zaman bu ifademi görse "Aha bu kesin bir bok yiyecek, seziyorum" derdi. Haklıydı da. Avucumun içine topladığım zincirleri aniden uyguladığım kuvvetle ellerimi birbirine birleştirdim. Beni zapt ettiğini sanan zincirin ucunu tutan iki aptal bir anda yere düşürdüğümde kralın ve etrafındakilerin öfkesi daha da arttı.
Ani hareketlere hazırlıklı olmamaları benim suçum değildi.
"Kalkın ayağa! Beceriksizler, iki adamın küçücük kıza nasıl gücü yetmez." Deliriyorlardı. Muhafızlarını ezip onlara itaat etmememe deliriyorlardı.
"Büyük bir asker olabilirsin." Dedi kralın yanında oturan adam, "Eğer bize itaat edersen büyük bir komutan olabilirsin." Zorla olmayacağını anlamış olmalıydılar. Bakışlarım yan yana dizilmiş olan dört kişiye kaydı. Mavi'nin gözlerinde öfke, Akın'ın gözlerinde hayret, Elyesa'nın gözlerinde de bana karşı duyduğu nefret vardı. Ve bu teklif en çok da onun hoşuna gitmemişti. Çünkü ölmemi istiyordu. Bakışlarım karanlık mavilere döndüğünde yine zırhını çekmiş ifadesizliğini kuşanmıştı. Ne hissettiğini anlamak imkansızdı.
Kabul etmemi mi istiyordu yoksa ölmemi mi? Kimin umurundaydı ki? Hiçbir şey umrumda değildi. Ne yaşamakta gözüm vardı ne de onların sunduğu teklifte. Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Ve ben asla esaret altında yaşam süremezdim. Birilerine boyun eğmek benim için ölümden daha zordu.
"Ne teklifleriniz ne de tehditleriniz umurumda. Beni bırakacaksanız bırakın." Gözlerim Arsal'ın gözlerindeyken devam ettim. "Öldürecekseniz öldürün, sizin gibi aşağılık insanların sözüne itimat edeceğime ölürüm daha iyi." Son noktayı koymamla bardağı taşıran son damla bu oldu. "Götürün şu soysuz yılanı karşımdan!" Kükreyerek ayağa kalkıp işaret parmağıyla beni gösterdi
"Ateş kuyusuna atın geberip gitsin!"
Kralın Öfkeden bağırması herkesi korkudan öldürürken umursamaz halim onu deli ediyordu.
Bileklerimdeki zinciri tutan muhafızlar beni çekiştirmeye başlayınca onları durdurmadım. Be götürmelerine izin verdim. İsteğim buydu sonuçta.
Ölmek insanı hissiyat olarak öyle ürkütürdü ki sanki bu dünyaya kazık çakacaklarını sanırlardı. Her türlü işin ucu ölüme varıyordu. Erken veya geç olması benim içim bir şey ifade etmiyordu. Bu kadar kolay olmaması lazım ama benin için canımdan geçmek bu kadar kolaydı.
Zor olan esaret altında yaşamaktı, ölmek değil.
Er geç olacak bir şey için onurumu ayaklar altına alacak bir insan değildim. Birkaç gün fazla yaşayacağım diye kimsenin kölesi olamazdım.
Tahtın önünden sürüklenerek götürülürken kızıl gözlerim istemsizce yine onu buldu. İfadesizliğini kırmamış tek bir mimik dahi vermiyordu. Bakıyordu sadece. Gözlerime, kızıl irislerimin en derinine işleyecek bir şekilde bakıyordu. İnsanın ifadesizliğindeki duygular bile bu kadar karmaşık olur muydu? Oluyormuş demek ki? Onu tanıyalı ne kadar oldu bilmiyorum ama çok da ilgilenmiyordum.
O benim bile olamayacağım kadar acımaz ve vicdan yoksulu bir adamdı. Yakışıklı yüzünün ardında beslediği katilinin ellerinde kaç bin kişinin kanı vardı bilmiyordum. Artık bir önemi de yoktu.
Vardığım son nokta ölüm olacaktı. Kapıdan dışarıya sürüklenirken yükselen bir sesle herkes duraksamak zorunda kaldı.
"Efendim o kızı götürmemelisiniz."
Arkamı dönüp sesin geldiği yere baktığımda sakalları göğsüne kadar uzamış ve yaşının epey bir ileride olduğu anlaşılan bir adam, orada olduğunu bilmediğim bir giriş kapısından içeriye giriyorum. Ayakları yere değmiyor birkaç santim havada duruyordu. Koskoca adam uçarak geliyordu işe bak.
"Olan her şey normalmiş gibi takıldığı detaylara bak." İç sesim yine haklıydı, dağılın.
Elinde ki baston ile beyazlar içindeki dede tahtın önüne gelerek saygıyla eğildi. Olayların saçmalık boyutu artık arşa kadar çıkıyordu.
Aslında gelen dede tanıdıkta geliyor..
Haa, bu rüyalarımızda gördüğünüz ak sakallı dede değil mi? Allah'ım yoksa bu bir rüya mıydı? Lütfen nezarethanede yosunun söylenmeleriyle uyanayımdı. Yatağımdan çok orta yattığım için kesin orda uyuyordum.
"Efendim huzurunuza böyle destursuz giriş yaptığım için bağışlayın." dedi büyük bir saygıyla, hâlâ bir umut belki rüyadır diye bekledim.
"Söyle kostan" dedi kral sert sesiyle.
Hayır siz kardeşsiniz evlenemezsiniz der gibi demişti.
"Ne zamandır sana hesap veriyorum!" diyerek adamcağıza da bağırdı kral. Bu kadar öfke iyi değil kralım bak manyak olursun sonra. Bide ben hâlâ neden uyanmamıştım son çare kendi koluma çimdik attım ama yok, bir kaç kez daha denedim ama yine yoktu.
Çok emindim oysa ki rüya olduğuna.
"Kızınız Afranı ve yeğeniniz Fezayı kurtarabilecek tek kişi bu kız." demesiyle bende artık şaşırdım. Benim niye bundan haberim yok pardon da?
"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Dedi Akın şaşkın bir sesle.
"Bugüne kadar onları kurtarabilecek tek bir enerji bile göremedim efendim. Bu kız gelene kadar. Gördüğünüz rüyanın anlamı buydu. Kızınızın ve yeğeninizin mucizesi bu kız. Onları kurtaracak kişi o seçildi" dedi. Zaten iyi bir şeye seçilmezdim ki.
Kralın bakışları bana döndü sonra da bütün gözler. Merakla ne diyeceğimi bekliyorlardı.
"Kızımı kurtarabilecek tek kişi sensin." Dedi kralın bakışları bana dönerken. Hâlâ çıkış kapısının önünde dikiliyordum.
"Hayır" dedim net bir şekilde çünkü bana neydi milletin kızından. Bir kahraman olmadığım kalmıştı o boku da yemeyeyimdi bir zahmet. Gerçi o kızı adamların elinden kurtarmak gibi bir halt yemişliğim oldu ama bence onu saymayalım. Hem ben gönül rahatlığıyla ölüp gitmek istiyordum belki.
Net cevabıma daha da öfkelenen şahımız. "Emrime karşı gelemezsin! Seni ölüm için yalvartacak dereceye getiririm!" diyerek bağırdı. Ama ben düz bakışlarımla bakmaya devam ettim. Malesef, kralım bu tehditler bende pek işe yaramıyor.
"Kaybedecek hiçbir şeyim yok ne yapacaksanız yapın, kimseyi kurtarmıyorum, itaat da etmiyorum."
Kralımız öfkeden renkten renge girerken hiçbir şekilde umrum içi değildi. Evet kaybedecek hiçbir şeyim yoktu.
Hiç konuşmadan sadece düz bir ifade ile bana bakan Arsal yerinden hareketlenip bana doğru adımlamaya başladı, birkaç koca adım da tam karşımda durdu ve bana doğru eğildi.
"Kardeşimi kurtaracaksın." dedi donuk bir sesle.
Güldü ve bana tepeden sanki aşağılık bir varlıkmışım gibi baktı. Bu tavrı kafasını ikiye bölme isteğimi artırsa da sadece gözlerine bakmaya devam ettim.
"Sana kardeşimi kurtaracaksın dedim, şeytanın kızı." Dedi her kelimesi ağzından bıçak kadar keskin buz kadar soğuk çıkıyordu.
"Asla!" Dedim en net tonumla. "Asla bunu yapmayacağım. Ne sanıyorsunuz siz beni. Senin kardeşinin ölüp kalması umurumda bile değil!" Çene kasları seğiriyor dişlerini kırılacak kadar çok sıkıyordu. İfadesi duygudan yoksun ama gözleri ölümü vaat ediyordu.
"Ne yaptığının farkında bile değilsin." Tehtitkar tonlamasına benim yerimde başla biri olsa şimdiye ayaklarının dibine yığılmıştı.
"Her şeyin o kadar farkındayım ki siz ne yaptığınızın farkında değilsiniz!"
Başını iki yana salladı. "Değilsin." Dedi kendinden emin bir sesle. "Farkında olsan şu an bu uğraşlarının bile boşuna olduğunu anlardın." Bir adım daha yaklaşarak aradaki mesafeyi daha da azalttım. Öfkeden onu bileklerimdeki zincirlerle boğabilirdim. İki taraftan kollarımı çekiştiren muhafızlara sadece bir bakış attı durmaları için. Ne yapacağımı merak ediyordu. Başımı dikerek baktım maviliklerine.
Gözlerim istemsizce Mavi irislerini ikiye ayıran o kanlı çizgiye kayıyordu. Her ne izi olduğunu bilmiyorum ama okyanuslarının arasından akan kanlı bir nehir misali onları ikiye ayırmıştı.
"Bunu niye bu kadar anlamakta zorlanıyorsunuz bilmiyorum ama o beyninize bunu yerleştirseniz iyi olur." Devamını tane tane ve altını çize çize söyledim, "Ben asla o kim olduğunu dahi bilmediğim o kızları kurtarmaya gitmeyeceğim." Kaşları derin bir çukur çıkartacak kadar derin çatıldı. Öfkesine hakim olmaya çalıştığı aşikardı.
"Gideceksin, şeytanın kızı. Dediğime de geleceksin esaretime de gireceksin." Her cümlesi beni öfkemle sınamak için eş değerdi.
"Asla böyle bir şey olmayacak. Ne yapabilirsin ki? Beni ölümle korkutarak mı yaptıracaksın." Sahte bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Şu ne olduğu belirsiz adam birkaç dakika geç gelseydi zaten şu an ölmüş olurdum." Dedim az önce giren ak sakallı dedeyi göstererek.
"Neler yapabileceğimi tahmin bile edemezsin Efnan." Dedi üzerime doğru eğilerek.
"Kaybedecek hiçbir şeyim yok Karahan." Dedim baskın konuşmasına baskınca cevap vererek. Dudağının kenarında oluşan o kıvrım kendini beğenmiş bir edadaydı.
"Sen bilirsin şeytanın kızı" dedi biraz daha yaklaşıp kulağıma doğru "Kaybedecek neyin varmış sana göstereceğim." Elini havaya kaldırıp işaret ve orta parmağını birleştirip iki kere salladı. Ve bu sefer o yaşlı adamın girdiği yerden öyle biri girdi ki olduğum yerde sarsıldım.
Kalbim kasıldığında bu durumu daha önce yaşamadığımın farkındaydım. Mideme saplanan ağrıyla dudaklarımı birbirine bastırdım.
O an bütün saatler tersine işlemeye başladı. Bütün kum saatleri ters çevrildi ve artık kum yerine kan akmaya başladı. Zaman donmamış kan en acı şekilde akmaya devam etmişti. Sanki bir an boşluğa düşmüş gibi sendeledim, dengemi bulmakta zorlandım.
Tıpkı benim gibi bileklerini zincirledikleri Toprak'ı çekiştirerek tahtın önüne sürüklediler. Ona doğru atılacakken bileğimdeki zincirleri tutan muhafızlar ikiye katlandı. Bu emri onlara veren Arsaldı.
Yüzü kan içinde olan yosunum dudağının kenarında büyük bir patlak vardı. Oradan sızan kan ağzına doluyor çenesine akıyordu. Morarmış elmacık kemikleri ve patlattıkları kaşıya içim öyle bir burkuldu ki bunu yapan her kimse şu an çıplak ellerimle öldürebilirdim. Yanımda duran Arsal yüzümde her ne gördüyse bundan memnun oldu. Sadece benim duyabileceğim bir şekilde fısıldadı.
"Şimdi bir kere daha düşün kaybedecek neyin olduğunu." Dediğinde kanım dondu. Sırtımdan akan ürperti ve karnıma saplanan ağrıyla gözlerim irileşti. Bunu yapmayacaktı, değil mi?
Beni onunla tehdit etmeyecekti.
Yanındaki muhafızlar ona büyüle buraya getirebilirlerdi ama onu aşağılamak için zincirlerle onu hayvan gibi çekiştirdiler.
"Onun canını daha fazla yakarsanız elinizi kolunuz siker atarım sizin!" Diye öyle bir bağırdım ki Toprak'ı çekiştiren şerefsizler bir anlık duraksadılar. Bakışları Arsalı bulduğunda Arsal devam etmelerini belirten bir işaret verdi. Toprak'ın yosun gözleri beni bulduğunda bu bakışı nerde görsem tanırdım "Canım yanıyor ama sen üzülme." bakışıydı bu.
Yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Kızıl gözlerime bakan gözlerinde acısını saklamak için verdiği yoğun bir savaş vardı. Ama yapamazdı. O benim çocukluğum, o benim anılarım olmuşken gözlerinde ki duyguları bende saklayamazdı. Başını iki yana salladı, yapacaklarımdan korkar gibi.
Öfkeli gözlerimi Arsal'a dikerek bağırdım, "Söyle köpeklerine onu rahat bıraksınlar!" Acımanın emaresi dahi uğramadığı, yüzünü bana çevirmedi bile. Bir işaret daha verdiklerinde muhafız elindeki hançeri toprağın bacağına sapladığında onun ağzından acıya dair bir inleme bile çıkmazken benim dudaklarımdan kaçan güçlü çığlık sarayı doldurdu.
"Yapmaaa!" Diye öyle bir bağırdım ki sarayın duvarlarında yankı bulan ses Arsal'ın vicdanına uğramadı bile.
Toprak'ın dizindeki hançeri etinin içinde çevirdiklerinde ağzından kaçan küçük iniltiye engel olamadı. Ben bir kere daha zincirlerimi çekiştirerek ona gitmeye çalışsam da olmadı. Ne beni bıraktılar ne de ona işkence etmeyi.
"Sakin ol güzel Evam, sakin ol. Hiçbir şey olmayacak." Sesindeki acıyı gizlemeye çalışan dayım beni sakinleştirmek ister gibi bakıyordu. Acısını umursuyor gibi değildi. Bana bakan gözlerinde bana dair endişeler vardı. Oysa yaralanan oydu be değil!
"Orasından o kadar emin olma Kırcalı." Yanımdaki adamın sesini duymak daha da çıldırmamı sağlıyordu. Soyulan bileklerimi umursamadan daha da çırpındım onun yanına gitmek için ama yapamadım. Birden fazla muhafız hepsi zincirlerimi tuttukları için yosunumun yanına gidemedim.
Geldiğinden beri ifadesiz duran Toprak'ın yüzü Arsal'a dönünce öyle bir öfkeyle alevlendi ki şu an bu halde olmasa onu kendi elleriyle öldürmekten çekinmezdi.
"Sana da sıra gelecek Karahan. Bu yaptıklarının hiçbiri yanına kalmayacak. Hiç merak etme." Arsalın sakin ifadesi ve karşısındakini umursamadığını belirten kıvrımı yine yüzünde belirdi.
"Heyecanla bekliyor olacağım Kırcalı." Bir işaret daha verdiğinde diğer bacağına da hançeri sapladılar ve bu sefer dudaklarından kaçan acı inlemeye engel olamadı. Ben öfkeden çığlık atarken altı muhafız beni zapt edemiyordu.
"Tamam!" Dedim pes ederek. "Tamam durdur şunu. Kabul ediyorum, ne isterseniz yapacağım ama ona daha fazla zarar vermeyin." Arsal duyduklarından memnun kaldı ama bu işkenceye bir dur demedi.
Bacağına sapladıkları bıçağı içinde bir kere daha çevirdiklerinde Toprak acıdan titredi ama bağırmadı. Ne durun dedi ne yapmayın dedi. Sadece kesik kesik soluyor acısını içinde yaşıyordu. Bana bile belli etmemeye çalışıyordu. Yapamazdı. Ona dokunan bıçağın ucu gelip ciğerimi deşerken acısını benden gizleyemezdi. Arsal'a doğru döndüm. Daha önce hiç bu kadar öfkelendiğimi hatırlamıyordum. Büyük bir nefretle baktım gözlerine, onun gözlerinde ise devasa bir acımasızlık vardı
"Durdur şunu!" Diye boğazım yırtılırcasına bağırdım. "Durdur! Kabul ettim işte istediğinizi daha ne istiyorsunuz! Bitir şu işkenceyi." Alnımdan boncuk boncuk terler akarken vücudum sinirden titriyordu. Bileklerimdeki zincirlere daha çok asıldım. Etim soyulup kanamıştı ama bir önemi yoktu. Yosunumu gözler önünde kanatırlarken benim bir önemim yoktu şu an.
Anladı bunu. Yanımdaki her şeyin sorumlusu olan Arsal bunu da anladı.
Yosuna verdiğim değeri, canımdan çok sevdiğimi anladı.
İlk önce vicdanımı test etmiş ve ne yapacağımı öğrenmişti şimdi ise zaafımı öğrenmiş ona oynuyordu. Arsal Karahan'ın hem ürkütücü bir zekası hem de devasa bir acımasızlığı vardı.
Çırpınmaktan yorulmuş bedenim ve göğsüme ağrı veren kalbim beni zorluyordu. Karşıma geçip eserine bakan adam ise daha fazla.
"Bitir şunu artık." Dedim hırıltılı sesimle "Bitir yoksa-"
"Yoksa ne?" Nasıl bu kadar gamsız olabiliyordu?
"Ona zarar vermeye devam edecek olursan ondan önce kendimi öldürmekten çekinmem!" Dedim başımı dikerek, "Ben geberip gittiğimde kardeşini de itlerin kurtarır hangi cehennemdeyse artık."
Aniden baş parmağı ve işaret parmağının arasına alıp sıktığı çenemle o kadar acıya rağmen bağırmayan Toprak "Dokunma lan ona!" Diye öne atıldı ama onu tutan muhafızlar yüzünden yanıma gelemedi. Tıpkı benim ona gidemediğim gibi..
"Şu an beni tehdit edebilecek bir konumda değilsin, şeytanın kızı." Haklıydı ama geri durmadım. Başımı geri çekerek ondan ve temasından kurtuldum.
"Öyle mi dersin?" Dedim alayla, "Toprak'a zarar gelirse kardeşini unut." Dedim başımı daha da dikerek.
"Kardeşime zarar gelirse Toprak'ı unut." Yok bu iş böyle olmayacaktı!
"Uzak dur şu sikik yüzlü heriften, kızıl!" Toprağın kıskanç sesiyle yakınlığımızın farkına yeni vardım. Üzerime eğilmiş olan adama başımı dikip bakmaktan geri durmamıştım. Arsal'ın dudağında peydah olan kıvrımla biraz daha üzerime eğildi Toprak'ı delirtmek ister gibi.
"Yüzüm hakkında söylediğini iltifat olarak alıyorum, Kırcalı. Aksi halde yüzünün benden daha sikik bir durumda olduğunu sana kanıtlardım." Bu adam ruh hastasıydı!
Gözleri gözlerimdeyken eliyle minik bir hareket yaptı. O küçücük kıpırtı yüzünden tüm acısına rağmen dik durmaya çalışan dayım bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerim hiddetle irileşirken Arsal bir adım geri çekilip aramızdaki mesafeyi açtı. Toprak çırpınsa da ayağa kalkamıyordu. Büyüyle baş edecek gücü yoktu
"Kesin şunu!" Diye bağırmamı umursamadı. Onu böyle aşağılayamazlardı.
"Senin ölümün benim elimden olacak Karahan!" Toprak'ın gürlemesi onun için bir ifade etmedi.
"Senin ölümünde yeğeninin iki dudağının arasında olacak, Kırcalı." Tüm bakışlar bana döndüğünde söz hakkı krala geçti.
"Kızımı kurtarıp bana itaat edeceksin." Dişlerimi sıktım.
Kızıllarım yosun yeşili gözleri bulduğunda başını hayır anlamında iki tarafa salladı. Kabul etmememin bir anlamı olmayacaktı. O zaman ikimizde ölecektik. Benim ölmem kimin umurundaydı onun canının yanmasına katlanamazdım.
Onun daha fazla aşağılanmasına göz yumamadım.
"Kabul ediyorum." Dudaklarımdan düşen kelimelerin zehri vücudumu alaşağı etti. Kendi kelimelerimin bende bıraktığı hasarı önlemek için bir panzehir yoktu maalesef.
İlk defa esaret altına girmiş, ilk defa kaybetmemiştim. Tökezleyen her insan ya düşerdi ya da son anda ipin ucundan dönerdi. İpin ucundan dönenler bu hatayı bir kere daha yapmamaya özen gösterirken düşenler tüm hatasına rağmen kendisini ayağa kaldırmaya çalışırdı. İlk düşüşüm değildi ki ilk kalkışım olsun.
İlk kaybedişim değildi ki son kazanışım olsun.
Her şeyin vakti zamanı geldiğin de güzeldi.
Ve vakti gelen doğumla vakti gelen her ölümün bir sırası vardı.
Hayatım boyunca kimseye itaat etmemiş, asla altta kalmamış ve haksızlığa boyun eğmemiştim. Her zaman insanları kendi adaletimle yargılar ve kendim cezasını keserdim. Sonucu her ne olursa olsun umurumda olmazdı. Ben hayatımda ilk defa birine boyun eğmiştim, ben hayatımda ilk defa kendi iradem olmadan bişeyi kabul etmiştim.
Hepsinin hesabını soracaktım. Bende Eva Efnan isem hiç kimsenin yaptığını yanına bırakmayacaktım.
Kabul edişim Toprak'ın gözlerinde hayal kırıklığı oluştururken benim kızıllarıma ektiğim ifadesizliğin filizlerine bir damla su oldu. İfademi her zaman düz tutabilirdim ama donuk ifademi ne zaman görse canımın yandığını en iyi o bilirdi. Tıpkı onun donuk ifadesinin ardında gizlediği acılar gibi.
Biliyordum, kanının sızdığı uzvunun vücuduna yaydığı acıya kadar. Benden saklayamazdı. İstediği kadar ifadesizliğini kuşanabilirdi. Yüzü sert acıya dair bir iz olmayabilirdi, istediği maskeyi takabilir kendini herkesten gizleyebilirdi.
Kızıl gözlerim yeşil irislerine dokundu
"Biliyorum." dedim gözlerine bakarak. Ama konuşmadım. "Acı çekiyorsun ama belli etmemeye çalışıyorsun, biliyorum."
Başını hafif bir şekilde iki tarafa salladı "Acımıyor" demekti ama inanmadım ona. Buradaki herkesi kandırabilirdi. Tahtında oturan kralı, başında dikilen muhafızları, ona düşman gözlerle bakan Arsal'ı bile ama beni asla.
Birlikte büyüdüğünüz kardeşinizin her huyunu bilmez misiniz? Ne zaman öfkelendiğini, neyden hoşlanmadığını ne sevip sevmediğini, hastalanıp hastalanmadığını, acı çekip çekmediğini? Mümkün müydü bilmemek.
Birbirimize sırtımızı dayamış iki dosttuk biz, abi kardeş, dayı yeğen, kedi köpek. Biz her şeydik birbirimize...
Ne ben abisizliğin yokluğunu çektim ne de o ailesizliğin. Çünkü Annem ve babam ona hem abla abi hem de anne baba olmuştu. Son kez yosun gözlerine baktıktan sonra beni götürmek için çekiştiren muhafızlara bu sefer zorluk çıkartmadım. Benim çıkardığım her zorluk onun canının yanmasına sebep oluyordu. Arkamı dönmüştüm ki duyduğum sesle yerimde taş kesildim.
"İtaat eden herkes benim önümde diz çöker, kızıl şeytan." Arkamı dönmedim ama onu duyduğumu çok iyi biliyordu kral. "Sende az önce itaat ettiğini dile getirdin. Şimdi göstermek zorundasın." Yerimde dona kaldığımda arkamı dönmek istiyor ama yapamıyordum. Şoka girmiştim.
"SAKIN!" Diye öyle bir kükredi ki Toprak camlar sallandı. "ASLA ÖYLE BİR ŞEY YAPMAYACAKSIN! GÖZÜNÜN ÖNÜNDE BENİ DİRİ DİRİ YAKSALAR DAHİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAYACAKSIN! DUYDUN MU BENİ KIZIL!" Toprak ilk defa bana böylesine delirmiş bir vaziyette bağırıyordu. Birilerinin önünde diz çökme fikri bile onu delirtmişti.
Kendisi herkesin önünde bu durumdayken gocunmuyor ama aynı şeyin benim başıma gelme ihtimali onu öfke nöbetlerine sokuyordu. Arkamı döndüğümde tüm bakışlar Toprak ve benim aramda gelip gidiyordu.
"Böyle bir şeye yeltenirsen kimseye bırakmam ben öldürürüm kendimi gözlerin önünde!" Çıldırmış gibi bağırıyordu. Ben o ölmesin diye tüm bunları kabul ederken beni kendi canıyla tehdit edemezdi.
"Etmese ne olacak Eva, yapacak mısın? Söylesene herkesin içinde bir adamın önünde diz çökecek misin?" Yapamazdım. Öldürseler bile bunu yapamazdım ama siktiğimin gururu yüzünden Toprak'ın ölmesine de müsaade edemezdim!
Kapana kısılmıştım. Her yolun sonu ölüme çıkıyordu. Her ölüm ise ruhun bedeni terk edişi değildi. Başımı öne dahi eğmeye tahammülüm yokken yere indi bakışlarım. Şimdi ne yapacaktım? Yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakaldı.
İki seçenek vardı. Ya diz çöküp tüm gururumu ezip geçecektim ki asla böyle bir şey olmazdı ki olsa da Toprak kendisini öldüreceğini söylemişti, o deli bunu söylediyse yapardı. Yapmayacağı hiçbir şeyi dile getirmezdi. Canı bile olsa. İkincisi diz çökmeyecektim ve bu sefer Arsal Toprak'ı öldürecekti!
Deveye sormuşlar yokuş yol mu iniş yol mu diye, deve demiş "Düz yere kıran mı girdi?" O deveyi o kadar iyi anlıyordum ki şu an.
Çok sikindirik bir durumun içindeydim!
"Kaldır başını!" Toprak'ın öfkeli sesiyle farkında olmadan eğdiğim başımı hemen kaldırıp gözlerimi onun yosun yeşili gözlerine diktim.
Kendisi bu kadar aşağılanmış bir durumdayken benim aynı duruma düşmeme izin vermiyordu. O benim diz çökmeme bile müsaade etmezken ben onun gözümün önünde deşilmesine engel dahi olamıyordum.
Benliğimdeki nefretin tarifi yoktu, içimdeki öfkenin ateşi olsa bu sarayı da bu ülkeyi de yakıp kavuracağına emindim. Kendi canımın bende değeri yokken, yosunun kılına zarar gelse taş üstünde taş bırakmazdım.
"İtaatini göstermek zorundasın, Eva!" Uğursuz kralın sesi tekrardan duyulduğunda dişlerimi öyle bir sıktım ki kırılsa yeriydi.
Ne yapacaktım şimdi? Nasıl olacaktı? Her türlü işin içinden sıyrılma gibi bir lüksüm yoktu. Her koşulda zarar görecek biri vardı. Zaman geçtikçe içim daha da sıkılıyor mideme vuran saplantı artık bulantıya çeviriyordu. İçimde ne var ne yok kusmama az kalmıştı.
İçimdeki dengesiz karmaşaya rağmen yüzümde tek bir mimik yoktu. Dışarıdan bakanlar ne düşündüğümü anlayacak kadar profesyonel değildi. Olsalar bile benim kendimi gizlediğim kadar onlar beni çözemezlerdi. Kısılıp kaldığım kapanda çırpınışım kimse tarafından görülmedi. Sadece kin tutan mantığım ve bana yapma diye bakan yosun gözler anladı.
Cevap beklercesine bana bakan krala bir cevabım yoktu. Düşüncelerin okyanusunda boğulurken kolumu tutan buz gibi bir elle gözlerim elin sahibini buldu.
Az önce sakladığım tüm ifade büyük bir şaşkınlıkla yüzüme dağıldı. Kolumu tutan Arsal'ın bakışları bende değil babasındaydı.
"Benim hakimiyetim altına giren bir esir bütün asker ve saray hizmetlerinin yanında diz çökemez Efendim." Demesiyle dumura uğradım.
Babasının sözüne karşı gelip önünde diz çökmeme müsade etmemişti.
Yaptığı o kadar şeyden sonra bile buna izin vermemişti. Kızıl gözlerim şaşkınlıkla onun mavi irislerine bakarken o bir kere bile yüzüme bakmadan konuşmaya devam etti.
"O artık bana ait bir esir. Ona ne olacağına ben karar vermek isterim efendim."
Ve bu adam bunu er ya da geç anlayacaktı!
Bölümü nasıl buldunuz?1
Eva hakkında ne düşünüyorsunuz?
Arsal hakkında ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz sahne hangisiydi?
En çok üzüldüğünüz sahne hangisi?
Siz evanın yerinde olsanız ne yapardınız?
Elyesa Mavi ve Akın hakkındaki fikirleriniz neler?
Nar hakkında ki fikirleriniz neler?
🤍
Yıldızın üstüne basıp oy vermeyi unutmayın canlarımmm.🤍
Yorumlarınız benim için çok değerli. Fikirlerinizi ve düşüncelerinizi mutlaka paylaşın🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.35k Okunma |
341 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |