
♡

♡
Geciktiği için üzgünüm ama dersler sebebiyle bu ara çok yoğundum.
Çok bekletmeden yeni bölümle sizi baş başa bırakıyorum.
Oylamayı ve beni yorumlarınızla taçlandırmayı unutmayın bebeklerim.
Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın acele ettim atmak için🥲
❤Keyifli okumlarr❤
...
🦋
...
Yerde oturup salya sümük ağlayan kadına bütün umutsuzluğuyla baktı Akın.
Gerçekten sorun kendisinde mi yoksa çevresinde mi anlam veremiyordu. Dizlerini karnına çekmiş olan Nar tüm gücüyle sümüğünü çektiğinde bu sefer yüzünü buluşturmadan edemedi Akın.
"Ağlaman tahmini olarak ne zaman biter?" Dedi bıkmış bir sesle. Kafasını dizlerine yaslayan Nar yaşların sicim gibi aktığı gözlerini karşısında kendisine boş gözlerle bakan adama dikti.
"Buradan gidene kadar!"
"Buradan gitmemiz için önce hatanı telafi etmelisin." Akın'ın sözleriyle Nar'ın çayır gibi yeşil olan gözleri ıslak ıslak irileşti.
"Efendim evet üzerinize düştüm özür dilerim ama siz benim üzerime düşerseniz ben sizi taşıyamam!" Diye isyanı Akına neredeyse kahkahalara boğacaktı. "Böyle hata telafisi mi olurmuş." Diye daha çok ağlayan Nar'a bakarken gülse mi kızsa mı bilemedi adam.
"Nar burada olmamızın sebebi üzerime düşmen mi sence?" Dedi sakince.
"Hayır."
"Ne o zaman?"
"Mavi hekimin yaptığı panzehrini kırdığım için ilacın içindeki malzemeleri bulmak." Akın başını salladı.
"Peki bahsettiğim hata bu olabilir mi?" Dedi Nar'ın bir şeyleri anlaması için.
"Olabilir mi?" Islak yeşil gözlerinin altından Akına masum masum bakan kız onu neredeyse delirtecekti.
"Nar salak mısın yoksa masum musun bilmiyorum. Tam o çizgidesin umarım salaklığa doğru kaymazsın." Nar'ın gözleri öfkeyle irileştiğinde ayağa kalkarak başını dikti. Karşısında neredeyse kendisinin iki katı olan ve prensin en yakın adamlarından sayılan birine dikleniyordu. Yürek mi yemişti acaba.
"Pardon da Akın Bey, gün neredeyse batmaya geldi ve biz bu koca ormanda çift başlı yılanın yediği ikiz otunu arıyoruz!" Akın kafasını kaldırıp ona dik dik konuşan kadına boş bakışlarını attı.
"Arıyoruz değil, arıyorum. Çünkü sen her dakika ya düşüyorsun ya bir şeylerden korkup çığlık atıyorsun ya da oturup bir çocuk gibi ağlıyorsun."
"Madem faydam yok getirmeseydiniz beni!"
"Kırmasaydın panzehri." Nar sinirden renkten renge girerken Akın son derece sakindi.
"O zaman Mavi hekime yalan söylemeseydiniz. Siz bu yalanı ortaya atmasaydınız Mavi hekimim şimdi kendisi arıyor olurdu malzemeleri."
"Haklısın senin gibi beceriksiz bir asistanım olsa bende iş güvenmez gider kendim hallederdim." Dediğinde kızın öfkeden kızarılışına keyifle bakarak devam etti. "Ayrıca bana ödemen gereken bir borcun oldu."
"Neyin borcu?"
"Seni kurtardım Mavinin dilinden farkında mısın? Bunun bir bedeli olacak herhalde." Nar yeşil gözlerini dehşetle araladı.
"Siz buna kurtarmak mı diyorsunuz! Şu an ucu bucağı görünmeyen bir ormanın içinde sürünüyorum, bu mu kurtarmak!"
"Eğer Mavinin diline düşseydin kör yılanlardan bile yardım dilenirdin oralarda. Nankörlüğe bir son ver." Dediğinde Nar öfkeyle önüne gelen kaküllerini savurup Akının yanından sinirle geçti. Resmen herife laf yetiştiremiyordu. Ayrıca haklı olması daha da sinirlendi bozucuydu çünkü şu ülkede bir Arsal efendisinin eline bir de Mavi hekiminin diline düşmek kadar korktuğu bir şey yoktu.
"Adamın boyu kadar dili var işte Nar, ne diye laf yetiştirmeye çalışıyorsam. " Söylene söylene ilerledi.
"Ne o küstün mü?" Arkasından gelen Akın'ın küstah sesiyle sinirden kudursa da belli etmedi.
"Ne haddime efendim. Arıyoruz işte lazım olan zıkkımı." Akın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
"Bana sırtını dönüp gitmek de haddin değil." Dediğinde Nar olduğu yerde dona kaldı bir kaç saniye. Bir şeylerin yeni farkına varıyormuş gibi yutkundu. O kendisinin üstüydü ve kabul etse de etmese de ona karşı saygılı olmak zorundaydı. Olduğu yerden Akına döndüğünde ona düz düz bakan adamın nasıl eğlendiği hakkında hiç bir fikri yoktu.
Nar kralların önünde olduğu kadar olmasa da belirli bir saygı çerçevesinde Akının önünde hafifçe eğildi saygı ve özür maksatında "Özür dilerim efendim, bağışlayın beni." Dediğinde Akın'ın eğlenen bakışları artık tamamen ciddileşmişti. Nar titreyen ellerini önde bağlayıp ona boyun eğdiğini gösteren o hareketi yapınca Akın daha da çok sinirlendi. "Özür dilerim affedin." Dediğinde Akın öfkeyle gelip Nar'ın kolundan tuttu.
"Sakın." Dedi dişlerini sıka sıka "Sakın bir daha benim önümde eğilme, Nar." Nar az önce ağacın yanında dikilen adamın nasıl bir anda dibinde bittiğini anlayamıyordu. İrice olan yeşil gözlerine yaşlar dolduğunda Akın daha da sinirlendi. Bu kızın derdi neydi de iki dakikada bir ağlıyordu!
"Şimdi neden ağlıyorsun." Dediğinde Nar korkar gözlerle Akının onu tuttuğu koluna baktı. Yutkunuşu ise tamamen içinde olan garip heyecanın korku ile çarpışmasındandı.
"Efendim sizde bir öyle diyorsunuz bir böyle ben ne yapacağımı şaşırdım ama."
"Sana önümde eğilme diyorum. Benim yanımda rahat olabilirsin." Dedi ağlamak üzere olan kızı yatıştırmak için. Nar sulu gözlerle baktı.
"Rahat olabilir miyim yani?" Dedi merakla.
"Evet, olabilirsin."
"İstediğim gibi konuşabilir miyim de?"
"Evet konuşabilirsin." Dediğinde Nar bunu bekliyormuş gibi pat diye.
"Bana böyle davranmaya devam ederseniz yemin ederim yerde ne kadar taş tahta varsa kafanıza geçiririm! Ayrıca ben beceriksiz değilim, siz soğuk bir gamsızsınız." Nar bunları söyler söylemez arkasına dahi bakmadan koşmaya başladı. Akın ise şoka girmiş gibi birkaç saniye beklemenin ardından "Seni tarla sıçanı!" Diyerek aynı şekilde Nar'ın arkasından bağırdı. "Kaç balca kız, yakalarsam kaçacak delik bulamazsın."
Nar son sürat koşarken yaptığı hatanın elbet farkındaydı. "Aptal Nar aptal!" Diye kısık sesle kendisine söylendi. "Ne olur şu diline sahip çıksan, ama yok." Diye hayıflandı aynı hız koşuşuyla "Hep senin yüzünden! İki dakika yerinde dursan hareket etmesen ölürsün. Dilimi boğazıma dikeceğim!" Diyerek kendi diline de belalar yağdırdı. Nefes nefese arkasına bakmak için arkasını döndüğünde kimseyi bulamayınca kaşları çatıldı. Nereye gitmişti bu adam?
Kendi etrafında bir kere daha döndüğünde ayağı taşa takıldı, düşecekken elini yan tarafındaki ağaca yaslayıp bunu durdurdu ama elini soyan ağaç yüzünden canı acıdı.
Kendisini toparlar toparlamaz eline üzgün bakışlar attı. Bir kere daha etrafına baktığında Akın'ın ortada olmadığını görünce az önceki panik yerini korkuya bıraktı.
"Akın Bey." Dedi yüksek sesle. Cevap gelmedi.
"Akın Bey bu yaptığınız hiç komik değil ama." demesine rağmen hâlâ ses yoktu. Onu burada bırakıp gitmiş olamaz değil mi?
Karanlığın neredeyse esiri olacak olan ormanın içinde yalnız olduğu düşüncesi bir anda aklına kurt gibi düşüp cesaretini çürütmeye başladı. Yeşil gözleri etrafı ararken korkudan yerinden ayrılamıyordu.
"Ama Akın Bey bu yaptığınız haksızlık." Diye hayıflandı. Onu gerçekten bırakmış mıydı bu cani adam?
"Tamam dediklerim için özür dilerim lütfen çıkar mısınız, izninizle azcık korkuyorum da." Ne azı ödü patlıyordu şu an. Yine ses gelmeyince ağaçların arasında küçük adımlarla yürümeye başladı. Tedirginlikten tırnaklarının kenarlarını kemirdiğinin farkında değildi. Karanlık daha da çökerse bu zifiri karanlık ormanın içinde ne tür yırtıcılar olur diye düşündü.
"Ama benim güçlerim çekildi ben ne yapacağımı burada." Diye bir kere daha gözleri dolduğunda adımları devam etti.
Burada olabilecek olan koca koca yırtıcı yaratıkları aklına getirdikçe daha çok ağlamaya başladı.
"Tanrı sizi bildiği gibi yapsın Akın Bey! İnşallah ayağınız kayar da dikenli otların içine oturursunuz, ya da sivri kayalara takılır uçurumlardan aşağı yuvarlanırsınıığğ-" bedduasını tamama erdiremeyen Nar bedduasının kurbanı olarak takıldığı dal ile yüz üstü düşecekken güçlü bir el onu kolundan tutup çekti ve bu ihtimalden kurtardı. Nar daha ne olduğunu anlamadan Akın onu yan taraflarında olan bir ağaca yasladı.
Ağzı iki karış açık kalan Nar karşısındaki adama baka kaldı. Dudağının kenarı şeytanice kıvrılan Akın yavaşça dudaklarını kıpırdattı.
"Korktun mu balca kız?" Demesiyle Nar girdiği transtan çıkıp sinirle baktı.
"Ne biçim insansınız siz?" Dedi öfkesini tutmaya çalışarak. Karşısında kendisinden üst olarak daha kıdemli biri vardı ama sakin olmak da kolay değildi. "Aklım çıktı!" Diye bağırdı elinde olmadan.
"Zaten bir karış havada değil mi?" Dediğinde Nar bu adama laf yetiştirememenin daha doğrusu kendisinden daha meziyetli oluşu yüzünden dudaklarını büzüp yaslandığı yerden başını öne eğdi. Neden kendisi gibi o da Hekim yardımcısı falan değildi ki? O zaman istediği gibi onun hakkından gelebilirdi.
"Ama siz sürekli benimle uğraşıyorsunuz." Kızın titreyen sesine ve eğdiği başını görünce gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Akın. Evet onunla uğraştığını kabul ediyordu çünkü yaşına rağmen suçlu bir kız çocuğu gibiydi. Tatlı bir kız çocuğu.
"Sende sürekli ağlıyorsun." Kızın çenesine parmaklarını koyup başını kaldırmasını sağladı. Nar ıslak gözlerle ona bakan adama çayır gözleriyle baktı.
"Sizde beni ağlatıyorsunuz! Ayrıca korkuttunuz da." Kendisini kendisine şikayet eden kızın masum gözlerine baktı.
"Sen bana neler dedin öncesinde?" Dediğinde Nar suçluluk gözlerini kaçırdı.
"Hak ettiniz!" Diye başını kaldırıp parmak uçlarında yükseldi ama adama yetişmek ne mümkün. Boyu göğsüne kadar anca gelen kıza hınzır gözlerle baktı Akın. Yavaşça boynunu eğip yüzünü yüzüne hizaladığında Nar'ın gözleri daha da irileşiken kendisini geri çekti ama sırtı zaten ağaca yaslıydı. Üzerine eğilen adam kendisinden kaçmaya çalışan kıza şeytani bir kıvrımla baktı. İki elini de aynı anda ağacın gövdesine yerleştirdiğinde Nar olduğu yere daha da sindi ama çayır gözleri daha ne kadar açabilirse o karar irileşmişti. Kollarıyla onu kefesi altına alan adamın yakınlığı kalbini korkuyla mı yoksa heyecanla mı olduğunu bilmediği bir ritimle göğsüne çarptırdı.
Akın'ın bu yakınlığı unutmaya çalıştığı o geceyi hatırlatıyordu ona. Ellerini ağaca bastırıp sımsıkı tutunan Nar kızaran tenine ve ateş vuran yanaklarına engel olamıyordu.
"Seni daha önce buralarda hiç görmüş müydüm?" Dedi anıların derinliklerinden Akına ait olan ses. Aynı bu şekilde, bu konumdaydılar.
"Ben hep buralardaydım efendim." Diyen kendi sesini hatırladı. Başını öne eğmiş titrek sesiyle ona bakan adamın bakışlarından kaçırıyordu gözlerini.
"Ben neden ilk defa görüyorum seni?"
"Benim olduğum tarafa bakmamış olabilirsiniz." Diyen çekingen sesi ve yanlış bulduğu yakınlık yüzünden yerinde kıpırdandı.
"Sen buradaydın ve ben senin olduğun tarafa bakmadım?" Diyen Akının sesi alaysıydı. "Mümkün değil."
Zihninin derinliklerinde olan anı, Akının aynı şekilde olan yakınlığını kaldıramayan kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki hızlanan nefeslerine engel olamıyordu.
"Ben seni daha öncesinden tanıyor muyum?" Diye soran Akının düşünceli sesiyle yerinden korkuyla sıçradı Nar.
"Ma-mavi hekimimin yanında görmüşsünüzdür." Dedi aceleden kekelerken. Akının kaşları çatıldı.
"Öyle değil." Dedi "Daha önceden gördüm mü seni? Yani başka bir şey?" Bunu neden sorduğunu bilmiyordu Akın ama bu kızda tanıdık bir şey varmış gibi hissetti
"Nasıl bir şey?" Dedi Nar korkar sesiyle.
"Bilmiyorum. Sanki seni daha önceden tanıyormuş gibi hissediyorum." Diyen sesi Nar'ı nasıl bir korkuya sürüklediğinden haberi yoktu ama kızın gerilen vücudunu fark etmişti Akın.
"Sende bir şeyler var. Ne olduğunu bilmiyorum-" demişti ki arkadan gelen sesle Akının cümlesi yarım kaldı.
"Bu amına koyduğumun memleketinde her bir boku benim mi yapmam gerekiyor." Mavinin sesiyle yine uygunsuz bir pozisyonda yakalanmak istemeyen Nar hızlıca Akın ve ağaç arasında sıkıştığı yerden sıyrılıp kendisine çeki düzen verdi.
Her zaman "aha yine geldi" dediği Mavi hekiminin gelişi ilk defa ona derin bir nefes aldırıp çok şükür dedirtmişti çünkü Akının sorgusundan başka türlü kurtulamayacağını tahmin ediyordu.
"Ömründe kırk yılın başı bir halta yarayacaksın ona da kırk sene konuşursun artık Mavi." Diyen Elyesa'nın huysuz sesine kıkırdadı Nar. Bu ikilinin atışmasına her zaman kahkahalarla gülmek istiyor ama Mavi'nin gazap dolu bakışları yüzünden buna cesaret edemiyordu. Mavi hekiminin de dilinin yetmediği yer varmış çünkü Elyesa kesinlikle ondan lafını esirgemeyip mükemmel mort ediyordu.
Mavi karanlığın henüz hakimiyeti altına almadığı ormanda dallara budaklara söverek ilerlerken bir ağacın önünde sap gibi dikilen Nar ve Akın'ı görünce fenalık geçirdi.
"Ben burada fellik fellik çift başlı yılanın zıkkımlandığı ikiz otunu arayayım siz de oranının ortasında merselyanın kılıcı gibi dikilin." Diye onları azarlayışı alışılmış bir şeydi.
"İkiz otunu ben buldum ya geri zekalı herif." Diye bağıran Elyesaya göz devirdi.
"İyi halt ettin. İyi ki bir taşın altına bakmak aklına geldi, çok şükür bir baltaya sapsınız artık Elyesa Hanım, sizi kutluyorum." Elyesa ondan beş metre kadar uzaktaydı. Yerden eline aldığı bir taşı Mavinin kafasına atması saniyesini almadı.
"Ben seni bir kutlarım var ya!"
"Yeter! Kedi köpek gibi didişmeniz bittiyse artık şu kız ölmeden gidelim." Akının söyledikleriyle hiçbir şeyden haberi olmayan Nar Akına baktı.
"Kim ölmeden?" Dedi tedirgince.
"Eva kan kusarak bayıldı. Büyük ihtimal vücudu zehri kaldıramadı-" Akın lafını bölen kişi tabi ki de Maviydi.
"Tabi arkadaşın biri panzehri kırdığı için Eva'nın ölmesine dakikalar kalmıştır." Mavi'nin rahatça söyledikleriyle Nar'ın korku dolu gözleri endişeyle irileşti
"O zaman biz neden burada oyalanıyoruz!" Diye aniden endişeyle bağırdı Nar. Onun bu endişesi kimsenin umurunda olmadı. Tabi ustaca gizleyen Elyesa'nın dışında.
"Biz de onun için uğraşıyoruz işte Nar gecenin bir yarısı." Belli etmese de Eva için içinde küçük bir endişe parçası vardı. Onu o halde görmek Elyayı kötü etkilemişti.
"Hadi gidelim daha fazla zaman kaybetmeyelim." Diye ilk defa mantıklı bir cümle kurmasının şokunu arkadaşlarına yaşatan Mavi onları arkasında bırakarak ilerledi.
Doktordu o. Hasta her kim olursa olsun onun görevi, onu ne pahasına olursa olsun yaşatmaktı.
☆Saatler sonra Evadan☆
Gerçek ve düş arasına bağlanmış o pamuk ipliği beklenmedik bir anda koptuğunda insan asıl yaşantısının ortasına öyle bir yükseklikten düşüp, yere çakılıyordu ki, bu yüksekliği ölçmeye metreler, bu acıyı anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Her şey öyle yetersiz kalıyordu ki bazen. Ne cümleleri süsleyen kelimelerin bir anlamı, ne de hayatınızda büyük bir yeri olduğunu sandığınız insanların hiçbir anlamı kalmıyordu.
Öyle bir an geliyordu ki yanınızda kalan ya aynanın karşısındaki kişi ya da peşinizden gelen gölgeden başka kimse olmazdı.
Öyle bir yalnızlığın içinde sıkışıp kalmış olan ruhum kıvranarak çıkmanın yollarını arıyordu ama öyle bir tarafım vardı ki o tarafım yalnızlığın ta kendisiydi.
Yalnız kalmayı küçümseyen, etrafına insan topluluklarıyla kirleten kişiler hiçbir zaman yalnızlığın kutsallığının farkına varamamış, kendisine aynanın karşısında tek bakmaya yüz bulamamış korkaklardır.
Yalnızlığı küçümsemem.
Çünkü onun kutsallığıyla kutsandım.
Aynaya baktığımda da arkama baktığımda da gördüm tek kişi ben oldum çünkü karşımda yansımam arkamda gölgem vardı.
Ve ben hiçbir zaman korkmamıştım.
Cesaret korkaklıktan veya korkmamaktan değil yürekten gelen bir duyguydu.
Derin nefes almaya çalışırken kesik kesik soluduğumu hissedebiliyordum.
Soğuk terler döktüğümü ve hâlâ rüyanın etkisinden kurtulamadığımın farkındaydım.
Rüya ve yaşam arasındaki arafta sıkışıp kaldığım için bir türlü uyanamıyordum.
Farkındaydım rüyaydı. Her zaman gördüğüm ama vakti gelmeden asla uyanamadığım o rüyaydı.
Aynı kadının sesi tekrar tekrar aynı şekilde kulaklarımda yankılanıyor, rüya aleminden gerçek hayata dönmem için yapmam gereken, kirpiklerimi aralamama müsaade etmiyordu.
"Kurtar onu."
"Kurtar onu."
"Kurtar onu."
"Kurtar onu."
Yine aynı rüya, yine aynı kanlı merdiven, yine urganla gök yüzünden aşağı asılmış insanlar ve yine gözlerimin önünde ölen o kız.
Her seferinde çırpınmama rağmen gözlerimin önünde urganın acımasız kollarına kendisini teslim ediyor, her seferinde aynı adam aynı şekilde o kızın taburesine vurup nefesini kesiyordu.
Kızını kurtarmam için bana yalvaran kadının avuçlarım arasına bıraktığı gül tomurcuğuna kitlendiğim andı.
Biliyordum bundan sonrasını.
İstemesem de uyanacak ve yine sanki koşmuşum da ciğerlerim patlayacak kadar havasız kalmış gibi derin derin nefesler alacaktım. Kulağımda uğuldayan sesler netleşti, birbirinden kopmak istemeyen kirpiklerim bir anda kendimi ileri atarak açıldığında nefes nefese yatakta doğrulmaya çalıştım.
Dişlerimi öyle çok sıktım ki rüyama ettiğim lanetin büyüklüğü öfkeme dökülmesin diye.
Bu kız kimdi?
O kadın ya da?
Her seferinde benden yardım isteyen kadının yüzünü ikinci görüşümdü. Yıllardır rüyalarımda bana rahat vermeyen, sürekli kızımı kurtar diye bana yakaran kadının yüzünü bugün ikinci kez görüşümdü. Yıllardan beri zihnimin duvarlarına çarpıp toza dönüşen simasının en ufak santimini bile hatırlamazken neden buraya geldiğim an o kadın bana yüzünü göstermişti.
Soru çoktu, cevap yoktu.
Başımı iki tarafa sallayarak rüyanın etkisinden çıkmaya çalıştım Bir kere daha doğrulmayı denediğimde olduğum konumun farkına yeni vardığım için kaşlarım çatıldı.
Uyandığım yatakta ellerim yatağın iki tarafına kelepçelenmişti.
Kaşlarımın ortasında oluşan çukurla daha da öfkeyle çekiştirdim kelepçeyi. Hangi geri zekalı beni buraya kelepçelemek gibi yürek yediğine dair bir davranış sergilemişti.
"Biraz daha çekiştirmeye devam edersen bileğini kıracaksın." Yan tarafımdan gelen adamın sesiyle öfkeli ifademle ona döndüm.
Rahatça arkasına yaslanan adam sakin ve ifadesiz mavi gözleriyle beni izliyordu. Masasının yanında duran yeni açıldığı belli olan bir kadeh ve içi izmarit dolu bir kül tablası vardı.
"Eğer biraz daha bu konumda kalacak olursam kimin bileğini kıracağımı kimse bilemez." Diye adeta tısladım. Sakinlik buraya kadar beyler çünkü karşımda oturan gamsız ve umursamaz adamın sakinlik kotası beni yeterince aşmıştı.
"Kıracağını kırdın zaten." Dedi mekanik bir sesle. "Kora'nın bileğini çatlatmışsın." Dediğinde anlık olarak unuttuğum o son kısım zihnimde saniyeler içinde can buldu.
Bayılmıştım!
Zehirden bayılmıştım.
Ondan öncesinde ise kora'nın elini masaya geçirmiştim hatta.
Aferim, iyi halt yemişim. Zaten iyi bir işim olmaz ki.
"Kora iyi mi?"
"Bileğini çatlatmışsın seni ilk gördüğü yerde kafanı çatlatmak istiyor. Sence iyi mi?" Dediğinde umursamazca omuz silktim.
"Gelebilir. Ödeşmiş oluruz." Dedim
suçluluk duygusu beni kıskacı altına almaya çalışsa da ona aldırış etmedim.
Çünkü Kora'nın bana bir zararı dokunmamıştı. Tamam biraz şerefsiz olduğunu hissetmiş olabilirim ama buradaki insanların genelinin öyle olduğu kanısına vardım.
"Eğer gelir ve senin ona yaptığının aynısını sana yaparsa ne yaparsın?" Dedi sanki cevabını biliyormuş da benden de duymak ister gibi.
"Tepki vermem." Haksız olduğum durumlarda kendimi suçlamayı sevmezdim. Bu yüzden aynı şekilde benim ona yaptığımı yapabilirdi.
"Adalet anlayışın göz yaşartıcı. Parti kur oy verelim. Sloganımız da dişe diş kana kan intikam olsun bence." Dalga geçen iç sesimin her zamanki cıvıklığı olduğu için pek aldırış etmedim.
"Senin ona yaptığını sana yapsa tepki vermez misin?" Dediğinde sesinde rastladığım şeytanice olan tını çok kısa süreliğine duyulmuştu. Bu adam neyin peşindeydi?
"Hayır vermem. Yapabilir." Dediğimde
gözlerim bir kere daha yan tarafta ellerimi tutsak eden kelepçeleri bulunca anlık olarak düzelmiş olan kaşlarım tekrardan çatıldı.
"Çıkart artık şunları!" Dedim hiddetle Arsal'a. "Ne diye baygın olan birine kelepçe takıyorsunuz. O kadar mı ürkütüyor varlığım sizi. Baygın halim bile sizi bu denli korkutuyorsa uyanıkken iyi ki paçalarınızı ıslatmıyorsunuz." Dedim asla tonundan eksik etmediğim alayla.
"Baygınken bile saldırgan bir vahşi yaratık gibi pençelerini çıkartıyorsun, başka bir seçenek bırakmadın bana." Omuz silktim. Evet yapıyordum öyle şeyler. Ters ters ona bakarken gözlerinin ardından muzır bir parıltı ve ardından yerini alan şeytani bir duygu tekrardan geçip gözlerinden gözlerime takıldı.
"Ödeşmek diyordun değil mi?" Dedi. "Başkasına zarar verdiğinde o da aynı şekilde sana zarar vererek ödeşebilir anlamında."
"Evet." Dedim ama konunun nereye varacağı hakkımda pek bir fikrim yoktu.
"Eva kızım kesinlikle bu boklukta bir işlik var." Diye Türkçenin içinden geçen iç sesimi tanımıyordum. Bende böyle bir TDK yoktu.
Yavaşça ayağa kalkıp yanıma doğru adımladığında ifadesindeki şeytanilik pek hayırlara yorulacak bir şey değildi. Yatakta oturur pozisyonda sırtımı duvara yasıyordum ama inatçı bir tutumla bileğimdeki kelepçeleri çekiştirmeden de duramıyordum.
Arsal önce kelepçelenmiş ellerimi sonra da yatakta yatar pozisyonda olan bana baktı.
"Neler geçiyor aklımdan tövbe." Diyen iç sesimin ağzının üstüne ıslak odunla vuracak bir gönüllü arıyordum! Sus artık.
Yavaşça üzerime eğildiğinde elinin biri kelepçelendiğim yatağın demirini tutarken üzerime doğru eğildi. Aniden kalbimin göğsüme uyguladığı baskıyla yüzümü buruşturmak istedim ama bunu yapmadım. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam. İçimdeki karmaşaya rağmen ifadesinde tek bir anlam barındırmayan kızıl gözlerimi okyanus mavisinin derinliklerine diktim. Dik baş tutumum hoşuna gitmiş gibi dudağının köşesi görünmeyecek kadar kısa ve az bir kıvrımla buluştu ve tekrardan düz çizgi halini aldı.
"Yaptığının mantıklı bir açıklaması yoksa daha fazlasına yeltenme, sen zararlı çıkarsın." Diye tısladım elimde olmadan üzerime doğru eğilen adama. Yakınlığını doğru bulmadım. Daha doğrusu yakınlığında herhangi bir yanlış bulmayan tarafımı doğru bulamadım
"Ödeşmek diyordun. Ne oldu?"
"Ben seni yatak köşelerinde sıkıştırmadım Kralın oğlu böyle ödeşmek olmaz."
"Seni sıkıştırdığımı kabul mü ediyorsun?" Dediğinde dişlerimi sıkıp bileklerimdeki kelepçeler daha çok çekiştirdim. Her an karşımdaki bu kendini beğenmişe bir kafa görebilirim.
"Benimle oynamaya kalkma Karahan, ülkende önünde konuşamayan insanlar var, beni sana düşman belletme ki otoriteni sarsmayayım." Dediklerime gerçekle alakası olmayan aşağılayıcı bir gülümsemeyle güldü.
"Şu an yatakta bilekleri kelepçeli küçük bir kızın bunu bana söylemesi ne komik. Emin ol dışarıdan bakacak olsan sende çok gülerdin buna." Dediğinde biçimli burnunu mükemmel bir şekle sokmak için kafa atacaktım ki diğer elini tam zamanında ensemdeki saçlarımdan kavrayarak beni durdurdu. Saçımı çekmiyor sadece ona atacağım kafayı önlüyordu. Saçlarımı eline dolayıp yüzünü yüzüme hizaladığında yüzündeki o alay gitmiş yine buzların esir olduğu o soğuk ifadesini kuşanmıştı.
"Öğreneceksin Efnan, diğerleri gibi bana itaat etmeyi öğreneceksin." Bu sefer benim dudaklarımda gerçekle alakası olmayan bir gülümseme belirdi.
"Öğreneceksin Karahan, diğerleri gibi benim herhangi bir olmadığımı benimle diğer kölelerin gibi oynayamayacağını öğreneceksin."
"Oyunun içindesin zaten şeytanın kızı."
"Oyunun kurallarını oyunu kuran kişi belirler sen hiç dert etme." Diye öne doğru dişlerimin arasında konuştum. Öfkeyle başımı iki tarafa sallayarak saçlarımın arasında olan elinden kurtuldum.
"Çıkart şunları." Dedim ters ters. "Derdiniz ne sizin? Ne halt etmeye beni buraya kelepçelediniz?" Gerçekten düzelmeyen sinirlerimi daha da bozulmaya başlıyordu.
"Kelepçelediğimiz halde insanları ne hale getiriyorsun şeytanın kızı bir dokunmasak kim bilebilir ne yaparsın."
"Kime ne yapmışım be!" Diye çemkirdim.
"Gösterince aynı şekilde ödeşecek miyiz peki?" Dediğinde Boşluğuma gelip kafamı sinirle salladığımda eli üzerinde duran siyah gömleğin ilk düğmesine gitti. Hâlâ üzerime eğilir vaziyetteyken bir eli yatağın demirinde diğeri gömleğinin düğmelerini açıyordu. Kocaman olmuş gözlerle bağırdım.
"Ne yapıyorsun be sapık herif!" Diye cırladığımda çok bağırmış olacağım ki yüzünü buruşturdu.
"Sana vahşi bir kızıl şeytanın beni nasıl yaraladığını göstereceğim." Dediğinde gömleğinin son düğmesini de açtı. Aşağı tarafa bakmamak için verdiğim savaşla ona bağırmaya devam ettim.
"Başlatma yarana berene be! Kapat şu üstünü sapık." Dediğimde gömleğini üzerinden çıkartmak için doğruldu ama ben bu manzarayı görmeye hazır olmadığım için gözlerimi sıkıca yumdum. Alaysı gülüşünü duyduğumda gözlerim kapalıyken kaşlarımı çattım.
"Kapat şu önünü ve çıkart şu kelepçeleri elimden bir kaza çıkacak!" Diye onu uyarışıma aldırmadı.
"Aç gözlerini de nasıl vahşice beni tırmaladığını gör kızıl şeytan." Sesi bir anda öyle yakından gelmişti ki neredeyse gözlerimi açacaktım. Yutkunmamak için verdiğim savaşta hızlanan nefeslerimin ne halt ettiğini anlayamıyordum.
Yüzümde hissettiğim bakışlarının ağırlığı gözlerimi açmam için beni zorluyordu. Oluşan sessizlik hoşuma gitmedi. Sanki yüzümün her santimini dikkatle inceliyordu. Bu hissi bir türlü bastıramadığım için kızıl gözlerimi kapatan kirpiklerim yavaşça aralandı. Bana bakan gözlerin yoğunluğunu hisseden iç güdülerim yanılmamıştı.
Dikkatle beni inceleyen adamın gözlerinde herhangi bir duygu veya bir his yoktu. Bakışları yoğun ama sanki öylesine bir şeye bakıyormuş gibi bakıyordu. Ya da benim öyle hissetmemi sağlıyordu.
Bakışlarım yüzünden boynuna boynundan ise az önce düğmelerini açtığı gömleğinin gösterdiği kavruk tenine dokundu. Oluk gibi akan sıkı kasları ve derin baklavaları her kadının ağzını sulandıracak cinstendi. Lanet olsun ki sağlıklı ve hormonları düzgün çalışan her kadının bu adamın yüzüne de vücuduna da ağzı açık kalarak bakardı. Tıpkı benim gibi. Ona görmemiş gibi bakmamak için ifademi olabildiğince stabil tutmaya çalıştım ama mümkün değildi. Mükemmel bir fizik ve iç çektiren bir yakışıklılığı vardı. Herif bir de üstüne kralın oğluydu. Bence kızların onun peşinden koşması için yeterince sebebi vardı.
Derin kaslarının ona yakışan baklavalarla her gün fitnesse giden Berkecan fiziği gibi pürüzsüz bir vücudu yoktu. Evet iç çektiren vücudunda ona bir zamanlar acıların emanet ettiği ama hiçbir zaman ondan geri almayacağı yara izleri vardı. Kesikler, dikiş izleri ve dikkatli bakmak istemesem de gözüme çarpan bazı yanık izleri. Kötü değildi. Ama yaşanmışlığın iziydi. İstese belki onları yok ederdi ama yaşadıklarının izlerini vücudundan silmemişti. Yarasına rağmen inkar edemeyeceğim kadar güzeldi.
Nefret ediyordum belki, ilerde değil şimdi bile en büyük düşmanımdı ama gözlerimin gördüğü de ortadaydı.
Tam ben sana ne yapmışım be diye çemkireceğim esnada sol göğsünün altında küçük bir elin parmak izlerini görür gibi oldum. Ya da bana öyle gelmiş olabilirdi çünkü gömleğinin bir kısmı vücudunu örtüyordu. Başımı dikip ona dik dik baktığımda onu incelemem yüzünde küstah bir kıvrım oluşturmuştu. Hiçbir şekilde utanma yüzü göstermedim bu tavrı karşısında. Omuz silktim umursamazca.
"Açmasaydın, açana herkes bakar." Dediğimde yüzünün aldığı ifade neredeyse gülecek gibi oldu ama bunu yapmadı.
"Beni kes diye açmadım kızıl şeytan. Ama Gördüklerinin hoşuna gittiğini inkar edebilir misin." Dediğinde küstah tavrı ile yine umursamazca Omuz silktim. Edemezdim.
"Bana vücut şov yapmak için mi karşımda dikiliyorsun?" Dedim alayla "Yalnız beni bunlarla etkileyemezsin kralın oğlu."
Dudağında oluşan o şeytani kıvrım duyduklarına kızdığını değil hoşuna gittiğini gösteriyordu. "Seni etkilemek istesem emin ol fazladan çaba harcamama gerek kalmaz, Efnan." Dediğinde göz devirmek istedim. Beni kolay lokma sanıyorsa halt ediyordu.
"Çaba harcamana gerek yok Karahan. Kendini boşuna yorma diye söylüyorum." Dedim umursamazca bir ifade takınarak.
"Hayvan gibi etkileniyorsun şu an birazdan götün başın ayrı oynayacak mukayyet ol kendine." Düşmanı uzakta aramama gerek yoktu, böyle bir iç ses olduktan sonra düşmana gerek yoktu bin şükür.
"Çekil önümden ve aç şu lanet olasıcaları, canımı sıkmaya başladın." Dedim kelepçeleri bir kere daha çekiştirerek, hırçınca. Eğer o yapmazsa ben kendi yöntemlerimle ondan kurtulmak zorunda kalacaktım.
"Hani ödeşecektik." Dediğinde alay ettiği çok barizdi.
"Pardon da sana daha bir şey yapmadım, ama sanma ki ilerde yapmayacağımın garantisi değil bu o zaman yaptığımda ödeyebilirsen gel ödeşiri-" diyordum ki bakışlarım sağ göğsüne ve onun hemen yanındaki parmak izlerine dokununca susa kaldım. Bunlar eski bir iz değildi. Hatta daha yeni olduğu o kadar belliydi ki parmak izlerinin ucundaki batırılmış tırnağın izi ve etrafına bulaşan kan izleri bile duruyordu. Bir anda gözlerim aceleyle tırnaklarıma indiğinde bu sefer şaşkınca aralanmasına engel olamadım çünkü tırnaklarımın içi kan doluydu. Farkında olmadan dudaklarımdan dökülen bir "hii" nidası eşliğinde bir Arsal'a bir de göğsündeki tırnak ve parmakların izine baktım.
Pardon tırnaklarımın ve parmaklarımın izi olacaktı!
Şu an kendime inanamıyordum.
Resmen adamın memesini avuçlamıştım!
Ağzım bir karış açık bir şekilde ona baktığımda sonunda anlamış olduğumu görüp keyifle ifademin aldığı şekle bakıyordu.
"Onları ben mi-" demiştim ki sustum. Yok babam yapmıştı! Adamı hem ellemiş hem de tırnaklamıştım.
"Neler geçiyor aklımdan tövbe tövbe." Diyen iç sesimin aklını yoluna sokmamak az kalmıştı. Ben burada sinirden kalkıp tepinmek istiyordum onun aklı nerelerdeydi!
"Bu durumda sence nasıl ödeşeceğiz?" Alaysı sesiyle irice olan gözlerim daha ne kadar büyüyebilirse o kadar büyüdü.
Bakışlarım ilk defa bariz muzır parıltıların geçtiği gözlerine tutunduğunda bakışları aşağıya, siyah tişörtümün üstünden göğüslerimi bulduğunda şaşkınca irileşen gözlerimde öfke şimşekleri öyle hızlı çaktı ki tam kafamı gözünü çıkartabilecek şekilde yüzüne gömecekken keyifle birkaç adım geri çekildi
"O gözlerini kaşıkla oya oya çıkartırım senin, sapkın herif!" Diye bağırdım. Bileğimdeki kelepçeleri çekiştirirken yatağın yanındaki masanın üzerinde duran bardağa yetişmek ve onu kafasında parçalamak şu an, en büyük hayalimdi.
"Eee sen ödeşirim demedin mi?" Diye bir de masumu oynayan adam yüzünden çileden çıktım. Ne dediğinin farkında mıydı?
"Bana bak kralın oğlu, diri diri derini soyar tuz basar sonrasında gözlerini oyacakla çıkartıp soyduğum derinin üzerine dikerim senin! Topla o ağzını yoksa ben çok fena dağıtırım." Dediğimde bana uzaydan inmişim gibi bir bakış attı.
"Ne biçim fantezilerin var şeytanın kızı? Bir de bana psikopat derler." Dediğinde bu sefer kesinlikle bileğimi kırıp şu kelepçelerden kurtulacaktım çünkü bu adamı öldürmek farz olmuştu.
"Şunlara asılıp durma, bir süre daha buradasın."
"Mantıklı bir sebep sun bana!" Diye itiraz ettim.
"Sebep sunduğumda rahat duracak mısın?"
Anında "Hayır." Dediğimde.
"Bende öyle tahmin etmiştim. Nefesimi yoramam." Dediğinde sinirlenmek yerine yatağın başlığına yaslandım. Sakin oluyoruz Eva. Her zamanki gibi içine at, ifadeni topla, tavrını koy.
Ya damara ya alaya kızım hadi göreyim seni.
Boş boş gözlerine baktığımda rahat duracağıma kanaat getirmiş olmalı ki benden uzaklaşıp gömleğinin iliklerini kapatmaya başladı. Hiç çekinmeden gözlerimi dikip onu izledim. Uslu duracağımı sanıyorsa büyük bir yanılgı içerisindeydi.
Gömleğinin düğmelerini kapatırken mavi gözlerini bana hiç dokundurmuyordu fakat onu izlediğimin gayet farkındaydı. Ben ise kızıl gözlerimi ondan hiç çekmiyordum. Bakışlarımda herhangi bir tutku veya istek yoktu. Maksat taciz etmekti.
Tamam manzara da birazcık güzel olabilirdi ama asıl maksadım onu taciz etmekti.
Evet erkekleri taciz eden tek kadın olabilirdim.
"Çok dikkatli bakıyorsun." Dedi gözleri zerre bana dokunmazken.
"Açamasaydın." Dedim az önceki bahanemi öne sürerek.
"Kapatıyorum şu an."
"Az önce açmıştın, beni ilgilendirmiyor. Açana herkes bakar, vereni herkes sike-" diyerekten muhteşem deyim ve atasözlerimden birisini hayata geçirecekken bana değil gömlek düğmelerine bakan gözler şimşekler çakarak bana döndü.
"Yavaş gel!"
"Hayat benim için hızlı başlayıp hızlı biter, yavaş şeylerle işim yok."
"Hızlı seviyorsun yani?" Beni utandırmak adına yaptığı imayı asla takmadım.
"Sende haklısın yaşın gereği yavaş olmak zorunda olmalısın." Dediğimde düz ifadesini kıran şey çatılan kaşları olmuştu.
"Yaşlı olduğumu sana düşündüren nedir?"
"Sana bunun için çok sebep sayabilirim."
"Bende senin neden ölmen gerektiği konusunda çok sebep sayabilirim." Soğuk sesinin altındaki tehdidi hissetmem benim için bir anlam ifade etmiyordu. O tehdidi pratiğe dökse bile anlam ifade etmezdi.
"Saymaya başlasak açık arayla seni sollarım." Diye homurdandım. Yüzündeki bezginlik görülmeye değerdi. Uğraşılmaz bir insan olduğumu nadir de olsa kabul ediyordum. Düz bakışları tekrardan beni buldu.
"Rüyanda ne gördün?" Mekanik sesiyle ifademde bir değişim olmadı ama içimdeki bir ses ona bunu anlatmamam gerektiğini fısıldadı. O fısıltı duygularımdan kalbime bir rüzgar estirdi.
"Bu seni ilgilendirmez." Bakışlarındaki soğukluk gözlerindeki öfkenin ateşini saklıyordu. O ateşi yönetip soğuk buzları kendisine köle yapıyordu.
"Her rüyanda mı böyle saldırgan oluyorsun yoksa aralıklarla gördüğün tek bir rüya mı seni böyle saldırganlaştırıyor?" Dediğinde sürekli aynı rüyayı gördüğüm kanısına varmıştı. Muhtemelen zindanda aynı şeyi Maviye de yaptığımda bunu Arsal'a yetiştirmekte gecikmemişti.
Beni izliyorlar hareketlerimi ölçüyorlardı. Ve eğer bir deneye gibi benim üzerimden not alıyorlarsa vay onların haline. Çünkü böyle bir şeye asla müsaade etmezdim.
Sorusuna cevap vermeyeceğimi anlayınca sırtını dönüp kapıya yürüdüğünde şaşkınca arkasından baktım.
"Nereye gittiğini sanıyorsun!"
"Sana hesap verecek değilim şeytanın kızı." Dedi eli kapının kulpunu kavrarken.
"Nereye gittiğin umurumda değil. Çıkart şunları!" Dedim. Bağırmamı duymazdan gelerek kapıyı kapattı.
"Lanet olasıca adam!" Gerçekten beni burada bırakıp gitmişti, inanamıyorum.
"Neyine inanmıyorsun gayet de bıraktı."
Saçmalayan iç sesime bakabilsem öfkeyle bakardım. Bende farkındaydım ama niye!
Kendimi sakinleştirmek için derin soluklar alıp vermeye başladım. Bakışlarım etrafta dolaştığında tabi ki de burada uslu uslu durup kelepçelerimi çıkartmalarını beklemeyecektim.
Her seferinde beni böyle uğraştırdıkları için bile onları öldürebilirdim.
Ya da direkt o prens bozuntusunun nefesini kessem tüm ülke rahatladı.
Kendim için bile değilse vatan millet adına yapacaktım bunu. Başımı yatağın başlığına yaslayarak bastırdım. Kızıl saçlarımın arasında olan tokam yerindeydi. O küçücük tokayle ben neler neler yapmıştım. Ben saysam bitiremem ama annem ya da babam oturur bir kaç sene sayabilirlerdi.
Tokayı saçlarımdan çıkartmanın yollarını ararken kapı nazikçe iki kere tıklatıldı. Beni insan yerine koyup destur alarak içeriye girecek tek bir kişi tanıyordum bu sarayda.
"Girebilirsin." Dediğimde kapı aralandı ve Nar koşarak yanımda bitti.
"İyi misin?" Sorusuna ciddi misin sen der gibi baktım.
"Nar yatağa zincirlenmiş bir durumdayım emin ol bundan daha iyi olamazdım." Dediğimde bakışları bileklerimi buldu ve dudaklarını birbirine bastırdı gülmemek adına.
"Efendimize uyurken saldırıda bulunan oldu ama uyuyan birisinin ona saldırıda bulunması, bu ilk oldu işte." Dediğinde ona ters ters baktım. Zaten herifi ellemişim utanç içindeyim daha bir de bu kız üzerime geliyordu.
"Bilincim dışı yaptığım muameleleri kendi şahsımın üzerine atılmış iftira olarak kabul ederim, ben prensinizi ellemedim." Dediğimde gözleri irice açıldı.
"Sen prensi mi elledin?"
"Bilerek olmadı, sadece ucundan memişlerine dokunmuşum." Diyerek saçma bir savunmada bulundum. Nar'ın gözleri dehşetle irileşti.
"Memişleri mi?" Dedi şok içerisinde.
"Vallaha bilincim içinde gerçekleştirilmiş bir hareket değil ama prensiniz bunu tacize yoruyor."
"Eva, prensi taciz mi ettin?" Dedi dehşetin nirvanalarını yaşattığım kız
"Ya taciz etmedim sadece memişlerine dokunmuşum yanlışlıkla. Elim çarpmıştır." Bu savunmayı mahkemede yapsam hakim bile ayakta alkışladı beni.
"Bir de memelerini mi elledin adamın?" Şaşkınca irileşen yeşil gözleri sinirlerimi bozmaya başladı. Biraz daha saçmalarsa kafasını ellemek suretiyle kopartacaktım.
"Ben ellemedim." Diye çıkmıştım.
"Elledim dedin ya?"
"Dokundum dedim aynı şey mi?"
"Farklı şey mi Eva? Resmen milletin iki metre uzağında titrediği prensin memesini ellemişsin." Dedi yanakları al al kızarırken. Hayır Arsal bana bunu bizzat dediğinde bile utanma yüzü göstermeyen benim aksime Nar birazdan pancara dönecekti.
"Ben ellemedim!" Diye tekrardan yükseldim.
"Ben mi elledim?" Dediğinde bu sefer gözlerini büyüten ben oldum.
"Nar prensin memesini mi elledin?" Dediğimde Nar'ın aralık bıraktığı kapıyı çalmadan içeriye giren Mavi ve Akın öylece dona kaldı duydukları cümle ile. Çok değil hemen sonra arkalarından içeriye paldır küldür dalan Elyesa'nın bakışları dedikodunun kokusunu duymuş teyzelerden farksızdı.
"Kim Arsal'ı ellemiş-" diyecek oldu ama Nar'ı görür görmez kendisine çeki düzen verip soruyu şu şekilde değiştirdi "Kim efendimizi ellemiş?" Gerçekten şu an kendimi şu yataktan aşağı atabilirdim. Çok geçmeden arkalarından gelen iki muhafız, şüphesiz bana oje süren muhafız ve onun yandaşıydı.
"Efendimizi ellemeye kalkanın elini ağzına varmaz ederim!" Dedi saçma bir hiddetle tırnağıma oje süren muhafız. Yanındaki muhafız etrafa bakıp kolunu dürttü.
"Geri zekalı mısın Devrim? Ağzını ne karıştırıyorsun. Elini kolunu sökerim falan desen bari." Adının devrim olduğunu öğrendiğim muhafız bir anlığına bizi unutmuş gibi yanındaki adama kaşlarını çatarak baktı
"Batın, bir çarparım duvarla bütünleşirsin bir kadının elini kolunu nasıl sökerim lan?" Deyince bu sefer devranın kaşları çatıldı. Gerçekten şu an bu saçma konuşma neden yaşanıyordu? Asık soru ben neden bu saçma konuşmaya maruz kalıyordum?
"Elini ağzına varamaz ederken ne yapmayı düşünüyorsun, elinle mi tutacaksın?"
"Neremle tutarsam tutarım lan sana ne!"
"Devrim ses tellerini sikerim seninin-"
"Bende ikinizin ses tellerini birbirine bağlarım şimdi beyler. Etrafta bayanların olduğunu unutmayın." Diye onlara kızdı Akın. Öfkeyle kaşları çatıldı Elyesanın
"Bayan değil kadın!" Mavi gözlerini devirerek.
"Burada efendinin memeleri ellenmiş, ırzına göz dikilmiş sen hâlâ bayanın kadının, farkı davası çalıyorsun."
"Siz iki geri zekalı o farkı beyninize yerleştirene kadar bu davam sürecek!"
Ortalık karışmışken Batın tekrardan kısık sandığı bir sesle devrime "Senin de belanı sikeceğim bekle ortalık müsait değil."
"Müsait olsa kaç yazar lan."
"Efendim ben çıkabilir miyim izninizle?" Diyen yanımdaki Nar'ın koluna yetişebildiğim kadar vurdum.
"Ortalık karışık zaten bir dur sende." Diye azarladım.
"Size o farkı şu an anlatarak değerli vaktimi öldüremem. Şu an daha önemli konular var." Dedi Elyesa.
"Evet Nar'ın Arsalı ellemesi gibi." Mavinin sesinde seviyeli bir öfke vardı. Nar'ın gözleri dehşetle büyüdü.
"Hekimim yemin ederim ki ellemedim." Demesine gerçekten baygınlık geçirebilirdim. Aynı geri zekalılık seviyesinde aynı toplumda ve aynı zamanda bulunun bu salaklarla burada ne işim olduğunu her saniye kendime soruyorum ama cevap yok! Şu an ellerimin kelepçeli olmasına mı küfretsem yoksa bu ortamda bulunmak zorunda kaldığıma mı bilemedim.
Nezih kişiliğim bu salakların yanında yara alıyordu!
"Ağzınla demedin mi Nar?" Dediğinde Nar krize girmiş gibi birden yüksek sesle
"Ya Eva ellemiş hekimim Eva, ben değil!"
"Eva efendimizi taciz mi etmiş?" Dedi hepsi aynı anda şaşkınlıkla. Sinir krizi geçirmemek için yoğun bir savaş verirken tüm gözler kelepçelere mahkum kaldığım yatağıma ve bana dönünce kelepçelerin müsaade ettiği kadar elimi hakka açıp yukarıya baktım.
"Allah'ım yemin ederim bir daha birini döverken üç kere düşüneceğim ama ne olur sen beni, geri zekalılığı kendilerine görev bilmiş bu beynini toprağa emanet olan toplumdan beni kurtar." Diyerek tanrıya yalvardım
Konuyla alakasız bir şekilde devrim adındaki adam. "İki kez düşüneceğim değil miydi o?" Dedi.
"İki kere düşündüm yine de dövüyorum belki de üç kez düşünürsem bir tereddüt ederim."
"İki kere düşündüğünde tereddüt ettin mi?" Dediğinde cevabım gecikmedi.
"Ağzını burnunu kırdım."
"Ben izninizi istesem." Diyen korkak Nar'a bir tane çarpasım vardı elim bağlı olmasa. Mavi gözlerini asistanına çevirirken kaşları çatıktı.
"Derhal odamda beni bekliyorsun ve bu taciz olayını seninle konuşacağız." Dediğinde Nar başını korkuyla sallayıp kapıya yönelmişken bu sefer Akının kaşları çatıldı.
"Senin odanda ne işi var burada söyleyemiyor musun söyleyeceğini?" Dediğinde Mavinin yüzünden geçen o küçük sinsilik havasını aldım. Evet kesin aklında bir piçlik vardı.
"Belki özel bir şey konuşacağız kardeşim." Dedi aynı şeytanlıkla "Hem asistan benim asistanım değil mi? Her konuda bana yardımcı olması gerekiyor." Dediğinde kapının yanında dona kalan Nar kırmızıdan mora dönüyordu. Akın sakin ifadesiyle arkadaşına bakarken aslında sıktığı dişleri yüzünden çene kemikleri seğiriyordu.
Hadi canım! Daha neler? Demekten kendimi alamazken Elyesa Akının bu ifadesini sanki biliyormuş gibi onun yanına gitti. Koluna girdiği adamın kulağına bir şeyler fısıldayıp sessizce beni işaret etti. Akının gözlerine anlık beni bulduğunda başını aşağı yukarı salladı. "Gidelim." Dediğinde Maviye ters ters bakarken Mavi son derece umursamaz bir edayla omuz silkip kapıda aval aval bize bakan Nar'ın gitmesi gerektiğini nazikçe yani "Nar biraz daha böyle alık alık suratıma bakmaya devam edersen seni mahzende çürütmek üzere olan mahkumların bakımı için iki geceliğine görevlendir-" diyerek kızın gitmesini sağlamamış resmen arkasına bakmadan kaçmasına neden olmuştu.
Ortalığa fitne fücur salıyordu Manyak herif.
İki muhafız ve diğerleri de odadan çıktığında Mavi adındaki ruh hastasıyla yalnız kaldık. Sakin adımlarla yanına gelip duvarın üzerindeki bir yere elini koyduğunda duvarda oluşan anlık bir boşluğun beraberinde öne doğru yayılan beyaz dumana dikkat kesildim. Mavi elini içine soktuğunda küçük bir krem kutusu gibi bir kutu ve eldiven belirdi elinde. Duvarın aynı kısmına elini koyduğunda beyaz dumanda o küçük boşlukta dağıldığında Mavi sakin tavrını korurken ona nasıl baktığımı bilmiyorum ama dudağının köşesi hafifçe kıvrıldı.
"Tilki görmüş tavuk gibi baktığının farkında mısın?" Dedi eldivenleri dikkatle eline geçirirken tam bir doktor havası veriyordu.
Cevap vermediğimde yanıma gelip kolumdaki sargıyı çözecekken kolumu ondan uzaklaştırdım.
"Senin gibi aklı beş karış havada olan birisi nasıl oturup tıp derslerine çalışır ki?" Dedim bir şeyleri anlamak ister gibi.
"Ne demek bu?" Dedi ters ters
"Merak ediyorum bez bebek de ki Nana gibi kitabın sayfalarını çevirerek mi öğrendin acaba?" Dedim kendi kendime. "Eğer bu olacakları bana daha önceden söylerdi oturur üç gün aralıksız güler söyleyeni de dört gün aralıksız döverdim ama işte hayat kader, alın yazısı-"
"Tam olarak kendi kendine ne saçmalıyorsun? Tamam kaçık bir ruh hastasısın ama insan biraz saklamaya çalışır." Şu an dua etsin ellerim bağlıydı yoksa bilirdim ben ona kaçığın delinin nasıl olduğunu göstermesini.
"Deli ya da kaçık görmek istiyorsan ya arkadaşlarına ya da aynaya bak çünkü sizden başka deli göremiyorum. Ayrıca uzak dur benden çakma doktor." Dediğimde kaşlarının ortasındaki çukur belirginleşti.
"O çakma dediğim doktor olmasa bok yaşardın anca."
"Öleceğim varsa ölürdüm zaten sarı, senin götünden uydurup yaptığın o bulamaçlarla yaşamıyordum." Dediğimde çatık kaşlarının yanı sıra ela gözleri hayretle irileşti.
"Nankör. Ulan nankörlük oksijen olayım dese, bize bir damla bırakmaz hepsini sen solurdun."
"İnsanlık artık dünyaya geleyim desene sen onlar gelmeden bir gün önce gelirdin be ne anlatıyorsun!"
"Bana çemkirip durma bak sürmem kremini öyle kalırsın."
"Git götüne sür o kremi geri zekalı! Defol." Dediğimde cinnet geçirirken gibi burnunun kemerini sıktı.
"Ulan Arsal olmasa şu an seni yastıkla o yatakta boğardım."
"Sen kimi boğuyorsun be!" Diye kelepçeleri çekiştirip öne atıldığım sırada kapı tıklatıldı.
Mavi "Gel." Diye homurdanınca içeriye giren Batın öldürecek gibi birbirimize bakan Mavi ve bana tereddütle birkaç saniye baktıktan sonra konuştu.
"Efendimiz Arsal o iki salak biraz daha bağırmaya devam ederse soluğu zindanda alacaklar haberleri olsun. Dedi." Ve Mavinin gazabına uğramaktan korkuluğu için aynı hızla odadan çıktığında Mavi göz devirdi.
Kolumu açıp gerekli olan ıvır zıvırları sürüp sürüştürdükten sonra tekrardan sardı. Eline aldığı fener gibi olan garip aletin ucuna basıp üzerime doğru eğildi. Elinin birini gözümün altına koyarak gözlerimi inceledi.
"Gözlerin doğuştan mı böyle?" Dedi elindeki sarı ışık yayan aleti diğer gözüme de tutarken.
"Yok sonradan boyattım." Derin bir of çekip doğrulduğunda elindekini çıkartıp attıktan sonra o da ellerimi çözme gereği duymadan kapıya yöneldi. Kapıyı aralayıp çıkmadan önce "Eğer başını boynunun üstünde seviyorsan Arsal'a karşı olan tutumundan vaz geçmelisin yoksa çok yaşamazsın." Dedi ve kapıyı çarpıp çıktı.
"Bu zibidiyi kim doktor diye dışarıya saldı."Diye söylendim.
Evet yine tek başıma kalmıştım. Ve yine kimse beni çözmemişti. "Soyu bozuk itler, biri de beni çözmeden siktir olup gitti."
Kesinlikle kapımın önüne o iki muhafızı dikmişlerdi. Önce şu kelepçelerden kurtulayım onların da icabına bakardım. Birkaç dakika bekledikten sonra kimsenin gelmeyeceğine emin olup başımı kelepçenin bağlı olduğu sol bileğime doğru boynumu esneterek eğildim. Zamanında annem beni jimnastik akademisine gönderiyor diye çok sorun çıkarmıştım ama şu an vücudum diğer insanlara nazaran daha esnekti. Diğer insanlar için sakıncalı olup hatta yapıldığında belki sakat kalacakları hereketleri ben rahatlıkla yapıyordum.
Zorlanmadan bileğime doğru eğilip saçlarımın arasındaki tokayı aldığımda kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Tokayı avcumun içinde sıkı sıkı tutarken kapı aynı şekilde kapandı ve üzerinde beyaz bir mutfak önlüğü olan kız nefes nefese eğilip diz kapaklarını tuttu. Çok koşmuş olmalıydı. Dikkatimi çeken garip şeylerden biri ise kızın elinde tuttuğu büyük süzgeç kaşıktı
Birkaç saniye soluklandıktan sonra korku dolu gözleri beni buldu ve kül rengi saçlarından önüne düşen bir parçayı kulağının arkasına sıkıştırıp yanıma geldi
"Lütfen birazdan gelecek olan canavara yerimi söyleme, lütfen." Dedi, ben hâlâ olayın şaşkınlığını yaşarken yatağımın altına girdi ve ona eş değer olarak kapı hızla açıldı. Aynı mutfak önlüğünün altın sarısı rengini bağlamış olan adam elimdeki tavayla içeriye giriş yaptı.
Bu zır delilerin içine düşecek kadar ne yaptım diye sorguladım o an. Tamam sütten çıkmış ak kaşık da değildim ama bunları hak edecek kadar da büyük bir günah işlememişimdir her halde.
Ne az önceki kız ne de şimdiki giren adam kelepçeli olan ellerimi asla yadırgamadan bana bakıp sordu "Hanımefendi buraya bir kız girdi mi?" Elini dizlerine kadar indirip yer ve dizi arasındaki bölgeyi işaret ederek "Böyle kül saçlı, kısa boylu geri zekalı bir kız." Dediğinde gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Birinin de gelip beni şu kelepçelerden kurtarmadığı yetmiyormuş gibi hepsi o kadar normal karşılıyordu ki acaba buradaki tek sorunlu ben miyim diye düşünmeden edemiyordum. Hâlâ cevap vermeden düz düz suratına bakmam zaten tepesinde olan sinirlerini daha da zıplatıyormuş gibi baktı.
"Bak küçük kızıl şey. Ben bu sarayın baş aşçısıyım ve birazdan elimdeki bu tavayı ağzına sokacağım yardımcım küçük asalak bir kızı elimden kaçırdım. Onu buralarda gördün mü görmedin mi?" Dediğinde hala ruhsuzca yüzüne bakıyordum. Bakışlarımdan ne anladı bilmiyorum, baş parmağı ve işaret parmağı burnunun kemerini sıktı ve kendi kendine söylenmeye başladı.
"Oğlum Simoloya kör müsün, kızı bağlamışlar işte deli midir divane midir kim bilir? Gelmiş burada buna laf anlatmaya çalışıyorum." Dedi bakışları etrafı tararken. O kızın burada olmadığı kanısına varmış olacak ki beni birkaç saniye süzdü.
"Güzelmişsin de işte aklın yolu bir, ama sende de o yok demek ki." Dedi gerçekten üzülen bir sesle "Güzellik önemli ama tanrı kimsenin aklından alıp güzelliğine vermesin sonra oraya buraya bağlamak zorunda kalıyorlar böyle afetleri." Kendi kendine söylenerek odayı tavasıyla birlikte terk ettiğinde ağzım bir karış açık kaldı.
Az önce eli kolu bağlı bir deli muamelesi görmüştüm!
Yatağımın altına saklanan kız derin bir soluk aldığını işittim alnındaki teri elinin tersiyle silerek saklandığı yerden çıktı. Gözleri öfkeyle az önce adı s
Simoloya olan adamın çıktığı kapıya döndü.
"Kısa boylu geri zekalıymış sen uzun boylusun da ne oluyor? Canavar işte!" Diye giden adamın arkasından sanki az önce korkudan yatağın altına girmemiş gibi ahkam kesen kıza baktım. Bakışları beni bulduğunda kül rengi saçlarının yanı sıra gözleri de kül rengiydi ama daha koyusundan. Yukarıda toplu olan saçı omuzlarından aşağı dökülüyor tokanın arasına girmeyen bir parça sürekli gözünün önüne geldiği için kulağının arkasına sıkıştırıyordu. Bana olan bakışlarına hüzün bulaştığında sebebini anlamadım.
"Demek hasta olduğun için seni buraya bağlamışlar. Gerçekten de çok güzelmişsin." Dediğinde az önce ki adamın söylediklerine inandığını anladım ve açık olan ağzım daha da açıldı. "Konuşamıyorsun da sanırım?" Dedikten sonra kendine kızar gibi "Saçmalama İlge, kız kafadan bozuk sen hâlâ konuşmaya çalışıyorsun onunla." Dediğinde kafadan bozuk olan aslında kendisi olduğunu biliyor muydu acaba? Çünkü kendi kendine konuşan ben değil oydu. Ayrıca bu sarayda veya bu ülkede olan herkesin akli dengesinde büyük bir problem vardı. Ve acil bir çözüm bulmaları gerekiyordu.
Adının İlge olduğunu öğrendiğim kız kapıya kaçamak bir bakış atıp yanıma geldi ve sanki küçük bir çocukmuşum gibi saçmalarımı karıştırarak beni sevdi.
"Gerçekten çok güzelmişsin kızıl bomba, umarım devrelerin düzelir." Dedikten sonra kapıya ilerledi. Etrafa kolaçan ettikten sonra kapıyı kapattı ve gitti. Ben hâlâ açık olan ağzımla az önceki yaşanan şeylerin şaşkınlığını sindirmeye çalışıyordum.
"Resmen deli muamelesi görüp sonrada hiç tanımadığım bir kızdan hayır dualar aldım." Dedim kendi kendime şaşkınlığın dehşetiyle. "Ve gelen tek hücreli canlıların birisi de şu kızı çözelim mi acaba diye düşünmedi bile! İnanamıyorum, nereye düştüm ben böyle."
Kendi kendime söylenerek az önceki yarım kalan işime devam ettim. Avuçlarım arasındaki tel tokam zaten hep aynı şekilde bükük dururdu. Bunu zindanın kapısını açarken yapmıştım. İyice bileğime eğilip ağzıma aldığım tokanın kelepçenin kilit kısmına girecek çekil de dişlerimin arasına aldım. Boyun felci geçirebilecek bir konumda biraz daha eğilip tel tokayı tam girişine denk gelecek şekilde ittirdim. Derin bir nefes verdikten sonra üzerine daha da eğilebilmek için ayaklarımı yatağa bastırarak belimi hafifçe havalandırıp yan bir pozisyon aldım. Dışardan biri görse çarpıldığımı düşünürdü. Dişlerimin arasındaki tokayı biraz daha kilidin yatağına ittiğimde merkez noktayı aradım. Başımı hafifçe hareket ettirip tokanın ucunu tam istediğim yere dokundurduğumda başımı ileri itip tel takayı oraya iyice yaslayıp başımı hafifçe çevirdim. İstediğim merkeze dokunamadığım içim biraz daha başımı hareket ettirip dişlerimin arasındaki tel tokayla kilidin içini yokladım. Başımı bu sefer tersi yönüne çevirerek kilidin yatağına doğru biraz daha ilerlettiğimde tık sesi geldi.
Duyduğum sesle zaferle gülümsedim. Zinciri bileğimden sıyırdığımda normal insani pozisyonuma geri döndüm.
"Bana bunu çektirenlerin hepsini tek tek zincire vurmazsam bana da Eva Efnan demesinler." Diyerek ağzımdaki tel tokayı alıp aynı şekilde diğer bileğimi açıp ayağa kalktım. Etrafa boş bir bakış atıp pencerenin olduğu yöne ilerledim. Muazzam manzaraya bakıp keyif çatmak vardı ama şu an başka dertlerim yükleniyordu. Buradan çıkmak gibi.
Etrafta olan muhafızların çoğu ters yöne durmuş vaziyetteydi. İki tarafını kolaçan ediyorlar ama yukarıya bakmıyorlardı. Haklıydılar da. Çünkü aklı olan buradan aşağı inmek gibi bir delilik yapmazdı.
Ben haricinde.
Beni delilerin kategorisinde yer almıyordum ama, tamam biraz daha uğraşırsam kategorinin en tepesinde yer alacağım kabul ediyorum fakat şu anlık iyiydim.
Eğilip aşağıya baktım. Tam iki kat aşağıda bir balkon onun bir üstünde açık bir pencere vardı. Başımı yan tarafa eğip baktığımda bazı odalarda pencere korkuluklarının olduğunu gördüm. Neyse ki İneceğim pencerede yoktu.
Başımı eğip biraz daha aşağı baktığım. Gözlerim balkon ve açık pencerede gidip geldi. Bakışlarım balkona kilitlendiğinde balkonun daha cazip geldiği kanısına vardım.
Arkamı dönüp olduğu gibi yatağın üzerindeki beyaz çarşafını çekip aldım, yastığın beyaz kılıfını da çekip çıkarttım. Zincirin ucuna bağladığım yastık kılıfının ucuna beyaz çarşafın ek atıp sıkı sıkı bağladım. Yabancısı değildik bunların. Toprakla az çarşafları birbirine bağlayıp balkondan aşağı sallana sallana kaçmamıştık evden.
Annem kaçtığımız için değil çarşaflarını kirliliğinin için daha çok kızardı bize.
Toprakla maça gitmek için evden kaçtığımız o mistik anlar aklıma gelince kendi kendime gülmek istedim.
Aşağı doğru sallandırdığım büyük beyaz çarşafa bir de bana malımsı bir bakışta bulundu Toprak.
"Bu muydu dahiyane fikrin kızıl?" Ters ters baktım dayıma.
"İstersen misafirlerin alkışı eşliğinde evi terk edelim yosun sonrasında da anam ve babam bizi eve alırmı almaz mı meçhul." Göz devirdi. Boşuna deviriyordu bir düzine misafir bizi aşağı katta salonda bekliyorken hem de!
Babam ve annemin ünlü toplantılarından ve misafirperverliğinden ötürü evimizde bulunan savcılar, hakimler ve avukatlar adliyede bile yoktu. Eşleri çocukları torbaları derken derken asla çekilmeyecek bir kalabalık vardı aşağıda. Tamam misafirperver ve hanım hanımcık kişiliğim onları çok güzel ağırlardı da bugün olmazdı yaa! Bugün olamazdı! Hele Beşiktaş Galatasarayı maçı varken hiç olamazdı abi.
Annemden gitmek için ricada bulunduğumuzda itinayla reddetmiş ve üzerine bir araba azar yemiştik.
Son çare ise kaçmaktı. Çünkü bu maç asla kaçmazdı. Hele ki dayım denen yanımdaki şahsiyetle ağır bir iddiaya girmişken Aslaa!
"Eva ablam bizi parçalar gibime geliyor." Dedi aşağı doğru sarkan çarşafa bakarken.
"Gibi gelmesin yosuncuğum öyle olacak zaten. Hani bunları göze alarak onları ekiyoruz ya?"
"Eva ablamda bizi eker. Sonrada biçer."
"Bişey olmaz sen topraksın zaten çabuk yeşerir." Yaptığım espiriye gözlerini devirdi.
"Sen bilirsin dayıcım iddiayı şimdiden kaybedeceğini hissediyorsan demek ki." Amacım sırf gaz vermekti. Anladı hemen.
"Boşuna gaza basma kızıl. O bebeği altından aldığımda görürsün sen." Histerik bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.
"Ben seninkini altından alınca görürsün bu havalarda uçmayı Kırcalı." İddiamız benim bebeğim son model motosikletim onun ise bir tanecik BMW siydi. Yenilen kullandığı aracı karşısındakine verecekti. Ağrı bir iddiaydı ama çok eğlenceli olacaktı.
"Sen burada okuduğun hukuk fakültesinin dibine kadar bilgi edin dayıcım ben kaçıyorum." Dedikten sonra camın demirin sıkı sıkı bağladığım çarşafa tutunarak üstümdeki elbiseyi umursamadan aşağı salına salına indim. Yere zıpladığımda etrafıma kolaçan bir bakış atıp kafamı kaldırdım. Hemen arkamdan düşünmeden inen toprağı görmeyi elbet bekliyordum. Sırıtarak bekledim inmesini. Fakat inişi benim kadar ihtişamlı olmadı, azıcık totosunun üzerine düşmüş bulundu. Şu an tüm elitliğimin içinden geçerek hayvani bir kahkaha atmak vardı da yakalanmak ve annemin gazabına uğramak vardı. Boyuna rağmen bazen çok tatlı bir insanken bazen de ateş saçabiliyordu kendileri. Kimin annesiydi be.
Dudaklarımı birbirine bastırıp kahkahamı da bastırdım. Ağzının içinden söverek ayağa kalktı dizlerini eliyle silkelemeye başladı.
"O üzerindeki elbiseyle nasıl öyle indin?" Dedi ters ters. Üzerimdeki kırmızı elbiseye bayık bir bakış attım. Evet onu da annemin ricasıyla giymiştim. Dizlerimin bir iki parmak kadar üzerinde bitiyordu. Yine de kot şortlar ve onların rahatlıkları her zaman öndeydi benim için.
"Mezbahadaki inek gibi sallana sallana inersen öyle olur." Göz devirdi.
"Hadi sallanmada gidelim şuradan." Başımı sallayarak peşine düştüm.
"Biri var mı kapının önünde?" Bazı misafirler daha yeni geliyordu
"Asayiş berkemal." Onaylayan bir mırıltı çıkartıp her zamanki kaçış rotamızdan evden uzaklaştık.
O günüm sabahı annem ve babamın aslında kulak tırmalayan ama bana ninni gibi gelen azarını yedik. Maç sonucu berabere kaldığı için Toprakla girdiğimiz ideada ikimizde zort olduk.
Tebessümüm dudaklarımda sızı ise göğsümdeydi. Bir gece, sadece bir gecede bildiğim her şey altüst olup beni alaşağı etmişti.
Ailemin dağılması dile kolay sadece bir gece içerisinde gerçekleşmişti. Canımın canı olan ailemi benden koparmaları sadece birkaç saatlerini almıştı. Babamın önüne iki can koyup seçim hakkı verip anneme ise gözlerinin önüne sadece ıstırap vermişlerdi. Toprağı ellerimin arasından alıp bana ise bir köşede izleme cezası vermişlerdi.
Burası onların ülkesiydi belki de dünyası veya evreni. Kuralları onlar koyuyor hakları onlar tanıyordu.
Umurumda değildi. Ben buraya adımımı attığım o ilk an her şey baştan yazıldı.
Onlar bunun farkında değillerdi belki ama asla onlarının kuralı üzerinden oynamayacaktım.
Oyun mu istiyorlardı?
Oynardım hiç sorun değildi benim için.
Ama sil baştan,
Dünyanın bir köşesinden gelmiş bir insan görünümlü şeytan muamelesi yaptıkları kızı hafife aldıkları için çok pişman olacaklardı.
Ama bugün, Ama yarın.
İyice sıktığım çarşafın ucunu pencereden aşağı sarkıttım. Bir ucu yatağın yan tarafında diğer ucu penceredeydi. Sağlam olmasa oraya beni bağlamazlardı düşüncesinden yola çıkarak oraya başlamıştım çarşafı. Ne derin bir nefes ne de hazır mıyım düşüncesi asla duraksamadan pencereye tırmandım. Bir ayağımı boşluğa atarken elimin birisi çarşaftaydı. Milletin büyü yapıp belki de insan klonladığı şu evrene benim çarşafla giriş şeklim
Hiç zorlanmadan salına salına inerken arada bir aşağı bakıyordum. Manzara buradan daha güzel görünüyordu. Tek umudum muhafızların ya da herhangi bir insanın başını kaldırıp yukarıya bakmamasıydı ki başımı biraz daha aşağı eğip baktığımda bana aşağıdan hayretle bakan kadını görünce ofladım.
Arada olan mesafeye rağmen Elyesa adındaki kızın bana attığı şaşkın bakışları elbet hissediyordum. Umursamadan yoluna devam ettim. Elimi yavaş yavaş aşağı çekerek ayaklarımı duvara bastırıp destek alarak çarşafın ucuna kadar geldim. Evet şu an atlasam balkondaydım. Ama biraz daha yana kaymam gerekiyordu yoksa balkon diye direkt mezara girebilirim.
Kendimi yana itmeye çalışırken az önce çıktığım odadan gelen seslerle kaşlarımı çattım.
"Ulan devrim bu çarşaf niye yatağa bağlı lan?" Hassiktir! Umarım bu geri zekalılar düşündüğüm şeyi yapmazlardı.
"Ne bileyim amına koyayım ya her haltı bana soruyorsun. Mavi Hekim geldiğinde yine kim burayı sirke çevirmiş diye ağzımıza sıçar çöz de yatağa serelim şunu." Dediğinde ayağımı çıkıntılı duvara bastırıp kendimi balkonun olduğu tarafa itmeye çalıştım ama yukarıdaki aptallar çarşafı ters yöne çektiği için balkondan tarafa rüzgarda sallanan çamaşır gibi sallanıp duruyordum.
"Beyni gelişimini yarıda bırakmış o salak! Sakın o ipi çözmek gibi bir bok yemeyin." Duydular mı bilmiyorum ama sesimi çok yükseltirsem sarayın etrafındaki bütün muhafızlar ipte unutulmuş don gibi efil efil sallandığımı görecekti!
Beni duymamış olacaklar ki çarşafın yavaş yavaş gevşediğini hissettim. Sanırım ölümüm sarayın bilmem kaç bininci katından düşerek ölmek olacaktı. Sorun değildi ama keşke ben atlasaydım daha havalı olurdu.
"Aptal kız eğer yere bir çakılsan parmak ucunu bile bulamazlar, buz gibi dağılırsın deli misin sen!" İç sesimin isyanına yapacak bir şey yoktu. Başımı yukarıya kaldırdığında çarşafın ucunun nereye gittiğini merak edip camdan aşağı bakan devrim beni görünce dona kaldı. Hatta gözleri öyle bir şaşkınlıkla irileşti ki üstündeki şoku atlatması birkaç saniyesini aldı. Aceleyle Batına dönüp bağırdı.
"Batın dur lan kız aşağı da aşağıda!"
"Lan kız aşağıdaysa bize ne Mavi hekim gelmeden şuraları toplamaya çalışsana biraz, hem ne kızı?"
"Lan ibnee! Çözme kız düşecek diyoru-" Diye arkaya dönüp atılması boşuna olmuştu çünkü çarşaf gevşeyip benimle birlikte aşağı düşecekken devrimin son anda çarşafı balkondan tarafa çekiştirmesiyle bir anda birinin kucağına lap diye düşüverdim. Her şey öyle hızlı saliseler içinde gerçekleşmişti ki şaşırmama bile fırsatım zor oldu.
Şaşkın şaşkın önce yukarı sonra da beni tutan o kişiye baktığımda keşke aşağı düşseydim diye geçirdim içimden.
Başını aşağı eğmiş mavi gözlerin sahibi bana en sinirli bakışlarını atarken sırıttım.
"Ne ekşındı ya dimi?" Dediğimde dişlerini sıkmaktan çenesi seğirdi. Göz devirdim.
"Hayır yani merak ediyorum bu sinirle yaşamak zor değil mi ne bu kasım kasım kasılıyorsun bi rahat ol bir relax yani." Sabır diler gibi başını sağa sola çevirip yukarıya kaldırdığında meraklı gözlerle bize bakan iki muhafızı görünce sinirleri daha da tepesine çıktı prensimizin.
"Ayy götümün prensi." Diye içten içe söylenirken kendime cevap yine iç sesimden geldi.
"Keşke götümüzün prensi olsa-"
"Yersiz libidonu çok feci bozacağım bir gün!" İç sesimin iç sesime verdiği ayarı yok sayarak Arsal'a bakmaya devam ettim.
"Bekleyin beni ikinizin de belasını si-" burada durup dilini ısırdı "İkinizin de belasını sileceğim beklemede kalın siz." Aynı sinirle başını eğip bana baktı.
"Sen hiç rahat durmaz mısın?" Dedi sert sesiyle, omuz silktim umursamazlığım onu daha da delirtiyordu
"Ulan şeytan diyor ki at şunu şuradan aşağı gebersin sende kurtul ülkede." Dediğinde hızla kaşlarımı çatarak başımı diktim.
"Aynen gebersin, bacını da baban kurtarır zaten dimi!"
"Her boka cevabın olmak zorunda mı?" Dedi bıkkınca.
"Taşın altında kalırım lafın altında kalmam!"
"Bir gün çok feci bir şeyin altında kalacaksın o zaman da böyle konuşabilecek misin?" Dedi sesiz bir fısıltıyla. Ve de yüzsüzce! Hasta mıydı bu herif. Yüzümün her kası öfkeye kasıldı.
"Dikkat et de o şeyin altında sen kalma." Diye öne doğru tısladım. Dudağının kenarında masumluğun eseri olmayan bir kıvrım şeytandan çalınmış gibiydi.
"Neyin altında kalacağıma bağlı şeytanın kızı." Dediğinde öfkeden mi yoksa başka bir şeyden mi bilmem ama yanaklarım alev alev yanmaya başladı. Bu herif sadece manyak değil aynı zamanda sapıktı!
"O ima dolu kelimelerini bir biri-" Diyerek olağan üstü bir küfür tamlaması içerisine girecekken
"Eva siz napıyolsunuz?" Diyen Nevsalin şaşkın sesiyle başımı içeriye çevirdiğimde asıl şoku ben yaşadım.
İki kraliçe, Nevsal onun yanında olan üç muhafız, dört saray görevlisi ve beş çocuk şaşkın gözlerle bize bakıyordu. Aralanan dudaklarımla birlikte gözlerim önce içeride bize dehşetle bakan millete daha sonra da Arsal ile olan konumuma kaydı.
Sırtımdan ve bacaklarımın arasından geçirdiği kollarıyla beni göğsüne çekmiş olan adam ve refleks olarak onun omuzlarından kavrayarak ona dik dik cevap vermek için yaklaşan aptal ben!
Aman tanrım görüntü tam olarak buydu.
Utanç içindeydim şu an. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Rezillik kapasitem gün geçtikçe genişliyor inanılır gibi değil!
"Arsal." Dedim fısıltıyla.
"Hmm" gibi bir ses çıkardı.
"At beni." Dediğimde bakışları karşıdaki insanlardan çekip bana çevirdi. Tek kaşı havalandı.
"At beni. Buradan aşağı At. Şu an."
"Sebep?"
"Bu kadar rezillikle yaşayamam. Hem ben zaten yere düşecektim sen niye kadere müdahale ediyorsun bırak alnımda ne yazıyorsa o olsun." Dediğimde bana bakan sert ifadesi sekteye uğradı.
"Senin aklında gerçekten bir problem var Mavinin incelemesi gereken bir vakasın." Dediğinde boş boş baktım.
"Benim problemli olabilecek bir aklım var en azından." Dedim Kınar bir sesle, başımı geriye doğru çekip onu süzüyormuş gibi yaptım. Pek başarılı olduğum söylenemez çünkü adamın maşallahı vardı, bak bak bitmiyordu. "Şöyle bir baktım da sizde o da yok."
"Memnunsun sanırım?" Dedi laf sokmalarımdan alakasızca.
"Neyden?"
"Konumundan." Dudağının köşesi hafifçe kıvrıldı ama bu kıvrım haince bir kıvrımdı. "Kollarımın arasında olmak senin için sorun değil demek." Dediğinde bir kere daha yaşadığım idrakla kızıl gözlerim neredeyse fal taşı gibi açılacaktı. Kucağından öyle hızlı atladım ki neredeyse düşecektim. Neyse ki bu olmadı. Bana hâlâ deli görmüş gibi bakan insanlara döndüm.
"Ne var?" Dedim kimse bir şey demediği halde. Demelerine gerek yoktu gözlerinin şaşkınlığı kendilerini çok iyi belli ediyordu.
"Sarayın içinde biri tavalı biri kaşıklı iki ruh hastası paldır küldür kovalamaca oynuyor ama siz benim balkona düşmemi mi garip buluyorsunuz?" Dediğimde bana bakarak tatlı tatlı gülümseyen Nevsalin sözleri kendisi kadar tatlı değildi maalesef.
"Yo balkona düşmedin kii abimin kucağına düştün." Yan tarafta dikilen muhafız neredeyse gülecek gibi ses çıkarttı ama arkamda duran Arsalın gazap dolu bakışlarıyla karşılaşmış olmalı ki anında ifadesini toparladı.
"Bence böyle küçük ve gereksiz bir detayı çok ta şey yapmayalım, siz ne yapıyorsunuz?" Diyerek sanki kırk yıldır onları tanıyormuşum gibi bir ifade takınıp yavaş yavaş yürümeye başladım. "Şurdaki piyano baya kaliteli duruyor küçük şey, senin çok güzel çalacağına olan inancım tam." Desemde kapıya doğru adımlıyordum. Niyetim bu rezilliğin içinden bir an önce kurtulmaktı.
"Çalıyolum ki." Diyen Nevslin neşeli sesine başımı sallayarak kapının topuzunu kavradım. "Ay maşallah maşallah. Aferim sana hadi bana hayırlı yolculuklar. Ne demişler yolcudur Abbas bağlasan durmaz." Diyerekten kapıyı kapatıp çıkacaktım ki duyduğum sesle çığlık atmak istedim.
"Elber o kaçtığını sanan kaçağı tut." Kapıyı kapattığım gibi koşacakken birinin ensemden tişörtümün ucunu tutmasıyla yakalandım. Aslında her şey birkaç saniye öncesine kadar normalken duygularımın bana bir anda gönderdiği sinyalle kıyafetimin ucunu tutan adama karşı anlık bir öfke merkezden bana ulaştı.
Hızla ona doğru dönüp bileğini kavrayacaktım ki hızla açılan kapıyla "Eğer ona da zarar verecek olursan olacaklardan ben sorumlu olmam ve emin ol söylediğim hiçbir şey boşuna değil kızıl şeytan." Arsalın sesiyle bileğini kavradığım adamın elini iterek kendimden uzaklaştırdım.
Öfke bir ölüm gibiydi. Öyle aniden vücudumda can buluyordu ki ne ara geldiğini ve ara beni ele geçirdiğinin farkına bile varamıyordum.
"Adamlarına söyle aniden bana dokunmasınlar sonradan kırılan kemiklerinden ben sorumlu olmam!" Dedim boş bir sesle. Elber adındaki adam bana donuk gözlerle bakarken üzerine çekidüzen verip bir asker gibi omuzlarını dikip Arsalın önünde hazır ola geçti.
"Kusura bakmayın Eva Hanım. Verilen emiri yerine getirmek mecburiyetindeydim." Diyerek bana neden dokunduğunu açıkladı kendince.
"Pardon da adam sana durdur dedi!
Kolumdan tut, bıçak çek ister ki alnıma silah daya ama it eniği gibi ne demeye ensemden yakalıyorsun!" Diye ömrümde hiç görmediğim daha önce hiç tanışmadığım bir adamla tartışma içerisine girmiştim
"Kusura bakmayın Eva Hanım. Benim görevim bu." Sinirle soludum
"Daha fazla olay çıkartma başıma!" Diye bana kızan Arsalı buldu öfkeli gözlerim.
"Beni kelepçelerle bırakıp gitmeseydin bunlar olmazdı!"
"Hayır olurdu. O kelepçeler sadece süreyi biraz uzattı ama sonuç aynı! Asla rahat durmuyorsun." Dediğinde anlık olarak ona hak verdim ama çok kısa sürmüştü bu.
Birkaç adım öne çıkarak karşısında dikildim. Lanet olasıca boyu yüzünden başımı geriye doğru atıp dişlerimin arasından konuştum.
"Siz beni hüküm altına sokmaya çalıştıkça daha fazlası olacak ve bunlar henüz hiçbir şey benim için." Evet doğruydu. Onlar henüz arıza çıkartmış halimin bu olduğunu sanıyorlardı ama yanılıyorlardı.
Arsal sesli bir nefes verip baş ve işaret parmağıyla burun kemerini sıktı. Birkaç saniye boyunca sakinleşmeyi bekledi. Gözlerini tekrardan açtığında ateş saçan mavilikleri Elberi buldu.
"Elber Evayı odasına götür." Ve hiçbir şey demeden az önce çıktığımız odaya girip kapıyı kapattı.
Sarayın en üst katı olduğunu düşündüğüm şeytanın siktir ettiği bir odanın kapısının önüne geldiğimde yanımdaki adama en ters bakışlarımı atıyordum. Elber bakışlarımı asla umursamadan bana eliyle odayı gösterdi.
"Burası yeni odanız Eva Hanım. Arsal efendim ikinci bir emire kadar odanızdan çıkmamanızı emretti." Dediğinde göz devirdim. Kapıyı aralayıp içeriye girerken.
"Bırak ikinciyi ister ki bininci emre kadar söylesin kafam eserse şu an bile çıkarım." Elber tam bir şey söyleyecekti ki kapıyı yüzüne çarparak kapattım. İçeriye girdiğimde derin bir nefes ben farkında olmadan dudaklarımdan kopup havaya karıştı.
Emir altında ve emir kipi ile kurulan cümlelerden nefret ediyordum. Şu an bana buradan çıkmamam gerektiği emrini verdilerse çıkasım yoksa bile bu odadan çıkacağıma işaretti.
Ne yaparsın huyum kurumasındı.
●Bir kaç saat sonra ilahi bakış açısından●
Küçük bir adım daha attı kadın. Ve bir adım daha ve bir daha. Adımları temkinli bakışları ise kolaçandı. Yakalanma korkusu göğüs kafesinin içinde ki kalbini deli gibi çarpmasına sebep olsa da içindeki merak kalbini durdurabilecek kadar fazlaydı. Adımını attığı yasak topraklarda eğer abisinin yardımı olmasa şu dakika yakalanacağına hiç şüphesi yoktu. Aslında vardı da. Abisinin işi hiç belli olmazdı abisine olan güveni muazzamdı.
Küçük ve sessiz adımları sarayın arka tarafındaki en sessiz kısımda durdu. Burada da muhafızlar vardı. Koruma kalkanının yanı sıra dizilmiş olan adamlar beton gibi bakışlarının eşliğinde sarayın arkasında dikiliyorlardı.
Gözleri dikkatle etrafı taradığında aradığı kişi gözüne tam küçük köprünün üzerinde durur vaziyette çarptı.
İrisleri heyecanla büyürken elini ayağını koyacak yer bulamadı anlık. İçindeki olması gereken öfke heyecana yenik düştü. İstediği tek şey şu an ateş kızılı mı yoksa kan kızılı mı olduğunu seçemediği kızın onun olduğu tarafa dönmesiydi. Bekledi eli kalbinde değildi ama kalbi ağzında bekledi.
Heyecanı saçma ama öfkesi yeriydi. Bu iki duyguyu ilk defa aynı anda yaşayıp birbirinden ayırmakta zorlanıyordu.
Bekledi yine de.
Onun görebileceği bir açıda kendisine dönmesini bastıramadığı heyecanıyla bekledi.
Çok değil birkaç dakika içinde Eva kızıl saçlarını rüzgarın etkisiyle arkaya savrulmasıyla onun olduğu tarafa ve altında akan suyun berraklığının en belirgin olduğu tarafa döndü. Kan kırmızısı gözleri buradan bile gözüne çarpıyor güneşin insanı yakmayacağı aydınlığı Eva'nın kan kırmızılarına çarptıkça parlayarak etrafa saçılıyordu.
Nefesini tuttu.
Evet farkında değildi ama nefesini tutuyordu.
Bahsedildiğinden daha güzeldi. Öyle güzeldi ki kanın kıskanacağı kadar, öyle güzeldi ki yere bastığı toprağı adımını attığı alanın ona nasıl hayran hayran baktığını görmeyecek kadar.
Elinde olmadan Kıskandı.
Daha da çok imrendi çünkü bahsedilen her şeyin bin katıydı Eva.
Baktıkça merakı artıyor heyecanının altında yatan öfke buradayım diye bağırıyordu. İki duygu arasında çelişirken kızın yüzüne nasıl daldığının farkında değildi.
Öyle çok dalmıştı ki bir anda ayağında hissettiği hareketlilikle irkilerek başını aşağı eğip baktı.
Bacaklarına doğru tırmanan küçük böceği görünce bir an çığlık atacak sandı ama eliyle öyle hızlı ağzını kapadı ki çığlığı dudaklarının arasına hapsoldu. Eliyle hızla böceği üzerinde uzaklaştırdı. Yaşadığı küçük aksiyonu atlattıktan sonra bakışlarını tekrardan Eva'nın olduğu tarafa dönerdi ama artık orada değildi.
Nereye gitmişti? Ne çabuk gitmişti? Gözleri etrafı tararken yüzünü gizlemek için taktığı siyah peçeyi çekerek düzeltti. Her ihtimale karşı yüzünün tanınmaması gerekiyordu. Etrafı tarayan bakışları hâlâ Evayı arıyordu ama yoktu. Nereye gitmişti bu kız. Gizlendiği yerden bir kaç adım geri attı sessizce. Muhafızlara ve krallığın büyük kalkanına yakalanırsa işte bu sefer onu öldürmeleri için yeterli bir sebep olurdu. Ülkeye izinsiz girdiği yetmezmiş gibi bir de saraya ve kalkana giriş yaparsa idamı kaçınılmazdı.
Korkuyordu ama bunların hepsini göze alarak gelmişti zaten. Küçük bir adım daha attı geriye doğru. Görüş açısında sarayın görkemli bahçesi ve hayalet gibi görünmese de etrafta olan muhafızlardan başka kimse yoktu. Köprüye tekrar tekrar baktı onu görmek için, gittiğini kabullenemiyordu. Her seferinde onu sırtından görmüşlüğü vardı ama ilk defa yüzünü ve onu görmüştü.
Bu kadar kısa sürmesi onu gerçekten üzmüştü.
Ta ki arkasından yükselen sese kadar.
"Eğer birisini gözetliyorsan onun üzerinde bakışlarının ağırlığını hissettirmeden yapmalısın." İlk defa duyduğu su gibi akıp giden güzel bir sesle hızla arkasını döndü.
Dudakları şaşkınlıkla aralandı ama peçesi yüzünden gözükmedi. İrileşmiş şaşkın gözlerle karşısındaki kadına bakıyordu, çünkü geldiğinden beri onu görme umuduyla röntgenlediği kişi tam karşısında kanlı canlı dikiliyordu.
Eva kan kırmızısı irislerini karşısındaki yabancıya dikmiş dikkatle ona bakıyordu. Gerçekten şeytan mıydı? Yoksa bu kadar sessiz ve bu kadar çabuk yanına gelmesi mümkün değildi. Ya da nasıl onu izlediğini fark etmişti.
"Kimsin sen?" Dedi Eva karşıdaki kişinin konuşmayacağını anlayınca.
"Ne önemi var ki?" Dedi kız sakinliğini korumaya çalışırken. Oysa karşındaki kızın öyle bir çabası yoktu, gayet sakin ve rahat görünüyordu. Madem izlendiğini fark etmiş neden gergin veya da endişeli görünmüyordu. Çok iyi mi saklıyordu yoksa gerçekten bu kadar rahat bir insan mıydı?
"Haklısın." Dedi Eva kuru bir sesle "Bir önemi yok. Öyleyse söyle neden bir sapık gibi beni gözetliyordun?" Dediğinde kızın kaşları çatılır gibi oldu ama son anda buna engel oldu.
"Kim olduğumun önemi yok, haklısın. Peki sen? Senin için bir önemi var mı?" Dedi heyecandan arındırılmış bir sesle.
"Senin kim olduğunun mu yoksa benim kim olduğumun mu?"
"Ne anlamı var ki? Nasıl olsa bildiğin her doğru bir gün yalanların arkasına sığınmış bir asılsız olduğunu öğreniyorsun." Dedi öfkesini duvarların arkasında bırakmaya çalışırken. Zordu ama başardı. Eva'nın kaşları belli belirsiz çatıldı.
"Sen kendinin kim olduğunu bilmiyor olabilirsin ama ben biliyorum." Dedi. Sesi gittikçe daha da mesafeli ve hissiz geliyordu. Bunu nasıl yapıyordu anlamadı karşısındaki kız ama Ev'anın soğuk bakışları ve mekanik sesi tüylerini diken diken ediyordu. Bunu da belli etmemeye çalıştı.
Korktu, çünkü öfke adım adım takip ettiğin doğru yolu öyle bir ayakların altından çekip alıyordu ki bunun farkına bile varamıyordu insan.
"Biliyorsun demek?" Dedi alayla karışık bir öfkeyle. "Kimsin?"
Eva'nın ifadesi asla değişmedi. "Kim olduğumu bilmesen neden peşimde hayalet gibi beni izleyip, takip edesin?" Dediğinde kız Evayı uzun sayılmayacak bir süre diliminde izledi. Bir kere daha baktı güzel yüzüne, kızıl saçlarına, kan rengi gözlerine baktı, burnunun üstünde yanaklarına dağılan minik minik çilleri güzel tenine öyle yakışıyordu ki bu evrende Evayla yarışabilecek tek bir kadının bile olmadığını düşündü o anlık. Kısa bir sessizliğin ardından kız
"Senem Kırcalı'nın kızısın." Dedi emin sesiyle. Eva başını olumsuz anlamda iki yana salladı.
"Ben Senem Kırcalı'nın değil Senem Efnan'ın kızıyım yabancı, yanlış biliyorsun." Bir adım atıp aralarındaki mesafeyi biraz daha kapattı. Kız hiç kıpırdamadan Evaya bakıyordu. "Ve bu kelime oyunlarına bir son verip asıl derdini anlamazsan çoğu zaman olmayan sabrımı tüketmiş olursun. Sana karşı sunduğum sabrı herkese kolay kolay bahşetmem." Dediğinde aslında yalan söylemiyordu Eva.
"Şu dünyada en çok kendini bilenler ve söylediklerinden emin olanlar yanılırmış Eva." Dedi "Sen de kendinden çok eminsin ama bildiğin her şeyin yalan olduğunu ve ailenin seni bu yaşına kadar hiçbir şekilde bu doğrulardan bahsetmeden prenses gibi büyüttüğünü çok iyi biliyorsun." Dediğinde karşısındaki Eva'nın ona öfkeyle ya da nefretle bakmasını bekledi ama Eva'nın bakışlarında ya da ifadesinde tek bir değişim dahi olmadı.
Devam etti kadın "Prenses gibi yetiştirip seni bu evrene saldıklarına göre tahtaları fena sarsılmış olmalı." Öfkesini sakladı duvarlar yavaş yavaş yıkılıyor bunun farkına varmadan konuşmaya devam ediyordu.
"Tüm tehlikeleri göze alıp bana bunları söylemek için mi beni röntgenledin karalı kız?" Dedi Eva alay kattığı sesiyle ama tek bir mimik oynamayan ifadesiyle. İsterse karşısındaki kadını öfkesine boğar isterse alayı ile ezerdi ama istemezse ifadesinde yaprak bile kıpırdamazdı.
"Sadece seni görmek için geldim Eva."
"Kimsin?" Dedi tekrardan ve aynı saniyelerde parmağındaki yüzükten gelen sinyal ile bakışları ellerine indi. Çağırıydı bu. Abisi onu çağırıyordu ve bu demekti ki tehlike git gide etrafını sarıyordu.
"Kim olduğumu öğreneceksin ama bugün değil, tekrardan karşılaşacağız ama bu kadar sessiz değil Eva." Eva kadının gideceğini anladığında öne doğru atıldı ama bir anda kadının yüzüğünden eline elinden ise vücuduna dağılan büyük dumanlarla sadece saliselik bir dilimde kız ortadan kayboldu.
♡BÖLÜM SONU ♡
Bölümü nasıl buldunuz?
Arsal ve Eva hakkındaki düşünceleriniz neler?
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?
Akın ve Nar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Elber hakkında ne düşünüyorsunuz?
Simoloya ve İlge hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mavi ve Elyesa hakkındaki fikirleriniz neler?
Oylamayı ve beni yorumlarınızla taçlandırmayı unutmayın bebeklerim.
Bir dahaki bölüme kadar kendinize iyi bakın
Sizi seviyorum 🦋🦋
Çokça kalp 💙💙
♡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.75k Okunma |
543 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |