♡

♡

♡
Sizi çok özledim😇 siz özlediniz mi🤗
Sizlere yeni bölüm getirdim azıcık geç oldu ama kusura bakmayın.
Yazım yanlışlarım varsa şimdiden affola
Yıldızın üzerine basıp satır aralarına yorum bırakmayı unutmayın aşklarım
Keyfi okumlarr❤.1
🌬
Gözler insanı kalpler de ruhları temsil eder derler.
Peki siz söyleyin, gözlerden kalbe, kalpten de ruha dökülen okyanusların vardıkları kan yataklarında yaşam bulabilir miydi insan?
Yaşam sadece soluk alıp vermekten çok daha geniş bir çerçevenin içindeydi. Her insanın kendi nefesi her canlının baktığı kendi penceresi vardı. Sen ister uzaktan sadece pencerenin gösterdiği kadarını izle, ister korkmadan başını dışarıya çıkart ve görmek istediğin kadar gör. Ya da sınırlarını bir çerçeve ve pencere ile daraltma. Bırak gök yüzü bizim olsun bırak sınırların göz yüzü kadar olsun.
Kendime bir sınır koymazdım. Tek koyduğum sınır insanlarla aramda olan o kırmızı çizgiydi. O sınırı ben istersem ihlal edebilir ben istemezsem o tarafa bile dönemezlerdi. Kendime ise sınırlarımı aştım diyeceğim bir sınır koymazdım çünkü bu yaşamın ve göklerin sınırı olmazdı.
Benim kendime engel olarak koyacağım tek bir sınırım yoktu.
Çünkü ben sınırlarını ötesinde biriydim. İnsan kendine çizgi çektikçe o çerçeve içerisinde yaşamaya mahkum kalır.
Hiç kimse sınırların içerisinde değildi bence.
Gelelim insanlarla arama koyduğum çizgiye. Şu an o çizginin tam ortasında olan bir adam vardı. Ben izin vermeden sınırımı aşmış benden müsaade istemeden alanıma kadar girmişti. Birbirimize baktığımız gözler ölü bir insanın açık kalmış gözleri kadar boş, bedenini terk etmiş ruhu kadar sancılıydı.
Olay çıkartmama saniyeler vardı. Zor değildi benim için. Yan tarafımızda duran muhafızın silahını alıp, hançeri kralın alnının ortasına fırlatmak o kadar zor değildi benim için. Evet silahları vardı. Ben geldikten sonra muhafızları silahla kuşandırıp sarayın içine bırakıyorlardı sanrım.
Kıyamam, bu kadar korkmayın en fazla iflahınızı gelmişinden geçmişine kadar sikerdim ne olacak ki?1
Tam olay çıkarmak için beni dürten şeytanıma cevap verecekken küçük bir kız koşarak diğer girişten girdi. Evet bir giriş daha vardı ve orda da muhafız vardı. Bu ne böyle her taraf adam kaynıyor.
Gelen kişi ise neşeli sesiyle bağırarak bana koşan küçük şeydi "Evaaa!" Annesinin olduğu masayı es geçerek Arsalla yanımıza kadar koştu. Yanımıza geldiğinde ise gülen yüzü soldu.
"Siz ne yapıyolsunuz?" Üzüntüsünü bir an anlamasam da Arsalla birbirimize olan bakışlarımızı görünce anlaması zor olmadı.
"Abiğ?" Dedi çipil çipil bakan gözleriyle Arsal'a1
"Efendim prensesim." Arsalın şefkatli sesini bir anda duyunca öyle bir şaşırdım ki o bana bakmadan ifademi toparlaması zor oldu. Buz kütlesi gibi gözlerinden üflediği soğuk rüzgarlar nasıl bir saniyede sıcacık bir esintiye dönüştüğüne şahit oldum. Küçük kardeşine bakarken kimseye olamadığı kadar şefkatli ve merhametle bakıyordu.6
"Sen Evayı üzüyol musun?" Dediğinde Arsal küçük kardeşini kucağına aldı.1
"Neden böyle bir şey düşündün abim?"
Hayır madem böyle özelliklerin vardı bize niye söylemiyorsun köpekk. Madem arada bir insani damarlarına kan gidiyor bize niye haber vermiyorsun?2
"Ona bana baktığın gibi bakmıyolsun, sanki ona zalal velecek gibi bakıyolsun." Dediğinde Nevsali ayakta alkışmak istedim. Çocuk bile anladı bakışlarında bir bokluk olduğunu. Daha insancıl baksa ölürdü sanki.
"Kimseye sana baktığım gibi bakar mıyım ben prensesim." Dedikten sonra Nevsalin yanağına bir öpücük kondurdu. "Ayrıca ona zarar vermeyeceğim."1
"O zaman o seni üzüyol?" Arsalın kaşları belli belirsiz çatıldı
"O beni üzebilecek biri değil." Dediğinde küçümser bir bakış belirdi gözlerimde.
"Abini öyle çok üzüyorum ki Nevsal, her gece bunu ağlaya ağlaya günlüğüne yazdığına eminim." Dediğimde gazap dolu bakışları beni buldu. Omuz silktim.1
"Sana öyle şeyler yaparım ki ağlaya ağlaya nereye yazacağını bilemezsin." Dedi.1
Haince sırıttım. "Emin ol Karahan yazacak bir yer bulurum. Sen önce beni ağlatmayı dene." Yine o düşman bakışlar bizi ele geçirdiğinde küçük şey oflayarak baktı bize.
"Ama siz hiç geçinemiyolsunuz ki." Dedi bizimle ne yapacağını bilmez bir sesle.1
Kollarımı Nevsal'e uzattığımda hiç tereddüt etmeden benim kucağıma geldi. Arsal kötü kötü kardeşine bakarken küçük şeyi bana vermek istemediği kesindi. Onunla iyi anlaşmam hoşuna gitmediğini fazla belli ediyordu.
"Hepsi bu Arsal olacak abin yüzünden küçük şey. O geçimsiz. Benim gibi mükemmel bir insanla geçinememesi onun sorunu" Dediğimde Nevsal küçük elinin birini aceleyle dudaklarıma kapattı. Küçük yüzündeki iri gözleri daha da irleşirken fısıltı sandığı bir şekilde konuştu.
"Alsal deme ona. Çok kızal," burada durup biraz daha yaklaşıp kulağıma doğru fısıldayarak devam etti "daha bil kaç gün önce onu bil adamın bulnunu çıkaltılken göldüm." Dediğinde elimde olmadan minik bir kahkaha attım..
"Neyini çıkartırken?" Dedim tekrardan söylemesi için. O kadar tatlı söylemişti ki küçük yanaklarını ısırasım geliyordu.
"Bulnunu." Bir kere daha güldüm burun deme şekline.
Ama nefret ettiğim bu yerde kısacık da olsa yerine gelen keyfim ayağa kalkan Aksel kraliçeyle yerle bir oldu.
"Yeter bu kadar kızım. Hadi gidiyoruz." Sanki hastalık taşıyormuşum gibi Nevsali kucağımdan aceleyle aldı. Bana temas etmemeye çalışması ise dikkatimden kaçmamıştı.1
"Ama ben bulda Eva ile kalmak istiyoldum." Demesine rağmen annesi onu dinlemeden yanımızdan uzaklaştırdı. Nevsalin bana attığı üzgün bakışlara karşılık ona minik bir öpücük attım. Ben onun için daha dün tanıdığı bir yabancıydım. Bana bu kadar çabuk ısınması garipti. Üzülmesini gerektiren bir şey yoktu. Aslında vardı da benim de böyle bir anam olsa bende oturur tepine tepine ağlardım.
Tekrardan çıkmaya meyletmiştim ki muhafızlar kraliçeye açtıkları kapıyı yine bana açmadılar. Sabırla soludum ama hanımefendiliğime de sahip çıkmaya çalıştım.
"Beyler kapıyı açar mısınız?" Dedim. Tık yok. Bana dahi bakma zahmetine girmemişti arkadaşlar. Sabır diler gibi bir soluk daha aldım.
"Şu kapıyı açar mısınız?" Bu seferki ses tonum soğuk ve ürkütücüydü ama bu benim elimde olan bir şey değildi. Muhafızın biri usulca bana baktı. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama sessizce yutkunup arkamdaki Arsal'a baktılar. Çok değil birkaç saniye sonra kapılar benim için açılmıştı ve bunun emrini veren kişi arkamdan gelen adamdan başkası değildi.
Hızlı hızlı onun önünden yürüdüm. Beni durdurmak için bir anda arkadan kolu uzanan elle kendimi öyle hızlı çekip yüzümü ona döndüm ki bir an afallayan ifadesine şahit oldum. Yüzünü çabuk toparladı.
"Reflekslerin normal bir insana göre fazla gelişmiş." Dedi bana değil de kendi kendine konuşur gibi. Cevap vermeden yürümeye devam edecekken
"Bakalım daha nelerin var?" Dediğinde durdum.
"Ne demek bu?" Bu sefer o bana cevap vermeden yürümeye başladığında yanıma gelip kısaca mavi gözlerini üzerime dikti.
"Beni takip et şeytanın kızı," Dedi ve yürümeye başladı. Arkasından geniş omuzlarına baka kaldığımda arkasını bile dönmeden "tabi seni zorla getirtmemi istemiyorsan." Diye de cümlesini bitirdi. Ayaklarımı yere vura vura arkasından adımlamaya başladım.
"Dağdan inme hayvan! Zorlaymışş, sen hele o adamlarını bir sal üstüme ben hepsinin ölüsünü nasıl önüne seriyorum." Söylenerek peşinden ilerledim.
●
●
Herkes olanlara hayretle bakıyordu. Çünkü bu kız şaka gibi bir şeydi hatta şaka bile bundan daha gerçek gibi geliyordu.
Akın iznini isteyerek masadan ayrıldığında Arsal'ın ona verdiği emir için revir odasına gidiyordu. O kaçık kız için, yani ismiyle Eva için tamamlanması gereken iğneyi revirden almalıydı. Çift başlı yılanın hafife alınacak bir zehri yoktu. İnsanı saniyeler içinde öldürebilecek bir hayvanın zerinden nasıl sağ çıkmıştı anlayamıyordu.
Adımlarını revire ilerleten Akın içeriye girer girmez Mavi'nin hazırladığı ilacı bulmak için gözleriyle odayı ve dolapları tarafı. Revirdeki diğer odada bütün ilaçların, deneylerin ve büyülerin korunduğu odaydı. Oraya girmek için adımlarını o tarafa ilerletmişti ki içeriden gelen sızlanma sesiyle bir an kapının önüne duraksadı.
"Of Mavi hekimim yani ne olurdu şu dolabın üstünü siz düzenleseydiniz. Boyum yetmiyor diyorum 'hiçbir şey imkansız değildir' diyor adam ya. Ne yapayım, bu yaştan sonra kendimi ellerimden ve ayaklarımdan çekiştirerek uzatayım mı? Bu mu çözüm! Yetişmiyor işte." Nar'ın usanmış ve sitemkar sesiyle Akın'ın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Çok geveze bir kızdı. Kapıyı sakince açarak içeriye girdiğinde Nar'ın bir sandalyenin üzerine birkaç tahta koyarak ulaşması imkansız bir dolabın en üstüne ulaşmaya çalıştığını görünce gülmek ve üzülmek arasında gidip geldi çünkü kendisi 1.95 bir adamdı o bile ulaşamazdı o yüksekliğe ve bu bir altmışlık kız bu boyla oraya uzanmaya çalışıyordu.
Sakin adımlarla kızın yanına doğru adımladığında Nar'ın hedefi yukarıya uzanmak olduğu için gelen adamın farkına varmadı. Büyülerin, ilaçların ve kitapların arasında yukarıya uzanmak daha da zordu çünkü her an hepsi bütün heyetiyle Nar'ın kafasından aşağı dökülebilirdi. Her bölümün ayrı bir düzeni vardı ama düzen onların Nar'ın kafasına düşmesine engel değildi. Akın ilerlerken yerde olan koltuk kırlentine hiç şaşırmadı, genelde burada çalışan Mavi biraz dağınık bir arkadaşı olduğu için koltuk kırlentinin burada ne işi olduğunu sorgulamadı.
Nar, Son çare dolabın basamaklarının birine ayağını koyarak kendisini yukarıya çekti diğer elini kapak bölmesine yerleştirip biraz daha yukarıya çıkmak için kendisini yukarıya kaldırdı. "Babanda mı dağcıydı be kızım, bu ne atiklik." Nar hem yukarıya çıkmaya çalışıyor hem de kendisini övüyordu. Ona doğru bir adım daha atan Akın ile aralarında artık üç dört adım kadar kalmıştı. Sırtını siyah deri kapaklı dolaba yaslayan Akın kollarını göğsünde birleştirip kızı izlemeye devam etti.
Nar bir basamağa daha bastığında artık sandalye ile aralarında üç karış kadar bir boşluk vardı. Ve düşmesine de son bir kaç dakika vardı diye düşünüyordu çünkü bu seferki basacağı basamak bizzat Elyesa tarafından kırıldığı için düşmesi kaçınılmazdı. Saatlerce aradığı bir kitap Mavinin çalışma odasında ve iksirlerin arasında çıkınca deliye dönen Elyesa kitabın olduğu rafın tahtasını komple söküp Mavi'nin kafasına fırlatmıştı. Refleksleri sayesinde kurtulan Maviye değil de dolap rafına olmuştu olan, çatlamıştı. Birazdan Nar'ın basmasıyla kırılacaktı da muhtemelen.
Şu an tam da Nar'ı durdurup inmesini söylemesi gereken bir zaman dilimindeydi ama sesini çıkarmadı. İnadından geçilmeyen bu küçük kıza bir ceza olsun dedi kendince. Çünkü o gün Arsal'ın onu götürmesini söylediğinde bir türlü rahat durmamış asla sözünü dinlememişti. En sonunda da burada bekle geleceğim dedikten sonra Nar'ı bıraktığı yerde kesinlikle bulamamıştı. O günden beri kendisinden köşe bucak kaçan kızı bu şekilde yakalamak onu eğlendirdiği için dudağının kenarı biraz daha kıvrıldı.
Nar ayağını tam da kırık olan rafa koydu ama ağırlığını vermedi. Çünkü elini çarptığı şişe bir anda diğer tarafına düştüğünde yerde parçalara ayrılarak kırıldı. Nar'ın dudaklarından bir "hiiii" nidası döküldüğünde Akının keyfine diyecek yoktu. Hem inatçı hem de beceriksizdi. Hâlâ Akın'ın olduğu yere bakmayan kız yerdeki kırılmış cam parçalarına ve ortalığa yayılan beyaz sıvıya üzgün gözlerle baktı.
"Doktor bu sefer beni diri diri mezara sokacak, aman tanrım." Dedi korkuyla. "Aferim sana Nar kendini oda dolusu azar ve aşağılanmaya hazır ol. Umarım önemli bir şey değildir ya." gözleri şişeye çarpan eline dokunduğunda kaşları suçlar bir ifadeyle çatıldı. "Senin yüzünden oldu hep! Biraz daha ileriye dokunsaydın şu an kırık camlarla bakışıyor olmazdım! Mavi Hekim beni öldürecek." Akın dudaklarını birbirine bastırarak kahkahasına engel oldu çünkü bu deli kadın az önce kendisinin kullandığı bir uzvunu sanki kendisi kullanmıyormuş gibi kızmıştı. Evet Nar az önce ciddi ciddi kendi eline kızmıştı.
Kafasını biraz daha kaldırıp yukarıya baktığında ifadesindeki bıkkınlık görülmeye değerdi.
Mavi bu kızcağızdan ne istiyordu?
Ve o büyük an geldiğinde Akın yaslandığı yere biraz daha yaslanarak olacakları tüm rahatlığıyla izlemeye devam etti. Tabi ki de centilmen bir erkek olarak onu tutmayacaktı.
Nar kırık rafa basıp ağırlığını vermesiyle raftan gelen çatırtı ve Nardan kopan çığlıkla birlikte kırılan raf ve boşluğa gelen Nar'ın ayağıyla gerisim geri düşen kıza yardım etmeyeceğini düşünen Akın ani bir refleksle yerdeki kırlenti Nar'ın tam başını fayans zemine çarpmadan, yerinde kıpırdamadan ayağıyla araya atarak Nar'ın kafasını yumuşak kırlente düşmesini sağladı.
Kafasını çarpmaktan kurtaran Nar diğer yerleri için aynı şeyi söyleyemezdi, sanırsa beli komple kırılmıştı!
İnleyerek belini tutan Nar kendisini zorlayarak doğrulmaya çalıştı ama bir an kilitlenip kaldı yerinde. İnleyerek eli beline gittiğin huysuzca homurdandı,
"Kimin ahını aldım da bu kötü şans yakamı bırakmıyor! Kimin tavuğuna kış dedim kime ötede yürü dedim, hangi yaşlı bey amcayı bana sarkıntılık etti diye vurup düşürdüm anlamıyorum!"
İsyanlar içindeki kıza üzülse mi yoksa kahkahalarla gülse mi karar veremedi Akın.
Homurdanarak başını çevirdiğinde yan tarafında dolaba yaslanmış ona eğlenen gözlerle bakan adamı gördüğünde ise tüm acısına rağmen çileden çıktı. Kendisi şu an acılar içinde kıvranırken bu adam ona eğlenen gözlerle mi bakıyordu?
Hem şaşkınlık hem de öfke kuşandı tatlı yüzüne. Kaküllerini hırsla yüzünü iki tarafa sallayarak gözlerinin önünden çekmeye çalıştı ama inatçı saçları aynı şekilde tekrardan yerini aldı. Yattığı için ters bir şekilde baktı Akın'a yerden
Düştüğü halde ona yardım etmeyen bir cani olarak görüyordu gözleri şu an onu. İnsan bir kaldırayım falan der en azından.
"Ne zamandır ordasınız?" Dedi yerde yatar vaziyette Akın'a bakarken.
Sırıttığını saklama gereği duymayan adam tüm rahatlığıyla omuz silkti.
"Babanda mı dağcıydı dan beri buradayım." Dediğinde Nar yattığı yerde pancara döndü. Rezil olmuştu! Eğlendiğini gizleyemeyen Akın keyifli sesiyle. "Bu ne atiklik değil de bu ne beceriksizlik desen daha doğru olacakmış." Dediğinde utancından kızaran Nar bu seferde öfkeden kızardı.
"En başından beri buradaydınız madem niye tutmadınız beni!" Diye sitem etti Akın'a. "Kadının biri gözünüzün önünde düşse siz ne yaparsınız!"
Akın son derece umursamaz ve rahattı. "Az önceki gibi izlerim." Dediğinde Nar sinirden deliye döndü. Bu adam şaka mıydı?
Yavaşça doğrulduğunda kafasının altındaki yastığın tesadüfen orada olmasına sevindi ama bunu Akın'ın yaptığını asla anlamadı.
"İyi halt edersin." Ani bir öfkeyle dediğini Akın tek kaşını havaya kaldırınca fark etti. Panikle toparlamaya çalıştı "Yani iyi halt edersiniz, ay pardon yani şey edersiniz, iyi edersiniz de etmeseniz daha iyi olurdu sanki.. ya da ben sussam daha mı iyi olur." Peş peşe utanç içinde konuşurken başını suçlu bir çocuk gibi yere eğdi. Çok utanıyordu şu an. Rezillik insan olsa kendi vücudunda hayat sürerdi çünkü her dakikası diğerinden daha rezil geçiyordu.
Bunun başla biri açıklaması olamazdı.
Bir anda çenesinin altında hissettiği sıcak parmaklarla korkuyla irkildi. Ne ara karşısına geldiğini anlamadığı adam çenesini kaldırıp ona bakmasını sağlıyordu.
"Bu kadar ürkek olma, Nar." Dedi Akın alayı temizlediği düz sesiyle. Akın'ın gözlerine bile bakamayan Nar her seferinde o günü hatırlıyordu. Hatırladıklarıyla utancı ikiye katlanan kızın yanakları daha da kızardı. Her ne kadar Akın hatırlamasa da onu.
Akın'ın tek kaşı havalanırken kızın al al olmuş sevimli yanaklarına baktı. Elini yavaşça çenesinden çekerken Nar utançla kaçırdığı yeşil gözlerini onun irisilerine dokundurdu. Kızın yuvarlak yüzüne ve ona yakışan kakülleri kırpıştırdığı yeşil gözleriyle onu sevimli gösteriyordu. Şu an karşısında bir kadın değil de bir çocuk varmış gibi hissetti Akın.
Kızarmış yanaklarına bakarken dudağının kenarı kıvrıldı. Sinirden pancara döndüğünü düşündü ama Nar'ın neden utandığını anlamadı.
"Adın gerçekten Nar mı?" Dedi kızın öfkesini belki biraz dağıtır düşüncesiyle sormuştu bunu. Nar usulca başını salladı.
"Nar Balca." Dediğinde Akın belli etmese de soy adının ona tam oturduğunu düşündü. Bal kadar tatlıydı. Çocuk kadar masumdu.
"Balca kız demek." Dediğinde Nar Akın'ın gözlerinin içine daldığı için başını farkında olmadan salladı. Kızın bu dalgınlığı Akını güldürdü. Elini öne doğru uzattı Akın. Resmi olarak yüz yüze hiç tanışmamışlardı. Nar bir Akın'ın eline bir de yüzüne baktı alık alık.
"Akın Barlas." Dediğinde Nar elini çekingenlikle uzatıp Akın'ın sıcak elini tuttuğunda omurgasından inen ılıklık onu tüylerine kadar ürpertti. Resmice el sıkıştıktan sonra Nar elini o kadar hızlı kaçırdı ki dirseğini arkadaki dolaba çarpınca bir anda aklı başından gitti, acıyla inlerken, Akın ne olduğunu anlayamadığı kıza bakmak için ona doğru bir adım attı.
Nar aniden yerinde hoplayıp dirseğine inen sızıyla dudaklarının birbirine basıp geri çekecekti ki yerdeki şişeden sızan sıvıya basmasıyla arkaya doğru camların üzerine düşecekti ki onu son anda kolundan tutup kendisine çeken Akınla bu korkunç şeyden kurtuldu ama Akın'ın da ayağının dibine gelen sıvı onun da ayağını kaydırınca Akın sırt üstü Nar ise onun üstüne olacak şekilde yere boydan boya kapaklandılar.1
Her saniyesi diğerinden daha kepaze geçiyordu!
Nar önüne gelen saçlarını ve uzamış olup gözlerine giren kaküllerini geri ittiğinde altındaki adama kocaman olmuş yeşil gözleriyle baktı.
Böyle bir rezilliğe sebep olduğu için kendisine tekrar tekrar sövdü.
Akın ise ondan daha şaşkındı, nasıl oluyor da bir saniye önce ayakta dikilirken şu an bir kadının altında yattığına anlam veremiyordu.
Bütün bu facianın üstüne küfürler ederek aralık kapının kolunu kavrayan Mavi 'nin sesiyle ikisinin de telaşla irileşen gözleri açılmak üzere olan
Hayır olamazdı tüm bu kepazeliğin üstüne Mavi hekiminin onu yakalaması felaketi olurdu diye düşünmeye kalmadan kapı aralandı.
"Ne asistanımda hayır var ne de o Akın olacak piçte. Arsal ne dedi sana şerefsiz, hani Eva'nın iğnesini getirece-" kapıyı aralayan Mavi'nin cümleleri kelimeleriyle birlikte ağzına tıkandı çünkü gördüğü rüsva manzaraya şu anlık inanamıyordu. Gözlerini birkaç kez kırpıştırıp tekrardan baktı ama hayır, yanlış görmüyordu.
İki saattir söylendiği beceriksiz Asistanı ve ona emir verilmiş olan Akın üst üsteydi!
Dondu kaldı birkaç saniye. Nar ve Akında aynı şekilde çünkü bir anda bu konuma ve bu olayın içine nasıl düştüklerine anlam veremediler. Aralarında şaşkınlığı ilk atlatan Nar aceleyle Akın'ın üstünden kalktığında bu sefer gerçekten pancara dönmüştü. Nasıl böyle bir kepazeliğe düşmüştü iki saniyede anlamıyordu ama suçun kendisinde olduğunu elbet biliyordu. Akının da ayağa kalkmasıyla şokunu atlatan Mavi'nin ela gözleri öfkeyle harlandı.
"Başka yer bulamadın mı Akın?" Diye sordu Mavi öfkeyle arkadaşına.
"Saçmalama istersen Mavi." Dedi Akın gözleri kırmızıdan mora mordan başka renklere giren Nar'a kaydı.
"Ben mi saçmalıyorum! Ulan yukarıda oda var hiç yoksa kendi evin var alıp oraya götürseydin ya kızı, benim çalışma odamın ne suçu günahı vardı?" Kan beynine sıçrayan Akın öfkeyle soludu.
"Çalışma odanın merceğini siktirme bana Semdar. Sandığın gibi bir şey yok."
"Tamam kız güzel de çalışma odamda, sarayın revirinde üzerine atlaman gerekmiyor bu yüzden."
"O benim üzerimdeydi." Dedi bir an boş bulunan Akın. Nar utançtan gebermek üzereydi. Şu an tek isteği yok olmak hakkın rahmetiyle ruhunu göklere uğurlamaktı. Başını sokacak bir delik yok muydu! Ya da direkt başını kesebilecek bir alet. Çünkü şu an içine düştüğü durumdan bir şekilde kurtulmak istiyordu. Ne şekil olursa olsundu.
"Pardon o pozisyonu unutmuşum." Dedi Mavi iğrenir bir ifadeyle.
"Hayatını komple unuttururum sana Mavi." Diye tısladı Akın.
Mavi umarsızlığından caymadı. "Az önceki görüntüleri unuttursan yeter çünkü tertemiz zihnimi iğrenç görüntülerinle kirlettin." Akın hayretle baktı.
"Olmayan beynini açıp baksak bir tek sıçtığım bok eksik olur orda! Temizmiş." Dediğinde yanında utançtan bayılmak üzere olan kızı görünce dilini ısırdı. Tartışmaları yüzünden renkten renge giren kızı anlık olarak unutmuşlardı. Mavi bir kere daha Nar'a ve Akın'a bakınca inanmayan bir sesle.2
"Asistanımla kırıştırdığına inanamıyorum." Dediğinde Nar başını hızlı eğdiği yerden kaldırıp onlara baktı. Gözleri öyle bir ifadeye büründü ki bu ne hayal kırıklığı ne de üzüntüydü. Şu an hissettiği şey ona konulan, cümlenin altında yatan isimdi.
Titreyen dudaklarını ve dolan gözlerini saklamak için yeşil gözlerini kırpıştırdı.
Hekiminin onun için kırıştırmak sözünü kullanması bir öküz olup içine oturdu. Oysa bunu hak edecek bir şey yapmamıştı ki. Kendisi bit fahişe değildi. Ve onun önünde hiç kimseyle kırıştırmamıştı. Bu sözü hak etmiyordu.
Mavi ise dolan asistanının gözlerini görünce dilini ısırıp kendi kendine sövdü.
Konuyu değiştirmek isteyen Mavi "Eva için yaptığım ilaç nerde-" demeye kalmadan bu seferde saatlerce uğraşıp yaptığı karışımın şişesini yerde kırılmış bir vaziyette görünce hepten çıldırdı.
"Hangi ayarsız, saatlerce içindeki maddelerini arayıp emek verdiğim o ilacı kırdı!"
Nar'ın üzüntüsü korkuya dönüşünce suçluca alt dudağını kemirdi. Bu sefer Mavi hekimi onu kapının önüne koyacaktı. Nar tam özürler dileyerek kendisinin kırdığını söyleyecekti ki Akın beklemediği bir şey yaptı.1
"Ben kırdım Mavi. Var mı söylemek istediğin bir şey kardeşim." Dedi hafif sırıtan yüzünde yatan anlamlı tehdit imasıyla. Aynı şekilde Mavi de sırıttı.
"Var kardeşim, senin elinin eklemini si-" demişti ki iki saattir kızın yanında yüz kızartıcı küfürler ettikleri ikisinin de aklına gelmiş gibi homurdandılar.
"Nar sen dışarıya çık sonra konuşuruz. Sana gelince Akın Efendi o ilacın her malzemesini tek tek önüme getireceksin."
Nar daha fazla laf işitmek istemediği için hemen kafasının sallayarak yanağından süzülen bir damla yaşı aceleyle silip hızlı adımlarla onların yanından ayrıldı. Ağlayan kızı gören Akın, Nar çıkana kadar konuşmadı ama Nar çıkar çıkmaz.
"Dilinin kemiğini sikeyim Mavi. Ağlattın kızı." Diye Maviye durumu çok net şekilde belirtti. Mavi asistanının gittiği kapıdan gözlerini çekip arkadaşına baktı.1
"Gördüğümüzü söylemek de suç oldu." Diye homurdandı. Akın arkadaşına birkaç adım yaklaşıp karşısına dikili.
"Bir daha onun hakkında böyle bir şey söylersen-" demişti ki Akın, Mavi anında haylazca sırıttı.
"Söylersem?" Arkadaşının boş anlamlar yatırdığı kelimesine göz devirdi Akın.
"Kızın suçu yok. Boş yere ağlattın." Mavinin kaşları alayla kalktı.
"Asistan benim değil mi? İster kullanırım ister ağlatırım kim ne karışır?" Dediğinde Akın dişlerini sıkarken Mavi sırıtıyordu. Ona cevap vermek için dudakları aralık kazandı fakat bu seferde içeriye giren Elyesayla laf ağzında tıkalı kaldı.
"O kız Arsal'ın başına bir iş getirmeden eğitim binasına gidelim mi artık." Diyerek içeriye girdiğinde arkadaşlarını dip dibe görünce kaşları çatıldı. Tartışan ikili birbirine bu kadar yaklaştığını elbet fark etmemişti.
"Hayırdır beyler bir şeyi bölüyorumdur umarım." Dediğinde ne dediğini anlamayan Akın ve Mavi birbirlerine garip garip bakarken Elyesa haince sırıttı.
"Müsait değilseniz çıkabilirim." İki adamda birbirinden küfürler savurarak uzaklaştığında Elyesa kahkaha attı.
"Hadi gidelim o kız Arsal'a zarar verebilir." Dedi Elyesa şakayı bırakıp ciddi bir sesle.
"Adamı sikecek hali yok ya Elya." Diye homurdandı Akın ayağının altındaki sıvıyı zemine silmeye çalışırken.
"Belli olmaz o kızıl şeytanın işi." Dedi Mavi.
"Abartmayın oğlum küçücük kız." Akına aynı anda şaşkınca baktı Mavi ve Elyesa.
"Küçücük kız dediğin Elyesaya bıçak fırlatıp gözümüzün önünde muhafızımızı yere serdi. Ve aynı muhafızı kralın karşısına çıktıktan yarım saat sonra kafasını cama geçirip çift başlı yılanın ısırmasına rağmen ölmemiş bir kız." Mavi'nin bir solukta saydıklarıyla Akın istemeden de olsa duraksadı.
"Ayaklı bir bela resmen! Hadi gidelim şuradan." Söylenerek çıktıklarında Akın Mavi'nin ondan istediklerini nereden bulacağını düşündü.
Ona isteğini getirecekti ama yalnız gitmeyeceği kesindi.
Kendi evreninde hayat süren her canlının şu iki cümleden biriyle yaşamak zorundaydı. En azından benim gözümde
Birisi bildikleriyle yaşayanlar
Diğeri ise bildiklerine rağmen yaşayanlar
Aradaki o tek bir kelime bile insana öyle bir çetrefilin içine düşürüyordu ki o kuşku bir sarmal misali gün geçtikçe insanın sırlarla dolu olan zihnini bir mahzene çeviriyordu. Sardıkça sarıyor nefes dahi aldırmıyordu. Mengenesi altına aldığı insan ise tek bir kelimenin ağırlığı altında yaşam sürmeye devam ediyordu.
Bildikleriyle yaşayanlar ise kabullenmişler değil benim nezdimde. Görüp de başını çevirenler, duyupta kulağını kapatanlar, anlayıp da bilmemezlikten gelenlerdir.
Hangisiyle yaşaması daha zor peki?
Bildiklerine rağmen hayatta kalmak mı?
Bilmediklerin gözünün önündeyken bile onları yana itmek mi?
Niye kandırılmaktan çok kendimi kandırmış gibi hissediyordum peki?
Niye her şey gözümün önündeymiş de ben görmemişim gibi kendimi suçluyordum?
"Sordun Eva ama üzerine düşmedin" Dedi iç sesim.
"Bir şeyler hep farklıydı, sende de ailende de bir şeyler hep farklıydı ama bunu kabul etmek istemedin." Düşündüm kendi kendime. Kim kabul ederdi ki? Sonuçta yan yana durunca diğer insanlardan ne farkım vardı benim. Dünyada on binlerce farklılığın içinde başka bir evrene ait olabilecek kadar farklı olma ihtimalimi düşünmemek benim suçum değildi!
Şu an dünyaya dönüp, başıma böyle böyle bir şey geldi, ben farklı bir evrene gidip geldim desem deli diye yakalatıp en yakın tımarhaneye tıkarlardı beni ki haksız olmazlardı da.
Düşündükçe beynim daha da karışıyordu. Karışıklık ise beni yoruyordu ve ben yeterince yorulmuştum.
"Daha hiçbir şey görmedin bence. Yolun başında felaketin ucunda gibiyiz yorulmak için çok erken." İç sesimin motivasyon mu yoksa felaketasyon mu konuşması olduğunu anlamadığım sesiyle yürümeye devam ettim.
Sarayın dışına çıkıp yerde küçük taşlarla yapılmış olan bir patika yoluna geldiğimizde durduk. Arsal konuşmadıkça bende konuşmadım.
Zaten konuşamayacak kadar kafam doluydu. Dıştan sergilediğim umursamazlık maskesi yüzüme ağır gelmeye başlamıştı çünkü cevabı olmayan her soru düşüncelerime ve ifademe ağırlık yapıyordu. Arsal'a belli etmeden silkelendim. Yaparsın kızım sen Eva gazıyla yine dünya yansa çokta şeyimde modunu etkinleştirdim.
Beklemeye başladığımızda neyi beklediğimizi bile sorma gereği duymadım. Sakince etrafı inceleyip boş boş öten kuş seslerini dinledim. Bu sesin insanı sakinleştirmesi gerekmiyor muydu?
"Ne biçim ötüyorsunuz." Diye sessizce homurdandım. Çünkü kulak tırmalayacak kadar çirkin ötüyorlardı.
"Uçan kuşun ötmesine bile karış bir o kalmıştı." Olur olmadık her halta yorum yapan iç sesimi her zamanki gibi duymadım.
Çok değil birkaç dakika sonra Elyesa, Akın ve Mavi yanımıza gelerek muhteşem gruplarını tamamlamış oldular. Bunlarda göbek bağları beraber kesilmiş gibi sürekli göt göteydi.
"Bir zamanlar sen de Toprakla öyleydin be Eva." Diyen iç sesimle derin bir soluk kaçtı dudaklarımdan. Evet bir zamanlar dayımla odalarımıza varana kadar yan yanaydı.
Hiç kimse çıt çıkartmadan yürüyor ben de onları takip ediyordum. Tamam yeri geldiğinde susmasını bilen bir insandım da anlamadığım bu ciddiyet de neydi yani? Hayır iki gülseler kim ne diyecek anlamıyorum. Hep böyle oklava yutmuş gibi mi bunlar bir araya gelince?
İnsan bari bir güler gülmüyorsa da biraz büker gibi yapar ağzının kenarını. Sonra da Eva niye insanların ağzının üstüne geçiriyor?
"Bence sen varsın diye böyleler." İç sese hak vermeden edemedim. Saraydan on beş veya yirmi dakika kadar uzaklıkta olan bir yapıtın önüne geldiğimizde hâlâ kimseden çıt çıkmıyordu. Vallahi yangın var diye bağırmama ramak kalmıştı.
Spor alanı gibi bir şey miydi acaba? Ya da saha falan?
"He Eva ulusal maçları burada yapıyorlardır emin ol. Hatta büyücüler ellerinde bastonla topa doğru koşuyordur." İç sesimle kıkırdadığımda büyük gösterişli bir kamelyanın yanına gelmiştik.2
Kendi kendime gülmemi garip bulan Elyesa bana baktı. "Kafan güzel galiba?"4
"Sizinkinden mi? Katbekat daha güzel olduğuna eminim." Dediğimde ya sabır çekerek oturmuş bulundular. Ama ben hâlâ dikiliyordum. Anlaşılan arkadaşlar konuşmamaya yemin etmişlerdi. Arkamı dönüp yürümeye başlayacaktımki "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Sesiyle oflayarak arkamı döndüm.
"Sizin mahkeme duvarı gibi suratlarınıza maruz kalacağıma biraz hava almayı tercih ettim. Sizin için sorun olur mu prensimm." Dedim son cümleyi komple alay barındıracak şekilde.
"Otur oturduğun yerde beni senle uğraştırma." Dediğinde hayretle baktım ona.
"Pardon da ben mi seni benle uğraştırıyorum. Sen kendi hür iradenle benimle uğraşmayı tercih ediyorsun. Eğer uğraşmayı bırakırsan seni benle uğraştırmış olmam ve bu sayede seni benle uğraşmış olma eyleminden de benden de kurtarmış olursun. " Tek nefeste söylediklerime hayretle bakan dörtlüye boş boş baktım.3
"Bence onu salalım gitsin dönerse bakarız dönmezse inşallah dönmez yani." Diyen Maviye ters ters baktım. Onları umursamadan geldiğimiz minik taşların olduğu yolun tersine ilerlemeye başladım.
Etrafı inceleyecek bir durumda değildim çünkü midem feci halde bulanıyor yine ne yediysem hepsi boğazımı tırmalayarak yukarıya çıkmaya çalışıyordu. Soğuk soğuk terlediğimi saymak bile istemiyordum.
Evet tertemiz zehirlenmiştim ve bunu bir iğneyle atlatabileceğimi sanmıyordum. Onların yanından ayrılmıştım çünkü beni bu durumda görmelerini istemiyordum. Yeteri kadar insanların önünde güçsüz görünmüştüm. Daha fazlasına tahammülüm yoktu.
Onlardan uzaklaştığıma kanaat getirince kendimi olduğum yere bırakıp oturdum. Boynumun arkasından başımın çevresine kadar sızlayan migrenim hiç derdim yokmuş gibi orada bana sıkıntı veriyordu.
Çok soru vardı zihnimde. Sesimi çıkartmasam da o kadar çoklardı ki her biri birer ses olup ardı ardına yankı yapıyordu kafamın duvarlarına. Susmuyor cevap diye bana saldırıyorlardı. Her seferinde savuşturmanın bir yolunu buluyordum ama git gide daha da zorlaşıyordu.
Neden buradaydım? Annem ve babama ne olmuştu? Toprak iyi miydi? Ben kimim veya kimlerdendim? Annem ve babamın bu evrende ne işi vardı? Ne suç işleyip neyin cezasını çekiyorlardı! Ben insan mıydım, ya da Annem veya babam insan mıydı? Evet gerçekten buna kadar beynim böyle sorularla doluydu. Öğürme hissiyle öne doğru eğilmek istedim ama son anda boğazımı yakarak yukarıya tırmanan sıvı tekrardan aşağı inince yüzümü buruşturdum. Dizlerimi kırarak ayaklarımı tamamen yere bakmasını sağladım. Evet şükür bir ayakkabı vermişlerdi! Ellerimi dizlerime koyup başımı iki kolumun arasına sıkıştırıp sakince kendime gelmeye çalıştım.
Yılanın zerinden değil kafamın içindeki zehirden bu hale geldiğimi düşünüyordum.
Cevabını bulamadığım sorular daha da çoğalıp daha çok cevap istiyor, bulamadıkça da öfkeme ve sinirime vuruyordu. Hadi ama! En azından bir açıklamayı hak ediyordum değil mi?
Sen öleceksin deyip sürüklendikten sonra sen yaşayacaksın deyip bırakmalarının mantığı nerde?
Her şeyi geçtim o iki kızı benim bulacağım alnımda mı yazıyordu da buna inanarak beni yaşatmışlardı?
Olmuyordu! Soru soruyu doğuruyor cevaplar yeni sorulara gebe kalıyordu ve hiçbir zaman bir sonuca varamıyordum.
Kafam yerde gözlerim ise birkaç saniyelik de olsa kapanmıştı ama bir anda gelen hışırtı sesi ve ayağıma dolanan ince ve çıkıntılı şeyle kafamı yavaşça kaldırıp ayaklarıma baktım. Tekrardan bir yılan vakası beklerken bileklerime dolaşan sarmaşığı görünce kaşlarım çatıldı.
"Ne oluyor lan?" Diye bir tepki verip ayağa kalacaktım ki bileklerime dolanan sarmaşık öyle hızlı bir şekilde beni çekip ayağıma düğümlendi ki şokla baktım ayağıma yapışmış olan dala.
"Lan siz bitki milleti olarak ne istiyorsunuz benden!" Diye bağırıp ayağımdan ayırmaya çalıştım ama inat eden sarmaşık daha da sıktı bileklerimi. Ayağa kalkmaya çalıştığımda beni çekmesiyle tekrardan yere düşecekken ellerimi yere koyup buna engel oldum.
"Parçalarım seni ha! Dal kırığıı. Bırak lan ayağımıığğ-" dememe kalmadan ayağımdan kaldırdığı gibi beni sürüklemeye başlayınca kıçıma batan diken ve sivri taşlar yüzünden öfkeden deliye döndüm.
Şu an bir sarmaşık tarafından sürükleniyordum! Hatta kaçırılıyordum!
"Senin fotosentez yapan yaprağını dalını koparayım, parçalayayım!" Diye bağırmamla kendimi bir ağaca çarpmam bir oldu. İnleyerek kafamı tutuyordum ki ağacın bir parçası olduğunu anladığım sarmaşık bir anda ayaklarımdan beni havaya kaldırdığında tepesi aşağı sallanır vaziyette buldum kendimi.
Sarmaşık ağacın kalın dalına sarılarak beni daha da yukarıya çektiğinde tüm organlarım gözümden akacaktı.2
"Senin gibi ağacın dalını yaprağını yedi köye, yedi ülkeye, yedi dünyaya söktürdüğümün çocuğu! Bıraksana lan beni!" Diye bağırsam da her boka konuşan ağaçlardan bu sefer çıt çıkmadı anlaşmış gibi. Ya da ben delirmenin eşiğinden içeriye girmek üzereydim!
"Başıma gelene bak ya! Kara bahtımı aydınlığa çıkartacak tek bir olay bile yaşamaz mı insan!" Diye daha da çileden çıktım. Kafası aşağı sallandığım için kanın hepsi beynime midemin hepsi de ağzıma gelmek üzereydi
Kafamı kaldırıp sarmaşığa ters ters baktım.
"Bak ot kafa, beni bırakman gerekiyor çünkü benim senin gibi alt sınıf olan bir bitkiyle işim olmaz." Dediğimde ayağımdaki sarılı olan sarmaşık hafif gevşeyip tepesi üstü düşecekken tekrardan bileklerimi sıkıp yukarıya çekti, sakince kafamı kaldırıp baktım beni oyuna getirmeye çalışan sarmaşığa.
"Çok mu komiksin sen hahahağğ. İndir dedik kafamı del demedik!" Yine ayağımı bir anda gevşetip tam kafam yere çakılacakken tekrardan tutan sarmaşık benimle alay ediyor olmalıydı.
"Gene şakanı yaptın ha şakaciii! Üstümün başımın içine sıçtın içene." Diye sesimi yükselttiğimde gelen gülme sesiyle kafamı çevirmeye çalışarak baş aşağı gördüğüm beş kişiye bön bön baktım.
"Eğiteceğim kız bu mu gerçekten Mavi?" Dedi bana şaşkın gözlerle bakan adam, Mavi ve diğerleri bana umutsuz bakışlar atarken Mavi
"Maalesef Kora." Dedi kora denilen adama acıyor gibi bir sesle. Bakışlarım lanet olasıca mavilikleri bulunca beni baştan aşağı süzdüğünü ve yukarıya doğru kıvrılan hain kıvrımını görünce sinirden olduğun yerde tepinmek istedim ama bilin bakalım ne eksik?
"Bu küçücük kız için mi beni ülkenin diğer ucundan çağırdınız gerçekten. Şundaki çelimsizliğe baksanıza." Tamam zayıftık da çelimsiz denilecek kadar değildi! "Onun bırak silahı bir bıçak dahi tutabileceğini sanmıyorum" dediğinde hiç düşünmeden yemek masasında kotuma sıkıştırdığım bıçağı direkt adamın kafasına doğru attığımda Kora denilen adam Elyesadan farkı olmayan bir şaşkınlıkla burun buruna kaldığı bıçakla bakıştı çünkü Arsal yine tam zamanında bıçağın havada asılı kalmasını sağlamıştı.
Anlık bıçakla bakışan adamın şaşkınlığı öfkeli sesimle dağıldı "Vakarsız, ayarsız, süfliye bak sen!" Diye bağırdım baş aşağı "sensin çelimsiz modadan anlamayan zevk yoksunu süprüntü!" Diye bağırdım çünkü bilekte olan pantolonunun rengi yeşildi! İnanabiliyor musunuz yeşil. Allahtan üstüne beyaz buralara özgü bir gömlek giymişti de çok sırıtmıyordu. Ayrıca şu an tüm kan beynime giderken tek derdim adamın kombini miydi gerçekten!
"Ayrıca baş aşağı bana bu dilleri saydırdığın için ayrı bir şekilde dalağını si-"1
"Hop hop yavaş." Diye beni aceleyle böldü Akın şok içinde.
Bende daha ne laflar vardı da şu an konumum müsait değildi
Bıçak Arsal'ın sayesinde yere düştüğünde adam artık şaşkınlıktan arınmış bir dehşetle bakıyordu bana. "Benden gerçekten bu deliyi eğitmemi mi istiyorsunuz Efendim?" Dedi Arsal'a bakarken. "O bir kaçık gibi davranıyor." Kaçık değil de bir sarmaşığın suikastına uğramış bir mağdur olduğumu neden kimse anlamıyordu!1
Ve orada dikilmek yerine keşke birisi gelip beni şu sarmaşıktan kurtarmayı akıl etse
"Verilen emirleri ne zamandan beri sorguluyorsun, Kora?" Dediğinde baş aşağı olmama rağmen adamın dizlerinden yukarıya titrediğini gördüm. Yuh ama artık. Elini öne doğru birleştirip saygıyla "Ne haddime efendim ben öyle demek istemedim." Dediğinde göz devirdim. Sesi bile titremişti resmen. Bu adam millete ne yapıyordu böyle.
"Bide bayıl istersen Feriha?" Dedim sallandığım yerden ama beni takan olmadı.
"Akın ile Eğitim binasına geçin siz beş dakikaya oradayız." Dediğinde kimse onu ikiletmeden Kora ve Akın yanımızdan uzaklaştı. Sanırım bu adamı ikileten de söyleten de tek bendim çünkü arkadaşları ve ailesi hariç onla konuşan herkesin bacaklarının titrediğine şahit olmuştum. Bazen en yakınları bile çekiniyordu. Baş aşağı sarkarken bana sırıtarak bakan Maviyi ayağımdaki sarmaşıkla boğabilirdim.
"Havalar nasıl orda kız, şeytan?" Dedi utanmadan.
"Gel de göstereyim nasıl olduğunu." Gel de iki dakikada boğayım seni sarı çıyan.1
Bana bakan Elyesa'nın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını görünce sinirden kulaklarımdan kan akabilirdi. Hatta sinire de gerek yoktu biraz daha bu pozisyonda kalırsam gerçekten kulağımdan gözümden kan akacaktı.
"Arsal Bey, nasılsınız iyi misiniz, ha? Dedim normal bir sesle. "Keyfiniz yerinde mi?"
"Hem de nasıl." İlk defa keyifli gelen Arsal'ın sesine göz devirmek istedim ama gözüm akar diye denememek daha mantıklı geldi.
"O zaman beni indirseniz mi artık! Ne bekliyorsunuz."
"Ne zaman müsaade eder tahmini?"
"Keyfim bilir." Dediğinde çıldırmanın eşiği kapısı kalmadı, çıldırmıştım zira!
"Burdan o keyfine bir çarparım ömür boyu keyif ararsın nereye gitmiş diye!"
"Bu şartlar ve tehditler altında seni oradan indirmem mümkün değil." Dedi adi herif! Derin bir soluk aldığımda Elyesa ve Mavinin gülüşlerini kafasını çevirip başka yere bakarak gizlemeye çalıştığını gördüm. Gülünecek ne vardı burda!
Sinirden küplere binmem onları eğlendirirken elimin birisini ağaca yaslayarak gücümün bir kısmını belime ağırlığımı ise elime vererek kendimi yukarıya kaldırdığım gibi diğer elimle de ağacın sağlam olduğunu düşündüğüm bir dalını kavradım. Artık ağırlığımı kavradığım dala verirken ağacı tutan elimi kotumun cebine attım bu sefer. Hayatım boyunca emanetsiz dolaşmayan mahalle serserisi gibi bıçaksız çakısız dolaşmadığım için her tarafımdan bıçak çıkma olasılığı yüksekti.
Olduğum yerden normal bir insan gelse yanında bulunacağı şeyler telefon, ne bileyim küçük bir çanta ya da sürekli kullandığı bir takı ya da yanında ayırmadığı makyaj malzemesi olur ama benimle birlikte gelen şey düğmeli bir çakıydı.
Cebimden çıkardığım çakının düğmesine bastığımda tık sesiyle açıldı. Aslında on dakikadır burada onların beni kurtarması için değil de sarmaşığın beni bırakması için bekliyordum. Evet istesem bu durumdan ve kepazelikten kurtulurdum ama sırf şu ot parçasının canı acımasın diye yarım saattir kafası aşağı sarkmış bir durumda bekliyordum. Allahtan tişörtümü kotumun içine sıkıştırdım ki şu an tüm bedenim meydanda değil.
Tutunduğum dalı daha sıkı kavrarken tek bir bıçak darbesiyle sarmaşığı kestiğimde ayağım özgürlüğe kavuştu. Ters dönerek kendimi düz bir konuma getirip atladığımda hala bileğimde sarmaşık vardı. Bıçakla bileklerimden temizlediğim sarmaşıkları kenara attım.
"Hiç kusura bakma bir şeyi genelde iki kere söylerim üçüncüyü söyletmemeliydin." Sarmaşığa söylenerek ayağa kalktığımda bana bakan gözler yine alışkın olduğum bir şaşkınlıkla bakıyordu. Onları umursamadan eğitim binası mı artık ne halt ise onun olduğu yöne doğru yürümeye başladım. İki dakika hava alalım dedik başımıza gelmeyen kalmadı.
Yürümeye başladığımda arkamdan gelen üçlünün kendi arasındaki kıkırdaşması sinirlerime dokundu. Bu gülüşler kesinlikle o Mavi ve Elyesa olacak şırtandan geliyordu. Onları umursamadan binanın önüne geldiğimizde durup boş boş baktım büyük yapıta.
"Burada ne halt edeceğiz." Dedim onlara dönüp. İçeride bizi bekleyen Akın ve Kora adındaki adam da geldiğinde herkesin gözleri benim üzerimdeydi. Sanki ben tutup onları buraya getirmiştim. Niye herkes bana hem imalı hem de sinsi sinsi bakıyordu.
"Hünerlerini göstereceksin bana küçük Hanım." Dedi Kora adındaki adam.
"Hünerlerimi göstermek için pek uygun bir ortam değil." Dedim rahat sesimle, Eleyesa bana şokla bakarken erkekler küfürler ediyordu ağzının içinden.1
Arsalın delici mavilikleri beni bulduğunda omuz silktim. "Düzgün bir cümle kur Kora." Dedi adama sinirli bir sesle. Kora korkudan tekrardan elini öne atıp Arsal'a doğru eğildiğinde göz devirdim.3
"Hepiniz yatın şu adamın önüne de rahatlayın."
"Dövüş, nişan gözün ve diğer tekniklerde nerede olduğunu, hangi seviyede olduğunu öğreneceğiz." Dedi bu sefer.
"Atış gözünün hangisi olduğunu öğrenmek için." Kafam karışmış şekilde baktım ona.
"İkisi de göz ikisi de görüyor. Hangisiyle bakıp attığının ne önemi var." Saçmalıktı.
"Bunu birazdan öğreneceğiz işte küçük hanım." Dedi şeytani bir sırıtışla.
"Buyyrun sizi içeriye alalım." Herkesin keyfi yerinde ve birazdan izleyecekler manzaranın eğlencesiyle sırıtıyordu.
Bakalım hangimiz daha çok eğlenecektik.
"Ulan altı üstü şu elli metre ilerideki nişan tahtasına vuracaksın. Elli ya elli!" Çileden çıkmış olan adama tüm umursamazlığımla baktığımda bir kere daha çileden çıktı.
"Eva Hanım bana biraz daha bu boş ve malımsı bakışları atarsanız gerçekten ülkenin diğer ucundan bir salağı eğitmek için getirildiğimi düşünmeye başlayacağım."
"Ülkenin diğer ucundan gelirken beynini getirmeyi unutmuşsunuz bay Kora. Bir insanın hedefini vuramaması salaklık olamaz." Dedim engin bilge bir kişi edasıyla. Elimdeki silahı alıp yanımızda duran masanın üstüne bıraktı ve oradan her türden olan ve incelemek için can attığımı belli etmediğim silahlardan başka birisini elime tutuşturdu. Bir bana bir de elli metre uzaklıktaki nişan tahtasına bakarken umutsuz bakışları beni buldu.
"Mavi, şu kırk metre uzaklıkta olan hedefin düğmesine bas."
Bizden birkaç metre uzakta rahat koltukların üstünde oturan Elyesa, Akın, Mavi ve Arsal yarım saattir vuramadığım aslında paşa gönlüm istemediği için vurmadığım nişan alma eğitimimi izliyorlardı. Yanlarında dikilen iki muhafız ise hiç şüphesiz Akın ile odama gelen muhafızlardı.
Mavi salağı artık hangi tuşa bastıysa aynı anda hem üç yüz hem dört yüz metre uzaklıktaki hedefler yukarıya çıktı. Hatta ona ek olarak iki yüz ve iki yüz elli metrede olanlar bile çıktı. Bu geri zekalı kırk metre haricindeki bütün hedeflerin tuşuna basmıştı.
"Ne yapıyorsun oğlum? Ona mı bas dedik." Diyen Akın'a ters ters baktı.
"Sabahtan beri on, on hepsini ben açtım zaten Akın. Yüz, Doksan, seksen, yetmiş, atmış diye ama sen kıçını kaldırıp basma zahmetine girmiyorsun bile!" Öfkeli bakışları bana döndü. "Sende ağaçtan sallanır vaziyette Kora'nın alnının ortasına hedef almayı biliyorsun ama sabahtan beri elli metre uzağındaki bir hedefe tek bir kurşun bile atmadın!" Atamadın değil atmadın diyordu çünkü bilerek atmadığımın o da farkındaydı.
Yüz metre uzaklıktan başlamıştık hedef almaya ama ben bir tek kurşunu bile hedefe geçirememiştim. Daha doğrusu geçirmemiştim çünkü istemiyorsam istemiyorumdur.
Kimse bana eğitim verip istediği kıvama getiremezdi ki eğitim almamı gerektiren bir kademede değildim. Onların sandığı gibi anne baba kuzusu olarak yetiştirilmemiştim ben. Evet belirli bir seviyede olduğumun farkındalar ama nerede olduğunu bilemeyecek kadar beni tanımıyorlardı.
Evet beni prensesi gibi seven bir ailem vardı ama tüm donanımımı en sağlam şekilde tasarlanmıştı. Küçüklüğümde oyuncaklarla oynadığım doğruydu ama bu oyuncaklar silah bıçak ve birçok tehlikeli cisim adı altında oluyordu. Ben zaten almam gereken donanımı sağlamıştım. Kendimi aşıp daha da iyisi oldum diyemem çünkü Eva Efnan hiçbir zaman kendisine sınır koymazdı.1
Bu kendini eğitmen sanan adam, beni çalıştırıp geliştiren insanın, bırak yanından geçmeyi, tırnağı bile olmazdı.
Toprak Kırcalı'nın, dayımın eseriydim ben.1
Onların sandığı gibi bir eğitime ihtiyacım yoktu çünkü beni dört dörtlük yetiştirmiş bir yosun vardı.
Savcı kızıyım ben, babamın yaptığı iş tehlikeli ve ucu ister istemez bize dokunuyordu.
Yaptığı en ufak bir görüşme veya verilen bir kararda ilk hedef bizler ailesi olurdu. Bu eğitimleri hep savcı kızı olduğum için kendimi koruyayım diye aldığımı sanırdım ama gerçeklerin boyutu öyle başkaymış ki bunu şu an idrak edebiliyordum.
Toprak aslında kendimi, babamın düşmanlarından değil de geleceğin düşmanlarından korumam için eğitmişti.
Toprak beni her zaman burası için eğitmişti değil mi?
Bir gün buraya geleceğimi biliyordu. Burada yalnız ve korunmaya muhtaç olacağımı biliyordu!
Her şeyin o kadar farkındaydı ki ben daha on dört yaşımdayken başlamıştı beni en zor şartlar altında çalıştırıp eğitmeye. Ondan öncesinde de vardı ama on dördümden sonrası daha sıkı ve zor bir süreçti.
Öyle zamanlar olurdu ki karakola düştüğümüz için başımızın etini yiyen annem ve babam eğitimim yüzünden günlerce eve gelmeme hiçbir şey demezdi. Çünkü onlar da her anlamda kendimi koruyacak kademeye gelmemi istiyordu. Ben belki o zamanlar anlamamıştım ama küçüklüğümden beri hep bu evrenin tehlikelerinden kendimi koruyabileyim diye eğitilmiştim!
O dayım olacak piç o kadar zekiydi ki hep bir ayağı buradaydı değil mi!
Sırf daha dayanıklı ve sağlam olayım diye bana yapmadığını bırakmamıştı puşt herif.
Onu elime geçirdiğimde hepsinin hesabını tek tek soracaktım ama bunun için önce yaşaması gerekiyordu!
Bana hiç bir şey söylememişti. Aramızda sır denen kelimenin S si yok sanıyordum ama dayım benden öyle çok şey gizlemişti ki tıpkı annem ve babam gibi... onları nasıl affedeceğimi bilmiyordum. Şu an içimde onlara karşı olan kırgınlığı bastıran tek şey yaşamaları için dua eden tarafımdı çünkü onlar yaşamadıktan sonra içimdeki kırgınlığın hiçbir anlamı yoktu.
Toprakla geçmişte olan bir konuşmamız düştü zihnimin onunla dolu dolu olan köşesinden merkezime.
"İnşallah bugün o şarjörünü takarsın kızıl." Uyuz dayıma ona yakışır bir uyuzlukta göz devirdim. Adamı kanser eder öldürüldü.
"Şarjörün içindeki kurşunları dikenli bitkilerin arasına dökmeseydin şimdiye takmıştım yosun!" Öfkeli sesimle masumca gülümsedi. Sözde masum!
"Ne yapabilirim bir anda elimden düştüler." Hadi ya dercesine baktım çöktüğüm bitkinin yanında. Deve dikeni mi pire dikeni mi ne halt olduğunu bilmediğim bu otun dikenleri sürekli elime batıyordu!
"Şarjörün içinde öylece duran kurşunlar dikenlerin içine savrula savrula bir anda mı düştü çoook sevgili dayıcım." Dedim çok kısmına abartı yerleştirerek. Yaslandığı ağaçtan bana eğlenen gözlerle bakarken utanmadan başını salladı
"Seni dövüş ve silah konusunda ustalaştıracağım dedin ayak işlerine hizmetçi yapacağını demedin!" Diye isyan edişime rahatça omuz silkti.
"Eğitimin her türlüsü insana bir şeyler katar."
"Bana batan dikenler dışında hiçbir şey katmıyor şu an!" Yükselişime kalkıp onu boğmayacağımı bilse kahkahalarla gülerdi ama onu çıplak ellerimle boğacağımı bildiği için dudaklarını birbirine bastırıp gülüşüne engel olmaya çalıştı. Kalleş kardeş!
"Öyle deme seni her şeye hazırlıklı bir birey olarak yetiştiriyorum. İsyan etmeye kesip kıymetimi anlar mısın artık?" Demesi tepemin atması için yetti
"Yosuncuğum savaşa hazırlanmıyorum dayıcım, bana yeni çeri muamelesi yapmayı bırak. İki el ateş etsem yeter nedir bu çile? Gören görmeyen de önümüzde savaş var sanır." Dedim inanmayan gözlerle.
"Belli mi olur kızıl? Hayat bu her şey olabilir." Göz devirdim
Ellerimi birbirine vurup silkeledim. Ayağa kalkıp dizlerime bulanan tozları da silkeledim ve Toprak'a cevap yetiştirmek için ona döndüğümde yeşil gözleri bir noktaya sabitlenmiş şekilde daldığını gördüm.
"Ne demek bu?" Dedim sakince şüphenin sancısını taşıyan bir ses tonuyla.
"Ne ne demek?" Dedi daldığı noktadan ayırdığı yeşil gözlerini kızıllarıma dikerek. Baktı bana. Yeşil gözlerinde çok sık olmasa da yakaladığım bir duygu yine orda ki yerini almıştı.
Yosun bana sanki gidecekmişim gibi bakıyordu. Bunu çok nadir zamanlarda saliseler kadar kısa bir zaman dilimi içerisine sığdırır ve sonrada kaybederdi.
"Yosun iyi misin? " Dedim telaşlı sesimle. Bir anda daldığı gözlerimde gördüğü dünyadan bu dünyaya kopup geldiğinde irkildi ama bunu bana belli etmemeye çalıştı.
"İyiyim be." Dedi sesi bir anda normal tonuna dönerken "Sen şu an kaytarmak için bahane buluyorsun. Devam hadi devam." Kaşlarımı çattığımda yanıma gelip iki kaşımın ortasına işaret parmağını koyarak çatık kaşlarımı düzenledi.
"Şu kaşların yakında bu şekil kalacak suratında, daha az çat şunları." İçimde bıraktığı merakın küçük izlerinin üstünü bastırıp ona gülümsedim. Sormadım. Benden bir şey saklamasından şüphe etmek bile bana yanlış geldi ama sormadım.
Anlamadığım şey o gün Toprak'ın neden öyle baktığı ve konuştuğuydu fakat şimdi anlıyordum ki her seferinde benim sormadığım soruların cevabını vermiş ama ben anlamamıştım.
Toprak her zaman bana bir ip ucu bırakmış ama ben ona bakmaya bile tenezzül etmemiştim.
Her şeyin en ince ayrıntısına kadar bakan ben gözümün önündekilere sırtımı çevirmiştim.
Gözlerim kırk metre uzaktaki hedefte değildi çünkü gerek yoktu. Hedefi vurmak istesem sadece kırk metre uzağımdaki bir tahta parçasına bakmama gerek kalmazdı. Ama işin eğlenceli kısmı bu ya.
Bir kere daha hedefi tutturamadığımda yanımdaki adamın ettiği küfürleri ve kendi kendine kudurmasını umursamadım.
Masumluğun yanından bile geçmeyen fakat masum bir ifadeyle ona dönüp.
"Kora Key siz bir eğitmensiniz biraz sabır göstermeniz gerekir. Azcık benden feyz alın, bakın vuramamama rağmen sabırla bekliyorum." Külliyen yalandı. Eğer öyle bir şey olsaydı şimdiye sinirden duvarlara kafa atmıştım. Nerde bende o sabır.
Adam derin bir nefes soluyarak başını sağa sola salladı. Yan taraftan gelen Elyesa Akın ve Mavinin tartışması bitecek gibi değildi bu yüzden onları duymamazlıktan geldim.
"Ama sende hiç çabalamıyorsun. Orada tam alnımı delecek şekilde attın ama şu an burada yapamıyorsun. Tamam orada acemi şansı dedim ama yirmi tane de bir tane tutturmaz mı insan?" Dedi hayıflanır gibi. Yirmi değil yirmi birdi bu arada. Evet onu bile saymıştım.
"İşte sabreden derviş muradına ermiş derler bizim oralarda sabret ki muradına er." Dedim pişkince.
"Bizim buralarda da yapabilene can kurban yapamayana tekmeyi vur kurban derler bilmem anlatabildim mi?" Kaşlarım çatıldı.
"Bizim oralarda da çok gezen tavuk ayağında bok getirir derler ne olmuş yani? Benimle atasözü yarışına girme benim atalarım gezen tavuğa bile laf etmiş." Dediğimde Kora öfkesine rağmen elinde olmadan güldü. Kehribar kahvesi gözlerinin çevresi kırıldıkça kısıldı gülerken. Herife sinir olsam da göz var nizam var herif tip olarak gayet iyiydi.1
"Niye böylesin sen?" Dedi gülüşünün arasında.
"Eğer güzelliğim, mükemmel fiziğim ve tanrı vergisi üstün zekamdan bahsediyorsan ne yaparsın bebeğim, ağlama ne olur çalış senin de olur." Dediğimde başını geriye doğru yatırıp bir kahkaha daha attı.
"Ne değişiksin sen." Derken hâlâ gülüyordu ama bir anda sıcak atmosfere buz gibi bir ses yayılınca elimde olmadan üşüdüm.
"Sizi gülüşün diye mi oraya diktim?" Koltukların olduğu yöne baktığımda Buzdan daha soğuk bakışları ölümle alevlenmiş bir çift mavilikle karşılaştım. Soğuk bakışları benden ayrılınca Kora'ya olan soğukluğu eksilerin de altına düşmüştü.1
"Seni ülkenin diğer ucundan o kızı eğit diye getirdim Kora. Onla gülüşüp eğlen diye değil." Ortama yayılan gerginlik insan olup bize çarpıyordu. Bu adam durduk yere niye bu kadar kızmıştı anlamıyordum.1
"Arsal, sakin mi olsan?" Dedi Elyesa temkinli bir sesle.
"Sakinim ben Elya, sen Mavi'nin yanına gidip ona bak."
Elyesa buz gibi bakan mavi gözlerdeki bu ifadeyi tanıyordu. Her an birisini öldürecek gibi bakan arkadaşı o kadar ifadesizdi ki bunu ancak onlardan birisi anlayabilirdi çünkü Arsal Karahanı tam anlamıyla tanıyan nadir insanlardandı. Ona bir kere daha sakinleşmesini söylerse kesinlikle birisini eline alacağını çok iyi biliyordu ve bu kişi şu an Eva denen kızın yanında dikilen eskilerden arkadaşı olan Kora olabilirdi. Emrini ikiletmedi. Hiçbir zaman ikiletmezdi. Daha doğrusu bu ülkede de bu evrende de Arsalı ikileten tek kişi şu günlerde ülkeye yeni gelmiş olan Evaydı.1
Sanırım Eva da aptal cesareti vardı çünkü bunun başka açıklaması yoktu. Bu cesareti ancak aptallar kuşanırdı.
Nedeni ise karşısındaki adamı zerre kadar tanımıyor oluşuydu.
Evayı ölçmek için yarım saattir onunla uğraşan Kora'ya neden böyle boğmak ister gibi baktığını anlamasada yerinden kalkarak eğitim binasının revirine yürüdü. Umuyordu ki bıraktığı adamlar Eva yüzünden birbirine girmezdi. Kapıyı çalma gereksinimi bulmadan revirin aralık kapısını hafif açarak içeriye baktığında kendi kendine söylenen bir adet Mavi bulacağına şüphesi yoktu ki aynen de öyle olmuştu.
"Ölsek gelip bakan yok bu nasıl iştir amına koyayım." Dolapları karıştırıp ilaç kutularını inceleyen adamın söylenişini dinledi Elyesa.
"O kızıl şeytana yaptığım karışım da gitti. Bir de onunla uğraş dur işin yoksa." Bir daha dolabı kapatıp içinden pamuk ve yaraları temizlemek için yapılmış olan öz suyu çıkartıp masanın üzerine bıraktı.
Elyesa pür dikkat adamın hareketlerini izlerken Mavi tekrardan dolaba dönüp bir şeyler karıştırmaya başlarken tekrardan konuştu. "Bu kapı dinleme işlerini bırakman gerekiyor Elyesa Hafzan." Dediğinde Elyesanın dudaklarında alaysı bir kıvrım peydah oldu.
"Sende kafanın arkasında gözün var mı yoksa başka bir canlı mısın onu söylemen gerekiyor Mavi Sıraç Semdar." Omuz silkti Mavi. Hastalar için olan yatağa bakıp göz devirdikten sonra kendisini L koltuğa rahatça bıraktı.
"Emir büyük yerden olmalı." Dedi asla sesinden eksik olmayan bir alayla. Elyea onun aksine nazikçe koltuğun ucuna oturup masaya bıraktığı gazlı bezleri ve ilaçlara baktı.
"Yaran ne alemde?" Dedi sakinliğinin içindeki endişeyle.
Umursamazlıkla omuz silkti Mavi.
"Ölmediğime göre sorun yok." Göz devirmek istese de yapmadı Elyesa. Kör kurşundan, kara büyüden değil de bu umarsızlıktan ve gamsızlıktan geberip gidecekti bir gün.
"Çıkar şu üstünü benim asabımı bozma." Uzun süredir arkadaşlardı ve Elyesa, Maviyi bir gün sırf bu hiçbir şeyi sallamayan tavırları yüzünden iki elinin arasına aldığı boğazını sıka sıka öldürekti. Çok az kalmıştı.
"Ooo Elyesa Hanım hızlısınız." Dedi aynı gevşeklikle ama Elyesa ciddiyetle bakıyordu ona.
Birazdan onu öldürecek olan bir ciddiyetle.
"Akın olmasa o kaya, kurşun olup göğsünü delecekti. Sen hâlâ dalga geçiyorsun." Akın ve Mavinin gittikleri son görevin tehlikesi hafife alınacak gibi değildi. En ufak bir hataya yersiz bir gevşekliğe yer yoktu. En küçük yanlışın bile en büyük doğrularını götürebildiği bir evrende temkinsiz olmak salaklıktan başka bir şey değildi. Yanındaki adam ise ona göre süzme salaktı.
"Kızım ölmedim ya ne abarttın üstünden kaç gün geçmiş hâlâ dırdır ediyorsun." Sen adam olmazsın bakışı attıktan sonra Mavinin gevşekliği bitmeyeceği için öne doğru uzanıp Mavinin gömleğinin ilk düğmesine dokunacaktı ki bir anda bileğini yakalayan adamla şaşkınca kafasını kaldırıp baktı.
"Ne halt ettiğini sorabilir miyim?" Dedi Mavi.
"Kör müsün acaba? Gömleğinin iliklerini açmadan, üstünden çıkartmadan nasıl yarana pansuman yapacağım?" Elyesa'nın irice olan kahveleri Maviye masum masum bakarken Mavi şaşkınca bakıyordu ona.
"Bana pansuman mı yapacaksın?" Niye bu kadar şaşırmıştı ki diye düşündü Elyesa.
"Elya ben bir doktorum." Dedi Mavi bir şeylerin farkına varmasını ister gibi.
"Kendi pansumanımı yapabilirim demek, hayat kurtarıyorum kızım ben kendi yaralarıma mı bakmayacağım?" Dedi kızar gibi.
"Doktormuş." Diyerek bileğini tutan elleri itip ilk düğmeye doğru ilerledi eli. "Doktor kendi götünü dertten kurtardı da başkalarının canını kurtarması kaldı." Söylenerek biraz daha eğildi adamın gömleğine doğru. Bu düğmeler neden bu kadar küçüktü ki!
"Ülkenin en iyi hekimiyim ben, kıskanma." Diyerek gömleğinin ilk iki düğmesini çıkartan kıza bakarken kaşları çatıldı. Tekrardan bileğinden yakalayıp onu kendisinden uzaklaştırdı.
"Kadınlar sadece sevişmeden önce gömleğimi veya tişörtümü çıkartabilirler." Dediğinde Elysa'nın kan beynine sıçradı. Azıcık da yanakları ısınmış olabilirdi ama belli etmedi. Utancını öfkesine sakladı.
"Salak salak konuşma Mavi seninle sevişmek isteyen yok!" Mavi alçakça sırıttı.
"Her kadın benimle sevişmek ister." Yakışıklılığının farkında olan bir piçti!
Elyesa sinirden solurken yanakları öfkeden mi yoksa utançtan mı kızardı bilmiyordu.
"Ayrıca istemiyorsan o senin zevksizliğindir." Adamın gevşek halleri kadını delirtiyordu! Bir insan hiç mi iki dakika ciddi duramazdı? Ama yok. İllaki bir cıvıklık.
"Mavi şimdi o yaranı bir deşerim zevkimin ne kadar iyi olduğunu anlarsın çıkart şu üstünü!"
"Hani benimle sevişmek istemiyordun?" Diye arkadaşının damarına daha da bastı Mavi haince. Belli etmese de Elyesayı kızdırmaktan muazzam bir keyif alıyordu.
"Ne halin varsa gör!" Elyesa pancara dönmüş bir şekilde Mavinin yanından kalkacağı sırada Mavi gülerek onu bileğinden tutup koltuğa tekrardan oturttu.
"Sana da iki şaka yapılmıyor be ateşli kızı?" Dedi.
Ateşli kızı. Ateş ülkesinden olduğu için Elyesaya genelde Ateşli kızı derdi. Çünkü Mavi bu ülkeye ait değildi.
"Şakaların yüzünde bir gün seni felç bırakacağım Sıraç." Dedi Elyesa
her zamanki ciddiyetiyle. Bunu yapacağına hiç şüphesi yoktu Mavinin çünkü Elyesanın gözü döndüğünde ondan daha kötü bir deliye dönüşebiliyordu.
Gömleğini tamamen çıkarmayan Mavi sadece omzunu açıkta bıraktı. Yarası derin ve ağırdı ama bunu belli etmeyecek kadar ustaydı. Kimse bilmezdi ama daimi alaycı ifadesinin altında yatan acıları sadece ruhu çekerdi. Duyanda anlayanda olmazdı.
Sargıyı çıkartıp yarayı temizleyen Elyesa biraz da olsa sakinleştiği için konuştu. "Bu kızdan sence bir şey çıkar mı?" Kastı tabi ki de Evaydı.
"Çıkmazsa ayıp olur." Diye homurdandı Mavi "Kızın her yaptığı ayrı bir bela, resmen fermanlı bir deli. Prensesi ve kralın yeğenini nasıl kurtaracak bu kafayla hiç anlamıyorum."
"Benim pek inancım yok. Kafasının dikine giden biri gibi duruyor. Herkesi parmağında oynatacak gör bak." Dedi Elyesa hem yarayı temizleyip hem de dedikodu verir gibi konuşarak.
"Arsalı mı parmağında oynatacak." Sahte bir gülüş belirdi Mavinin yüzünde "Onu henüz tanımadığı için böyle caka satıyor, emin ol zamanla o da diğerleri gibi olacaktır." Aralarında birkaç saniyelik de olsa bir sessizlik oluştu.1
"Bilmiyorum Mavi, o kızda farklı bir şey var." Diye mırıldandı Elyesa.
"O kızda farklı bir değil birçok şey var çünkü Eva'nın henüz kaç yüzü olduğunu çözemedim. Öyle güçlü maskeleri var ki hangisi gerçek yüzü anlamış değilim." Mavi göründüğünün fazlasıydı hep. Elyesa da bunun farkındaydı. Bir insanla tanışıp konuştuktan birkaç saat sonra onun hakkında yaptığı analiz asla o kişinin karakterinden şaşmazdı Mavi'nin her zaman doğru şekilde analiz edip kendi süzgecinden geçirdikten sonra insanların nasıl biri olduğunu çözerdi ama bu kız öyle değildi.
Kendi ölümünden korkmazken Toprak denilen adam yüzünden ölmek uğurana bile olsa kabul etmeyeceği bir anlaşmayı kabul edip itaat etmiş, Elyesaya gözünü kırpmadan bıçak çekmiş ama küçük prensesi kurtarmak uğruna çift başlı yılan tarafından ısırılmayı göze almıştı. Arsal'a düşman gözlerle baksa da Nevsal'in, Arsal'ın kardeşi olduğunu öğrendiğinde bile ona karşı olan bakışı değişmemiş onu sanki düşmanının küçük kızı değil gibi sevmişti.
Ne iyiydi ne kötü, acıması yokmuş gibi bir zırhı vardı ama aynı zamanda kıyamıyordu da. Sanki öyle bir evredeydi ki korku duyusu hiç yoktu. Bunu ilk duyduğunda inanmamıştı ama bu kızın korkma kelimesinin K 'sinden bile haberi yoktu.
"Ne olduğunu anlamaya kalmadan ölmezse tabi." Diye Eva için yaptığı ilacın kırılmasına atıfta bulundu İmayla
"O piç Akın tek tek o şişenin içindeki malzemeler bana getirecek." Diye homurdandı Mavi.
"Gerçekten şişeyi kırdı diye ona bu cezayı mı verdin." Dedi Elyesa bir yandan gülerken bir yandan pansuman yaptığı yarayı sarıyordu.
"Şişeyi o kırmadı ki." Dedi Mavi düz bir sesle. Elyesa'nın gözleri pür dikkat yarayı sarmak için odaklanmışken Mavi'nin canını yakmamaya çalışıyordu. Yansa bile belli etmeyecek kadar egoya sahipti uyuz arkadaşı.
"Nasıl yani?" Dedi Elyesa sarma işlemi bitince biraz geri çekişip koltuğa yaşlandı.
"Şişeyi Nar kırdı. Suçu Akın üstlendi." Dediğinde Elyesa şaşırdı.
"Niye öyle bir şey yapsın ki?" Dedi her zaman sesinde yer vermediği bir merakla. Omuz silkti Mavi.
"O piçin ne düşündüğünü kim bilir ki? O elindeki bir yaprağı bile kendi isteğiyle rüzgara bırakırsa uçar. Akın bir şeyleri isteği dışına çıktığı an çıldırır bu bir şişe bile olsa. O şişeyi O kırsa şimdiye dikkatsiz davrandım diye kendisini yer bitirirdi." Arkadaşını çok iyi tanıyordu Mavi.
"Öyleyse kızın canını okuma diye yapmıştır." Dedi Elyesa çünkü o Nar adındaki kız Mavi'nin elinden neler çekiyordu. Kız güya asistanıydı ama kızı bir falakaya yatırmadığı kalmıştı. Arada kıza acımadan edemiyordu Elyesa çünkü Mavi'nin kahrını çekmek mümkün değildi.
Buradan Nar'a bol bol sabırlar diliyordu.
"Asistanıma ne yapacağıma karışamaz." Dedi Mavi sinsi bir kıvrımla. "Aslında bakarsanız ne bok yiyeceğini merak ettiğim için yalanını yüzüne vurmadım." Bu işin içinden ona bir eğlence çıkacağına emindi.
Elyesa onun bu ifadesinden yine bir piçlik düşündüğüne emindi. Tam o kafasındaki tilkilerin ne halt yediğini soracaktı ki içeriden Koranın acı sesiyle ikisi de yerinde dikleşerek birbirine baktı ve aynı anda ayağa kalkıp Eva ve diğerlerinin yanına hızlı adımlarla ilerlediler.1
Elyesa temkinli bir şekilde Arsal'a baktıktan sonra yanımızdan ayrıldı.
"Ben özür dilerim efendim. Affedin." Bir anda tüm gülüşü solan Kora titreyen sesiyle Arsaldan af diledi. Arsalın öldürücü mavilikleri beni bulduğunda kaşlarımı çatmak istesem de ona düz bir şekilde bakmaktan başka bir şey yapmadım. Neydi bu adamın derdi?
Hem ülkenin diğer ucundan buraya kora'yı getirmiş hem de adam sadece benimle şakalaştı diye öldürecek gibi bakıp ona kızıyordu. Onu umursamadan atışa kaldığımız yerden devam ettim.
Kora şu son on dakika içerisinde tekrardan çıldırma nöbetlerine soksam da sakin olmaya çalıştı. Adam benim Atış gözümü bulmaya çalışırken benim iki gözümle önümdeki kocaman hedefi vuramamam şokunu atlatamıyordu.
Tekrardan nişan alır gibi yaptığımda önümdeki otuz metre uzaklıktaki hedefe baktım. Bir an gülme isteği gelip beni yoklasa da engel oldum.
Bu Atış oyunlarını da eğitim zırvalıklarını da yıllar önce geçip gelmiş ve şu an aynı şeyin derdinden geçemiyordum.
Millet hep beni eğitme derdindeydi.
Yakında pati ver kızım diyen olur da kafasını koparmak zorunda kalırım diye endişeliydim.
Düşüncelere dalmışken bir anda arkamda hissettiğim sıcaklık ve silahı tutan elimin üstüne dokunan elle hızla kendimi geri çekip bana dokunan eli bükerek cam masaya ani bir güçle çarptığımda Kora'nın dudaklarından kopup gelen çığlık ve elime dolan kanıyla önümüzdeki silahların olduğu cam masanın parçalanışı bir oldu, her şey sadece saniyeler içinde olmuştu.
Şaşkınlıkla elimi geri çektiğimde Kora kanlar içinde kalan eliyle bir anda dengesini sağlayamadı. Şaşırmıştı ama benim kadar olamazdı.
Çığlık atarak yanımıza gelen Elyesa ve Maviyi koltukların olduğu yerden bir anda hızla yanımıza gelen muhafızları ve Kora'ya iyi olup olmadığını soran Akının sesleri hepsini duyuyordum ama algılarım silikleşmiş gibi yerimden kıpırdayamadım.
Böyle bir şeyi beklemiyordum. Yemin ederim ki birden böyle bir tepki vereceğimi beklemiyordum. Muhtemelen Kora arkamdan gelip silahı nasıl tutmam gerektiğini gösterecekti ama elimde olmayan bir iradeyle adamın bileğini burkup cam masaya vurmuştum! Belki de kırmıştım. Allah kahretsin!
Bir anda titreyerek kendime geldiğimde Arsal'ın yerinden hiç kıpırdamadan bizi izlediğini gördüm. "Kora özür dilerim." Aceleyle Kora'ya doğru eğilip eline bakamaya çalıştım ama Elyesa öfkeyle bağırınca elim havada asılı kaldı.1
"Uzak dur ondan! Ne yaptığını sanıyorsun sen Eva." Elyesa'nın öfkeli sesiyle kaşlarımı çattım.
"Cırlayıp durma kulağımın dibinde, bilerek olmadı her halde." Açıklamam suçumdan daha beterdi.
"Haklısın yanlışlıkla adamın eline dokunup çok ama çok yanlışlıkla cam masaya çarpıp parçalamasını sağladın, değil mi?" Mavi'nin dediklerine hızla başımı salladım.
"Aynen o dediğinden oldu sarı."
"Bana sarı deyip durma, koparırım o dilini kızıl, şeytan!"
"Bana şeytan deyip durma, kopartırım o sarı kafanı, sarı!"
"Kopartsana kafamı!" Dedi öfkeyle Mavi.
"Sıkıyorsa kopartsana dilimi!" Diye bende aynı öfkemi ona püskürttüğümde yerde kanlar içinde olan Kora daha da öfkeyle bağırdı
"Sikeceğim şimdi sizin dilinizi kafanızı ha! Ölüyorum lan burda." Dediğinde göz devirdim.
"Abartma istersen, kedi götünü görmüş ben bu yaradan ölürüm demiş." Dediğimde Kora eli kanlar içinde olmasına rağmen bana doğru atıldı.
"Hâlâ konuşuyor musun sen kızıl şeytan! Kaybol gözümün önünden." Dedi acıyla.
"Nereye gideyim be!" Diye çemkirdim.
"Ayrıca özür de diledim daha ne yapayım ben senin için gidip dilek ağacına çaput mu bağlayayım iyileş diye! Zamanla iyileşir, canını sıkma." Dediğimde Kora hepten çıldırdı.
Bakışlarım kanayan elime değil de bozulan ojemi bulunca dudaklarımdan dökülen "hiiiii." Nidasıyla bana endişeyle bakan tek kişi Akın oldu.
"Sende mi kestin? Çok mu kötü durumda." Dediğinde sarkıttığım dudağımla başımı salladım.
"Evet Akın çok kötü durumda." Ben yıkılmış gibi ojelerime bakarken Akın elimi kestiğim için baktığımı sanıyordu. Koranın yanından benim yanıma doğru gelip kesik elime baktı.
"Hem adamın elini hem de kendi elini yaralamışsın." Dedi beni azarlar gibi. "Bak bakalım ne durumda elin. Çok kötü olmuş." O yarama bakarken elimi kaldırıp iyice inceledim tırnaklarımı. Kesilmiş yere dahi bakıyordum. Neyse ki kırılmamıştı ama gerçekten tüm ojelerim mahvolmuştu.
"Daha yeni sürmüştüm ya! Ne hale geldiler." Akın da diğerleri gibi bana garip garip bakarken.
"Elinden mi bahsediyorsun?" Dedi ama alacağı cevaptan korkar gibiydi sesi
"Hayır tabi ki de!" Diye gözlerimi büyük bir hüzünle tırnaklarıma dokundu. "Tırnaklarımdan bahsediyorum!" Akın ağzının içinden küfürler ederek elimi bıraktı.
"Sen gerçekten zır delisin." Dediğinde kaşlarımı çattım.
"Daha bugün sürmüştüm bunları yanında! Nasıl bozulmuşlar görmüyor musun?" Elini acıyla tutan Kora delirmiş bir sesle
"Ya beni götürün şuradan ya da şunu kaldırın gözümün önünden yoksa hayatımda ilk defa prensin emrinden çıkıp bu kızı katledeceğim!" Kolunun altına giren Akın ve Mavi Kora'yı götürürken Elyesa arkalarından gitmeden önce öldürücü gözlerle bana baktı. Omuz silktim.
"Bilerek olmadı dedik işte Elyesa daha ne gözlerini belertip belertip bakıyorsun." Elyesada küfürler ederek gittiğinde içeride sadece Arsal ben ve o iki muhafız kalmıştık. Arsal hâlâ aynı şekilde yerinde yaslanmış bir şeyler yudumlarken ona hayretle bakmak istesem de yapmadım.
Köy yanarken Arsalın umursamazlığı. İnsan bari gelip bir bakar.
Gözleriyle muhafızlara kapıyı işaret ettiğinde muhafızlar emiri alıp hemen kapıya yöneldiler ve bu sayede içeride sadece o ve ben kaldık. Ateş ve barut. Bakalım ilk önce hangimiz diğerine patlayacaktı. Bana doğru yürürken yüzünden nasıl tüm duyguları çekip aldığını düşündüm. Bir insan bu kadar boş ve ifadesiz bakar mıydı?
"Aynaya bakarsan görürsün bakar mı, bakamaz mı?" Dedi iç sesim.
Yeri titreten adımları tam karşımda durduğunda gözleri az önce cam masada kestiğim elimde oyalandı. Sadece Kora' ya değil kendime de zarar vermiştim ve kimse elime bakmamıştı. Hatta fark etmemişlerdi bile. Akın dışında. Bakışları yere damlayan kanda ve kesilmiş elimde oyalanan adamın nihayet dudakları araladı.
Bilmiyordum. Her şey bir anda olmuş kendime geldiğimde Kora yerde eli ise kan içindeydi. Evet bir kaç saniyeliğine de olsa dumura uğramış gibi dona kalmıştım. Arsal'ın bunu bilmesine gerek yoktu. Bir kaç saniye de olsa kendi iradem dışı yaptığım şeyi bilmesine lüzum yoktu.
"Habersizce yaklaşması onun suçu." Dedim omuz silkerek. "Ani refleksleri olan bir insana habersizden yaklaşmaması gerektiğini en iyi onun bilmesi gerekiyor." Yönümü tekrardan nişan hedeflerine döndüğünde silah hâlâ elimdeydi. Nişan almadım ama sırtımda bakışlarını hissettiğim adama da dönmedim. Delici bakışları çıplak hissettiriyordu. Nasıl başarıyor bilmiyorum ama mavilikleri insanı içine çekerken bir yandan da seni tüm gerçekliğinle görüyor gibi bakıyordu.
Ve ben beni gören herkese sırtımı dönerdim. Beni görmesindense arkadan yiyeceğim bıçağa hazır mıydım peki?
İnsanın gerçeklerini içinde gizledikleri gün yüzüne çıkmasındansa sırtından yiyeceği bir bıçak daha az acılı olurdu onun için.
Olmadı, içimdeki Eva düşmanıma sırtımı dönmeme müsaade etmedi.
Tekrardan onun okyanuslarına dönecekken arkamda hissettiğim sıcaklıkla kaşlarım çatıldı. Sırtım tam şu an göğsüne dokunuyordu. Bir an hissettiğim sıcaklık bu sefer öyle soğuk geldi ki içimdeki his tekrardan ona dönüp bileğini kırana denk döndermemi söyledi. Bunu tıpkı bir şeytanın insana günahı fısıldaması kadar kolay, insanın ona uymaması gerektiğini bildiği halde ona kapılması kadar zordu.
İçimdeki hisse dehşetle baktım. Az önce Kora'ya da böyle olmuştu ama her şey o kadar ani ve zamanı kandıracak kadar hızlı olmuştu ki ne yaptığımı çok sonradan fark ettim.
Arkamdan yaklaşan adam silahı tutan elimi kavrayıp yukarıya kaldırdı. Sırtım tamamen onun göğsüne dokunuyordu. Varlığı arkamdaydı ve bu göz ardı edilebilecek bir şey değildi. Kora'nın yapmak istediğini yaparak silah ellerimin arasındayken ona yön verip yönetti.
Ama şunu bilmiyordu ki ne beni yönetebilecek bir doğmuştu ne de ellerimin arasındaki silaha hükmedebilecek biri. Benim tenimin altında benim iradem varken dış çevreden müdahale edemezlerdi.
O bunun farkında mıydı bilmiyorum ama öğrenmesi uzak değildi.
İzin verdim. Silahıma yön vermesine sadece ben izin verdiğim için şu an arkamdaydı. Kendimden ödün verdiğimden değil sadece ne yapacağını görmek istediğim için.
Silahın tetiğinde duran parmağımın üstüne yaptığı baskıyla silahtan çıkan kurşun elli metre uzaklıktaki hedefin kırmızıyla çevrili olan tam ortasına saplandı. Şaşırmadım. Onun sıkı ve zor bir eğitimden geçtiğine emindim. En az benim kadar...
Bakışlarını yan profilimde hissettiğimde yüzümü hafif bir açıyla ona döndüğümde yüzü ve okyanus mavileri çok yakınımdaydı. Gözleri pür dikkat kızıl gözlerimdeydi. Bir şeylerin cevabını bulmak ister gibi bakıyordu irisleri.
"Her zaman bildiğini sorulara yanlış cevap mı verirsin şeytanın kızı?" Dedi tok bir sesle "Ya da çok iyi bildiğin bir oyununun acemisiymiş gibi görünmek sana ne kazandırıyor?"
Dudağımın kenarı gerçeklikle alakası olmayan bir gülümsemeyle kıvrıldı "Emin ol kralın oğlu çok daha eğlenceli oluyor." Dedim sinsi bir sesle. "Size de sormak lazım aslında, mesela ellerinizde belki dünyayı ele geçirebilecek bir güç var ama siz burada silah ve kurşunla oynuyorsunuz. Yanlış mıyım?"
Okyanus kadar derin ve karanlık bakan irisleri genişleyip küçüldüğüne şahit oldum. Bakışlarında tatminkar bir yer aldı.
"Hayatının bile garantisi yok iken sen buradaki oyunların merakını sürme kızıl şeytan. Her şey olacağına vardığında önemli olan senin nerede olduğun." Kaşlarımı çatmak istesem de yapmadım. Baktım, ifadem boş ama gözlerim anlamlıydı.
"Her şey olacağına vardığında asla burada olmayacağıma emin olabilirsin Karahan." Dudağının kenarında masum olmayan bir kıvrım oluştuğunda yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Soluğumu tuttuğumun farkında olamazken gözlerimi gözlerinden koparmadım.
"Orasını asla bilemezsin Efnan." Devamını bir sır verircesine kısık bir sesle söylemişti burda bizden başka kimse olmamasına rağmen. "Kiminle ve nerede olacağını asla bilemezsin."
Gözlerini benden koparmadan üç el ateş etti. Hedeflere baktığımda sırasıyla iki yüz, üç yüz ve dört yüz metrede olan hedeflerin tam ortasına nokta atışı yapmış gibi bulmuştu.
Evet hepsini tam ortasından vurmuş ve bunu gözlerini gözlerimden ayırmadan yapmıştı. İleri doğru bir adım atıp ondan ve ilk defa hissettiğim bu sıcak soğukluktan kurtuldum fakat tökezlemeyi beklemiyordum.
Gözlerimi sıkı sıkı yumup başımı iki tarafa salladım ama puslu görüntü görüş açıma yerleşmekte ısrarcıydı. Boğazımı tellerle sıkılmış gibi nefesim daraldığında ağzımın içinde olan safran tadıyla yüzümü yere eğerek buruşturdum. Sanırım kusacaktım.
Hızlı adımlarla Arsalın yanından uzaklaştığımda Arkamdan geldiğini biliyordum ama umursayacak durumda değildim. Kapıyı sertçe açtığımda dışarıdaki iki muhafız bana şaşkınca bakıyordu fakat onlara da aldırış etmedim çünkü zemin ayaklarımın altında sallanırcasına gözümün önü titreşip kararıyordu. Boğazıma yükselip tekrardan alçalan sıvıdan kandan başka bir tat alamıyordum.
Yılanın zehrini vücudumdan atamamıştım. Birkaç adım daha attığımda öne doğru düşen başımı kaldırmaya çalıştım ama karanlığın ele geçirdiği göz perdem inatla bana aydınlığı göstermedi. Zemin bu sefer tamamen ayaklarım altından kayarken yere çakılmaktan kurtulmamı sağlayan iki güçlü kol beni göğsüne çekerek kucakladı.
Düşsem bile hissedebileceğimi sanmıyordum çünkü dudağımın kenarından sızan sıvının kan olduğunu hissedecek kadar ayık sesleri zar zor duyacak kadar yarı baygındım.
"Devrim, Maviyi çağır hemen!" Arsalın gür sesi beynimde ardı ardına oluşan bir yankıyla çoğalıp sessizliğin pusuna yayılıyordu. Zihnim bir cam gibi buğulandıkça buğulandı ve son olarak seçebildiğim ses ve hissedebildiğim koku ona ait oldu.
"Mavi acele et! Zehir onu öldürüyor."
Ve devamı beni içine çeken karanlığın güvenli sandığım kollarına atılmam oldu.
Her şey tamamen karanlığa gömülürken sesler buhar olup yok oldu.
Pamuk ipliğine bağlı olan bilincimi emanet ettiğim küçücük kelebek uçtu ve gitti.
O özgürlüğüne kavuşurken ben bilincimin acımasız karanlığına mahkum kaldım.
Belki gelecekte kiminle ve nerede olduğumu bilemezdim ama şu an burada ve onun kollarındaydım.
Bölümü nasıl buldunuz canlarım?
Arsal ve Eva hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizi en çok üzen sahne hangisi oldu?
Elyesa hakkındaki fikirleriniz neler?
Mavi ve akın hakkındaki düşünceleriniz neler?
Kora hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yorum ve fikirlerinizi mutlaka bekliyorum.
Diğer bölüme kadar görüşmek üzere
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.6k Okunma |
375 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |