♡

♡

♡
Merhaba canlarım ben geldim 🥳🤭
Gecikme için kusura bakmayın bu aralar çok meşgul olduğum için bölümü ancak yetiştirebildim. ❤
Yıldızın üzerine basarak oy verirseniz sevinirim. Emek var. 🥲
Satır arası yorumları istiyorumm🤭
(Yazım yanlışı varsa kendimi bir yerlerden atacağım artık kaç kez kontrol ettim!)
😘
..
"Sen şeytanın kızı, hiçbir büyünün sana bağışlanmadığı bu evrende sesinle kutsandın." Devam etmişti "Sen Eva Efnan, sesinle kutsanmışsın ama bunun farkında bile değilsin."
"Etkin geçmeyecek lâl gülü, her şeyi bitir." Dedi, sesi dolu olan salonda yankılanıp kulaklarımda can buldu.
"Anlamıyorum seni?" Dedim ne yapacağımı bilmez bir sesle.
"Az önce de şarkıda söylediğin gibi Eva. Her şey yıkılıyor, zaman boşlukta dönüyor. Durdur bunu."
"Ben yapamam." Dedim çünkü her şey birbirine girmişti sesler yine birbirine karışmış, ama ne nefes alan ne de kıpırdayan tek bir insan bile yoktu.
"Sen yaptın bunları az önce, şimdi sen durduracaksın." Dedi gözlerimin içine bakarak.
...
Tanrı önce toprağı yarattı sonrada o topraktan insanı var etti, insana ise en büyük devrimi yaratıldığı toprağı ayakları altına sererek yaşattı.
Kimisi söyler ki tanrı insanı ayaklar altında olacak kadar değersiz bir varlık olarak gördü.
Kimisi de derki tanrı insanı yarattığı toprakla onlara bir dünya kurarak onları varlıklarının ne kadar üstün olduğunu gösterdi.
Ne ayaklar altına alınacak kadar aşağılık ne de yeryüzünü oluşturan toprak kadar değerli değildim.
Ne zamanı durduracak kadar güçlü ne de devam etmesini sağlayacak kadar kuvvetli değildim.
Ayaklar altına serilmiş dünyada tek bir kul bile kıpırdamıyordu.
Herkes susmuştu, hareket etmek bu kadar zor değildi ama herkes donmuştu.
Herkes susmuş, sadece o konuşmuştu,
Nefes dahi almayan insanlara sadece durmuş, zamanın acımasız oyununa gelmişlerdi.
Bakışlarım karşımdaki adamdayken ne yapacağımı bilmez bir şekilde ona bakıyordum.
"İki seçeneğin var şeytanın kızı." Dedi hala ölüm kadar yakınımda olan sesiyle, "Ya her şeyi unutturur bedelini ödersin," devamında hareketsiz insanları gösterdi eliyle "ya da zaman durur bedelini öderler." Dediğinde her şeyin şokunu üstümden bir anda atarak onu göğsünden ittim.
"Sen neyden bahsediyorsun? Ne yaptım ki neyin bedelini ödeyeceğim," devamında onun gibi insanları gösterdim "Ne yaptılar ki neyin bedelini ödeyecekler!" Bağırdığımda koca salon dolu olsa da sesim arka arkaya yankılanıp kulağımda tekrardan can buldu.
"Sen bir melezsin." Dedi gözlerimin içine baka baka. "Sen iki dünyada da yeri olmayan bir melezsin." Hiç acımadan kurduğu cümle boğazıma yutkunması zor bir taş oturttu.
Ama öfke her duyguyu bastıran bir lanetti.
Ben sesimle değil içimdeki kontrolünü bir türlü sağlanamadığım Evayla lanetlenmiştim.
"Yaşama sebebini yaşatmak için." İki tarafımda olan ellerim yumruk olmuş, her an bir yere geçirip her şeyi paramparça etmek için hazırda bekliyorlardı.
"Sen mi verdin o sebebi de bana?"
"Sen daha doğmadan kadere yazılan bir sebepti bu şeytanın kızı." çok emindi, kendisinden o kadar emindi ki bu dik duruşu kesin cümleleri aydınlığa varamadığım, her tırmanışımda daha sert çakılarak yere düştüğüm kuyunun ışığını biraz daha söndürüyordu.
Arsal Karahan kendi yöntemleriyle umut ışıklarımı bir bir söndürmeye hedefliyordu.
Arsal Karahan buradan kurtulamayacağımı bana aşılamaya çalışıyordu!
Afrandı. Yaşama sebebimi yaşatacağım kişi Afrandı. Kız kardeşinden bahsediyordu. Yaşamamı onun yaşamına bağlıyordu. Öfkeyle elimi siyah saçlarıma geçirecekken elime gelen siyah peruğun tutamlarıyla öfkem hat safhaya tırmandı. Çekiştirip yere fırlattığımda kızıl gür saçlarım bu anı bekliyormuş gibi dalgalanarak omuzlarımdan aşağı döküldü. Arsal bana bakıyor, konuşmuyordu. Gözleri pür dikkat dalgalanarak dökülen kan kırmızısı mı yoksa alev turuncusu mu olduğu belli olmayan parlak saçlarımda dolaştı.
Adımları yavaşca bana doğru geldiğinde sakince gözlerine baktım. Aramızda bir adım kala durdu. Elini ikimizin ortasına uzattığında kapalı olan avcunun etrafında minik bir ışık küçük küçük dalgalanarak dağıldı ve avucunu açtığında içinde durun küçük kırmızı bir tohum belirdi.
Şaşırmak istedim fakat artık şaşırmıyordum bile. Baktım, gözlerim avucunun içindeki küçük tohumda ve mavi irislerinde gidip geldi.
"Dört yapraklı yoncanın hikayesini bilir misin Şeytanın kızı?" Dediğinde farkında olmadan başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım.
"Çok küçükken annem anlatmıştı ama zihnimde buğulu." Gerçekten de çok küçüktüm ya dört ya da beş yaşlarında olmam lazım annem bana bu hikayeyi anlattığında. Zihnim nedensizce bu bilgiyi hafızamdan silmiyor buğulu bir şekilde raflarında saklıyordu.
Arsal başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı ve dudaklarından küçükken annemin bana anlattığı hikayenin cümleleri döküldü
"Efsanelere göre dört yapraklı yoncanın kötü ruhları arındırdığı söylenirmiş eskiden. Kötü ruhların içinde taşlaşmış olan o siyah kütleyi arındırır, ruha verdiği acı ağırlıktan kurtarırmış. Her yaprağında ayrı bir marifet, her yaprağı bir yaraya deva, bir umuda mucizeymiş.
İlk yaprağı; Aşk uğruna ruhunu yaralayan insanların yarasına deva
İkinci yaprağı; İhanetin pençesine düşenlere umut
Üçüncü yaprağı; Sevdiğini kaybedenlere mucize."
Sonuncusu farkında olmadan benimde dudaklarımdan döküldüğünde ikimizde aynı anda aynı cümleyi kurduk
"Dördüncü yaprağı ise zihninde yaşadığı sarsıntının enkazını bir anda insan ruhundan sâfileştirmekmiş."
Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde elindeki tohumun ne olduğunu artık anlamıştım. Elini elime uzattığında farkında olmadan Arsal'a uzatıp açtım avucumu.
Küçük tohumu tutan sıcak teni benim buz gibi tenime değdiğinde bakışlarımı gözlerinden çekmedim.
Bir buz kadar soğuk bakan gözlerine rağmen ateş kadar sıcaktı teni
Ateş gibi yakıcı bakışlarım olmasına rağmen buzdan soğuktu tenim
Aramızdaki en büyük zıtlık ise benim kandan, lavdan olan gözlerimin yanı sıra onun buzdan, soğuktan olan mavilikleriydi.
Buluştuğumuz tek nokta onun buzdan maviliklerini Azrail'in, ruhun bedenden ayırması gibi ikiye ayırmış olan kan gölüydü. Mavi gözlerinin ortasından geçen kandan çizgi benim kan kırmızısı gözlerimden emanet alınmış gibiydi. Ben ona teninden akan tek bir damla kanı bile ödünç vermezdim.
"Bu tohumu toprağa kavuşturman gerekiyor şeytanın kızı." Dediğinde dudağımın kenarında acı bir gülüş belirdi. Belki o alaydan sandı ama içimi acıtan bir gülümseme bahşetmiştim ona.
"Bu kan damlası tohum, toprağına kavuşacak." Dedim gözlerimi tekrardan gözlerine dikerek "Benim kan damlalarım ne zaman Toprak'ına kavuşacak Karahan?"
Bakışları kırmızı gözlerimi gizleyen siyah lenste durdu. Baktı, ilk defa ne düşündüğümü gerçekten ne hissettiğimi anlamak ister gibi baktı mavi gözleri gözlerime. İzin vermedim. Gözlerimdeki özlemin lekelerini hızla silerek yerine duvarlar ördüm.
Bakışları değişmedi, anladı mı bilmiyorum ama hiçbir şey söylemedi Toprakla alakalı.
Oysa onu çok özlemiştim. İçimdeki büyük bir parçayı oradan söküp almışlarcasına bir boşluk vardı. Dolması, doldurulması mümkün değildi çünkü bendeki Toprak'ın yeri bambaşkaydı.
"Dört yapraklı yoncanın tohumunu toprağına kavuştur şeytanın kızı. Senin tenine de ruhuna da iki dünyada büyü işlemiyor." Gözleri avuçlarımı işaret etti. "Ne büyü yapabilirsin ne de yapılabilirsin ama dört yapraklı yoncanın sana izni var, Dördüncü yaprağı buradaki herkesin zihnini temizleyecek ve geriye sana bir iz bırakacak." O konuşurken dikkatle onu dinledim.
Sağ elini kaldırıp sol göğsümün üstüne işaret parmağını bastırarak tam kalbimin çarptığı noktaya getirdi.
"Eğer yoncanın izi kalbinin üstünde belirirse bu duygularının esiri olduğunu," Elini kalbimden çekip şakağıma dokundurdu "Eğer sağ şakağında belirirse Zihninin esiri olduğun anlamına gelir şeytanın kızı, bu da dört yapraklı yoncanın sana ödeteceği bedel..." eli bu sefer sol bileğimi kavrayıp tam nabzımın üstüne dokundurdu baş parmağını.
Parmağını nabzıma bastırdı. Kalbimin içinden göğsüme vuruşu ve parmağının altında tik tik atan nabzımın tenine vuruşu eş değer hızdaydı.
Elimi bileğinden kurtarıp geri çekildim.
Mavi gözleri gözlerimden ayrılmadan bana bakarken yapabileceğim hiçbir şey olmaması beni hep aciz kılıyordu.
Her seferinde beni tercihe bıraktığı içinde beni tercih seçeneği yaptıkları içinde bu ülkeden de bu evrende de intikamım çok ağır olacaktı.
En büyük intikamım Arsal Karahan'a olacaktı hem de..
●
●
Dört yapraklı yoncanın mucizesi bütün insanlığı susturmuş, zihinlerindeki sarsıntıyı durdurmuştu.
Her şey dakikalar içinde olmuş, bir salon dolusu insan nefes dahi almaksızın donmuşken şu an zaman akıyor fakat unutulanlar yerini aratmıyordu.
Evet unutulmuştu. Sadece küçük bir tohumun toprağa karışması onca insana yaşadıklarını unutturmuştu.
Beş dakikamı bile almayan tohumun toprakla buluşmasından geriye izler kalacaktı bende. Ne demişti Karahan ya duygularının esirisindir ya da Zihninin, yoncanın sana bırakacağı iz bize bunu gösterecek. Hiçbir şey olmamıştı. Evet ne kalbimde ne de şakağımda bir iz belirmemişti. Nedenini bilmiyorum ama inşallah bok da çıkmazdı.
Herkes dakikalarca önce olanları unutmuş normal hayatına devam ediyordu.
Her şey hafızamda mevcut olsa da sanki yaşanmamış gibi devam ediyordum.
Hiç kimse bilmiyor, sadece o ve ben hatırlıyorduk. Nasıl yapmıştı neyin içindeydim bilmiyorum ama tünelin sonunda iyi bir naneyle karşılaşacağımı sanmıyordum.
Yanımda beceriksizce bardakları kurulayan Nar yine elinden düşürdüğü içki bardaklarının camlarını toparlıyordu. Evet, bardak değil bardakları çünkü elinde bereket vardı. Nereye el atsa üç dört tane bardağın defterini aynı anda kapatıyordu.
"Nar elinin ayarına başlayacağım artık." Dedim ters ters elimi önümdeki önlüğün havlusuna silerken. İnanılır gibi değildi! Daha dakikalar önce solist havasıyla ona buna siktir çekerken şu an üzerimde bir garson önlüğü elimde tepsi vardı!
Klasım fena halde sarsılmıştı!
Ulaa hayaağğğtt1
O piç prens ne yapmıştı bilmiyorum ama şu an kendimi bir garson konumunda bulmuştum. Makyajdan kurtulmuş yine Eva olmuştum fakat bu seferde yüz hatlarımı gizleyen başka bir makyaj yapmak zorunda kalmıştım. O prens bozuntusu da tepemde dikilmiş bide üstüne "O sikik lenslerden nefret etsem de çıkartma, saçların yeterince dikkat çekiyor bari gözlerini gizle." Demişti. O dedi diye çıkartmış fakat şu lanet olasıca planları bozulmadan bitirip şuradan def olmak için tekrardan takmıştım.
Öylede düşünceli bir insandım ama kıymet bilen yoktu.
Onlar ne anlardı kaliteli insan olmaktan. Star olacak insanım şu hallere düşmüşüm bir de üstüne laf etmesi yok mu. Umarım katil olmadan şu iş biterdi.
"Mavi hekimimden hala ses yok. Umarım başına bir şey gelmemiştir." Her şey başa sarmış, Nardan anladığım kadarıyla en son hatırlananlar kapının önünde durup gideceğimi söylediğimde gerçek anlamda gittiğimdi.
Evet herkes gittiğimi sanıyordu oysa ben Nar için kalmıştım fakat o bunu bilmiyordu, bu yüzden bana karşı belli etmemeye çalıştığı bir kırgınlık vardı.
Az önceki mükemmel diyaloğumuz şu şekilde olmuştu
"Gitmedim diyorum amına koyayım benden iyi mi biliyorsun?" demiştim ters ters.
"Kız kapıyı çekip 'sizi de yapacağınız işi de sikerim' deyip gittin ya gözümün içine baka baka." Demişti o da bana. Tamam arada bir piçliğim tutuyordu tutmuyor değil fakat bu sefer yapmamıştım.
Şu an burada bulunmamın sebebi de Arsal efendisinin marifetiymiş de bilmem ne. Onun zoruyla gelmişim de o beni ikna etmişmişş
Ben biliyordum o prens bozuntusuna yapacağı!
Tamam iki seçenek içinde kıstırmıştı beni fakat iki seçeneğin ortasına sokacaktım onu!
Her seferinde kendisine artistlik iş çıkarıyordu pezevenk!
Nar'ın Maviye olan telışasına göz devirip "Sikmemişlerdir sarı hekimini." Diye homurdandığımda kulağımdaki kulaklığı anlık unutmuştum.
"Eva!" diyen Elyesa'in uyarışına göz devirdim. "Ne Eva? Sen şişenin içinde kır dizini otursana ne diye mahalle karısı gibi her lafa atlıyorsun." Her böyle deyişimde kudurması bana acayip bir zevk veriyordu
"Sizin yüzünüzden kaldım bu şişenin içinde hala konuşuyor musun sen! Ayrıca Mavi'nin asistanı beni derhal şu içki şişelerinin arasından alıyorsun!" yanımdaki Nar yerdeki kırıkları toplarken konuştu
"Elyesa Hanım özür dilerim fakat dikkat çekmeyen bir yerde olmanız gerektiğini söyledi Mavi hekimim."
"Mavi hekiminin kafa tasına sıçayım ben!" Elyesa'nın öfkeli sesiyle kıkırdadım. Bir de bana kızıyordu Maviye kötü söz kullandım diye.
Hayırlı arkadaş olmak bunu gerektiriyor demek.
"Sizde toprakla öyleydiniz. Sirbirinizin ağzına bile sıçar fakat kimseye laf söyletmezdiniz." Haklıydı. Birbirimize girerdik fakat aramıza hiç kimse giremezdi..
Toparla kendini kızım Eva. Vakit güçlü durma vaktidir!
"Aynen kuşan pusatları cenge gidiyoruz çünkü."
Elimdeki tepsiyle masalara servis yapmaya başladım. Arsal, Akın ve diğer adamlar locaya geçmişlerdi. Akın'ın Nar'dan istediği ama Nar'ın bir şeyler kırmak yüzünden bir türlü götüremediği içkiyi locaya doğru götürecekken yan masadaki adam kolumu tuttu.
Tutmayın oğlum kolumu, dokunmayın bana! Sonra elimde kalıyorsunuz.
"Buyurun, ne istersiniz?" Starlıktan şu duruma nasıl düştüm asla anlamış değilim. Sahneler sana yakışıyordu be Eva kara önlük değil...
"Abartma istersen üstündeki garson önlüğü." İç sese ters ters bakardım elimde olsa.
Sorun da bu ya! Nasıl böyle bir standarda düştüm! Kalitenin merkeziyken ilçesine dönüştüm!
"Relax beybi relax, sen her yerde starsın öyle düşün." İç ses boşuna beni sakinleştirmeye çalışıyordu çünkü burama kadar doluyum!
Ben iç sesimle kaos içerisindeyken adamın gözleri fıldır fıldırdı "Bir kadeh gözlerinizden kopup gelmiş kömür karası içkisi." Hadi buyur. Hadi buyur! Evet ismi öyle olan bir içki vardı ama konunun benimle alakası yoktu. Artık gözlerimde bir bokluk olduğundan şüphelenmeye başlamıştım çünkü her ortamda dikkat çekebilmeleri mümkün değildi!
"Peki efendim, hemen yönlendiriyorum." Kolunu çekmesi için başımdan savmaya çalıştım fakat o elimdeki tepsiyi alıp masasına bıraktı.
"Senden istiyorum. Kendine de getir." Amın oğluna bak, sen otur senin için de söyleyeceğim demiyor da kendine de getir diyor.1
"İş saatleri içerisindeyim efendim." Dedim nazikçe. Az önce Mavi ve sapığına çok güldüğüm için bunlar başıma geliyordu. Zaten neye gülsem aynı gün de götüme bitmesi saatleri bulmuyordu. Böyle bir felekti bizimkisi de.
"Bende dışına çıkartırım." Dedi hemen.
Kulağımda "Eva o orospu çocuğunu kendinden uzaklaştırıp buraya gel." Akın'ın sesine göz devirdim. Ben çok meraklıydım sanki o orospu çocuğuna!
"İyi eğlenceler beyefendi." Yanından uzaklaşırken hiç çaktırmadan cebime bir kağıt sıkıştırdı. Normal bir insanın farkına varamayacağı şekilde yaptığı için ses etmeden tepsiyi alıp adımlamaya başladım. Bir ara çöpe atardım her ne ise artık.
Elimde tepsiyle locaya geldiğimde kendimi öğürmemek için zor tuttum.
loca= rahatça yiyişebilme salonu.
Elimdeki tepsi kafamdaki peruk, gözümdeki lens ve yüzümdeki makyaj. Artık o kadın değildim ama Eva da değildim fakat kan gözlerime ve kızıl saçlarıma bakan gözleri hep farklı olduğum için baktıklarına yorardım fakat siyah saçlarımla uyumlu gözlerime bile bakıyorlardı şu an yanından geçtiğim masalardaki herifler
Ne diyebilirdim ki mükemmeldim.
Arsal, Akın ve diğer üç adamın olduğu koltuklara yaklaştığımda yüzümdeki ifadeyi hiç bozmadan Akına ve diğerlerine servis yaptım. Arsalın önündeki boş bardağı alıp yerine yeni bir içki koyduğumda çok fazla içtiğini düşündüm ama mavi gözlerinde de ifadesinde de hiçbir değişim yoktu. Yine hissiz ve duygusuz gözlerle bakıyordu.
Ona bakınca kıpırdanan göğsünden nefes aldığını anlamasam bir ölüyle bakıştığımı düşünürdüm. Arsal Karahan'ın maviliklerinde buzdan ölümler vardı. Her ölünün boynunda farklı bir urgan her, urganın ucunda farklı bir son vardı ve Arsal Karahan bunu yansıtmak istediğinde öyle bir yansıtıyordu ki karşı tarafın buz kesmesi işten bile değildi.
Delici bakışları siyah lensin gizlediği kan gözlerimde ve üzerimde olan garsonların giydiği etekten sütün gibi ortaya sunulmuş olan bacaklarımdaydı. Dişlerini belli belirsiz sıktığını seğiren çene kasından anlasam da bir anlam yükleyemedim. Hepsine servis yaptıktan sonra tepsiyi elime alıp saygıyla "Başka bir arzunuz var mı?" Dediğimde balkonun demirlerine elini uzatıp rahatça yayılmış sarışın adam gözleri aşağıdaki insanlara bakarken konuştu.
Af buyur deme istediğimi yutup "Anlayamadım efendim." Sikecektim efendilerinin gelmişini geçmişini o olacak.
"Sağar mısın yoksa algılarında bir sorun mu var." Dedi bakışlarını bana çevirip. İlk önce boş gözlerle beni süzdü sonra da boş tarafını işaret etti. "Masada bize hizmet etmeni istiyorum." Ya sabır ya sabıırr, yaağğ sabıırr
"Eva sakin ol. Sakince cevapla. Buranın çalışanıymışsın gibi davran." Dedi Elyesa beni yatıştırmaya çalışarak
"Bir şey mi dedin?" Dedi adam aynı hayvanlıkla. Benim görevim sizin yanınızda oturmak değil demek için ağzımı açacaktım ki etrafa attığım kısa bakışla bunu yapmaktan vazgeçtim.
Her masada olan heriflerin etrafında en az üç garson kız vardı ve onlara hizmet ediyorlardı.
Kucaklarında. Sikerler ama böyle işi
Derin bir soluk alıp aheste aheste herifin yanına oturmak için ona doğru ilerlediğimde bileğime dolanan elle duraksamak zorunda kaldım. Arsalın bileğimdeki eline ve gözlerindeki soğukluğa bakarken bir an ne diyeceğimi unuttum.
"Adını söyle bana." Hayvan. Bir şey rica ederken bile emir veriyordu.
"Elen efendim." Dedim efendim kısmını öyle bir sinirle söyledim ki Arsalın dudağının köşesi çok kısa bir an kıvrılıp tekrardan düz çizgide buluştu
"Yanımda oturmanı istiyorum Elen." Senin emir veren o kepçük ağzının ortasına salıncak kurup sallana sallana sıça-
"Benimle olan rekabetini hiç bitirmeyeceksin değil mi Karahan." Arsal elini bileğimden çekerek az önce beni çağıran adama baktı.
"Seninle rekabet etmem için ilk önce dengim olman gerekiyor Tural." Yanında oturup içkisini yudumlayan Akın'ın dudağının köşesi kıvrıldı.
"Beyler, ne konuşmuştuk?" Dedi yine tanımadığım kumral saçlı herifin biri. Üstündeki bej rengi gömlekle benden on puan almıştı. Aferim size pikachular.
"Onların arasındaki rekabet siksen biter mi sence Ser." Dedi yine tanımadığım birisi daha.
Neler oluyor bu aşağılık ülkedeee!!
"Hadi ama Karahan. Sen buraya geldiğinde pek takılamazsın," Dedi aynı kişi
"Belki takılası gelmiştir Kara, olamaz mı? Buradaki kadınları bir tek siz mi soğuracaksınız?" Akın'ın sesiyle şokla bakmak istesem de kulağımdan gelen sesle Nar'ın bir bardak daha kırdığını anladım. Bu sefer bende katılıyordum Nar'a
"Sıkıntı yok Barlas." Dedi Akının Kara dediği herif "Gurup ta severim." Ben hâlâ kazık gibi ortada dikilirken benim üzerimden yürüyen imalar yüzünden yüzüm sinirden seyirdi. Dişlerimi birbirine kenetledim.
"Ayakta dikil diye mi para ödüyor bu piç kurusu sana." Dediğinde Kara'nın kaşları çatıldı.
"Ulan yavşak senin götünün keyfini sürsün diye de ödemiyorum." Sonra kızgın bakışları beni buldu. "Sende otur kız şu sikim suratın yanına. Daha fazla sinirlendirme beni" Diye beni azarladığında Akın'ın ilk defa duyduğum buz gibi ses tonunu beni şaşırttı.
"Kadın var ulan karşında it, o üslubuna ayar çek."
"Hayırdır Barlas tutuldun mu kıza yoksa? Çok var onun gibi oysa salonda." Dediğinde artık dayanamayıp dilini sikmek için konuşacaktım ki ortama paldır küldür giren Nar ile susmak zorunda kaldım. Yerde boydan boya serili olan bardak kırıklarına bakarken bu sefer bakışlarım Nar'a karşı öfkeliydi çünkü bu sefer bilerek yapmıştı. Gözlerinde bana olan endişesi her an olay çıkartacağımı bildiğindendi.
"Beceriksiz kaltak!" Diye bağırdı yere dökülen içkilerin pahalı ayakkabısına sıçramasını bok sıçramış sanan geri zekalının birisi.
"Efendim ben çok özür dileri-"
"Kes sesini!" Diye daha da bağırdı
Ne diye bir taraflarını yırtıyorsa,
"Çabuk sileceksin bu ayakkabıyı kendini satsan alabilir misin lan sen bu-" Adamın sesini yarıda kesenin ben olmasını öyle çok dilerdim ki hiç ummadığım birisi oldu. Akın öyle hızlı ayağa kalkıp götünü yırtarcasına bağıran adamın yüzüne yumruğunu geçirdi ki salona bakan balkonun korkuluklarına zor tutundu adam, tutunmasa aşağıya bok çuvalı gibi döne döne düşerdi. Akın adamın üzerine yürüyerek yakasından tuttu "Sikerim lan senin o ağzını! Piç kurusu!" Herkes dönüp bize onlara bakarken Arsal rahatça arkasına yaslanmış karşısındaki adamı sikecek gibi bakıyordu. Olaya gel amına koyayım!
Akın bir adamı öldüresiye dövüyor, Nar Akını ağlaya ağlaya tutmaya çalışıyor, Arsal karşısındaki sarı saçlı herifi olduğu yerden aşağı atmak istiyor ama belli etmiyor, Mavi ortada yok, Elyesa şişede kaldı bende eşeğin siki gibi ortada kala kaldım!
Tezgah lan bu!1
"Efendim rica ediyorum durun, lütfen." Akım bir yumruk daha attı. "Lütfen ama beyefendi lütfen durun." Akından adamın kaşını patlatacak bir yumruk daha "Akın bey ölecek ama lütfen durun." Öyle olmaz Nar istersen elini alnına koy 'nayır nolaz, nölecek lötfen durun akın beyciğim' falanda de. Bu kızın gereksiz kibarlığı beni gerçekten öldürüyordu!
"Senin hayvansı odunluğun da beni öldürüyor, Eva emin ol."
"Akın yeter." Akın'a Nar'ın yalvarmaları işlemezken Arsal'ın tek bir cümlesiyle altındaki yakasını tuttuğu adamı öfkeyle bırakıp yakasını düzeltti ve Nar'ın yüzüne bile bakmadan sanki az önce adamın iflahını sikmemiş gibi bir rahatlıkla yerine oturdu.
"Hassiktir!" Diyen Elyesaya ne olduğunu sormak istesem de hepimiz kalabalık bir ortamda olduğu için kimse ses edemedi.
Nar hala ağlarken ben ise ortada dikiliyordum. Akın gibi birkaç kişiyi elime alsam kesinlikle üstümden büyük bit yük kalkardı ama nerde...
"Götürün şu sik artığını gözüm görmesin." Akının sesiyle muhafızlar herifi sürüye sürüye çıkardı.
"Ooo Barlas." Dedi Kara "Görmeyeli paslandığını düşünmüştüm fakat hala formundaymışsın."
"Ne kadar formda olduğumu görmek ister misin kara." Dedi hırlar gibi öne doğru. Akını normalde kontrollü ve kendisine hakim olan bir adam olduğu için şaşkındım. İmalı imalı Nar'a baktığımda yanakları kızararak gözlerini kaçırdı.
"Hayatı sikilmiş hala aklı dedikodu da!" Ama bu iç ses beni benden çok yargılıyordu!
Ölürsem mezarıma ömrü yarıda aklı şorda kaldı yazsınlar.1
"Bence ömrü yarıda aklı dövmediği adamda kaldı yazmaları daha doğru olur."1
"Gel masaya güzelim otur." Dedi Kara'nın yanında olan Ser dedikleri adam. Nar bir bana ne yapayım der gibi baktığın göz devirmek istesem de yapmadım.
"Nura cımm " Dedim cım ekine bastırarak "Gelsene." Niye benden izin alıyorsun der gibi baktığımda utana sıkıla o da yanıma gelip dikilmeye başladı. Bu iş böyle olmayacaktı.
"Kızlar rahat olun, oturun." Dedi Ser adındaki adam gevşek gevşek. Narla birbirimize baktığımızda kara denilen adam iyice sinirlenmişe benziyordu.
"İşinizi bilmiyormuş gibi davranmaya devam ederseniz ikinizi de kapının önüne koymam bir dakikamı almaz. İşinizi yapın!" İşimiz buradaki orospu çocuklarını eğlendirmek olduğunu bilmiyordum. Ki Nar da bilmiyordu bence.
İşini gücünü sikerdim ben bu herifin!
Narla birbirimize bakarak yan yana oturduğumuzda ben, beni yanına çağıran puştun, Nar ise anasıymışım gibi dibime girip oturmuştu. İyice yanaşıp bacaklarını bana yasladığında fısıltı şeklinde "Gel götüme gir Nar öyle olmaz-" Akın yalandan öksürdüğünde bakışlarım Arsal'ın öldürücü bakışlarına tırmandı. Sarışın adamla aramızda sadece dört parmak vardı.
Eğer biraz hareket etse bacağı çıplak bacağıma değecekti ve Arsal'ın bakışları bu olursa hiç iyi şeyler olmayacağı yönündeydi. Ama adam sanki bunu biliyormuş gibi bana iyice yaklaşıp kulağıma doğru eğildi. Birkaç saniye konuşmadan bana sıcak nefesini hissettirdi, biraz daha buna devam ederse nefesi götünden almak zorunda kalacaktı.
Bu gün bunu kendime milyon kez hatırlattım milyon kez de hatırlatacağım gibi duruyordu.
"Yanıma yaklaşmak istemeyeceğin kadar çirkin mi buldunuz beni hanımefendi?" Bir anda kibarlaştırdığı sesi ve ayar çektiği üslubuna üstten bakıp gülmek istesem de siktiğimin planına aykırı olacaktı. Hafifçe gülümseyip ona doğru döndüm. Burunlarımız birbirine dokunacak kadar yakınken adam pür dikkat gözlerimin içine bakıyordu.
Sakın kusma diye kendime hatırlatmalarda bulundum.
"Bana çok kaba davrandınız. Sadece korktum biraz. Bana bağırılmasına alışkın değilim." Derinlerden gelen Eva'nın kahkahası bu dediklerimi alaya alan cinstendi.
"Evde yedi yirmi dört böğüre böğüre gezen kim acaba? Bağırılmasına alışkın değilmiş." İç ses haklıydı.
Bir eli bacağımı bulduğunda gerilmedim. Beklediğim bir hareketti fakat rahatsız oldum.
Belasını sikerdim ben bu herifin ama aradığımız adamın bu olduğunu fark etmem çok sürmedi.
"Telafi edebilirim." Dedi elleri biraz daha yukarıya çıktığında Arsal'ın aniden yükselen sesiyle yanımdaki Nar anlık sıçradı.
"Buraya iş konuşmaya geldik Tural." Dedi dişlerini sıka sıka. Gözleri pür dikkat Turalin gözlerindeydi, okyanuslarındaki öfke yangınını çok iyi gizliyordu. Yangının alevini mavi gözlerini ikiye ayıran kandan nehre yansımasa belki bende fark edemezdim
"Hanımların yanında konuşabileceğimiz bir iş değil bu Karahan. Keyfine bak." Dedi Tural tekrardan bana dönerek. Aklım Elyesadaydı. Sesi kesilmişti. Umarım başına bir şey gelmemiştir.
"Ne dersin?" Dedi iyice dibime sokularak.
"Ecdadının yedi ceddine sokağın ortasında döndere döndere sikerim derim ama gel gör ki ortam müsait değil." İç sesimin yine haklı olduğu nadir anlardan birisi.
"Bir şeyler ısmarlarsan belki seni affedebilirim." Dedim cilve kattığım bir sesle. Turalin gözleri ışıldadı. Aşağıdan birisine işaret yaptığında garson hemen başını salladı. Gözleri tekrardan bana döndüğünde parmakları çenemi kavradı.
"Sinirli bir adamım. Seni korkuttuğum için suçlu değilim, kendime hakim olamıyorum genelde." Özür dilesen o tavana kadar değen egon götüne girecek sanki. Göt kılı!
Bakışlarım istemsizce Arsal'a kaydı ama keşke kaymasaydı çünkü bakışlarına bakılırsa o da birazdan Tural denilen herife kayacaktı. Bakışları bacağıma ve çeneme dokunan elindeydi. Derin derin soluk alışı ve sıktığı dişi yüzünden seğiren çenesi buradan belli oluyordu. Nar yönünü balkona çevirip yüzünü bizden gizledi ve fısıltı şeklinde "Efendim biraz sakinleşip gelmelisiniz, bakışlarınız çok ürkütücü dikkat çekeceğiz." Nar haklıydı. Neden böyle bakıyordu o da ayrı bir meseleydi.
Arsal yerinden bile kıpırdamayınca bana sokulan adama yavaşça gülümsedim. O kadar sahte bir gülümsemeydi ki yanaklarım ağrımıştı. "Benim lavaboya gitmem gerekiyor. Hemen geleceğim." Diyerek ayağa kalktığımda arkama bakmadan lavabonun olduğu ilk kata gidecekken içimden bir siktir çekerek diğer tarafa yönlendim. O herif hala orda baygındı!
"Zihin unutur ama yaşanmışlık silinmez Eva. Bu kadere müdahale olur. Ve kadere müdahalenin cezasını canınla bile zor ödersin" Demişti Arsal. Kimse hiçbir şeyi hatırlamıyordu fakat yapılan şeyler de değişmiyordu. Zaten de lavaboya giymek değildi amacım.
Neden bilmiyorum ama Arsal'ın öfkesinin bana olduğunu düşünüyorum. Belki biraz ortamdan uzaklaşırsam sakinleşirdi. Kendi planın kendi sikip atacaktı işe bak. Ben niye toparlamaya çalışıyorsam!
Bir adım daha attığımda ikinci adımını atacağıma çok emindim fakat beni kolumdan tutup merdiven boşluğundaki karanlığa çeken elle aniden yüzümü dönüp bileğini tutacaktım ama güçlü bedeniyle beni karanlığa iterek duvara yasladı. Nefesim anlık kesilecek sandım fakat burnuma dolan o tanıdık kokuyla başımı kaldırıp öfkeli gözlerin sahibine baktım.
"Delirdin mi sen! Ne yaptığını sanıyorsun?" Dedim fısıltı şeklinde, merdiven karanlığında yüzlerimiz tam gözükmese de loş bir ışık vardı.
"Asıl sen-" dedi ama devamında dişlerini sıkarak burnundan sert bir nefes verdi. Öfkesinden konuşamıyordu. Sırtımı iyice duvara yaslandığında duvarın soğukluğu tenimi üpertti. Üzerime doğru eğilen adam ise sebepsizce kanımı kaynattı. Derin derin soluk alırken kulağındaki kulaklığı çıkardığı gibi benimkini de çıkartıp avuçları arasına aldı, ellerini duvara yaslayarak beni kafesi altına aldığında içim saçma bir şekilde bir hoş olmuştu. Hoşnutluk değil garip gibi, nasıl anlatsam daha önce hissetmediğim bir şekilde karnımda bir kıpırtı hissettiğimde yutkunuşuma engel olamadım. Bu adamın derdi neydi?
"Sakinleştir beni!" Dedi ürkütücü bir sesle. Bıraksalar öyle bir bağırıp etrafı ateşe verecek bir güç saklıydı öfkesinde ama kendisini dizginliyor gibiydi.
"Arsal saçmalıyorsun şu an?" Dedim ama yüzünü yüzüme yaklaştırdığında dumura uğramış gibi baka kaldım gözlerine.
"Ya beni şu an sakinleştirirsin ya da gider ortalığın anasını siker sonrada o herifi balkondan aşağı sallandırırım," Dedi hırıltılı bir sesle. Aman allahım ruh hastası herif hiçbir şeyi umursamadan bunu yapacak gibi duruyordu.
"Senin planın senin işin Karahan." Dedim yakınlığını göz ardı etmeye çalışırken "Mahvolacak olan da elde edemeyeceğin başarın olacak. İster bunları göze alırsın ister-"
"O puştun sana dokunması hoşuna mı gitti!" Şaşkınlıkla baka kaldım suratına. İfademi veya duygularımı saklayamayan bir insan değildim ama şu an gerçekten şaşkınca baktım Arsal'a.
"Ona gülümsedin! Hoşuna mı gitti şeytanın kızı bana doğruyu söyle?" Ciddiydi, baya baya ciddiydi hem de. Hatta kudurmuştu öfkesinden.
"Seni neden ilgilendiriyor bu?" Dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden "Hoşuma gitmesi seni neden ilgi-" diğer eli aniden ensemi kavradığında beni kendine çekti. Burunlarımız birbirine dokunurken onun gözlerinde öfkenin ateşi cayır cayır yanıyordu. Sıcak nefesi dudağıma dokunduğunda damarımda akan kanın akışı tersine döndü adeta. Sırtımdaki ılıklık omur iliğime kadar inerken nefesim hızlandı.
"Beni zorlama, beni sınama, beni deneme yoksa-"
"Yoksa ne!" Dedim sinirle. Sesimi de yükseltemiyordum ki birisi duyar diye!
Bir eli duvarda diğeri ensemdeyken parmakları saçlarıma dokundu, dudaklarımız arasında milimler vardı. Sıcak nefesi dudağıma her çarpışında bir alev daha harlanıyordu içimde. Bu lanet olasıca tepkileri tanımıyordum.
Nefeslerimiz birbirine karışırsın onun bakışları dudaklarıma düştü. Düştü ve dokunduğu yeri yaktı. Duvarın soğukluğuyla üşüyen bedenimi şu an amansız bir sıcak basmıştı içten içe.
"Onlara senin kime ait olduğunu göstermekten çekinmem." Dedi bakışları tekrardan kızıl gözlerimi gizleyen siyah lenslerime tırmandığında.
"Kimseye ait değilim ben kralın oğlu." Diye fısıldadığımda başını iki tarafa salladı yavaşca
"Senin bu topraklara adımını attığın ilk andan beri, nefes alıp nefes verdiğin her saliseden belli bana aitsin Şeytanın kızı." Zaman sanki o an durmuştu. Tüm sesler susmuş konuşması gereken tek benmişim ama benim tek kelime etmeye hakkım yokmuş gibi..
Neden sesi böyle sahipleniciydi ki?
Kimseyle paylaşmak istemez gibi.
Tıpkı oyuncağını hiç kimseyle paylaşmayan bir çocuk gibi.
Farkında mıydı bilmiyorum ama ben onun oyuncağı değildim.
"Ben sana ait değilim." Fısıltımı ben bile zor duymuştum o duydu mu bilmiyorum. Ensemdeki eli yavaşça boynuna dokundu, boynumdan yanağıma, bunu o kadar yavaş yapıyordu ki tatlı bir işkence gibiydi. Sıcacık elini yanağımda hissedene kadar tenimin buz gibi olduğunu fark bile etmemiştim.
İçimde yaktığı ateşin alevine rağmen vücudum kendisini buz kesmiş direniyordu.
Elinin sıcaklığının yanı sıra bir sıcaklık daha hissettim. Yanağıydı, gözümü ne ara kapattığımı onun bana ne ara bu kadar yaklaştığını bilmiyordum.
"Sen benimsin lâl gülü. Sen her zerrenle bana aitsin. Bunu ister kabul et ister etme. Sana kimse dokunamaz." Başı yavaşça boynuma indiğinde sesli soluğum boğazıma kaçacaktı. İçimin yanmasına rağmen soğuk olan tenim alev aldı, Arsalın sıcak nefesi boynuma vururken burnunu boynuma sürttü yavaşça. Onunla duvar arasında sıkışıp kalmıştım. Başımı duvara iyice yasladığımda yanağımdaki eli kıpırdamazken boynumda duran başı rahat durmuyordu.
"Ben sana ait değilim Karahan, söylediğin gibi ben iki dünyada da yeri olmayan bir insanım. Ben hiçbir yerde hiç kimseye de ait değilim." Fısıltım aramız ki yoğunluk yüzünden boğuk ve dumanlı gelmişti kulağıma.
"Senin bu dünyada bende yerin var Lâl gülü, başka hiçbir yerde olamaz." Boynumdan gelen derin sesiyle yerimde bir kere daha taş kesildim. Niye bana böyle davranıp böyle saçma hissettiriyordu. Kalbimin atışını duyuyor muydu? Umarım duymazdı çünkü kulağıma kadar geliyordu sesi.
"Arsal.." Dedim, ismini kutsal bir varlığın ismini söyler gibi. Niye böyle olmuştu şu an
"Hıı." Dedi boynuma doğru ama beni duyuyor gibi değildi. Sıcak nefesi boynumu yalayıp sinir uçlarımı uyuşturdu. Yüzümün yandığını hissedebiliyordum. Göğüs kafesimin altında gizlenen organımın varlığını unutmuşken niye şimdi delmek ister gibi göğsüme baskı yapıyordu ki!
"Ne yaptığını sanıyorsun?" Elimi kaldırıp onu itmek için göğsüne yaslayacağım esnada bir avucunda kulaklıklarımız olmasına rağmen hızlı bir hareketle iki eliminde bileğinden tutup duvara yasladı. Kalbim şaha kalktı.
"Beni bu hale sen getirdin, sen sakinleştireceksin." Başı boynuma gömülü olduğu için sesi daha da boğuk geliyordu.
"Ben hiçbir şey yapmadım! Sen kendi kendine kuduruyorsun. O başın biraz daha boynumda durmaya devam ederse gövdende taşıyamayacaksın haberin olsun."
"Başım için boynundan daha güzel yerlerin olduğuna eminim." Diye bir şeyler söyledi ama sesi boğuk geldiği için tam anlayamadım. "Gerçi boynunda fena sayılmaz-"
"Ne konuşuyorsun be sen mırıl mırıl." Bileğimde olan ellerini itmeye çalışsam da olmuyordu. Gücüm ve reflekslerim niye bu adama karşı bu kadar zayıf kalıyordu!
Boynumdan içine çekinmeden derin bir nefes çekip başını kaldırdı. Yüzlerimizi aynı hizaya getirdiğinde öfkeyle baktım ona, ağzımı açıp ağzına sıçacaktım ki ellerimi çarmıha gerer gibi yukarıda birleştirip tek elinde toplayıp kocaman eliyle de ağzımı kapattı.
O esnada "Buyurun hanım efendi buradan gideceksiniz." Dedi tanımadığım bir adam.
"Algılarına ne oldu Efnan? En küçük çıtırtıyı bile hisseden algıların niye bu adam dibine girdiğinde yerle bir oldu?"
"Çok naziksiniz teşekkür ederim," Dedi kadın cilveli bir sesle "Ya da başka şekilde de teşekkür edebilirim ne dersiniz?" Yok ebesinin nikahıydı artık.
"Hangi şekilde olacağına bağlı." Adamın sesi ciddi gibi gelsede ses tonunda ciddi bir yavşaklık vardı. Göz devirdim.
Fısıldaşarak yanımızdan uzaklaştıklarında Arsal bakışlarını bana indirdi ve an boş bulunduğuna kanaat getirip kasıklarına dizimi geçirdim.
"Hay sikeyim." Hafif bir iniltiyle geri çekildiğinde öfkeyle parmağımı ona doğrulttum.
"Sakın ola ki bir daha buna cüret etme yoksa hadım ederim seni!" Dedim. Gözlerindeki acıyı hemen silip maviliklerini bana çevirdiğinde öfkesinden nasibimi alacağıma çok emindim fakat o bana keyifli bir ifadeyle bakıyordu. Manyaktı bu adam!
Geriye bir adın atıp kendisini toparladı, ben hala duvara yaslanmış şekilde nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken o oldukça rahat görünüyordu. Piç herif!
Etrafa bir bakış attıktan sonra tekrardan bana doğru adım attığında içime dolan saçma bir heyecanla elimi kaldırdım durması için. Bir elime bir de duvara yapışmış olan bana bakarken dudağının kenarında çapkın bir kıvrım peydah oldu.
Bu adam niye şu an böyle bakıyordu bize?
Ve ayrıca niye içimiz saçma sapan bir kıpırtı içerisindeydi. Derin bir soluk aldıktan sonra kendimi toparladım. Elimde olsa kubra kendine gel diye kendime okkalı bir tokat patlatırdım.
Bir adım atarak kulaklığı elime tutuşturdu, kulağıma doğru eğilerek.
"Bana ait olduğunu er ya da geç anlayacaksın şeytanın kızı." Devamında arkasına bile bakmadan çekip gitti.
Evet baya baya çekip gitti. Bense sazan gibi kala kaldım. Bir süre boşluğa baktım bahtsız bedevi gibi
"Kara bahtım da aydınlığa çıkar mı bir gün acaba kör talihim." Kendi kendime söylenerek tekrardan yavşakgillerin yanına doğru ilerledim, sarışın herifin yanına oturduğum. Arsal'ın olduğu tarafa bakmamam gerektiğini kendime söylemeyi ihmal etmedim.
Sarı saçlarını tek tek yolduğumunun çocuğu! Masanın üzerindeki hiçbir şeyden içmiyordum çünkü bilmediğim içki çeşitleri vardı. Sadece su içiyordum, bardağı alıp dudaklarıma dayadım yanımdaki Nar'ın gergin gergin bir yere baktığını fark edince bakışlarımı Nar'ın baktığı noktaya dokunduğunda masanın üstünde duran şişeyi ve içinde kıpırdamadan oturan Elyesayı görünce içtiğim suyu neredeyse püskürtecektim.
Lan bu kızın burada ne işi var. Bakışlarımı hemen başka tarafa çevirdim yanımızdaki herifler anlamasın diye.
"İyi misin güzelim." Turalın sesine eş değer olarak Arsalın sessiz mırıltısı kulaklıkta duyuldu.
"Güzelim diyen ağzını..." Sessiz küfürlerini sadece kulaklık takan şanssızlar duyuyordu.
"Problem yok." Dedim ama bakışlarım tekrardan Elyesayı buldu. Hiç kıpırdamadan sanki masa süsüymüş gibi şişenin dibine oturmuş yere bakıyordu. Elleri önünde birleşmiş yoga yapan bir biblo gibi duruyordu.
Bu kızı buraya kim getirdi Allah aşkına!
Bakışlarım tekrardan Nar'a döndüğünde ilerideki masaya servis yapan garson kızı gösterdi. Hangi geri zekalı masaya biblo ya da şişenin içinde oturan bir kız ister ki? Yanımdaki sarışın adama döndüğümde bu dediğimi yapabilecek geri zekalılık enerjisini ondan aldım.
Evet evet bu tanımadığım üçlü gruptan mükemmel bir geri zekalılık vibe alıyordum. Ultra hem de.
"Nerde kalmıştık." Yanındaki adam tekrardan kulağıma eğildiğinde sabır çektim.
"Bana içki ısmarlayıp gönlümü alacağın kısımda kalmıştık." Dedim cilveli bir sesle. Halbuki hiç alakam olmayan şeylerdi bunlar.
"Bence baş başa daha güzel bir şekilde gönlünü alabilirim." dedi çapkınca. Sikecektim göz kırpan gözünün merceğini.
"Tural tapınakla alakalı son durumdan bahsediyordun. Devam et" Arsal'ın mekanik sesiyle bakışları bende olan tural göz devirerek Arsal'a döndü.
"Bu konu kapandı Karahan. Diğer toplantıya kadar kurulun kararı neyse o, burada konuşulmyacağını-"
"Sana devam et dedim, yanındakiyle sonra ilgilenirsin. Buraya iş konuşmaya geldik." Ses tonu öyle ürkütücüydü ki hastalığım bundan etkilenmezken yanındaki Nar titredi.
Tural ise umursamazca ellerini üzerimden çekerek arkaya yaslandı. Alaysı bakışları Arsalın üzerindeydi "Bu öfkenin sebebi ne Karahan?" Dedi alaysı bakışlarını sesine eklenirken "Senin adına dünyadan bir şeytan bulmuş, kölesi yapmış diyorlardı, ne oldu fahişen buraya gelmeden önce seni tatmin etmedi mi?" Üzerime kovalarca soğuk su dökülmüşcesine irkildiğimde baktığım herhangi bir noktaya çakılı kaldı gözlerim.
Karnıma arka arkaya saplanan kramplarla vücudumdaki tüm kan çekildi.
Az önce duyduklarım doğru muydu?
O adam benim hakkımda Arsalın fahişesi olduğumu mu söylemişti. Hem de söylentilerden duyduğunu. Ne yani tüm ülke benim Arsalın orospusu olduğumu mu sanıyordu. Bu mümkün değildi! Böyle bir şey mümkün değildi!
Yanda duran elimin yumruk olduğunu dahi fark etmemişken Nar'ın tutmasıyla tırnaklarımın tenime gömülecek kadar çok sıktığımı hissettim. Ama sıktığım tek şey yumruğum değildi. Nar'ın elime iki kere dokunmasıyla diğer elimde olan bardağın çatlama derecesine geldiğini gördüğüm gibi bir anda elimden bıraktığımda bardak yere düşerek ellerimin arasında parçalanmak yerine yerde buz gibi dağılarak parçalandı. Yaptığımın farkına o an varmıştım fakat yanımda olan pezevenkler şüphelenmesin diye korkar gibi kendimi geri çektim.
Yalandan ellerimi titreterek "Özür dilerim bir anda oldu. Boşluğuma geldi." Dedim.
O boşluktan aşağı hepinizi sürüye sürüye atmazsam bana da Eva Efnan demesinler!
"Sorun yok güzelim." Dedi Ser. Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladığımda bakışlarım Arsalı buldu. Onun ifadeden yoksun buzdan mavi gözleri Turaldeydı. Bekledim. Saçma bir umutla bekledim.
Öyle bir şeyin söz konusu olmadığını. Benim onun kız kardeşini kurtarmam için yanında tuttuğunu söylemesini bekledim.
Saçma bir umuttu ama içimde filizlenmişti. Saçma bir beklentiydi ama boşa çıkacaktı. Bildiğim halde baktım gözlerine.
"Benim veya bana ait olanlarla alakalı konuşmak sana düşmez Tural. Buraya beni değil seni konuşmaya geldik." Göz pınarlarım yanıp kavruldu. İçimdeki sıkıntı kendisini parçalara ayırıp damarlarıma aşılandı. Zehir vücuduma karabasan gibi çöktüğünde yerimde duramıyordum.
Doğrulamadı, ama yalanlamadı da.
Öyle demedi fakat öyle değil de demedi.
Kafamın içinde dönen türlü işkence ve öldürme senaryolarını hayata geçirsem nefes alan tek bir insan bile kalmazdı bu masada.
Gözlerime inen ölüm perdesini diğer üç adam fark edemedi lenslerin oyunu yüzünden fakat gözlerime bakan diğer dört kişi beni tam anlamıyla tanımamasına rağmen bunu gördüler.
Ne bağırıp çağırıp hesap sorabiliyordum ne de burayı dağıtıp birbirine kalabiliyordum, gözlerimi kapatıp derin derin soluk alsam bile kuzgun gibi avını bekleyen bu orospu çocukları anlar diye yapamıyordum.
Buz gibiydi ifadem. Tek bir spoiler bile vermedim öfkeme dair ama içimde bir bir yere düşüp kırılan hisleri bastırmak da kolay olmadı. İnsanlar gerçekten taştan kalbi olan bir ruhsuz olarak görürdü beni fakat en çok ruhum acıdığı zaman belli etmezdim.
"Şeytanını bir gün görmek isterim." Dedi yerine daha da kurulan tural. Yanındaki Nar'ın bacaklarının titreyişini hissedebiliyordum. Donuk gözlerim önce adamlarda sonra Akında durdu. Çaktırmadan yanımda duran Nar'ı işaret ettim çünkü birazdan titremekten bayılacaktı. Akın dediğimi hemen kaptı. Bakışları alıcı gözüyle Nar'a döndüğünde Arsal Turala cevap verdi.
"Seni ilgilendirmeyen konulara giriyorsun Tural. Yavaşla yoksa çok fena çarparsın." Tural başını geriye atarak kahkaha attı.
"Kandanmış gözleri Karahan. Öyle duydum." Dedi Arsal'ın dediklerini kulak asmayarak "Onu görmek için geleceğime emin olabilirsin saraya. Onu merak eden tek ben değilim biliyorsun." Ülkece ünlü marka haline gelmişimde haberim yokmuş amına koyayım.
"Peşindeki teşkilattan yakanı kurtarıp canını sağ çıkartırsın neden olmasın." Bu sefer alayla arkaya yaslanan Arsal olurken taş kesilen Tural oldu. İrkildiğini fark edebilecek kadar yakındaydım ki olmasam yine fark ederdim. Rahat ve alaysı yüzü öyle çabuk değişmişti ki bunun farkında olduğunu sanmazdım. Bu teşkilat kimdi bilmiyorum fakat Tural adının geçtiği an bembeyaz kesilmişti. Yerinde dikleşip kendisini toparladı.
Çaktırmadığını sanıyorsan yanılıyorsun dostum çünkü nasıl it gibi korktuğunu gizleyemedin.
"Onları elime geçirdiğim an lime lime edeceğim ve bunu cümle alem ibret olsun diye hepsinin kellesini sarayımda sallandıracağım."
"Adın neydi senin." Akın'ın seslenmesiyle Nar zaten titrerken boş bulunup yerinden sıçradı.
Bir kere daha sabır çektim. Birisi dokunsa ruhunu teslim edecekti Nar.
Utanmasa vefat edecekti şu dakika
"Be- be- ben mi?" Yok baban Nar. Git babanı çağır bakalım o muymuş soralım!
"Baban olmayacağına göre?" Dedi Akın zihnimi okumuş gibi.
"Babamı ne yapacaksınız ki?" Allahım bu kızın saflığı umarım ailesinden gelmiyordur! Geliyorsa da umarım çocuk doğurmaz çünkü ben başlarım böyle gen aktarımına.
"Sanırsın senin genlerin çok normal. Git de bir saydır eksik mi kromozomların." Bu iç sesimde bana düşmandı bu aralar!
"Babanla ne işim var kızım saçmalama!"
Nar aydınlanmış şekilde Akına bakarken "Bana mı demiştiniz?" Dediğinde öne atılıp "Nura efendim." Dedim aceleyle "Nura!" Bir kere daha o saçma döngüye girmelerini kaldıramazdım!
"Seni yanımda istiyorum Nura." Akın'ın net sesiyle Nar şok içinde ona baktı.
"Beni mi?" Yemin ederim Nar'ın kafasına Elyesanın içinde olduğu şişeyi geçirmemek için zor tutuyordum kendimi!
"Yok baba-" Akın tekrardan aynı şeyi diyecekken dilini ısırdı. O da aynı kısır döngüye girmeyi kaldıramayacağını anlamış gibi "Seni istiyorum." Dediğinde Nar'ın şaşkın bakışları bir anda Akından uzaklaştı. Akın anlamazca bana baktığında ben Nar'a bakıyordum fakat Nar'ın kızaran hatta pancara dönen yanaklarını görünce neredeyse kahkaha atacaktım. Utanmıştı. Salak şey
"Evet sevgili davetlilerimiz o beklediğiniz an geldi." Sahneden gelen adamın sesiyle başımı aşağı çevirdim ve olacak olanları dudaklarım yukarıya kıvrılarak izlemeye başladım. "Madam Mar sizlerle!" Dediğinde bir alkış tufanı koptu ve sahnede beliren yüzle neredeyse altıma işeyene kadar kahkaha atabilirdim.
Ayağa kalkıp daha net bakabilmek için balkona döndüğümde Nar da benimle birlikte döndü ve onun birlikte Akın, Arsal ve beraberindekiler aşağı sahneye baktıklarında kırmızı elbisenin içerisinde taktığı peruk ve yüzündeki makyajla Mavi sahneye çıktı.4
Nar utandığını bile unutup şok olmuş şekilde sahneye bakarken bir alkış tufanı daha koptu
Orospiler beni bile böyle alkışlamamıştı!
Elindeki mikrofonla sahneye doğru adımlayan Mavinin topuklu ayakkabısı ve uzun kırmızı elbisesindeki olan derin yırtmacından ortaya serilen bacağıyla dudaklarımdan sessiz bir kahkaha kaçtı. Omuzlarına dökülen siyah peruğun tutamları ve dudaklarındaki kırmızı ruju olaydı!
Benim oturarak söylediğim kısım yerine sahnenin önüne gelip saçlarını savurduğunda Nardan bir kahkaha kaçtı.
"Madam Mar'ı uzun süredir görmeyi bekliyordum." Diyen Ser'in hayran sesiyle yemin ederim gülmekten yıkılabilirdim. Asıl bomba ise şarkının müziği başladığında patladı. Önceden masanın üzerine yazdığım şarkı ve notalarını çalan orkestrayla bakan Mavi öldürücü bakışlarını bizim olduğumuz yere çevirdi. Elinden gelse sahneden balkona uçarak beni boğabilecekken etraftaki insanlar şüphelenmesin diye dudağındaki rujla sahteyim diye bağıran bir gülümseme yolladı bana. Gıcık gıcık Gülerek gülümsemesine iade ettim fakat yanımdaki Ser bana değil de kendisine güldüğünü sandığı için bizim gibi ayaklanarak balkonun önüne geldiğinde Mavi mort oldu.
Arsal yerinden dahi kalkmaya zahmet etmezken birkaç kişi daha balkona yaklaşarak Maviyi- pardon Madamı dinlemek için beklemeye başladılar.
Akın hemen Nar ile aramıza girdiğinde sessizce "Sikseler bu anı kaçırmam." Dediğinde kıkırdadım ve müziğin giriş kısmı Mavinin değiştirdiği sesiyle birlikte bizlerle buluştu
La-la-la-la-lal-la, lal-la2
La-la-la-la-lal-la, lal-la2
La-la-lal-la-la-la-la-la-la-la-la-la-la-la"
Mavi kalın sesini usta bit şekilde inceltmiş hiç taviz vermiyordu. Aynı saniyelerde ışıklar kapandı ve müziğin sözleri arkadaki dev beyaz ekranda belirdi
"Nedir bu hâller? Hadi açıl, yeter
Mavi şarkıya devam etti, herkes sarhoş olmuş gibi onun sesi ve güzelliğini izlerken Akın ben ve Nar gülmemek için zor zapt ediyorduk kendimizi. Kulağımızda Elyesanın "Bu anı kaçırdığıma inanamıyorum!" Diyen kahkahasıyla biblo kız modundan çıkmıştı. Herkesin dikkati sahnede olduğu için dakikalardır kıpırdamadan dururken nefes bile almadığını derin derin soluk alıp vermesinden anladım. Heyecanla şarkıyı ezbere bildiğim için bağırarak eşlik etmeye başladım. Nar da ekranda beliren yazıları okuyarak bana katıldı
"Nedir bu hâller? Hadi açıl, yeter
La-la-la-la-lal-la, lal-la2
La-la-la-la-lal-la, lal-la2
La-la-la-la-lal-la, lal-la2
La-la-lal-la-la-la-la-la-la-la-la-la-la-la"
Narla beraber bağıra bağıra söylemeye başladığımızda etraftakilerde bağıra bağıra şarkıya eşlik etmeye başladı. Akın artık çekinmeden, acımasız kahkahalarla Maviye gülüyordu. Müzik sesimizi bastırdığı için sorun olmuyordu.
Hadi tak, oldun işte yine güzel insan"
Kolumda hissettiğim dokunuşla geriye dönecekken bana fırsat kalmadan kolumu çeken güçle kendimi tanıdık kokunun kaynağı olan göğse yapışmış bir biçimde buldum. Gözlerimi şaşkınca kaldırıp Önce Arsal'a devamında bizi gören var mı diye çevreye çevirecekken çenemde hissettiğim parmağıyla bakışlarımı ona çevirmek zorunda kaldım.
Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında göğsümü delip geçen sızının kalbimden geldiğini çok sonradan anladığımda yutkundum. Ben öylece ona bakakalmışken o ifadesiz buzdan maviliklerini gözlerime sapladı. Şarkı arkadan devam ediyordu ama artık benim için bir uğultudan farksızdı. Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım, eli sol elimin bileğini tuttuğunda aralık olan dudaklarım daha da aralandı "Ne yapmaya çalışıyorsun?" Sesim bana bile yabancı gelmişti. Cevap vermedi
Bileğimdeki elinin baş parmağı tek seferde atan nabzımı bulduğunda atmayı bırakacağını sanırken baş parmağına son sürat vurmaya başladı. Hiçbir şey söylemedi, yapmadı da. Sadece nabzımı parmağının altında bir dakika boyunca hissetti dudaklarından çıkan tek şey "Lensleri sakın çıkartma. Onlar lens olduğunu anlayana kadar sakın Kan damlalarını kimseye gösterme." Müziğin son sözleri okundu şarkı yavaş yavaş bitti fakat ben öyle kala kaldım. Işıklar tekrardan yandı ve Arsal artık ses hızında mı yoksa ışık hızında mı olduğunu bilmediğim bir şekilde yerine yerleşmiş hiçbir şey olmamış gibi karşısına bakıyordu.
Neden böyle söylediğini ise sorgulayamayacak kadar dona kalmıştı beynim. Bu ara niye bu kadar duraksayıp çalışmadığını anlayamıyordum! Belimde hissettiğim yabancı dokunuş ile irkilmesem de rahatsızca kıpırdanarak oturduğumuz yere doğru ilerledik. Belimi tutan
Tural' in parmaklarının verdiği rahatsızlığı az önce Arsal da neden hissetmediğimi sorguladı hislerim.
Kendi içinde tartıştı beni mahkemeye çıkardı fakat kendimi savunamayacak kadar karışmış bir haldeyim. Tekrardan koltuklara oturduğumuzda Nar Akın'ın dibine oturmuş bende puştun yanına kalmıştım.
Elyesada garibanım ne yapsın yalı kazığı gibi kala kalmıştı şişenin dibinde. Ser garson kadının birini çevirip "Madam hanımı masamıza davet ettiğimi söyle." Dedi saçma bir heyecanla. Hadi buyur. Bir madamımız eksikti masada.
İçimde beni varlığıyla rahatsız eden filiz köklerini salarak daha da büyürken yanımdaki adamın eli bacağımı bulduğunda tilt odum.
Sakin ol inşallah günüm sonunda o elini götüne sokacağız sen şimdilik sakin ol.
"Eva, Turali odana götürmen gerekiyor. Onun odasına girecek Nar ve Akın." Kulağımda Mavinin sesiyle cinlerim iyice tepeme çıktı!
Benim odam mı vardı acaba geri zekalı. Ayrıca adam zaten burada defol da gir işte odasına.
"Şu an mal mal düşüncelerde olduğunun farkındayım. Odasının önünde adamları var aptal şeytan. Sen onu odana götürüp dikkatini dağıt, on dakika sonra adamlarının değişim sırası gelecek o esnada Akın ve Nar odaya girecek." Bacağıma dokunan adamın eli biraz daha yukarıya çıktığında Arsal'ın boğazını temizleyerek yakasını düzenlediğini görsem de umursamadım. Masanın üstündeki içkiden bir yudum alır gibi yapsam da içmeden dudağımın kenarına buluşmasını sağladım. Elyesa'nın şişesinin yanında duran peçeteye alarak ağzımı silerken etrafta olan loş ışık ve hafif bir müziğin verdiği gürültüye saklanarak peçetenin altından konuştum.
"Sarı geri zekalı benim odam mı var! Ayrıca ben adamı nasıl oyalayacağım!" Öfkeyle konuşmamı kulaklığı takanlar ve bana cevap veren şerefsiz Mavi çok net duydu.
"Vallaha orası sana kalmış nasıl oyalarsan. Akın adamın odasını biliyor. Senin odanın kartı önlüğünün küçük cebinde var. Beşinci katın sonundaki oda 333." Dudaklarıma son kez bastırdığım peçeteyle son lafımı da söyledim.
"Senin de belanı götünden çıkaracağım sarı beklemede kal!" Peçeteyi attığımda Akın Nar'a doğru dönüp rol icabı çapkınca gülümsedi. Nar çipil çipil ona bakarken Akın'ın eli Nar'ın yüzüne düşmüş saçına gitti, kulağının arkasına sıkıştırdığı tutamıyla Nar'ın yutkunuşunu duydum. Akın yüksek bir sessizlikle "Çok güzelsin." Dedi fakat sesi pek de rol icabı gibi durmuyordu.
Tekrar söylüyorum ne oluyor bu aşağılık sarayda!!
Nar yine o mistik cümlesini kurdu
"Ben mi?" Akın'ın çapkın gülüşü yüzünde dağılırken bu sefer rolden çıktığının farkında olmayan bir gülümsemeyle baktı utancından kızaran kıza, etrafına minik bir bakış attıktan sonra Nar'ın kulağına eğilerek sessizce fısıldadı, etraftaki kimse duymadı fakat kulaklık takan şanssızlar tekrardan çok net duymuştu
"Yok babana dedim." Nar ona kocaman yeşil gözlerle baktığında Akın'ın onunla alay ettiğini anladığı için kaşlarını çattı.
"Ben saf değilim siz benim uğraşıyorsunuz. Ayrıca o adamın odasına hayatta gitmem."
"Sana fikrini soran oldu mu balca kız?"
"Sorsanız iyi edersiniz!" Nar'ın ters sesiyle birlikte ortama salına salına giren Mavi öldürücü bakışlarını ona dikti fakat kıyafeti ve makyajıyla Nar onu ciddiye alamamış olacak ki hafifçe kıkırdadı. Mavinin kaşları çatılırken sessizce mırıldandı
"Saraya varınca görüşeceğiz seninle hain asistan." Ve bu Nar'ın susması için yeterli bir cümle oldu. Ben ise yanımdaki sapığın elini kırsam da mı götüne soksam yoksa kırmasam da mı götüne soksam diye düşünüyordum.
"Beni çağırmışsınız efendim." Dedi Mavi değiştirdiği kadın sesiyle. Bakışları Arsalı bulduğunda Arsalın kaşları çatılacak sandım çünkü Mavi cilveli bir süzüşle onu baştan tırnağa süzmüştü. Bacağımda el daha da yukarıya çıkmasın diye cilveyle gülümseyip Tural'in elini tuttum. Yok ben bunun anasını sikecem.2
"Ser çağırdı ben değil." Dediğinde Mavinin yüzündeki o ifade görülmeye değer hatta milyarlar vermeyi ederdi.
Morarmış bir ifadeyle Ser'e döndü
"Sarayımıza gelerek bize şeref verdiniz." Dedi Kara hafif yavşak bir gülümsemeyle. Akın Nar'a yaklaşarak kulağına doğru "Mavi bu gece götünü kurtarsan yeter sen kardeşim. Devamı bizde sen göte sahip çık." Nar da ona uyarak sanki Akın ona güzel bir şey söylemiş gibi kıkırdadı.
Mavi o kadar sahte bir gülümsemeyle Ser'in yanına oturdu ki yüz felci geçirdiğini düşünmeye başlamıştım.
Akın Nar'ın kulağına doğru "Hadisene kızım kalk da kalkalım masadan." Nar'ın yüzünü görmesem de irice açtığı yeşil gözlerini hayal edebiliyordum.
"Efendim ben ne yapabilirim masadan kalkmak için. İsterseniz boşları götürebilirim sizde gelirsiniz sonradan." Akın'ın sabır namına aldığı nefes duyuldu kulaklıkta
"Aynen Nar, istersen sen boşları götürürken bende arkandan masayı silerim hiç dikkat çekmeden çıkmış oluruz buradan." Akın'ın çileden çıkan sesinin yanına Maviye yaşayan Ser'in sesi eklendi.
"Tüm şarkılarınızı dinledim, sizi uzun zamandır beklediğimi biliyor muydunuz."
"Bilmiyordum amına koyduğumun abaza orospusu." Mavinin mırıltısıyla Ser
"Anlayamadım." Dediğinde sahte bir şekilde gülümsedi Mavi.
"Karahan yakında kurulu toplamamız lazım. Ayrıca teşkilat bir tek Tural'in peşinde değil biliyorsun." Kara'nın ciddi sesine karşılık Arsal ona düz düz baktı.
"Teşkilatın hedef listesini Talat masaya getirdi zaten Kara. Önlem almamız gerekiyor. Herkes kendisine düşeni yaparsa sorun kalmaz." Kara'nın kaşları çatıldı.
"Listedekiler önleme rağmen eksiliyor. Sıranın sana gelmeyeceği ne malum." Kara'nın ciddi sesine rağmen Ser yavşakça güldü Maviye
"Bende gittim o ülkeye ama size rastlamadım Madam Hanım. Demek güzelliğinizle kutsanmak bugüne kısmetmiş." Maviye doğru kaydığında arkaya yaslanıyormuş gibi klasik olan o hareketi yaparak yavaşça Mavinin dibine girdi. Elyesa ise kıpırdanıyordu fakat sessizce mırıldandı "Ayak üstü sikecek Maviyi."
"Efendim ben sizi nasıl kaldırayım ben o kadınlar gibi yapamam." Akın ve Nar şu masadan biraz daha kalkmazsa ben siktir edecektim ikisini de. Akın'ın oflayışının ardından ayağa kalkarak Nar'a elini uzattı
"Baş başa kalabileceğimiz bir yere geçelim mi?" Dedi çapkınca göz kırparak. Nar salağı ise utana sıkıla kalktığında beraber masadan uzaklaştılar. Kulağımı Tural'in kulağına yaklaştırıp "Bizde baş başa kalabileceğimiz bir yere gidelim mi?" Dediğimde bakışları iğrenç bir şekilde koyulaştı.
Dudaklarını kulağıma yaslayarak "Zevkle." Dedi ve o da bana elini uzattı. Bakışlarımı Arsal'a dokundurmadan masadan ayrılık çünkü bakışlarının ağırlığını sırtımda hissedebiliyordum.
Tural beni kendi odasına yönlendirecekken yakasından tutup onu kendime yasladım.
Şu yaptıklarımın hesabını hepsine tek tek soracaktım.
Kendime çektiğim adamın dudaklarına doğru üfler gibi konuştum. "Benim odama gidelim. Duş almam gerekiyor, çalıştığım için kötü kokuyorum," Devamında fısıltım çok baştan çıkarıcıydı "Hem beni daha güzel kıyafetler içinde görmek istersin diye düşünüyorum." Tural'in yutkunuşu ve hipnoz olmuş gibi gözlerime bakışı doğru yolda olduğumun işaretiydi. Dilini yutmuş gibi bana bakan adamın elini tutup odaya doğru çekiştirmeye başladım.
"Sizin yapacağınız planın satırını, kırmızı başlığını, önemli cümlesini, noktalama işaretini sikeyim ben." Sessizce kulaklığa doğru mırıldanarak adamı odama çektim.
"Nar biraz daha ağlamaya devam edersen seni camdan atacağım!" Akın'ın delirmiş sesine hak veriyordum.
"Efendim ben gelmem o odaya sizinle!"
"Nar şu kasayı açtıktan sonra ben senin hesabını en ağır şekilde soracağım!"
"Ölsün mü bu Nar ya!" Dedi İsyanlar içinde "Mavi hekimim bir taraftan siz bir taraftan. Ölsün mü bu Nar!"
"Sen şu adamın bacağını geri çek kimse ölüp kalmayacak merak etme."
Arkadan Arsal'ın ve Mavinin sesi birbirine karışıyordu, onlara dinlemedim. Kapıyı kartla açtıktan sonra adam beni seksi sandığı bir şekilde duvara yasladı.
Omuzlarından tutarak gülümsedim
"Ben duş alıp geliyorum hemen, sen dolaptan içki al istersen." Duvarla arasında hızla sıyrılıp gardırobun önün geldim. Havlunun arasına sıkıştırdığım kot şort ve tişörtü göstermesem de hangi malın koyduğunu bildiğim jartiyeri ona göstermek için diğer elime aldım.
Erkolar kapatılsın artık yeto!
Önünde salına salına yürüyerek banyoya geçtiğimde suyu açıp kapıyı yavaşca kilitledim. Bu orospunun işi belli olmazdı.
Şu an burada benden başka hiç kimse yoktu. Benim için en azından.
Musluğun önüne geçerek kendime baktım.
Yüzümdeki hatlara varana kadar gizleyen makyaja, şeytan damgasını aldığım kızıl gözlerimi gizleyen lense, ateşten mi yoksa kandan mı olduğu belli olmayan kızıl saçlarımı gizleyen peruğa kadar baktım kendime.
Hiçbir zaman aptal bir insan olmamıştım.
Yüzümü yıkayıp başımdaki peruğu çıkartıp attım. Kızıl saçlarım savrulup özgürlüğüne kavuştuğunda Evayı Eva yapan kan kızıllarımı ortaya çıkarmadım bir tek.
Birazdan olacak olanların farkındaydım elbet.
Arsal ve diğerleri adamın peşinde ve onunla birlikte onda saklı olan bir kodun peşindeydiler. Buraya kadar bana söylemeseler de parçaları birleştirip sonuca varmak benim için zor değildi.
Nar planın içindeydi. Evet kendisi bunun farkında olmasa da Mavinin kurnazlığına kurban giderek planın içine düştüğünü sanıyordu.
O sarı çıyana gelirsek öyle sinsi öyle zekiydi ki belli etmeden bizi plana sokmuş ve sonradan böyle gelişmiş gibi göstermişti. Oysa sonradan gelişen tek şey benim gelişimdi.
Yerleri değişen tek kişi Elyesa ve ben olmuştum planda.
Adamı kendisine çekecek kişi Elyesa olacaktı fakat Mavi bunu istemedi.
Neden bilmiyorum ama Mavi Elyesayı şişeden bilerek çıkartmadı. Mavi Elyesanın yerine Nar'ı kurban verecekti fakat bu da olmadı1
İçimden bir ses buna da Akın'ın müsaade etmediğini söylüyordu.
Ve geriye tek bir kişi kalıyordu o da ıskartaya çıkartılacak olan bendim.
Yine seçilmemiştik be Eva kız.
Eva kız yine feda edilen taraf olmuştu.
Karahan ise az önce bana gözlerimi gizlemem için emir vermişti ki deşifre olmasınlar. Bu tezgahı ayarlayanların ateş prensi ve ekibi olduğunu kimse bilmesin diye.
Çünkü ülkede kan gözlü şeytanın Arsal'a ait olduğunu bilirdi herkes ve onlar bu ihtimali göz önünde bulundurarak Ateş krallığını temize çekerek beni yem olarak kullanmışlardı.
Bilmedikleri şey ise ben ne onların itlerin önüne attığı yemdim
Ne de Arsal'a ait olan bir şeytan...
Planı yapmışlar ve sadece uymuşlardı. Sonradan çıkan tek pürüz bendim, benimle de kaosu fırsata çevirmiştiler.
Üstümü değiştirip saçlarımı savurdum. Mutfakta kaşla göz arasında aldığım bıçağı kotuma saklarken yüzümü havluyla kurulayıp tamamen Eva Efnan oldum.
Kulağımdaki kulaklığı çıkartmadan önce zaten onların bildiği bir şeyi dile getirip kulaklığı çöpe attım
"Deşifre oldum. Masadaki şişeyi koruyun."
Kendimi ben değil onlar zaten deşifre etmişti. Kapının kilidini çevirmemle zaten beni bekleyen adam boynuma dayadığı metalin soğukluğuyla kolumdan tutarak beni banyodan dışarıya çekti
"Küçük orospu." Dedi iğrenç nefesini yüzüme vura vura. Boğazımdaki metali daha da bastırıp bıçağın keskin ucunu şah damarıma hissettirdi. Tepki göstermedim. Hareket etmedim, hatta sesimi bile çıkarmadım.
"Seni kaltak!" Diye beni geri geri yürütmeye zorladı "Anlamayacağım mı sandın!" Kükremesi bende yaprak bile kıpırdatmazken boş gözlerle baktım yüzüne.
"Kim taktı seni peşime!" Dedi hırlayarak. Konuşmadım, bıçağı biraz daha boynuma yasladığında tenimde açtığı küçük kesiği hissettim.
Yüzüme eğilip saçlarımı kavradı. Bıçağı boğazımdan çekerek hayvan gibi yere savurduğunda kalçamın üstüne düştüm.
"Söylesene küçük orospu, konuşş!" Yüzüme attığı tokatla başım yana düştü ama yine tepki göstermedim. Sadece sustum
Elini kaldırıp bana bazı hareketler yaptı, onlara dahi boş boş bakmaktan başka bit şey yapmadım. Büyünün bana işlemediği görünce kapıya doğru bağırdı
Tekrardan yüzümü kavradığında tüküre tüküre bağırdı "Kimsin sen kimin orospususun! Niye büyü sende fayda etmiyor! Söyle."
Sustu. İçimdeki Eva da dilime gelen kelimelerde sustu. Kesileceğini anlayan kurban misali sadece sessizce bekledim.
Çünkü günün sonunda o bıçak benim değil onların boynuna yaslanacaktı
Peşindeki teşkilattan it gibi korktuğu için öldürmeyip konuşturmaya çalışacaktı.
Merak ediyordum yöntemlerini. Yosunun beni eğitirken zorladığı kadar kimse zorlayamamıştı beni.
Sevgili piç kurusu dayım da beni burası için eğittiğine göre yöntemlerini görebilirdik değil mi Eva?
Boynuma inen sert cisimle gözlerime kara perdelerin inmesi bir oldu.
Evet asıl eğlence şimdi başlıyordu. En azından benim için...
●
İlahi bakış açısı, olaydan saatler sonra...
●
Oturduğu koltukta kolunu saran Maviye bakmak yerine yerdeki bir noktaya dikmişti gözlerini Elyesa. Bakışları soğuk öfkesi tavandı. Her an yanındaki adamı da karşısında dikilen Arsal ve Akını da Mavinin yan tarafında ona ilk yardım malzemelerini uzatan Nar'ı da buranın dikine dikine gömebilirdi.
Resmen planda yok sayılmış şişenin içine hapsedilmişti fakat şu an kurtulmuştu o lanet olasıca delikten ve kurtulurken hafif çiziklerle vücudu hasar almıştı. Umurunda değildi Elyesa'nın öfkeden nevri dönmüşken şu an bir kaç ufak kesik sikinde değildi.
Yarasına gazlı bezi nazikçe basan Maviye ayrı bir öfkesi vardı. Baktığı noktaya biraz daha odakladı kendisini, dişlerini sıktı, gözlerini kapatıp kendisine engel olmaya çalıştı fakat olmuyordu.
Mavinin elini kolundan çekerek öfkeyle kalktı yerinden
"Elya-" diyecek oldu Akın fakat "Sakın!" Diye kesti Elyesa onu "Sakın ola ki bana sakin ol deme Akın hepinizi mahvederim." Kolundaki yarım kalmış olan sargıyı öfkeyle çekip attı.
"Ne Elyesa ne!" Dedi çileden çıkmış bir sesle "Siz ne yaptığınızın farkında mısın?"
"Elyesa sakinleş öyle konuşalım, kendinde değilsin şu an" Mavinin sesiyle artık tavan olan öfkesi çığır açtı. Öfkeyle ona döndüğü gibi yumruğunu Mavinin makyajdan arındırılmış olan yakışıklı suratına geçirip, kurtulduğu elbisenin aksine giydiği beyaz gömleğin yakasından tutarak geri geri yürüttü.
Olayın şaşkınlığıyla tepki bile veremeyen Mavi şok içinde kıza baka kalmışken sırtı sert bir şekilde duvara çarparak yaslandırıldı Elyesa tarafından
"Sen hele hiç konuşma semdar!" Dedi yakasından tutarak yüzünü yüze doğru çekti. Boyu kısa olabilirdi fakat Mavi alt edemeyeceği anlamına gelmiyordu bu.
"Sen beni devre dışı bıraktın! En başından beri o adamın yanına yaklaşmamı istemediğin için beni devre dışı bıraktın!" Diye bağırdı öfkeyle. Mavi ela gözlerini aşağı indirip, ancak yarına kadar gelen kızın kendisini duvara sıkıştırmasına baktı. Boş değildi elbet Elyesa.
Göründüğünün aksiydi hep. Duygusaldı fakat belli etmezdi, öfkelenirdi ama kin tutmazdı, kızardı ama vaz geçmezdi ama şu an karşısında gördüğü kız bambaşkaydı. Gözlerindeki öfke ateşini kendisine ilk defa bu kadar net hissettirmişti.
"Böyle olmak zorundaydı diyorum Elya Neyini anlayamıyorsun!" Elyesanın dudaklarında öfkeden bir gülüş belirdi ama sırf öfkedendi, gerçeklikle alakası yoktu.
"O adamı öldüreceğimden korktuğunuz için plan dışına çektiniz beni!"
"Yiyeceğin haltı biliyor olman güzel." Mavinin sesi Elyesayı daha da sinirlendirmekten başla bir halta yaramıyordu.
"O adamlar benim kardeşime gözümün önünde neler yaptı biliyor musun sen!" Diye haykırdı. Gözleri dolmuştu. Acısı taze değildi, yıllar geçmişti üstünden fakat ne kabuk bağlıyordu ne de yanıp kavrulmaktan vaz geçiyordu.
Mavi'nin bakışları donuklaştı. Elyesanın en hassas noktasıydı kardeşi ve bu piç kurusunun kardeşine yapılanlarla çok yakından bağlantısı vardı. Elyesa bu işin içinde olamazdı çünkü daha acısı geçmeyen yaranın öfkesi insana neler yaptırırdı çok iyi biliyordu bu odadaki üç adamda.
"Bilmiyorsun." Elyesa'nın gözleri dolduğunda Mavi derin bir soluk çekti.
"Sakinleşmek zorundasın." Dedi daha nazik çıkarmaya çalıştığı sesiyle ama Elyesa kanmadı. Mavinim yakasındaki elini boynuna götürüp yüzünü yüzüne daha da yaklaştırdığında Mavi şaşkınlıktan aralanan ela gözlerini Elyesaya indirdi.
"Sakın." Dedi Elyesa öfkeli bir fısıltıyla "Sakın bir daha beni devre dışı bırakmaya çalışma Mavi Sıraç Semdar, yoksa karşında bu zamana kadar hiç görmediğin bir Elyesa görürsün." Küçücük kız ancak yarısına kadar geldiği adamı tehdit ediyordu. Kulağa imkansız geliyordu fakat ediyordu işte.
Elyesanın boynundan tutan elinin sıcaklığı ve her konuşuşunda yüzüne vuran tatlı nefesi Maviyi bozguna uğrattı. Etrafını sarıp sarmalayan yasemin kokusu ciğerlerini talan ettiğinde farkında olmadan yutkundu. Bu kız daha önceden de böyle güzel mi kokuyordu yoksa başka bir şey mi kullanmaya başlamıştı?
Elyesanın neredeyse kendisini diri diri derisini yüzeceği öfkesiyle bakarken aklından geçen soruyu duysa kesinlikle kafasını kopartırdı. Bakışlarının garip bir hal aldığının farkındaydı ama şu an kendisini toparlayamıyordu Mavi.
"Elya sakin ol. Mavinin bir suçu yok." Akın'ın uzlaşmacı sesiyle Elyesa ona dönmedi fakat Maviyi ittirerek bıraktı. Mavi ise bir büyüye esir kalmış gibi olduğu yerden kıpırdayamadı.
Elyesa dibine kadar girmiş ağzına mı sıçmıştı yoksa mis gibi kokusunu onun ciğerlerine nüfus etmesini mi sağlamıştı? Mavi ilk defa böyle bir düşünce içinde olduğunu kendisini ikna ederek hemen ifadesini topladı.
Elyesa'nın ise sinirini çıkartması gereken kişi aslında belliydi de Mevki olarak ondan çok çok çok üstün bir mertebedeydi hırsını çıkartmak istediği kişi.
O bir prensti ve Ateş krallığının veliahtı, krallığın soyu, ülkenin geleceğiydi. En önemlisi o Arsal Karahandı.
"Evet o piçin hiçbir suçu yok! Beni alıkoymak dışında."
"Elyesa piç falan olmuyor yalnız." Elyesa sen hala konuşuyor musun der gibi ateş saçan gözlerle baktı Maviye, Mavi Elyesa'nın sikici bakışlarıyla dudaklarına fermuar çeker gibi yaptı parmağıyla.
"Sakın ol artık." Dedi Akın ılımlı bir sesle "Şu yaralarına bakalım sonra konuşuruz detaylıca." Elyesa sinirden güldü
"Konuşacak bir şey yok Akın!" Yüzündeki gülüş zaten sahte ve gerçekliği yansıtmıyordu. O ifadesini bozdu "Alacağınızı aldınız, yem diye de Evayı o soyu kırıkların eline attınız!"
"Kimseye yem olarak kullanmadık Elya."
"Niye en baştan yalan söylediniz ulan o zaman kıza!" En başından beri o adamın peşindeydiler evet doğru ama o gecenin amacı sadece kasanın içindeki kodlardı ve Evaya yalan söylemişlerdi! Yetmemiş Evayı göz göre göre kurtlar sofrasının ortasına bırakmışlardı. Hem de tek başına.
"Ya sen?" Dedi dayanamayarak Arsala, Arsal baktı öfkeden kızarmış olan kıza. Elyesa ağzını açmış bir şey söyleyecekken Nar'ın varlığını hatırladı.
Her ne olursa olsun Nar sarayın çalışanı, Mavinin asistanı da olsa şu an o burada yabancı sayılırdı ve onlar yabancıların yanında Arsalla senli benli konuşmaması gerektiğini çok iyi bilirdi.
Evet görev boyunca bu kural birçok kez çiğnenmiş olsa da bu Arsal'ın konumunu değiştirmiyordu. Arsal'a her ne kadar yakın da olsalar arkadaşlık ve krallık sınırlarını çok iyi bilirlerdi.
Genelde kimse yokken ona adıyla hitap ederlerdi, kalabalık ortamda ya da yabancıların olduğu yerde ona saygıda kusur etmez, sizli konuşurlardı fakat yalnız kaldıklarında birbirlerinin ağzına sıçarlardı.
Elyesa ağzını açıp kapasa da dilini ısırdı. Ne olursa olsun şu an Arsal'a bir şey diyemezdi çünkü Nar vardı. Ona odadan çık diyerek kabalık da yapmak istemiyordu, zaten Nar görev boyunca çok korkmuş ve kırılmıştı. Yanlış bir şey söyleyip onu daha da kırmak istemedi.
Birbirlerine olan bakışlarından konuşulması gereken özel bir konu olduğunu anladı Nar. Her ne kadar korkak ve kırılgan bir yapısı olsa da akıllı bir kızdı. Şu an burada olmaması gerektiğini anladığı için ayağa kalkarak saygıyla eğildi Arsal'ın önünde.
"Siz konuşmanızı sürdürebilirsiniz efendim. Ben dışra da bekliyor olacağım, izninizle." Nar bakışlarını Arsaldan Maviye çevirdi. Evet prens Arsaldı fakat Nar emirleri Mavinin ağzından duymaya alıştığı için gözlerindeki onayı görmesi gerekiyordu. Mavi başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladığında Arsal "Çıkabilirsin Nar. İstersen Mavinin odasına gir dinlen." Nar'ın gözleri bir kere daha onay almak için Maviye döndüğünde Mavi göz devirdi
"Her konuşmada ananmışım gibi onay almak için ne diye bana bakıyorsun, prensin üstüne laf mı söyleyeceğim sanki? Odama git, eğer ortalığı dağıtırsan yolarım o kısa saçlarını!" Nar'ın küt kesim saçlarına da laf soktuğunda Nar ters ters bakmak istese de başını sallayarak odadan çıktı.
Elyesa ise bunu bekliyormuş gibi dilinin ucundakileri hemen saldı "Ya sen! O kızın yanına erkek sinek yanaşsa deliye döndün sonra da bir saniye bile düşünmeden itin çakalın inine gönderdin onu!" Arsal'ın kaşları belli belirsiz çatıldı.
"Ne deliye dönmesi Elya, saçmalıyorsun."
"Ben saçmalıyorum öyle mi?" Elini kaldırıp Akını gösterdi " O adam her Evaya dokunduğunda sen ayaklanacaksın diye Akın tutmuyor muydu seni?" Akından onay almak istercesine baktığında Akın hiç düşünmeden başını sallamıştı çünkü Tural Evaya ne zaman dokunsa Arsal'ın dişlerini sıkmaktan kilitlenen çenesini, her an masaya geçirecekmiş gibi sıktığı yumruğunu, ki bir yere geçirecek olsa o yumruğu kesin Tural'in yüzü olurdu. Her an ayağa kalkıp ortalığı birbirine katacağını bas bas bağıran gözleri ise ayrı bir detaydı.
Akın her seferinde onlara çaktırmadan ya ayağını üst üste atma bahanesiyle Arsal'ın bacağına vuruyor ya belli etmeden kolunu sıkıyor ya da kilitlenmiş çenesi açılsın diye sürekli içki uzatıyordu. Kimse fark etmemişti fakat orada ne çektiğini bir Akın bir de tanrı bilirdi. Hele ki Tural'in eli Eva'nın bacağını bulduğunda Arsal hepten çıldırıyordu.
Arsal Akın'ın Elyesyı onaylanmasına kaşlarını daha da çattı "Tural'i öldürmek için ne zamandır beklediğimi biliyorsunuz. Eva ile bir alakası yok." Dedi rahatça. Elyesa ha öyle mi der gibi bir ifadeyle baktı Arsala ve Maviye döndü
"Gidip bir dolaplara bakar mısın?" Mavi anlamazca baktı kıza. Dolap ne alakaydı ki şimdi?
"Külah varsa alda getir diyecektim."
"Ne yapacaksın ki külahı?" Dedi Mavi bir an saf saf. Elyesa ise ters ters Arsal'a bakıyordu
"Getir de prensimiz bunları külahıma anlatsın çünkü ancak o dinler." Arsal göz devirdi.
"Ne duymak istiyorsun Elya?" Dedi bıkkınca. Bu kızın gözünden hiçbir bok kaçmaması konusuna bir el atmak zorundaydı zira kendisi bile kabul etmiyordu şu an bazı şeyleri. Görmek istemiyordu.
"Senin ağzından bir şey duymama gerek yok. Ben göreceğimi gördüm. Sadece bana neden son dakika fikrini değiştirip Evayı o adamın önüne yem olarak attın bunu duymak istiyorum."
Aslında Evayı o adamın önüne yem olarak atmamıştı. Adamı Evanın önüne yem olarak atmıştı ki Eva onu kendisine getirsin. Ama o kızıl şeytan ne yaptı! Kendisini bilerek yakalattı.
Fark ettiğini fark etmişti zaten Arsal. Nar ile planın içine sonrada dahil olmadığını, aslında Nar'ın zaten planın içinde olduğunu fakat kendisinin olmadığını zaten anlamıştı onun gözünde Eva.
Çünkü onun aklında dolaşan kırk tilki vardı ve o tilkilerin kim bilir birbirlerinden bile haberi yoktu. Eva Efnan gerçekten lakabı gereği bir şeytandı ki şeytan onun yanında halt yemişti.
Evet Elyesa'nın yerine seçilmişti.
Eva Efnan yine bir seçime kurban gitmişti.
Sol tarafı fısıldadı Arsalın kulağına "Hadi ama istediğiniz buydu işte! Birinin onların inine inmesi ve teşkilat hakkında ne kadar bilgiye sahip olduklarını öğrenmesi gerekiyordu." Dedi sinsice.
Sağ tarafı şiddetle karşı çıktı "Ama bir tarafında şeytanının o adamı alt edip tekrardan yanına gelmesini istiyordu. Hayır istemiyordu, emindi. Sen Arsal Karahan Evanın sana geleceğinden çok emindin." Arsal'ın bakışları sakince Akına dokunup ayrıldı. Mavi ve Elyesa haricinde Eva'nın o ine ineceğini bilenler bir tek Akın ve Arsaldı.
Aslında onlar da emin değildi. Evaya büyü ya da buradaki herhangi bir büyülü kitaptan okuna sözler işlemiyordu. Eva'nın bünyesinde büyük bir kalkan olduğundan şüpheleniyorlardı. En kısa zamanda Kostanın yanına gidip hem bu kalkandan hem de hastalığı hakkında bilgi alması gerekiyordu.
Açıkçası Eva'nın hastalığının yanı sıra olan öfke kontrolsüzlüğü onların istediği yönde ilerleyeceğini, Eva'nın o adamı kendilerine getireceğine o kadar emirlerdi ki nereden bilebilirlerdi Eva'nın nasıl bir ruh hastası olduğunu.
Düşündü Arsal. Daha kaç farklı yüzü olduğunu, tam onu çözdüm derken ona kaç farklı sürpriz yaptığını düşündü. Bir insanı kısa sürede analiz edebilecek yetkiye sahipti fakat bu kız insanlık örneği gibi bir şeydi. Ne alttan bakınca anlaşılıyor ne üstten.
Dikine gitsen dikine gider geri çekilsen ne yapacağını hayal bile edemezdin. Öyle ki bir inadı vardı. Ne önünden gidiliyordu ne ardından. Onu çözmek bu kadar zor olmamalıydı!
Onunla ilgili son analizinde sonra bu kumarı koymuştu ortaya. Eva o odadan çıkabilecek bir kadındı. Evet istese ortalı yıkıp oradan kendisini sağ çıkartırdı fakat Eva yine oynadığı bahis üstünden gitmeyip onu her seferinde tamam dediği kanıda küme düşürüyordu.
Evet kendi girdiği bahisle bile zararlı çıkacak bir adam değildi Arsal Karahan fakat bu kadının her seferinde onu alt etmesinden nefret etmeyeceği anlamına gelmiyordu.
Hadi ama kendisini kurtarabilirdi!
Resmen kendisini esir vermişti! Bu delilikti.
Sakin değildi. Belki belli etmiyordu ama kesinlikle sakin değildi. O herifin kendine yapacağı işkencelerden haberi var mıydı? Tarikatın bir üyesi sanacaktı onu ve konuşturmak için türlü türlü işkencelerle canını yakacaklardı!
Bunları düşünmek neden, kendine sebebi belli olmayan bir öfke enjekte ediyordu bilmiyor ama bunları düşündükçe kalbinde hissettiği huzursuzluk artıyordu.
Onu düşünceler içinden çıkartan Elyesa'nın sakinliğe ulaşamamış öfkeli sesi oldu.
"O kıza bir şey olursa!" Dedi parmağını kaldırıp üç adamı da teker teker gösterdi tehdit eder gibi "Kendinize yatacak mezar kazın, çünkü tek bir suçu bile olmayan bu kız sayesinde o kodları aldık ama o bizim yüzümüzden o soysuzların eline düştü." İster istemez üçü de şaşırdı Elyesa'nın bu tavrına.1
Soğuk gibi görünse de anne sıcaklığı taşırdı Elyesa fakat sevmediklerine buzdan daha soğuktu. Evayı sevmediğini düşüne üç adamda ister istemez böyle bir çıkış beklemiyordu.
Elyesa son sözünün ardından kapıyı çarparak odadan çıktı.
●
●
Adımımı her attığımda daha farklı bir karanlığa sürükleniyordum sanki.
Nereye gittiğimi bilmiyordum ama biliyormuşum gibi de...
Her yer karanlıktı çok karanlıktı ama nerden geldiğini bilmediğim bir ışık yolumu görmemi sağlıyordu. Bütün duvarlar birbirinin aynısı gibi her yer birbirine benziyordu, döndüğüm her köşede sanki buradan geçmiştim diyorum. Köşesi köşesine, duvarın duvarına benziyordu, her yer yine her yerdi sanki.
Sonunun nereye vardığını bilmeden sadece çıkışı arıyordum. Bu labirentin içine nasıl düştüm bilmiyordum ama çöle düşmüş bedevi gibi dolaşa dolaşa çıkışı arıyordum.
Boyumun belki yüz katı belki bin katı kadar yüksek olan duvarlar nem kokuyor ve yosun bağlamıştı.
Bu lanet olasıca bilinmezin içinde sadece çıkışı bulmak için çabalıyordum ama hiçbir sonuca varamıyordum.
Kendi nefes sesimden başka hiçbir ses yoktu etrafta. Sanki koskoca labirentin içinde tek allahın kulu benmişim gibi...
Sanki bu koca boşlukta savrulan bir tek benmişim gibi...
Etrafa bakınarak adımlarken artık aklım iyice çorba olmuştu. Duvarlara bağlamış olan yosunların kokusu artık rahatsız edici dereceye varmış genzimi yakıyordu. Sadece yosun kokusu değil adlandıramadığım başka şeylerde vardı ve boğazıma kötü bir şey yemişim gibi acı bir tat bırakıyordu.
Ne neresi kim kimin nesi hepsi birbirine girmişti. Bilinç altımdan gelen bir yanılgı oyunu muydu yoksa gerçeğin ta kendisi miydi bu olanlar.
Kendimi kaybettiğim bu zifiri karanlıkta yolumu aydınlatan bu ışıktan başka kimsem yok muydu şu an bu koca bilinmezin içerisinde.
Yürümeye devam ederken acı bir ses geldi kulağıma, ilk başta ne dediğini ve kimin seslendiğini anlayamadım. Çok boğuktu ses, acı çekiyormuş gibiydi.
Tanımadığım ama aslında bir o kadar da tanıdık gelen o ses tekrardan yükseldi.
"Evaa..." sesin sahibi zihnimde canlanırken adımlarım yere çivi gibi çakılı kaldı. Bu Toprak'ın sesiydi, bu can çekişen ses dayımdan geliyordu!
"Topraaak!" Diye bağırarak koşmaya başladım, sesin nerden geldiğini bilmiyordum ama onun bana ihtiyacı vardı. Toprağın bana ihtiyacı vardı. Dayımın bana ihtiyacı vardı.
"Toprak nerdesiin!" Hem koşuyor hem bağırıyordum, onu bulmam lazımdı. Onu görmem lazımdı. Onun iyi olduğunu bilem lazımdı!
"Eva gelme, Eva." diyordu acıdan pürüzlü çıkan kalın sesiyle. Kahretsin. Canı yanıyordu.
Dayımın, yosunumun canı yanıyordu.
"Nerdesiin!" diye bağırdım tekrardan, neden gelmemi istemiyordu?
"Eva gelme, sana da zarar verecek, gelme..." Sesi iyice kısılıyor, zar zor duyuluyordu. Onu dinlemedim.
Labirentin içinde bir oraya bir buraya dönerekten koştum. Kaç dakika ya da kaç saat öylece deli gibi koştum bilmiyorum fakat nefes nefese döndüğüm köşelerden birisi labirentin farklı bir alanına çıktığında gözlerim aceleyle etrafı taradı.
Kocaman bir alan, büyük bir boşluktu.
Labirentin içindeki duvarların aksine işlemeli motiflerle ince ince işlenmiş süslemelerle kaplıydı duvarlar. Kan kırmızı gözlerim aceleyle etrafa bakarken köşede kanlar içinde yatan Toprak'ı görünce beynimden vurulmuşa döndüm.1
Kızıl gözlerim dehşetle açılırken "Topraak!" bağırarak yanına koştum. O ise duvara yaslanmış şekilde kalbinden sızan kana rağmen, kan revan içinde konuştu..
"Eva yapma sana da zarar verecek, git." diyordu hâlâ. Dinlemedim onu, yanına gelip önünde diz çöktüm. Yarası çok derindi. Kanıyordu, çok kanıyordu. Elime bulaşan kanlarla hançer sanki benim göğsüme saplanmış gibi kasıldı kalbim. Korku içinde Toprak'a baktım. "Sana bunu kim yaptı?"
Bıçak çeken, silah tutan, adam döven ellerim titriyordu.
"Gi- git burdan," sesi gittikçe kısılıyor gözleri arkaya kayıyordu, yüzünü avcumun arasına alıp. "Toprak iyi olacaksın, iyi olacaksın ne olur dayan gözünü seveyim dayan." gözlerimden yaşlar yanaklarımı yakarak süzüldü..
Bir elini kaldırmaya çalıştı ama yapamadı güçsüz bir şekilde tekrarda yere düştü.
"Giit bu-burdan Eva sa-sana zarar verecek" sesi daha da kısılıyor acısı daha da katlanıyordu. "Hayır, hayır gitmem. Toprak nolur dayan, yalvarırım dayan" dedim artık hıçkırarak ağlıyordum. En son ne zaman ağladığımı hatırlamayan ben ellerimde dayımın kanı ile hıçkırıklarla ağlıyordum.
"Sana zarar-" devamını söylemedi.
Söyleyemedi, önce gözleri belli bir noktada asılı kaldı, sonrada başı yana düştü. Ve an tüm dünya başıma yıkılmışcasına haykırdım. Yüzünü avucumun arasına alarak "Hayır hayır, Toprak uyaan Toprak uyan nolursun, TOPRAAK" bağırarak onu uyandırmaya çalıştım ama uyanmıyordu.
"TOPRAAAKK!" Acıyla haykırarak başını göğsüme yasladım. Göğsümdeki sızı yılan gibi süzülüp boğazıma dolandı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken Dayımın cansız bedenine sarılarak ona yalvardım. "Uyan nolursun uyan, beni yalnız bırakma söz verdin, bana söz verdin. Beni bırakmayacağına söz verdin, hiçbir şey olmayacağına söz verdin. Nolursun dayı uyan." Boğazımı sıkıp kalbimi deşen sızıyla ağlayarak yalvarıyordum uyanması için ama o uyanmıyordu, artık hiç uyanmayacaktı.
Çocukluğum ölmüştü... Güvendiğim tek kişi ölmüştü... Yalnızlığım ölmüştü...
"Herkes kendi sonunu yazar Eva." Arkada gelen tanıdık sesle o tarafa doğru döndüm, elinde tuttuğu bıçaktan süzülen kanlar yere damlıyordu.
Toprağın kanıydı, onu öldürmüştü karşımda duran bu kişi onun canına kıymıştı.
Çocukluğumu, yalnızlığımı güvenimi acımadan kanatan kişi Arsal Karahandı.2
Yosunuma kıyan zaten düşmanı olduğu adamdı.
Ayağa kalkmaya çalıştım. Çok zordu, bacaklarım tutmaz olmuş gibi titriyordu. Toprak'ın bendeki acısına rağmen öfke ateşim öyle bir harlandı ki birkaç adımda yanına vardım ve gözlerimi gözlerine diktim. Mavi gözlerinde acımasızlık vardı. Nefret vardı ve en önemlisi ölüm vardı.
"Niye yaptın bunu!" dedim sesim Ağlamaktan boğuk ve hırıltılı çıkmıştı.
"Herkes kendi sonunu yazar Eva." dedi tekrardan ama bu sefer sesi ona ait değildi.
"Neden öldürdün onu ne istedin ondan, ne istedin benden, ne istedin bizden!" Haykırarak göğsünü yumruklamaya başladım ama yerinden dahi kıpırdamıyordu.
"Neden! Söylesene Karahan neden. Senin derdin benimle değil mi? Ondan ne istedin, YOSUNUMDAN NE İSTEDİN! DAYIMDAN NE İSTEDİN, NE NE NE?" göğsüne vura vura ağlıyordum o ise öylece duruyordu.
Ne bir şey diyordu ne de hareket ediyordu. Gözlerim yanmaya başlamıştı, en son ne zaman ağladığımı hatırlamayan ben hıçkırarak ağlıyordum. Her zaman dimdik duran ben şimdi bacaklarımın titremesinden ayakta dahi güçlükle duruyordum. Hareket dahi etmeden tepkilerimi izleyen Arsalı öldürecektim.
Benden önce özgürlüğümü sonrada Toprak'ı aldığı için onu yerin dibine batıracaktım.
Tekrardan Toprak'ın yanına gitmek için arkamı döndüm, birkaç adım atmıştım ki birden bire sırtımda hissettiğim derin sızı nefesimi kesti. Beni zar zor ayakta tutan bacaklarım artık daha fazla dayanamadı, acı içinde dizlerimin üzerine düşüp ellerimi yere bastırdım.
Sırtımda hissettiğim sıcaklığın kan olduğunu bilmek mi beni öfkelendirmişti yoksa o kanın dökülmesine sebep olan kişiyi öldürememiş olmam mı.
Ayakkabısı görüş açıma girince kafamı kaldırıp baktığımda elinde bıçağı yoktu. Çünkü o bıçağı az önce sırtıma saplamıştı. Elinden süzülen kanlar bu sefer Toprak'a değil bana aitti. Derimi sıyırıp içine giren metalin soğuk dokusu vücudumda can buldu. Üstten üstten baktı bana, gözlerinde öyle bir nefret vardı ki tarifi yoktu.
Yavaşça dizlerinin üzerine çöktü. Ben ise artık nefes alamadığımı hissediyordum, sırtımdaki acı tüm vücuduma yayılmaya başlamıştı.
"Düşmanlarına sırtını dönmemelisin Eva Efnan" dedi yine ona ait olmayan bir sesle.
"Seni öldüreceğim Arsal Karahan!" dedim dişlerimi sıka sıka, acıyı her zerremde hissediyordum.
"Herkes kendi sonunu yazar Şeytanın kızı ve sen her zaman kaybedeceksin." Ayağa kalkıp yanımdan geçip gitti ona doğru döndüğümde arkasına dahi bakmadan yürüdüğünü gördüm. Beni de dayımı da kanın içinde boğup, çekip gidiyordu.
"Seni öldürmeyeceğim Karahan seni ölüm için yalvartacağım!" Diye bağırdım. O ise arkasını dönmeden.
"Bu labirent den çıkamayacaksın Eva..."
"Bu labirent den çıkamayacaksın..."
Bu labirent den çıkamayacaksınız...
Yüzüme fırlatılan buz gibi suyla nefesim kesilmişcesine derin derin nefes almakta güçlük çektim. Boğazıma burnuma kaçan suyla öksüre öksüre yanıp kavrulan boğazımı temizlemeye çalıştım fakat dikenli teller dolanmış gibi boğazıma batan acı tat buna izin vermedi.1
Öksürüklerimle şiddetle inip kalkan göğsümün hareketiyle bileklerime bağlı olan paslı zincirler birbirlerine sürtünerek zindanın derinliklerinde kulak tırmalayan bir ses yarattı.
"Uyuyan kaltak uyanmış." Tural'in yandaşı olan orospu çocuklarından birisi elindeki teneke kutuyu kenara fırlattığında saçlarımdan süzülen suyla başını dikip baktım. Adamın bakışları kızıl saçlarımda ve yüzümde dikkatle gezindi. İki gündür aralıksız yediğim dayak ve işkence ile yüzüm bakılmaz haldedir diye düşünüyorum. Yüzümü görmedim ama dudağım kenarındaki ve sol karşımdaki patlaktan ince ince sızan kan yüzümden boynuma dudağımdan ağzıma akıyordu. Kanın metalik tadına çok da yabancı değildim.
Toprak Kırcalı eğitmişti beni ve bu eğitim iki yumruk bir tekmeden ibaret değildi.
Tam donanımlı, ağır bir eğitimdi ve şu an burada dinlendiğimi hissediyordum. Arada nur yüzüme birkaç tane geçirseler de o da tuzu biberi deyip çok da umursamıyordum.
Acıdan zevk alan bir ruh hastası değildim yanlış anlaşılmayalım ama inadımdan kendimi bile asardım. Öyle ki kurumayasıca damarlarım vardı.
İki gündür gelen giden yoktu. Birinin gelmesini de beklemiyordum zaten beni kurtarması için. Kendi kendimi kurtarmayı öğreneli çok olmuştu. Sadece biraz dinlenmek iyi gelebilirdi.
"Yine mi konuşmayacaksın?" Dediğinde hafifçe sırıttım, dudağımın kenarındaki yara gerilip acıyınca yüzümü buruşturup ağzıma dolan kanı kenara tükürdüm. Adam kendisi geri çektiğinde sinsice güldüm. Üçtür kanı yüzüne tükürdüğüm için kendince önlem alıyordu.
Konuşmadan dik dik suratına baktım. İki elimi yukarıda birleştirilmiş şekilde iki zinciri birbirine bağlayarak bağlamışlardı. Bu teşkilat kimdi neydi bilmiyorum ama buradaki herifler teşkilattan birisi olma ihtimalimden bile ödleri kopuyordu.
"Konuş ve özgürlüğüne kavuş bence güzelim." Piçe bak kaç gündür şaftımı kaydırma derecesine geçmiş bir de alay ediyor. Sanki konuşursam o an pilimi bitireceklerini bilmiyorum ben.
Eğer konuşacakların varsa konuştuğun an ölürsün zaten. Bu işler böyle giderdi.
"Sanırsın kırk yıllık mafya babası, asaletin fakir ruhlarıyla kıyaslanamaz."
Sustum. Kaç gündür ellerinde kahkaha atıp arada acıyla inlemekten başka hiç sesim çıkmıyordu.
"Bence mallığından ama yine de sen bilirsin." Bu iç sesi de bir gün çok fena benzetecektim de ipin ucu yine bana dokunuyordu.
"Teşkilatın içinde misin? Seni onlar mı sızdırdı içeriye? Zaten içerdeler miydi yoksa bana cevap ver." İki gündür aynı soruları dönderip dönderip önüme koyuyorlardı az kaldı bende dönderip ittirip bir taraflarına sokacaktım.
"Cevap ver bana onların ajanı mısın yoksa tek kullanımlık prezervatif gibi şişirip kenara mı attılar seni?" Hayal gücünün topraklarına ekilen tohumun hücre duvarını sikeyim senin artık kusura bakmayın da. Bir prezervatife benzetilmediğim kalmıştı. Halbuki benden daha çok benziyordu prezervatife, sik kafalıydı çünkü.
Ayağa kalkarak hızla dibimde bittiğinde ensemden saç diplerimi tutup sertçe çekti "Konuşsana amına koyayım dilini mi yuttun lan!"
"Seni burada saatlerce bağırta bağırta ölene kadar ezerim duydun mu beni. Kimsede elimden alamaz. Nasıl öldüreceğimi de az çok tahmin ediyorsundur." Dediğinde saçımın dibindeki acıya rağmen düşünür gibi yapıp alayla başımı iki tarafa salladım
"Sanmıyorum seninkinin pert olması on dakika bile bulmuyordur." Alaysı bakışlarıma sinsi gülüşüm dahil oldu "Doğru söyle on beş dakika bulmuyor değil mi rahatlaman." Saç diplerimdeki eline rağmen başımı geriye atıp kahkaha attım. Yüzüme geçirdiği yumrukla gülüşüm yarım kaldı ama keyfime diyecek yoktu
"Kaltak orospu!" Daha da kahkaha attığımda adam öfkeyle zindanın kapısını çarparak çıktı. Sanırım gerçekten on beş dakika sürmüştü boşalması.
Zindanı aydınlatan iki meşale bana görmemi izin verdikleri kadar bir aydınlık yaratıyordu.
Yüzümden akan kan tere rağmen derin bir soluk aldım ama aldığım tek şey nem ve rutubet kokusu oldu.
Birkaç dakikalık sessizliğin ardından gelen minik çıtırtı sesleri ve bir insana ait olmayacak kadar sessiz yaklaşan varlığın ne olduğunu anlayamadım ilk önce. Çok sessiz ve usul usul yerden geliyor, hareketi zeminin pürüzü yüzünden duyuluyordu. Usta bir avcı olmalıydı.
Sessizce arkamdan yaklaştığını hissetsem de sesimi çıkarmadım. Çıplak ayaklarıma dokunan nemli ve pullu his yavaşça bacaklarıma tırmanarak sırtıma doğru uzandı. Pullu sert derisi sırtımdan omuzuma doğru aktığında irkilmedim bile. Karşıya bakan yüzünü dahi kıpırdatmadan beklerken sol omzundan yükselen karartı ileriye doğru uzanıp yüzüme baktı
"Sapık değilim insan kızı sadece sessiz olmam gerekiyor." Şemsinin ciddi sesiyle yüzümü aynı ciddiyetle ona döndüm. Evet gelen odamda tanıştığım kara yılandı.
"Kıçıma dokunmadığın müddetçe sorun yok hayvan oğlu." Dediğimde tipindeki ciddiyet dağılırken olmayan kaşına rağmen kaşlarını çatar gibi baktı bana.
"Aşk olsun hayvan falan olmuyor şurda seni kurtarmaya gelmişim, sen ne diyorsun bana." Dediğinde ciddiyetimi bozup güldüm. Hayvan olup da hayvan denilmesine alınan tek hayvan olabilirdi.
Salaktı ama tatlıydı1
"Oğlum manyak mısın niye buraya geldin. Elin yok ayağın yok nasıl kurtaracaksın acaba beni?" Dediğimde ters ters baktı bana
"Senin elin ayağın var ama pek bir işe yarıyor gibi durmuyor." Hemen de laf sokuyordu pis sürüngen
"Paşa gönlüm şu an bunu uygun gördüğü için böyle."
"İstesen çıkardın?" Dedi sorar gibi ama pek de inanarak değil de alayla sormuştu bunu.
"Sen beni daha tanımıyorsun sürüngen."
"Tanışırız sıkıntı yok." Bakışları etrafı buldu. "Birazdan gelecek deri artığı, ışık arkanı göstermediği için beni görmeyecektir. Madem kendine güveniyorsun, gösterelim marifetlerimizi insan kızı, yalnız olmadığını unutma sadece." Şemsi yavaşça akarak ayaklarımın dibine inip karanlığa gizlendi. Tural zindanın kapısını açarak içeriye ban a iğrenir bakışlar atarak girdi aynı saniyelerde. Kapıyı kapatmadı açık bıraktı. Kapının önünde adam yoktu. Bu kadın olduğum için benden korkmadıklarını gösteren aptalca bir gösterişti. Oysa ilerde adamlarının göt göte onu beklediklerine o kadar emindim ki.
Bakışlarım kapıyı bulduğunda alayla güldüm "Bu kadar mı korkuyorsun benden?" Dediğimi anladı ama bilerek anlamamış gibi yaparak başımla kapıyı göstermemi bekledi. Yapmadım. Bir süre bekledikten sonra tekrardan konuştum. "Ellerimi bile bu kadar sıkı kenetlediğinize göre gerçekten it gibi korkuyorsunuz benden." Bakışları öfkeyle kısıldı ama kendisini dizginledi.
"Kendini dışardan görmediğin için böyle rahat konuşabiliyorsun. Görebilsen ne kadar aciz ve yardıma muhtaç olduğunu anlardın." Düz bakışlarımı bozmadan ona baktım.
"O yüzden mi her yanıma geldiğinde daha hızlı kaçabilmek için kapı aralık, canını götünden çıkartmayayım diye emanetle giriyorsun?" Kaşları çatıldı
"Sen bana ne yapabilirsin ki?"
"Bilmem ne yapabilirim ki?" Dedim alay ses tonumu bir türlü bırakmazken. Ben bunları gale alıp insan yerine dahi koymuyordum bu bana ne diyordu?
"Sana Konuş dedim! Teşkilattan mısın, kim gönderdi seni benim peşime!" Götünü yırtmasına göz devirdim. Salak bağırınca daha iyi mi anlayacağım sanki.
"Kimsin konuş artık?" Kahkaha atarak başımı geriye yatırdım.
"Korkudan kapı dibine yapışmış bir adama neden öteyim ki?" Dediğimde kapıyı öfkeyle çarparak içerden kilitledi ve bana farkında olmadan istediğimi vermiş bulundu.
İçimde kapıları üstüne kapattığım sesin gürültüsü ruhuma depremler yaratıyordu. O ses depremleriyle birlikte dışarıya taşacaktı birazdan, bunu ben bile bilmiyordum şu an.
Öfkeyle yanıma gelip çenemi kavradı
"Seni sike sike öldürürüm duyun mu beni kızıl orospu!"
Kapılar kırıldı, depremleri ruhlarda duyuldu
Kalkan kalktı güç dışarıyı enkazdan çıkarak buldu
Ve iki gündür susan Eva çığlıklarla ruhumun boşluklarına doldu.
Kapıyı üstüne kilitlediğim her ne varsa içimde damarlarıma karışarak vücudumu ele geçirdi.
Zaman durmadı biliyorum ama benim için her şey sustu o an için.
Su akmaya devam etti, kuş kanadını çırptı, rüzgar tenlere dokundu ama benim için her şey o an içim durdu.
Kafamı geriye yatırıp Tural'in burnuna gömdüğümde çıkan çatırtı sesi beni durdurmadı. Ayağımı kaldırıp sertçe göğsüne tekmeyi geçirdiğimde yere savrularak düştü ve kontrolüm kilitli olan zindan kapısını bile umursamadan bedenimi terk edip gözlerime baka baka çekip gitti.
Vücudumdaki öfke dalgalanması tüm hücrelerimden sinir uçlarıma kadar dokunurken bileğimdeki zincire uyguladığım kuvvetle aşağı çektim. Zincir ayaklarımın dibine düşerken bileğimdeki iz sanki kızgın demirle dağlanmış gibi yanarak gözlerime takıldı.
Dört yapraklı küçük bir yonca vardı sol bileğimde tam nabzımın attığı noktada.
Arsalın bana söyledikleri uğultu şeklinde yankılandı kulağımda.
"Eğer yoncanın izi kalbinin üstünde belirirse bu duygularının esiri olduğunu,"
"Eğer sağ şakağında belirirse Zihninin esiri olduğun anlamına gelir şeytanın kızı,"
Bileğimde belirtmişti çünkü ben öfkemin esiri olmuştum
Dört yapraklı yonca kalbimin de aklımın da esiri olmadığımı biliyordu.
Tıpkı öfkenin lanetine esir olduğumu bildiği gibi...
Bölümü nasıl buldunuz canlarım?
Sizce Eva ne yapacak?1
Şemsinin gelmesini bekliyor muydunuz?
Şemsi hakkındaki düşünceleriniz neler?1
En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?
Sizi etkileyen bir sahne oldu mu?
Arsal ve Eva hakkında ne düşünüyorsunuz?
Nar ve Akın hakkındaki fikirleriniz neler?
Mavi ve Elyesa hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben geldim canlarım ama aynı şekilde gitmem gerekiyor.
Bu yazarın vizeleri başlamak üzere ben bir süre vefat edip geleceğim
Bölüm hakkındaki fikirlerinizi mutlaka bekliyorum yorumlarda. 😙
Yıldızın üstüne basmaya sakın unutmayın bebeklerim 😘
İsterseniz beni Instagram hesabım olan
sadecesu4_ den takip edebilirsiniz.
Diğer bölüme kadar sağlıcakla kalın.
💙
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.31k Okunma |
339 Oy |
0 Takip |
16 Bölümlü Kitap |