
♡
Merhaba aşklarımm ben geldim
Nasılsınız?
İyisinizdir umarım
Sizi çok beklettiğimin farkındayım ama bu yazar koskaca bir vize haftasını devirip geldi karşınıza ve tatilde durmaksızın yazarak size iki bölüm birden getirdim🥳🥳🥳
Bölüm ile ilgili fotoğraflar koymayı çok seviyorum ama bakmaya dahi fırsatım olmadığı için sizi bekletmek istemedim.
Evet iki bölüm. Çok uzatmadan sizi baş başa bırakıp kaçıyorum geldiğimde mutlaka satır arası yorumlarınızı ve tepkilerini görmek istiyorum haberiniz olsun.
Keyifli okumalar.
🌬🌪
Kitaplara göre tanrı ilk yarattığı kulları Âdem ve Havva'yı cennetin en güzel bahçelerinden olan Aden bahçesine içlerinde tek bir kötülük barındırmayan kalpleriyle yerleştirir.
Ayakları altına serdiği bu bahçede onlara her şey helal kılındı, tek bir meyve dışında.
Tanrı onlara cennette olan tek bir ağaçta yetişen o meyveyi yememeleri konusunda uyardı ve onları birbirine gönül bağıyla bağladıktan sonra cennetin kapılarını onlar için açtı
Aşkla kutsanan Âdem ve Havva tanrının yasakladığı meyveden uzak durmak yerine iblisin vesvesesine kandığı an onları dünya üzerinde bir ayrılık beklemekteydi ve bunu o an anlamamışlardı.
Kitaplarda da efsanelerde de onları bir meyvenin ayırdığını tanrının huzurundan kovulup dünyanın farklı uçlarına gönderildiği söylenirdi.
Bir yasak Âdem ve Havva'yı ayırırken bir diğer yasak onları birleştirmişti.
Senem ve Samet.
Tüm yasakların arasında birbirine bağlanan kalpleri zaten en başından beri olmaması gereken bir aşka yelken açtı.
Onlar Âşık oldu ve iki dünya arasın da olan en büyük suçu birlikte işlediler.
Onların cezası ise onlar için en ağırı en acımasız olanı olacaktı ama henüz bunu bilmiyorlardı.
Cennetteki yasaklı meyveyi onlar yememişti ama bu dünyaya onlara ait olan yasaklı bir meyve getirmişlerdi.
En büyük sınavları üstesinden geldikleri aşkları sanırlarken asıl cezalarının yıllar sonra kesileceğini bilemezlerdi.
Yatağın üstünde bembeyaz kesilmiş teniyle yatan kızına yaşlı gözlerle baktı Senem. Şu an kardeşine öyle öfkeliydi ki onu boğabilirdi. Samet ise karısının kardeşini öldüreceğini bildiği için hemen yanında oturuyordu. Gözlerini kızına değdiremiyordu. Evet Samet Efnan kızına bakmaya utanıyordu. Oysa daha on beş yaşındaydı Eva, daha çocuktu ve bu olanların hiçbirini hak etmiyordu. Senem sinirden titreyen ellerini yumruk yaparak, ayakta dikilmiş gözünü kırpmadan Eva ya bakan kardeşine çevirdi gözlerini. Hışımla ayağa kalktığında Samet endişeyle "Senem." Dedi fakat Senem kocasına cevap vermedi.
"O çok küçük." Dedi dolu gözlerinden bir damla yaş akarken. "Onu bu kadar zorlamaya hakkın yok. Onu bu kadar güçsüz düşürmeye hakkın yok." Dediğinde Toprak ifadesiz yosun yeşili gözlerini ablasına dikti. Senemin diğer gözünden de kavurucu bir damla yanağına süzüldü. Bu bakışı tanıyordu. Kardeşinin bu acımasız bakışlarını o kadar iyi tanıyordu ki dudaklarından bir hıçkırık kaçtı. Samet dayanamayıp yerinden kalktığı gibi karısını kolları arasına çekerek onu sarıp sarmaladı. Samet Efnan Senem Efnan'ın tek bir damla göz yaşına dayanamazdı. Karısının gözünden kopup gelen tek bir acı damlasını dahi görmeye tahammülü yoktu fakat Eva artık büyüyordu, Senem ve Samet'in endişesi gibi. Gün geçtikçe büyüyüp serpilen kızlarının adına sevinemiyorlardı bile artık.
Korku en büyük zaafları olmuş, ellerinde büyüyordu.
Sanemin ve Samet'in büyük zaafı ve büyük korkusu oluyordu biricik kızları Eva.
Kocasının kolunda sarsıla sarsıla ağlarken "Birazcık hafifletsen ne olur? Ona ders verirken bu kadar zorlamasan olmaz mı?" Toprak gözlerini tekrardan yatakta yatan solgun bedene çevirdi. Burnundan ve kaşından süzülen kanları ablası silmişti fakat ince ince sızmaya devam ediyordu. Ablası ne sanıyordu, kardeşim dediği elinin altında büyüttüğü kızı bu duruma getirmekten keyif mi alıyordu. Ki kendisi daha kötü bir durumda olduğuna emindi çünkü şişmiş burnu ve kesinlikle morardığına emin olduğu elmacık kemiklerindeki sızı derisinin altından ona haber veriyordu. Eğitim anlayışı tabi ki de birbirlerini hırpalayarak güçten düşürmek değildi ama her düştüğünde onu kaldırmak için yanında olamayabilirdi ve Eva düştüğü anlarda ona uzatılan bir ele muhtaç olmamalıydı. Onu öyle bir noktaya getirmek istiyordu ki düştüğünde eli el, aramasın yerdeki taşlara dikenlere bastırarak kalkabilsin istiyordu. Canından çok sevdiği kardeşini kendisine muhtaç büyütmek istemiyordu
Üstü başı toz toprak, kıyafetleri yırtık pırtıktı. İkisi de mahvolmuştu fakat Toprak Eva gibi değildi. Ondan daha dayanıklı ve direnci kuvvetliydi.
Bir ay olmuştu onlar evden gideli. Her gün düzenli bir şekilde yaptıkları silahlı dövüşlü eğitimden farklı bir aydı bu. Eğitimlerinin belki en zor zamanıydı. Yılda bir kez temmuz ayı boyunca Eva ve Toprak ortadan kaybolur ve bir ayın bitiminde atlattıkları zor günlerin sonunda, mahvolmuş bitmiş bir şekilde gelirlerdi eve.
Yorulmuş ama daha güçlü hissederdi Eva, zorlanırdı fakat sesini bile çıkarmazdı dayısına.
Eva'yı hayvan gibi eğittiğinin farkındaydı Toprak fakat eğitilen tek taraf Eva olmuyordu. Eva iki gün aç kalıyorsa Toprak üç gün aç bırakıyordu kendisini, Eva ne zaman buz gibi geceleri dışarda geçirse Toprak bir gün önceden geceyi geçirmiş ve tekrardan Evayla da dışarda geçiriyordu. Çocuk oyuncağı değildi yaptıkları şeyler. On beş yaşındaki bir çocuğun kaldırabileceği gibi de değildi fakat Eva güçlüydü her ne olursa olsun tam donanımlı bir asker gibi yetişmeliydi.
Kan gördüğünde kusmamalı, ceset gördüğünde geceleri uyumayı öğrenmeliydi. Bunlar yeğeni için zor şeyler değildi. Zihin olarak Toprak ona hiçbir şey öğretmemişti.
Eva zaten korku hissini hissetmezken Toprak'ın bile çekindiği birçok şeyi yapabiliyordu.
Dayısı onu ruhen değil bedenen eğitiyordu.
Kan görünce Eva korkmazdı, cesetle yan yana geldiğinde bırak geceleri uyuyamamayı o cesetle geceyi sabah ettiği bile olmuştu çünkü Eva ölünün değil dirinin daha tehlikeli olduğunu dayısından öğrenmişti.
Beraber geçirdikleri ilk ay değildi bu. Eva kendisini bildi bileli dayısı ona hep bir şeyler öğretmiş hep daha iyisi olması için çabalamıştı.
Ablasının kalktığı koltuğa kendisini attı. Bakışlarındaki ifadesizlik perdesi inmiş yerine büyük bir şefkat oturmuştu, yeğeninin yüzüne gelmiş olan kızıl tutamları kenara iterek daha kendi dudağındaki ve burnundaki kanamayı durdurmamışken Eva'nın yarasına pamukla acıtmadan minik dokunuşlarla sildi. Gazlı bezi ufak ufak bastırsa da yarayı yakacaktı. Eva yüzünü memnuniyetsizce buruşturunca dudağını kenarı kıvrıldı yeğeninin kir pas içinde olmasını umursamadan alnına minik bir öpücük bırakıp yaralarına tek tek pansuman yaptı. Buraya gelmeden öncede yapmıştı fakat tekrardan yapılması şarttı. Kendisi mi? Bırak yarayı, yüzü ne halde diye aynaya bile bakmamıştı.
Önceliği yeğeniydi. Eva'nın iyi olmasıydı.
Ablasının ağlamasını bekleyemezdi. Bakışları Eva'nın sağ eline düştüğünde bitkince yere yığılmasına rağmen sıkı sıkı avcu içinde tuttuğu bıçağını görünce göz devirdi. On beş yaşındaki bir kızın nasıl hastalık derecesinde bıçaklara hasta olabildiğini anlamıyordu. Tamam kendisinin de çok normal olduğu söylenemez ama bu kızın odasında on iki binlik bir bıçak zulası vardı. Eva'nın bıçak koleksiyonu en çok da ablasını korkutuyordu. Hanım hanımcık, cicili bicili kızı olacağını sanan ablasına bıçaklı silahlı zulası olan kızı Eva şoku.
"Ben yaparım sen git bir şeyler ye. Açsınızdır kesin." Dile kolay üç gündür ağzına tek lokma yemek sürmemişti.
"Kızıl uyandığında beraber yeriz." Dedi soğuk bir sesle ablasına. Yanına gelip önünde diz çökerek alttan yaşlı gözlerle baktı kardeşine. Merhametsiz bakan soğuk gözlerinin ardındaki o kocaman yüreği hiç şüphesiz çok iyi b iliyordu. Kendisini ablası dahil herkesten gizlemeyi başaran toprak bir tek elinin altındaki baş belasıyeğeninden gizleyemiyordu. Görüyordu Senem. Kardeşinin kızına bakan gözlerindeki o büyük sevgiyi görüyordu. En çok da bundan korkuyordu.
Birbirlerinin kalbi bileği olmuş olan bu iki çocuğu birbirlerinden ayıracaklar diye çok korkuyordu.
"Oğlum sen bir şeyler ye hadi, birazdan yaralarına bakalım senin de ama önce karnına birkaç lokma bir şey girsin." Dedi Samet yumuşak bir sesle.
Öfkeliydi.
Yerinde bir öfkeydi de.
Kim çocuklarını bu halde görmek isterdi ki, ama mecburdu.
Eva'nın kendisini korumayı, tek başına olmayı öğrenmek zorunda olduğunu bilmek Samet'in kalbine öyle bir acı dolduruyordu ki dışarıdan görünen dik duruşunun aksine içinde iki büklüm olmuş bir baba yüreği olduğundan kimsenin haberi yoktu. Oğlu ve karısı haricinde.
Toprak öz oğlu olmayabilirdi fakat Eva'dan bir farkı yoktu Samet'in yüreğinde. O da ciğerinden bir parçaydın ve Eva kadar onunda bitkin ve güçsüz olduğunu görebiliyordu şu an. Çünkü ona bakınca gençliğini görür gibi oluyordu bazen. Yorgundu ama güçlüydü, bitkindi ama yıkılmazdı, aralarındaki tek fark Samet'in onun yaşında iken omuzlarında bu kadar yükü yoktu. Evet çok zorluk çektiği saklanamaz bir gerçekti fakat Toprak bu kadar yükü taşımak için çok küçüktü.
On dokuzuna girecekti ama yükü nice yaşlara sığardı.
"Ablam beni yanlış anladın." Dedi Senem titreyen sesiyle kardeşinin ellerini elleri arasına alarak. Şu an Toprak'a kendisini suçlu hissettirdiğini düşünüyordu. "Biliyorum böyle olmak zorunda ama ama.."
"Evet biliyorsun abla. Tıpkı bir gün onların geleceğini bildiğin gibi." Senem sustu
"Ne olacağını sanıyorsun sen orda? Eva'yı güllere çiçeklere sararak mı karşılayacaklar, orada kardeşimin başına neler gelebilir aklın hayalin alıyor mu senin?" dedi belki Toprak ilk defa ablasına duyduğu saygı çerçevesinin dışına çıkarak. "Abla biz en büyük suçu arkamızda suçu olmayan suçsuzlara bedel ödeterek işledik. Her şeyin bir bedeli olacak vakti zamanı geldiğinde ve ben o bedeli kardeşime ödetmeyeceğim! Ben suçu olmayan suçsuz kızılama tek bir bedel ödetmelerine izin vermeyeceğim. Benim kardeşim kimsenim önünde diz çökmeyecek. Benim kardeşim kimsenin biçtiği kadere razı gelmeyecek benim kardeşim gün gelip devran döndüğünde kimsenin kölesi olmayacak." Toprak belki ilk defa sesini ablasına bu kadar yükseltiyordu.
"Kızıl bizim günahımızın sorgusuna girmeyecek. Kızıl, benim kardeşim ne o dünyada ne de bu dünyada her zaman yıkılmayacak."
🥺
Beni dünyaya getiren annem ve babam dışında güvendiğim tek dağım Toprak Kırcalıydı.
Elimden tutan, büyüten, anlatan ve öğreten beni güçlendiren, çocukluğum deyince ismi zihnimde altın harflerle beliren insandı.
Hayatta beni en çok zorlayan, ölümün kıyısına kadar getiren, alnıma silah dayasa, boğazıma bıçağını yaslasa bile güvenimin milim kadar eksilmeyeceği tek insandı Toprak Kırcalı
Ben Toprak Kırcalı'nın eseriydim
Ben yosunun kızılı
Abisinin kardeşiydim
Peki şimdi ne olmuştu
Güvendiğim dağlara kar yağmıştı sanırım. Solmaz dediğim çiçeğim bükülmüş kurumaz dediğim dalım çatlamıştı. Sahi neden böyle olmuştu? Tüm bunların olması, annemin, babamın, yosunun beni yıllardır kandırıyor olması nasıl bir gecede takır takır önüme dökülerek gün yüzüne çıkmıştı.
Evet yıllardır. Bir gün değil, bir ay değil, bir yıl değil, öz ailem ben doğdum doğalı ayakta uyutmuştu
Beni kandırmıştı.
Onlara karşı çok kızgındım, en çok da kırgın. Bana bu duyguyu hissettirdikleri için bile öfkeliydim onlara
Çünkü ben kırılmazdım. Ben insanlar tarafından dışlandım, istenmedim, çoğu kez farklılaştırıldım ama insanlar tarafından hiçbir zaman kırılmadım
Çünkü beni kırabilecek kişiler içimdeki en değerli köşeyi verdiğim insanlardı ve ben benim için değerli olanı bana değersiz davranana vermezdim.
Eva Efnan'ı kırabilecek tek insanlar kalbinde yeri olan insanlardı ve benim kalbim ailemdi.
Beni param parça eden ise yine en değer verdiklerimdi.
Son bir adım kalmıştı. Kendi içimde ve insanlara tanıdığım üç hak vardı ve bu evrenin başıma getireceği son hakkı kalmıştın
İlki yalanların içinde yaşadığımı gün yüzüne çıkartıp önüme koyması
İkincisi sırtımı yasladığım dağı sarsmasıydı
Evet başıma gelen bunca şeye rağmen üç adım sınırımı aşan en büyük etken bunlardı
Üçüncüsü olduğunda evrenin bana benim evrene verdiğim hak bitiyordu.
O zaman olacaklar ise tanrının yazdığı kaderde kulun yaşayacağı cihanda ortaya çıkacaktı.
Ellerimin arasındaki zincire uygulayacağım en ufak güç duvara tutunarak zorla ayakta duran herifin boynunu gövdesinden ayırarak zaten yerlerde olmaya layık olan kellesini önüme yuvarlayacaktı. Gırtlağından gelen hırıltılı bir sesle nefes almaya çalıştı fakat izin vermedim.
"Şimdi söyle bakalım kim kimi sike sike öldürür bu delikte." Alaysı sesim ve merhametin yoksun olduğu bakışlarım elimin altındaki adamı it gibi titretti. Dizimi kasığına geçirdiğimde acıyla yere çökmek istedi ama boğazına yasladığım zincirle onu yukarıya çekiştirerek acısını yaşamasına bile izin vermedim. Bacaklarını birbirine bastırarak acıyla inlediğinde dizimi üst bacağına yavaşça dokundurup okşar gibi yaptım. Dudaklarımda müptelası olduğum o, alayın her tonunu taşıyan gülüşüm vardı. Dizimi bacağına bağına geçirip yukardan boğazını sıkarak hırıltılı nefesinin daha da kesilmesine izin verdim. Ellerini kaldırmaya çalıştığında bacağına olan baskımı geri çekerek ayaklarımın dibine düşmesini sağladım. Artık önümde diz çöküyordu.
"Şimdi." Dedim bana ait olan ama derinlerden gelen karanlık bir sesle. "Bana öyle bir bilgi ver ki boynunu gövdene bağışlayayım." Zinciri gevşettiğim adam derin bir soluk aldığında öksüre öksüre geri verdi nefeslerini.
Kulağına doğru eğilip hislerin arındırıldığı duygusuz tonumla konuştum. "Bana öyle bir şey ver ki canını sana bırakayım." Titreyerek bana bakan Tural öksüre öksüre zorlukla konuştu
☠
"Şemsi senin sürünerek geldiğin yolları sikeyim duydun mu beni!" diyerek çıplak ayak bastığım dikenli yollara ve yanımda mal gibi sürünen şemsiye sövüyordum. Hava tam aydınlanmamıştı ama bir saate aydınlanır diye düşünüyordum. En azından önümüzü görebiliyorduk!
"Sen sanıyorsun ki şemsi çok rahat. Ulan senin sadece ayakların değiyor yere ben komple yerden geliyorum ya." Haklıydı.
"Sen alışkınsın sürünmeye."
"Sen benden daha çok sürünüyor gibisin ama." Yine haklıydı pezevenk.
"Benim senin gibi kalın derim mi var şemsi? Ayaklarıma hep diken battı."
"Bendeki de demirden değil ya." Her boka cevap veriyordu bu sürüngen kırması da.
Ona ters ters bakarken yerdeki bitkinin dalının ucunda olan top şeklindeki şeyler dikkatimi çekti. Şemsi sürüne sürüne giderken eğilip bitkiyi inceledim. Bitkinin dalındaki top şeklini andıran meyvesine bakarken tam top şeklinde değil de içli köfte şeklinde olduğunu gördüm. Benzetmeme laf etmeyin üç gündür açım aklıma başka bir şey gelmiyordu. Kopardığımda aslında avucumu aldım birkaç tanesini, avcumu doldurmayacak
kadar küçüklerdi ama meyve değildi bence. Hafifçe sıktığımda içindeki hava sıkışıp köfte şeklinde olan meyvenin ucundan bir şey pıs sesiyle fırladığında "Kız neredesin ben süründüm gidiyorum bir baktım arkamda yoksun-" şemsinin lafı tamamlanmadan meyvenin ucundan fırlayan şey tam alnının çatısına çarpı verdi. Ağzı beş karış ağzı beş karış açık kalan şemsi bana şokla bakarken dudaklarımdan hayvansı bir kahkaha döküldü. Nişan almadan bile hedefi on ikiden vurabiliyordum. Şemsi hala bana şokla bakarken olmayan kaşlarını çatarak üzerindeki şoku atlattı.
"Aptal insan kızı!" diye tıslayarak üzerime gelecekken elimdeki diğer meyveyi nişan alır gibi ona doğrulttum. "Yeminle delerim alnının diğer köşesini de."
"Aptal insan kızı!"
"Benden daha aptal olan hayvan oğlu." Şemsi kafasını yere sürterek alnındaki bitkiden kurtuldu.
"Mükemmel derim olmasa şu an tırtıs otunun dikeni bana saplanacaktı"
"O kim, akrabanın adı mı?" dedim gıcık bir sırıtışla
"Elindeki zıkkımın adı!"
"Aaa bunun adı tıstıs mı?" şemsi hala kafasını topraklara sürterken bir saniye durup en bıkkın bakışını bana yolladı.
"Tırtıs."
"Ne haltsa." Elimdekileri alıp cebime koyduğumda kafasını güya temizlemiş şekilde bana baktı.
"Ne yapıyorsun?"
"Eğlenceli bir şeye benziyor lazım olur." Dedim sırıtarak.
"Bana karşı kullanırsan seni kuyruğumla kırbaçlarım."
"Kafamı attırırsan neden kullanmayayım." Elimi şakağıma bastırıp delmek ister gibi hareket ettirdim.
"Normal hayatında da bu kadar öfkeli bir insan mısın?" ters ters baktım.
"Normal hayatımda çok sakin ve mülayim bir insandım. Sizin hayatınız anormal olduğu için sana öyle gelmiştir." Nezarethanedeki Yosun ve Kızıla buradan bolca selamlarımı yolluyordum. Zero sakinlik yani.
"İnandırıcı gelmedin. Ayrıca o sinirle herifi öldüreceğine emindim."
"Katil değilim."
"Olmayacağının garantisi yok." Düşünceli sesiyle mırıldanışını anlamadım.
"Duyamadım."
"Yok bir şey. Şimdi nereye gidiyoruz?" dedi merakla.
"Saraya."
"Saraya?" dedi şaşkınca
"Evet saraya." Dedim gayet sakince
"Kızım oradan kurtulmuşken kendi ayağınla dönecek kadar aptal mısın? Tamam tek başına dışarıda yapamayacağının farkındayım ama baş rol kızlar cehenneminden kurtulmuşken tekrar oraya ayağıyla gitmezler diye biliyorum ben." Hafifçe güdüm
"Hangi kitapta yazıyormuş o?"
"Ne bileyim ben." Dedi alay ettiğim için ters ters
"Benim kitabımda cehennem zaten başrol kız. Cehennemi gittiği yere götürmekte onun için bir zevk."
"Eva oradan kurtulmak için son şansın olabilir." Beni vaz mı geçirmeye çalışıyordu bu yılan?
"Dışarıda yapamayacağımı söylemedin mi?" dedim gerçekle alakası olmayan bir gülüşle "Gebereceğime çok eminsin."
"Başka bir kız olsa hayatta kalamaz belki fakat sen yaparsın." Dedi beni incelerken düşünceli bir sesle "Sahi sen tüm bu donanımı nereden edindin. Yaşında küçük, bu kadar dövüş bilgisini ananın karnında öğrenerek çıkmadın herhalde?" içimdeki şeytan derinlerden gelen kahkahası karanlık koridorlarda yankılanarak kulağıma ulaştı.
Sorduğu soruyu es geçtim. "Sen gerçekten kaçamadığım için mi o sarayda kaldığımı düşünüyorsun?" dedim gülerek.
"Esir değil misin sen kızım? "
"Onlar öyle sanmaya devam edebilir."
"Eva kafamı allak bullak ettin." Dedi gerçekten karışmış bir sesle.
Alaysı gülüşümü ifademden kaldırdım. "Şemsi, ben istersem o saraydan kimsenin ruhu duymadan çıkar giderim."
"Niye kurtulmuyorsun peki esaretten?"
"Çünkü bana kaçmayı değil üstüne yürümeyi öğrettiler. Sırtımı yasladığım dağıma ihanet etmem ben şemsi, arkamda kimseyi bırakamam."
"Yaşayamazsın insan kızı, yaşatmazlar böyle seni bu ülkeyi tanımıyorsun." Dedi endişeli bir sesle.
"Bu ülkede bu evrende henüz beni tanımıyor sürüngen, Eva Efnan'ı tanımıyor."
Saatin biz çıktığımızda dört civarı olduğuna eminim. Ve neredeyse iki saattir yürüyorduk hava aydınlanmış güneş gök yüzüyle buluşmuştu fakat biz bu siktiğimin sarayını bulamamıştık.
"Şemsi yolu bildiğine emin misin sen?"
"Tabi ki kızım istesem sana buranın haritasını çıkartırım."
"O haritaya da aynı yolları ve aynı taşı dönderip dönderip koyar mısın şemsi?" dedim ters ters
"Ne taşı kız?"
"Kaldırım taşı Şemsi! Ne taşı olacak yanından üçüncü kez geçtiğimiz taştan bahsediyorum!"
"Nerden biliyorsun aynı taş olduğunu üstünde adı mı yazıyor?" bu yılan beni öldürüyordu.
"Kaybolduğumuzu tahmini ne zaman fark edeceğini bekliyorum iki saattir." Öfkeyle kuyruğunu yere çarptı.
"Sence şemsi çift diken kaybolur mu?" yılanların ne zamandır soy adı vardı?
"Şemsi çift dikeni bilmemde Şemsi çatal dil kaybolmuş gibi görünüyor buradan." Dedim iğneleyici bir sesle. Ağzını açıp hiçbir lafın altında kalmadığı gibi bununda altında kalmayacaktı ki duyduğum sesle işaret parmağımı hızlıca dudaklarıma bastırıp sus hareketi yapıp gizlenmesini işaret ettim. Gelen seslere bakılırsa iki kişiydiler. Şemsiyi onlara yediremezdim.
"Bana diyeceğine sen saklansana." Dedi kızgın sessiz bir sesle.
"Bana bir şey olmaz."
"Bana ne olabilir ki!"
"Senin dilini ikiye ayırırlar. Hem burada olman daha tehlikeli."
"Seni koruyacağım!" dedi. Sanki ben onun korumasına muhtaçtım sürüngendeki havalara bak. Ayrıca şu an şakağıma saplanan ağrı niye böyle ağırlaşmıştı. Elimi kaldırıp başımın iki tarafına bastırdım. Bir taraftan da şemsiye laf anlatmaya çalışıyordum.
"Şemsi defol git bir ağacın arkasına gizlen birisi görmesin seni hadi!" fısıltı şeklinde ona kızdığımda homurdanarak en yakınımdaki ağacın deliğine sokulup başını dışarıya çıkartarak baktı.
"Öyle olmaz şemsi şahlanarak dikil heriflerin önüne öyle daha az dikkat çekersin!" kafasına vurarak onu da içeriye sokmasını sağladım. Adım sesleriyle birlikte gelenlerin sesleri de duyuldu. Daha doğrusu tartışmaları
"Amına koyduğumun salağı kim dedi sana o direğin yanına işe diye."
"Ulan sıkışmıştım ne yapsaydım?" dedi diğer erkek sesi de.
"Ulan direk dediğin komutanların kol eklem hareketi için ısındığı spor aletinin koluydu!"
"Amına koyduğumun direğini yere çakmasaydılar o zaman Mahpuşt."
"Ağzını siktiğimin dangalağı adım Mahbup lan benim!" ne diyordu bu salak herifler. Adım sesleri yaklaştıkça yavaş yavaş görüş açıma girmeye başladılar, onlar tartışmaktan beni görmüyorlardı.
"Ne sikimse artık. Babanla aranda sorun mu vardı amına koyayım o nasıl isim." Dedi görüş açıma giren kumral saçlı üstünde muhafız olduğu belli olan kıyafetleri olan adam. İkisi de tanıdık kıyafetler içindeydi, bunlar Ateş krallığının muhafızlarıydı.
"Bana diyen herifin adı İcaz, adında bile hayır yok-" derken beni görmeleriyle ikisi de susup beni incelemeye başladılar.
Ağızlarından bana karşı dökülecek her türlü yılışık ve laubali kelimeye kendimi hazırlamıştım ki iki genç muhafızda bana bakarken kaşları hafifçe çatıldı ve beklemediğim o cümleyi kurdu adı İcaz olan adam
"Bacım bu saatte ne edersin be koskoca ormanın içinde."
"Ne varmış ki saatte?" dedi Mahbup, İcaz Mahbup' a ters ters baktı.
"Kargalar bile sıçmamıştır daha Mahpuşt."
"Sana ne amına koyayım hayvanın sıçıp sıçmamasından? Ayrıca o ağzını sikerim düzgün söyle şu adımı." Onlar tartışırken boş boş suratlarına bakıyordum. Şemsi ağacın yanında ki delikten sessizce fısıldadı
"Niye hiç normaline rastlamıyorsun?" Hayvan haklıydı.
"Ne bileyim amına koyayım akıllısı beni bulmaz delisi götümden ayrılmaz." Sessizce şemsiye cevap verdiğimde muhafızlar tartışmayı bırakıp bana döndüler.
"Seni bu hale kim getirdi?" dedi İcaz yüzümdeki ve tenimdeki yaralara bakarak.
"Hangi orospu çocuğu şaftını kaydırdı bacım söyle biz de gidelim onu hayatını kaydıralım." Dediğinde şemsinin hain gülüşünü ben duysam da onlar duymamıştı.
Dişlerimi sıkarak şemsinin olduğu ağaca döndüm ama uyuz sürüngen dibimizde olmasına rağmen çok iyi gizlenmişti "Şaftım mı kaymış!" öfkeli sorum şemsiyeydi ama üstlerine alınan salak muhafızlar konuştu
"Vallahi bacım sağdan baktığında kışlar deresi soldan baktığında ayılar tepesi gibi olmuş şaftı-" İcaz konuşan arkadaşının omuzuna yumruğunu geçirdi.
"Geri zekalı karşında karı var!"
"Amına koyduğumun salağı karı mı denir ona bayan!"
"Beyler ikinizin de şaftını kadın ve bayan arasındaki algı idrakine sokarım." Dedim ciddiyetle. Kendimi Elyesa gibi hissediyordum şu an.
"Eva istersen onları boğabilirim." Şemsinin sesine göz devirdim
"Kendi sarayının askerini mi boğacaksın?"
"Benim sarayım değil ki." Haklıydı
"Kendi ülkenin muhafızını mı boğacaksın?"
"Daha önce boğdum." Çok profesyonel, opsiyonel yani.
"Kafasına çok vurmuşlar ellam görür müsün mahpuşt kendi kendine konuşur garibanım." İcazın bana bakan üzgün ve acıyan bakışlarına karşılık sabır çektim. Bu çatal dilli sürüngeni bir tek ben mi duyuyordum!
"Bacım kimsin sen kimlerdensin?" dedi Mahbup
"Hadi onlara şeytanın kızıyım dememden şeytanın kızı olduğunu kanıtla." Şemsinin sesiyle deliye döndüm
"Şeytanın kızı mıyım ben şemsi!"
"Değil misim?" ben bu yılanı süründürürdüm! Ağaca boş bakışlar atan Mahbup ve İcazın kafası daha da karıştı, her şey çok normalmiş gibi şemsinin dibine saklandığı ağaçta lafa atladı.
"O sen misin yoksa?" Bir sen eksiktin odun sülalesi şu an.
Herkes ayrı bir şey söylerken muhafızlar artık zır deli olduğumu düşünmeye başlamıştı.
Benim bile kendimden şüphelerim vardı onları suçlayamazdım.
"Beni saraya götürür müsünüz? Yolu karıştırdım." Yalandı. Eğer burayı bir kere öğreneyim taşından otuna kadar unutmazdım. Daha önce buraya gelmediğim için bilmiyordum.
Öyle ki her boku kaydeden bir beynim vardı.
"Sarayın görevlilerinden misin?"
"Oradan birisi mi seni bu hale getirdi?"
"Birisi tehdit mi ediyordu?"
"Kaçırdılar mı?" ikisinin arka arkaya sorduğu sorular çoğaldıkça çoğaldı. Şakaklarımın iki tarafını delmek ister gibi vuran sızı boynuma doğru kayınca yüzümü buruşturarak boynuma götürdüm elimi.
Hiç sırası değil migrenim inan hiç sırası değil. Ayrıca bu salakların beni tanımayışı beni şaşırttı mı sevindirdi mi bilemedim.
Genelde yüzümü gören sen o kızsın diyordu.
"Gözlerinde lens var Eva. Şeytanın emaneti olan kan damlalarını henüz görmedikleri için seni tanımıyorlar." İç sesimin fısıltısına hak verdim.
Lens üç gündür gözlerimdeydi ve şimdiye gözümün içini mahvetmişlerdi.
"Beni saraya götürün lütfen." Dedim bıkkınca. Kafamın içinde bir sürü kişi aynı anda konuşuyormuş da beynimin duvarlarında yankılanarak tekrardan çoğalıyormuş gibi dumanlıydı başım.
Yol boyunca başımı beynimi yiyen muhafızlara kulak asmadım. Bir süre sonra tekrardan birbirlerine sarmışlardı. Neyse ki on dakika içinde sarayda olmuştuk. Kapının önüne geldiğimizde demir kapı muhafızları geçmemize izin vermediler. Daha doğrusu benim geçmeme izin vermediler.
"Kim bu kadın?" dedi kapının önünde zebellah gibi dikilen herif.
"Ben-" demiştim ki
"Sana sormadım!" diye kükredi "Kim bu İcaz?"
"Ne bağırın bee!"
"Komutanım ormanda bulduk yardıma muhtaçtı bizde aldık." Sanırsın yolda bulduğu kedi yavrusundan bahsediyordu. Ayrıca söz hakkı verse ben izah edeceğim yani.
"Ulan piç kurusu yolda bulduğun her sürtüğü toplayıp saraya mı getireceksin?"
"O bize ne dedi!" Sakin kal Eva, adamın gırtlağını sökmek gibi bir düşüncen yok
"Komutanım biz yardıma ihtiyacı var diye-" muhafızın lafını tekrardan bağırarak kestiğinde söylediği cümle ile artık bende şarteller koptu.
"Sikerim lan yardımını sen salak mısın amına koyayım! Nerde becerdiyisen-"
"O LAFINI TAMAMLARSAN SENİ ÖYLE BİR SİKERİMKİ ERKEKLİĞİNDEN UTANIRSIN!" Belimdeki bıçağı bile çıkartmaya gerek duymadan elimi boğazına sardığım adamı arkasındaki duvara çarparak yasladım. Yan taraftaki adamlar üzerime atılacakken tekrardan bağırdım "YAKLAŞANI SİKER ATARIM DUYDUNUZ MU LAN BENİ!" Boğazım parçalanırcasına bağırdığımda askerler yerinde çakılı kaldı. "Tek bir adım dahi atarsanız bu orospu çocuğunun boynunu yedi yerinden kırarım." Yüzümü adama döndüğüm de bakışlarım da ne gördü bilmiyorum ama yutkundu. İki katım olan adam ellerim arasında zorla yutkundu.
"Kimsin sen niye geldin?" dedi boğazını sıktığım için hırıltıyla konuşarak.
"Azrail'in demek çok isterdim de senin gibi ruhu sikik bir herifin ruhu bile bok içindedir."
"Yabancı kız sakin ol. O bizden birisi ve biz sana zarar vermedik." Dedi mahbup beni sakinleştirmek ister gibi.
"Yabancı kız ne amına koyayım?" icazın ters sesine göz devirdim
"Adını mı biliyorum sanki mahpuşt ."
Ağzının aklına bağlanan damarını sikeyim senin."
"Komutanımız yabancı bir kızız altında kalmış senin derdin boktan ismin mi?"
"Sen ismimden daha boktansın."
"Lan ben seni-" öfkeyle elimin altındaki adamı yana fırlattığımda tökezleyen adam zorla da olsa dengesini sağladı.
"Tek bir kelime daha ederseniz hepinizi doğduğuna pişman ederim. Beni Karahan'a götüreceksiniz, ŞİMDİ!"
"Sen bize emir veremez-"
"ŞİMDİ DEDİM!" diye öyle bir bağırdım ki sesim boşlukta yankılanacak sandım. Etrafımıza doluşan muhafızlar ne yapacaklarını bilmez bir şekilde birbirlerine bakarken arkadan Mavinin sesi yükseldi
"Çekilin lan kızın önünden." Yönümü ona döndüğümde Mavinin ifadesinde ilk defa gördüğüm bana karşı olan bir endişe parıltısı vardı.
Mavi
Evet bildiğimiz Mavi benim için endişelenmiş miydi?
Buna kargalar bile inanmazdı.
"Bugün şu kargalardan ne istiyorsunuz anlamıyorum, hayır hayvanların konuyla bir ilgisi de yok." İç sesime aldırış etmedim.
"Mavi hekimim biz yabancı diye kabu-"
"Prenses Afranı kurtaracak tek kişi mi bu saraya yabancı Esef?" diyerek sertçe az önce bana sürtük damgası vuran pezevenge sordu. Esefin bakışları tekrardan bana döndüğünde bakışları gözlerime dokundu.
"Onun kan kırmızısı gözleri olduğunu söylemişlerdi hekimim. Bu kızın gözleri bahsettiğiniz kızla uyuşmayınca bende kendisini acındırarak saraya girmeye çalışan bir ajan sandım bu küçük kızı." Mavi bir adım yaklaşarak Esefin önünde durdu. Eseften daha uzundu ama aralarında uçuk bir boy farkı yoktu.
"En azından Arsal ve senin gibi değil. Adamın yanında çay paketlerinin kenarına bağlanmış hediyelik bardak gibi duruyorsun." İç sesimi boğabilseydim keşke
"Küçük dediğin kız seni öyle bir savurdu ki az önce buradan sarayın önüne kadar seriliyordun." Dediğinde işte asıl şoku şimdi yaşıyordum. What?
"Ona bir daha böyle bir muamele yaptığınızı görürsem işin sonuyla efendimiz Arsal ilgilenmek zorunda kalacak." Mavi muhafızları tehdit ederken onu umursamadan içeriye girerek öfkeyle adımlamaya başladım.
Bu aptallar birinin savunmasına muhtaç olduğumu sanıyorsa yanılıyor.
"Eva! Eva bekle beni." Arkamdan gelen mavinin sesine doğru orta parmağımı kaldırdım. Koşarak yanıma yetiştiğinde konuşmak için ağzını açtığını hissettiğim an yüzüne bile bakmadan konuşmasına engel oldum
"Sakın bir daha beni o prens bozuntusu adı altında birisine karşı koruma, damarındaki alyuvara kadar sikerim."
"Bugün fazla mı küfür ediyoruz sanki başkan. Sakin." İç ses haklıydı fakat sinirim öyle tepemdeydi ki bırak sövmeyi birinin iflahını kaydırana kadar dövsem yine sakinleşmezdim. Ayrıca başımdaki ağrı ve midemdeki bulantı beni daha kötü etkiliyordu.
"Ben sizin gibi onun prensliğinin arkasına sığınacak kadar onursuz değilim." Dediğimde yanımdaki adam dona kalsa da onu umursamadım.
"Ağır oluyor kızıl, şeytan yavaş gel. Acın var ağrın var diye alttan alıyorum damarıma basıyorsun." Durup ona döndüğümde gözlerim cayır cayır yanıyordu artık.
Ayakta duruyor olmam iyi olduğum anlamına gelmezdi. Yüzüm gözüm yara bere içinde sırtımda işkencenin izleri vardı, tüm yaralarım açık ve pansuman görmediği için mikrop kapmıştı. Sağ göğsümün altı acıyla sızlıyordu, orada piç kurusunun birinin bacak arasına attığım tekme karşılığı sağ göğsümde sandalye kırmıştı, kırdığı tek şey sandalye olmamıştı, birkaç kaburgamı çatlattığına eminim, üç gündür aralıklarla karnıma saplana geçmek bilmeyen kramplar içimi allak bullak etmişti. Gözümün önüne aralıklarla inen karartılar çok kısa sürse de anlık olarak algılarımı durduruyordu.
"Bende basılacak damar bırakmadınız siz ama Semdar." Dedim tıslayarak üzerine yürürken "Şimdi beni o piç prensinin yanına götür."
"İyi değilsin. Yaralarına bakmalıyım ilk önce. Arsal ile sonra hesaplaşırsın." Dudaklarımdan alaysı bir kahkaha kopup geldiğinde dudağımın kenarındaki patlak yüzünden yüzümü buruşturdum. Orospu çocukları.
"Beni Arsal'a götür. Şimdi." Dediğimde susmak zorunda kaldı, elini öne doğru uzatarak beni saraya değil sarayın başka bir bölümüne götürmeye başladı.
Öfkeli adımlar atarken görüş açım bir anlık da olsa puslanınca gözlerimi ovuşturdum. Sakin kızım Eva üç gündür dayandın daha da dayanırsın. Nelere dayanamadın ki?
Adımlarımız bir tabur askerin olduğu eğitim alanına gelince son buldu. Burada bir taburdan fazla asker olduğuna eminim.
Askerler sanki asker değilmiş gibi bir rahatlıkla uzun bir bankta karşılıklı oturuyor karşılarındaki Elyesa öfkeyle onlara bağırmasına rağmen hiçbiri iplemiyordu.
"Kora komutanım gelmedikten sonra hiç kimse kılını bil kıpırdatmayacak Eyesa Hanım." Dedi, aralarından birisi
"Kora komutan yoksa bizde yokuz." Dedi biriside.
"Siz beni anlamıyor musunuz?" dedi Elyesa öfkeyle "Ne anlatıyorum iki saattir!" Elyesayı çıldırttıkları aşikardı.
Ne olduğunu merak etsem de sorma gereksinimi bile görmeden adamların içinden öfkeyle gidip arkada dikilen üçlüye ateş saçan adımlarla ilerledim. Askerler bana şaşkınca bakarken benim yürüdüğüm yerde Arsalı gördükleri an aceleyle ayağa kalkıp toparlandılar. Elber ve Akın gelişimden hayrı alamet şeyler olmayacağını çıkarmış gibi hareket edeceklerdi ki Arsal onları durdurdu. Haspam!
"Sen!" dedim patlama noktasına varan öfkemle. Belki çoktan patlamıştı!
Adımlarım yere sert basarken saliselik bir zaman dilimin de zemin ayaklarımın altından kayıyormuş gibi öfkeli adımlarım sekteye uğradı. Yerimde duraklamak zorunda kaldığımda arkamdan yaklaşan Maviyi hissettiğimde elimi kaldırıp "Sakın!" dedim hırıltıyla. Karnıma saplanan keskin sızıyla iki büklüm olmak için kıvranan vücuduma izin vermedim. Şu an sırası değildi üç günü deviren vücudum bana dördüncü gün ihanet edemezdi. Direncim bu kadar düşük değildi! Ellerimin titrediğini hissediyordum, boğazıma doğru yükselen acı tat kendisini atmak için yanıp tutuşurken görüş açımdaki pus çoğaldı.
"Evaa." Yükselen ses Akından mı yoksa Maviden mi geliyordu bilmiyorum ama elimi bir kere daha kaldırıp dur işareti yaptım yaklaşan kişiye. "Eva iyi değilsin, sakin ol."
"SAKİNİM BEN!" göğsüme batan bu hançerler de neydi? Niye ucu kalbimi deşiyordu.
"İyi değilsin şeytanın kızı." Herkesin sesi birbirine girmişken kalabalığın arasından çekip çıkardığım tek ses onun oldu ve şakaklarımı ovuşturarak ona döndüm. Endişeyle bana yaklaştığında bana olan yalancı ilgisine acılarıma rağmen dayanamayıp bir kahkaha kopardım. Bilen bilir ki bir insanın son noktada olduğunun en büyük göstergesiydi bu.
"Üzüldün mü?" dedim acıdan hırıltılı çıkan sesimle. Bir gülüş daha kopup dudaklarımda can bulduğunda Elyesa'nın endişeyle "Eva sakin ol lütfen, konuşalım ama şu an iyi değilsin." Dediğinde ondaki sahte endişeyi duyunca yukarlarda olan öfkem arşa vardı.
"İyi değilsin şeytanın kızı. Sakinleş." Ne ara yakınıma geldiğini bilmediğim adam dibimdeydi
"Çok mu üzüldün kralın oğlu?" acılarımı bastırmaya çalışan alay göz pınarlarımı yakıp kavurdu.
"Beni o orospu çocuğunun önüne yem olarak atarken üzgün görünmüyordun, ya da bana yalan söylerken hiç birinizin gözünde bir hüzne rastlamadım ben." Bakışları yüzümün her miliminde gezinirken suratımda kuruyan ve hala akmaya devam eden burnumdaki kana bakarken dişlerini sıktı.
"Niye yaptın bunu kendine." Diye fısıldadı sadece benim duyabileceğim bir sesle. Bunu bana değil de kendi kendine konuşur gibi söylemişti, bakışları siyah lenslerin olduğu gözlerime kaydı. "Niye o adamdan kurtulup bana gelmedin?" hesap soruyordu bana. Aslında oynadığı kumara rağmen benim ona gelmemi istemişti içten içe.
"Sen de bana gelmedin kralın oğlu." Dedim Mavi gözlerine bakarken. Bu bir hesaplaşmaydı, ikimizde birbirimize hesap soruyorduk ve görünen o ki ikimizde zararlı çıkmıştık bu kumardan.
Arsal Karahan kazanmasına rağmen bu kumardan zararlı çıkmıştı çünkü artık gözümde oluşturduğu tek profil düşman profiliydi. Ve ben hiç kimseyle düşman olmazdım. Sevmezdim belki ama hiç düşman gözüyle bakmamıştım kimseye, karşımdaki adam bana bunu öğretmişti.
Arsal Karahan bana düşmanlık nasıl olurmuş onu öğretmişti. Buradan aldığım ilk ders buydu.
"Sen niye bana gelmedin?" bana olan bakışları değişmedi. Çünkü ben her zaman ilk vaz geçilen taraf seçimde ilk kurban verilebilecek kişiydim. . Ben bu ülkede hiçbir zaman tercih edilen kişi olmayacaktım. Henüz hiçbir şeyi bilmediğimin farkındaydım, ama şunu çok iyi anlamıştım ki bu ülkede beni ancak ben koruyabilir beni bir tek ben ezdirmezdim.
Çünkü yalnızdım. Eva Efnan bu ülkede tamamen yalnızdı.
Göğsüme batan iğneler şakağımı delmek isteyen sızı algılarımı zayıf düşürüyordu. Bir iki adım geri yürüdüm, damarlarımdaki kan sanki kalbime isyan açmıştı. O kadar yara almıştım ki acının nereden geldiğini bile algılayamıyordum. Titreyen elim yumruk olduğunda öfkeyle etrafa baktım. Gözüme görünen herkes her şey kendisini gebertmemi ister gibi mi bakıyordu yoksa titreyen yumruğum bana bunu mu fısıldıyordu. Sol bileğimdeki o küçücük nokta vücudumdaki tüm acıları bastırıp avaz avaz ben buradayım der misali yanmaya başladığında bir iki adım geri sendeledim, ayağıma takılan şeyin bile ne olduğunu anlayamadan geriye doğru düşecekken belimden tutan iri el beni göğsüne çektiğinde başım güçsüzce göğsüne yaslandı.
"Vücudu yılanın zehrinden kurtulamamış Efendim. Hemen odama götürün, onu güçsüz düşüren damarında akan zehir." Titreyen vücuduma artık engel olamıyordum. Gözlerimdeki pus kendisini karanlığa bıraktığında başım geriye düştü ve dudaklarımdan akan sıvının kan olduğunu aşınası olduğum tadından anladım.
Ve beni bu hale getiren adamın kollarında bilincim beni acımasızca terk etti.
●●
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
●●
Gözlerinden süzülen bir damla yaş ile Eva'nın güzel yüzündeki yaralara pansuman yapıyordu Nar.
"Ah güzel kızım." Dedi elindeki pamuğu kenara bırakarak. Eva'nın saçlarını nazikçe okşadı "Ah kendisi güzel bahtı çirkin kız ah." Dedi Eva'nın alev kızılı mı yoksa kan kızılımı olduğu belli olmayan saçlarını geri iterek. Çayır yeşili gözlerinden bir yaş daha yanağına süzüldü. Çok üzülüyordu bu kıza. Hiçbir suçu yoktu. Öyle şeyler yaşamıştı ki hala nasıl dimdik durduğunu, her şeye rağmen nasıl gülebildiğini, nasıl yıkılmadığını anlamıyordu ama ona hayran olmadığını söyleyemezdi. Eva Efnan çok güçlü ve kendinden emin bir kadın profili çizmişti kafasında, bunu hakkını ise her zaman veriyordu. Eğer onun yerinde kendisi olsaydı ne yapardı hiç bilmiyordu. Şu an bile kendini öyle çaresiz hissediyordu ki yüreğindeki o korku onun cezasıydı.
Açılan kapının sesiyle hızla kendisini toparlayıp elini Eva'nın saçlarından çekti. İçeriye giren Mavi elindeki iğnenin ucunu kontrol ettikten sonra serumun içine aktarması için Nar'a verdi. Nar hekiminin dediğini hemen anlayarak Mavi konuşmadan istediğini yaptı. Mavi suratına bakmayan asistanına kaşlarını çatarak baktı. Nar eline yeni eldivenlerini geçirip hızlıca işlemi yerine getirdikten sonra boş şırıngayı tıbbi atık kutusuna attı.
Mavinin yüzüne bakmadan açtığı ilk yardım dolabındaki makasla Eva'nın üstündeki mahvolmuş tişörtü kesmeye başladı. Eva üzerinde siyah bir sutyenle kaldığında Mavinin hazırladığı ilacı karıştırarak Eva'nın diğer tarafına geçerek gözlerini aşağı indirdi. Bakışlarında herhangi bir arzu ya da istek yoktu öylesine bir şeye bakar gibi baktı Eva'nın üstüne. Sağ kaburgası el genişliğinde morarmıştı, teninin çoğu yeri darbe almıştı fakat kaburgası kırılmış veya da çatlamış olmalıydı.
Elini oraya götürdüğünde yanılmadığını anladı. Yavaşça yaraları ve morlukları kontrol ederken bir yandan da konuşuyordu "Büyük ihtimal çatlamış olmalı. Gama ışınını buraya getir, sternum ve costea bakmamız lazım. İyi durumda gözükmüyor. Bu halde nasıl ayakta kalıyor anlamış değilim. Çift başlı yılanın zehrini damarlarından arındırmamız lazım. Zehir direncini yerle bir etmiş, Serumuna dekstroz uygula-" Mavi duyduğu hıçkırık sesiyle elini Eva'nın yarasından çekerek başını karşısındaki asistanına dikti. Yeşil gözleri Eva'nın çürüklerle dolu olan vücuduna baka baka boncuk boncuk yaş dökmekle meşguldü.
"Neden ağlıyorsun?" Nar gözlerini Evadan çekerek nefretle baktı karşısındaki adama.
"Neden mi ağlıyorum hekimim?" dedi titrek sesiyle "Gerçekten soruyor musunuz?" Nar belki de ilk defa Maviye sesini yükseltiyordu. "Sizin hiç mi vicdanınız yok! Neden diye nasıl bu kadar kolay sorabiliyorsunuz! Onu bu hale el birliğiyle getirmişken nasıl kafanızı yastığa koyup vicdanınıza sırtınızı dönüyorsunuz anlamıyorum hekimim. Bana da söyler misiniz Eva üç gün boyunca işkencelerle boğulurken Elyesa Hanım Akın bey, siz ve prensim, nasıl." Dedi ağlaya ağlaya anlamıyormuş gibi "Nasıl içiniz rahat etti. Sizin merhametiniz nerde!"
Mavi şaşkınca baka kaldı Nar'a, asistanı ilk defa bu kadar çizgiyi aşıp ona karşı saygısını kenara atmıştı. Nar Balca belki ilk defa sarayın öne gelenlerinden hesap sormuştu
Eva için
Nar Balca, Eva Efnan için sesini bile çıkartamadığı hekimine hesap soruyordu.
"Nar ağlamaya bir son ver. Bana hesap sorabilecek bir konumda değilsin. Şimdi dediklerimi yap ve beni daha fazla sinirlendirme." Nar Mavinin acımasız sesiyle şoka uğradı. Onun kalpsiz, ruhsuz ve acımasız bir adam olduğunu zaten biliyordu fakat içinde bir yerlerde hep Mavi hekiminin iyi bir insan olduğunu düşünen bir tarafı vardı ve Mavi az önce asistanının bu tarafını tamamen yerle bir ettiğinden haberi yoktu.
Çünkü Mavi Sıraç Semdar alayının arkasına acılarını, öfkesinin arkasına endişesini gizlerdi.
Nar yaşlı gözlerle karşısındaki vicdan yoksunu olduğuna emin olduğu adama bakarken ondan gelecek olan cevap kapıya yaslana Elyesadan geldi.
"Asistanın haklı Semdar," dedi içeriye yavaşça bir adı atarak. "Söylesene, merhametiniz nerde sizin?" Mavinin öfkeli bakışları Elyesaya saplandığında Elyesa onun bakışlarına karşılık boş boş baktı, kahve gözleri yatakta siyah bir sutyenle yatan teni solgun görünen Evaya kaydı. Elindeki poşeti masanın üstüne bırakarak Evaya yaklaştı. Bakışları kızın çürüklerinde oyalanırken gözlerini ondan çekmeden konuştu "Nar, Akın seni odasına çağırıyor. Devamını ben Maviyle hallederim sen çıkabilirsin." Bakışlarını yaralarından çekemediği kızın üzerine eğilip kulağına doğru sessizce fısıldadı "Sen şişedeki kızı koruyun dedin ama ben yanınızdaki kıza sahip çıkın bile diyemedim be kızıl kafa. Affet."
Nar hiçbir şey söylemeden dışarıya çıktığında Elyesa Maviye yardım etti. Eva'nın yaralarına pansuman yaptı merhem sürdü ve Maviye çaktırmadan saçlarını okşadı ve en sonunda yaralarını sardı.
Mavi Eva'nın son kontrollerini yaptıktan sonra kendisini ikili koltuğa atmış olan Elyesa'nın yanına bıraktı.
"O iyi mi?" diye mırıldandı Elya gözleri yatakta olan kızdayken
"Değil." Dedi Mavi dürüstçe "Birkaç gün yataktan kalkmasa dinlense iyi olur ama Eva'nın bunu yapacağına inancım yok. İnatçı bir keçi gibi."
Eğer uyanık olsa o keçinin bacakları sana girsin derdi muhtemelen." Dedi Elya yüzündeki buruk tebessümle, Mavide tebessüm etti
"Şüphem yok." Nar'ın söyledikleri içine diken gibi batıyordu ama belli etmedi. Haklıydı, ki Mavide bunun farkındaydı fakat bunu yüzüne vuran ikinci kişi olmuştu
İlki zaten sekmez Elyesaydı.
Elyesa ona cevap vermeden ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladığında bileğine dolanan elle durmak zorunda kaldı. Mavinin ona bakan ela gözlerine öfkeyle bakmamak için boş boş baktı.
"Aramız kötü mü ateşli kızı?" Elyesa bakışlarını bileğinde olan ele indirdiğinde gözlerinde saklayamadığı kırgınlığı vardı
"Önemi var mı Semdar?"
"Saçmalama Elya benim için değerlisin tabi ki de var." Elyesanın bakışları değişmedi. Hayal kırıklığı teninden bir parçaymış gibi ondan vaz geçmiyordu.
"Aramızda bir sorun yok. Merak etme." Elyesa bileğindeki eli geri ittirerek tekrardan kapıya yöneldi fakat bir anda Mavi öfkeyle kolundan tuttuğu kızı yan tarafındaki duvara yaslamasıyla Elyesanın durgun bakışları şokla irileşti. Daha ne olduğunu anlamaya çalışırken burnunun dibinde biten öfkeli ela gözlerin sahibiyle dudakları aralık kazandı.
"Aramız iyi öyle mi? Söylesene o zaman ateşli kızı neden üç gündür yüzüme bakmıyorsun, olduğum yere gelmiyor gözlerini gözlerimden kaçırıyorsun?" Elyesa şaşkınca Maviye baka kaldı. Ne konuşabildi ne de dudakları aralandı, öylece apışıp baka kaldı.
Mavi ise öfkesinin kafasına anlık verdiği sinyalin ardından yaptığının yeni farkına varıyormuş gibi Elyesanın gözlerine baktı. Duvarla bedeni arasında sıkışıp kalan kocaman koyu kahve gözlerin sahibi kendisine alttan alta baktıkça Mavinin içi bir garip oluyordu. Yasemin kokusu yine beyninin nöronlarına kadar işlediğinde farkında olmadan yüzünü Elyesanın yüzüne yaklaştırdı. Elyesa şaşkınca araladığı dudaklarını kapattığında etrafını saran heyecan dalgasıyla yan taraftan sıyrılıp kaçacaktı ki Mavi iki kolunu da duvara yaslayıp kızı kafesi altına aldı. Elyesa kalbinin göğüs kafesine olan baskısıyla irice olan kahvelerini dibindeki yeşile çalan ela gözlere çevirdi.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" sesi istemsizce kısık ve titrek çıkmıştı.
"Benden kaçmana engel oluyorum ateşli kızı. Bana cevap vereceksin." Elyesa'nın kaşı öfkeyle çatıldı
"Sen ban emir verebilecek bir konumda değilsin."
"Bana cevap vereceksin!"
"Öylen bir zorunluluğum yok Semdar, bırak beni" elyesa elini Maviyi itmek için göğsüne koyduğunda bu Maviyi daha da sinirlendirdi. Elini duvardan ayırıp elyesanın göğsünü iten bileklerini kavrayıp duvara yapıştırdı, üzerine doğru eğildiği kızı ne denli korkuttuğundan habersiz ateş saçan gözlerle sert bir şekilde tekrardan konuştu "Beni suçluyorsun!"
"Kimseyi suçladığım yok benim." Dedi dik dik ama korkuyordu Elya. Mavi'nin birçok yönünü tanırdı, hatta ondan daha iyi bilen yoktu fakat Mavi bu yüzünü ilk defa ona gösteriyordu.
"Eva'nın başına gelenlerin sorumlusu benmişim gibi davranıyorsun. Ama seni tanıyorum ateşli kızı, şu an içinde kendini suçladığın için seni yiyip bitiren hissi beni cezalandırarak bastırmaya çalışıyorsun çünkü seni o şişeden ben çıkarmadım. Eğer o şişede olmasaydın şurada yatan kız var ya." Dedi dişlerini sıka sıka arkasını dönmeden yatakta yatan Evayı göstererek. "Bu halde olmayacaktı değil mi Elya, çünkü buna izin vermezdin değil mi? " Elyesa derince yutkunduğunda karşısındaki adamın kendisini bu kadar iyi çözmesini sevmedi. Mavi Sıraç Semdar nasıl olurda kendisini bu kadar iyi tanır? Hislerini tahmin edecek kadar hem de.
"Evaya karşı gösterdiğin bu tolerans nereden geliyor Elyesa? Senin sert kabuğunu kimse çatlatamazken sen neden sana bıçak sallayan bir kızı gizlice korumak için çırpınıyorsun?" Elyesa köşeye sıkışmış şekilde ona hesap soran adama baktı. Kaşları derince çatılırken bileğini sıkıca tutan adamdan kurtulmak adına çırpındı ama pek işe yaramadı.
"Belki de sizin aksinize onun hiçbir suçu olmadığını anlamışımdır. Sen hiç dışarıdan baktın mı bize? Sence yalnız olan, hor görülüp aşağılanmasına rağmen hala dimdik ayakta duran kişi kim?" Mavi yüzünü Elyesaya daha da yaklaştırdı.
"Kimsenin acısını benden çıkartamazsın!"
"Senden kendi suçluluk duygumun acısını çıkartmıyorum Semdar, sana öfkeliyim."
"Öfkeni bana uzaklığınla yaşatma o zaman!" Diye Mavi birden yükseldiğinde Elyesa duyduklarının etkisiyle ikinci şokunu yaşadı ve ikili öfkeden birbirlerine ne kadar yakın olduklarını bir kere daha idrak ettiğinde ikisi de birbirine baka kaldı. Elyesa sıcak nefesi yüzüne dokunan adamına irislerine bakarken bakışları öyle bir hata yaptı ki o bile bunu çok sonradan fark etti, mavinin dolgun dudaklarına inen bakışları ve kendi kuruyan dudaklarını yaladığında anın rehavetinden öyle hızlı dilini içine soktu ki boğazına kaçacaktı fakat arttık yapacağını yapmıştı, kahveleri yukarıya tırmandığında Mavi çoktan yaptığını görmüş ve bakışlarını kızın etli dudaklarından kopartamıyordu.
Elyesa alev alev yanan yanaklarıyla pancara dönerken Mavi'nin ela gözleri arzuyla koyulaşmıştı. Kızın bileklerine olan baskısı daha da arttığında yüzünü Elyesa'nın yüzüne yaklaştırdı. Elyesa soluğunu tutmuş şekilde arzusunu uyandırdığı adamın koyu bakışları altında titrerken kendisinin Maviye nasıl baktığını dahi bilmiyordu. Adamın ferah kokusu içine işlediğinde bir kere daha yutkundu, sesli yutkunuşu dibinde olan adamın kulaklarına bir an tatlı bir nota sesi gibi gelmişti ve Mavi ne düşündüğünün farkında bile değildi şu an. Kızın kendi eliyle yakıp eline verdiği ateşin bir anda kendisini ele geçirdiğini hissetti.
Birbirlerine olan bakışları yoğunlaşırken ortama dolan Eva'nın sesiyle tüm atmosfer yerle bir oldu.
"Öpüşürseniz yemin ederim zehirden değil mide bulantısından şuralara boylu boyunca kusarım!" Mavi ve Elyesa ateşe değmiş gibi hızla birbirinden uzaklaştığında üstünde sadece siyah bir sutyenle olan Eva onlara en kınayıcı bakışlarını atıyordu.
"Saçmalama!" diye bağırdı bir anda elyesa panikle fakat niye bağırdığını bile bilmiyordu, heyecandan ve utançtan bayılabilirdi. Şu an pancara döndüğünü aynaya bakmasa da cayır cayır yanan yanakları belli ediyordu. Kızın bu panik hali Maviyi eğlendirdiği için gizleme gereği duymadı.
"Kusura bakma şeytanın kızı, normalde onu odasını kullanıyorduk, anlık gelişti." Elyesa Mavi'nin dudaklarında dökülen cümleyle ağzı şokla ayrıldı! Masada olan ateş ölçer aletini kutusuyla birlikte Mavi'nin kafasına fırlattı.
"Senim anını geçmişine dikerim, ne diyorsun sen be!" Mavi aradığı fırsatı bulmuş gibi sinisi sinsi sırıttı.
"Yakalandık işte kızım ne abarttın sanki daha önce hi-" devamı Mavi için zor elyesa için sinir, Eva için ise sikimden aşağı kasım paşa olmuştu.
Nar Eva'nın yanından çıktığı gibi kendisini lavaboya atarak elini yüzünü yıkamıştı. Ağlamakta gözleri kızarmıştı. Aynada kendisine bakarken gözlerine çok öfkeliydi. "Sizde iki damla yaşa gelmiyor hemen kızarıyorsunuz." Söylene söylene odasına doğru ilerledi, aralık kapıya bakarken bir saniye bile düşünme gereksiniminde bulunmadan kapıyı itip içeriye adımladığı an başından aşağı dökülen yapışkan sıvının hemen arkasından başına geçen kovayla tökezleyerek içeriye düştü ve kendisine bu hain planı kuran kalleş oda arkadaşından hayvani bir gülüş odada duyuldu.
"Senin yapacağın şakaya tüküreyim İlge!" diye bağırdı başındaki kovayı kenara atar atmaz. Üstü başı mahvolmuştu. Yüzüne doğru akan sıvı ağzına dolunca suyla çoğaltılmış çilek reçeli olduğunu anlaması zor olmadı Nar için. İlge hala hayvan gibi başını arkaya doğru atarak kahkahalarla gülerken Nar başındaki kovayı İlgenin kafasına fırlattı.
"Geri zekalı aptal, sana şu seviyesiz şakalarını benden uzak tut diye kaç kere söyledim!" Nar'ın öfkeli sesi İlgenin umurunda bile olmadı. Kafasına aldığı darbeye rağmen kahkahası kesilmedi.
"Ay Nar ayy "dedi gülmesini bastıramazken. "Nasıl da sazan gibi atladın hemen, ay tanrım öleceğim gülmekten." Nar öfkeyle ayağa fırlayıp İlgenin saçına yapıştı
"Gülmekten değil kendi Ellerimle öldüreceğim seni!" ilge saçını Nar'ın elleri arasından kurtarmaya çalışırken hala yüzsüzce gülüyordu.
"Aralık kapıdan da ancak senin gibi sazan gireriğğğ-" Nar saçında ki reçelleri aline sıkarak ilgenin ağzına soktu
"Al sana reçel aptal kız! Bekle sen hepsini yedireceğim sana!"
"Nar çek su eliğini nağğr düseleğim lan düşüyoruğzzz!" yerdeki reçel kovasına takılan İlgeyle iki kızda üst üste yere kapaklandığında kova şanssız Nar'ın beline çarptığında acıyla inledi. "ANANLA BABANIN SENİ YAPMAYA KARAR VERDİKLERİ GECENİN SABAHINA SIÇAYIM İLGE DUYDUN MU BENİ! SENİ BENLE KARŞILAŞTIRAN, YOLLARIMIZI KESİŞTİREN KADERİMİN KALEMİNİ KIRAYIM İLGEE!" Nar'ın isyanı ilgeyi yattığı yerden kahkahalara boğduğunda bir öksürük sesiyle üstleri başları birbirlerine girmiş olan ikili aceleyle toparlanıp kapının önünde onlara garip bakışlar atan muhafızı bulunca Nar öfkeden ve bulunduğu durum yüzünden kıpkırmızı olurken umursamadan ayağa kalkarak hayırdır der misali muhafıza baktığında muhafız artık bu ikilinin kavgalarına alıştığı için onlara aldırış etmeden neden geldiğini açıkladı.
"Akın Bey seni odasına çağırıyor Nar. Çabuk gitsen iyi edersin." Dediğinde Nar Elyesanın dediklerini üzüntüden tamamen unutmuştu. Dudaklarından bir "Hii!" Nidası dökülürken muhafız Nar'ın yapış yapış olmuş üstünde kınayıcı gözlerle gezinirken Nar'ı beyninden vuran o cümleyi kurdu
"İki dakikan varmış. İki dakika içinde seni kapısının önünde istiyormuş haberin olsun. Yarım saat önceden çağırtmış ama sanırım sana söyleyen olmadı."
Nar sinir krizleri geçirirken ilge bir kere daha yüzsüzce sırıttı. "Çabuk ol." Muhafız gittiği an İlgeden yine can sıkıcı bir gülüş duyuldu.
"İlge bu sefer mahvedeceğim!"
"Sen ilk önce reçelinle Akın beyin önüne nasıl çıkacağını düşün, hadi ben mutfağa kaçar Simoloya iti yine peşime düşmesin." Nar öfkeyle baktı
"Adam sarayın baş yardımcısı, senin gibi bir geri zekalıyı nasıl yanına yardımcı diye aldı sorguluyorum!"
"Benim gibi olağan üstü mükemmel bir insanı bulduğu için yatıp kalkıp şükür etmesi gerekiyor." İlge havalı havalı saçını geriye savurduğunda Nar göz devirdi. Katil olmak gibi bir planı yoktu ki zaten karıncayı bile incitemezdi fakat bu kız bir gün elinde kalacaktı.
"Aptal aşçı yamağı!"
"Beyni tatilde asistan!"
Nar öfkeyle kapıyı çarparak çıktı. Bu kız çok fena elinde kalacaktı. Zaten canı sıkkındı bir de bu yamakla uğraşıyordu. Sağ bileğindeki boşluğu görünce yeşil gözleri bir kere daha doldu. Annesinden ona kalan hatıraya bile sahip çıkamamıştı. Eva için çok üzgündü ama şu anki göz yaşları sahip çıkamadığı annesinin emaneti içindi. Davete gittiklerinde kaybettiğini sanıyordu çünkü üç gündür odayı ve sarayda adım attı her yeri deli gibi aramıştı ama yoktu. Ona verilen emanete bile sahip çıkamamıştı
Gözlerinden arka arkaya akan yaşlar yüzündeki reçele karıştığın üzüntüsünün yanına İlgeye olan siniri de eklendi.
Acaba hangi aklı başından gitmiş o kızla kendisini aynı odaya koymuştu!
Bulduğu ilk lavaboda yüzünü yıkamıştı fakat üstü başı mahvolmuştu. Elinden geldiğince saçlarını yıkamaya çalışsa da reçellerden bir türlü kurtulamıyordu. El mecbur lavabodan çıkarak üst kata doğru ilerlemeye başladı. İlgeye ve onu dünyaya getiren ailesine bol bol selamlarını iletiyordu.
Umardı ki annesi ve babası bu kızı yapmak için çok çaba sarf etmemişti.
Düşüncelere dalmış vaziyette Akının odasının önüne geldiğinde içinde bulduğu rezil durum yüzünden yerlerde döne döne ağlayabilirdi. Akın bey de tam zamanını bulmuştu onu çağırmak için!
"Suç adamda değil ki Elyesanın ilk dediğinde çıkıp gelseydim şu an bu rezillik içinde boğuluyor olmazdım, tanrı seni alması inşallah İlge-
"Kapımın önünde konuşmak yerine içeriye girecek misin artık Balca kız." Nar kapının önünde aniden irkilirken açılan kapıyla karşısındaki adama baka kaldı. Dağınık nemli saçları yeni duş aldığını gösteren adamın eli önündeki göleği ilikliyordu fakat çıplak ve ıslak göğsü şu an tam Nar'ın önünde heykel gibi dikiliyordu.
Nar saçından reçelle karışık akan su damlalarıyla Akını kavruk teninden aşağı kaslarına doğru süzülen bir damlaya kaydığında Nar olduğu yerde pancara dönmüşken anlık aklı başına geldi ve hemen elleriyle gözlerini kapatıp bağırmaya başladığında Akın ne olduğunu anlamazca kıza bakarken Nar utancından yerin dibine girecekti.
"Akın Bey siz herkese kapıyı çıplak mı açıyorsunuz!" Akın şaşkınca bakışlarını üzerine eğdi. aslında gayet de giyinikti, bir tek gömleğinin düğmeleri iliklenmemişti.
"Çıplak değilim Nar," dedi, kızın bağırması yüzünden yüzünü buruşturdu "Ayrıca şunu keser misin? Milleti başımıza toplayacaksın." Nar gözünü açtığında bir kere daha aynı muhteşem manzarayı görünce bu sefer daha büyük bir çığlık kopartacaktı ki Akın kolundan tuttuğu kızı içeriye çektiği gibi kapıyı kapattı.
Nar'ın sırtı kapıyla buluşurken bu sefer de bağırmamak için elini ağzına kapadı, gözlerini de yumduğunda Akın kızın bu haline çaktırmadan güldü. Elini ağzından çekerken gözlerini sıkı sıkı kapatıyordu.
"Üstünüzü şey eder misiniz?"
"Ney eder miyim?"
"Şey."
"Ney?" Akın'ın keyifli gelen sesiyle Nar gözlerini açıp öfkeyle baktı onunla dalga geçen adam. Sürekli onunla alay etmesi çok sinir bozucuydu.
"Üstünüzdeki şeyi çıkartın işte-" bir an ne dediğinin farkına varıp dudaklarından kaçan bir Hii nidasıyla tekrardan ağzını kapattı. Öyle demek istememişti aslında! Tamam az buçuk aklından geçmiş olabilirdi fakat söylemek istediği cümle kesinlikle bu değildi. Artık ya ağzını dikecekti ya da dilini damağına yapıştıracaktı!
"Üstümü çıkartmamı mı istiyorsun balca kız?" Akın kesinlikle çok eğleniyordu. "Hiç sorun değil çıka-" Nar bir kere daha eliyle gözlerini kapadığında yerinde sıçrayarak bağırdı "Hayııırrr! Sakınn!" Akın dayanamayıp başını geriye yatırarak gür bir kahkaha attığında Nar duraksadı. Kapalı gözlerini açtığında gözleri gördüğü manzarayla adamın suratına baka kaldı. Akın Barlas çok güzel gülüyordu ve Nar Akının bu kadar içten güldüğünü ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Onu daha öncede gülerken görmüştü fakat bu sefer o kadar farklıydı ki baka kalmıştı. Akın bakışlarını kendisine bakan çayır yeşili gözlere indirdiğinde gülüşü tebessüme dönüşecekti ki kızın halini yeni fark etmiş gibi kaşları çatıldı.
"Bu üstündeki yapışkan şey de ne?" Nar dudak büzdü
"Reçel." Akının kafası karıştı,
"Reçel?" dedi, ama soru belliydi. Neden üstünde bu reçel demek istemişti fakat Nar
"Çilek reçeli." Diye açıkladığında Akın bir kere daha güldü. Bu kızın yanında güldüğü kadar kimsenin yanında güldüğünü sanmazdı.
"Neden üstünde?"
"Aptal İlge yüzünden." Diye oda arkadaşını ona şikayet ettiğinde gülerek banyoyu işaret etti "Gel de yıkayalım seni. Banyoya geç." Dediğinde Nar kırmızıdan mora dönerken gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Beraber mi?"
"İstersen İlgeyi de çağır, gurup yapalım."
"Ne gurubu?"
"Orkestra gurubu Nar." Bu kız bel altı şakayı bile anlamayacak kadar saf ve masumdu.
"Orkestra gurubuyla ne yapacağız ki?"
"Sen çalarsın ben oynarım artık." Nar kafası karışmış gözlerle baktı Akına. Akın ons anlamamış gözlerle bakan kızın kolunu tutarak banyoya doğru yürüttüğünde Nar çırpındı.
"Siz sapıksınız Akın Bey! Bırakın beni."
"Bağırmayı kes yardımcı olmaya çalışıyorum." Nar ters ters baktı kolunu tutan adama. Onunda eli reçel olmuştu.
"Sizinle banyoya girmem." Dedi utançla.
"Sebep?" Nar ağlamaklı gözlerle Akına baktığında Akın sinsi kıvrımını gizlemişti, bu kızla uğraşmaktan kesinlikle büyük bir zevk aldığını inkar edemezdi.
"Nar saçmalamada geç, saçını yıkayacağız sadece sen kendini sonra odanda yıkarsın." Nar derin bir soluk verdi rahatlayarak. "Ben odamda hallederim Akın Bey gerek yok. Beni neden çağırmıştınız?"
"Halletmiş gibi durmuyorsun balca kız. Sakin ol sadece yardım edeceğim gel hadi." Nar'ı içeriye çekip geniş küvetin yanına ilerletti.
"Başını eğ sen, ben suyu açayım temizleyelim saçını." Akın ciddi ciddi suyu açıp eliyle sıcaklığını kontrol ederken Nar alık alık ona bakıyordu.
"Hadi balca kız." Dediğinde Nar utana sıkıla gelip küvetin içine doğru başını eğerek saçlarını küvetin içine doğru düzeltti. Akın suyu ayarladıktan sonra Nar'ın saçlarına tuttu.
"İyi mi sıcaklığı?" diye sordu sanki hep yaptığı bir şeyi yapıyormuş gibi. Nar başını salladı, cevap veremiyordu sanırsa küçük dili boğazına kaçmıştı.
Akın nazikçe parmaklarını kızın saç diplerini okşayarak reçelden arındırdı, Nar Akının yumuşak dokunuşları altında rahatlarken şaşkınlığı hala sürmekteydi. Sarayın büyük yardımcılarından prensin sağ kolu şu an bir banyoda saçlarını incitmek istemezce yavaşça yıkıyordu. Akının hareketleri öyle hassastı ki tek bir telinin kopmasını bile istemedi o an. Kendi şampuanını Nar'ın saçlarına sürüp duruladığında işi bitmişti. İçeriden temiz havlu getirip Nar'ın saçlarını sardığında Nar eğildiği yerden kıpkırmızı olmuş şekilde doğrularak baktı adama.
Evet konuşma yetisini şu saniye kaybetmişti.
Alık alık bakmaya devam ettiğinde Akın kızın şiirin haline gülümsedi.
"Hadi git vücudunu da yıka ve kurtul şu reçelden." Nar tek kelime etmeden başını sallayarak banyodan da Akının odasından da çıktı.
Ne Nar heyecandan Akına teşekkür etti ne de Akın kızın yumuşak saçlarına dokuduğu an odaya neden çağırdığını söyledi.
İkisi de unuttu...
●
EVA EFNAN...
●
Üstümde sadece siyah bir sutyen ve şortla yatakta rahatça yaslanarak birbirine girmiş iki olan iki insan müsveddesine bakıyordum.
"Hayır yani eğer bir dakika geç konuşsan öpüşecek olan çift şimdi kanlı bıçaklıydı."
"Sen gerçekten aşk düşmanısın!" iç sesimin kinli sesine sırıttım. Ne diyebilirdim ki sevenlerin arasına girerdim.
"Gereksiz nizamsız herif! Tarla olsan ekilmezsin ekin olsan biçilmezsin!" Elyesa eline geçen bir kitabı daha ıskalamadan Mavinin kafasına attığında mavi gülüşlerinin arasında homurdandı "Bir kere de ıskala be ateşli kızı."
Onlar birbirine girmişken boş boş etrafı incelemekle meşguldüm. Yaralarım sarılmış, pansumanım yapılmış serumum verilmişti, Allah razı olsundu. Bir insanın ilk önce iflahını sikip tekrardan onarmaya çalışmak kolay iş değildi sonuçta. Kapı aniden açıldığında ikili susmak zorunda kalmıştı, kimin geldiğini anlamak için o yöne bakmama bile gerek yoktu.
"Neler oluyor burada." Diyen sert sesin sahibine göz devirdim
"Hep bu piç arkadaşın yüzünden!" dedi Elyesa sinirle
"Ney piç arkadaşı yüzündenmiş acaba?" dedi Mavi abartıyla fakat Arsaldan ses gelmedi. Boş boş etrafı inceleyen bakışlarım kapıya döndüğünde donmuş şekilde bana bakan adamı görünce boş bakışlarımla ona baktım.
Kimseden ses çıkmazken Arsal bana asırlık gelecek bir uzunlukta baktığında bende ona bakıyordum. Bakışları göğüslerime inmiyordu fakat gözlerindeki o sisi görebiliyordum.
Mavi sahte bir öksürükle Elyesa ve kendisini hatırlatmaya çalıştı, Arsal yine oralı olmadığında "İlk defa mı kadın göğsü görüyorsun Karahan?" dedim düz sesimle.
"Gördüm de seninki gibi görmedim." Arsal bir anda ağzından kaçırdıklarıyla umursamazca güldüm. Şaşırmıştım ama bunu ona belli etmedim fakat benim aksime Elyesa ve Mavi şokla Arsala bakıyordu. Ne ara yan yana gelmişlerdi bilmiyorum ama duydun mu duydun mu der gibi ikisi de aynı anda birbirini dürterek ağızları beş karış açılmış bize bakıyorlardı.
"Duydun mu kız Mavi." Dedi Elya şaşkınca hala maviyi dürterken.
"Duydum lan Elyesa."
İkisi de sıkıntılıydı.
Arsal ne dediğinin farkına vardığında küfrüler mırıldanarak bakışlarını benden çekip Maviyi bulduğunda onun bir bana bir kendisine baktığını görünce yüz ifadesi hızla değişti. Kaşlarını çatarak baktı Maviye.
"Siktir git çık lan dışarıya!" diye kükrediğinde Mavi ilk önce ne yaptım der gibi baktı, sonra jeton düşmüş gibi bakışları bana dönecekken "Gözünün merceğini sikmeden çık dışarıya Mavi!" diye tekrardan bağırdı.
"Kardeşim farkındaysan onu ben tedavi etim."
"Senide tedavini de sikerim çık dışarıya." Mavi tam bir şey söylemek için dudaklarını araladığında Elyesa onu kolundan tutup kapıya sürükledi.
"Ben ne yaptım şimdi amına koyayım?"
"Susta gidelim işte!" diye azarlıyordu Elyesa kapıdan çıkarken Maviyi
"Nereye?" Mavinin hınzır sesini duyunca göz devirdim. Bu herif adam olmazdı
"Cehenneme," itişe kakışa odadan çıktıklarında kapıyı arkalarından kapattılar.
"Şu an iki deccal odada yalnız kaldı! Kıyamet sebepleri." İç sesimin bana deccal demesini içtenlikle kınıyorum.
Kolumdaki serumu çıkartıp kenara fırlattım. Masanın üstündeki peçetelikten birisini çekerek serumu çıkardığım yere bastırıp ayağa kalktım. Kemiklerim odunla dövülmüş gibi ağrıyordu
"Odunla dövüldüğün için olabilir mi?" evet doğru, olabilir.
Üstümün çıplaklığını umursamadan bana dikkatle bakan adamın karşısında dikildim. Geldiğinden beri gözleri aşağıya inememiş pür dikkat lenslerin olduğu gözlerime bakıyordu.
"Hayırdır Karahan, eserinin son durumunu mu merak ettin?" alayımdan nefret ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
"Seni bu hale ben getirmedim." Dedi mekanik bir sesle. "Kendini bu hale getirecek kadar hastasın sen." Saklayamıyordu. Arsal Karahan bana olan dehşetini ve şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Öyle mi?" dedim başımı yukarı kaldıracakken o bana doğru eğildi. Zaten de boynum ağrıyordu onun iki metrenin sonundaki yüzünü görebilmek için ekstra çaba sarf edemem. "Niye öyle diyorsunuz lordum? Sayemde adamı ele geçirdiniz." Burada durup gerçeklikle alakası olmayan sahte bir gülümsemeyle güldüm "Aaa pardon sizin derdiniz adam değildi. Siz kodlara ulaşmak istiyordunuz." Başını iki tarafa salladı sus der gibi. Susmadım
"E ulaştınız. Karnının ağrısı niye söylesene Karahan?"
"Gelebilirdin." Dedi bunu çok istemiş gibi "O adamı alt edip bana gelebilirdin."
Yüzümdeki alay kaybolurken öfkeyle başımı salladım "Ben hiç kimseye gelmem Karahan, isteyen ayağıma gelebilir ama ben kimseye gelmem."
"Niye buradasın o zaman? Neden karşımdasın"
"Karşında olmam sana geldiğim anlamına gelmez. Ben sana gelmedim kralın oğlu." Bakışları gözlerimdeyken elini kaldırdı. Eli yanağımı bulduğunda ne yaptığını sorgular gözlerle baktım. Parmakları alt kirpiğime dokunduğunda titremedi bile. Gözlerimi kapatmadım da. Kızıl gözlerimi gizleyen lense dokundu iri parmakları, yavaşça aşağı çektiğinde gözüm sulansa da lens süzülerek gözlerimden koptu. Diğerini de diğer parmağıyla aşağı indirdiğinde gözlerim siyah lensin esaretinden kurtulmuştu. İki eli yanağımdayken üstüme daha da eğilip Kan kırmızısı gözlerime baktı. Konuşmadı, sanki uzun zamandır görmek istediği tek şeye bakıyormuş gibi gözlerini gözlerimden ayırmadı.
"Kan damlalarına bakmak bileğindeki yoncanın yükünü kaldırmak kadar zor şeytanın kızı. Çünkü her ikisininde bedeli var." Gözlerimi okyanuslarından koparmadım. Şu an etrafımız saran biz hariç her şeyi soyutlayan bir güç vardı ve bu hiç hoşuma gitmemişti.
"İkisinin de bedelini ben ödüyorum kralın oğlu, sana uzaktan izlemek dışında hiçbir vasıf düşmüyor." Ellerini yanaklarımdan çekerek iki adım geri çekildi. Kalçamı yatağıma yaslayıp kollarımı birbirine bağladığımda Arsal son söylediğim şey için dudaklarını açacakken geldiğinden beri aşağı kaymayan gözleri birbirine bağladığım için ortaya serilen göğüslerimi buldu. Mavilikleri rengini koyuluğa bırakırken bana doğru bir adım attı, bunu istemsizce yaptığını biliyorum çünkü gözleri göğüslerimden beyaz tenime oradan da bel kıvrımımı bulduğunda nefes alamıyormuş gibi yakasını düzenledi. Bir adım daha attığında dudaklarımda tehlikeli kadınsı bir gülüş belirdi, aramızda adım kalmayana denk bana yaklaştığında gözlerindeki şehveti görebiliyordum, bunu yapanın ben olduğumu bildiğim gibi. Elimle hızlı bir refleksle yakasını tuttuğum gibi onu kendime çektiğimde bir anda içine düştüğü yoğun duygudan çıktı ama geç kalmıştı.
Anın rehaveti onu canından edebilirdi.
İstesem onun bu dalgınlığını canıyla ödetebilirdim ama yapmadım. O yaşıyorken ona yapacaklarım bana daha büyük hazlar verecekken neden bu hazdan mahrum bırakayım ki kendimi.
"Düşmanına kanma Karahan ne gülen yüzüne ne de önüne serdiği yemeğe kanma." Dediklerime karşılık öfkelenmesini ya da bana zarar vermesini bile bekledim ama onun dudaklarının kenarı şeytanı aratmayan bir kıvrımla yukarıya büküldü. Yakasındaki elimi umursamadan üzerime doğru eğilip elini yatağın iki tarafına yasladı.
Bana bakan gözleri anlayamadığım bir pırıltıyla ışıldadı. Üzerime daha da eğildiğinde dudaklarını kulağımın yakınına getirdi. İşte bu yakınlığı az önce olan umursamazlık maskemi tek çekişte düşürdü, kalbim ritminden şaşarken ferah kokusu ciğerlerime doluştu. Dudaklarım benden bağımsız aralık kazandığında nefesi kulak oluğumdan boynuma doğru yakıcı bir nefes bıraktı.
"Eğer düşmanım sensen önüme sereceğin her yemeğe razıyım ben şeytanın kızı." Şeytan okyanusa okyanus karıştığı kana fısıldadı. Arsalın baştan çıkartıcı sesi omurgalarımdan aşağı bir ılıklık akıttı. Hızlı nefeslerim göğsümü göğsüne çarptırınca gözlerimi yumdum. Topla kendini, kendine gel, onun sana yaptıkları var kendine gel, senin ona yapacakların var kendine gel. İki elimi göğsüne yaslayacakken ellerimi tutup yatağa bastırdığında belim geriye doğru kavis aldı. Mavi gözlerini kızıl gözlerime hizaladı.
"Benden gelene razı olmak senden çok şeyi götürecek Karahan."
"Benden gelecek olan ise seni iyileştirecek Efnan," dediğinde gözlerimiz birbirine kenetliydi.
Bakışlarımız ve sözlerimiz birbirini tutmuyordu.
Onun gözlerinde okyanuslarına gizlediği bana karşı olan endişe ve hayal kırıklığı vardı. Evet endişe, bir insanı analiz etmek benim için zor değildi fakat bu adamı çözemiyordum. Duygularını bazen öyle bir derinlere itiyordu ki bir ölünün boş bakışlarından farksızdı bakışları, ama şu an gizleyemiyordu ona gelmediğim için içinde duyduğu hayal kırıklığını gizleyemiyordu.
Sözlerinde ise savaşın başlaması için ilk kurşunu atan o kişinin zalimliğiyle sarılıydı. Hiçbir şeyden değil ondan korkacağımı ima ediyordu. Ama zaman daha zalimdi ve ne olacağını ancak zaman gösterirdi.
Gözlerindeki endişeyi sözlerinin keskin uçlarıyla saklıyordu
Tıpkı benim hayal kırıklığımı sakladığım gibi.
Çünkü içimdeki minik bir parça onun geleceğini ummuştu. Hayatta hiçbir zaman beklentim olmazken içimde onun geleceğine dair ufacık bir tohum filizlenmişti ama o filizimi ezerek yok etmişti.
Öfkem ezdiği için değil o tohumu filizlendirdiğim için kendimeydi.
"Benden gelecek olanı da geldiği zaman göreceksin." Birbirimize kenetli bakışlarımızı bölen şey kapının kolunun kavranma sesinden geldi. Evet iyice manyak olmuştum burada. Her boku duymam normal değildi.
"Kapıyı açanın eklemlerini sikerim."
"Efendim çok önemli." Dedi Batın kapının arkasından. Arsal beni bıraktığında ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi seslice verdiğimde bakışları bana döndü ama ilk defa bakışlarımı kaçırdım. Genelde sırf inadına dik dik baktığım için şaşırdığını hissedebiliyordum. Ayıca şu an neden yanaklarım ısınmıştı.
Arsal ıradaki dolaplardan birkaç tanesini karıştırıp çıkardığı siyah tişörtü bana uzattı. "Giy şunu ortalıkta böyle dolaşma."
"Sana ne be istersem milka ineği gibi sallaya sallaya dolaşırım!"
"Benim yanımda istediğin gibi sallayabilirsin fakat başkası görecek olursa gözlerini götlerine sokarım." Ağzım şokla açıldığında tişörtü yüzüme fırlattı. Homurdanarak üstüme geçirdiğimde Arsal kapıyı açıp dışarıya çıktı. Bende arkasından çıkacakken Batın "Acil dolabında olan merhemi kullanmanız gerekiyormuş, onu sürün öyle çıkalım." İkiletmeden merhemi bulup kullandım.
Batınla beraber ilerlediğimizde sarayı dolaşıp krokisini aklıma kazımıştım fakat bu seferki gittiğimiz yeri bilmiyordum. Herhangi birisinin odası olduğunu düşündüğüm için açmadığım kapı farklı bir koridora çıktığında bakışlarım etrafı taradı, ilerleyip büyük bir kapının önüne geldiğimizde sessizdik fakat şifreyi okutup kapı açıldığında Arsalın kükremesi yankılandı.
"NE DEMEK KOD HATA VERİYOR ELBER." Arsalın sesiyle birlikte içeriye girdim. Batın içeriye girmemişti.
Büyük toplantı masasının önünde toplanmış olan Akın, Mavi ve Arsal'a bakarken şaşırmadım fakat Mavini yanında tedirgince etrafa bakan Nar'ın burada ne işi olduğunu sorguladım.
"Sanki kendisi biliyor niye burada olduğunu." İç ses haklıydı.
Masanın üstünde duran uzun metal bir aletten yukarıya doğru aydınlanan yerde beliren sima Elbere aitti. "Kasanın içinden o kod çıktı hata vermesi mümkün değil!" dedi Akın.
"Doğru şekilde sisteme geçirdiğine emin misin Elber?" dedi Mavi küçümser bir bakışla
"Beni kendinle karıştırma doktor." Dedi Elber "Doğru yazdığıma eminim Efendim, kod hata veriyor iki kere girdim, ekran dört yanlış hakkı veriyor, eğer diğer iki şansta doğru kodu yazmazsak kendisini içindekilerle birlikte imha edecek." Arsal öfkeyle yanındaki sandalyeye tekme attığında Nar garibanım nereden düştüm ben buraya der gibi korkuyla olduğu yere siniyordu. Bizden sonra odaya giren Elyesa endişeyle sordu.
"Neler oluyor?"
"Kod hata veriyor Elya, Elber sistemle uyuşmadığını söyledi."
"Nasıl açılmaz Elber, o piç kurusu bizi oyuna mı getirdi!" dedi Akın ökeyle. "Mümkün değil, kodları doğru kasanın içinden aldık, o piç kurusu kendini öyle beğenmiş ki odasına iki kere sızmama rağmen kasayı değiştirmedi. Değişse anlardım!" sırtımı yasladığım duvarda ifadesizce onları izlemeye devam ettim. Burada ne işim olduğunu sorgulamıyordum bile artık.
Arsal öfkeden deliye dönmüş bir şekilde Akına döndü "O kodu ikiniz aldınız Barlas! Yanındaki kız ve sen." Dedi Akın ve Mavi arasında duran Nar'ı göstererek. "Eğer bu kız kodun sİstemiyle oynadıysa-" Nar şok olmuş şekilde Arsal'a bakarken göz pınarlarından yaşlar süzülmeye başladı. Kendisini savunmak adına ağzını açıp tek bir şey bile söyleyemedi, titreyen bacaklarını buradan bile görebiliyordum. Arsalın karşısında kendisini savunamayacak kadar korkuyordu ondan.
Akın ağzını açmıştı ki ondan önce ben konuştum "Kızı zorla bokunuza batırmamış gibi bir de onu mu suçluyorsun? Akın onu nereye gitse peşinden sürükledi, nereden biliyorsun onu yapmadığını." Dediğimde Akının bakışları şaşkınca büyüdü. Ona karşı böyle bir şey söyleyeceğimi beklemiyor olmalıydı.
"Yanımdaki adam çürük olmaz benim." Dedi dişini sıka sıka
"Nereden biliyorsun kesip baktın mı içine? Elmanın çürük olduğunu sadece dışından mı anlarsın sen Karahan." Akın öfkeyle bana döndüğünde Mavi sertçe çıkıştı
"Sen ne demek istiyorsun!" Akın bana karşı yumuşak olmaya çalışırdı fakat damarına basmıştım.
Omuz silktim. Onların dertleri derdim değildi.
"Kendine bakmadan bizden birisini mi suçluyorsun?" Maviye küçümser bir bakış attım.
"O şeyleri ele geçirebilmek için beni itlerin önüne attınız. Ben kendimi sağ çıkardım ama görünüşe göre siz elbirliğiyle bir siki doğrultamamışsınız. Bunun sorumlusu ben değilim." Öfkeden deliye dönmüşlerken böyle konuşmam ecelime susamam gibi bir şeydi, kimin umurunda ki bu yaptıklarını asla unutmayacaktım.
"Toplanın Araziye gidiyoruz." Arsal ayağa kalkıp odadan çıktığında hepsi teker teker öfkeli soluklarla peşinden çıktı. Nar'ın kolundan tutan hayvan Mavi kızı da beraberinde çıkardığında içeride kalan tek kişi ben oldum. Kapı arkalarından kapandığında duvardan ayırdığım bedenimle masaya yaklaştım. Kalçamı masaya yasladığımda masanın üstünde düzenli bir şekilde duran içki şişesini ve kadehlerden birisini alıp doldurdum. İçkiyi dudaklarıma yasladığımda dudaklarımda oluşan sadist gülüşe içkinin tadını hediye ettim.
Ne diyorlardı benim için?
Şeytanın kızı.
Madem bu lakabı alnıma damgaladılar bende hakkını verirdim. Madem beni şeytanın karanlığına ittiler bende aydınlığı onlara dar ederdim. İçkiyi bir kere daha dudaklarımla buluşturduğumda bakışlarım bileğimdeki dört yapraklı yoncayı buldu ve hatıralarım uzak olmayan bir geçmişi gözler önüne serdi.
"Bana öyle bir bilgi ver ki boynunu gövdene bağışlayayım." Zincirini gevşettiğim adam öksürüklere boğuldu
Dudaklarımı kulağına yaslayıp ürkütücü bir tonla "Bana öyle bir şey ver ki canını sana bırakayım." Titreyerek bana bakan Tural öksüre öksüre zorlukla konuştu.
"Ne istiyorsun benden!" dedi nefesi boğazına tıkandığında bir kere daha öksürdü. Dudaklarından sızan kan elime bulaştığında iğrenerek bir yumruk daha geçirdim suratına. Daha çok kanadı. Damarını sikeyim senin
"O kodlar ne için, teşkilat neden onun peşinde!"
"Sen teşkilattan değil misin?" dedi şaşkınca, suratına bir yumruk daha indirdim.
"Soruma karşılık soru sorma lan! Ne diyorsam ona cevap ver."
"O kod teşkilatın bizden aldığı kasanın sistem kodu. O kodu girdiklerinde kasanın içindekilere ulaşabilecekler." Dedi nefes nefese. Çok mu vurdum acaba kafası doğru düzgün nefes bile alamıyordu dalyarak.
"Kasanın içinde ne var!"
"Bilmiyorum." Dedi acılın inleyişinin arasında
"Ne var kasanın içinde dedim!" bir yumruk daha geçirdiğimde burnundaki kan fışkırırken çatlayan kemiğinin sesi duyuldu. Acıyla haykırışı umurumda olmadı.
"Yemin ederim ki bilmiyorum tanrı canımı alsın ki." Bilmediğini ilk söylediği an anlamıştım ama diğer tarafına da vurmazsam hatırı kalırdı.
"Verdiğin bu bilgi boktan canını sana bağışlamam için yeterli değil Tural. Konuş!" Ses tonumdaki yırtıcı değişim her saniye saha da artıyor Tural bu değişim karşısında ellerimin altında titriyordu.
"Kodların bulunmasına karşı güvence olarak kod ayarlarını değiştirebilmek için bir sistem kuruldu fakat o sistemi kuran adamı teşkilat öldürdüğü için sisteme girip kodun tertibatını değiştiremiyoruz."
"O sistem nerde?"
"Burada gizli odada ama yapmak mümkün değil, düzeneği sadece sistemi kuran adam biliyordu-"
"Kes lan sesini! Şimdi beni o odaya götüreceksin ve bende bunun karşılığında canını bağışlayacağım." Şemsi sayesinde Tural'in adamlarını etkisiz hale getirmek zor olmamıştı. O elsiz ayaksız sürüngen göründüğünden çok daha fazlasıydı.
Aklıma gelenlerle dudağımdaki kıvrım yerini korurken şeytan uzaklardan bana hayretle bakıyordu. Araladığı cehennemin kapısından içeriye dolan fısıltısı bir tek bana ulaşmadı.
O sistemi çözüp kodun tertibatını değiştirmek zamanımı alsa da çözemediğim bir şey olmamıştı. Elimdeki içki bardağını masaya bırakıp pencereye doğru adımlamaya başladım.
"Madem şeytanın kızı dediler bende şeytanın ta kendisi olurum." Diye fısıldadım. Bana bu yakıştırmayı onlar yapmıştı bedelini de onlar ödeyecekti
Ne sanıyorlardı. Orada beni tehdit ettikleri için mi planlarının bir parçası olmuştum.
Uzaktan bana bakan şeytanım derinlerimden duyulan bir kahkaha attı.
Ben istediğim için o masaya oturmuş planlarının bir parçası olmuştum. Yine ben istediğim için Turali oyalayıp o koda ulaşmışlardı.
Buradaki anahtar kelimemiz, ben. Evet ben, hafife aldıkları yem diye itlerin önüne attıkları, Arsal Karahan'ın oynadığı kumarın parçası olan ben.
Peki şimdi ne mi olmuştu?
Ben üçüncü adımımı atmıştım.
Bana şeytan diyorlardı ya hani
Şeytanın dört adımı vardı
İzle
Anla
Uygula
Ve bitir.
Ben sadece üçüncü adımımı atmıştım ama onların tüm planı yerle bir olmuştu
Şeytan dördüncü adımını attığında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı,
Ama şeytan sabırlıydı. Her adımı temkinli ve zamanını bilerek atıyordu.
Oyunu o başlatmamıştı belki ama o bitirecekti.
Şeytanı her adımı onlar bir adım geri itecekti.
Bölüm sonu!
Çabucak diğer bölüme geçebilirsiniz ama yıldızı ve yorumlarınızı unutmadan.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.76k Okunma |
543 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |